BİR PSİKİYATRİSTİN GİZLİ DEFTERİ
1
2 BİR PSİKİYATRİSTİN GİZLİ DEFTERİ En sıradışı vakalar DR GARY SMALL - GIGI VORGAN
3 Çeviri Duygu Akın 3/411
4 The Other Side of the Couch / Bir Psikiyatristin Gizli Defteri Dr Gary Small - Gigi Vorgan 2010, Gary Small MD - Gigi Vorgan NTV Yayınları Direktörü Elif N. Kutlu Editör Onur Kaya Çeviri Duygu Akın Grafik Ayhan Şensoy Proje Koordinasyon Yakup Akyıldırım, Özgür Akhan, Şükrü Kolukısa Satış Yönetmeni Tüzün Bülbül ISBN: Baskı: Şubat 2013 Sertifika No:
5 5/411 Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A. Ş. Maslak Mahallesi Ahi Evran Cad. Doğuş Power Center No.4 Şişli-İSTANBUL Tel: (212) Faks: (212) Tüm hakları saklıdır. Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A. Ş. nin yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılamaz ve iletilemez. Bu kitabın yayın hakları Onk Ajansı aracılığıyla alınmıştır. BASKI Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. Halkalı Cad. No: 164 B-4 Blok Sefaköy K.Çekmece İstanbul Tel: (212) Faks: (212)
6 Bu kitap zihinsel hastalığı olan ve kendinde yardım alacak gücü bulanlara adanmıştır.
7 Ah şu modern psikanalistler yok mu! Dünyanın parasını alıyorlar insandan! Benim zamanımda beş Mark a Freud un kendisi tedavi ederdi sizi. On Mark a hem tedavi eder hem de pantolonunuzu ütülerdi. On beş Mark a Freud kendisini tedavi etmenize izin verirdi ki buna istediğiniz iki çeşit sebze de dâhil olurdu. WOODY ALLEN
8 ÖNSÖZ İNSAN NASIL ANSIZIN KONUŞMA KABİLİYETİNİ yitirecek kadar sinirlenir? Kel kalana dek saçını yolar? Ya da sırf bayılan birini gördü diye bayılır? Bu tür sorular daima merakımı uyandırmıştır. Bu yüzden de tıp fakültesinde uzmanlık dalı olarak psikiyatriyi seçmem kimseyi
9 9/411 şaşırtmadı ve ben de bu tercihimden hiçbir zaman pişmanlık duymadım. 30 yıllık psikiyatri mesleğim boyunca tuhaf davranışlarıyla akıllardan silinmeyecek, enteresan hastalar gördüm. Akıl bazen insanı uç noktalara götürebiliyor. Fakat bana, iyi bir psikiyatrın insanı o noktalardan geri döndürebileceği öğretildi. Bu kitapta en sıradışı hastalarımı ve içlerinden çoğunun deliliğin eşiğinden dönmesine nasıl yardımcı olduğumu anlatacağım. Bu tuhaf vakalarla ilgili duygu, düşünce ve tepkilerimi sizlerle paylaşıyorum çünkü psikiyatrist ve nörobilimci olmanın sadece mesleki değil, aynı zamanda kişisel bir yolculuk olduğunun anlaşılması gerektiğine inanıyorum. Vakalarda karşılaştığım zorlukları anlatırken, hastalarımın zihinsel sorunlarının ardında yatan sırların çözümünde bana katılmanızı ve bu vakaları çözmenin, deneyim kazanmanın, beni nasıl daha iyi bir doktora dönüştürdüğünü gözlemlemenizi istiyorum. Vakaları -eğitimimin ilk aşamalarından başlayıp sonraki 30 yılı içerecek şekilde- kronolojik sırayla aktardım. Aktarımlarım sırasında birkaç dinamiğin üstünde durdum, özellikle de bedenin zihnin dengesini bozması kadar, zihnin de bedeni hastalandırışı dinamiğine eğildim. Hastalarımla çalışırken, psikolojik sorunların hem fiziksel hem de zihinsel açıklamalarından yola çıkarak ve sorunları konuşma terapisiyle, ilaç tedavisiyle veya her iki yöntemle tedavi ederek, çeşitli yaklaşımlar kullandım (ki bu eklektik psikiyatrist stil diye tanımlanır). Son yıllarda kariyerimi hafıza kaybı ve Alzheimer hastalığını anlama ve önleme üstüne de odakladım.
10 10/411 Hastalarıma anılarını koruma konusunda yardımcı olurken, birçoğunun unutmak istediği anıları olduğu dikkatimi çekti. Bu anıların ardında ise çözümlenmemiş psikolojik sorunlar, çatışmalı ilişkiler, kimi zaman da kişinin gerçeklikten kaçmasına neden olan aşılamamış engeller yatıyordu. Dolayısıyla hafıza zorluğu çeken kişilerin zihinsel çatışmalarının üstesinden gelmelerine yardımcı olmak, onların sağlığı açısından, en az anılarını korumak kadar önemliydi. Hayatlarını zorlaştıran zihinsel sorunları olanlar da dâhil, ne çok insanın psikiyatriden hâlâ korktuğunu ve tedaviden kaçtığını görmek beni şaşırtıyor. Görünüşe bakılırsa insanları uzak tutan şey çoğu zaman deli doktoruna gitmekle damgalanmak ve bir sorunu olduğunu kabullenmek fikri olabiliyor. Kısmen medyanın da yarattığı, psikiyatri hakkında yersiz bir karamsarlık yüzünden, pek çok kişi gereksinim duyulan yardımı almaktan kaçıyor. Psikiyatristler bazen hastaları iyileştiren değil, onların zihnini ele geçiren, didik didik irdeleyen akıl dedektifleri olarak görülüyorlar. Ben bu kitapla bu tür yanlış algıları ortadan kaldırmayı ve zihinsel hastalık tedavisini gizeminden arındırmayı ümit ediyorum. ABD de her yıl tahmini dört yetişkinden biri -yaklaşık altmış milyon insan- zihinsel bir hastalık yaşıyor. Halkın yanlış algısına karşın, psikiyatrik müdahalelerle psikozun, depresyonun ve kaygının belirtilerinin azaltıldığı ve sıkça da yok edildiği ortaya konmuş durumda. Ancak pek çok insanın yardıma erişimi yok ve tedaviyle iyileşebilecek olanlar da genelde uzman aramaya girişmiyor.
11 11/411 Kitaptaki olayları kendi deneyimlediğim gibi, birinci tekil şahıs ağzından anlattım. Kitabın ortak yazarı ve eşim Gigi Vorgan anlatımı, okuyucuların olayları ve onların ardında yatan bilimi daha iyi kavramasını sağlayacak biçimde şekillendirmeme yardımcı olarak, kitabın yazımında önemli bir rol oynadı. Bu kitapta betimlenen insanlar ve durumlar, gerçek hastaları ve onların duygusal mücadelelerini temel alıyor. Ayrıntılarsa benim vaka tarihçelerimden ve canlı anılardan geliştirildi. Ancak meslektaşlarımın, hastaların ve ailelerinin gizliliğini korumak için, özel bilgilerin çoğu değiştirildi. Deneyimlerimin yaşandığı şekliyle okuyucuda gerçeklik hissi uyandırabilmesi için, vakalar olabildiğince doğru biçimde yeniden yaratıldı. İlgili kişilerin mahremiyetini korumak için bazı diyaloglar, mekânlar ve durumlar değiştirildi veya kurgulandı, bazı hastaların özellikleri de diğerlerine aktarıldı. Buna rağmen herhangi bir benzerlik varsa kasıtlı değildir. Bu kitabın sizleri hem eğlendireceğini hem de psikiyatriden korkanların korkularını yenmelerini ve ihtiyaç varsa yardım almalarını sağlayacağını umuyorum. DR GARY SMALL LOS ANGELES, CALIFORNIA
12 TEŞEKKÜR BU KİTABIN YAZIMINDA bize esin kaynağı olan hastalara ve akıl hocalarına, ayrıca enerjisi ve bilgisiyle katkılar sağlayan, Rachel Champeau, Dr Michela Gunn, Dr Jeff Gandin, Melinda Gandin, Diş Hekimi Robert Gandin, Dr Jonathan Hiatt, Ph.D. Shirley Impellizeri, Don Siegel ve Dr,
13 13/411 Ph.D, Lawrance Warick de dâhil, tüm dost ve meslektaşlarımıza teşekkür etmek isteriz. Uzun süredir editörümüz ve dostumuz olan Mary Ellen O Neill ile sevgili dostumuz ve edebiyat mümessilimiz Sandra Dikstra nın desteği ve katkısı olmadan bu kitap mümkün olamazdı. Ayrıca çocuklarımız Rachel ve Harry e, anne babalarımız Dr Max ve Gertrude Small a, Rose Vorgan ve Fred Weiss a da sevgi ve teşvikleri için teşekkür etmek istiyoruz. DR GARY SMALL GIGI VORGAN
14 Bu kitap yalnızca bilgi kaynağı olarak yazılmıştır. Kitapta yer alan bilgiler hiçbir şekilde okuyucunun tıbbi danışmanının öneri, karar ve yargılarının yerini alacak şekilde değerlendirilmemelidir. Basım tarihi itibarıyla kitabın içerdiği bilgilerin hatasızlığını garantilemek için her türlü çaba gösterilmiştir. Yazar ve yayımcı burada yer alan bilgilerin kullanımı veya uygulamasından doğabilecek her türlü olumsuz etkinin sorumluluğundan açıkça muaftır. Kitapta tartışılan kişilerden bazılarının isimleri ve belirleyici özellikleri bu kişilerin kimliğini koruma amacıyla değiştirilmiştir.
15 BİRİNCİ BÖLÜM SEKSİ BAKIŞ 1979 Kışı
16 16/411 BOSTON UN EN HAREKETLİ psikiyatri kliniğinin kısaca APES (maymunlar) adını verdiğimiz Akut Psikiyatri Servisi bekleme salonunda, kalabalığı güçlükle yararak ilerledim. Bu servis, önde gelen üniversite hastanelerinden Harvard Tıp Fakültesi nin acil servisine giden koridorun hemen aşağısındaydı. Psikiyatri bölümünün genç asistan doktorlarından oluşan grubumuzun servise APES adını vermesinin nedeni, servisin ormanı andıran atmosferiydi. Binbir sorunlu insan kendi isteğiyle ya da polisin ve acil servis çalışanlarının yardımıyla biteviye buraya gelirdi. Ben o sırada 27 yaşındaydım, tıp fakültesini ve bir yıllık dâhiliye stajımı bitirmiş, doğduğum yer Los Angeles tan ayrılarak Boston a gelmiştim. Gelmeden altı ay önce arabamı ve sahip olduğum her şeyi satmış, elimde üç koli, sırtımda çantamla soluğu Cambridge deki tek odalı, bomboş dairemde almıştım. Taşınma ve yeni bir eğitim programına başlama konusunda tedirgin ama psikiyatri kariyerime başlayacağım için de heyecanlıydım. Her ne kadar bir Phi Beta Kappa 1 olsam ve okulu onur derecesiyle bitirsem de Harvard a gideceğime inanmakta zorlanıyordum. Gerçi içten içe, beni alıyorsa ne kadar iyi bir okul olabilir ki, diye düşünmüyor da değildim. Tıklım tıkış bekleme salonunda bilekleri kanlı sargı beziyle sarılı ve iki acil servis elemanının eşlik ettiği bir kadına çarpmamayı son anda başararak ilerlemeye çalıştım, nihayet kahve odasına vardım. Burada birkaç psikiyatri çalışanı hasta bakmaya ara vermiş, dinleniyordu. Bu hararetli ortamın içine fırlatılmış olmak nedense aramızda ani bir bağ oluşturmuştu. Şartlarla başa çıkma mekanizmamızın başındaysa mizah
17 17/411 geliyordu. Birbirimizi hem şaşırtmak hem de zekâmızla etkilemek için durmadan şakalar yapıyor, korkunç birtakım hasta hikâyeleri anlatıyorduk. Psikiyatri ihtisasının ilk yılında, acil servis ve yatarak tedavi birimlerinde rotasyon yapmamız gerekiyordu. Tıbbi amaçlı bu eğitim tecrübelerine ek olarak, en az üç tane uzun süreli ayakta tedavi gören psikiyatri vakası almamız bekleniyordu. Böylece sonunda kitapların arasından sıyrılıp klinik tecrübe girdabının içine atlamıştım. Bir yandan da çok sayıda gerçek insanla ve onların son derece gerçek acılarıyla ilgileniyordum. Tüm bunlar bana boğucu, ürkütücü ve çoğu zaman da heyecan verici geliyordu. İşin yoğunluğu karşısında enerjiyle dolsam da genelde aşırı yorgun düşüyor, ancak iş bittiğinde rahat bir nefes alıyordum. Günlerden Cumartesi ydi, sabah istediğim kadar uyuyabilecektim ama yüzüme vuran güneş ışığı beni erkenden uyandırdı. Daireme henüz perde taktırmamıştım. Kız arkadaşım Susan uyuyordu. Isınmak için ona sokuldum. Zayıf gün ışığı odayı ısıtmada pek etkili değildi. Boston da Ocak hiç de gözde aylarımdan biri değildi. Susan yanımda olmasa o sırada çoktan elektrikli ısıtıcıma yanaşmış, Lastik Adam Michelin misali kocaman parkam ve yün beremle Jung ve Freud okuyor olurdum. Onun yerine battaniyeyi kafama çektim ve kendimi, Ocak ayında havanın otuz derece olmasını nedense herkesin hâlâ şaşkınlıkla karşıladığı Los Angeles ta hayal ettim. Oturduğum dairenin bina görevlisini kaloriferi yakması için defalarca aramanın işe yaramadığını bildiğim için yerimden kıpırdamadım. Ta ki Cambridge Hastanesi, Yoğun Bakım
18 18/411 Ünitesi nde hemşirelik yapan Susan uyanıp sabah vardiyası olduğunu, gitmesi gerektiğini söyleyene kadar Hafta sonları bazen ev hasreti çekiyordum. O gün de oturup çalışmaya başlamak yerine, dışarı çıkıp yakındaki kafeden kahve ve çörek almaya karar verdim. Hem orada Mike Pierce e rastlayabilirdim. Mike bir önceki yıl ihtisasını tamamladıktan sonra yarızamanlı özel işinde çalışmaya başlamıştı. Zamanının kalanında ise hastanede uzman doktor olarak çalışıyor, asistan doktorlara gözetmenlik yapıyordu. Mike benden sadece üç yıl öndeydi ama 10 yıl fazla deneyim ve bilgi sahibi gibiydi. Alaycı espri anlayışıyla bana Amerikalı komedyen George Carlin i anımsatırdı ve esprilerini bize bir şeyler öğretmek, ortamdan eksik olmayan gerilimle başetmemizi sağlamak için kullanırdı. Mike evliydi ve iki küçük çocuğu vardı. Uzman doktor olduğu halde onunla iyi dost olmuştuk. Kendisi Cumartesi sabahları genelde Back Bay deki muayenehanesinde hasta bakardı, bu yüzden de arada bir erken saatte buluşup kahve içer, hoş beş ederdik. Kafede Mike ı kuyruğa girmiş, Boston Globe un spor sayfasını okurken buldum ve hemen araya kaynadım. Cumartesi sabahı ikizleri bırakıp mı geldin? Eminim Janey pek memnun olmuştur. Mike güldü. Anneleriyle baş başa kalabilsinler diye yaptım. İş nasıl gidiyor? Harika. Tabelamı astığım günden beri Doğu Yakası nın bütün biçare psikopatlarını mıknatıs gibi çekiyorum. İki ay daha böyle giderse asıl beni Lindemann a yatıracaklar.
19 19/411 Lindemann derken, yakındaki psikiyatri hastanesini kastediyordu. Kahve ve çöreklerimizi aldık, cam kenarında küçük bir masaya geçtik. E, sen ne yapıyorsun bugün? dedi Mike. Okuyacak dünya kadar şeyim var. Lochton yazılı tüm psikoterapi metinlerini okuma işini bana verdi. Of, gözetmenin Loch Ness Canavarı mı yoksa? Mezarlıkta kendine yer ayırmışsındır umarım? Dr Herman Lochton bana atanan ilk psikoterapi gözetmeniydi. Kendisi Harvard psikiyatri camiasında iyi tanınırdı ve birkaç popüler kitabın da editörlüğünü yapmıştı. Dr Lochton ayrıca Boston Celtics takımının psikiyatristiydi ve tedavi ettiği insanlar arasında senatörler, Bahamalar dan özel uçakla gelen VIP ler vardı. Yetenekli bir teşhisçi ve terapist olarak isim yapmıştı. İnsanlara başarı öykülerini anlatmadığı zamanlarda özel muayenehanesinde hasta bakardı. Harvard klinik profesörlüğü ünvanını korumak için de haftada bir gün gönüllü olarak psikiyatri asistan doktorlarına gözetmenlik yapıyordu. Tamam dedim, biraz gaddar olabilir. Azıcık da narsistliği var. Mike kahkaha attı. Azıcık mı dedin? Adam, Celtics in 1976 şampiyonasında Suns ı yenmesinin şahsi sorumlusu olarak kendisini görüyor. Evet, biliyorum, biraz çatlak gerçekten. Ama bir sürü şey öğreniyorum ondan. Ben sadece dikkatli ol diyorum dedi Mike. Çok şey biliyor olabilir ama bence dünyanın en harika psikoterapi
20 20/411 gözetmeni değil. Kahvesinden bir yudum aldı ve E, başka ne var ne yok? dedi. Nasıl gidiyor senin durumlar? Bildiğin gibi işte Mike. Her şey garip. İlginç bazı vakalarım oldu. Ayrıca hastaları dinlemede ve onlarla konuşmada da iyiye gidiyorum. Ama hâlâ bir psikoterapi hastasıyla uzun süreli tedavide çalışmadım. Çalışırsam ne yapacağımı bilecek miyim, ondan da emin değilim. Nasıl yani? dedi. Aklım sürekli geriye, tıp fakültesine gidiyor dedim. Gerçek doktor olarak ilk tecrübelerimi düşünüyorum. Muayene sırasında ya da safra kesesi alırken kendimi hep rol yapıyormuş gibi hissediyordum, anlıyor musun? Kafamdaki doktor imajına uyan birinin rolünü yapıyordum sanki. Psikoterapinin de bende aynı hissi yaratmasından korkuyorum. Aramıza hoş geldin. Benim kendi muayenehanem var, hâlâ zaman zaman kendimi numara yapıyormuş gibi hissederim, ama tecrübe kazandıkça o his azalıyor. Mike kahvesini bitirdikten sonra saatine baktı. Benim kaçmam lazım. Sekiz buçukta çoklu-kişilik hastam geliyor. Karşımda kimi bulacağım belli olmaz. Ertesi Salı Lochton psikoterapi kliniği, grup gözetmenliğinde konuşma yapacaktı. Oraya giden ilk kişi bendim ve onu elindeki küçük aynaya bakarak saçını tararken buldum. Niye uğraşıyordu bilmiyorum, saçı jöleden öyle sertleşmişti ki kıpırdamıyordu bile. Kendimi tutamayıp Bu sabah çok şıksınız Dr Lochton dedim.
21 21/411 Hastaların karşısında ne kadar profesyonel görünsen azdır Gary. Onlara saygı duyduğunun göstergesidir bu. Ayağındaki siyah cilalı ayakkabıları fark edince, karda giydiğim eski püskü botlarımı gizlemek için pantolonumun paçalarını çekiştirdim. Neyse ki kravat takmıştım. Asistan doktorlar yavaş yavaş konferans odasındaki yerlerini aldılar. Lochton saatine baktı ve konuşmasına başladı. Bugün psikoterapi için mükemmel hasta kavramı üzerine konuşmak istiyorum. Biz bu hastaya kısaca YAVIS diyoruz. YAVIS young (genç), attractive (çekici), verbal (konuşkan), insightful (içgörülü, bilgili) ve wealthy (varlıklı) sözcüklerinin baş harflerinden meydana gelir. Tabii oradaki S Dolar işaretinin yerine geçer. Lochton eline tebeşir alarak tahtaya $ işareti çizdi. O ideal hastasını anlatmaya devam ederken, ben de onun hayal dünyasında yaşadığını düşünmeye başladım çünkü biz asistan doktorlar YAVIS i neredeyse hiç görmüyorduk. Kliniğimizi ziyaret eden sosyopat, uyuşturucu bağımlısı, toplum dışına düşmüş kişileri tedavi etmeye alışkındık biz. Zengin, akıllı insanlar sorunlarını deneyimli özel doktorlarla çözüyordu, psikiyatri ihtisasının birinci yılındaki doktorlarla, indirimli fiyatlar karşılığı değil. Lochton konuşmanın sonunda bize klinikte duvar dibine dizili dosya dolaplarına göz atmamız talimatını verdi. Dosyalarda kliniğe psikoterapik tedavi amacıyla başvuran hastaların kısa değerlendirmeleri vardı. Bizden gerçek terapiye başlayabilmemiz için eğitim amaçlı bir vaka seçmemizi istedi. Konuşma biter bitmez hep birlikte, neredeyse birbirimizi ezerek, dosya dolaplarına hücum ettik. Yaptığımızın ne kadar
22 22/411 saçma olduğunun da farkındaydık çünkü zaten her birimiz haftalardır makul bir vaka bulabilmek için o dosyaları karıştırmakla meşguldük. Tipik bir dosyanın içinde sadece hastanın genel bilgileri, yani yaşı, medeni durumu ve başvurma nedeni yazılı olduğu için, aslında dosyaları araştırmanın pek bir anlamı yoktu. Bir YAVIS e denk düşüp düşmediğimizi anlamamıza yetecek kadar bilgi nadiren dosyada yer alıyordu. Hatta söz konusu bir YAVIS se değerlendirmeyi yapan asistan doktor zaten hastayı kendisine ayırmış oluyordu. İyi psikoterapi hastası bulmanın asıl yolu, başkaları tarafından yönlendirilme veya ağızdan ağza yayılan bilgiydi; tıpkı harika bir daire bulmakta ya da tanımadığınız bir insanla mükemmel bir randevu yaşamakta olduğu gibi. Ancak ben, tüm bunlara rağmen o aşınmış dosyalar arasında gezinmeyi sürdürdüm ve birkaç hafta sonra ilk YAVIS imi bulduğumu düşündüm. Sherry Williams otuzlu yaşlarında bir ev kadınıydı ve banliyöde yaşıyordu. Üniversite bitirmişti, hiç tutuklanmamış veya psikiyatri koğuşuna yatırılmamıştı. Kliniğe kronik anksiyete şikâyetiyle başvurmuştu. Lochton un onaylayacağını biliyordum. Hastayı aradım ve ilk randevumuzu ayarladım. Birinci yıl psikiyatri asistanları klinikte o gün hangi oda boşsa onu kullanmak zorundaydılar. Bense manzarayı kısmen engelleyen dosya dolabına rağmen dışarıyı gören, küçük pencereli bir oda bulmayı başardım. Odada ikide bir dizimi çarptığım küçük bir masa, bir sandalye ve hastalar için de bir kanepe vardı. Dâhili hattı olan bir telefon ile bir kutu kâğıt
23 23/411 mendil de dâhil olmak üzere, psikoterapi için gerekli temel her şey vardı burada. Sherry Williams ilk görüşmemizde ofisime dar bir kot, spor ayakkabı ve örgülü saçlarla, genç kız görünümünde geldi. Kanepeye oturup bacak bacak üstüne attı, bana baktı ve beklemeye başladı. Besbelli sıra bendeydi. Ben de buzları eritmek için arabayla banliyöden kolay gelip gelmediğini sordum. Bu soru onu rahatlattı ve konuşmasını sağladı. Bilirsiniz şu Boston lu şoförleri, trafik kurallarını isteğe bağlı sanırlar. Ne diyeceğimi bilemeden, konuya giriş yaptım. Pekâlâ, bana kendinden bahset Sherry. Şey, üniversitede tanıştığım sevgilimle evliyim. Kocaman elmas yüzüğünü gösterdi, Kendisi hâlâ çok yakışıklıdır. Salonu basamaklı, inanılmaz güzel taraçası olan, yepyeni, muhteşem bir evimiz var. Sonra yine susup bir şeyler söylememi bekledi. Peki, dedim, kendi kendime, şimdi gerçek bir terapist ne sorar? O halde nedir seni kliniğe getiren? Sherry bir an için durup bana baktıktan sonra, Kendimi tedirgin hissetmekten bir türlü kurtulamıyorum doktor dedi. Doktor sözü üstüne kıkırdamamak için zor dayandım. Kendimi rol yapıyormuş gibi hissediyordum. Neyse ki Sherry söze devam etti. Kocam seyahate gittiğinde bu his daha da kötülüyor ki kocam da iş için çok fazla seyahat ediyor. Artık bölge müdürlüğüne terfi etti de Bense kendimi o koca evde yapayalnız hissediyorum. Çok sıkıcı bir
24 24/411 şey. Bazen sinirlerim öyle geriliyor ki ev işleriyle bile başedemiyorum. Çamaşırlar birikiyor, bütün işler kalıyor. Duruma bakılırsa kaygı Sherry de öyle etkindi ki onu evde felç ediyordu. Sezgilerim bana daha ilk seansta zihinsel felçten söz etmememi söyledi. Onun yerine destekleyici olmaya ve Sherry yi duyguları hakkında daha fazla konuşturmaya çalıştım. Bu kaygı senin için çok zor olmalı dedim, en anlayışlı sesimle. Öyle gerçekten Dr Small. Sahiden öyle. Sherry bacak bacak üstüne atmaktan vazgeçti ve kanepede baştançıkarıcı denebilecek bir pozisyonda oturmaya başladı. Her şey için endişeleniyorum Kocamın işi, ev taksitleri Ki bu çok saçma çünkü taksitimizin ne kadar olduğunu bilmiyorum bile. Bütün faturalarla Eddie ilgileniyor. Derin bir iç çekti ve küçük pencerenin önündeki dosya dolabına baktı. Ne düşünüyorsun? dedim. Kendimi neden mutlu hissedemediğimi anlamıyorum. Arkadaşlarımın hepsi mutlu görünüyor. En büyük ev benim evim, bütün kız arkadaşlarım Eddie yle evli olduğum için beni kıskanıyor ama ben hiç eğlenemiyorum. Neyim var? Depresyonda mıyım acaba? Bunu henüz bilmiyordum. Sadece bana tekrar Doktor demediği için memnundum. Lochton un tavsiyesini dinleyerek evet/hayır sorularından kaçındım ve hastayı konuşmaya zorlayacak açık uçlu sorular sormaya devam ettim. Sence neyin var? Bomboş hissediyorum kendimi İçimde koca bir boşluk var sanki Buramda. Kollarını göğsüne doladı ve
25 25/411 baştançıkarıcı olduğuna yemin edebileceğim bir hareketle omuzlarını okşadı. Sherry hikâyesine devam ederken içime onun bir şeyler sakladığı hissi doğdu. Bana çocuk sahibi olamadığını ve Eddie nin de kendisinin de bunu dert etmediğini söylemişti. İkisi de çocuklara pek meraklı değildi. Ama bunu söyleyiş tarzı ezber gibiydi. Duymak istediğim yanıtı biliyordu sanki. Bunun üzerine onun, acaba gerçekten kendisini daha iyi anlamaya çalışan kaygılı, sıkkın bir ev kadını mı, yoksa bir psikoterapi yazısı okuyup hikâyesini prova eden bir sosyopat mı olduğunu düşünmeye başladım. Bana evliliğinden bahseder misin? dedim. Kocam artık öyle çok çalışıyor ki seks yapamayacak kadar yorgun oluyor. Çok arıyorum, biliyor musunuz? Muzip bir tavırla gülümsedi. Benimle flört ediyormuş gibiydi. Ayartmayı seven hastaları yazılarda okumuştum ama öyle birini gerçekten karşımda görmek çok tuhaf ve rahatsızlık vericiydi. Sherry akıl karıştıran bir vakaydı ama ben yine de olup bitene dair bir fikir edinmiştim. Sherry dış görünüme ve maddiyata odaklanmış gibiydi; aileden gelen bir serveti olan, bakışları buğulu bir kocası, yeni ve büyük evi, onu kıskanan arkadaşları Belki de Sherry de narsistik kişilik bozukluğu vardı; bu rahatsızlığı olan hastalar altta yatan duygusal bir boşluğu ve güvensizliği doldurabilmek için yüzeysel zevklerin peşinde koşarlar. Tabii Sherry kocasının sıkça tekrarlanan seyahatleri yüzünden depresyonda da olabilirdi. Flörtçü davranışları belki de dramatik
26 26/411 ve duygusal davranışlarla dikkat çekme çabasında olan histriyonik kişiliği yansıtıyordu. Teşhis koymak ve tedavi stratejisini belirlemek için hasta hakkında daha fazla şey bilmem gerekiyordu. Kibarca sorular sormaya devam ettim ama Sherry ayrıntılardan uzak durarak, sık sık yalnız bir ev kadını olarak hissettiği kaygıya döndü. Bir ara, Biliyorsunuz, psikiyatristim olacaksanız eğer, hakkınızda daha çok şey bilmeliyim dedi, meydan okurcasına. Ne bilmek istiyorsun? dedim. Nerelisiniz, kaç yaşındasınız, kız arkadaşınız var mı diye hızla sıraladı. Hastaların çoğu psikoterapistlerini merak ederler ama Sherry nin soruları özel hayatı ihlal hissi uyandırmıştı bende. Tüm hastalar doktorlarının mesleki özelliklerini, ücretini ve tedavi politikasını bilme hakkına sahiptir ancak bu standart bilginin ötesine geçmek, hassas bir konu olabilir ve terapi sürecinde engel yaratabilir. Verilecek şahsi bilginin miktarı konusunda psikoterapistlerin hemfikir olduğu söylenemez. Freud terapistin hasta açısından nüfuz edilemez nitelikte olması gerektiğini düşünürdü. Bu Freudyen yaklaşım, hastayı fantezilerini terapiste yansıtmaya teşvik eder, terapist de hastanın içsel yaşamı için bir tür ayna işlevi görürdü. Oluşan yansıtmalar ya da aktarımlar üzerinden çalışma süreci, hastanın kendisini daha iyi anlamasına yardımcı olur, zihinsel semptomlarını azaltırdı. Bazı klinik tedavi uzmanları daha hümanist bir yaklaşımı onaylar ve nerede yaşadıkları, kaç çocukları olduğu gibi şahsi
27 27/411 ek bilgileri vermekten kaçınmazlar. Onlar bu paylaşımları hastayla terapötik ittifakı arttırmanın bir yolu olarak görürler ama bu, hastanın sorunlarına bağlıdır. Terapistin kendini açması hasta için manevi bir yük olabilir ve hasta terapiste ilgi gösterme, kızma veya onu kıskanma ihtiyacı duyabilir ki bu da iyileşme sürecine ket vurur. Sherry ye yaşımı ve nereli olduğumu söyleyebilirdim ama kız arkadaşla ilgili sorusunun çizgiyi aştığını düşünmüştüm. Sezgilerim bana sorulardan herhangi birini yanıtladığım takdirde onu daha fazla soru sormaya teşvik edeceğimi söyledi. O zaman da işin sonu gelmeyecekti. Bu yüzden konuyu değiştirmeye karar verdim. Biliyor musun Sherry, terapist hakkında bilgi edinmeyi istemek gayet doğaldır ama sana odaklanırsak benim daha çok faydam dokunur. İncinmiş gibiydi. İyi, öyle oynamak istiyorsanız, öyle olsun. Beden dili birden baştançıkarıcı genç kızdan, incinmiş küçük kıza dönüştü. Çocukluğun hakkında neler hatırlıyorsun Sherry? Bakın, 33 yaşındayım, Boston College dan mezunum, evliyim ve kendimi berbat hissediyorum, tamam mı? Anlatacak başka bir şey yok diye, sıkkın bir tavırla karşılık verdi. Ailenle iyi geçinir miydin? Annenle? dedim. Evet. Her şey gayet iyiydi. Anne babanın kocanı çok sevdiğini söyledin, değil mi? Bu onu gülümsetti. Herkes sever Eddie yi. Çok çekici bir insandır. Keşke daha çok görebilseydim onu. O zaman sürekli böyle gergin olmazdım.
28 28/411 Konuşmamızın ilerleyen dakikalarında rahatladı. Beni affetmişti sanki. Biraz daha evliliği ve kronik kaygısı hakkında konuştuk. Sonunda seansı haftada bir defa buluşmamızı önererek bitirdim. Bu sayede senin duygularını anlama ve her şeyi yoluna koyma fırsatını yakalamış oluruz. Nihayet biri beni anlamak istiyor. Teşekkürler Dr Small dedi gülümseyerek ve gitmek üzere ayağa kalktı. El sıkışmak için elimi tuttu ama öyle uzun süre bırakmadı ki sonunda elimi çekmek zorunda kaldım. Onun farkına varmamış gibi göründüğü, benim içinse rahatsızlık verici bir andı bu. Ertesi gün Lochton la gözetmenlik toplantım vardı. Lochton un ofisi hastaneden yokuş yukarı, kısa ve dik bir yolun sonundaki Beacon Hill binasının birinci katındaydı. Sırtımda çantayla oraya vardığımda nefes nefese kalmıştım. Klinikteki uzun mesailerim yüzünden dışarı çıkıp yürüyüş yapma motivasyonum yoktu; özellikle de kışın. Biraz soluklandıktan sonra iç hattan Lochton u aradım. Kendinizi tanıtın diye, çokbilmiş bir ses küçük kutuyu çınlattı. Ben Gary Small. Gözetmenlik toplantısı için Dr Lochton a geldim. Kapı açıldı, bekleme odasına girdim. Burası holden dönüştürülmüş bir bekleme salonuydu. Tam eski Beacon Hill stilini yansıtıyordu; lambri kaplamalı beyaz duvarlar, ahşap döşemeli zemin, Stickley mobilyaları ve eski New Yorker dergileri. Lochton beni, muhtemelen saçını jölelediği için, 10 dakika bekletti. Nihayet kapı açıldı. İçeri gir Gary dedi Lochton, radyo anonsçusu gibi kalın sesiyle. Ahşap panelli ofisin duvarları
29 29/411 çerçeveli diplomalar, ödüller ve dergi kapaklarıyla kaplıydı. Raflar tıp ve psikiyatri metinleriyle doluydu. Otur lütfen. Teşekkürler Dr Lochton dedim ve geçip oturdum. Lochton üstüne robdöşambr giymişti, elinde de sönük bir pipo vardı. Hugh Hefner ın kilolu, Freudyen bir versiyonu gibiydi. Herman de bana lütfen dedi. O anda aklıma Herman Hefner adı geldi ve bir kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. İstifimi bozmadan, Peki efendim demeyi başardım. E, söyle bakalım, nasıl gidiyor YAVIS in Gary? Sırt çantamdan tomar tomar notlarımı çıkarıp başladım. Kendisi 33 yaşında, üniversite mezunu, Belmont lu bir ev kadını. Ana şikâyeti kronik kaygı. Denedim ama eskiye ait fazla bilgi vermedi bana. Kocasına âşık olduğunu söylüyor fakat sürekli içinde bir boşluk hissettiğinden yakınıyor. Özellikle de kocası iş seyahatine gittiğinde Ki adam sık sık da gidiyor. Kocanın seyahat ettiğini söylediğimde Lochton un yüzü aydınlandı. Demek kadını yalnız bırakıyor, tekrar tekrar. Çocuk var mı? Kadın çocuk sahibi olamıyor, görünüşe bakılırsa ikisi de evlat edinmek istemiyorlar. İlginç dedi, derin düşüncelere dalmış halde piposunu yakarken. Sherry yi anlatmaya devam ederken Lochton un vakayla giderek daha çok ilgilendiğini fark ettim. Bu sırada piponun dumanı odayı doldurdu, öksürerek elimle dumanı dağıtmaya çalıştım. Lochton ise bunların farkına bile varmadı.
30 30/411 Bu durumda karşımızda eğitimli, konuşkan, uzun süreli ilişki kabiliyeti olan, genç bir kadın var. Ama kadın doğuramıyor ve muhtemelen kısırlığından öyle utanıyor ki hayatı bomboş, sıkıcı ve tatminsiz olduğu halde evlat edinmek istemiyor. Öne doğru eğildi. Psikoterapiyi öğrenmene yardımcı olmak bakımından mükemmel bir vaka. Kocanın sık seyahatleri merakımı uyandırdı benim. Adam uzaktayken kadının semptomları kötüleşiyor Evet, ama adam neden bu kadar çok seyahat ediyor? Kadın kaygısıyla başa çıkmak için özel hayatında ne yapıyor? Hayatının erken evrelerindeki bir travma yüzünden ayrılığa ve kaybetmeye karşı bir duyarlılığı olmalı. Çocukluğundan kaçınıyor olması da bu düşüncemi kanıtlıyor. Lochton un düşüncesini nasıl kanıtladığını anlayamamıştım ama erken yaştaki ayrılıklar ve kaybetmeler konusunda takıntılı olduğunu biliyordum. Onun neredeyse her hastanın sorununa getirdiği psikodinamik açıklama psikolojik kayıp tı. Erken çocukluk döneminde aileden birinin ölümü, travmatik bir boşanma ya da sevilen bir kediyi yitirme şeklinde olabilirdi bu kayıp. Onun teorisine göre bu tür çocukluk deneyimleri hastaları hayatlarının ilerleyen döneminde ayrılıklara ve kaybetmeye karşı fazlasıyla kırılgan hale getiriyordu. Lochton çocukluk kayıplarının, kaygıdan depresyona, saplantıdan takıntıya, çoğu psikiyatrik semptomu açıkladığına inanıyordu. Sonunda beni Sherry yi çocukluğu hakkında daha fazla konuşturmaya teşvik etti. Kadının geçmişini irdelemem ve onu haftada iki defa görmem gerektiğini söyledi. Seansların
31 31/411 sayısını arttırmak araştırmamızı yoğunlaştıracak, kadının daha çabuk açılmasını sağlayacaktı. Babasıyla ilişkisini öğren dedi. Sherry küçükken babası da çok seyahat eder miymiş? Belki de ailesini terk etti ve kadın tıpkı şimdiki gibi kendisini yalnız bırakılmış hissetti. Lochton a Sherry nin baştançıkarıcı davranışlarından söz ettiğimde ifadesi tamamen değişti. Ne şekilde flört ediyordu? dedi. Aslında flört etmekten çok, beden diliydi mesele; kanepede kıpırdanışı, bana bakışı, seans sonunda elimi uzun uzun tutuşu Rahatsızlık verici düzeydeydi. Lochton sessizce gözlerini bana dikti. En sonunda, Devam et dedi. Tepkisi tuhaftı. Benimle hastasıymışım gibi konuşuyordu. Kız arkadaşınız var mı, gibi özel bazı sorular sordu. Nasıl hissettin kendini o durumda? dedi. Garip hissettim. Sonuçta terapi seansındaydık, barda değil. Kişisel sorulara yanıt verdin mi? Hayır. Onun duygularını konuşmak üzere görüştüğümüzü söyledim, benim özel hayatımı değil dedim, savunmaya geçmiş gibi görünmemeye çalışarak. İyi etmişsin Gary. Peki ama kadının ayartıcı davranışlarını tetikleyecek bir şey yapmış olabilir misin? Kesinlikle hayır, Dr Lochton. Tamamen profesyonel davrandım. Huzursuz olmanın eşiğine gelmiştim. Lochton Sherry nin davranışlarını görmediği halde baştançıkaranın ben olduğumu ima ediyordu.
32 32/411 Sonra saatine baktı ve Zamanımız doldu dedi. İşte şimdi sahiden hastası gibi davranmıştı. Gitmek için ayağa kalktığım sırada, Biliyorsun Gary, bu kadın gibi bir hasta, terapistinde rahatsızlık uyandırabilir. Buna dikkat et ve kadının geçmişini araştırmaya devam et. Eminim nevrozun ardında yatan travmayı bulacaksın. Lochton un teorisi biraz zorlama gibi görünse de önerileri dinledim ve Sherry yi haftada iki defa görmeye başladım. Geçmişi araştırmaya çalıştım ama pek bir yere varamadım. Aynı zamanda baştançıkarıcı davranış olarak gördüğüm şey de giderek arttı. Sherry seanslara gelirken ağır makyaj yapmaya, kısa etek giymeye, yakasını açmaya başladı. Ayrıca kocasının şehir dışında olduğu zamanlarda giyiminin, diğer zamanlara kıyasla daha kışkırtıcı olduğunu da fark ettim. Bu konuda onunla yüzleşme fikrini Lochton ile tartıştım ama Lochton durumu görmezden gelmemi, kadının geçmişindeki travmaya odaklanmamı söyledi. Doğrusu rahatladım çünkü seksi giyim döngüsünü dile getirdiğim takdirde Sherry nin bunu olası baştançıkarıcı önerilerinin bir reddi olarak algılamasından ve terapiyi bırakmasından korkuyordum. Geçmişin sırlarına vakıf olma yolundaki sonuçsuz çabalarımla geçen bir ayın ardından Sherry bana öfkelendi ve sonunda, Bakın, normal bir çocukluğum oldu benim, tamam mı? dedi. İstismar falan yoktu. Annemle babam hiçbir yere gitmezdi. Okulda derslerim de iyiydi. Sorularınız rahatsız ediyor artık beni.
33 33/411 Belli ki bu konuda konuşmasını istiyorsam farklı bir yaklaşım denemem gerekiyordu. Anlaşıldı Sherry. Rahatsızlık vermek istemem sana. Teşekkürler Dr Small. Gary diyebilir miyim sana? Benim için sorun değil. Uzun bir sessizlikten sonra sordum: Seni rahatsız eden başka bir şey var mı? Gözlerini üstüme dikti. Aslında evet. Bir şey itiraf etmek istiyorum. Buyur dedim. Eddie sık seyahat etmeye başladığından beri ben geceleri bir bara gidiyorum dedi. İlk başlarda sadece bir arkadaşımla bir kadeh bir şey içmek için uğruyordum ama sonunda tek başıma gitmeye başladım. Durdu ve başını başka tarafa çevirdi. Çok fazla içtiğinden mi endişelisin? dedim. Hayır, konu o değil. Rahatlamak için bir iki kadeh şarap içiyorum sadece. Duraksadı, sonra devam etti. Bir gece bir adamla tanıştım. Birlikte bol bol güldük, eğlendik, bar kapanınca da onu evime götürdüm. Ne hissettin o durumda? dedim. Ertesi sabah uyandığımda gitmişti. Kendimi kirlenmiş, iğrenç hissettim. Çarşafı da çöpe attım dedi, başını öne eğerek. Bara tekrar gittin mi? İlk başta, hayır. Uzak durdum. Ama birkaç hafta sonra gittim. Az önce anlattıklarım itirafımın bir kısmıydı. O şeyi bir defadan fazla yaptım.
34 34/411 Yani kocan şehir dışındayken bir bara gidiyorsun ve ilişkiler yaşıyorsun, öyle mi? dedim, şaşkınlığımı sesime ve yüzüme yansıtmamaya çalışarak. İlişki denemez aslında, bir gecelik birliktelikler. Her defasında da ertesi gün kendimi kirlenmiş hissediyorum ve kendimden nefret ediyorum. Yani, ne de olsa Eddie yi hâlâ seviyorum. Kendinden nefret etmene neden oluyorsa ve sonradan kendini kirlenmiş hissediyorsan, sence neden bara gitmeye devam ediyorsun? dedim. Sherry bir an için duraksadıktan sonra, Kirlenme konusunu ilk başta pek düşünmüyorum aslında. Sadece kendimi sıkkın ve boşluğa düşmüş hissediyorum ve biriyle olmak istiyorum. Çok garip, seks yaparken bu erkekler beni gerçekten seviyormuş gibi geliyor bana ama orgazma ulaştığım anda her şey değişiyor. O yabancı heriflerin yok olup gitmesini istiyorum. İrkildi. Eddie bir bilse, ölür. Bu durum ne zamandır devam ediyor Sherry? Bilmem, bir yıldır sanırım. Ama seni görmeye başladığımdan beri her şey çok farklı, Gary. Sen beni gerçekten önemsediğini gösteren ilk erkeksin. Her zaman ne hissettiğimi bilmek istiyorsun, gözlerinde o bakışı görüyorum. Ne hissettiğimi sorarken samimi olduğunu biliyorum. Yine kışkırtıcı tavrıyla gülümsedi. Onu önemseyen ilk erkek olduğumu söylemesi tuhaftı. Ya kocasıyla babası? Her ne kadar Sherry nin bu sırrı açacak kadar bana güvenmesinin bir ilerleme olduğunu düşünsem de endişelenmiştim.
35 35/411 Davranışı tehlikeliydi ve evliliğini mahvetmekle kalmayıp onu fiziksel zarar görme durumuna getirebilirdi. Bu konuda öneri almaya ihtiyacım vardı Hem de hemen. Bence bunu ikimiz de daha iyi anlamalıyız Sherry. Acaba Cuma günü tekrar konuşana kadar bara gitmesen olur mu? Sherry nin gülümsemesi seksiliğin bir karikatürü gibiydi. Senin için Gary, her şeyi yaparım ben. O günün ilerleyen saatlerinde Lochton un ofisine gittim. Lochton Sherry ile seansımı öğrendiğinde cevher keşfetmiş gibi oldu. Piposunu tüttürerek odayı arşınlamaya, heyecanla konuşmaya başladı. Çocuklukta karşılanmayan duygusal ihtiyaçlarını telafi edebilmek için cinselliğini dışa vuruyor. Çocukken cinsel istrismar yaşamış olmalı. Bu yüzden sevilmediğini hissediyor ve sevgiyi bu yabancı erkeklerde arıyor. Locton a istismar olduğuna inanmadığımı söylemeye çalıştım ama bir kasırgayla konuşmaya çalışmak gibi bir şeydi bu. Odada dönüp duruyor, Sherry nin bu alçaltıcı cinsel eylemlerinin tekrarlanmasının, bir yetişkin tekrarlama zorlanımı olduğunu söylüyordu. Bana yönelik baştançıkarıcı davranışı artık mükemmelliğe ulaşmıştı. Klasik bir aktarım geliştiriyordu. Neyse ki Lochton en azından kadının baştançıkarıcı davranışı hakkında bana inanmıştı. Nihayet odayı arşınlamayı bıraktı ve nutuk moduna geçti. Aktarım, içgörü yönelimli psikoterapinin en önemli yönlerinden biridir, dedi. Bu, hastanın bir ebeveyne ya da otorite figürüne yönelik duygularını terapiste aktardığı anlamına geliyordu. Tarafsızlığını ve peşin hükümsüzlüğünü
36 36/411 koruyabilen -terapi sırasında kendi sorunlarını ve duygusal tepkilerini bastıran- terapistler, hastanın kendine göre bir terapist tepkisi yorumu getirmesine izin verirlerdi. Terapist için ilişkinin gerçeğini vurgulama vakti geldiğinde, hasta kendi çarpıtmalarının farkına varacak ve geçmişin çarpıtmalarını hayatındaki diğer ilişkilere nasıl aktardığını görecekti. Terapistin yardımıyla hasta bu döngünün üstesinden gelecek, çarpıtmalarını bir perspektife oturtacak ve hayatına devam edecekti. Aktarım konusundaki nutku anlamıştım, tıpkı duyduğum ilk üç seferde de anladığım gibi. Sherry nin çocukluk dönemindeki kaybetme duyguları hakkındaki açıklamalar ise akla yatkındı. Sherry hâlâ benden bir şeyler saklıyor olabilirdi. Cuma günkü seanstan önce Sherry nin kendine zarar verici bara gitme davranışına odaklanmaya ve onun buna son vermesine yardımcı olmaya karar vermiştim. Ancak Sherry hayat kadını kıyafetleriyle çıkagelince duraksadım. Dar mini eteğiyle güçlükle oturduktan sonra konuşmaya başladı. Çarşamba günü beni dinlediğin ve yaptığım şeye son vermeme yardımcı olduğun için sana teşekkür etmek istiyorum Gary. Delilikti o ve artık senin beni gerçekten önemsediğini biliyorum. Bırakmana memnun oldum. Nasıl hissediyorsun kendini? dedim. Bu sorunun cevabını biliyorsun. Bizim küçük sırrımız o. Aramızda gizli bir espiri varmış gibi göz kırptı. Ne demek istiyorsun? Hiçbir şey söylemedi, gülümsemekle yetindi.
37 37/411 Seninle artık sırları aştığımızı düşünüyordum Sherry. Psikoterapinin işe yaraması için bana aklında ne olduğunu anlatmaya çalışmalısın. Sonunda, Ama sen biliyorsun aklımda ne olduğunu dedi. Gözlerimin içine her baktığında biliyorsun. Çantasına uzandı. İşte geçen seansımız için küçük bir teşekkür. Umarım sen de benim kadar keyif almışsınıdır. Bana bir hediye uzattı ve bir şey söylememe fırsat kalmadan ofisten fırlayıp gitti. Hediye çok şık paketlenmişti. Ne yapacağımı bilemediğim için paketi açtım. İçinde bir Rolex vardı; hem de gerçeğinden. Koşarak koridora çıktım, asansöre baktım ama Sherry çoktan gitmişti. Psikoterapinin temel ilkelerinden biri insanların duygularını kelimelere dökmelerini sağlamaktır, eyleme değil. Sherry bu saatle çizgiyi aşmıştı. Terapide kesinlikle hediye kabul etmemek gibi genel bir kural vardır. Tavsiye almak için Lochton u aradım. O da bana saati geri vermemi ve hastanın hediye verme dürtüsünün altında neyin yattığını araştırmamı söyledi. Ayrıca kadının mini eteğini ve dekoltesini de dert etmememi söyledi. Bunlar sadece onun aktarımının ifadeleriydi. Benimle hiçbir ilgisi yoktu. Kadının peşine düştüğü kişi aslında babasıydı. Sherry bir sonraki seansta ofise kırmızı bir kokteyl elbisesi ve ona uygun ayakkabılarla geldi. Yeni evlenmiş, âşık bir insan gibi sevinçliydi. Yerine otururken Rolex in sehpada durduğunu görünce ciddileşti. Saati ona doğru ittirdim. Sherry, terapide bazı kurallar vardır. Hediye kabul edilmez ve
38 38/411 Öfkeyle sözümü kesti. Saatimi geri mi veriyorsun? Öyle olsun. Saati alıp çantasının içine fırlattı. Bu ne cüret? Beni baştan çıkaran sensin! Neden bahsediyorsun sen? Ah, lütfen ama! Gözlerimin ta içine baktın ve benimle seks yaptın. O seksi bakışın yok mu! Tecavüzünden, delici bakışlarından hamile bile kalmış olabilirim. Bana hastalar konuşurken, ilgi ve anlayışı belli etmek için göz teması kurmam ve hastanın konuşmasını bölmeden dinlemem öğretilmişti. Fakat şu an şaşkınlıktan dilimi yutmuştum. Sherry göz temasımı cinsel bir saldırı olarak deneyimlemişti. Nevrotik bir ev kadınından çok daha öteydi; delice konuşuyordu. İnsanın gözlerinin içine bakarak onunla seks yapmaktan söz etmesi bana onun nevrotik sıkıntılarını dile getiren kaygılı bir kadından çok, gerçeklikle ilişkisini yitirmiş psikotik biri olduğunu düşündürdü. Biraz yavaşlayalım Sherry dedim, kekeleyerek. Sherry ayağa kalktı, sehpaya doğru ilerledi. Gözlerimin içine bakmadan önce düşünecektin onu. Ne yapacağımı şaşırarak ben de ayağa kalktım. O sehpanın etrafını dolaşırken, benim kalbim gümbür gümbür atmaya başlamıştı. Kapıya doğru gerilemeye başladım. Yakalayacak mıydı beni? Sarılacak mıydı? Deli gibi davranıyordu. Seansın kontrolünü tamamen yitirmiştim. Otur yerine Sherry. Konuşalım bu konuyu. Seansı normale döndürme girişimim Sherry nin durumunu daha da kötüleştirdi.
39 39/411 Yüzü öfkeden kıpkırmızı kesildi. Ne cüretle hediyemi geri çevirirsin? Yüreğimden kopmuştu o. Seni incitmek istemedim Sherry. Sadece terapide bazı kurallar Terapi ha? diye haykırdı. Aniden öne atılarak yüzüme sert bir tokat yapıştırdı. Tam yeniden tokat atacağı sırada bileğini yakaladım ve Bu kadar yeter! Bu görüşme bitmiştir dedim. Hızla ofisten çıkarak koridorda yürümeye başladım. Klinik sekreteri neyse ki masasındaydı. Ondan Sherry yi kontrol etmesini ve klinikten çıkana kadar ona eşlik etmesini istedim. Saklanmak için başka bir odaya girdikten sonra Sherry nin öfkeli adımlarla koridorda yürüdüğünü duydum. Sarsılmıştım. Acaba bu acemi psikiyatristlerin hayatında bir geçiş töreni miydi, yoksa ben devasa bir taktik hatası mı yapmıştım? Pek çok tehdide rağmen o güne dek hiçbir hastadan dayak yememiştim. Bir önceki ay devlet hastanesine sevk ettiğim kronik şizofreni hastasının bana, Bunu sana ödeteceğim, Small. Asla unutmam ben deyişini hatırladım. Fakat nedense o, bu kadar tehditkâr görünmemişti gözüme. Sherry nin yaptığını önceden tahmin edememiştim. Kadının beni kendi ofisimden kovalamasına izin vermiştim. Şimdi onu tedaviye devam edebilecek miydim? Beni yine tokatlamaya kalkar mıydı? Birine danışmaya ihtiyacım vardı ama artık Lochton un yardımcı olabileceğini düşünmüyordum. Aslında kızgındım ona. Tavsiyesini dinlemek beni bu durumlara düşürmüştü. Mass General da zorlu hastalardan ve durumlardan anlayan pek çok yetenekli terapi gözetmeni vardı. Ertesi gün sınırda ve
40 40/411 psikotik hastalar konusunda uzmanlaşmış, tecrübeli bir analist ve psikodinamik terapist olan Joe Sandler dan randevu aldım. Birkaç seminerine katılmış, tarzını beğenmiştim. Dik kafalı İrlandalı bir barmen ile şefkatli Yahudi anne karışımı bir şeydi. Sandler suratıma tokadı yediğimden beri bana aşikâr görünen şeye katıldı. Sherry Lochton un da benim de sandığımdan çok daha hastaydı. İrdeliyici psikoterapinin yarattığı gerginlikle başedemeyen, sınırda psikotik dediğimiz bir hastaydı. Sınırda hastalar, psikolojik durumları normal kaygı ile psikoz arasındaki çizgiyi oluşturan hastalardır. Stres altındayken gerçekliği çarpıtma eğilimi gösterirler, sanrılar, halüsinasyonlar görürler. Sherry nin geçmişini didiklemem ve şahsi sorularına yanıt vermeyişim onu, gözlerinin içine bakarak onunla seks yapıyormuşum sanrısına itmişti. Oysa onun irdelenmeye değil, desteğe ve ilgiye ihtiyacı vardı. Sandler Sherry nin tıbbi geçmişini daha yakından incelememi önerdi. Eski hastane kayıtlarına baktığımda laboratuar testlerinin normal olduğunu ama hiç tomografisinin ya da elektroensefalogramının (EEG) çekilmediğini gördüm. Küçük bir ihtimal de olsa Sherry nin psikozuna ya da erotomanisine katkıda bulunan bir beyin tümörü veya nörolojik bir tür problem olabilirdi. Sherry nin yardıma ihtiyacı olduğunu biliyordum. Benimle terapiye devam etmemesi ihtimaline karşılık onu sevk edebileceğim isimleri araştırdım. Onunla çalışma konusundaki endişeme rağmen, aldığım yeni önerilerle cesaretlenmiştim ve yeniden denemek istiyordum.
41 41/411 Bir hafta sonra Sherry yi aradım. Onu geri dönmeye ve olanları konuşma teşvik ettim. İlk başta iğneleyiciydi ama dinlemeye de gönüllüydü. Ona gerçekten yardım etmek istediğimi ve bu noktada farklı bir yaklaşımın anlamlı olabileceğini söyledim. Ama kurallara uyması gerekiyordu, tokat atmak ya da hediye vermek yoktu. Geçmişini o kadar incelememiz gerekmeyeceğini, onu terapiye iten asıl duygularla, boşluk ve yalnızlık duygusuyla baş etmenin yollarını arayacağımızı anlattım. Ayrıca işi biraz ağırdan alabilir, haftada sadece bir defa buluşabilirdik. Sinirlerinin yatışmasına yardımcı olacak ilaç tedavisine başlayabilmek için de tıp doktorunun ek bazı testler yapmasını istedim. Sonunda onu gözlerinin içine bakmayacağım konusunda temin ettim ve amacımın rahatsızlık vermek olmadığını tekrarladım. Sanırım Sherry psikoterapisti olarak yeniden şoför koltuğuna geçtiğimi sezdi ve geri dönmeyi kabul etti. O haftalık terapilere döndü, ben de düşük dozlu antipsikotik ilaç tedavisine başladım. Bu tedavi onun erotize aktarım sanrısını hemen yatıştırdı ve Sherry gardrobunun tonunu da yumuşattı. Neden öyle yaptım, hiç bilmiyorum Dr Small dedi. Eddie çok seyahat ediyor diye çok strese girmiştim, siz de söylediklerime ilgi gösteriyor gibiydiniz. Kendini daha iyi hissetmene çok memnun oldum Sherry. O bara giderek ne kadar aptallık ettiğime inanamıyorum. Eve baltalı katil falan getirebilirdim. Sanırım ilaçlar kaygınla başetmede sana yardımcı olmaya başladı dedim.
42 42/411 Bu arada Sherry nin tıbbi değerlendirme sonuçları geldi. EEG sinde şakak lobu epilepsisine yani şakakların altındaki bir beyin tümörünün neden olduğu, kişilik değişimlerine ve hiperseksüaliteye yol açabilen rahatsızlığa dair herhangi bir bulgu yoktu. Sherry de hiperseksüalite belirtileri vardı ama yapılan tarama, belirtiler için nörolojik bir açıklama olasılığını ortadan kaldırıyordu. Mevcut semptomların ve Sherry nin Lochton tarafından önerilen içgörü yönelimli psikoterapiye verdiği olumsuz tepkinin en iyi açıklaması, nihayetinde sınırda kişilik bozukluğu tanısı oldu. Sherry destekleyici psikoterapi ve ilaçlı tedavi takibi için beni haftada bir görmeye devam etti. Genel olarak artık daha az kaygılıydı ve gerçekliğe daha hâkim gibiydi. Kocası uzun bir iş seyahatine gittiği zaman antipsikotik ilacın dozunu arttırıyordum, böylece Sherry eski bar ziyaretlerine dönüş yapmıyordu Tabii bildiğim kadarıyla. Aslında öyle iyi bir gelişme kaydetmişti ki biraz geçmişini irdelemeye bile başlamıştım. Anne babasının Sherry 12 yaşındayken ayrıldığını öğrendim. Lochton erken yaş travması konusunda kısmen haklıydı. Ne var ki Sherry bir sonraki seansa mini etek ve topuklu ayakkabıyla gelince hemen geçmişi irdelemeyi bıraktım ve ona hâlihazırdaki kaygı ve korkularıyla başetmede yardımcı olmaya odaklandım. Benimle bir yıl daha süren terapinin ardından Sherry banliyöde, kendisine daha yakın birine gitmeye başladı. Onun gidişini görmek beni bir yandan üzdü çünkü terapi nihayet artık iyi gidiyordu ve hayatı nispeten istikrara kavuşmuştu. Ama bir yandan da rahatlamıştım. O tokadı hiçbir zaman unutmadım ve atacağım küçücük bir
43 43/411 yanlış adımın onu gerçeklikten psikotik sanrıya sürükleyebileceğinden daima korktum. Şimdi anlıyorum ki Sherry ile çalışma konusunda beni en çok rahatsız eden şey, ilk teşhisimin doğruluktan o kadar uzak olması, gözetmenimin de duruma hâkim olamamasıydı. Haftalar boyu küçücük bir odada tanıdığımı sandığım biriyle oturmuştum ve o insan sonunda bambaşka biri çıkmıştı; davranışları kestirilemeyen, ciddi anlamda rahatsız ve potansiyel olarak tehlikeli bir kadın. Genel olarak bana yanlış geldiği halde, Lochton un öneri ve talimatlarını yerine getirmiştim. Seksi bakış olayı bana terapist olarak kendi sezgilerime güvenme konusunda çok şey öğretti. Loch Ness Canavarı sonunda kısmen haklı çıktı ama gözetmen olarak onu bıraktıktan sonra anladım ki kimse kusursuz değildi; ünlüleri ve politikacıları tedavi eden bilmiş profesörler bile Sherry nin suratıma attığı tokat canımı yakmıştı ama gözümdeki perdeyi de kaldırmıştı ve ben ilk defa kendimi gerçek bir psikiyatrist gibi hissetmeye başlamıştım. 1 ABD de akademik onur topluluğu. (Ç.N.)
44 İKİNCİ BÖLÜM KAFA ÜSTÜ DURAN ÇIPLAK KIZ 1979 Baharı
45 45/411 PSİKİYATRİ BÖLÜMÜ ASİSTAN DOKTORLARININ KAHVE ODASINDA çözdüğüm bulmacanın ortalarına gelmiştim. O günkü uzman doktor Mike Pierce tı ve şimdi dışarı çıkmak üzereydi. Bense 11 saattir görev başındaydım ve daha 13 saatim vardı. O sırada hoparlörden tanıdık bir anons duyduk: Psikiyatri altı no lu odaya. Güvenlik görevlileri yeni gelen birini özellikle taşkın gördüklerinde hastayı hemen 6 No lu odaya alırlardı. Delişmen hasta buraya kapatılarak gözetim altında tutulurdu. Altı numaralı oda. Sıra sende Small dedi Mike. Ah, en sevdiğim şey dedim. Altı numaralı odanın berbat bir şey olduğunu düşünüyor olabilirsin ama inan bana Gerçekten de öyle dedi Mike alaycı bir gülümsemeyle. Yok canım, çocuk oyuncağı benim için dedim, bir yandan evhama kapılarak. Merak etme, seni beklemeyiz dedi Mike, arkamdan. Acil odasına girdiğim sırada birkaç hemşire telaşla yanımdan geçti. Koridordaki sedyelerden birinde ağlayan bir çocuğun bandajını saran cerrahi asistanının yanından geçtim. Bir başka doktor bağırarak acil destek arabası istedi. Acil servis ise inleyen hastalardan, hemşirelerden ve asistan doktorlara emirler yağdıran görevli doktorlardan oluşan bir kakafoniydi. İşte size tipik bir Çarşamba akşamı. Kalbim küt küt atmaya başladı. Bu yeni hastayla tanışmaya hevesliydim ama bir yandan da korkuyordum. 6 No lu oda bazen ürkütücüydü, hemen her zaman zorluydu ve hiçbir zaman sıkıcı değildi. 6 No lu oda çağrısı her anlama gelebilirdi;
46 46/411 cebinde kebap şişi saklayan ajite bir şizofrenik katil, bir şişe Valium gizleyen intihara meyilli bir bipolar veya çekilme yaşayan ve üstünüze kusmak üzere olan bir eroin bağımlısı Tıp eğitimindeki talihsiz ama geleneksel bir geçiş töreni yüzünden en az deneyimli doktorlar -örneğin ben- en zorlu ve mücadelesi güç hastalarla boğuşmak zorundaydı. İmkânsız gibi görünen durumlarla başa çıkabilmek için ben genelde kitap bilgime başvurur, hastaları resmi ve klinik bir tarzda tedavi etmeye yönelirdim. Freud olsa hastalarıma yardım etmek isteme ama zarar vermek istememe yönündeki kaygımla başetmede entelektüalizmi bir savunma mekanizması olarak kullandığımı söylerdi. Ne de olsa her doktor gibi beni de muazzam bir bilgiyi basit bir tanıya ve tedavi planına dönüştürmek gibi göz korkutucu bir görev bekliyordu. O günlerde hangi savunma mekanizmasını kullanırsam kullanayım, arada bir insancıl tarafım ortaya çıkıveriyordu ve sanırım hastalarıma en çok faydası dokunan anlar da bu empati anlarıydı. Kariyerimin ilerleyen safhalarında daha çok deneyim ve özgüven kazandıkça hastalarımı dinleme ve anlama konusunda daha iyi bir noktaya geldim. 6 No lu odanın dışındaki hemşire bölümüne vardığımda öyle gergin ve telaşlıydım ki başhemşire Judy Nelson alnımı silmem için bana bir peçete uzattı. Judy 12 yıldır acil servis hemşireliği yapıyordu ve benim gibi yüzlerce çaylak asistan doktorun 6 No lu oda ile mücadele edişine tanıklık etmişti. 30 lu yaşlarında, boşanmış ve çok hoş bir kadındı. Genel hoşluğun ve alaycılığın mükemmel bir dengesine sahipti. Ondan ayrılan insan tam bir ahmaktı.
BİR PSİKİYATRİSTİN GİZLİ DEFTERİ
SHARE
HTML
DOWNLOAD
Save this PDF as:
0
Çağatay Arıca 2 yıl önce İzleme sayısı: 77
Transkript
1
2 BİR PSİKİYATRİSTİN GİZLİ DEFTERİ En sıradışı vakalar DR GARY SMALL - GIGI VORGAN
3 Çeviri Duygu Akın 3/411
4 The Other Side of the Couch / Bir Psikiyatristin Gizli Defteri Dr Gary Small - Gigi Vorgan 2010, Gary Small MD - Gigi Vorgan NTV Yayınları Direktörü Elif N. Kutlu Editör Onur Kaya Çeviri Duygu Akın Grafik Ayhan Şensoy Proje Koordinasyon Yakup Akyıldırım, Özgür Akhan, Şükrü Kolukısa Satış Yönetmeni Tüzün Bülbül ISBN: Baskı: Şubat 2013 Sertifika No:
5 5/411 Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A. Ş. Maslak Mahallesi Ahi Evran Cad. Doğuş Power Center No.4 Şişli-İSTANBUL Tel: (212) Faks: (212) Tüm hakları saklıdır. Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A. Ş. nin yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılamaz ve iletilemez. Bu kitabın yayın hakları Onk Ajansı aracılığıyla alınmıştır. BASKI Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. Halkalı Cad. No: 164 B-4 Blok Sefaköy K.Çekmece İstanbul Tel: (212) Faks: (212)
6 Bu kitap zihinsel hastalığı olan ve kendinde yardım alacak gücü bulanlara adanmıştır.
7 Ah şu modern psikanalistler yok mu! Dünyanın parasını alıyorlar insandan! Benim zamanımda beş Mark a Freud un kendisi tedavi ederdi sizi. On Mark a hem tedavi eder hem de pantolonunuzu ütülerdi. On beş Mark a Freud kendisini tedavi etmenize izin verirdi ki buna istediğiniz iki çeşit sebze de dâhil olurdu. WOODY ALLEN
8 ÖNSÖZ İNSAN NASIL ANSIZIN KONUŞMA KABİLİYETİNİ yitirecek kadar sinirlenir? Kel kalana dek saçını yolar? Ya da sırf bayılan birini gördü diye bayılır? Bu tür sorular daima merakımı uyandırmıştır. Bu yüzden de tıp fakültesinde uzmanlık dalı olarak psikiyatriyi seçmem kimseyi
9 9/411 şaşırtmadı ve ben de bu tercihimden hiçbir zaman pişmanlık duymadım. 30 yıllık psikiyatri mesleğim boyunca tuhaf davranışlarıyla akıllardan silinmeyecek, enteresan hastalar gördüm. Akıl bazen insanı uç noktalara götürebiliyor. Fakat bana, iyi bir psikiyatrın insanı o noktalardan geri döndürebileceği öğretildi. Bu kitapta en sıradışı hastalarımı ve içlerinden çoğunun deliliğin eşiğinden dönmesine nasıl yardımcı olduğumu anlatacağım. Bu tuhaf vakalarla ilgili duygu, düşünce ve tepkilerimi sizlerle paylaşıyorum çünkü psikiyatrist ve nörobilimci olmanın sadece mesleki değil, aynı zamanda kişisel bir yolculuk olduğunun anlaşılması gerektiğine inanıyorum. Vakalarda karşılaştığım zorlukları anlatırken, hastalarımın zihinsel sorunlarının ardında yatan sırların çözümünde bana katılmanızı ve bu vakaları çözmenin, deneyim kazanmanın, beni nasıl daha iyi bir doktora dönüştürdüğünü gözlemlemenizi istiyorum. Vakaları -eğitimimin ilk aşamalarından başlayıp sonraki 30 yılı içerecek şekilde- kronolojik sırayla aktardım. Aktarımlarım sırasında birkaç dinamiğin üstünde durdum, özellikle de bedenin zihnin dengesini bozması kadar, zihnin de bedeni hastalandırışı dinamiğine eğildim. Hastalarımla çalışırken, psikolojik sorunların hem fiziksel hem de zihinsel açıklamalarından yola çıkarak ve sorunları konuşma terapisiyle, ilaç tedavisiyle veya her iki yöntemle tedavi ederek, çeşitli yaklaşımlar kullandım (ki bu eklektik psikiyatrist stil diye tanımlanır). Son yıllarda kariyerimi hafıza kaybı ve Alzheimer hastalığını anlama ve önleme üstüne de odakladım.
10 10/411 Hastalarıma anılarını koruma konusunda yardımcı olurken, birçoğunun unutmak istediği anıları olduğu dikkatimi çekti. Bu anıların ardında ise çözümlenmemiş psikolojik sorunlar, çatışmalı ilişkiler, kimi zaman da kişinin gerçeklikten kaçmasına neden olan aşılamamış engeller yatıyordu. Dolayısıyla hafıza zorluğu çeken kişilerin zihinsel çatışmalarının üstesinden gelmelerine yardımcı olmak, onların sağlığı açısından, en az anılarını korumak kadar önemliydi. Hayatlarını zorlaştıran zihinsel sorunları olanlar da dâhil, ne çok insanın psikiyatriden hâlâ korktuğunu ve tedaviden kaçtığını görmek beni şaşırtıyor. Görünüşe bakılırsa insanları uzak tutan şey çoğu zaman deli doktoruna gitmekle damgalanmak ve bir sorunu olduğunu kabullenmek fikri olabiliyor. Kısmen medyanın da yarattığı, psikiyatri hakkında yersiz bir karamsarlık yüzünden, pek çok kişi gereksinim duyulan yardımı almaktan kaçıyor. Psikiyatristler bazen hastaları iyileştiren değil, onların zihnini ele geçiren, didik didik irdeleyen akıl dedektifleri olarak görülüyorlar. Ben bu kitapla bu tür yanlış algıları ortadan kaldırmayı ve zihinsel hastalık tedavisini gizeminden arındırmayı ümit ediyorum. ABD de her yıl tahmini dört yetişkinden biri -yaklaşık altmış milyon insan- zihinsel bir hastalık yaşıyor. Halkın yanlış algısına karşın, psikiyatrik müdahalelerle psikozun, depresyonun ve kaygının belirtilerinin azaltıldığı ve sıkça da yok edildiği ortaya konmuş durumda. Ancak pek çok insanın yardıma erişimi yok ve tedaviyle iyileşebilecek olanlar da genelde uzman aramaya girişmiyor.
11 11/411 Kitaptaki olayları kendi deneyimlediğim gibi, birinci tekil şahıs ağzından anlattım. Kitabın ortak yazarı ve eşim Gigi Vorgan anlatımı, okuyucuların olayları ve onların ardında yatan bilimi daha iyi kavramasını sağlayacak biçimde şekillendirmeme yardımcı olarak, kitabın yazımında önemli bir rol oynadı. Bu kitapta betimlenen insanlar ve durumlar, gerçek hastaları ve onların duygusal mücadelelerini temel alıyor. Ayrıntılarsa benim vaka tarihçelerimden ve canlı anılardan geliştirildi. Ancak meslektaşlarımın, hastaların ve ailelerinin gizliliğini korumak için, özel bilgilerin çoğu değiştirildi. Deneyimlerimin yaşandığı şekliyle okuyucuda gerçeklik hissi uyandırabilmesi için, vakalar olabildiğince doğru biçimde yeniden yaratıldı. İlgili kişilerin mahremiyetini korumak için bazı diyaloglar, mekânlar ve durumlar değiştirildi veya kurgulandı, bazı hastaların özellikleri de diğerlerine aktarıldı. Buna rağmen herhangi bir benzerlik varsa kasıtlı değildir. Bu kitabın sizleri hem eğlendireceğini hem de psikiyatriden korkanların korkularını yenmelerini ve ihtiyaç varsa yardım almalarını sağlayacağını umuyorum. DR GARY SMALL LOS ANGELES, CALIFORNIA
12 TEŞEKKÜR BU KİTABIN YAZIMINDA bize esin kaynağı olan hastalara ve akıl hocalarına, ayrıca enerjisi ve bilgisiyle katkılar sağlayan, Rachel Champeau, Dr Michela Gunn, Dr Jeff Gandin, Melinda Gandin, Diş Hekimi Robert Gandin, Dr Jonathan Hiatt, Ph.D. Shirley Impellizeri, Don Siegel ve Dr,
13 13/411 Ph.D, Lawrance Warick de dâhil, tüm dost ve meslektaşlarımıza teşekkür etmek isteriz. Uzun süredir editörümüz ve dostumuz olan Mary Ellen O Neill ile sevgili dostumuz ve edebiyat mümessilimiz Sandra Dikstra nın desteği ve katkısı olmadan bu kitap mümkün olamazdı. Ayrıca çocuklarımız Rachel ve Harry e, anne babalarımız Dr Max ve Gertrude Small a, Rose Vorgan ve Fred Weiss a da sevgi ve teşvikleri için teşekkür etmek istiyoruz. DR GARY SMALL GIGI VORGAN
14 Bu kitap yalnızca bilgi kaynağı olarak yazılmıştır. Kitapta yer alan bilgiler hiçbir şekilde okuyucunun tıbbi danışmanının öneri, karar ve yargılarının yerini alacak şekilde değerlendirilmemelidir. Basım tarihi itibarıyla kitabın içerdiği bilgilerin hatasızlığını garantilemek için her türlü çaba gösterilmiştir. Yazar ve yayımcı burada yer alan bilgilerin kullanımı veya uygulamasından doğabilecek her türlü olumsuz etkinin sorumluluğundan açıkça muaftır. Kitapta tartışılan kişilerden bazılarının isimleri ve belirleyici özellikleri bu kişilerin kimliğini koruma amacıyla değiştirilmiştir.
15 BİRİNCİ BÖLÜM SEKSİ BAKIŞ 1979 Kışı
16 16/411 BOSTON UN EN HAREKETLİ psikiyatri kliniğinin kısaca APES (maymunlar) adını verdiğimiz Akut Psikiyatri Servisi bekleme salonunda, kalabalığı güçlükle yararak ilerledim. Bu servis, önde gelen üniversite hastanelerinden Harvard Tıp Fakültesi nin acil servisine giden koridorun hemen aşağısındaydı. Psikiyatri bölümünün genç asistan doktorlarından oluşan grubumuzun servise APES adını vermesinin nedeni, servisin ormanı andıran atmosferiydi. Binbir sorunlu insan kendi isteğiyle ya da polisin ve acil servis çalışanlarının yardımıyla biteviye buraya gelirdi. Ben o sırada 27 yaşındaydım, tıp fakültesini ve bir yıllık dâhiliye stajımı bitirmiş, doğduğum yer Los Angeles tan ayrılarak Boston a gelmiştim. Gelmeden altı ay önce arabamı ve sahip olduğum her şeyi satmış, elimde üç koli, sırtımda çantamla soluğu Cambridge deki tek odalı, bomboş dairemde almıştım. Taşınma ve yeni bir eğitim programına başlama konusunda tedirgin ama psikiyatri kariyerime başlayacağım için de heyecanlıydım. Her ne kadar bir Phi Beta Kappa 1 olsam ve okulu onur derecesiyle bitirsem de Harvard a gideceğime inanmakta zorlanıyordum. Gerçi içten içe, beni alıyorsa ne kadar iyi bir okul olabilir ki, diye düşünmüyor da değildim. Tıklım tıkış bekleme salonunda bilekleri kanlı sargı beziyle sarılı ve iki acil servis elemanının eşlik ettiği bir kadına çarpmamayı son anda başararak ilerlemeye çalıştım, nihayet kahve odasına vardım. Burada birkaç psikiyatri çalışanı hasta bakmaya ara vermiş, dinleniyordu. Bu hararetli ortamın içine fırlatılmış olmak nedense aramızda ani bir bağ oluşturmuştu. Şartlarla başa çıkma mekanizmamızın başındaysa mizah
17 17/411 geliyordu. Birbirimizi hem şaşırtmak hem de zekâmızla etkilemek için durmadan şakalar yapıyor, korkunç birtakım hasta hikâyeleri anlatıyorduk. Psikiyatri ihtisasının ilk yılında, acil servis ve yatarak tedavi birimlerinde rotasyon yapmamız gerekiyordu. Tıbbi amaçlı bu eğitim tecrübelerine ek olarak, en az üç tane uzun süreli ayakta tedavi gören psikiyatri vakası almamız bekleniyordu. Böylece sonunda kitapların arasından sıyrılıp klinik tecrübe girdabının içine atlamıştım. Bir yandan da çok sayıda gerçek insanla ve onların son derece gerçek acılarıyla ilgileniyordum. Tüm bunlar bana boğucu, ürkütücü ve çoğu zaman da heyecan verici geliyordu. İşin yoğunluğu karşısında enerjiyle dolsam da genelde aşırı yorgun düşüyor, ancak iş bittiğinde rahat bir nefes alıyordum. Günlerden Cumartesi ydi, sabah istediğim kadar uyuyabilecektim ama yüzüme vuran güneş ışığı beni erkenden uyandırdı. Daireme henüz perde taktırmamıştım. Kız arkadaşım Susan uyuyordu. Isınmak için ona sokuldum. Zayıf gün ışığı odayı ısıtmada pek etkili değildi. Boston da Ocak hiç de gözde aylarımdan biri değildi. Susan yanımda olmasa o sırada çoktan elektrikli ısıtıcıma yanaşmış, Lastik Adam Michelin misali kocaman parkam ve yün beremle Jung ve Freud okuyor olurdum. Onun yerine battaniyeyi kafama çektim ve kendimi, Ocak ayında havanın otuz derece olmasını nedense herkesin hâlâ şaşkınlıkla karşıladığı Los Angeles ta hayal ettim. Oturduğum dairenin bina görevlisini kaloriferi yakması için defalarca aramanın işe yaramadığını bildiğim için yerimden kıpırdamadım. Ta ki Cambridge Hastanesi, Yoğun Bakım
18 18/411 Ünitesi nde hemşirelik yapan Susan uyanıp sabah vardiyası olduğunu, gitmesi gerektiğini söyleyene kadar Hafta sonları bazen ev hasreti çekiyordum. O gün de oturup çalışmaya başlamak yerine, dışarı çıkıp yakındaki kafeden kahve ve çörek almaya karar verdim. Hem orada Mike Pierce e rastlayabilirdim. Mike bir önceki yıl ihtisasını tamamladıktan sonra yarızamanlı özel işinde çalışmaya başlamıştı. Zamanının kalanında ise hastanede uzman doktor olarak çalışıyor, asistan doktorlara gözetmenlik yapıyordu. Mike benden sadece üç yıl öndeydi ama 10 yıl fazla deneyim ve bilgi sahibi gibiydi. Alaycı espri anlayışıyla bana Amerikalı komedyen George Carlin i anımsatırdı ve esprilerini bize bir şeyler öğretmek, ortamdan eksik olmayan gerilimle başetmemizi sağlamak için kullanırdı. Mike evliydi ve iki küçük çocuğu vardı. Uzman doktor olduğu halde onunla iyi dost olmuştuk. Kendisi Cumartesi sabahları genelde Back Bay deki muayenehanesinde hasta bakardı, bu yüzden de arada bir erken saatte buluşup kahve içer, hoş beş ederdik. Kafede Mike ı kuyruğa girmiş, Boston Globe un spor sayfasını okurken buldum ve hemen araya kaynadım. Cumartesi sabahı ikizleri bırakıp mı geldin? Eminim Janey pek memnun olmuştur. Mike güldü. Anneleriyle baş başa kalabilsinler diye yaptım. İş nasıl gidiyor? Harika. Tabelamı astığım günden beri Doğu Yakası nın bütün biçare psikopatlarını mıknatıs gibi çekiyorum. İki ay daha böyle giderse asıl beni Lindemann a yatıracaklar.
19 19/411 Lindemann derken, yakındaki psikiyatri hastanesini kastediyordu. Kahve ve çöreklerimizi aldık, cam kenarında küçük bir masaya geçtik. E, sen ne yapıyorsun bugün? dedi Mike. Okuyacak dünya kadar şeyim var. Lochton yazılı tüm psikoterapi metinlerini okuma işini bana verdi. Of, gözetmenin Loch Ness Canavarı mı yoksa? Mezarlıkta kendine yer ayırmışsındır umarım? Dr Herman Lochton bana atanan ilk psikoterapi gözetmeniydi. Kendisi Harvard psikiyatri camiasında iyi tanınırdı ve birkaç popüler kitabın da editörlüğünü yapmıştı. Dr Lochton ayrıca Boston Celtics takımının psikiyatristiydi ve tedavi ettiği insanlar arasında senatörler, Bahamalar dan özel uçakla gelen VIP ler vardı. Yetenekli bir teşhisçi ve terapist olarak isim yapmıştı. İnsanlara başarı öykülerini anlatmadığı zamanlarda özel muayenehanesinde hasta bakardı. Harvard klinik profesörlüğü ünvanını korumak için de haftada bir gün gönüllü olarak psikiyatri asistan doktorlarına gözetmenlik yapıyordu. Tamam dedim, biraz gaddar olabilir. Azıcık da narsistliği var. Mike kahkaha attı. Azıcık mı dedin? Adam, Celtics in 1976 şampiyonasında Suns ı yenmesinin şahsi sorumlusu olarak kendisini görüyor. Evet, biliyorum, biraz çatlak gerçekten. Ama bir sürü şey öğreniyorum ondan. Ben sadece dikkatli ol diyorum dedi Mike. Çok şey biliyor olabilir ama bence dünyanın en harika psikoterapi
20 20/411 gözetmeni değil. Kahvesinden bir yudum aldı ve E, başka ne var ne yok? dedi. Nasıl gidiyor senin durumlar? Bildiğin gibi işte Mike. Her şey garip. İlginç bazı vakalarım oldu. Ayrıca hastaları dinlemede ve onlarla konuşmada da iyiye gidiyorum. Ama hâlâ bir psikoterapi hastasıyla uzun süreli tedavide çalışmadım. Çalışırsam ne yapacağımı bilecek miyim, ondan da emin değilim. Nasıl yani? dedi. Aklım sürekli geriye, tıp fakültesine gidiyor dedim. Gerçek doktor olarak ilk tecrübelerimi düşünüyorum. Muayene sırasında ya da safra kesesi alırken kendimi hep rol yapıyormuş gibi hissediyordum, anlıyor musun? Kafamdaki doktor imajına uyan birinin rolünü yapıyordum sanki. Psikoterapinin de bende aynı hissi yaratmasından korkuyorum. Aramıza hoş geldin. Benim kendi muayenehanem var, hâlâ zaman zaman kendimi numara yapıyormuş gibi hissederim, ama tecrübe kazandıkça o his azalıyor. Mike kahvesini bitirdikten sonra saatine baktı. Benim kaçmam lazım. Sekiz buçukta çoklu-kişilik hastam geliyor. Karşımda kimi bulacağım belli olmaz. Ertesi Salı Lochton psikoterapi kliniği, grup gözetmenliğinde konuşma yapacaktı. Oraya giden ilk kişi bendim ve onu elindeki küçük aynaya bakarak saçını tararken buldum. Niye uğraşıyordu bilmiyorum, saçı jöleden öyle sertleşmişti ki kıpırdamıyordu bile. Kendimi tutamayıp Bu sabah çok şıksınız Dr Lochton dedim.
21 21/411 Hastaların karşısında ne kadar profesyonel görünsen azdır Gary. Onlara saygı duyduğunun göstergesidir bu. Ayağındaki siyah cilalı ayakkabıları fark edince, karda giydiğim eski püskü botlarımı gizlemek için pantolonumun paçalarını çekiştirdim. Neyse ki kravat takmıştım. Asistan doktorlar yavaş yavaş konferans odasındaki yerlerini aldılar. Lochton saatine baktı ve konuşmasına başladı. Bugün psikoterapi için mükemmel hasta kavramı üzerine konuşmak istiyorum. Biz bu hastaya kısaca YAVIS diyoruz. YAVIS young (genç), attractive (çekici), verbal (konuşkan), insightful (içgörülü, bilgili) ve wealthy (varlıklı) sözcüklerinin baş harflerinden meydana gelir. Tabii oradaki S Dolar işaretinin yerine geçer. Lochton eline tebeşir alarak tahtaya $ işareti çizdi. O ideal hastasını anlatmaya devam ederken, ben de onun hayal dünyasında yaşadığını düşünmeye başladım çünkü biz asistan doktorlar YAVIS i neredeyse hiç görmüyorduk. Kliniğimizi ziyaret eden sosyopat, uyuşturucu bağımlısı, toplum dışına düşmüş kişileri tedavi etmeye alışkındık biz. Zengin, akıllı insanlar sorunlarını deneyimli özel doktorlarla çözüyordu, psikiyatri ihtisasının birinci yılındaki doktorlarla, indirimli fiyatlar karşılığı değil. Lochton konuşmanın sonunda bize klinikte duvar dibine dizili dosya dolaplarına göz atmamız talimatını verdi. Dosyalarda kliniğe psikoterapik tedavi amacıyla başvuran hastaların kısa değerlendirmeleri vardı. Bizden gerçek terapiye başlayabilmemiz için eğitim amaçlı bir vaka seçmemizi istedi. Konuşma biter bitmez hep birlikte, neredeyse birbirimizi ezerek, dosya dolaplarına hücum ettik. Yaptığımızın ne kadar
22 22/411 saçma olduğunun da farkındaydık çünkü zaten her birimiz haftalardır makul bir vaka bulabilmek için o dosyaları karıştırmakla meşguldük. Tipik bir dosyanın içinde sadece hastanın genel bilgileri, yani yaşı, medeni durumu ve başvurma nedeni yazılı olduğu için, aslında dosyaları araştırmanın pek bir anlamı yoktu. Bir YAVIS e denk düşüp düşmediğimizi anlamamıza yetecek kadar bilgi nadiren dosyada yer alıyordu. Hatta söz konusu bir YAVIS se değerlendirmeyi yapan asistan doktor zaten hastayı kendisine ayırmış oluyordu. İyi psikoterapi hastası bulmanın asıl yolu, başkaları tarafından yönlendirilme veya ağızdan ağza yayılan bilgiydi; tıpkı harika bir daire bulmakta ya da tanımadığınız bir insanla mükemmel bir randevu yaşamakta olduğu gibi. Ancak ben, tüm bunlara rağmen o aşınmış dosyalar arasında gezinmeyi sürdürdüm ve birkaç hafta sonra ilk YAVIS imi bulduğumu düşündüm. Sherry Williams otuzlu yaşlarında bir ev kadınıydı ve banliyöde yaşıyordu. Üniversite bitirmişti, hiç tutuklanmamış veya psikiyatri koğuşuna yatırılmamıştı. Kliniğe kronik anksiyete şikâyetiyle başvurmuştu. Lochton un onaylayacağını biliyordum. Hastayı aradım ve ilk randevumuzu ayarladım. Birinci yıl psikiyatri asistanları klinikte o gün hangi oda boşsa onu kullanmak zorundaydılar. Bense manzarayı kısmen engelleyen dosya dolabına rağmen dışarıyı gören, küçük pencereli bir oda bulmayı başardım. Odada ikide bir dizimi çarptığım küçük bir masa, bir sandalye ve hastalar için de bir kanepe vardı. Dâhili hattı olan bir telefon ile bir kutu kâğıt
23 23/411 mendil de dâhil olmak üzere, psikoterapi için gerekli temel her şey vardı burada. Sherry Williams ilk görüşmemizde ofisime dar bir kot, spor ayakkabı ve örgülü saçlarla, genç kız görünümünde geldi. Kanepeye oturup bacak bacak üstüne attı, bana baktı ve beklemeye başladı. Besbelli sıra bendeydi. Ben de buzları eritmek için arabayla banliyöden kolay gelip gelmediğini sordum. Bu soru onu rahatlattı ve konuşmasını sağladı. Bilirsiniz şu Boston lu şoförleri, trafik kurallarını isteğe bağlı sanırlar. Ne diyeceğimi bilemeden, konuya giriş yaptım. Pekâlâ, bana kendinden bahset Sherry. Şey, üniversitede tanıştığım sevgilimle evliyim. Kocaman elmas yüzüğünü gösterdi, Kendisi hâlâ çok yakışıklıdır. Salonu basamaklı, inanılmaz güzel taraçası olan, yepyeni, muhteşem bir evimiz var. Sonra yine susup bir şeyler söylememi bekledi. Peki, dedim, kendi kendime, şimdi gerçek bir terapist ne sorar? O halde nedir seni kliniğe getiren? Sherry bir an için durup bana baktıktan sonra, Kendimi tedirgin hissetmekten bir türlü kurtulamıyorum doktor dedi. Doktor sözü üstüne kıkırdamamak için zor dayandım. Kendimi rol yapıyormuş gibi hissediyordum. Neyse ki Sherry söze devam etti. Kocam seyahate gittiğinde bu his daha da kötülüyor ki kocam da iş için çok fazla seyahat ediyor. Artık bölge müdürlüğüne terfi etti de Bense kendimi o koca evde yapayalnız hissediyorum. Çok sıkıcı bir
24 24/411 şey. Bazen sinirlerim öyle geriliyor ki ev işleriyle bile başedemiyorum. Çamaşırlar birikiyor, bütün işler kalıyor. Duruma bakılırsa kaygı Sherry de öyle etkindi ki onu evde felç ediyordu. Sezgilerim bana daha ilk seansta zihinsel felçten söz etmememi söyledi. Onun yerine destekleyici olmaya ve Sherry yi duyguları hakkında daha fazla konuşturmaya çalıştım. Bu kaygı senin için çok zor olmalı dedim, en anlayışlı sesimle. Öyle gerçekten Dr Small. Sahiden öyle. Sherry bacak bacak üstüne atmaktan vazgeçti ve kanepede baştançıkarıcı denebilecek bir pozisyonda oturmaya başladı. Her şey için endişeleniyorum Kocamın işi, ev taksitleri Ki bu çok saçma çünkü taksitimizin ne kadar olduğunu bilmiyorum bile. Bütün faturalarla Eddie ilgileniyor. Derin bir iç çekti ve küçük pencerenin önündeki dosya dolabına baktı. Ne düşünüyorsun? dedim. Kendimi neden mutlu hissedemediğimi anlamıyorum. Arkadaşlarımın hepsi mutlu görünüyor. En büyük ev benim evim, bütün kız arkadaşlarım Eddie yle evli olduğum için beni kıskanıyor ama ben hiç eğlenemiyorum. Neyim var? Depresyonda mıyım acaba? Bunu henüz bilmiyordum. Sadece bana tekrar Doktor demediği için memnundum. Lochton un tavsiyesini dinleyerek evet/hayır sorularından kaçındım ve hastayı konuşmaya zorlayacak açık uçlu sorular sormaya devam ettim. Sence neyin var? Bomboş hissediyorum kendimi İçimde koca bir boşluk var sanki Buramda. Kollarını göğsüne doladı ve
25 25/411 baştançıkarıcı olduğuna yemin edebileceğim bir hareketle omuzlarını okşadı. Sherry hikâyesine devam ederken içime onun bir şeyler sakladığı hissi doğdu. Bana çocuk sahibi olamadığını ve Eddie nin de kendisinin de bunu dert etmediğini söylemişti. İkisi de çocuklara pek meraklı değildi. Ama bunu söyleyiş tarzı ezber gibiydi. Duymak istediğim yanıtı biliyordu sanki. Bunun üzerine onun, acaba gerçekten kendisini daha iyi anlamaya çalışan kaygılı, sıkkın bir ev kadını mı, yoksa bir psikoterapi yazısı okuyup hikâyesini prova eden bir sosyopat mı olduğunu düşünmeye başladım. Bana evliliğinden bahseder misin? dedim. Kocam artık öyle çok çalışıyor ki seks yapamayacak kadar yorgun oluyor. Çok arıyorum, biliyor musunuz? Muzip bir tavırla gülümsedi. Benimle flört ediyormuş gibiydi. Ayartmayı seven hastaları yazılarda okumuştum ama öyle birini gerçekten karşımda görmek çok tuhaf ve rahatsızlık vericiydi. Sherry akıl karıştıran bir vakaydı ama ben yine de olup bitene dair bir fikir edinmiştim. Sherry dış görünüme ve maddiyata odaklanmış gibiydi; aileden gelen bir serveti olan, bakışları buğulu bir kocası, yeni ve büyük evi, onu kıskanan arkadaşları Belki de Sherry de narsistik kişilik bozukluğu vardı; bu rahatsızlığı olan hastalar altta yatan duygusal bir boşluğu ve güvensizliği doldurabilmek için yüzeysel zevklerin peşinde koşarlar. Tabii Sherry kocasının sıkça tekrarlanan seyahatleri yüzünden depresyonda da olabilirdi. Flörtçü davranışları belki de dramatik
26 26/411 ve duygusal davranışlarla dikkat çekme çabasında olan histriyonik kişiliği yansıtıyordu. Teşhis koymak ve tedavi stratejisini belirlemek için hasta hakkında daha fazla şey bilmem gerekiyordu. Kibarca sorular sormaya devam ettim ama Sherry ayrıntılardan uzak durarak, sık sık yalnız bir ev kadını olarak hissettiği kaygıya döndü. Bir ara, Biliyorsunuz, psikiyatristim olacaksanız eğer, hakkınızda daha çok şey bilmeliyim dedi, meydan okurcasına. Ne bilmek istiyorsun? dedim. Nerelisiniz, kaç yaşındasınız, kız arkadaşınız var mı diye hızla sıraladı. Hastaların çoğu psikoterapistlerini merak ederler ama Sherry nin soruları özel hayatı ihlal hissi uyandırmıştı bende. Tüm hastalar doktorlarının mesleki özelliklerini, ücretini ve tedavi politikasını bilme hakkına sahiptir ancak bu standart bilginin ötesine geçmek, hassas bir konu olabilir ve terapi sürecinde engel yaratabilir. Verilecek şahsi bilginin miktarı konusunda psikoterapistlerin hemfikir olduğu söylenemez. Freud terapistin hasta açısından nüfuz edilemez nitelikte olması gerektiğini düşünürdü. Bu Freudyen yaklaşım, hastayı fantezilerini terapiste yansıtmaya teşvik eder, terapist de hastanın içsel yaşamı için bir tür ayna işlevi görürdü. Oluşan yansıtmalar ya da aktarımlar üzerinden çalışma süreci, hastanın kendisini daha iyi anlamasına yardımcı olur, zihinsel semptomlarını azaltırdı. Bazı klinik tedavi uzmanları daha hümanist bir yaklaşımı onaylar ve nerede yaşadıkları, kaç çocukları olduğu gibi şahsi
27 27/411 ek bilgileri vermekten kaçınmazlar. Onlar bu paylaşımları hastayla terapötik ittifakı arttırmanın bir yolu olarak görürler ama bu, hastanın sorunlarına bağlıdır. Terapistin kendini açması hasta için manevi bir yük olabilir ve hasta terapiste ilgi gösterme, kızma veya onu kıskanma ihtiyacı duyabilir ki bu da iyileşme sürecine ket vurur. Sherry ye yaşımı ve nereli olduğumu söyleyebilirdim ama kız arkadaşla ilgili sorusunun çizgiyi aştığını düşünmüştüm. Sezgilerim bana sorulardan herhangi birini yanıtladığım takdirde onu daha fazla soru sormaya teşvik edeceğimi söyledi. O zaman da işin sonu gelmeyecekti. Bu yüzden konuyu değiştirmeye karar verdim. Biliyor musun Sherry, terapist hakkında bilgi edinmeyi istemek gayet doğaldır ama sana odaklanırsak benim daha çok faydam dokunur. İncinmiş gibiydi. İyi, öyle oynamak istiyorsanız, öyle olsun. Beden dili birden baştançıkarıcı genç kızdan, incinmiş küçük kıza dönüştü. Çocukluğun hakkında neler hatırlıyorsun Sherry? Bakın, 33 yaşındayım, Boston College dan mezunum, evliyim ve kendimi berbat hissediyorum, tamam mı? Anlatacak başka bir şey yok diye, sıkkın bir tavırla karşılık verdi. Ailenle iyi geçinir miydin? Annenle? dedim. Evet. Her şey gayet iyiydi. Anne babanın kocanı çok sevdiğini söyledin, değil mi? Bu onu gülümsetti. Herkes sever Eddie yi. Çok çekici bir insandır. Keşke daha çok görebilseydim onu. O zaman sürekli böyle gergin olmazdım.
28 28/411 Konuşmamızın ilerleyen dakikalarında rahatladı. Beni affetmişti sanki. Biraz daha evliliği ve kronik kaygısı hakkında konuştuk. Sonunda seansı haftada bir defa buluşmamızı önererek bitirdim. Bu sayede senin duygularını anlama ve her şeyi yoluna koyma fırsatını yakalamış oluruz. Nihayet biri beni anlamak istiyor. Teşekkürler Dr Small dedi gülümseyerek ve gitmek üzere ayağa kalktı. El sıkışmak için elimi tuttu ama öyle uzun süre bırakmadı ki sonunda elimi çekmek zorunda kaldım. Onun farkına varmamış gibi göründüğü, benim içinse rahatsızlık verici bir andı bu. Ertesi gün Lochton la gözetmenlik toplantım vardı. Lochton un ofisi hastaneden yokuş yukarı, kısa ve dik bir yolun sonundaki Beacon Hill binasının birinci katındaydı. Sırtımda çantayla oraya vardığımda nefes nefese kalmıştım. Klinikteki uzun mesailerim yüzünden dışarı çıkıp yürüyüş yapma motivasyonum yoktu; özellikle de kışın. Biraz soluklandıktan sonra iç hattan Lochton u aradım. Kendinizi tanıtın diye, çokbilmiş bir ses küçük kutuyu çınlattı. Ben Gary Small. Gözetmenlik toplantısı için Dr Lochton a geldim. Kapı açıldı, bekleme odasına girdim. Burası holden dönüştürülmüş bir bekleme salonuydu. Tam eski Beacon Hill stilini yansıtıyordu; lambri kaplamalı beyaz duvarlar, ahşap döşemeli zemin, Stickley mobilyaları ve eski New Yorker dergileri. Lochton beni, muhtemelen saçını jölelediği için, 10 dakika bekletti. Nihayet kapı açıldı. İçeri gir Gary dedi Lochton, radyo anonsçusu gibi kalın sesiyle. Ahşap panelli ofisin duvarları
29 29/411 çerçeveli diplomalar, ödüller ve dergi kapaklarıyla kaplıydı. Raflar tıp ve psikiyatri metinleriyle doluydu. Otur lütfen. Teşekkürler Dr Lochton dedim ve geçip oturdum. Lochton üstüne robdöşambr giymişti, elinde de sönük bir pipo vardı. Hugh Hefner ın kilolu, Freudyen bir versiyonu gibiydi. Herman de bana lütfen dedi. O anda aklıma Herman Hefner adı geldi ve bir kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. İstifimi bozmadan, Peki efendim demeyi başardım. E, söyle bakalım, nasıl gidiyor YAVIS in Gary? Sırt çantamdan tomar tomar notlarımı çıkarıp başladım. Kendisi 33 yaşında, üniversite mezunu, Belmont lu bir ev kadını. Ana şikâyeti kronik kaygı. Denedim ama eskiye ait fazla bilgi vermedi bana. Kocasına âşık olduğunu söylüyor fakat sürekli içinde bir boşluk hissettiğinden yakınıyor. Özellikle de kocası iş seyahatine gittiğinde Ki adam sık sık da gidiyor. Kocanın seyahat ettiğini söylediğimde Lochton un yüzü aydınlandı. Demek kadını yalnız bırakıyor, tekrar tekrar. Çocuk var mı? Kadın çocuk sahibi olamıyor, görünüşe bakılırsa ikisi de evlat edinmek istemiyorlar. İlginç dedi, derin düşüncelere dalmış halde piposunu yakarken. Sherry yi anlatmaya devam ederken Lochton un vakayla giderek daha çok ilgilendiğini fark ettim. Bu sırada piponun dumanı odayı doldurdu, öksürerek elimle dumanı dağıtmaya çalıştım. Lochton ise bunların farkına bile varmadı.
30 30/411 Bu durumda karşımızda eğitimli, konuşkan, uzun süreli ilişki kabiliyeti olan, genç bir kadın var. Ama kadın doğuramıyor ve muhtemelen kısırlığından öyle utanıyor ki hayatı bomboş, sıkıcı ve tatminsiz olduğu halde evlat edinmek istemiyor. Öne doğru eğildi. Psikoterapiyi öğrenmene yardımcı olmak bakımından mükemmel bir vaka. Kocanın sık seyahatleri merakımı uyandırdı benim. Adam uzaktayken kadının semptomları kötüleşiyor Evet, ama adam neden bu kadar çok seyahat ediyor? Kadın kaygısıyla başa çıkmak için özel hayatında ne yapıyor? Hayatının erken evrelerindeki bir travma yüzünden ayrılığa ve kaybetmeye karşı bir duyarlılığı olmalı. Çocukluğundan kaçınıyor olması da bu düşüncemi kanıtlıyor. Lochton un düşüncesini nasıl kanıtladığını anlayamamıştım ama erken yaştaki ayrılıklar ve kaybetmeler konusunda takıntılı olduğunu biliyordum. Onun neredeyse her hastanın sorununa getirdiği psikodinamik açıklama psikolojik kayıp tı. Erken çocukluk döneminde aileden birinin ölümü, travmatik bir boşanma ya da sevilen bir kediyi yitirme şeklinde olabilirdi bu kayıp. Onun teorisine göre bu tür çocukluk deneyimleri hastaları hayatlarının ilerleyen döneminde ayrılıklara ve kaybetmeye karşı fazlasıyla kırılgan hale getiriyordu. Lochton çocukluk kayıplarının, kaygıdan depresyona, saplantıdan takıntıya, çoğu psikiyatrik semptomu açıkladığına inanıyordu. Sonunda beni Sherry yi çocukluğu hakkında daha fazla konuşturmaya teşvik etti. Kadının geçmişini irdelemem ve onu haftada iki defa görmem gerektiğini söyledi. Seansların
31 31/411 sayısını arttırmak araştırmamızı yoğunlaştıracak, kadının daha çabuk açılmasını sağlayacaktı. Babasıyla ilişkisini öğren dedi. Sherry küçükken babası da çok seyahat eder miymiş? Belki de ailesini terk etti ve kadın tıpkı şimdiki gibi kendisini yalnız bırakılmış hissetti. Lochton a Sherry nin baştançıkarıcı davranışlarından söz ettiğimde ifadesi tamamen değişti. Ne şekilde flört ediyordu? dedi. Aslında flört etmekten çok, beden diliydi mesele; kanepede kıpırdanışı, bana bakışı, seans sonunda elimi uzun uzun tutuşu Rahatsızlık verici düzeydeydi. Lochton sessizce gözlerini bana dikti. En sonunda, Devam et dedi. Tepkisi tuhaftı. Benimle hastasıymışım gibi konuşuyordu. Kız arkadaşınız var mı, gibi özel bazı sorular sordu. Nasıl hissettin kendini o durumda? dedi. Garip hissettim. Sonuçta terapi seansındaydık, barda değil. Kişisel sorulara yanıt verdin mi? Hayır. Onun duygularını konuşmak üzere görüştüğümüzü söyledim, benim özel hayatımı değil dedim, savunmaya geçmiş gibi görünmemeye çalışarak. İyi etmişsin Gary. Peki ama kadının ayartıcı davranışlarını tetikleyecek bir şey yapmış olabilir misin? Kesinlikle hayır, Dr Lochton. Tamamen profesyonel davrandım. Huzursuz olmanın eşiğine gelmiştim. Lochton Sherry nin davranışlarını görmediği halde baştançıkaranın ben olduğumu ima ediyordu.
32 32/411 Sonra saatine baktı ve Zamanımız doldu dedi. İşte şimdi sahiden hastası gibi davranmıştı. Gitmek için ayağa kalktığım sırada, Biliyorsun Gary, bu kadın gibi bir hasta, terapistinde rahatsızlık uyandırabilir. Buna dikkat et ve kadının geçmişini araştırmaya devam et. Eminim nevrozun ardında yatan travmayı bulacaksın. Lochton un teorisi biraz zorlama gibi görünse de önerileri dinledim ve Sherry yi haftada iki defa görmeye başladım. Geçmişi araştırmaya çalıştım ama pek bir yere varamadım. Aynı zamanda baştançıkarıcı davranış olarak gördüğüm şey de giderek arttı. Sherry seanslara gelirken ağır makyaj yapmaya, kısa etek giymeye, yakasını açmaya başladı. Ayrıca kocasının şehir dışında olduğu zamanlarda giyiminin, diğer zamanlara kıyasla daha kışkırtıcı olduğunu da fark ettim. Bu konuda onunla yüzleşme fikrini Lochton ile tartıştım ama Lochton durumu görmezden gelmemi, kadının geçmişindeki travmaya odaklanmamı söyledi. Doğrusu rahatladım çünkü seksi giyim döngüsünü dile getirdiğim takdirde Sherry nin bunu olası baştançıkarıcı önerilerinin bir reddi olarak algılamasından ve terapiyi bırakmasından korkuyordum. Geçmişin sırlarına vakıf olma yolundaki sonuçsuz çabalarımla geçen bir ayın ardından Sherry bana öfkelendi ve sonunda, Bakın, normal bir çocukluğum oldu benim, tamam mı? dedi. İstismar falan yoktu. Annemle babam hiçbir yere gitmezdi. Okulda derslerim de iyiydi. Sorularınız rahatsız ediyor artık beni.
33 33/411 Belli ki bu konuda konuşmasını istiyorsam farklı bir yaklaşım denemem gerekiyordu. Anlaşıldı Sherry. Rahatsızlık vermek istemem sana. Teşekkürler Dr Small. Gary diyebilir miyim sana? Benim için sorun değil. Uzun bir sessizlikten sonra sordum: Seni rahatsız eden başka bir şey var mı? Gözlerini üstüme dikti. Aslında evet. Bir şey itiraf etmek istiyorum. Buyur dedim. Eddie sık seyahat etmeye başladığından beri ben geceleri bir bara gidiyorum dedi. İlk başlarda sadece bir arkadaşımla bir kadeh bir şey içmek için uğruyordum ama sonunda tek başıma gitmeye başladım. Durdu ve başını başka tarafa çevirdi. Çok fazla içtiğinden mi endişelisin? dedim. Hayır, konu o değil. Rahatlamak için bir iki kadeh şarap içiyorum sadece. Duraksadı, sonra devam etti. Bir gece bir adamla tanıştım. Birlikte bol bol güldük, eğlendik, bar kapanınca da onu evime götürdüm. Ne hissettin o durumda? dedim. Ertesi sabah uyandığımda gitmişti. Kendimi kirlenmiş, iğrenç hissettim. Çarşafı da çöpe attım dedi, başını öne eğerek. Bara tekrar gittin mi? İlk başta, hayır. Uzak durdum. Ama birkaç hafta sonra gittim. Az önce anlattıklarım itirafımın bir kısmıydı. O şeyi bir defadan fazla yaptım.
34 34/411 Yani kocan şehir dışındayken bir bara gidiyorsun ve ilişkiler yaşıyorsun, öyle mi? dedim, şaşkınlığımı sesime ve yüzüme yansıtmamaya çalışarak. İlişki denemez aslında, bir gecelik birliktelikler. Her defasında da ertesi gün kendimi kirlenmiş hissediyorum ve kendimden nefret ediyorum. Yani, ne de olsa Eddie yi hâlâ seviyorum. Kendinden nefret etmene neden oluyorsa ve sonradan kendini kirlenmiş hissediyorsan, sence neden bara gitmeye devam ediyorsun? dedim. Sherry bir an için duraksadıktan sonra, Kirlenme konusunu ilk başta pek düşünmüyorum aslında. Sadece kendimi sıkkın ve boşluğa düşmüş hissediyorum ve biriyle olmak istiyorum. Çok garip, seks yaparken bu erkekler beni gerçekten seviyormuş gibi geliyor bana ama orgazma ulaştığım anda her şey değişiyor. O yabancı heriflerin yok olup gitmesini istiyorum. İrkildi. Eddie bir bilse, ölür. Bu durum ne zamandır devam ediyor Sherry? Bilmem, bir yıldır sanırım. Ama seni görmeye başladığımdan beri her şey çok farklı, Gary. Sen beni gerçekten önemsediğini gösteren ilk erkeksin. Her zaman ne hissettiğimi bilmek istiyorsun, gözlerinde o bakışı görüyorum. Ne hissettiğimi sorarken samimi olduğunu biliyorum. Yine kışkırtıcı tavrıyla gülümsedi. Onu önemseyen ilk erkek olduğumu söylemesi tuhaftı. Ya kocasıyla babası? Her ne kadar Sherry nin bu sırrı açacak kadar bana güvenmesinin bir ilerleme olduğunu düşünsem de endişelenmiştim.
35 35/411 Davranışı tehlikeliydi ve evliliğini mahvetmekle kalmayıp onu fiziksel zarar görme durumuna getirebilirdi. Bu konuda öneri almaya ihtiyacım vardı Hem de hemen. Bence bunu ikimiz de daha iyi anlamalıyız Sherry. Acaba Cuma günü tekrar konuşana kadar bara gitmesen olur mu? Sherry nin gülümsemesi seksiliğin bir karikatürü gibiydi. Senin için Gary, her şeyi yaparım ben. O günün ilerleyen saatlerinde Lochton un ofisine gittim. Lochton Sherry ile seansımı öğrendiğinde cevher keşfetmiş gibi oldu. Piposunu tüttürerek odayı arşınlamaya, heyecanla konuşmaya başladı. Çocuklukta karşılanmayan duygusal ihtiyaçlarını telafi edebilmek için cinselliğini dışa vuruyor. Çocukken cinsel istrismar yaşamış olmalı. Bu yüzden sevilmediğini hissediyor ve sevgiyi bu yabancı erkeklerde arıyor. Locton a istismar olduğuna inanmadığımı söylemeye çalıştım ama bir kasırgayla konuşmaya çalışmak gibi bir şeydi bu. Odada dönüp duruyor, Sherry nin bu alçaltıcı cinsel eylemlerinin tekrarlanmasının, bir yetişkin tekrarlama zorlanımı olduğunu söylüyordu. Bana yönelik baştançıkarıcı davranışı artık mükemmelliğe ulaşmıştı. Klasik bir aktarım geliştiriyordu. Neyse ki Lochton en azından kadının baştançıkarıcı davranışı hakkında bana inanmıştı. Nihayet odayı arşınlamayı bıraktı ve nutuk moduna geçti. Aktarım, içgörü yönelimli psikoterapinin en önemli yönlerinden biridir, dedi. Bu, hastanın bir ebeveyne ya da otorite figürüne yönelik duygularını terapiste aktardığı anlamına geliyordu. Tarafsızlığını ve peşin hükümsüzlüğünü
36 36/411 koruyabilen -terapi sırasında kendi sorunlarını ve duygusal tepkilerini bastıran- terapistler, hastanın kendine göre bir terapist tepkisi yorumu getirmesine izin verirlerdi. Terapist için ilişkinin gerçeğini vurgulama vakti geldiğinde, hasta kendi çarpıtmalarının farkına varacak ve geçmişin çarpıtmalarını hayatındaki diğer ilişkilere nasıl aktardığını görecekti. Terapistin yardımıyla hasta bu döngünün üstesinden gelecek, çarpıtmalarını bir perspektife oturtacak ve hayatına devam edecekti. Aktarım konusundaki nutku anlamıştım, tıpkı duyduğum ilk üç seferde de anladığım gibi. Sherry nin çocukluk dönemindeki kaybetme duyguları hakkındaki açıklamalar ise akla yatkındı. Sherry hâlâ benden bir şeyler saklıyor olabilirdi. Cuma günkü seanstan önce Sherry nin kendine zarar verici bara gitme davranışına odaklanmaya ve onun buna son vermesine yardımcı olmaya karar vermiştim. Ancak Sherry hayat kadını kıyafetleriyle çıkagelince duraksadım. Dar mini eteğiyle güçlükle oturduktan sonra konuşmaya başladı. Çarşamba günü beni dinlediğin ve yaptığım şeye son vermeme yardımcı olduğun için sana teşekkür etmek istiyorum Gary. Delilikti o ve artık senin beni gerçekten önemsediğini biliyorum. Bırakmana memnun oldum. Nasıl hissediyorsun kendini? dedim. Bu sorunun cevabını biliyorsun. Bizim küçük sırrımız o. Aramızda gizli bir espiri varmış gibi göz kırptı. Ne demek istiyorsun? Hiçbir şey söylemedi, gülümsemekle yetindi.
37 37/411 Seninle artık sırları aştığımızı düşünüyordum Sherry. Psikoterapinin işe yaraması için bana aklında ne olduğunu anlatmaya çalışmalısın. Sonunda, Ama sen biliyorsun aklımda ne olduğunu dedi. Gözlerimin içine her baktığında biliyorsun. Çantasına uzandı. İşte geçen seansımız için küçük bir teşekkür. Umarım sen de benim kadar keyif almışsınıdır. Bana bir hediye uzattı ve bir şey söylememe fırsat kalmadan ofisten fırlayıp gitti. Hediye çok şık paketlenmişti. Ne yapacağımı bilemediğim için paketi açtım. İçinde bir Rolex vardı; hem de gerçeğinden. Koşarak koridora çıktım, asansöre baktım ama Sherry çoktan gitmişti. Psikoterapinin temel ilkelerinden biri insanların duygularını kelimelere dökmelerini sağlamaktır, eyleme değil. Sherry bu saatle çizgiyi aşmıştı. Terapide kesinlikle hediye kabul etmemek gibi genel bir kural vardır. Tavsiye almak için Lochton u aradım. O da bana saati geri vermemi ve hastanın hediye verme dürtüsünün altında neyin yattığını araştırmamı söyledi. Ayrıca kadının mini eteğini ve dekoltesini de dert etmememi söyledi. Bunlar sadece onun aktarımının ifadeleriydi. Benimle hiçbir ilgisi yoktu. Kadının peşine düştüğü kişi aslında babasıydı. Sherry bir sonraki seansta ofise kırmızı bir kokteyl elbisesi ve ona uygun ayakkabılarla geldi. Yeni evlenmiş, âşık bir insan gibi sevinçliydi. Yerine otururken Rolex in sehpada durduğunu görünce ciddileşti. Saati ona doğru ittirdim. Sherry, terapide bazı kurallar vardır. Hediye kabul edilmez ve
38 38/411 Öfkeyle sözümü kesti. Saatimi geri mi veriyorsun? Öyle olsun. Saati alıp çantasının içine fırlattı. Bu ne cüret? Beni baştan çıkaran sensin! Neden bahsediyorsun sen? Ah, lütfen ama! Gözlerimin ta içine baktın ve benimle seks yaptın. O seksi bakışın yok mu! Tecavüzünden, delici bakışlarından hamile bile kalmış olabilirim. Bana hastalar konuşurken, ilgi ve anlayışı belli etmek için göz teması kurmam ve hastanın konuşmasını bölmeden dinlemem öğretilmişti. Fakat şu an şaşkınlıktan dilimi yutmuştum. Sherry göz temasımı cinsel bir saldırı olarak deneyimlemişti. Nevrotik bir ev kadınından çok daha öteydi; delice konuşuyordu. İnsanın gözlerinin içine bakarak onunla seks yapmaktan söz etmesi bana onun nevrotik sıkıntılarını dile getiren kaygılı bir kadından çok, gerçeklikle ilişkisini yitirmiş psikotik biri olduğunu düşündürdü. Biraz yavaşlayalım Sherry dedim, kekeleyerek. Sherry ayağa kalktı, sehpaya doğru ilerledi. Gözlerimin içine bakmadan önce düşünecektin onu. Ne yapacağımı şaşırarak ben de ayağa kalktım. O sehpanın etrafını dolaşırken, benim kalbim gümbür gümbür atmaya başlamıştı. Kapıya doğru gerilemeye başladım. Yakalayacak mıydı beni? Sarılacak mıydı? Deli gibi davranıyordu. Seansın kontrolünü tamamen yitirmiştim. Otur yerine Sherry. Konuşalım bu konuyu. Seansı normale döndürme girişimim Sherry nin durumunu daha da kötüleştirdi.
39 39/411 Yüzü öfkeden kıpkırmızı kesildi. Ne cüretle hediyemi geri çevirirsin? Yüreğimden kopmuştu o. Seni incitmek istemedim Sherry. Sadece terapide bazı kurallar Terapi ha? diye haykırdı. Aniden öne atılarak yüzüme sert bir tokat yapıştırdı. Tam yeniden tokat atacağı sırada bileğini yakaladım ve Bu kadar yeter! Bu görüşme bitmiştir dedim. Hızla ofisten çıkarak koridorda yürümeye başladım. Klinik sekreteri neyse ki masasındaydı. Ondan Sherry yi kontrol etmesini ve klinikten çıkana kadar ona eşlik etmesini istedim. Saklanmak için başka bir odaya girdikten sonra Sherry nin öfkeli adımlarla koridorda yürüdüğünü duydum. Sarsılmıştım. Acaba bu acemi psikiyatristlerin hayatında bir geçiş töreni miydi, yoksa ben devasa bir taktik hatası mı yapmıştım? Pek çok tehdide rağmen o güne dek hiçbir hastadan dayak yememiştim. Bir önceki ay devlet hastanesine sevk ettiğim kronik şizofreni hastasının bana, Bunu sana ödeteceğim, Small. Asla unutmam ben deyişini hatırladım. Fakat nedense o, bu kadar tehditkâr görünmemişti gözüme. Sherry nin yaptığını önceden tahmin edememiştim. Kadının beni kendi ofisimden kovalamasına izin vermiştim. Şimdi onu tedaviye devam edebilecek miydim? Beni yine tokatlamaya kalkar mıydı? Birine danışmaya ihtiyacım vardı ama artık Lochton un yardımcı olabileceğini düşünmüyordum. Aslında kızgındım ona. Tavsiyesini dinlemek beni bu durumlara düşürmüştü. Mass General da zorlu hastalardan ve durumlardan anlayan pek çok yetenekli terapi gözetmeni vardı. Ertesi gün sınırda ve
40 40/411 psikotik hastalar konusunda uzmanlaşmış, tecrübeli bir analist ve psikodinamik terapist olan Joe Sandler dan randevu aldım. Birkaç seminerine katılmış, tarzını beğenmiştim. Dik kafalı İrlandalı bir barmen ile şefkatli Yahudi anne karışımı bir şeydi. Sandler suratıma tokadı yediğimden beri bana aşikâr görünen şeye katıldı. Sherry Lochton un da benim de sandığımdan çok daha hastaydı. İrdeliyici psikoterapinin yarattığı gerginlikle başedemeyen, sınırda psikotik dediğimiz bir hastaydı. Sınırda hastalar, psikolojik durumları normal kaygı ile psikoz arasındaki çizgiyi oluşturan hastalardır. Stres altındayken gerçekliği çarpıtma eğilimi gösterirler, sanrılar, halüsinasyonlar görürler. Sherry nin geçmişini didiklemem ve şahsi sorularına yanıt vermeyişim onu, gözlerinin içine bakarak onunla seks yapıyormuşum sanrısına itmişti. Oysa onun irdelenmeye değil, desteğe ve ilgiye ihtiyacı vardı. Sandler Sherry nin tıbbi geçmişini daha yakından incelememi önerdi. Eski hastane kayıtlarına baktığımda laboratuar testlerinin normal olduğunu ama hiç tomografisinin ya da elektroensefalogramının (EEG) çekilmediğini gördüm. Küçük bir ihtimal de olsa Sherry nin psikozuna ya da erotomanisine katkıda bulunan bir beyin tümörü veya nörolojik bir tür problem olabilirdi. Sherry nin yardıma ihtiyacı olduğunu biliyordum. Benimle terapiye devam etmemesi ihtimaline karşılık onu sevk edebileceğim isimleri araştırdım. Onunla çalışma konusundaki endişeme rağmen, aldığım yeni önerilerle cesaretlenmiştim ve yeniden denemek istiyordum.
41 41/411 Bir hafta sonra Sherry yi aradım. Onu geri dönmeye ve olanları konuşma teşvik ettim. İlk başta iğneleyiciydi ama dinlemeye de gönüllüydü. Ona gerçekten yardım etmek istediğimi ve bu noktada farklı bir yaklaşımın anlamlı olabileceğini söyledim. Ama kurallara uyması gerekiyordu, tokat atmak ya da hediye vermek yoktu. Geçmişini o kadar incelememiz gerekmeyeceğini, onu terapiye iten asıl duygularla, boşluk ve yalnızlık duygusuyla baş etmenin yollarını arayacağımızı anlattım. Ayrıca işi biraz ağırdan alabilir, haftada sadece bir defa buluşabilirdik. Sinirlerinin yatışmasına yardımcı olacak ilaç tedavisine başlayabilmek için de tıp doktorunun ek bazı testler yapmasını istedim. Sonunda onu gözlerinin içine bakmayacağım konusunda temin ettim ve amacımın rahatsızlık vermek olmadığını tekrarladım. Sanırım Sherry psikoterapisti olarak yeniden şoför koltuğuna geçtiğimi sezdi ve geri dönmeyi kabul etti. O haftalık terapilere döndü, ben de düşük dozlu antipsikotik ilaç tedavisine başladım. Bu tedavi onun erotize aktarım sanrısını hemen yatıştırdı ve Sherry gardrobunun tonunu da yumuşattı. Neden öyle yaptım, hiç bilmiyorum Dr Small dedi. Eddie çok seyahat ediyor diye çok strese girmiştim, siz de söylediklerime ilgi gösteriyor gibiydiniz. Kendini daha iyi hissetmene çok memnun oldum Sherry. O bara giderek ne kadar aptallık ettiğime inanamıyorum. Eve baltalı katil falan getirebilirdim. Sanırım ilaçlar kaygınla başetmede sana yardımcı olmaya başladı dedim.
42 42/411 Bu arada Sherry nin tıbbi değerlendirme sonuçları geldi. EEG sinde şakak lobu epilepsisine yani şakakların altındaki bir beyin tümörünün neden olduğu, kişilik değişimlerine ve hiperseksüaliteye yol açabilen rahatsızlığa dair herhangi bir bulgu yoktu. Sherry de hiperseksüalite belirtileri vardı ama yapılan tarama, belirtiler için nörolojik bir açıklama olasılığını ortadan kaldırıyordu. Mevcut semptomların ve Sherry nin Lochton tarafından önerilen içgörü yönelimli psikoterapiye verdiği olumsuz tepkinin en iyi açıklaması, nihayetinde sınırda kişilik bozukluğu tanısı oldu. Sherry destekleyici psikoterapi ve ilaçlı tedavi takibi için beni haftada bir görmeye devam etti. Genel olarak artık daha az kaygılıydı ve gerçekliğe daha hâkim gibiydi. Kocası uzun bir iş seyahatine gittiği zaman antipsikotik ilacın dozunu arttırıyordum, böylece Sherry eski bar ziyaretlerine dönüş yapmıyordu Tabii bildiğim kadarıyla. Aslında öyle iyi bir gelişme kaydetmişti ki biraz geçmişini irdelemeye bile başlamıştım. Anne babasının Sherry 12 yaşındayken ayrıldığını öğrendim. Lochton erken yaş travması konusunda kısmen haklıydı. Ne var ki Sherry bir sonraki seansa mini etek ve topuklu ayakkabıyla gelince hemen geçmişi irdelemeyi bıraktım ve ona hâlihazırdaki kaygı ve korkularıyla başetmede yardımcı olmaya odaklandım. Benimle bir yıl daha süren terapinin ardından Sherry banliyöde, kendisine daha yakın birine gitmeye başladı. Onun gidişini görmek beni bir yandan üzdü çünkü terapi nihayet artık iyi gidiyordu ve hayatı nispeten istikrara kavuşmuştu. Ama bir yandan da rahatlamıştım. O tokadı hiçbir zaman unutmadım ve atacağım küçücük bir
43 43/411 yanlış adımın onu gerçeklikten psikotik sanrıya sürükleyebileceğinden daima korktum. Şimdi anlıyorum ki Sherry ile çalışma konusunda beni en çok rahatsız eden şey, ilk teşhisimin doğruluktan o kadar uzak olması, gözetmenimin de duruma hâkim olamamasıydı. Haftalar boyu küçücük bir odada tanıdığımı sandığım biriyle oturmuştum ve o insan sonunda bambaşka biri çıkmıştı; davranışları kestirilemeyen, ciddi anlamda rahatsız ve potansiyel olarak tehlikeli bir kadın. Genel olarak bana yanlış geldiği halde, Lochton un öneri ve talimatlarını yerine getirmiştim. Seksi bakış olayı bana terapist olarak kendi sezgilerime güvenme konusunda çok şey öğretti. Loch Ness Canavarı sonunda kısmen haklı çıktı ama gözetmen olarak onu bıraktıktan sonra anladım ki kimse kusursuz değildi; ünlüleri ve politikacıları tedavi eden bilmiş profesörler bile Sherry nin suratıma attığı tokat canımı yakmıştı ama gözümdeki perdeyi de kaldırmıştı ve ben ilk defa kendimi gerçek bir psikiyatrist gibi hissetmeye başlamıştım. 1 ABD de akademik onur topluluğu. (Ç.N.)
44 İKİNCİ BÖLÜM KAFA ÜSTÜ DURAN ÇIPLAK KIZ 1979 Baharı
45 45/411 PSİKİYATRİ BÖLÜMÜ ASİSTAN DOKTORLARININ KAHVE ODASINDA çözdüğüm bulmacanın ortalarına gelmiştim. O günkü uzman doktor Mike Pierce tı ve şimdi dışarı çıkmak üzereydi. Bense 11 saattir görev başındaydım ve daha 13 saatim vardı. O sırada hoparlörden tanıdık bir anons duyduk: Psikiyatri altı no lu odaya. Güvenlik görevlileri yeni gelen birini özellikle taşkın gördüklerinde hastayı hemen 6 No lu odaya alırlardı. Delişmen hasta buraya kapatılarak gözetim altında tutulurdu. Altı numaralı oda. Sıra sende Small dedi Mike. Ah, en sevdiğim şey dedim. Altı numaralı odanın berbat bir şey olduğunu düşünüyor olabilirsin ama inan bana Gerçekten de öyle dedi Mike alaycı bir gülümsemeyle. Yok canım, çocuk oyuncağı benim için dedim, bir yandan evhama kapılarak. Merak etme, seni beklemeyiz dedi Mike, arkamdan. Acil odasına girdiğim sırada birkaç hemşire telaşla yanımdan geçti. Koridordaki sedyelerden birinde ağlayan bir çocuğun bandajını saran cerrahi asistanının yanından geçtim. Bir başka doktor bağırarak acil destek arabası istedi. Acil servis ise inleyen hastalardan, hemşirelerden ve asistan doktorlara emirler yağdıran görevli doktorlardan oluşan bir kakafoniydi. İşte size tipik bir Çarşamba akşamı. Kalbim küt küt atmaya başladı. Bu yeni hastayla tanışmaya hevesliydim ama bir yandan da korkuyordum. 6 No lu oda bazen ürkütücüydü, hemen her zaman zorluydu ve hiçbir zaman sıkıcı değildi. 6 No lu oda çağrısı her anlama gelebilirdi;
46 46/411 cebinde kebap şişi saklayan ajite bir şizofrenik katil, bir şişe Valium gizleyen intihara meyilli bir bipolar veya çekilme yaşayan ve üstünüze kusmak üzere olan bir eroin bağımlısı Tıp eğitimindeki talihsiz ama geleneksel bir geçiş töreni yüzünden en az deneyimli doktorlar -örneğin ben- en zorlu ve mücadelesi güç hastalarla boğuşmak zorundaydı. İmkânsız gibi görünen durumlarla başa çıkabilmek için ben genelde kitap bilgime başvurur, hastaları resmi ve klinik bir tarzda tedavi etmeye yönelirdim. Freud olsa hastalarıma yardım etmek isteme ama zarar vermek istememe yönündeki kaygımla başetmede entelektüalizmi bir savunma mekanizması olarak kullandığımı söylerdi. Ne de olsa her doktor gibi beni de muazzam bir bilgiyi basit bir tanıya ve tedavi planına dönüştürmek gibi göz korkutucu bir görev bekliyordu. O günlerde hangi savunma mekanizmasını kullanırsam kullanayım, arada bir insancıl tarafım ortaya çıkıveriyordu ve sanırım hastalarıma en çok faydası dokunan anlar da bu empati anlarıydı. Kariyerimin ilerleyen safhalarında daha çok deneyim ve özgüven kazandıkça hastalarımı dinleme ve anlama konusunda daha iyi bir noktaya geldim. 6 No lu odanın dışındaki hemşire bölümüne vardığımda öyle gergin ve telaşlıydım ki başhemşire Judy Nelson alnımı silmem için bana bir peçete uzattı. Judy 12 yıldır acil servis hemşireliği yapıyordu ve benim gibi yüzlerce çaylak asistan doktorun 6 No lu oda ile mücadele edişine tanıklık etmişti. 30 lu yaşlarında, boşanmış ve çok hoş bir kadındı. Genel hoşluğun ve alaycılığın mükemmel bir dengesine sahipti. Ondan ayrılan insan tam bir ahmaktı.
47 47/411 Judy hasta takip çizelgesini uzattı. Kadının kimliği belirsiz, 20 li yaşlarında. Polisler onu North End de kendi kendine anlamsızca konuşurken bulup getirmiş. Aklımda olsun da oralarda anlamsızca konuşmayayım bundan sonra. Judy nin kayıtsız tavrı beni rahatlattı, çizelgeye göz attım. Polisler hastayı perişan halde Boston un North End sokaklarını arşınlarken bulmuşlardı. Bulunduğu yer hastaneye yakın bir İtalyan mahallesiydi. Acil servis görevlileri kadının ambulans yolculuğu sırasında sürekli çığlıklar attığını ve giysilerini çekiştirdiğini not düşmüşlerdi. Kadın çığlıkların arasında çok terlediğini söylüyordu, oysa dışarıda sıcaklık dört derecelerdeydi. Acil görevlileri hastayı kısa bir muayeneden geçirmiş, ajite ve sıradışı davranışlarının dışında anormal bir şey görememişlerdi. Koridoru geçerek 6 No lu odaya geldim. Diğer acil muayene odalarından farklı olarak bu odanın kapısında, psikiyatri hastalarını içeri girmeden kontrol edebilmek için kaydırılarak açılan ahşap bir panel vardı. Paneli açtım ve 19-20 yaşlarında minyon bir kızın çırılçıplak kafa üstü durduğunu gördüm. Gördüğüm manzarayı idrak etmem bir dakika kadar sürdü. Güleyim mi, kaçayım mı bilemedim. Paneli kapamadan önce kızın aslında gayet iyi dengede durduğunu fark ettim. Arkamı dönüp gördüklerimi anlamaya çalışarak, koridordaki sedyelere ve hastalara bakmaya başladım. İyi misiniz Dr Small? dedi Judy. İyiyim. Sadece içeri girmeden önce çizelgedeki bir şeyi kontrol etmek istiyorum.
48 48/411 Ama iyi değildim. Çıplak amuda kalkmak ne demekti? Davranışın, benim anlayamadığım psikolojik bir önemi mi vardı? Kız bir şey anlatmaya mı çalışıyordu yoksa tamamen aklını mı kaçırmıştı? Judy her ihtimale karşı buraya birkaç güvenlik görevlisi çağırabilir misin? Hasta için de bir önlük getiriver lütfen. Tekrar küçük pencereyi açtım. Hasta hâlâ kafa üstü duruyor, yüzünde boş bir ifadeyle kapıya bakıyordu. Merhaba. Benim adım Dr Small. Bu gece görevli psikiyatrist benim. Tepki yok. Beni duyuyor musun? İçeri girip sana birkaç soru sormak istiyorum dedim. Yine tepki yok. Tamam, kabul, içeri girmeye korkuyordum. Judy de olanları izliyordu. Kimliği belirsiz hastanın bu tuhaf davranışları, her an her şeyin olabileceğini gösteriyordu. Örneğin, aniden saldırganlaşabilirdi. Bir an için gözümde öne doğru atılıp beni boğmaya çalıştığı canlandı. Ancak çıplaklığı da ona savunmasız bir hava veriyordu. Hastayla konuşmalıydım ama önce içeri girmem gerekiyordu. Birkaç derin nefes alıp sakinleştim ve bazen hastaya kontrolün karşısındaki görevlide olduğunu göstermenin, abartılı bir sahne yaşanmasını engellediğini hatırladım. Judy sonunda bir önlükle ve yanında iki güvenlik görevlisiyle geldi; Joe ve Carl. İkisi de asistan doktorlarla dalga geçmeye, bizi zorda bırakmaya bayılan Boston lu adamlardı. Hastalar kontrolden çıkarsa onların yanımızda olması bize kendimizi güvende hissettiriyordu.
49 49/411 Kapıdaki küçük pencereden içeri seslendim. Ben şimdi bir hemşire ve görevlilerimizle içeri geliyorum. Kafa üstü durmayı bırakmanı istiyorum senden. Kız hiç kıpırdamadı. Odanın bir köşesine attığı kirli, yırtık giysileri fark ettim. Sedyenin üstüne bir hastane önlüğü koyacağız. İstersen kendin giyersin, istersen hemşire yardım eder. Ne yapacağı kestirilemeyen psikotik hastalara seçenekler sunmanın kimi zaman onları halüsinasyonlarından ve sanrılarından kopardığını, genel olarak onları daha mantıklı olmaya yönlendirdiğini öğrenmiştim. Kimliği belirsiz hasta tepe üstü boş boş bakmayı sürdürürken, ekibimiz yavaş yavaş odaya girdi. İçeride sadece tekerlekli bir oturak ve metal bir sandalye vardı. Judy başı çekerek önlüğü sedyenin üstüne koydu. Carl ile Joe köşeleri tuttular. Ben de açık kapının önünde durdum. Her ne kadar o sırada amacım hastanın odadan fırlayıp gitmesini önlemektiyse de geri dönüp baktığımda bir yandan da bilinçaltında kendime bir kaçış imkânı sağladığımı fark ediyorum. Sayısal üstünlük taktiği işe yaramış gibiydi. Judy hastanın yanına gitti ve bir jimnastikçiye asistanlık eder gibi nazikçe hastanın doğrulmasına yardımcı oldu. Kızın giyinmesine yardım ederken de kısık sesle konuşarak, Böyle güzel sarı buklelerin olduğu için çok şanslısın dedi. Ardından isimsiz bayanı sedyeye götürdü ve Otur bakalım tatlım, rahat et dedi. Ben de sandalyeyi çekerek biraz hastayı gözlemledim. Saçı mat ve kirliydi, ayak bileğinde de bir kelebek dövmesi vardı.
50 50/411 Bana ismini söyler misin? Yanıt alamayınca devam ettim. Buraya nasıl geldiğini biliyor musun? Kız içerisinin ne kadar sıcak olduğuyla ilgili bir şeyler mırıldandı. Haklısın, sıcak burası dedim. Bir vantilatör getirtmemi ister misin? Boş bakış ve sessizlik. Aramamı istediğin biri var mı? Hasta bir an için seğirince sonunda gerçek bir şeyler söyleyecek sandım ama yine bir şey olmadı. Joe ile Carl besbelli boş çabalarımla bayağı eğleniyorlardı ama kahkahalarını bastırmayı başardılar. Judy ye bakmaya cesaret bile edemiyordum. Sinirlenmeye başlamıştım doğrusu. Hastaya yardımcı olmaya çalışıyordum ben, hastane görevlilerini eğlendirmeye değil. Kızı konuşturmaya yönelik bitmek bilmez karşılıksız girişimlerimin sonunda fiziksel muayeneye başladım ve nabzına bakmak için hastanın bileğini tutup kaldırdım. Eli nemliydi. Dizlerini ve ayak bileklerini kontrol ettiğimde derin tendon reflekslerinin normal olduğunu gördüm. Hasta kol ve bacak gücünü ölçmeme pek yardımcı olmadı ama sonuçta onda hafif yüksek bir kalp hızı ile düşük bir ateş dışında fiziksel bir sorun göremedim. O güne dek yüzlerce muayene yapmıştım ama hiçbiri bunun kadar garip değildi. Hastane görevlilerinin karşısında çalışmam yetmiyormuş gibi, hastamın aklı da başka yerdeydi. Kızı benimle yürütemediğim için yürüyüşünü gözden geçiremedim. Yapabilsem bu muayene çeşitli beyin
51 51/411 problemlerini ortaya çıkarabilirdi -yana açık adımlar hidrosefalus, ayak sürüme Parkinson belirtisi olabilirdi- ama hastanın nörolojik olarak kafa üstü durmada hiçbir sorunu olmadığını biliyordum. Onun gerçeklikten kopuk olduğunu anlamıştım ama tanı konusunda afallamış durumdaydım. İnsanlar pek çok nedenden dolayı gerçeklikle bağlantılarını yitirebilirler. Bazen şiddetli depresyon, stres ya da travma insanı uçlara itebilir ve kişi başkalarının delilik gibi gördüğü çarpıtılmış bir zihinsel duruma kaçış yapabilir. Ancak psikoz gibi zihinsel semptomların son kertede fiziksel bir nedeni vardır. Aslında pek çok tıbbi aciliyet kendini ilk etapta sadece zihinsel rahatsızlık belirtileriyle gösterir; hezeyan, akıl karışıklığı, depresyon, kaygı, psikoz veya panik atak. Psikolojik semptomların çeşitli fiziksel nedenlerini hatırlayabilmek için yaygın olanlardan kendime bir kısaltma oluşturmuştum; WHHIMP. Harflerin her biri hezeyanın tıbbi nedenlerinden birinin baş harfiydi: W kronik alkol kullanımından doğan beyin hasarı Wernicke ensefalopatisiydi. H ler hipersensitif (aşırı hassas) krizin (aşırı yüksek tansiyonun beyne kan akışında akut düşüşe neden olması) ve kan şekerindeki dengesizlikten doğan hipogliseminin baş harfleriydi. I ise inme, tümör ve kanama gibi intrakraniyal (kafa içi) lezyonlar olabileceğini hatırlatıyordu. M menenjitin baş harfiydi, bu da beyin ve beyni saran zarın enfeksiyonlarıyla ilgiliydi. P ise zehirleri temsil ediyordu ki bu da eğlence amaçlı uyuşturucu kullanması muhtemel bir genç için, elbette ki listenin başını çeken olasılıklardan biriydi.
52 52/411 İsimsiz hasta aniden öksürünce hepimiz sıçradık. Kız şimdi dosdoğru bana bakıyordu ama hâlâ konuşmuyordu. İşaret parmağımı tam önünde soldan sağa hareket ettirdim ama gözüyle takip etmedi. Gözlerinin hemen önünde parmağımı şaklattım, hiçbir tepki vermedi. Aniden el çırptığımda ürktü ve göz kırptı, böylece tepki almış oldum. Beyin tümörü veya iç kanama olasılığını ortadan kaldırmak için tomografi istedim. Kızın hafif ateşi enfeksiyona işaret ediyor olabilirdi ama menenjitin tipik belirtisi olan boyundaki sertlik yoktu. Hastanın sıcaktan şikâyeti ve çıplaklığı, aşırı aktif tiroit kaynaklı sıcak toleranssızlığının belirtisi olabilirdi. Kan testleriyle bunu da ihtimaller arasından eleyebilirdik. Toksikolojik tarama için idrar numunesine ihtiyacımız vardı ama bu kızın bir kaba idrarını yapması imkânsızdı. Kateter bağlamak gerekiyordu. Judy hastayı iki güvenlik görevlisi tarafından tutulmanın utancından kurtarmak için biz erkekleri odadan çıkardı ve kateter için iki kadın asistan doktordan yardım istedi. Ayrıca hastada anemi, tiroit bozukluğu ya da zihinsel durumu değiştirebilecek başka bir kimyasal dengesizlik olmadığını garantiye alacak laboratuar testleri için de kan aldı. Bense laboratuar sonuçlarını beklerken bir kez daha konuşmayı denemeye karar verdim. Görevlilerle birlikte yeniden 6 no lu odaya girdik. Joe ile Carl ın gayretlerimin yine suya düştüğünü görmek için can attığını hissedebiliyordum. Hastaya daha az resmi davranmaya çalıştım ve portakal suyu ikram ettim. Kız sonunda bana tepki verir gibi oldu. Bardağı almak için elini ağır ağır kaldırdı. Önce küçük bir yudum aldı sonra bardağı kafaya dikti.
53 53/411 Çok susamışsın galiba dedim. Görevliler yine karşılıksız sorular duymayı bekleyerek bıyık altından güldüler ama hastanın tavrı değişiyor gibiydi. Boş bakışlarının yerini şimdi araştıran bakışlar almıştı. Önce odaya göz gezdirdi, vücudu gerginleşti, kaşları çatıldı. Bir yerlere doğru gidiyormuşuz gibi hissettiğim için gayrı resmi tonla konuşmamı sürdürdüm. Belki artık konuşabiliriz, ne dersin? İsimsiz bayan aniden yerinden fırladı ve üstündeki giysi eksikliğinin farkına vardı. Önlüğü sıkıca vücuduna dolayarak, Neredeyim ben? Sen kimsin? Neler oluyor? dedi. Ekibi etkilediğimi hissedebiliyordum. O anda basiretli, yılmaz, zamanlaması mükemmel mülakat becerimle bu inatçı çıplak kadın vakasını çözdüğüm için gururlanmalıydım. Psikiyatrist olarak oynadığım rol sırasında söylemiş olduğum bir şeyin, bu sanrılı, sessiz kadını normal bir insan gibi konuşturmuş olmasından gurur duymalıydım. Elbette okula gitmiş, kitaplar okumuş, sınavlardan başarıyla geçmiştim ama şimdi gerçek dünyada doktoru oynuyordum ve bir hastayı gerçekten düzeltmiştim. Ne yazık ki söylediklerimden hangisinin işe yaradığını bilmiyordum. Hasta bardağı uzatıp, Daha dedi. O anda kızı konuşturan şeyin söylediğim değil, yaptığım bir şey; daha açık söylemek gerekirse portakal suyu olduğunu anladım. Verdiğim bir bardak portakal suyu kızın tuhaf davranışına neden olan şeyin anahtarıydı. Kan şekeri düşen hasta, akut hipoglisemi yaşıyordu.
54 54/411 Hastanın hastane gömleğinin küçüklüğünden rahatsız olduğunu fark edince Judy den doktor önlüğü getirmesini istedim. Judy kızın giyinmesine yardım ederken güvenlik görevlileriyle odadan çıktım. Elimde bir bardak daha portakal suyuyla geri döndüm ve hasta onu içerken ben de sedyenin yanındaki sandalyeye oturdum. Hastamız şimdi daha sakindi. Ona bir kez daha adımın Dr Small olduğunu söyledim ve kendisiyle ilgili sorular sordum. İsmi Katie Genaro ydu. 19 yaşındaydı ve ailesinin North End de işlettiği pastanenin üzerindeki evlerinde yaşıyordu. Bir yandan yarı zamanlı garsonluk yapıyor, bir yandan da oyunculuk dersleri alarak, rol verildiğinde sahneye çıkıyordu. Sanrının nedenini daha iyi anlamak için sohbeti uzattım. Katie, tıbbi bir hastalığın var mı? dedim. Neden sordunuz? Çünkü bu akşam hastaneye getirildiğinde hezeyan içindeydin. Sokaklarda anlamsızca konuşarak dolanıyordun ve az önce portakal suyunu içtiğinde kendine gelebildin. Tüh. Şu aptal diyabetim yüzünden yine. Muhtemelen insülin iğnemi yapmadan önce yeterli kahvaltı etmedim. Daha önce de oldu mu bu yani? Bir iki defa. İnsülinimi her zaman doğru alamıyorum, o yüzden ara sıra başım dönüyor, terliyorum dedi. Ne zamandır var diyabetin? Bir yıl kadar önce öğrendim. Diyabetiklerin vücudu yeterince insülin üretemez. İnsülin kandan şekeri alarak enerji için hücrelere gönderen doğal bir vücut hormonudur. İnsan bir yemekten sonra yeterli miktarda
55 55/411 şeker veya karbonhidrat sindirmeden kendisine gereğinden fazla insülin enjekte ederse kanındaki glikoz düzeyi aniden düşüşe geçebilir. Şeker beynin ana enerji kaynağı olduğundan, beyin şeker seviyesinin düşmesi Katie yi amnezi odaklı bir sanrıya sürüklemişti. Portakal suyu ise durumu anında düzeltmiş, onu yeniden normal hale getirmişti. Büyük bir psikiyatrik başarı değildi benimkisi ama hastaya doğru tedavi uygulamıştım; o sırada bunu bilmesem bile Öğrendiğimde çok şaşırdım çünkü ben oldum olası sağlık delisiyimdir. Sağlık delisi olmak iyi bir şey ama kan şekeri seviyeni yakından takip etmezsen diyabetik semptomlarını kontrol altına almana hiçbir yararı olmaz. Ateşle oynuyorsun Katie, dikkat etmezsen ölebilirsin. Annem gibi konuştunuz. O da beni sürekli oyunculuk için ince kalabilmek adına insülinimle oynamakla suçluyor. Saçmalık. Kızın çok ince olduğunu fark edince annenin söylediği şeyin gerçekten saçmalık olup olmadığını merak ettim. Ebeveynin gibi konuşmak istemem doğrusu. Sadece diyabet konusundaki doğruları bildiğinden emin olmak istedim. Bu hastalık senin yaşında başladığında genelde kalıtsal olarak aktarılmış oluyor dedim. Halamın 40 lı yaşlarında diyabeti çıktı ama o aşırı kiloluydu ve babamın pastanesinde çalışıyordu. Judy Katie ye getirdiği sandviçle içeri girdi ve bana da laboratuar sonuçlarını uzattı. Tahmin ettiğim gibi Katie nin kandaki glikoz seviyesi kırk beşti; normalin hayli altında.
56 56/411 Katie seni Judy le tanıştırayım. Geldiğinde seninle o ilgilendi. Judy hastamız Katie Genaro. Ailesiyle birlikte North End de yaşıyor. Genaro s u bilir misin? Onların aile pastanesi. İnanmıyorum dedi Judy, kendinden geçercesine. Babanın biskottileri benim sonum olacak, biliyor musun? Giysiler ve her şey için çok teşekkür ederim. Deli gibi davrandıysam özür dilerim. Hiç önemli değil hayatım. Doğru yere geldin. Bir ihtiyacın olursa ben hemen dışarıdayım. Judy nin Genaro s ile ilgili imayı anlayıp Katie nin ailesiyle temasa geçeceğini umuyordum. Aile muhtemelen kızlarını merak etmişti ve gelip alacaktı. Katie, buraya ilk geldiğimde sen kafa üstü duruyordun. Kızı daha fazla utandırmamak için çıplaklıktan söz etmedim. Katie güldü. Aman Tanrım, yoga dersi alıyorum da, bazen gevşemek için amuda kalkıyorum. Katie sandviçini yemeye başladı, ben de notlarımı yazmak üzere koridora çıktım. Kızın amuda kalkma hareketinin psikolojik bir önemi yok gibi görünüyordu. Hastanın diyabet konusunda endokrinolog ve beslenme uzmanı ile de görüşmesi gerektiğini düşünüyordum. Judy, Bay ve Bayan Genaro nun yola çıktıklarını söyledi. 10 dakika kadar sonra Katie yi yeniden kontrol ettim. Elleriyle yüzünü örtmüş, sedyede dinleniyordu. Neyin var Katie? dedim. Gözyaşlarını sildi. Hayatım tam bir felaket. Şu diyabet olayıyla bir türlü başa çıkamıyorum. Aktris olup oyunculuk
57 57/411 derslerimin parasını kendim ödemeye çalışıyorum ama annemi hiçbir zaman memnun edemiyorum. Nasıl yani? dedim. Bu gece olanlar onu yine hayalkırıklığına uğratacak. Zaten başka bir işe yaradığım da yok dedi. Anneme göre aktris olmak saçmalık; üniversiteden kaçmak ve hayat boyu garson olmak için bir mazeret. Aslında çok komik çünkü eskiden kendisi de oyuncuymuş. Çağrı cihazıma yine acil durum çağrısı geldi. Katie nin basit bir acil servis hastasından çok daha karmaşık bir vaka olduğunu görebiliyordum. Fakat işime devam etmek istiyordum. Sonuçta portakal suyu zaferini elde etmiştim ve orada kalmaya devam ettiğim takdirde Katie nin ailevi ve tıbbi sorunlarına takılıp kalacaktım. Bir yandan fırsatım varken çekilmek istiyordum çünkü Katie nin diğer sorunları için psikiyatrik açıdan bir kahraman olabileceğimden emin değildim. Hem kahve odasında anlatacak güzel bir hikâyem de vardı artık. Ama bir yandan biliyordum ki daha iyi bir psikiyatr olabilmek için kalıp bu zorlukla yüzleşmeliydim. Bu yüzden de kaçıp gitmek yerine çağrı cihazımı susturdum ve Annenin kariyerini desteklememesi seni çok üzüyordur herhalde dedim. Sözlerim gözyaşı selini iyice coşturdu. Katie ye bir mendil uzatıp bir süre ağlamasını bekledim. Doğru söylüyorsunuz Dr Small. Gerçekten çok üzüyor. Kimse anlamıyor bunu. Katie, bence duyguların hakkında konuşabileceğin biri olursa senin için iyi olur. İstersen bu hafta görüşelim seninle.
58 58/411 Düşünür müsün böyle bir şeyi? Katie evet anlamında başını salladı, o sırada kapı ardına kadar açıldı. 40 lı yaşlarında bir kadın ile kocası telaşla içeri girdiler. Katie, nasıl merak ettik seni! Nereye gittin, başına neler geldi bilemedik. Bayan Genaro kollarını, sıkkın ve rahatsız görünen kızının boynuna doladı. Anne, iyiyim ben. İnsülinimle ilgili bir sorunum oldu yine. Seni Dr Small la tanıştırayım. Kendisi bana neler olduğunu buldu Bundan sonra psikiyatristim olacak benim. Ne? dedi Katie nin annesi. Psikiyatriste ihtiyacın yok ki senin. Deli falan değilsin. Bayan Genaro bana baktı. Neler oluyor? Katie nin ne işi var burada? Cevap vermekte tereddüt ettim. Katie ile daha yeni doktor/ hasta ilişkisi kurmuştum ve hastamın bana söylediklerinin gizli kalacağını bilmesini istiyordum. Öte yandan, ortada tıbbi olarak acil bir durum vardı ve aile de belli ki endişeliydi. Ben seçeneklerimi gözden geçirirken Katie yardımıma yetişti. Glukozum çok düştüğü için buradayım. Bay Genaro ilk defa konuştu. Ama hayatım, yine acil odasındasın? Kahvaltıda az yemişim, biraz kafa karışıklığı yaşamışım, bu yüzden de Dr Small u çağırmışlar. Şimdi iyiyim ama Annesi tatmin olmamıştı. Ama niye kimse beni aramadı? Aradık Bayan Genaro, ilk fırsatta aradık dedim. Eh, yeterince vakitli aramamışsınız. Dava etmem lazım bu hastaneyi. Katie ye döndü. Sen de cezalısın küçük hanım. Belli ki aynı anda hem insülininle hem de aptal garsonluk işinle başedemiyorsun.
59 59/411 Katie annesinin eleştirisi üzerine gerginleşti. Bana ceza veremezsin anne. 20 yaşına geldim artık. Benim çatımın altında yaşadığın sürece ne istersem onu yaparım. Bak hayatım dedi Bay Genaro karısına, Katie yi bulduk, kimseye bir şey olmamış. Gel şimdi eve gidelim, gerisine yarın bakarız. Katie ye kartvizitimi verdim, annesi Katie ye getirdiği kıyafetleri giydirirken ben Bay Genaro ile 6 No lu odadan çıktım. Bay Genaro dışarıda bana yardımım için teşekkür etti. Bense acil servisten ayrılmadan önce Judy nin Katie ye diyabetle ilgili gerekli bilgileri vermesini sağladım. Kahve odasına dönerken acil servisin artık sakin olduğunu fark ettim. Yorgunluktan bitap düştüğüm için kanepeye uzanıp biraz gözlerimi dinlendirmeye karar verdim. Small. Uyan. Berbat görünüyorsun. Sabah olmuştu ve Mike az önce hastaneye gelmişti. Bütün gece kanepede uyuyakalmıştım ve bir sonraki mesaim başlamak üzereydi. Saat kaç? dedim. Saat duş saati. İğrenç durumdasın. Mike bana bir bardak kahve uzattı, kahveyi alıp duş yapmak ve üstümü değiştirmek üzere asistan doktorlar odasına gittim. Günün geri kalanında nöbetle geçen her gecenin ertesi yakama yapışan kronik yorgunlukla mücadele ettim. Hareket ettiğim sürece sorun yoktu ama uzun uzun oturursam gözkapaklarımı açık tutmaya kendimi zorlamam gerekiyordu aksi takdirde uyuyakalıyordum. Günümüzde artık asistan
60 60/411 doktorların hastalarla ilgilenirken bu derece yorgunluk yaşamasını önlemek için nöbet saatleri sınırlandırıldı. Aklım sürekli Katie Genaro nun acil servisteki sıradışı haline gidiyordu. Kızın uğraştığı duygusal sorunlar oldukça karmaşıktı. Ona gerçek anlamda yardım edebilecek kadar tecrübeli olduğumdan emin değildim. CUMA GÜNÜ AYAKTA TEDAVİ GÖREN hastalara baktığım gündü ve öğleden sonra Katie ile randevum vardı. Sonunda hasta bakmam için bana ayrılan özel bir ofise terfi etmiştim. Odanın penceresi olmasa da içeride eski yüzlü bir koltuk, iki metal sandalye, küçük bir sehpa ve masa, telefon, mendil kutusu gibi diğer gerekli eşyalar vardı. Ortama resmi bir görüntü katabilmek için duvara birkaç diploma astım, masamın arkasındaki raflara birkaç psikiyatri kitabı yerleştirdim. O güne dek birkaç psikiyatri vakasıyla çalışmıştım ama hiç tanımadığım insanların güvenini kazanmak ve 50 dakikalık seanslar içinde en gizli sırlarını dökmelerini sağlamaya çalışmak bana hâlâ tuhaf geliyordu. Ne diyeceğimi bilemediğim zamanlarda başvurabilmek için elimde bir kopya kâğıdı olsa, diye düşündüğüm bile oluyordu. Klinik sekreteri telefonumu çaldırarak Katie nin geldiğini haber verdi, ben de onu karşılamak üzere dışarı çıktım. Katie bir kot, bir süveter giymişti ve oyuncu olmaya çalışan herhangi güzel, sarışın, 19 yaşında bir kız gibi görünüyordu. Küçük ofisime geçip oturduk, Katie konuşmaya başladı. Nasıl yapıyoruz şimdi? Gördüğüm kadarıyla kanepe falan
61 61/411 yok. Ben burada oturup konuşuyorum, siz de not mu alıyorsunuz? Yoksa siz mi bana sorular soruyorsunuz? Temel olarak senin duyguların hakkında konuşuyoruz ve hayatında neler olup bittiğini tartışıyoruz. Tamam dedi. Ee, kan şekerin ne durumda? dedim. İyi. Yakından ilgileniyorum ama annem geçen gece olanlar konusunda dırdırı kesmiyor bir türlü. İşi yüzüme gözüme bulaştırmışım, neredeyse ölüyormuşum... Hatta tüm bunları dikkat çekmek için yaptığımı bile düşünüyor. Eh, birkaç defa acile gelmişsin ama dedim. Hepsi kazaydı onların. Dikkat çekmeye falan çalışmıyordum. Çalışsam bile fark etmezdi zaten. Nasıl yani? dedim. Hayatım boyunca annemi memnun etmeye çalıştım ben. Küçükken pastanede ona yardım ettim, bütün derslerimden tam not aldım, haftada iki defa dans dersi aldım ama annem bunları fark etmedi bile. Ona oyuncu olmak istediğimi söylediğimde benim adıma mutlu olur diye düşünmüştüm. Ne oldu peki? Sinir krizi geçirdi. Üniversiteye gitmeyip doğru dürüst bir işe girmediğim için hayatımı mahvettiğimi söyledi. Ama annen de eskiden oyuncu değil miydi? Evet, ama babamla evlenip hamile kalınca bırakmış. Şimdi pastanede çalışıyor. Hiç mutlu değil. Olabilir Katie ama isteyerek ya da istemeyerek diyabetine dikkat etmediğin zamanlarda annenin tepesini attırdığın kesin.
62 62/411 Yani kasıtlı olarak yaptığımı mı söylüyorsunuz? dedi. Hayır, ama bazen kaza olduğunu düşündüğümüz şeyler yaparız, oysa onlar bir amaca hizmet eder. İyi de acile düşmek berbat bir şey dedi Katie. Doğru ama annenin dikkatini çektiği kesin. Katie cevap vermeyince ben devam ettim. Annen kariyerini desteklemediğinde neler hissediyorsun? Kızıyorum, yanlış anlaşıldığımı düşünüyorum Annem diyor ki ben de tıpkı onun gibi oyunculukta başarısızlığa uğramaya mahkûmmuşum ve o beni acı çekmekten, reddedilmekten korumaya çalışıyormuş. Belki onun tecrübesi öyleydi ve kendince seni korumaya çalışıyor. Katie, Nasıl yani? Ona mı çalışıyorsunuz siz? Hayat benim hayatım. Annem bunu göremiyor bir türlü. Bence kariyerimi kıskanıyor diye bana çıkıştı. Onun aniden sinirlenişine şaşırmış, son yorumumu onu desteklemediğim şeklinde anladığını fark etmiştim. Hemen aklıma hayali kopya kâğıdımı getirdim. Neden seni kıskandığını düşünüyorsun? Bu soru onu bana döndürmüş gibiydi. Derin bir nefes aldı ve Geçen yıl Colonial Theatre de büyük bir oyunda rol almıştım. Bram Stoker ın Dracula sını sahneliyorduk. Benim rolüm küçüktü ama tiyatro büyük bir tiyatroydu ve ben de çok heyecanlıydım. Açılış gecesi için annemle babama da bilet aldım. Ne güzel dedim.
63 63/411 Evet ama Katie nin yüzüne üzgün bir ifade geldi, başını başka tarafa çevirdi. Ama ne, Katie? Sahneye çıktığımda babamın yanındaki koltuğun boş olduğunu gördüm. Annem güya başı ağrıdığı için gelememiş. Katie ağlamaya başladı, ben de mendil kutusunu ona doğru ittirdim. Başarıya yakın bir şey sergilememi bile görmeye dayanamadı. Burnunu sildi, boğazını temizledi. Belki de gerçekten onun dikkatini çekmek için diyabetime boş veriyorumdur, kim bilir? Bir yerlere varıyormuşuz gibi hissettim ama hangi yönde ilerlemek gerektiğinden emin değildim. Burada sıcak nokta Katie nin annesiyle ilişkisiydi, benim de aklıma bir fikir geldi. Seanslarımızdan birine annen de katılsın ister misin? Geleceğini sanmam. Ona göre akıl doktorları psikopatlar içindir. Düşünceye dalarak duraksadı. Ama biliyor musunuz bu hiç de fena bir fikir değil. Onun benden çok ihtiyacı var terapiye. Ben size haber veririm. Ertesi hafta acil servis şaşırtıcı derecede sessizdi. Salı öğleden sonra sabah gelen hastalarla işimiz bitmişti ve başka hastamız yoktu. Mike Pierce le sandviç almak için köşedeki dükkâna kadar gittik. Parayı ödedikten sonra sandviçlerimizi alıp dışarıda bir banka oturduk. Geçen hafta amuda kalkan çıplak bir kıza bakmışsın duyduğuma göre. Nesi varmış kızın? dedi Mike. Bir bardak portakal suyu verdim, iyileşti. Akut hipoglisemisi var. Aferin sana Small dedi Mike. Sonra takibini yaptın mı?
64 64/411 Evet, aslında dedim. Ayakta tedavi kliniğinde tedavisine başladım. 19 yaşında ve annesiyle seperasyon sorunları var. Bir sonraki seansa annesini de getirecek. Of, sana iyi şanslar o zaman. Ses geçirmez bir oda ayırtsan iyi edersin. Kötü fikir mi diyorsun yani? dedim. Mike ın gözetmenliği ve önerileri genelde sağlamdı. Kötü fikir değil. Aslında terapiye hız kazandırabilir. Mesele şu ki hastayı daha çok az zamandır tanıyorsun ve onunla henüz güçlü bir terapötik ittifak kurmadın. Hem hastayla hem de meseleyi bulandıran şahısla çalışmak işi iyice karmaşıklaştırabilir. Ama bana kalırsa can simidini atıp kendi kendine yüzmeye ne kadar erken başlasan o kadar iyi. ERTESİ GÜN KATIE İLE ANNESİ saat 15:00 te gelecekti. Ben de üçümüzü rahat ettirmek için küçük ofisimi toparlayıp olabildiğince düzenledim. Ne de olsa ilk aile seansımı yapacaktım. Telefon çalınca yerimden fırladım. Sekreter beklenen kişilerin geldiğini haber verdi, ben de onları içeri almasını söyledim. İçeri girdiklerinde Katie ile annesinden oturmalarını rica ettim. Katie konuşmaya başladı. Benim bugün erken gitmem gerekiyor çünkü seçmelere katılacağım. Tabii ya diye çıkıştı Bayan Genaro. Ben burada olmaya zaman ayırdım, doktor zaman ayırdı ama senin kalkıp seçmelere gitmen gerekiyor. Saçmalık bu. Seçilmek için ne kadar şansın var ki?
65 65/411 Desteğin için teşekkürler anne dedi Katie ve bana döndü. Gördünüz mü neden bahsettiğimi? Ah dedi Bayan Genaro bana, Katie benden mi bahsetti size yoksa? O ünlü tiyatro kariyerini kıskandığımı mı söyledi? Oyunculuk önde geldiği için üniversite eğitimini askıya aldığından söz etti mi peki? Mike haklıydı. Bu defa gerçekten zorlu bir durumun ortasına düşmüştüm. Annesi söylenmeye devam ederken Katie nin giderek köpürdüğünü görebiliyordum. Bayan Genaro, Katie dedim. İsterseniz bugün Suçlamaları geçelim de duygulardan söz edelim. Ben kendimi yapayalnız ve yanlış anlaşılmış hissediyorum dedi Katie, ağlamaya başlayarak. Ne o öyle? diye sordu Bayan Genaro, Sahne gözyaşları mı? Katie hıçkırarak çantasını aldı. Benim seçmelere gitmem gerekiyor. Haftaya görüşürüz Dr Small. Tek başımıza. Fırlayıp odadan çıktı. Kapı Katie nin arkasından kapanırken annesi, Tipik tavrı bu onun dedi. İşler istediği gibi gitmeyince ya ağlama krizi geçirip kaçar ya da kan şekerini düşürüp gözünü hastanede açar. Günün birinde hastaneye vaktinde yetişemeyip canından olacak. Söylüyorum size Dr Small, bu kızla ne yapacağımı bilmiyorum ben. Anlaşılan bayağı zorluk yaşamışsınız bu konuda Bayan Genaro dedim. Lütfen Ellen deyin bana diye karşılık verdi.
66 66/411 Bir tahminde bulunacağım şimdi Ellen. Bence öfkenin ve kızgınlığının altında sadece küçük kızını koruma arzun yatıyor. Tabii ki... Bebeğim o benim. Ama Ellen, artık bebek değil ki o. Yetişkin bir kadın. Kendi tercihlerini yapması gerek. İyi de tercihleri çok çocukça. Oyunculuk kalp acısından başka bir şey değil dedi. Bunu kendi tecrübenden biliyorsun, değil mi? Aynen öyle. Ama bu kız daha diyabetiyle başa çıkamıyor. Kolay değil, biliyorum ama kızın bunu senden duymak istemiyor gibi geliyor bana. Belki de artık biraz geri çekilip ona sorumluluk alma fırsatını tanıma vakti gelmiştir. Hem hastalığıyla hem de kariyeriyle başa çıkmayı öğrenmesi gerekiyor dedim. Biliyor musunuz, her gün korkuyorum onun için. Onu iyi bir üniversiteye gönderecek parayı biriktirmek için öyle çok çalıştık ki. Şimdi o kalkmış her şeyi bir kenara fırlatıyor. Belki o paranın bir kısmını Katie nin oyunculuk derslerini ödemesi için verebilirsiniz. O durumda Katie gündüz işinde o kadar çok çalışmak zorunda kalmaz. Ellen hemen cevabı yapıştırdı. Dinlemiyorsunuz beni. Kızımın hiç ciddiye almadığı, ölümcül olabilecek bir hastalığı var, diyorum. O ise kalkmış, yıldız olma hayalleriyle yaşıyor. Bir an için Katie nin annesi tarafından ciddiye alınmadığında neler hissettiğini anlar gibi oldum. Ellen, benim tek söylediğim şu ki sen Katie yi ne kadar zorlarsan, o da o
67 67/411 kadar aksi yönde gidiyor. Onun adına korkuyorsun bence, haklısın da. Dinleyin, Dr Small, ne hissettiğimi ya da kızımı nasıl yetiştireceğimi sizden ya da başkasından duymaya ihtiyacım yok benim. İyilik olsun diye geldim buraya ve yeterince dinledim doktor muhabbetini. Eşyalarını toplayıp çıktı. Aile terapisi konusundaki ilk girişimim tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Asıl hastam birkaç dakika içinde fırlayıp gitmiş, ardından ben annenin konuşmasına izin vermek yerine sorununun ne olduğunu tahmin etmiş ve ona neler hissettiğini söylemiştim. Neden bana öğretildiği gibi sadece oturup dinlememiştim ki? Gergindim herhalde. Kendimi terapist taklitçisi gibi hissediyordum. Belki de o can simidini yeniden taksam iyi olacaktı. Tahmin ettiğim gibi Katie bir sonraki seansı iptal etti. Sonra da altı hafta ara vereceğine dair bir mesaj bıraktı. Ofisimden erken çıktığı gün aldığı rolün provalarına katılacağını söylemişti. Anladığım kadarıyla terapiyi bırakmak istiyordu ama söylemeye korkuyordu. Kabul etmeliyim ki bayağı rahatladım. Yardım girişimimin anne ile kız arasındaki gerilimi daha da arttırdığını düşünüyordum. Ne yazık ki Katie yi yiyip bitiren psikolojik sorunlar henüz çözümlenmeye başlamamıştı ve bu sorunlar muhtemelen onun diyabetiyle başetmesini de zorlaştırıyordu. Onun kendini yine bir acil serviste kafa üstü durmuş bir halde ve çıplak bulmasını istemiyordum.
68 68/411 Altı hafta sonra Katie beni şaşırtarak randevusuna geldi. Farklı görünüyordu; daha güvenli, daha rahattı. Gülümseyerek koltuğuna yerleşti. Seni gördüğüme sevindim, Katie. Nasılsın? Daha iyi olamazdım dedi, gülümseyerek. Neler oluyor? dedim. Annemle buraya geldiğim gün seçmelere gittiğimde öyle duygusaldım ki heyecanlanmayı unuttum. Wilbur da Ain t Misbehavin de önemli bir rol kaptım. Bana oyunun biletini uzatarak, Mutlaka gelmelisiniz dedi. Harika bir gösteri ve çok iyi yorumlar aldı. Peki, bunca heyecanın arasında kan şekerin ne durumda? dedim. Çok komik, biliyor musunuz, Dr Small? Bir oyunda rol aldığımda ya da gerçekten meşgul olduğumda veya bir şey için heyecanlı olduğumda kendime daha iyi bakacak motivasyonu buluyorum. Bunu duyduğuma sevindim, Katie dedim. Annenle durumlar nasıl? İster inanın ister inanmayın, bayağı iyi anlaşıyoruz. Kariyerim hakkında başağrıtmayı bıraktı, hatta birkaç defa oturup yetişkinler gibi konuştuk. Gerçekten mi? dedim. Ne konuda konuştunuz? Her şeyden önce oyunculuk hakkında konuştuk. Bana reddedilmenin, sonra da Broadway e çıkma hayalinden vazgeçmenin kendisine ne kadar zor geldiğini anlattı. Sen ne dedin?
69 69/411 Benim için her şeyin farklı olduğunu anlattım. Reddedilmek beni daha çok kışkırtır ve daha çok çalışmaya iter. Annenle böyle sohbetler etmek nasıl geldi sana? dedim. Çok iyi geldi dedi Katie. Eskisi kadar yalnız hissetmiyorum kendimi. Annem hayatımda ilk defa beni gerçekten görüyor sanki. Gözleri yaşlarla doldu. Mendili ona doğru ittirerek, Üzgün müsün Katie? dedim. Yo, yo, mutluyum. Açılış gecesini düşünüyordum da. Neden? Başımı kaldırıp ilk kez seyircilere bakmaya cesaret ettiğimde babamı gördüm, yanında da annem oturuyor ve bana gülümsüyordu. Anladım ki ilk aile seansı facia olsa da geriye bir şeyler kalmış ve terapi çalışması ofisimin dışında, bensiz de devam etmişti. Kariyerim boyunca bu dersi aklımdan çıkarmadım. Bir saat, hastanın bir haftası içinde kısa ama potansiyel olarak güçlü bir zaman dilimidir ve eğer kişi kendiyle ilgili bir şeyler öğrenip değişecekse bu, her zaman benim karşımda, o bir saat içinde olmayacaktır. Katie asistan doktorluk eğitimim boyunca benimle psikoterapiye devam etti. Annesiyle ve diyabetiyle inişli çıkışlı dönemleri oldu ve birkaç defa daha kendini acil serviste buldu. Ancak annesiyle ilişkisi gelişme kaydetti. Sonunda kendi evine çıktı, Ellen da kızının artık bir yetişkin olduğunu ve kendi hayatını yaşaması gerektiğini kabullendi. Stajımı bitirip Boston dan ayrılmaya hazırlandığım sırada Katie Broadway sahnesinde ilk rolünü aldı ve New York a
70 70/411 taşındı. Sonrasında da Broadway aktrisi olmayı sürdürdü. Ara sıra hâlâ bana bir kartpostal veya gösteri bileti gönderir.
71 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ELİMİ TUT LÜTFEN 1980 Kışı
72 72/411 NÖBET ODASINDA UYUYORDUM Kİ telefonun sesine uyandım. Saat sabahın 2 siydi ve ortopedik cerrahi bölümünün asistan doktoru acil servise inmemi, bileği kırılmış 28 yaşında bir adamla görüşmemi istiyordu. Sürünerek yataktan kalktım, merdivenleri indim. Acil servis odası her zamanki gibi kaza geçiren hastalarla, kaygılı anne babalarla, ağır hastalarla ve bir Tylenol alıp evde otursa çok daha iyi edecek kişilerle tıka basa doluydu. Ortopedik cerrahi asistanı Dr Neil Cooper ın hemşire köşesinde bir dosyaya bir şeyler yazdığını gördüm. Eski tenis oyuncusu, yanık tenli, iri yarı, kendini beğenmiş Cooper, adeta cerrah olmak için doğmuştu. Kral olmak güzel bir şey olmalı. Söylesene Neil, ne zamandan beri kırık bileği sarmak için akıl doktorundan yardım istiyorsun? Neil başını kaldırıp Gary, senden tavsiye istiyorum. Bir gariplik var bu hastada dedi. Cooper fena adam değildi aslında. Bazen birlikte takılırdık. Dış dünyaya karşı bir doktor için fazla seksiyim tavrını takınırdı ama aslında iç dünyasında güvensiz, hepimiz gibi zorluklar karşısında bocalayan biriydi. Tahminimce cerrahlardan çok akıl doktorlarıyla takılmasının nedeni annesinin psikiyatrist olmasıydı. Ona göre psikiyatri ve cerrahi en müdahaleci uzmanlık alanlarıydı -o insanları keserken ben zihinlerinin içine bakıyordum- ve hem korku hem de saygı uyandırmamız bu yüzdendi. Nesi garipmiş? dedim. Üçüncü defadır sol üst ekstremite yaralanmasından geliyor buraya.
73 73/411 Esnedim. Sakardır belki. Yok, hayır, adam cidden bir garip. Sürekli ameliyat gerekip gerekmediğini soruyor. İstiyor sanki ameliyat olmayı. Tüylerimi diken diken ediyor resmen. Neil tanıdığım cerrahlar içinde psikolojik kavrayışı yüksek olanlardan biriydi. Bu hastada tehlikeli olabilecek bir şeyler sezmiş olmalıydı. Acil serviste bir dâhiliyeci veya cerrah psikiyatrik danışma istiyorsa bu genelde olası bir intihar riskinden veya tıp ekibinin telaşlı ritmini etkileyen, sekteye uğratan ajite davranışlardan dolayıdır. Sürekli meşgul acil doktorlarının genelde hastanın zihinsel rahatsızlığa veya duygusal sorunlara işaret edebilecek ilk bakışta anlaşılamayan, karmaşık veya tuhaf davranışlarını doğru biçimde değerlendirecek vakti yoktur. Kendi tıp hekimliği stajım sırasında ben de aynı anda neredeyse 20 hastayla ilgilenirken, herhangi bir gariplik veya duygusal sorun sezdiğimde acilen psikiyatriye çağrı gönderirdim. Psikiyatriye daima ilgi duyduğum halde zihnin inceliklerini araştırma olasılığını aklımda bloke ediyordum. Diğer intörnlerle konuştuğumda onların da aynı şekilde davrandıklarını öğrendim. Daha sonra, psikiyatri eğitimim sırasında profesörlerimden Ed Messner bana bloke etme konusunda yardımcı oldu. Messner verdiği Öztanı başlıklı seminerde tanı becerimizi geliştirmek için hastalara verdiğimiz duygusal tepkileri tanımamızı sağladı. Seminer doğuştan gelen empatik becerilerimiz sayesinde başkalarının duygusal durumunu bir noktaya kadar deneyimlediğimiz ilkesini temel alıyordu. Diğer bir deyişle, depresyondaki veya öfkeli bir insanla vakit geçiriyorsak o
74 74/411 insanın zihinsel durumu empatik olarak bulaşıcıydı ve biz de kendimizi üzgün veya sinirli hissetmeye başlıyorduk. Dolayısıyla terapist hastalarına verdiği duygusal tepkileri belirleyebildiğinde, hastanın tanısı hakkında ipuçları edinebilir. Bu strateji, özellikle de hastalar bilinçli ya da bilinçsiz, gerçek duygusal deneyimlerini maskelemeye ya da saklamaya çalıştıklarında yararlı olur. Elbette ki psikiyatrist işin dozunu kaçırarak her depresyonlu hasta geldiğinde kendini depresif hissetmek istemez. Hastaya karşı hem duygusal mesafeli hem de duyarlı olunabilecek mesafeli bir ilgiyi korumak yararlı olacaktır. Mesafelilik doktoru iyileşemeyen veya belki de ölüm olasılığı olan hastalara duyulan ilginin yarattığı duygusal sarsıntılardan korur. Tıp okulları ne yazık ki bu becerileri öğretmeye ya hiç vakit ayırmazlar ya da çok az ayırırlar. Hastamız Kenny Miller ı acil servise annesi getirmişti. Hastada sadece sargı ve askıya almayı gerektiren yaygın yaralanmalardan biri olan, sol bilekte dorsal trikuetral avülsiyon kırığı vardı. Söylediğine göre evlerinin garajında bir dolap yaparken çekici kaydırmış, bileğine vurmuştu. Neil ın notlarına göre son bir yıl içinde aynı bilekte ve elde benzeri yaralanmalar yüzünden iki defa daha acil servise gelinmişti. Hastanın gecenin bir yarısı garajda neden dolap yapmaya çalıştığını merak ettim. Hikâye baştan sona tuhaftı. Perdeyi çekip açtığımda Kenny nin sedyede oturduğunu, yanındaki sandalyede de orta yaşlı bir kadının oturduğunu gördüm. Kadın kaygılı ve stresli görünüyordu. Kenny nin uzun, sapsarı saçları ve düzgün kısaltılmış sakalı vardı. Üstüne
75 75/411 eski bir oduncu gömleği, altına soluk bir kot giymişti ve sol kolunun sargısı yapılmış, kol askıya alınmıştı. Hey, cerrahım nereye gitti? Kenny sakin, hatta neredeyse neşeliydi. Dr Cooper ın acil bir durumla ilgilenmesi gerekti dedim. Ben Dr Small. Dr Cooper benden uğrayıp biraz daha bilgi almamı istedi. Bileğini nasıl incittiğini anlatabilir misin bana Kenny? dedim. Doktora anlatmıştım zaten Marangozum ben. Bir dolabın kapağını takarken dikkatim dağıldı herhalde, çekicim kaydı. Aptallık işte. Kenny konuşurken kadın ayağa kalktı ve oğlunu rahatlatmak için sırtını okşadı. Ağrın var mı canım? Yok anne, iyiyim ben. Sağol. Demek marangozsun. Elinde çok iş vardır herhalde. Burada yazdığına göre bu yıl bileğini iki defa daha incitmişsin dedim Kenny yi açıklamaya yönlendirmeye çalışarak. Şey, evet, aldığım birkaç iş yüzünden bayağı meşgulüm. Sanırım kazaya da yatkınlığım var. Annesi anlayışla başını salladı. Zavallı bebeğim. Ne kadar çok çalışıyor, çok da tehlikeli işi. Kenny annesinden fazlaca sevgi şefkat görüyordu ve annesi dikkatimi dağıtmaya başlıyordu. Bayan Miller? Baş başa konuşabilmemiz için bize birkaç dakika verebilir misiniz? Kafeterya koridorun hemen ilerisinde. Ne dersin Kenny, olur mu? İhtiyacın olursa biliyorsun yerimi dedi anne. Ben iyiyim anne. Merak etme.
76 76/411 Kadın odadan çıktığında Kenny, ben psikiyatristim dedim. Dr Cooper buraya uğramamı söyledi çünkü senin bilek yaralanmalarının tamamen kaza sonucu olmayabileceğini düşünüyor. Kenny bozulmuş gibiydi. Ne diyorsunuz yani? Bileğimi bilerek mi kırdım? Mutlaka kasıtlı ya da planlıydı demiyorum. Sadece farkında olmadığın ama canını sıkan bir şey olabilir. Bakın Dr Small, cerraha da söylediğim gibi sadece kazaydı. Bu konuda niye böyle telaş ettiniz, anlamadım. Kenny konuşurken ben de çekici kaydırmasının olası bazı nedenlerini aklımdan geçirdim. İşçi tazminatı peşinde olabilirdi veya belki annesinden ilgi görmekten hoşlanıyordu. Belki de uyuşturucu bağımlısıydı ve ağrı kesici almaya çalışıyordu. Gerçek hikâye ne olursa olsun, kaynağını gecenin bu saatinde keşfedemeyeceğimi biliyordum. Şu an dolaysız denebilecek yaklaşımıma karşı savunmaya geçtiğini fark edince ciddiyetin dozunu biraz azalttım. Biliyorsun Kenny, stres bazen dikkatimizi dağıtır, bizi kazalara yatkın hale getirir. Bu aralar hayatında stres yaratan bir şey var mı? Kenny ajite olmaya başlamıştı. Eh, tabii. Eşinden ayrı yaşamayı ve ailenin yanına dönmeyi stres sayarsanız, evet, var. Durup kendini toparladı. Yani kolay değil, demek istiyorum. Ama idare ediyoruz işte. Eşinle aile danışmanlığını düşündünüz mü hiç? dedim. Hayır. Zaten onun isteyeceğini sanmıyorum dedi. Bıktı artık benden.
77 77/411 Biliyor musun Kenny, Salı veya Çarşamba öğleden sonra boş vaktim var benim. İstersen karınla birlikte haftaya bana gelin. O gelmese bile seninle stresini azaltmanın yollarını araştırabiliriz. Bilemiyorum. Onunla konuşmayı deneyebilirim herhalde. 10 yılı birlikte geçirdik sonuçta. Belki gelir. Kenny ile ilgili notlarımı tamamladıktan sonra merdivenleri geçerek asansöre doğru yürüdüm. Aklımda Kenny nin asıl sorununun ne olduğu vardı. Karısını resme dâhil etmek iyi olacaktı. Ne de olsa Kenny ayrılık konusunda üzgündü ve kadın çok sayıdaki bilek kazasına bir açıklık getirebilirdi. Çarşamba günü ofisimi düzeltip sandalyeleri yerleştirdiğim sırada Kenny ile karısı randevuya geldi. Kenny nin sağlam elini sıktım, o de beni Lauren Miller ile tanıştırdı. Kadın dışa dönük tipte, sarışın, çekici biriydi. İkisi de tişört ve kot gibi gündelik giysiler giymişlerdi ve aralarındaki gerilim hemen belli oluyordu. Tanıştığımıza memnun oldum Lauren dedim. Lauren sert bir biçimde elimi sıktığında kızgınlığını hissettim. Belli ki burada olmak istemiyordu. Oturun lütfen. Sandalyeleri işaret ettim. Aralarındaki gerginlik bende güvensizlik yaratıyordu, o anda fark ettim ki seans için herhangi bir strateji hazırlamamıştım. Aklıma söyleyecek hiçbir şey gelmeyince onlara Celtics takımı şampiyonluğa koşar mı sizce, gibi bir soru sormayı düşündüm. Haftasonunda evlilik terapisi tekniklerini okuyarak biraz vakit geçirmiştim. Çiftlerle ilgilenmek genelde terapist için
78 78/411 bireylerle ilgilenmekten daha karmaşıktır. Evlilik terapisinde bir kişi yerine iki kişinin psikolojik perspektifleri ve motivasyonlarını düşünmekle kalmayıp çoğu zaman aralarında hakemlik yapmak zorunda kalırsınız. İrdeleme ve yorumlarınızı fazlaca kocaya odaklarsanız, karısı kendi tarafında olduğunuzu, koca da ikinizin ona karşı birlik olduğunuzu düşünebilir. Desteğinizi kocaya kaydırırsanız o zaman da kadın yanlış anlaşıldığını, yalnız bırakıldığını hissedebilir. Bir yandan bu destekleyici ve açıklayıcı yorumları dengelemeye çalışırken, bir yandan da duruma kendi verdiğiniz tepkilere dikkat etmeniz ve bunların size yanlılık kazandırmasını engellemeniz gerekir. Miller lar karşımda huzursuzca sessizlik içinde otururken aklımdan bir dizi soru geçti: Lauren niye bu kadar kızgındı? Kenny nin neden sol bileğini incitip durduğunu biliyor muydu? Kenny karısının yanında neden böyle sessiz ve saygılıydı? Bu ikisini ilk başta bir araya getiren, şimdi ise ayrı düşüren şey neydi? İşe nereden başlayacağımı bilemiyordum, haftasonu okumalarımın da pek bir faydası dokunmuyordu. Tedirginliğimi sezdiklerinden şüphelenerek bir anda, Bugün birlikte gelmenize gerçekten memnun oldum deyiverdim. Bakın, Dr Small dedi Lauren, bizim artık yeniden bir araya gelmemiz mümkün değil, o yüzden de söyler misiniz nedir öğrenmek istediğiniz? Kenny bu yorum karşısında incinmiş gibiydi, kadının açıksözlülüğü beni de afallattı. Daha konuya girmeden beni savunma pozisyonuna koymuştu.
79 79/411 Lauren, bugün senin de gelmeni istedim çünkü bunun Kenny ye neler olduğunu anlamamıza yardımcı olacağını düşündüm dedim. Birinizden biri diğerine karşı hisleri hakkında konuşmak isterse, onu da yapabiliriz. Lauren başını öne eğip huzursuzca çantasıyla oynamaya başladı. Kenny nin bu sene bileğini üç defa incittiğini biliyor muydunuz Bayan Miller? dedim. Lauren güldü. Herhalde, ki geçen hafta yine incitmesine hiç şaşırmadım. Yıllardır takıntılı sol koluyla. O kadar ilgiyi bana gösterse onu evden kovmayabilirdim. Kenny hemen araya girdi. Haksızlık ediyorsun ama. Sana bol bol ilgi gösteriyorum ama hiçbir zaman yetmiyor ki Lauren gözlerini devirdi. Ne olmuş birkaç kaza geçirmişsem dedi Kenny. Çok yoğun çalışıyorum, çok da stresliyim. Sorun o değil ki Sen her zaman çalışıyorsun, çalışmadığın zaman da aklın başka yerde. Hem kabul et, sol kolunla ilgili bu olay yaralanmalarından çok önce başladı. Eliyle ilgili nasıl bir olaydan söz ediyorsunuz? dedim, yorumlarını bana yöneltirse Kenny nin üzerindeki baskının biraz azalacağını düşünerek. Lauren bana dönerek, Neredeyse onu tanıdığımdan beri elini arka cebine koyarak geziyor. Bir sürü insan yapar bunu dedi Kenny. Ne olmuş ki? Lauren ona dik dik baktı. Normal bir şey değil bu Kenny. Sinir tiki gibi bir şey sendeki. Üstelik beni de çok rahatsız ediyor. Tamam dedi Kenny, bütün derdin buysa yapmam artık.
80 80/411 Lauren de ona çıkıştı, Benim sorunummuş gibi göstermeye çalışma şunu. Cadılar Bayramı na ne diyorsun? Bana döndü. Kostümü mükemmeldi gerçekten. Kaçak taki tek kollu adam kılığına girdi. Komik bir kostüm olduğunu düşündüm de ondan dedi Kenny. Bu konuyu açman bile saçma. Miller ların didişmesinin giderek şiddetlenişini izlerken durumu sakinleştirme ihtiyacı duydum ama bir yandan da şu Cadılar Bayramı kostümü hakkında daha çok öğrenmek istiyordum. Kenny, istersen Lauren e konuşma şansı tanıyalım dedim. Teşekkürler Dr Small. Lauren küçümsercesine Kenny e baktı. Kostümün ilk başta biraz komik olduğunu kabul ediyorum. Eskiden Kenny nin bir espri anlayışı vardı. Her neyse, ilk giydiğinde bir sorun yoktu. İlk giydiğinde mi? dedim. Kenny araya girdi. Neden konuşuyoruz bu konuyu? Lauren onu duymazdan geldi. Cadılar Bayramı ndan sonra kostümü evde de giymeye başladı. Arkadaşlar geldiğinde bile giydi. Şakaydı alt tarafı dedi Kenny, bunalarak. Evet, Kenny, çok komikti gerçekten dedi Lauren, alaycı bir tavırla. Sonra bana baktı. O sözde kostümle dışarı da çıkmaya başladığında gayet ciddiydi ama. Sinemaya, akşam yemeğine gitmeye başladı. Hiç komik değildi artık, rezillikti resmen. Kostümün Kenny nin sol elini incitmesiyle bir bağlantısı olduğunu anladım ama bulmacayı tam olarak çözebilmiş
81 81/411 değildim. Kenny nin incinmeleri kazara da kasten de olsa kendi kendine verilmiş hasarlardı ve bir noktada yardım çığlığıydı. Bu durumda ortaya kısa bir olası psikiyatrik teşhisler listesi çıkıyordu. Listeyi hemen aklımdan geçirmeye başladım. Kenny depresyonda gibi görünmüyordu, yaralanmaları da intihar mimikleriyle tutarlılık göstermiyordu. Bazen sınırda kişilik bozukluğu olan insanlar kaçmaya çalıştıkları duygusal acının yerini alması için fiziksel acı deneyimlemek adına kendilerini incitirler. Kenny, bu kostüm şakasının Lauren ı ne kadar rahatsız ettiğini fark ettin mi? dedim. Fark etsem o kadar ileri götürmezdim dedi. Nasıl fark etmezsin? dedi Lauren sıkkın bir sesle. Günde belki 10 defa söylüyordum! Bana bakarak, çok utanıyordum çünkü dedi. Demek Kenny size kulak vermiyordu. Kenny le aranızın nasıl olmasını istiyorsunuz? dedim. İlk evlendiğimizde olduğu gibi. O zaman sürekli gülüyor, eğleniyorduk, beni rahatsız eden bir şey olduğunda dinliyordu. Beni teselli ediyordu, sarılıyordu. Lauren duraksadı, gözleri yaşlarla doldu. Mendil kutusunu uzattım ama istemediğini işaret etti. Kenny, sen hatırlıyor musun o zamanları? dedim. Öylesine takılıp, gülüp eğlenmemizi çok seviyordum. Lauren a döndü ve Hâlâ sana sarılıp teselli etmek istiyorum dedi. Lauren uzanıp ona sarılacakmış gibi görünüyordu ama onun yerine, Ama sadece sağ kolunla diye çıkıştı.
82 82/411 Lauren ın seansa gelmesi ilişkiye bir şans daha tanımayı düşünebileceğini gösteriyordu ama o şansı veremeyecek kadar incinmiş gibi bir hali vardı. Seansın devamında didişmenin ötesine geçer gibi oldular. Son birkaç yıldır çocuk sahibi olmayı konuştukları ortaya çıktı. Ancak Kenny, Lauren kadar hevesli değildi. Seansın sonunda bir randevuya daha gelmeleri için onları ikna ettim; benim adıma küçük bir zafer... Onlar gittikten sonra kendime notlar aldım. Lauren ın Kenny nin el saplantısından duyduğu rahatsızlığı, Kenny nin de çocuk isteme konusundaki gönülsüzlüğünü anlayabiliyordum. Kızgınlığına ve düşkırıklığına rağmen Lauren kocasını hâlâ önemsiyor gibiydi. Eski Kenny yi, onu güldüren ve rahatlatmayı bilen adamı geri getirebilirsek, Lauren ın bir şans daha tanıyabileceğini düşünüyordum. O HAFTA DR WILLIAM BROWNING ile gözetmenlik toplantım vardı. Zihinsel ve fiziksel sağlığın arayüzünü oluşturan alt uzmanlık alanı psikosomatik tıp konusundaki uzmanlığından dolayı Kenny vakasını onunla tartışmak istiyordum. Will in ayrıca Sherlock Holmes e ve esrar çözmeye de özel bir merakı vardı. Kendine özgü diğer becerileri arasında bir denizcinin dövmesinin ayrıntılarına ve tasarımına bakarak o kişinin ilk yükleme limanının neresi olduğunu anlamak da vardı. Donanmada edinmişti bu özelliğini. Will in ofisi Harvard hastane arazisinin en güzel yerindeydi. Bullfinch Binası nın hemen önündeki yemyeşil alana bakan ofis hayli geniş ve havadardı ve Will in dünya
83 83/411 seyahatlerinden topladığı hatıra eşyalarla dekore edilmişti. İçeri girip rahat bir koltuğa oturdum, Will de masasına geçti. Mesele nedir? dedi. Geçen hafta acil serviste 28 yaşında bir marangoza baktım dedim. Cerrahinin asistan doktoru devreye girmemi istedi çünkü hasta bir yıldan kısa bir süre içinde bileğini kendi kendine üç defa incitmişti. Portakal suyumdan koca bir yudum aldım. Bu kadar mı? dedi Will. Hayır. Bilek sarılırken hasta asistan doktora el ameliyatı gerekip gerekmeyeceğini sormuş. Doktorun dediğine göre adam sanki ameliyatı ister gibiymiş. Enteresan dedi Will. Sen neler öğrendin? Boşanmak üzere olduğu karısıyla bana seansa gelmeyi kabul etti. Kadınsa adamın Cadılar Bayramı ndan beri tek kollu adam kostümü giyme saplantısı geliştirdiğini söyledi. Will sandviçini bırakıp Sol elini ya da kolunu ihmal etme veya saklama eğilimi var mı? Hayrete düşmüştüm. Nereden bilmişti bunu? Evet dedim, üstüne basarak. Yıllardır sol elini arka cebinde tutma alışkanlığı varmış. Acaba yarı alan ihmali vakası olabilir mi? Yarı alan ihmali genelde beynin sağ yarımküresindeki bir hasardan kaynaklanır ve bedenin sol tarafının görsel olarak ihmaline yol açar. Rahatsızlık çoğu zaman duyumsal özürle sonuçlanır ve hastanın duyumsal girdilere daha az dikkat etmesine yol açabilir. Kenny nin sol tarafında duyumsal bir eksiklik yoktu, dolayısıyla bu olasılık devredışı kalıyordu.
84 84/411 Sanmıyorum dedim. Nörolojik muayenesi normaldi. Gerçi ameliyatla ilgili söyledikleri sadece ilgi istediği için de olabilir dedi Will. Acilde annesinden bayağı bir sevgi şefkat gördü, ayrıca Will sözümü kesti. Acaba bu tek kollu adam olayının cinsel bir yanı olabilir mi? Will karmaşık vakaları anlamaya ve teşhis etmeye çalışırken olası cinsel açıklamaları irdelemeye bayılırdı. Sanmam dedim. Ama onu araştıracak fırsatım da olmadı doğrusu. Karı koca o kadar çok tartıştılar ki tekrar gelmeleri için zor ikna ettim. Will gülümsedi. Demek hâlâ birbirlerine karşı bir şeyler hissediyorlar. Evet dedim, ama kadın bu el olayını kaldırmakta zorlanıyor. Ayrıca kadının biyolojik saati de işliyor ve adam çocuk konusunda gönülsüz. Tahminimce hastanın el saplantısı karı koca olarak aralarındaki gerçek soruna eğilmelerini engellemeye yarayan dikkat dağıtıcı bir etken. Onları altta yatan sorunları hakkında konuşturmaya çalış. Ayrıca adama da eliyle ilgili neler olmasını istediğini doğrudan sor. ERTESİ HAFTA KENNY İLE ofisimde, geç kalan Lauren ı bekliyorduk. Kenny tedirgindi ve saatine bakıp duruyordu. Geleceğini sanmıyorum dedi, kızgınlıkla. Olsun, biz başlayalım. Bu hafta nasıl hissettin kendini?
85 85/411 Berbat dedi. Geçen hafta Lauren la bir bağ kurduğumuzu sanmıştım, ama şimdi telefonlarıma cevap vermiyor. Annemle babamsa beni resmen deli ediyor. Daha fazla yaşayamayacağım onlarla Kenny konuşurken askıya alınan sol kolunu gizlemek için dalgın dalgın ceketini çekiştiriyordu. Kenny, acildeyken doktora ameliyatı sormuşsun. Neden açtın o konuyu? dedim. Bilmem ki diye karşılık verdi. Bazen metal çivi falan koyuyorlar ya. Hatta kesmeleri bile gerekebilir, belli mi olur? Vay canına! Kırık bilekten el kesmeye nasıl geçmişti böyle? Şaka mı yapıyordu yoksa elini kestirmek için bilinçdışı bir arzusu mu vardı? Belki de psikotikti. Sence uzuv kesmek, kırılan bir bilek için biraz abartılı değil mi? dedim. Nereden bileyim ben? diye çıkıştı. Doktor değilim ki. Hem ben sol elim olmadan da gayet iyi çalışabiliyorum. Solak değilim, sağ elimi kullanıyorum sonuçta. Belki de uzuv kestirme arzusu o kadar da bilinçdışı değildi. Kenny nin yüz ifadesi o anda kızgından üzgüne dönüştü. Bu o kadar belirgindi ki yorum yapma ihtiyacı duydum. Üzgün görünüyorsun Kenny. Homurdandı, omuz silkti. Neler oluyor, anlatsana dedim. Derin bir iç çekti. Ne olsun işte, kendimi yalnız hissediyorum. Her zaman. Konuşabileceğim hiç kimse yok. Benimle konuşabilirsin dedim. İstersen eline gerçekte ne olmasını istediğini anlat bana.
86 86/411 Kenny başını kaldırıp endişeyle bana baktı. Anlatsam da anlamazsınız. Ben bile anlamıyorum. Bir denesene. Kenny ayağa kalkıp pencereye gitti. Birkaç dakika dışarı baktıktan sonra, Bunu şimdiye kadar hiç kimseye söylemedim dedi. Çok utanç verici bir şey Dr Small. Belki bana söylersen kendini daha iyi hissedersin dedim. Kenny tekrar yerine oturdu ve Bazen çok çılgın bir hisse kapılıyorum dedi. Sanki elim vücudumun bir parçası olmamalıymış gibi. Sanki vücuduma ait değilmiş gibi Lauren e hiç söylemedim çünkü çileden çıkar. Ama bir sırrım olduğunu biliyor ve deliriyor. Kenny nin gizli hisleri tuhaf davranışlarını açıklıyordu. Psikotik olabilirdi ama durumu kulağa daha çok, ender rastlanan türde bir beden algısı bozukluğu gibi geliyordu. Kenny nin hisleri, vücudunun normal boyutu gözüne yanlış göründüğü için kendisini açlığa mahkûm eden anoreksikleri andırıyordu. Ancak Kenny örneğinde arzulanan şey ince bir vücut değil, bir elin eksik olmasıydı. Kenny elini kesmeye razı olacak bir cerrah bulmadan önce bu rahatsızlık hakkında acilen daha çok şey öğrenmem gerektiğini hissettim. Bu hislerden söz etmenin neden zor olduğunu anlayabiliyorum dedim. Lauren hayatta anlayamaz. Benim kaçık falan olduğumu düşünür. Kenny sinirleri yine gerilince sol kolunu geriye, kendisinden uzağa doğru ittirmeye başladı. Bu dürtüler bazen o kadar güçleniyor ki alt kattaki testere tezgâhıma gidip kendi kendime kesip atmaktan korkuyorum.
87 87/411 Bu yorum durumu tamamen değiştirdi ve ben bir anda Kenny nin tehlikede olabileceğinden endişelenmeye başladım. Peki, nedir bunu yapmanı engelleyen Kenny? dedim, serinkanlılığımı korumaya çalışarak. Bir cerrah yaparsa daha güvenli olur diye düşündüm hep. Ölmek istemiyorum sonuçta, sadece şu aptal elden kurtulmak istiyorum. Orada olmamalı o. Yere bakarak devam etti: Ama bilemiyorum. Ne fark eder ki? Lauren beni iki türlü de kabul etmeyecek nasılsa. Bu noktada Kenny nin ciddi biçimde kendini incitme tehlikesiyle karşı karşıya olduğundan kaygılandım ve istese de istemese de onu hastaneye yatırmam gerektiğini anladım. Kaçmasını engellemek için atacağım bir sonraki adım çok önemliydi. Kenny gözlerini dikmiş yere bakarken şu eski kendi çağrını çaldır numarasına başvurarak kendime çağrı gönderdim. Ben çağrımı kontrol ederken Kenny başını kaldırıp baktı. Bana biraz müsaade eder misin Kenny? Acil bir durum var da dedim. Kenny omuz silkti, ben de ofisten çıkıp kapıyı kapadım. Hemen klinik sekreterine güvenliği aramasını, hastamı Lindemann da 72 saatlik gözetim altına alacağımı söyledim. Sekreter, güvenlik kapıya geldiği anda telefonumu çaldıracağını söyledi. Ofise dönerek tekrar yerime oturdum. Kusura bakma. Kenny dalgın görünüyordu. Önemli değil. Bakın, doktor, biliyorum kulağa delirmişim gibi geliyordur ama bu duygular çok uzun zamandır var bende ve yine de başımın çaresine bakıyorum.
88 88/411 Bir noktada fevri bir şeyler yapmaktan, belki düşündüğün şeyi kendin denemekten korkmuyor musun? dedim. Sadece düşünce bunlar Dr Small. Şimdiye kadar bir şey yapmadım, öyle değil mi? dedi, gergin bir sesle. Neyse ki o sırada telefonum çaldı. Telefonu açtım ve onlara beklemelerini söyledim. Ama şimdi zor bir dönem geçiriyorsun Kenny dedim. Evliliğin sorunlu, ailenle yaşamak seni çıldırtıyor. Ayrıca kendi elini kesmekten söz ediyorsun. Bence biz bu durumu çözüme kavuşturana kadar hastaneye gitsen iyi olacak. Deliler koğuşuna mı diyorsunuz yani? dedi tükürükler saçarak. Hayatta olmaz. Bir psikiyatrın kimi zaman alması gereken en zor kararlardan biri hastasını kendi rızası dışında hastaneye yatırma kararıdır. Hastayı rızası olmadan hastaneye yatırmanın temelde üç nedeni vardır: Hastanın akut intihar, cinayet eğilimi vardır veya bir açıdan kendisine ya da başkalarına tehlike teşkil ettiği düşünülüyordur. Kendine zarar vermeye yönelik düşünce veya duyguların acil bir tehlike teşkil edip etmediği kararı genelde psikiyatristin değerlendirmesine kalmış bir karardır. Bazı insanlar kendilerini kronik olarak intihara meyilli hissedebilir ve durmaksızın bu hislerinden söz ediyor olabilirler ama hiçbir zaman harekete geçmezler. Bazıları kronik intihar eğilimli davranış sergileyerek, açlıkla, uyuşturucuyla, alkolle veya sigarayla kendilerini yavaş yavaş yok edebilirler. Ancak bu insanlar akut tehlikeli olarak algılanmazlar ve nadiren hastaneye yatırılırlar.
89 89/411 Psikiyatri eğitiminin bir kısmı, hastanın söylediklerini, geçmişini ve hâlihazırdaki davranışını bir araya getirerek, bu kritik kararı almayı içerir. Hastaların sözünü ettikleri potansiyel kendine zarar verme yöntemleri doktorun kararını etkiler. Erkekler genelde kendilerini vurma eğilimi gösterirken, kadınlar daha çok aşırı doz hap almayı tercih ederler. Depresyonda ve yalnız bir kadın, evde uyku hapı zulası yaptığından bahsederse bu psikiyatristin endişesini arttırır. Ve eğer elini kesme fikrini saplantı haline getirmiş bir marangoz bodrum katındaki testere tezgâhından bahsederse Kusura bakma Kenny ama şu noktada o karar sana bağlı değil dedim. Kendine zarar vermemeni sağlamak için seni gözetim altına almak zorundayım. Kenny birden ayağa fırladı. Başlatma şimdi sülalene. Güvenmiştim sana aşağılık herif. Kenny kapıyı açtığı gibi kendini dışarı attı ama iri kıyım iki güvenlik görevlisi onu kollarından yakaladı. Hey, koluma dikkat et hıyar dedi Kenny. ERTESİ GÜN WILL BROWNING beni yarım saatliğine diğer işlerinin arasına aldı. Kenny ile olanları duyunca hiç şaşırmadı. Öyle yapmak zorundaydın Gary dedi. Biliyorum. Sadece kendimi kötü hissediyorum çünkü sırrını ilk kez bana açtı ve benim ona kazık attığımı düşünüyor. Muhtemelen hayatını kurtardın adamın. Şimdi de ona gerçekten yardım etme şansın var. Will dosya dolabına giderek birkaç kâğıt çıkardı. Şu makaleye bir göz atsana.
90 90/411 Başlığı yüksek sesle okudum: Apotemnofili: Cinsel tercih olarak kişisel talep üzerine iki uzuv kesme vakası. Kendi kesilen uzuvlarının kalıntısına karşı cinsel saplantısı olan bu iki sıradışı erkek hastayı anlatan yazıya göz gezdirdim. Gary, sanırım çok ender rastlanan bir rahatsızlıkla karşı karşıyasın. Kenny sana sonunda ne istediğini söylemiş: Sol üst ekstremitesini kestirmek dedi Will. Uzuv kestirme arzusuyla herhangi bir cinsel bağlantı bulabildin mi? Saplantısının cinsel bir yönü olduğunu sanmıyorum dedim. O zaman bir çeşit dismorfofobi olabilir. Hasta kendini veya kendisinin bir parçasını, gayet normal göründüğü halde acayipmiş gibi algılar. Bu onun durumuna daha yakın görünüyor dedim. Ama elini acayip gördüğünü sanmıyorum. Sadece oraya ait değilmiş gibi hissediyor Sanki o el gidene kadar kendini normal hissetmeyecekmiş gibi. Dismorfofobi ilk kez İtalyan psikiyatr Enrico Morselli tarafından, 1886 da tanımlandı. Bugün buna vücut dismorfik bozukluğu diyoruz. Bu kişiler fiziksel kusur gibi algıladıkları bir şeyi düzeltmek için bedensel modifikasyon isterler. Bu rahatsızlığın obsesif kompulsif bozuklukla bazı benzerlikleri vardır ve hastalar genelde aynı anda her iki hastalığı da yaşarlar. Bu insanlar bazen estetik cerrahiye bağımlı görünür ve ortaya geri döndürülmesi imkânsız tuhaf sonuçlar çıkabilir. Bu kişiler, semptomlar aşırıya kaçmadığı sürece, genelde kendilerine karşı ivedi bir tehlike oluşturmazlar.
91 91/411 Kenny de bu semptomların bazıları vardı ama o aslında yine bununla bağlantılı ama bugün vücut bütünlüğüne ilişkin kimlik bozukluğu (İngilizce de kısaca BIID) diye adlandırdığımız son derece ender bir rahatsızlıktan mustaripti. BIID i olanlar vücutlarının kafalarında kendilerine ilişkin imgeyle örtüşmediğine inanır. İstenmeyen uzuvlarının çirkin olmasa da onları kusurlu ya da engelli yaptığını hissederler. Çoğu zaman uzuvları gerçekten kesilmiş insanları kıskanır ve bu hissettiklerinden çok utandıkları için bu konuyu hiç açmazlar. Çoğunlukla intihara meyilli değildirler, sadece uzuvlarının gitmesini isterler ve kendilerine seçimli ampütasyon yapacak bir cerrah ararlar. BIID hastaları bazen istenmeyen uzva, kesilmeyi gerektirecek kadar zarar verebilir. Kayda geçmiş bir vakada bir adam arabasını otomatik el kumandalarıyla donattıktan sonra istenmeyen bacaklarını kurtarılamaz hale gelene kadar buzda dondurmuştu. Ardından arabayı kullanarak hastaneye gitti ve orada bacakları mecburen kesildi. BIID kurbanlarının çoğunda kendi uzvunu kesme ihtiyacı çocuklukta ya da ergenlikte başlar. Bazı uzmanlar bu rahatsızlığın vücut imajını bir şekilde çarpıtan beyinsel bir hastalıktan kaynaklandığını düşünür ama henüz spesifik bir neden bulunamamıştır. Tedavi hem psikoterapiyi hem de ilaçlı tedaviyi içerir ve hastalarda uzuv aldırmaya ilişkin düşünceler devam etse de hayat kaliteleri iyileştirilebilir ve istenmeyen uzuvlarıyla birlikte makul ölçüde işlevsel bir yaşam sürdürmelerinin yolları bulunabilir. Antidepresanlar saplantılı düşünceleri azaltabilir. Terapinin önemli bir yönü de hastaya
92 92/411 sırrını destek alabileceği insanlara açma konusunda yardımcı olmaktır. KLİNİK BİNALARININ ARASINDA yürürken uzakta Neil Cooper ı gördüm ve Neil! diye seslendim. Ama Neil arkasına dönmedi. Ben de adımlarımı hızlandırarak tekrar bağırdım, Dr Cooper! Adımları yavaşlayan Neil cevaben seslendi: Aman Tanrı m, sesler duyuyorum. Hemen bir psikiyatrist bulun bana. Acil. Cooper a yetiştim ve ona Kenny Miller vakasının son durumu hakkında bilgi verdim. Biliyor musun çok ilginç bir durum bu Gary. Sence insan hangi noktada seçimli ameliyat hakkına sahip olur? Birçok insan görünümünden memnun olmadığı için saçını değiştiriyor, burnunu yaptırıyor, hatta belki yüzünü gerdiriyor. Hangi noktada onlara deli diyoruz? İyi de, kabul et ki elini kestirmeyi istemek biraz abartılı bir durum Neil. Olabilir ama çizgiyi nerede çekeceğiz? Bir insanın kaç burun ameliyatı olabileceği konusunda bir sınır var mı? Hayır. Estetik cerrahlar bazen vücudun aynı bölümü üstünde çok sayıda ameliyat yapabiliyor. Örneğin, gözlerini beşinci defa yaptırmak isteyen birini hastaneye yatıracak mısın? Yani sana sorsa bu adam için seçimli uzuv kesme ameliyatı yapar mıydın? Duruma bağlı dedi Neil. Hangi duruma? dedim.
93 93/411 Sigortasının ne kadar iyi olduğuna. Gitmem lazım. Görüşürüz. Lindemann Akıl Sağlığı Merkezi ne girdim. Lindemann, Harvard Mass General Hospital a bağlı tecritli bir yatan hasta ünitesiydi. Dışarıdan bakınca sanat galerisi zannedilebilecek ama içi tipik bir psikiyatri koğuşu hissi, kokusu ve gerilimi taşıyan, modern beton bir binaydı Dr David Keller ın ofisinin kapısı açıktı. Keller üstü kâğıt, dosya ve kitap dolu masasında işiyle meşguldü. Kendisi benim senemde asistan doktorluk yapan, mütevazı bir espri anlayışına sahip, hoş biriydi. Asistanlıktan sonra psikanalist olmayı planlıyordu ve hemen her konuda analitik yorum yapma fırsatını asla kaçırmazdı. Dave dedim, ofis dağınıklığınla başetme biçimini takdir ettim. Başını kaldırıp sırıttı. Sen benim buradaki incelikli düzenimden anlamazsın Dr Small. E, nasıl benim oğlan, Kenny Miller? dedim. Büyüleyici bir vaka. Vücut dismorfik bozukluğu teşhisin doğruymuş. Kendisi benim gözetimim altında olduğu halde gayet iyi durumda. Buraya gönderdiğimde sinirleri çok bozuktu dedim. Sence hâlâ elini kesme tehlikesi var mı? Uzuv kesme düşüncelerinin azaldığını iddia ediyor dedi Dave. Klomipramin e başlattım. Bir haftadan az oldu daha ama saplantılı düşünceleri azalıyor sanki. Hastanın biraz başı dönüyor ama tahammül eder diye düşünüyorum.
94 94/411 Klomipramin in marka adı Annafranil genelde obsesif kompulsif semptomları hafifletmede kullanılan bir trisiklik antidepresandır. Tam etkisini göstermesi genelde birkaç hafta sürer. Ne yazık ki hastaların çoğu baş dönmesi, baş ağrısı ve halsizlik de dâhil sıkıntı verici bazı yan etkilerle karşılaştıklarını bildirirler. Bugün Prozac, Zoloft veya Paxil gibi yan etkileri daha az olan selektif serotonin gerialım inhibitörleri (SSRI) denen yeni bazı antidepresanlar kullanılıyor. Dave konuşmaya devam etti. Bence karısından ayrılması rahatsızlığını iyice şiddetlendirmiş. Ama eşi burada onu ziyarete geldiği için hasta daha sakin ve çok daha ulaşılabilir durumda. Lauren buraya mı geldi? dedim. Hem de her gün diye cevap verdi Dave. Artık Kenny nin gizli dünyasını bildiği için birbirlerine çok daha yakınlar. Harika dedim. Kenny i görmek isterim. Buyur, tabii. 212 No lu odada. Kenny nin odası yattığı ünitenin düşük güvenlikli kanadındaydı ki bu da iyiye gittiğinin bir işaretiydi. Kapıya yaklaştığımda içeriden konuşmalar geldiğini duydum. Kapıyı tıklatıp girdim. Lauren Kenny nin yanındaki yatakta oturuyordu. İkisi birden bana döndüler. Merhaba, sizleri görmek ne güzel dedim. Merhaba Dr Small dedi ikisi birden. Kendini nasıl hissediyorsun Kenny? dedim.
95 95/411 Size öyle bağırdığım için özür dilerim dedi Kenny. Şimdi anlıyorum ki beni buraya göndermekten başka bir çareniz yoktu. Doğrusunu isterseniz artık daha iyiyim. Lauren araya girdi. Aramız da daha iyi. Harika dedim. Sizce neyin faydası oldu? Ben artık kendimi dışlanmış hissetmiyorum dedi Lauren. Kenny nihayet bana asıl derdini anlatıyor. Bunu duyduğuma memnun oldum dedim. Kenny gülümsedi. Buradan çıktığımda da eve dönüyorum. Tekrar deneyeceğiz diye ekledi Lauren. Kenny iki hafta sonra taburcu oldu. Lauren ile birlikte bana çift terapisi için haftada bir gelmeye başladılar. Kenny nin semptomlarının Lauren ın bebek fikrini ilk kez ortaya atmasıyla kötüleştiği sonradan anlaşıldı. Kenny uzvunun kesilmesinin marangozluk mesleğini mahvedeceğinden ve ailesini geçindiremeyeceğinden korkuyordu. Ancak bunu Lauren ile konuşmak yerine utancı yüzünden hislerini gizlemişti. Bu da neler olduğunu anlayamayan Lauren ın kendini dışlanmış hissetmesine yol açmıştı. Kenny ilaçlı tedavi sayesinde eliyle daha az saplantılı ve Lauren ile daha iyi iletişim kurar hale geldi. Hatta yeniden çocuk sahibi olmayı konuşmaya başladılar. Lauren birkaç ay sonra hamile kaldı ve ikisi terapiyi bırakmaya karar verdiler. Onları bırakmamaları ya da en azından Kenny nin devam etmesi için ikna etmeye çalıştım ama karı koca adeta ikinci balayındaydılar ve artık yardımıma ihtiyaçları olmadığından emindiler.
96 96/411 Kenny son seansta uzuv kesme dürtülerinin yeniden saplantıya dönüşmesi halinde beni hemen arayacağına söz verdi. Hiçbir zaman aramadı. Kenny i düşündüğüm zamanlarda iyi olduğunu ve çocuklarını iki eliyle birden tuttuğunu ümit ediyorum.
97 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BAYILAN KIZ ÖĞRENCİLER 1980 Baharı
98 98/411 BİR MAYIS AKŞAMI CAMBRIDGE DEKİ buz gibi evimde Carl Jung makalelerini inceliyordum. Artık gözlerimi açık tutamaz olmuştum ki buharlı ısıtıcının ani tıslaması beni cin gibi ayılttı. Acaba ev sahibime ikramiye vurmuştu da bahar ayında kiracılarını ısıtarak zenginliğini paylaşmaya mı karar vermişti? Jung dan sıkıldığım için -bol teori az aksiyon- 11 haberlerini izlemek için televizyonu açtım. Haber başlıklarını dinlerken kendime çay yapmak için mutfağa gittim. O sırada haberlerden biri dikkatimi çekti. Yakınlardaki bir banliyöde bir grup ilkokul öğrencisi o gün bilinmez bir hastalıktan dolayı hastaneye kaldırılmıştı. Bayılırdım gizemli durumlara. Haberi izlemek için koşarak salona döndüm. Küçük çocuklardan oluşan bir kalabalık okul bahçesinde korku ve şaşkınlık içinde dolanıyordu ve öğretmenleri onları rahatlatmaya çalışıyordu. Çocukların bazıları ağlıyordu, bazıları karınlarını tutarak minderlerin üzerinde uzanıyordu, birkaçı da ambulanslara bindiriliyordu. Olay yerindeki haber sunucusu esrarengiz durumu anlatmaya koyuldu: Olay bir okul toplantısı sırasında, toplantı salonunda patlak verdi. Öğretmenlerden biri çocukların sinek gibi birer birer düşmeye başladığını söyledi. Hastalanan çocukların çoğu State Street Community Hastanesi ne kaldırıldı ve birkaç saat sonra tamamen iyileşmiş durumda taburcu edildi. Yerel sağlık yetkilileri hâlâ olayın nedenini araştırıyor. Başlıca suçlular arasında ise zehirli dumanlar yer alıyor. Ancak henüz herhangi bir şey kanıtlanmış değil. Kitle histerisini daha önceden duymuştum. Fiziksel rahatsızlık gibi görünen ama aslında psikosomatik semptomların
99 99/411 grupsal bulaşma etkisi yarattığı durumlardı bunlar. Bu esrarengiz hastalık da bu teşhise uyuyor olabilirdi. Sağlık görevlileri fiziksel bir neden bulsa bile yaşananlar fazla dramatikti; çok sayıda gözü yaşlı çocuk, çılgına dönmüş anne babalar ve etrafta koşturan öğretmenlerle acil servis görevlileri. Ertesi sabah klinikten önce tıp fakültesinin kütüphanesine uğradım ve kitle histerisi hakkında birkaç makale buldum. Çok az rastlansa da bu salgınların Ortaçağ da bile kayda geçtiğini öğrendim. Olaylar daha çok çocuklarda ve gençlerde, erkeklerden çok kızlarda görülüyordu ve en yaygın semptomlar bayılma ve hiperventilasyondu (sık nefes alıp verme). Hastalık nadiren de olsa günlerce devam edebiliyordu ancak hastalığa tutulan kalabalık dağıldığında hastalık belirtileri de kaybolur gibi oluyordu çünkü belirtiler sadece insanlar başkalarının hastalandığını gördüğünde ortaya çıkıyordu. Salgının nedeni hakkındaki söylentiler de cemiyetin tamamına yayılıyordu. Bu sıradışı olayları okumak beni iyice heveslendirdi. Okuduklarım tıbbi gizemin tüm unsurlarını barındırıyordu ve kitlenin gücü, zihnin bedeni kontrol etme becerisi konusunda akla büyüleyici bazı sorular getiriyordu. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım. Kliniğe geç kaldığımı fark ettim. Makalelerden hızla kendime fotokopi alarak hastaneye doğru yola düştüm. Neyse ki klinik yoğun değildi. Bomboş denebilecek bekleme odasından ok gibi geçerek dostum Don Williams ı kahve alanında, bir yandan hasta notlarını tamamlayıp bir yandan diyet kolasını içerken buldum. Don ihtisas sınıfımızda en yakın arkadaşlarımdan biriydi ve
100 100/411 kendini Woody Allen ın uzun boylu, siyah tenli ve yakışıklı versiyonu olarak tanımlardı. Şu sakin vakitte teşrif etmekle ne iyi ettiniz Dr Small. Alarm saatini köpek mi yedi? dedi. Her daim komedyen, hiçbir zaman komik değil diye karşılık verdim. Kütüphanedeydim, merak ediyorsan. Don kahkaha attı. Tabii canım, zaten ben de Red Sox ta beyzbol oynuyorum. Dur şimdi Don, hani dün bayılıp hastaneye kaldırılan şu banliyö çocuklarıyla ilgili haberi duydun mu? Evet, zehirli bir sızıntı yüzünden falan olabilirmiş diyorlar. Şu Three Mile Island olayından beri herkesin çevre felaketi çıkacak diye ödü kopar oldu. Okulda herhangi bir zehre ilişkin kanıt yok. Bence orada psikolojik bir durum söz konusu olabilir. Çocuklar aniden hastalanıyorlar, sonra yine aniden iyileşiyorlar. Kulağa biraz şüpheli geliyor. Bu yüzden kütüphanede kitle histerisini araştırdım. Don kısa bir sessizlikten sonra, Olabilir dedi. Biliyor musun Gary, gerçekten de sen gidip bir incele bu olayı. Hani herkesi araştırma işine girmekle tehdit edip duruyordun ya, al sana fırsat işte. Aslında çok isterdim oraya gitmeyi ama bugün bütün gün kliniğim var dedim. Ben seni idare ederim. Git mahalleliyle konuş, neler olduğunu öğren. Belki ortaya bir çalışma falan çıkarır, yayınlatırsın. Hiçbir şey olmasa da sana en azından klinikten çıkma fırsatı veriyorum. Don hemen Godfather / Baba filminden
101 101/411 Marlon Brando taklidine geçti. Ama günün birinde ben de senden bir iyilik isteyebilirim Ne diyorsun yani? Oraya gidip sağa sola sorular sormaya mı başlayayım? Hangi yetkiyle? Yetkiye falan ihtiyacın yok ki. Prestijli Harvard Tıp Fakültesi nin çalışanlarından birisin. Onlara salgın hastalıklar konusunda uzman olduğunu ve bu üzücü olayı çözmek üzere geldiğini söyle. Olasılıklar beni heyecanlandırmaya başlamıştı. Tıp fakültesindeyken araştırma ile amatörce ilgilenmiştim ama belli bir şeyi takip etme fırsatım olmamıştı. Oysa çocukluğumdan beri bulmaca çözmeyi severdim. Bir problem için strateji ya da çözüm geliştirmenin benim için muazzam tatminkâr bir yanı vardı. İşte bu, gerçek hayattan bir bulmacayı çözmek için fırsattı. Haklıydı Don. Harvard lı doktor kartını oynamayı seçsem de seçmesem de, en azından oraya gidip neler olduğunu anlamaya çalışabilirdim. Kitle histerisi uzmanı olmayabilirdim ama iki makale okumuştum ve muhtemelen bu konuda yerel doktorların hepsinden fazla şey biliyordum. Sonradan öğrendiğime göre hastalık denetim merkezleri bile açıklanamayan hastalık salgınlarının teşhisinde kitle histerisini bir açıklama olarak görmezden gelmişti. Birkaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra salgının gerçekleştiği okulun müdüründen randevu aldım. Aileler ve çocuklar için tek sayfalık bir anket hazırlayarak çoğalttım. 1974 model Toyota Corolla mla Boylston Street de ilerlerken banliyöye yaklaştıkça bina manzarasının bitki
102 102/411 örtüsüne dönüşmesini izledim. Muhtemelen birden fazla kişiyle bir arada konuşacağım halde bireysel hastalarımda kullandığım psikoterapik araştırmacı yaklaşımı nı uygulamayı düşünüyordum. Ailelere erişimim olduğu sürece bunun çok da zor olmayacağını tahmin ediyordum. Fark ettim ki bunu yaparken aynı zamanda bir teze zemin oluşturacak bir araştırma hipotezi de geliştirmiş olacaktım. Davranış araştırmaları ve benzeri psikiyatrik araştırmaların, diğer tıp çalışmalarından bir şekilde daha az bilimsel olduğuna dair genel bir önyargı vardır. Bunun ardında ise pek çok neden yatar. Psikiyatriyle ilgili her konuda bitmek bilmez bir utanç vardır, ayrıca çoğu insan kendi temelinde yatan psikolojik sorunlara bakmaktan korkar. BANLİYÖ YOLUNU KISA SÜREDE kat ettim, arabayı okulun hemen karşısına park ettim ve arka koltuktan defterimi aldım. Beyaz klinik gömleğim gözüme takılınca onu da alıp üstüme geçirdim. Belki karşıma çıkan kapıları açabilmek için Don un sözünü ettiği, kaygı duyan uzman rolünü oynayabilirdim. Bay Saxon un odasının önünde beklerken adamın yorgun, asabi bir sesle telefonda konuştuğunu duydum. Anladığım kadarıyla bir veliyi her şeyin yolunda gittiğine ikna etmeye çalışıyordu. Telefonu kapadıktan sonra beni karşılamak için dışarı çıktı. Bu uzun boylu, azametli adam, elimi sıkarken neredeyse kırıyordu. Beni odasına buyur etti ve masasının karşısındaki koltuğa oturttu. Bir an kendimi ilkokulda müdür odasına çağrılmış gibi hissettim.
103 103/411 Evet, Dr Small, nedir sizi Harvard dan buraya getiren? dedi. Geçen akşam haberlerde anlatılan olay hakkında konuşmak istiyorum. Defterimi ve kalemimi çıkardım, not almak için izin istedim. Ne öğrenmek istiyorsunuz? dedi Bay Saxon. Şey, Harvard daki doktorlar olarak bazılarımız hastalığı duyduk ve bizim Yani benim bu tür durumlarla tecrübem oldu. Eh, ne de olsa kütüphaneye gitmiştim. Salgının nasıl başladığını anlatabilir misiniz bana? Şöyle ki, altıncı sınıflar okulun bahar gösterisi için yapılan kostüm provasının ortalarına gelmişlerdi dedi Saxon. Bazı öğrenciler de gösteri salonunda provayı izliyordu. O sırada sahnedeki oğlanlardan biri bayılıp yere düştü. Çocuk çenesini platformun basamağına vurdu, çenesi kanamaya başladı. Herkes şaşkınlığa düştü, sonra bir baktık diğer koro üyeleri de karınlarını tutup yere çökmeye başlamışlar. Ardından iş iyice çığrından çıktı ve salondaki çocukların yarısı mide bulantısı çekmeye, bayılmaya, nefes almakta zorlanmaya başladı. Delice not alıyordum. Erkeklerden çok kızların hastalanması gibi bir şey dikkatinizi çekti mi? dedim. Aslında bayılanların çoğu kızdı galiba. Sonra ne oldu? dedim. İtfaiye şefi çabucak, belki yarım saatten kısa sürede geldi. Duman kokusu alır gibi olduğu için gösteri salonunu boşalttırdı. Ambulanslar 20 den fazla çocuğu hastaneye götürdü, ben de kalanları yatıştırmaya çalıştım dedi Saxon. Sonra ayağa kalkarak pencereye gitti. Bir sürü öğrenci ağlıyordu ama
104 104/411 velileri geldiğinde sakinleştiler. Kanımca öğretmenlerimiz ve görevlilerimiz ortalığı yatıştırmakta olağanüstü bir başarı sergiledi. Başımı defterimden kaldırdım. Bayağı bir dram yaşanmış anlaşılan. Hastanedekiler ne buldu? Hiçbir şey bulamadılar. Laboratuar sonuçları normaldi. Olay öğle yemeğinden önce oldu, sanırım çocuklar aç ve yorgundu. Bir iki tanesi hızlı hızlı nefes almaya başlayınca herkes korkuya kapıldı herhalde. Ama çocuklarımızda fiziksel olarak hiçbir sorun yoktu, okulumuz da gerekli tüm protokolleri yerine getirdi dedi kendini savunurcasına Saxon. Sonra da tekrar yerine oturdu. Yani bu geçici hastalığa neyin sebep olduğunu hâlâ bilmiyoruz dedim. O konuda endişeli değiliz Dr Small. Gösteri salonunda hiçbir zehirli madde bulunmadı, okulumuz da öğrenciler ve yetkililer için son derece güvenli. Fevkalade bir sicilimiz var bizim. Her şey yolunda. Gördüğüm kadarıyla Saxon un salgının gerçek nedenini öğrenmek için daha fazla araştırma yapmaya niyeti yoktu. Doğrusu tarif ettiği şey kitle histerisinin tipik özelliklerini içeriyordu: Fiziksel bir nedeni destekleyen laboratuar sonuçlarının olmayışı, sıklıkla nefes alıp verme, bayılma ve öğrenciler birbirinden ayrıldıktan sonra hastalık belirtilerinde hızlı bir düşüş. Saxon un açıklamaları psikolojik bir nedene işaret ediyordu ama bu noktada kitle histerisinden söz ettiğim takdirde Saxon un daha fazla savunmaya geçeceğini biliyordum. Belli ki okulun da kendisinin de olaya herhangi bir şekilde katkıda
105 105/411 bulunduğu yönünde bir suçlamayla karşılaşmak istemiyordu ama -ister psikolojik bir nedeni olsun, ister fiziksel ya da her ikisi birden- bu olayın kökenine inmediğimiz sürece yeniden yaşanması ihtimali vardı. Başka bir salgın olmasından endişe etmiyor musunuz? dedim. Hayır, kesinlikle. Bitti o. Sadece herkes gereğinden fazla heyecanlandı. Şimdiye kadar hiç olmamıştı, bundan sonra da olmayacak. Koltuğunda kıpırdandı ve sinirli bir şekilde masasının üstündeki kâğıtları düzeltti. Acaba kendini mi inandırmaya çalışıyordu, beni mi? Söylediği doğru olabilir diye düşündüm ama bir daha olursa eğer, kendi gözlerimle görmek istiyordum. Çocukların veliler için yapacağı gösteri ne zaman? dedim. Bahar eğlencesi Cuma akşamı, tahminimce bayağı kalabalık olacak. İsterseniz siz de davetlimiz olun? Davet biraz yarım ağızla yapılmıştı. Saxon hiç şüphesiz sorularımı savuşturmaktan yorulmaya başlamıştı. Acizlik verdiğimi hissederek ayağa kalktım ve Davetiniz için teşekkürler Bay Saxon. Gösteriye geleceğim dedim. Saxon geleceğimi duyduğuna pek sevinmiş gibi görünmüyordu, kalktığım için rahatlamış gibiydi. Tam çıkmak üzereyken döndüm ve Aslında Bay Saxon dedim, küçük bir şey daha vardı Sevdiğim televizyon dizisi karakteri Columbo görse benimle gurur duyardı. Saxon sıkkın bir ifadeyle bana baktı. Nedir? Bu tür bir şeyin bir daha tekrarlanmayacağından tamamen emin olabilmek için ailelerden bir-iki tanesiyle konuşup kısa
106 106/411 bir anket dağıtabilir miyim diye soracaktım. Çünkü eminim böyle bir şeyin tekrarını istemezsiniz. Bilemiyorum, düşünürüz dedi Saxon. Mesele şu ki Şimdiye dek ailelerimizin mahremiyetine çok büyük hassasiyet gösterdik. Yarın bir toplantım daha var. Beni arayın, bu konuyu konuşalım. Ayağa kalkarak odasından çıkmama eşlik etti. Belli ki küçük araştırmamla hiçbir şekilde ilgilenmiyor, her şeyin eski haline dönmesi için can atıyordu. Arabamı State Street Community Hastanesi ne sürdüm ve girişin önüne park ettim. Bayılan çocukları tedavi eden hastane görevlilerinden birkaçını bulmayı umuyordum. Lobi, bekleyen anne babalar ve etrafta koşuşturan çocuklarla doluydu. Danışma masasında ise hiç kimse yoktu. Hemşire bölümünü aranarak koridorda yürümeye başlamıştım ki hademelerden biri köşede neredeyse üstüme çıktı. Bir yandan serumu tutmaya çalışıyor, bir yandan da bir hastanın sedyesini itiyordu. Yardımcı olabilir misiniz doktor? Bu hastayı ameliyat odasına çıkarmam lazım ama personel eksiğimiz var. Üstümde hâlâ beyaz gömleğim olduğunu fark ederek paniğe kapıldım. Ne kadar personel eksiği vardı acaba? Üstüme ameliyat gömleğimi çekip bu adamı ameliyat etmem mi gerekecekti? Okulda apandisit ameliyatı yapmıştım ama hastanın kalp nakline falan ihtiyacı varsa benden medet ummasa iyi ederdi. Neyse ki ameliyat ekibi ameliyat odasında hazır ve nazırdı, ben de yan kapıdan çıkıp gittim. Bu defa başka bir koridorda yürürken candan görünümlü bir hemşireyle karşılaştım. Ona bayılan kız öğrencileri sordum.
107 107/411 Ah, o olay geldi geçti. Nedenini bulamadılar. Koridora doğru bakarak işaret etti. Şurada bugün taburcu olacak son kızın ailesini bulabilirsiniz. Hemşireye teşekkür ederek velilerin yanına gittim. Dorothy ile George Holland kızlarının odasının önünde fısıltıyla konuşuyordu. Kendimi Harvard lı bir doktor olarak tanıttım ama daha baştan savunmaya geçmelerini istemediğim için psikiyatrist olduğumu söylemedim. Aile benimle okulda olanlar hakkında konuşmaya gönüllüydü. Kızlarının neden bayıldığı anlaşılamadığı için canları sıkkındı. Çocuklar basbayağı hastaydı dedi Dorothy. Zar zor nefes alıyorlardı. Öğrendiğime göre kızımız Dorothy yerde seğiriyormuş ve neredeyse felçli gibiymiş. George araya girdi. Okul olayı tamamen baştan savdı. Kimse Hastalık Kontrol Merkezi ni çağırmadı, sağlık görevlileri de doğru dürüst bir inceleme yapmadı. Bir şey onca çocuğu hasta etti. Bence okul örtbas ediyor. Salgına neyin yol açtığını bilmediğimiz doğru ama şurası kesin ki ben de sizin gibi buna neyin sebep olduğunu öğrenmek istiyorum. George gülümsedi. Teşekkürler. Benimle aynı fikirde bir doktorun olması çok güzel. Devam ettim. Duyduğuma göre o gün bolca heyecan ve karmaşa yaşanmış. Sizce hastalık belirtileri bu yüzden daha da kötüleşmiş olabilir mi? Dorothy bana dik dik baktı. Ne demek istiyorsunuz? Panik ve histeri çocukların hastalığını daha da azdırmış olabilir mi diyorum.
108 108/411 George afallamış gibiydi, Dorothy ise sinirlenmişti. Kızımın hastalanmış numarası yaptığını mı söylüyorsunuz yani? Yalancı mı diyorsunuz kızıma? İki gündür hastanede yatıyor çocuk. Nesiniz siz? Psikiyatrist falan mı? Şey, evet, psikiyatristim. Daha faza uzatmayalım diye çıkıştı George. Sizinle konuşacak başka bir şeyimiz yok. Gel Dorothy. Kadın kocasının peşinden kızın odasına girerek kapıyı kapadı. Bugün benim için anket doldurmaya yanaşacaklarını pek sanmıyordum. Savunmaya geçişleri çok tipik bir tepkiydi. Kitle histerisi kurbanları ve aileleri, kendilerine fiziksel belirtilerin olası psikolojik nedenleri konusunda yaklaşıldığında hep aksi yöne kaçarlar. İnsanlar genelde hastalıklarının kafalarının içinde olduğunu duymak istemezler. Bu olayı takip eden yıllar içinde bu tuhaf salgınların birkaçını daha inceledim ve altta yatan psikolojik nedenleri konuşurken çok dikkatli davranmayı öğrendim. Olayı hastanın bakış açısından düşündüğümüzde aslında kolayca anlayabiliriz. Kişi fiziksel hastalık belirtilerini gerçek birer belirti gibi yaşar ve olay etkisini göstermeye başladığında hasta kendisini kalabalığın heyecanına ve gerginliğine kaptırır. Peki, (nefesin hızlanması, mide bulantısı, mide ağrısı gibi) gerçek fiziksel deneyimler, nasıl fiziksel olmayan bir hastalığın sonucu olabilir? Hastalar genelde zihnin bedene etki ettiği fikrine teslim olmaktansa, hastalığa olmadık, acayip birtakım nedenler atamayı tercih ederler. Örneğin, kitle histerisi için yapılan tuhaf bir
109 109/411 açıklamaya göre gaz sıkan bir deli Mattoon, Illinois lı genç kızların yatak odasının penceresinden içeri zehirli gaz sıkarak onlarda mide bulantısı, kusma, ağız ve boğazda yanma hissine yol açmıştır. Washington eyaletinde yaşayanların nükleer deneylerden tedirgin olduğu 1950 lerin başlarında ise pek çok kişi önceden fark etmedikleri araba camındaki bir delik veya girintiye kozmik ışınların ya da dünya manyetik alanındaki kaymaların yol açtığına inanmıştır. Hatta doğaüstü cinleri suçlayanlar bile olmuştur. Her ne kadar bu suçlama kitle histerisinden çok, toplu hezeyanın bir örneği olsa da, kaygılı bir grubun zaten var olan ama anksiyetenin yayılmasından önce fark edilmeyen fiziksel fenomeni nasıl yorumlayabileceğini gösteren iyi bir örnektir. Araştırdığım Boston banliyö ilkokulu salgınında da yine birtakım söylentiler söz konusuydu. 12 çocuğun gıda zehirlenmesinden öldüğü söylentisi üzerine müteveffa şahısların ailelerine eşlik etmek için okula iki rahip gelmişti. Yayılan başka bir söylentiye göre de düşüp çenesini yaran çocuk, bayıldıktan kısa süre sonra açık kalp ameliyatı geçirmişti. Bunların ve zehirli dumanlarla sular hakkındaki diğer söylentilerin hepsi yanlıştı. Belirsizlik durumlarıyla karşılaştığımızda zihnimiz duruma açıklama getirmek için çaba sarf eder. Eğer belirtilere açıklama getirmenin bir yolu yoksa kendimizi kontrolü kaybetmiş gibi hissederiz ve korkumuz giderek artar. Üstelik belirtileri yaratanın kendi zihnimiz olduğunu öğrenirsek o zaman zihnimizin yapabileceği diğer şeyler için daha da çok endişeye kapılırız. İnsanlar beyinlerinin bir ruh tarafından ele
110 110/411 geçirildiğinden ya da bir öcünün iradelerini yönettiğinden korkabilir. O durumda esrarengiz bir sudan zehirlenme teorisini benimsemeyi tercih ederler. Psikosomatik hastalık uzmanları kitle histerisi vakalarında ortaya çıkan belirtilere, ek bazı fizyolojik açıklamalar getirdi. Buna göre insanlar heyecanlandıklarında ve korktuklarında hiperventilasyona, yani sık nefes alıp vermeye başlar ve böylece soluk verirken aşırı miktarda karbondioksit bırakırlar. Düşük karbondioksit düzeyi kol bacak gibi uzuvların kaslarında spazma yol açabilir ki bu da bazı hastaların yaşadığı uyuşukluğu, karıncalanmayı ve kas seğirmesini açıklar. Karbondioksit azalması kâğıt bir torbanın içine nefes alıp vererek kolayca tedavi edilirse, hastalık belirtileri hızla ortadan kalkabilir. Şiddetli anksiyete durumlarında hastalar çoğu zaman normal fiziksel duyumları fark edip yanlış yorumlar. Mide guruldaması gıda zehirlenmesi sanılabilir. Etrafınızdaki insanlar da karınlarını tutup yere düşerse korkunuz giderek şiddetlenebilir, dizleriniz tutmayabilir, yere yığılabilirsiniz. Grup dinamiğinin gücü kontrolü ele geçirebilir ve insanlar kalabalığın gösterdiği belirtilere kapılabilir. Grubun sosyal hiyerarşisi de belirtilerin yayılmasında rol oynayabilir. İlk önce popüler kızlar bayılırsa, daha az popüler olanlar da onları takip eder. Boston banliyö vakasında hastalanıp çenesini çarpan çocuk, okulun en sevilen çocuklarından biriydi. Bu olaydan 10 yıl sonra Güney California da sahne gösterisi yapan bir grup öğrenciyi aniden etkisi altına alan benzeri bir hastalık patlamasını daha inceledim. Araştırma ekibimizin
111 111/411 bulgularına göre bir çocuğun histeri belirtilerine yakalanması konusunda en iyi tahmin unsurunun, çocuğun arkadaşının hastalandığını görmesi olduğu ortaya çıktı. Kitle histerisi patlaması tüm gerekli unsurların bir araya geldiği kusursuz fırtına gibidir: Kalabalık, anksiyete artışı, ısı, yorgunluk veya açlık gibi fiziksel stresler ve sosyal ağ oluşumu. Kesilen bir çene ya da bir arkadaşın hazımsızlığı gibi tek bir tetikleyici, tam kapasiteli bir grup histerisine dönüşebilir. Günümüzde kitle histerisi başgösterdiğinde sağlık görevlileri hem fiziksel hem de psikolojik açıklamaları tespit etmede çok daha bilgililer. İnsanların genelde farkına varmadıkları şey şu ki belirtilerin psikolojik bir nedeni varsa hasta hastalanma kararı almıyordur. Bu bilinçsiz bir süreçtir ve fiziksel semptomlar da gerçektir. CUMA AKŞAMKİ GÖSTERİ İÇİN ilkokula giderken banliyö güzer-gâhını artık iyice bellemeye başlamıştım. Arabamı okuldan birkaç sokak geriye park ettim ve gösteri salonuna doğru yürürken gerçekten de bir vaka daha patlak verirse ne yapacağımı düşünerek kaygılanmaya başladım. Acaba markete uğrayıp insanların nefeslerini düzenlemeleri için birkaç yüz adet kâğıt torba mı alsaydım? Sonra sahiden fiziksel bir neden varsa ve ben de hastalanırsam diye düşündüm. Daha da beteri, ya ben de kitle histerisine kurban düşersem? Pekâlâ, sakin olmalıydım. Daha salona gitmeden histerikleşmeye başlamıştım. Hem de kerli ferli bir Harvard psikiyatristi olarak Üstümde beyaz ceketimin yerine sıradan mavi bir takım elbiseyle içeri girdim. Salon velilerle ve öğrencilerin
112 112/411 kardeşleriyle dolmuş taşıyordu. Cebimde not defterim, arkadaki koltuklardan birine oturdum ve önemli bir gözlemim olduğu takdirde not almaya hazırlandım. Zehirli duman kokusu geliyor mu diye sağı solu belli etmeden kokladım. Hastanede tanıştığım Dorothy ile George un salonun ön taraflarında oturduğunu fark ettim. George birileriyle konuşuyordu ama Dorothy gözlerini dikmiş doğruca bana bakıyordu. Bana hâlâ kızgındı belli ki. Başımı hafifçe eğerek selam verdim ve ilginçtir ki o da samimi bir tavırla selamıma karşılık verdi. Saxon izleyicileri selamladıktan sonra koroyu sundu. Bense bir yandan onları izlerken, bir yandan da salonda sıradışı davranışlar var mı diye çevreme bakındım. 20 dakika kadar sonra sıkılmaya başladım. Her şey kazasız belasız, gayet yolunda ilerliyordu. Ne karın ağrısı vardı ne de bayılan kızlar. Kitle histerisinden eser yoktu. İtiraf etmeliyim ki biraz hüsrana uğradım ama aynı zamanda da rahat bir nefes aldım. Gösteri bittikten sonra gitmek üzere ayağa kalktığımda birinin bana seslendiğini duydum. Dr Small! Dr Small! Bekleyin lütfen. Dorothy nin telaşla bana doğru geldiğini görünce kalkanlarımı hazırladım. Sizi tekrar gördüğüme memnun oldum. Hastanede size soğuk davrandığım için özür dilerim. Lindsey için çok endişeliydik de Durumu nasıl şimdi? dedim. Çok daha iyi, teşekkürler dedi Dorothy. Ama bazı zorluklar yaşadı, sizinle onu konuşmak istemiştim. Biraz vaktiniz var mı? Elbette dedim. Gelin dışarı çıkalım.
113 113/411 Yakındaki bir banka oturduk ve Dorothy bana olayı baştan sona kötü idare ettiği için okulu suçladığını anlattı. Ama Lindsey nin diğer çocuklardan daha ağır hastalanmasına şaşırmamıştı. Son zamanlarda çok fazla hastalanıyor ve babasından iki yıl önce boşandığımdan beri çok zorluk çekiyor. George ile evlenmemden sonra durum daha da kötüledi. Okula gitmediği günler çok arttı. Biraz burnu aksa, karnı ağrısa okula gitmeyi reddediyor. Ben de hiç sözümü geçiremiyorum. Sizce neden söz geçiremiyorsunuz? dedim. Sanırım boşanma ve kısa süre sonra George la evliliğim yüzünden suçluluk duyuyorum. Bu konuda doktorunuz ya da terapistinizle konuştunuz mu? dedim. Hayır, konuşmadım Siz psikiyatr olduğunuzu söylediğinizde ilk başta sinirlendim ama sahiden yardımcı olmaya çalışıyormuş gibi bir haliniz vardı. Üstelik Lindsey de şu okul olayından beri iyice kötüledi. Şimdi okula gittiği takdirde diğer çocukların onu hastalandıracağını iddia ediyor. Görünüşe bakılırsa Lindsey boşanmayla ilgili duygularıyla başa çıkabilmek için fiziksel semptomlarını abartmıştı. Bedenselleştirme diye bilinen bu savunma mekanizması insanların duygusal acılarını fiziksel olarak ifade etmelerini sağlar. Lindsey stresle bu şekilde başa çıkıyorsa kitle histerisi belirtilerinin onda diğer çocuklardan çok daha şiddetli başgöstermesi şaşırtıcı değildi. Annesinin boşanma konusundaki suçluluk duygusu büyük olasılıkla Lindsey nin bedenselleştirmesini daha da güçlendirmişti. Dorothy sınırlar belirlese ve kızının okula gitmesinde ısrarcı olsa çok daha iyi
114 114/411 edecekti. Ayrıca kızına boşanmayla ilgili duyguları hakkında konuşma fırsatı vermesi de faydalı olurdu. Tahminimce bu ailede fazla iletişim yoktu. Dorothy dedim, bana Lindsey i anlatmana memnun oldum. İkinizin veya en azından Lindsey nin olanlarla ilgili konuşmak için bir terapiste gitmesi iyi olabilir. Sizinle konuşabilir miyiz? Siz durumu anlıyor gibisiniz dedi. Memnun olurum ama size yakın birini bulursak sizin için çok daha kolay olur. Lindsey nin sorunları bir gecede ortadan kalkmayacaktır. Dolayısıyla şartlar açısından size daha uygun biriyle düzenli görüşmeniz daha iyi olabilir. Dorothy e yakındaki terapistlerin isimlerini vermek üzere bir sonraki hafta telefon edeceğimi söyledim. O da teşekkür ettikten sonra bana telefonunu verdi. George un da çok memnun olacağını söyledi. Arabama yürürken Lindsey nin durumunu düşündüm. Belki diğer çocukların bazılarında da benzeri sorunlar söz konusuydu. Boşanma çok yaygındı. Belki anne babası boşanan çocuklar kitle histerisi belirtileri sergilemeye daha yatkındı. Ayrıca histeri kısmen kaybetmenin yarattığı psikolojik stresle de tetiklenmiş olabilirdi. Altıncı sınıflar mezun olmak üzereydiler, müdür kısa süre önce başka bir okula geçeceğini duyurmuştu ve öğrencilerin çoğu ilk defa yatılı bir geziye çıkmak üzereydi. Bu yaklaşan ayrılıkların ve kaybetmelerin neden olduğu kaygı da kitle histerisi vakasına katkıda bulunmuş olabilirdi.
115 115/411 Çocukların boşanma ya da yakın bir akrabanın ölümü gibi bir kayıp yaşayıp yaşamadığını soran bir anket kullanarak, önceki kayıpların çocuğun hâlihazırdaki kaybetme kırılganlığını etkileyebildiği ve o çocuğu kitle histerisine hazır kıldığı teorisini kolayca test edebilirdim. Nihayet çalışmamla ilgili kafamda bir fikir netleşmişti. Kaybetmeyle takıntılı eski gözetmenim Profesör Lochton olsa bayılırdı çalışmanın geldiği noktaya. Fakat önce müdürü ikna etmem gerekiyordu. Haftasonunu takiben onu aradım, sekreteri beni hemen bağladı. Dr Small, sizden haber almak ne güzel dedi Saxon. Teşekkürler. Cuma akşamki bahar eğlencesinden çok keyif aldım. Çocuklar harikaydı. Haklıymışsınız, endişelenecek bir şey yoktu. Esrarengiz hastalık başgöstermedi. Ben demiştim demeyeceğim ama gösteriden keyif almanıza sevindim. Bugün nasıl yardımcı olabilirim size? Sözünü ettiğim anket konusunda arıyorum sizi. Bu tür bir olayla başetmek zorunda kalabilecek diğer müdürlere yardımcı olabilseniz çok iyi olurdu. Velilere birkaç soru yönelten tek sayfalık bir anketim var. Çocukların katılması gerekmiyor. Kabul ederseniz siz ve okulunuz, başka pek çok okula büyük yardımda bulunmuş olacaksınız. Bir araştırma çalışması yapacağımız fikrini olabildiğinde yumuşatmaya ve Saxon un hem yardımseverlik duygusuna hem de egosuna hitap etmeye çalışmıştım. İşe de yaradı. Olabilir aslında. Başka okullara yardımcı olmak güzel olur. Hem çocukları da doğrudan içermeyeceği için kuruldan
116 116/411 geçirebilirim sanırım. Bana anketin bir kopyasını ulaştırabilir misiniz? Tabii ki. Bugün gönderirim. Belki de araştırma alanında benim için bir umut vardı. O da olmazsa ilkokul politikalarında şansımı deneyebilirdim. Sayısız telefon konuşmasının ve sebatkârlığın sonunda nihayet anketime yüzde 80 lik bir yanıt aldım. Bir istatistikçiden sonuçların analizi için yardım istedim ve hipotezim doğru çıktı. Yaşanan vaka kesinlikle kitle histerisinin özelliklerini taşıyordu. Ayrıca erken yaşta yaşanan kayıp -aileden birinin ölümü veya anne baba boşanması- hastalanan çocuklarda, hastalanmayanlara kıyasla önemli ölçüde daha sık görülüyordu. Heyecana kapılmıştım. Bir çalışmamı yayınlatma yönündeki ilk girişimim başarılı oldu ve çalışmam gayet iyi bir dergide yayınlandı. Tıp camiasın bulgularım karşısındaki tepkileri hayli ilginçti. Tezimi Harvard Massachusetts General Hospital Araştırma Sempozyumu ndaki üyelere sunuşumu hatırlıyorum. Kitle histerisinin istikrarlı bir biçimde erkeklerden çok kızları etkilediğini bildirdiğimde uzmanların ve klinik hekimlerinin çoğu basbayağı cık cık yaptı veya kıkırdadı. Histeri belirtilerindeki cinsiyetler arası farklılıkları ne zaman anlatsam hem uzmanlardan hem de hastaların ailelerinden gerilim dolu tepkiler aldım. Yıllar sonra Harvard dan Larry Summers akademik bir konferansta bilimde neden daha az sayıda kadının başarılı olduğu sorusunun doğuştan gelen cinsiyet farklılıkları tarafından açıklanabileceğini söylediği için oradaki başkanlığını kaybetti. Ben de kadınların kitle histerisi
117 117/411 semptomlarına daha yatkın olduğu konusunda konuşurken yorum yapmadığımı, sadece bir bilgiyi aktardığımın anlaşılmasını sağlamaya daima dikkat ettim. Çalışmalar bunu ortaya koyuyordu ama nedenini kimse bilmiyordu. Belki mesele kızların daha yakın dostlukları ve daha sıkı sosyal ağları olmasıydı, belki de erkeklere kıyasla birbirleriyle duygularını konuşmaya daha yatkın olmalarıydı. Ergenlik çağındaki erkekler duygularını içlerinde tutmaya ve diş sıkmaya eğilimlidir; tıpkı babalarının da davranacağını düşündükleri gibi. Banliyödeki gizemli hastalıktan hemen hemen iki yıl sonra Boston un başka bir banliyösünde çarpıcı derecede benzer bir vaka patlak verdi. Yine bir koro provası, yine bayılan ve hastaneye kaldırılan çocuklar ve çevresel zehirler konusunda bolca kaygı. Çocuklar yine hızla iyileştiler ve ben henüz oraya gidemeden okul aynı günün akşamında gösteriyi sergilemeye karar verdi. Ancak çocukların şarkı söylemeye başlamasından hemen sonra koroya yeni bir bulantı ve bayılma dalgası yayıldı. Daha ağır hasta olan çocuklar o gün ikinci defa hastaneye yetiştirilirken ambulanslar ve itfaiye arabaları histerik kalabalığı daha da galeyana getirdi. Çocukların tümü bir kez daha birkaç saat içinde iyileşti ve çoğu kitle histerisi vakasında olduğu gibi olaydan daha çok kızlar etkilendi. Bense bu defa soluğu müdür odasında almadan önce ülkenin önde gelen psikiyatrik araştırmacılarının birine danışmaya karar verdim. Gerald Klerman Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü ndeki görevinin ardından Harvard a dönmüştü ve ben de o gün onunla görüşme şansını yakaladım. Yaşanan gizemli okul hastalığının yanı sıra iki yıl önceki olayları ve yaptığım
118 118/411 çalışmayı anlattım. Gerald bana bu defa okulla uğraşmayı bırakıp doğrudan sağlık müdürlüğüne gitmemi söyledi. Sağlık görevlilerinin doğruyu ortaya çıkarmak gibi bir zorunluluğu vardı. Oysa okul sistemi genelde hata yapmamakla ve izlerini kapatmakla daha çok ilgileniyordu. Klerman ın bu önerisi bana öyle bariz göründü ki keşke bu konuşmayı iki sene önce yapsaydım diye düşündüm. Sağlık müdürlüğü, ekibe katılmama çok memnun oldu. Bu tür bir salgında gerçek tecrübe sahibi Harvard lı bir psikiyatrist, araştırma için bir kazanç olacaktı. Onlar da bana yapmak istediğim her tür araştırma çalışmasında yardımcı olacaklardı. Beni geçici sağlık araştırmacısı atadılar ve bu defa anketleri hem çocuklara hem de velilere dağıttım. Sağlık müdürlüğü sayesinde yüzde 100 lük bir geri dönüş aldım. Çalışma, sözü konusu vakanın kitle histerisinin tüm tipik özelliklerini içerdiğini doğruladı; bayılma, nefes sıklığı, hastalığın hızla gelişip kaybolması, kızların erkeklerden daha çok etkilenmesi ve başkalarında gözlemlenen belirtilerin yayılması. Tüm bunlar fiziksel bir salgının aksi yönünde güçlü işaretlerdi. Ancak bu vakada enteresan bir durum söz konusuydu. Vakadan iki gün sonra hastane laboratuarı hasta çocukların 13 ünden alınan idrar örneklerinde böcek ilaçlarında, plastiklerde ve dezenfektanlarda görülen bir kimyasal bileşene rastlandığını açıkladı. Çevresel kirleticiler konusundaki genel kaygılara rağmen velilerin çoğu, şaşırtıcı bir biçimde, çocukların idrarındaki toksine ilişkin laboratuar sonuçlarına sevindi. Veliler çocukları zihinlerinin hasta ettiği olasılığını değerlendirmektense bu
119 119/411 açıklamayı benimsemeyi tercih ediyorlardı. Ancak haftalar sonra görevliler mahcubiyet içinde okulda veya çevresinde herhangi bir toksinin bulunmadığını duyurdu. Çalışmayı anlattığım New England Journal of Medicine deki makalede de ifade ettiğim gibi, toksin numunelere içine kondukları plastik kaplardan bulaşmıştı. Cam kaplarda saklanan numunelerin hepsi temizdi. Fiziksel ve psikolojik kanıtların bu şekilde birbirine karışması, yıllar içinde incelediğim onlarca gizemli hastalığın tipik özelliğini oluşturdu. O zamandan bu yana incelediğim ve yazdığım tüm kitle histerisi vakalarında benim için yanıt bekleyen soru, bunların neden daha sık gerçekleşmediği oldu. Gerekli temel malzemeler -psikolojik ve fiziksel stres altında, belki aç yorgun veya her ikisi birden- hemen her gün dünyanın dört bir yanında bir araya geliyor. O halde insanları uçurumdan aşağı iten ve zihinlerinin bedenlerini toptan ele geçirmesini sağlayan o nihai tetikleyici nedir? Bu sorunun yanıtını aramayı hâlâ sürdürüyorum.
120 BEŞİNCİ BÖLÜM BEBEK AŞKI 1981 Kışı
121 121/411 HARVARD MASS GENERAL DAKİ SON YILIMDA konsültasyon servisi başasistan doktoru pozisyonuna getirildim. Bu görevimde, psikiyatrik sorunlu tıp hastalarına verilen günübirlik hizmette daha az deneyimli asistan doktorlara gözetmenlik ettim. Kısa sürede öğrendim ki sırf böyle havalı bir ünvanım ve Charles Nehri ne bakan büyükçe bir ofisim var diye (benden sadece bir yıl geride olan) Ivy League stajyerlerim, onlara öğretecek çok şeyim olduğunu düşünmüyorlardı. Beni bir gözetmenden çok ağabeyleri gibi görüyorlardı. Nihayetinde en yakından tanıyabildiğim asistan doktorlar, benim eğitim verdiğim yıldan olan doktorlar oldu. Şanı alıp yürüyen küçük terapi/eğitim ya da kısaca T-grubumuzda zamanla birbirimizi ve kendimizi tanıdık. Kıdemli bir psikanalistin önderlik ettiği ve haftada bir buluşan grubumuzun amacı, bize grup psikoterapi tekniklerini yaşatarak öğretmekti. Aslında tam olarak bir terapi grubu değildi ama nihayetinde çoğumuz için öyle oldu. T-grubumda birlikte sıkça takıldığım çocuklardan biri, Jim Schaeffer di. Jim birkaç yaş büyüktü çünkü geri dönüp psikiyatri ihtisasını yapmadan önce bir araştırma laboratuarında çalışmıştı. Onun gruptaki insanlarla ilgili duyguları konusundaki açıkyürekliliğine hayrandım. Birinden hoşlanmadığı zaman o kişiden bunu hiç saklamazdı. Varlıklı bir aileden geliyordu ama bu konuda sevimsiz davranmazdı. Zekiydi ve kimi zaman kontrolden çıkan rekabetçi bir yanı vardı. Ayrıca çapkınlığıyla da ünlüydü. T-grubumuzun buluşmasının bittiği bir gün klinik binamıza dönerken Jim, Mike Calhoun un ne kadar moron olduğuna
122 122/411 inanmıyorum dedi. Geçmişine dair anlattığı hikâye öyle uydurmaydı ki kendi bile inanmadı. Nasıl yani, rock grubuyla Avrupa yı turladıktan sonra NASCAR şoförlüğü yaptığına sonra da her şeyden vazgeçip psikiyatrist olduğuna inanmadın mı? Doğrusu bana gayet olabilirmiş gibi geldi dedim gülerek. Ya Arlene e ne demeli? dedi, grup liderimizi kastederek. Bana mı öyle geliyor yoksa herkes onu evine götürüp sarılıp yatmak mı istiyor? Aniden bana dönerek, Gary, sakın bakma, Pam Sefton bize doğru geliyor. Uf, muhteşem bir kadın-doğumcu ya! Saçım nasıl söylesene? dedi. Dönüp kıza bir göz attım ama tipim olmadığını söylememe fırsat kalmadan Jim konuştu. Selam Pam, ne var ne yok? Çok güzel görünüyorsun. Pam gülümsedi. Selam Jim. Seni görmek daima güzel. Gary sana rastladığıma sevindim. Bülten tahtasında bugün psikiyatri için kadın-doğum kliniğine geleceğin yazıyor. Seni şanslı kurt dedi Jim, çaktırmadan. Gary rica etsem birkaç dakika benimle yürüyebilir misin? Seninle bir hastayı konuşmak istiyordum. Tabii dedim. Görüşürüz Jim. Size iyi eğlenceler. Uslu durun ha, yaramazlık yapmayın dedi asık suratla yanımızdan ayrılırken. Jim in işitme mesafesinden çıktığımızda Pam, Uf, nesi var bu adamın ya? dedi. Sakız gibi yapıştı bana, üstelik doğru dürüst tanımıyor bile beni. Ne diyebilirim ki? Çarpık bir benlik duygusu vardır kendisinin. E, anlatsana şu hastayı.
123 123/411 İsmi Anne Drexler. 20 li yaşlarının ortalarında ve yaklaşık 10 haftalık hamile ama az önce negatif test sonucu aldım. Düşük mü yapmış yani? dedim, bariz bir şey değilmiş gibi. Evet, hem de üçüncü defa dedi Pam. Böyle bir sürü hastan oluyordur, neden beni istiyorsun? Bu hasta bebek sahibi olmayı o kadar çok istiyor ki haberi verdiğimde kendisini kaybedecek diye korkuyorum. Her ihtimale karşı yanımda olursan kendimi çok daha iyi hissedeceğim. Bir saat sonra benim kliniğe geliyor. Mass General ın kadın doğum kliniği tıp merkezini meydana getiren mimari stil potpurisinin içindeki yeni yapılardan biriydi. Kliniğe giden yol üstünde geçtiğim koridor labirentleri ve kestirmeler arasında bir de çağrıya cevap vermek zorunda kalınca birkaç dakika geciktim. Muayene odasına geldiğimde Pam in kötü haberi verdiğini hemen anladım. Anne Drexler telaşa kapılmış durumdaydı. Hayır, olamaz! Kaç defa geldi bu başıma. Bir bebek daha kaybedemem. Ağlamaya başladı, Pam de ona mendil kutusunu uzattı. Anne kutuyu ittirdi. Hemen odaya girdim ve Merhaba Anne dedim. Ben Dr Small. Hastane psikiyatristlerinden biriyim. Anne psikiyatrist sözünü duyduğu anda feryat figan etmeye başladı. Psikiyatriste falan ihtiyacım yok benim. İşten anlayan bir kadın doğumcuya ihtiyacım var! Bakın dedi Pam, canına tak ederek, laboratuar testi yalan söylemez. Siz istediğinize inanın. Benim başka hastaları
124 124/411 görmem gerekiyor. Size Dr Small ile konuşmanızı öneriyorum. Sonra da odadan fırlayıp gitti. Pam in hastaya olumlu tutumu da buraya kadardı demek. Anne ayağa kalktı, gitmek üzere eşyalarını toplamaya başladı. Lütfen Anne, gitme dur. Biraz konuşalım. Dik dik baktı bana. Neyi konuşalım? Hamile görünüyorum. Kendimi hamile hissediyorum. Belli ki bu hastanenin doktorlarında ve laboratuarlarında bir terslik var. Anne inkâr içindeydi. Hamile olduğu fikrini öyle benimsemişti ki düşük yaptığını ortaya koyan laboratuar testi gibi somut bir kanıt bile bu inancını sarsmıyordu. Ona ulaşabilmek için hızlı bir manevra yapmam gerekiyordu, ben de empati göstermeye çalıştım ve tepki almayı ümit ettim. Neler hissettiğini anlayabiliyorum Anne ve bence mutlaka başka birinin fikrini de almalısın. Teşekkürler Dr Small. Buralarda duyduğum en mantıklı şey bu. Tekrar muayene sedyesine oturdu. Şu ayaklarım öyle şişti ki, bir dakika dinlendirsem iyi olacak. Gözlerini ovuşturduğunda ne kadar çarpıcı gözleri olduğunu fark ettim; iri, delici ve ela. Olaylı bir gün geçirdin anlaşılan dedim. Aslında bu randevuya kadar gayet güzel geçmişti. Dr Sefton ın ne kadar yanıldığına inanamıyorum. Yani benim ailemin kadınları o kadar doğurgandır ki, suratımıza baksanız hamile kalırız. Ciddi misiniz? dedim, içgüdüsel olarak başımı başka yana çevirerek.
125 125/411 Annem en büyük ablam Karen i doğurduğunda daha on dokuz yaşındaymış. Bir yıl sonra da Valeri doğmuş. Karen evlendikten sonra üç çocuk doğurdu, Valerie nin ikizleri de geldi gelecek. Ailende bir sürü bebek var yani dedim. Evet. Şimdi benim de olacak. Ayağa kalktı ve çıkık karnını vurgulayarak gerindi. Bakın Dr Small, gerçekten iyi bir insansınız ama benim psikiyatra ihtiyacım yok. Aslında kendim terapistim. Evlilik ve aile danışmanlığı diplomamı iki yıl önce aldım. Şu an tek ihtiyacım, ne yaptığını bilen bir kadın doğum doktoru. Ona kartımı uzattım ve Herhangi bir konuda konuşmak istersen beni ara dedim. Kendi kliniğime dönerken Anne den hiç haber alamayacağımı düşündüm. Gerçi şimdi inkâr içindeydi ama yeni görüş alacağı kişi de Sefton u doğruladığında muhtemelen aklı başına gelecekti. Bana hayatıyla ilgili anlattığı birkaç şeyden, yeni bir düşüğün acısıyla yüzleşmekte neden bu kadar zorlandığını anlamıştım. Üç çocuklu ablası büyük ihtimalle dikkatleri üstüne topluyordu, şimdi de diğer ablasının ikizleri olacaktı. Anne in yumurtalıkları herhalde harekete geçme ve meyve verme rekabetinin baskısını hissediyordu. O GECE İÇKİ İÇMEK İÇİN HARVARD MEYDANI NIN ünlü restoranı Harvest ta Jim le buluştum. Barda iki sandalye bulmayı başarıp biralarımızı ısmarladık. Televizyonda Celtics Lakers la oynuyordu ve bir Los Angeles lı olarak Boston taraftarları yanında fena halde
126 126/411 azınlıktaydım. Celtics dokuz sayı önde olduğu için Jim bana sataşıp duruyordu ama bangır bangır müzik ve küçücük yere sıkışmış, etrafta dolanıp birbirini süzen bir sürü insan yüzünden maçı zaten zar zor duyuyorduk. Jim birasını yudumladıktan sonra E, gerçek aşkım Pamela Sefton la muhabbetiniz nasıl gitti? dedi. Bence senden gerçekten çok hoşlanıyor Jim. Arkasını dönüp kaçmasından belli dedim, gülümseyerek. Daha Schaef-adamı deneyip görmedi de ondan. Bir kahkaha attı. Seninle konuşmak istediği meşhur vaka neymiş? Üçüncü defa düşük yapmış, 25 yaşında bir kadın. Pam haberi kendisi vermekte zorlandı dedim. Hasta nasıl karşıladı? dedi. Pek iyi karşılamadı. Hatta habere inanmadı, başka görüş almak istiyor dedim, biramı yudumlayarak. İnkâra girdi yani? dedi Jim. Dikkatini çekmeye başlamıştım. Tamamen. Anlayabiliyorum da uğradığı hüsranı. Benim gözüme 10 haftalıktan fazla göründü hamileliği. Karnı bayağı büyüktü, teni ışıldıyordu ve çok üzgün görünüyordu. Jim arkasına yaslanıp Oğlum var ya, dünyadan haberin yok senin dedi. Neden? Psödosiyezi diye bir şey duymadın mı, moronum benim? dedi. O an küçük beynimde bir ışık parladı. Histerik gebeliği kastediyorsan, öyle söylesene.
127 127/411 Ne sandın ya? dedi, yüzünde inanamıyormuş gibi bir ifadeyle. Peki, tamam, iyi düşünememiş olabilirim, barımızın psikiyatri dehası sensin dedim, utanarak. Hastanın eski bilgilerine bakıp bunu kontrol edeyim o zaman. Umarım tekrar gelip terapiye başlamaya ikna etmişsindir kadını dedi Jim. Kartımı verdim ama, ben zaten evlilik ve aile danışmanıyım, deli doktoruna ihtiyacım yok, dedi. Jim elini bar tezgâhına vurdu. Tüh, ne kadar ender bir vaka hâlbuki! Tam bir cevhermiş kadın; yalancı gebelik yaşayan bir akıl sağlığı uzmanı. Ben olsam resmen üstüne atlardım. Sen zaten her şeyin üstüne atlarsın. Yok, çok ciddiyim Gary. Daha agresif olmalısın oğlum. Kadın artık hayatta aramaz seni. Güldü. Seni psikiyatri polisine mi ihbar etsem acaba? Ben de güldüm ama kendimi aşağılanmış hissettim ve Anne Drexler konusunda çuvalladığımı fark ettim. Ne yapalım, Anne belki gerçekten hamileydi ve Jim de yanılıyordu. Yalancı ya da histerik gebelik diye de bilinen psödosiyezi son derece ender rastlanan ama antik çağdan bu yana belgelenmiş bir durumdur. MÖ 300 de Hipokrat 12 vaka kaydetmişti, 16. yüzyılda ise İngiltere Kraliçesi Mary nin başına birkaç defa gelmişti. Histerik gebelikte gerçek gebeliğin tüm tipik işaretleri ve belirtileri ortaya çıkabilir; mide bulantısı, göğüslerde hassasiyet, fetüsün hareket ettiği hissi ve kilo alımı. Kadının karnı tıpkı normal hamilelikte olduğu gibi büyüyebilir ve kadın gerçekten hamile görünür. Âdeti de kesilince hasta
128 128/411 gerçekten hamile olduğuna inanır. Hormonal dengesizlik de genelde fiziksel belirtilere ve gebelik testinde yalancı-pozitif sonuç çıkmasına katkıda bulunur. Kimi zaman stres, hipofiz bezi fonksiyonunu değiştirebilir ve bu da prolaktin hormonunda artışa yol açar. Sonuç olarak hasta gebe olmadığı halde süt üretir. Hatta semptomlar öyle inandırıcı olabilir ki yalancı gebeliği olan tahmini beş kadından birine, tıbbi görevli tarafından bir noktada gebelik teşhisi konabilir. Benim bu rahatsızlıkla ilgili asıl ilginç bulduğum şeyse arka planda yatan psikolojik nedenlerdir. Normalde psikotik olmayan bir kadını, hamile olduğuna inanacak kadar bedensel değişim yaşamaya iten şey ne olabilir? Genelde bu kişiler hamile kalma arzusuyla yanıp tutuşurlar. Bu kişilerde özsaygı ve kimlik duygusu, bebek sahibi olmakla ya da en azından içinde bir bebek taşımakla yakından ilgilidir. Bazı kişilerde gebelik yalnızlığı aşmaya veya dikkat toplamaya yarayan bir unsur olabilir. Çocuk sahibi olamayan kimi kadınlarda biyolojik başarısızlık duygusu, zihni kandırarak kadını yalancı gebeliğe itebilir. Hamilelik bazı kadınlara ise üreme veya bir erkeği elde tutma gücü gibi bir güç verir. Sonraki birkaç hafta çabucak gelip geçti. O süre içinde seminerlere gitmekle, hasta bakmakla ve bir araştırma çalışmasını bitirmekle meşguldüm. Ofisimde Perşembe eğitimi için notlarımı hazırladığım sırada telefon çaldı. Arayan Anne di. Beni aramasına sevinmiştim ama öyle hıçkırarak ağlıyordu ki ne dediğini anlamakta zorlanıyordum. Derin bir nefes al ve yavaşla Anne dedim.
129 129/411 Âdet oldum! Hamile değilmişim! O cadı Sefton haklıymış. Duraksayıp burnunu temizledi. Artık uğruna yaşayacağım hiçbir şey yok İşte bu dikkatimi çekti. En erken ne zaman gelebilirsin? Konuşmalıyız. Hastayı geri kazandığımı anladığım bu an, dostum yüce Jim in havasının söneceğini düşünmeden edemedim. Bundan iki saat sonra, verdiğim eğitimin ardından, Anne bezgin ve üzgün görünümüyle kendini güçlükle ofisime attı. Zayıflamıştı ve hiçbir gebelik belirtisi göstermiyordu. Otur lütfen Anne. Anlat bakalım neler oldu. Kanepeye oturdu, bana baktı. Dr Sefton kısmen haklıymış. Ben aslında hiç hamile kalmamışım. O kadar çok istemişim ki aklım beni gerçekten hamile olduğuma inandırmış. Üstelik kendim de terapistim! Anlamalıydım böyle olduğunu. İstedikleri bir şeyi elde edemeyince insanların nasıl deliye döndüğünü gayet iyi bilen biriyim. Devam et dedim. Ama her şey öyle tuhaftı ki! Bebeğin tekmesini hissettiğime yemin edebilirdim. Doktorum şimdi diyor ki o gazdan olabilirmiş. Nasıl olur böyle bir şey? Bazen bir şeyi o kadar çok isteriz ki zihnimiz bedenimizi o şeye inanmaya iter. Söylesene, neden bu kadar çok istiyorsun hamile kalmayı? Ben hep anne olmak istemişimdir. Ailemde bu kadar çok bebek olduğu halde benim hiç bebeğimin olmaması da haksızlık ayrıca. Kız kardeşinin ikizleri olacaktı değil mi? Oldu mu? dedim.
130 130/411 Anne gözyaşlarına boğuldu. Evet, bir kızı bir de oğlu oldu. Öyle de şirinler ki Ne kadar şanslı şu Valerie, nefret ediyorum ondan. Anne e mendil uzattım. Burnunu sildi, devam etti. Ayrıca Karen e ve onun üç küçük kusursuz meleğine de dayanamıyorum. Anlaşılan kardeşlerinle aranda bir sürtüşme var dedim. Eh, tabii. Ama onlar mutluluktan öyle kendilerinden geçmiş durumdalar ki, farkında bile değiller. Artık kimse beni fark etmiyor zaten. İşte şimdi bir yerlere varmaya başlamıştık. Anne nihayet durumunun gerçekliğini kabul etmişti ve ardında yatan nedeni araştırmaya gönüllüydü. İlk ne zaman başladın kendini böyle hissetmeye? dedim. Bilmem ki Küçükken sanırım. O zamanlar ben evin bebeğiydim ve çok özel muamele görürdüm. Herkes beni çok sevimli ve olgun bulurdu. Kendimi hep annemin gözdesi gibi hissederdim. Ablalarım da bana kimin bakacağı konusunda kavga ederlerdi. Bu durum ne zaman değişti? Yavaş yavaş değişti. Sanırım ortaokula geldiğim sıralarda küçük sevimli kız olmaktan çıkmıştım. Güzel olan Karen di artık. Valerie komik olandı, bense ne olduğumu bilmiyordum. Artık kendini özel hissetmemeye başladın yani. Nasıl başettin bu durumla? dedim. Derslerime çok çalıştım ve akıllı olan oldum. Ama kimse aldırış etmedi. Özellikle de kız kardeşlerim liseden sonra hemen evlenip iki de bir bebek pırtlatmaya başlayınca.
131 131/411 Dünyalar annemle babamın oldu tabii. Sonra da benim için endişelenmeye başladılar. Evde kalmış, zavallı kızları terapist olmak için üniversiteye gidiyordu. Hiç evlendin mi peki? Gordon la beş yıldır birlikte yaşıyoruz. Bir kâğıt parçası yüzünden birbirimize daha çok bağlanacağımıza inanmıyoruz. Hem doğrusunu isterseniz ailemin benden çok, o kâğıt parçasıyla ilgilenmesine de içerliyorum. Gordon evlenmek istese evlenir miydin? dedim. Anne tekrar ağlamaya başladı. Bilmiyorum, belki. Ama evlensem bile annem yakamdan düşsün diye evlenirdim. Belki de istiyorumdur. Ne bileyim! Ama bebeği çok daha fazla istiyorum ve bir türlü bebek sahibi olamıyoruz. Anne bunun ardından düşüklerini anlattı ve ilk düşükten sonrakilerden ailesine bahsetmediğini söyledi. Çok büyük hüsrana uğruyorlardı çünkü Anne için değil tabii ki, yeni bir torundan mahrum kaldıkları için. Bebek sahibi olmakta zorlanmasına ve bebeği olmazsa Gordon un onu terk edeceğinden endişe etmesine rağmen Anne hâlâ ergenlik uzmanlığına dayalı psikoterapi mesleğini yoğun biçimde devam ettiriyordu. Kimliği konusundaki özgüvensizliklerinin de ergenlik döneminde ortaya çıkmış olması dikkatimi çekti. Ergenlik çağındaki kişileri tedavi etmeyi seçmiş olması büyük olasılıkla tesadüf değildi. Akıl sağlığı profesyonellerinin çoğu kısmen kendi kişisel çatışmalarına çözüm bulmak için bu alana ilgi duyarlar. Yeme bozukluğu olan hastaları tedavi eden anoreksik görünümlü psikiyatrlar, duygudurum rahatsızlıkları kliniği işleten
132 132/411 hipomanik psikologlar ve obsesif kompulsif bozuklukların tedavisine odaklanan obsesif terapistler tanıdım ben. Bu kişilerin bazıları, özellikle de kişisel çatışmalarının üstesinden gelebilenler, o konuda daha iyi bir terapisttir çünkü, kendi yaşadıklarını yaşayan hastalara karşı daha anlayışlıdır. Sorunlarıyla mücadeleyi sürdüren terapistler ise hastalarının sorunlarının kendilerininkine çok yakın olduğunu ve bu durumun hastaya yardım etme kabiliyetlerini engellediğini fark edebilir. Anne in özgüven eksikliğiyle ve kardeşlerine karşı rekabetçi duygularıyla yüzleşmesi için yeniyetmelikteki evin bebeği olma ihtiyacından vazgeçmesi ve şimdiki halini takdir etmesi gerekiyordu. Eğitimli bir yetişkin, başarılı bir terapist ve uzun süreli bir ilişkinin partneriydi o. Bugünkü seans onun için büyük bir adım olmuştu. Anne hamile olmadığını kabul etmiş, anne olmanın benlik duygusu açısından ne kadar hayati önem taşıdığı konusunda konuşmuş ve kız kardeşlerine karşı hissettiği rekabeti açıklıkla dile getirmişti. Tahminimce bu rekabet dürtüsü öyle güçlüydü ki onun bilinçdışı zihnini, bedeni yalancı gebeliğe inandırsın diye zorlamıştı. Belki önceki iki düşüğü de histerik gebeliklerdi. Biyolojik düzeyde kadınlar genetik olarak üremek üzere hazırlanmışlardır. Bir kadın kısır olduğunu öğrenirse kendisini fizyolojik açıdan başarısızlığa uğramış hissedebilir ve bu da yıkıcı birtakım psikolojik sonuçlar doğurabilir. Kısır olan her kadın bu zorlukla kendi yöntemiyle başeder ve tabii partneri de onun başetmesinde önemli rol oynar. Bazı çiftler nihayetinde evlat edinir, bazıları ise başarı güvencesi olmayan yüksek teknolojili fertilite prosedürlerine başvurur.
133 133/411 Kısırlığın yarattığı stres kimi zaman katlanılmaz hale gelebilir ve sonuçta pek çok çift ayrılır. Kısırlığın bazı kadınları deliliğe sürüklediği bile bilinir. Doğurganlığı olmayan kadınlar hamile bir kadına ya da bebeğe bakmaya bile dayanamayabilir, her ay âdet döneminde depresif duyguduruma girebilirler. Yalancı gebelik pek çok kadın için kabul edilemez bir gerçekliğe getirilen geçici ama son derece ender rastlanan bir çözümdür. ERTESİ HAFTA HASTANE KAFERTERYASINDA Jim ile öğle yemeği yiyordum. Duvar kenarındaki boş bir masaya oturduk. Sandviçimden bir lokma ısırmıştım ki Jim, Kasadaki esmer hemşireye bak, saat on bir yönünde dedi. Yemeğini yesene Jim dedim. Bekârlar barında değiliz. Evet de kız çok tatlı, tam da bana doğru gülümsüyor. Yatmış mıyımdır onunla acaba? Başımı kaldırıp baktım. Güzel bir kızdı; Jim i çok aşan türden. Hiç sanmam. Hey, Pam Sefton un bana yönlendirdiği şu terapist hastayı hatırlıyor musun? Jim güldü. Hani o aptal parmaklarının arasından kayıp gitmesine izin verdiğin psödosiyezisi olan şahane hasta mı? Her neyse işte dedim. Artık onu haftada bir görüyorum. Üstelik bu konunun temelinde müthiş bir tez yattığını da düşünüyorum. Jim yemeyi bıraktı, şaşkınlığını gizlemeye çalışarak bana baktı. Harika Gary. İyi şanslar sana. Sonra da saatine bakıp Tüh, benim gitmem lazım dedi. Ayağa kalktı, sandviçini kâğıda sardı. Sonra görüşürüz.
134 134/411 Jim i morartmak hoşuma gitmişti ama kalkıp gittiğini görünce kendimi kötü hissettim. Anlaşılan şaka yapmayı biliyordu ama kaldırmayı bilmiyordu. Ya da kendisi üstün durumdayken rekabetçi takılmalar iyiydi hoştu ama üstünlüğü kaybedince arkasına bakmadan kaçıyordu. Ne yazık ki kariyer eğrim yükseldikçe Jim ile dostluğum neredeyse sona erdi. Bunda benim rekabetçi yanımın ne gibi bir etkisi olduğunu daima kendime sordum ama sonradan anladım ki asıl mesele Jim in kendisiydi. Onun senelerdir konuşmadığı -biri Wall Street finansçısı, diğeri Boston da güçlü bir dava vekili- iki tane çok başarılı erkek kardeşi vardı. Jim le aramda hissettiğim rekabete kafa yorarken, Anne in kız kardeşleriyle rekabete dayalı sorunlarını nasıl yeni yeni fark ettiğini düşündüm. Terapinin ilerleyen birkaç ayında Anne in ya bebek gibi davranarak ya da bebek yaparak dikkat çekme ihtiyacını araştırdık. Anne ayrıca evlenmeme konusundaki tavrının da Gordon un kendisiyle evlenmek istemeyebileceği korkusu karşısında geliştirilmiş bir savunma olduğunu anladı. Anne in nihayetinde özgüveni arttı, Gordon ile ilişkisi sağlamlaştı ve Gordon ona evlenme teklif etti. Anne teklife tahmin ettiğim gibi çok heyecanlandı ve kabul etti. Gordon ona, kendi çocukları olsa da olmasa da onu sevdiğini söyledi ve ikisi evlat edinme konusunu ciddi ciddi düşünmeye başladılar. Gordon la Avrupa da balayında oldukları bir aylık süre içinde Anne i görmemiştim. Bir ayın sonunda bronz bir ten,
135 135/411 beyaz bir tunik ve turkuvaz bir kolyeyle ofisimden içeri girdi. İri yeşil gözleri ışıldıyordu, verdiği birkaç kiloyu geri almıştı. Dr Small, sizi görmek ne güzel dedi. Gordon la Yunanistan da harika vakit geçirdik. Deniz öyle mavi ve berrak ki Çok sevindim Anne. Böyle bir ara vermeye ihtiyacın vardı. Anne kanepeye oturdu ve sırıtmaya başladı. Biliyor musunuz, kız kardeşlerimin hiçbiri balayında Avrupa ya gitmedi. Hatta sanırım ikisi de bir-iki defa Florida ya gitmek dışında Kuzeydoğu dan bir kez olsun ayrılmadı. Öyle mi? dedim. Gordon la da öyle yakınlaştık ki hem dost hem de sevgili olduk. Kız kardeşlerimin kocalarıyla böyle bir ilişkisi olduğunu hiç sanmıyorum. Anne, bugün burada daha önce tartıştığımız bir temayı yeniden duyuyorum senden. Öyle mi? Neyi? dedi Anne. Kız kardeşlerine yönelik rekabetçi duygularını. Fakat şimdi konu bebekler yerine ilişkiler ve balayları olmuş. Bebekler! En güzelini duymadınız daha! Nedir? dedim, giderek kaygılanarak. Hamileyim! Ah, işe bak, diye düşündüm. Tekrar başa mı döndük acaba? Dikkatle ilerlemem gerekiyordu. Çok iyi bir haber dedim, tereddütle. İyi mi? Şaka yapıyorsunuz herhalde? Muhteşem bir haber dedi Anne. Neden heyecanlanmadınız benim adıma?
136 136/411 Ne zaman öğrendin? Anne güldü ve Bu sabah evde üç gebelik testi daha yaptım, hepsi pozitif çıktı dedi. Karnıma baksanıza! Tuniğini kaldırdığında karnının tıpkı histerik gebelik dönemindeki gibi şiştiğini gördüm. Konuşmaya devam etti. Çocuk sahibi olamayan çiftlerde olur ya hani; tam evlat edinmeye karar verdikleri sırada kadın hamile kalır? Alın benden de o kadar! İki elini kaldırarak zafer işareti yaptı. Heyecanlısın biliyorum Anne, ama kadın doğum doktoruna gittin mi? dedim. Derdiniz nedir sizin, Dr Small? Benim adıma sevinirsiniz sanmıştım. Yedi ay önce Gordon dan ayrılmaya hazırdım, şimdi sayenizde mutlu bir evliliğim var ve bebeğim olacak. Anne in gebe olması mümkündü tabii ama kız kardeşleriyle rekabetin yeniden ortaya çıkması, durumunda bir gerileme olduğuna işaret ediyordu ve ben de yalancı gebeliğin genelde tekrarlandığını biliyordum. Gebeliğin doğruluğu veya yanlışlığı gerçek bir laboratuarda ne kadar erken kanıtlanırsa Anne in psikolojisi açısından o kadar iyi olacağını düşündüm. Ayrıca kadın doğum doktoru konusunu konuşmaktan bile kaçınmasının yeniden inkâra girdiğinin bir diğer göstergesi olduğundan da şüphe ettim. Terapiyle geçen aylarımız boyunca Anne in içgörü kazandığını ve terapisti olarak benimle ittifak oluşturduğu hissini edinmiştim. Gerçekle yüzleşmesine yardımcı olmak ya da en azından resmi bir kan testi yaptırmasını sağlamak için onu biraz daha zorlarsam inkârını aşmasını sağlayabilirdim.
137 137/411 Anne hamile olduğunu umuyorum gerçekten ama yine zihnin bedenini yanıltıyor olabilir. Ne zaman kan testi yaptırmayı düşünüyorsun? Ne diyorsunuz yani? Yine gerçekten hamile olmadığımı mı düşünüyorsunuz? dedi. Onu demedim Anne. Ama şu an benim bebeğine heyecanlanmam, senin için çok önemliymiş gibi görünüyor. Tıpkı ailenin bebekler için heyecanlandığı gibi. Son birkaç ayda bebek sahibi olmanın, senin için şimdiye dek hep özsaygı açısından temel unsur olduğunu tartışıp durduk. Size kulak vermiyor değilim Dr Small. Ne demek istediğinizi de anlıyorum ama umurumda değil doğrusu. Biliyorum çünkü hamile olduğumu. Göğüslerim şişti ve hassaslaştı, sabahları da midem bulanıyor. Hem böyle olumsuz konuşmalara da ihtiyacım yok. Aslına bakarsanız bence şu an terapiye hiç ihtiyacım yok. Anne i kalmaya ikna etme çabalarıma karşın kararından döndüremedim. Sorunlarını atlatmasına yardımcı olduğum için bana teşekkür etti ve gidişattan beni haberdar edeceğine dair söz verdi. Ama artık hamile olduğu için hayatında herhangi bir olumsuzluk istemiyordu. Olumluluk içinde yaşamak istiyordu. Ona bunun kulağa inkâr gibi geldiğini söylediğimde sadece güldü ve Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? dedi. Geriye dönüp bakınca Anne e belki de çok yüklendiğimi, o noktada ona daha fazla destek vermem gerektiğini düşünüyorum. Hatırladım ki onu bir hasta olarak ilk dizginlediğim zaman, onun bakış açısını benimsediğim ve hastane dışında ikinci bir görüş alması gerektiği konusunda ona katıldığım
138 138/411 zaman olmuştu. Tabii Anne in terapiyi zaten bırakmayı planlıyor olması da bir ihtimaldi. Çoğu hastanın psikoterapiyi istemesi için motive edilmesi gerektiğini öğrenmiştim. Anne ise şu an üstünde çalışılması gereken herhangi bir sorunu olmadığını düşünüyormuş gibi görünüyordu. İlginçtir ki en derin ve en yararlı terapi çalışması, hastaların duygusal acı veya kriz içinde olmadıkları zaman yapılır. Hastalar ancak böyle zamanlarda psikolojik dünyalarını gerçek anlamda araştıracak bir dinginliğe ve perspektife sahip olurlar. Sonraki birkaç ay içinde Anne den genelde iş saatleri sonrasında birkaç telefon mesajı aldım. Benimle doğrudan konuşmak istemiyordu besbelli. Mesajlarında hamileliğinin harika gittiğini, Gordon la bebek odasının badanasını yaptıklarını ve kız kardeşlerinin ona bebek partisi düzenlediğini söylüyordu. Gebeliğine ilişkin herhangi bir tıbbi belgeden söz etmiyordu. Onu aradığım zamanlarda karşıma hep telesekreter çıktı. Sonradan psödosiyezi konusunda okumaya devam ettim ve yazmayı planladığım inceleme tezinin taslağını çıkarmaya başladım. Sekizinci aya kadar hamileliğine inanmayı sürdüren kadınlara dair birkaç vaka raporu olduğunu öğrendim. Anne in de onlardan biri olabileceğinden endişe duydum. Anne in telefon mesajları nihayetinde kesildi ama altı ay kadar sonra kendisinden bir not aldım. İlişiğinde iki fotoğraf bulunan, elle yazılmış bir karttı bu. İlk fotoğraf erkek olduğu açıkça belli olan iri bir fetüsün siyah-beyaz ve bulanık amniyosentez fotoğrafıydı. Aklıma bir anda Anne in yalancı gebeliğinin iyice ileri boyuta vararak, psikotik bir annelik
139 139/411 kuruntusuna eriştiği ve onun yenidoğan kliniğinden fotoğraf çaldığı geldi. Ancak ikinci fotoğraf korkularımı yatıştırdı. Fotoğrafta Anne ve 30 lu yaşlarında bir adam, muhtemelen Gordon, güzel bir oğlan çocuğunu tutuyorlardı. Çocuğun gözleri iri, delici ve elaydı. Anne yazdığı notta oğlunun ilk iki fotoğrafının bir kopyasını benimle paylaşmak istediğini söylüyordu. Onun adına çok sevinmiş ama kendi adıma biraz utanmıştım. Doğrusu Anne in haklı olabileceği fikrine yeterince şans vermemiştim. O akşam evime girerken aklımda hâlâ Anne vardı. Kız kardeşleriyle rekabetinin onu hamile değilken hamile olduğuna inanmaya itişi beni hayrete düşürüyordu. Fakat aynı zamanda onun girdiği rekabetin, benim dostum Jim le rekabetimi yansıttığını da düşünüyordum. Acaba kendi sorunlarım, Anne e sorunları için yardımcı olma kabiliyetime engel mi olmuştu? Yoksa benzeri bir durumdan geçtiğim için beni daha anlayışlı mı kılmıştı? Sağlıklı rekabet ne zaman çizgiyi aşıp insanları psikotik biçimlerde davranmaya iten sağlıksız rekabete dönüşür? Hastam için bu, hayat boyu süren bir mücadele olmuştu ve ben, acaba bebeğinin olması sorunlarını yatıştıracak mı yoksa yeniden canlandıracak mı diye düşünmeden edemedim. Gidip televizyonu açtım. Celtics yine Lakers la oynuyordu. Neyse ki etrafta Celtics taraftarı yoktu da kazanan Lakers a yüksek sesle tezahürat yapabilecektim. Mutfaktan soğuk bir bira aldım ve Kerim Abdul Cabbar ın Larry Bird ün önünde topu alıp üzerinden smaç yapışını izledim. Ama Kerim e faul yapıldı ve düştü. Larry döndü ve yerden kalkmasına yardım
140 140/411 etmek için ona elini uzattı. Bu iki basketçi dostane rekabet sanatının ustası olmuşlardı.
141 ALTINCI BÖLÜM SESSİZLİĞİN TEDAVİSİ 1984 Sonbaharı
142 142/411 405 GÜNEY OTOYOLU NA DÖNMEYİ BEKLERKEN kahvemi sabitleyip radyonun kanallarıyla oynamaya başladım. İşime gidiyordum ve trafik henüz sabahın 7 sinde tıkanmıştı. Mulholland Drive üstgeçidinin yakınındaki tepeye vardığımda dikiz aynasından geride uzanan San Fernando Vadisi ne baktım. Santa Ana rüzgârları her zamanki sis ve pusu dağıtmıştı ve manzara çocukluğumdaki kadar güzeldi. Tek fark, şimdi daha az çiftlik, daha çok bina olmasıydı. Boston daki psikiyatri ihtisasımdan sonra Los Angeles a dönmekten çok mutluydum. Eski dostlara ve aileye yeniden kavuşmak harikaydı. Mezun olduğum UCLA da şimdi geriatrik psikiyatri bölümünde görev yapıyordum. Yaşlılara yönelik psikiyatri burada henüz yeni başlıyordu ve ben de bu konuda önemli bir ihtiyaç olduğunu görmüştüm. Sıkça akıl karışıklığı yaşayan ve ihmal edilen, çok sayıdaki tıbbi rahatsızlığı yüzünden karmaşık birer vaka olan yaşlılarla çalışmaya gönüllü genç psikiyatrların sayısı pek fazla değildi. Ayakta tedavi gören genel hastalarım ve konsültasyon pratiğim yavaş yavaş gelişirken, geriatrik alanda klinik araştırmamı yapılandırmaya başlamıştım. Ancak bu benim için hiç de sandığım kadar kolay bir geçiş olmuyordu. Harvard daki üç yılımda ülkenin dört bir yanından başvuran en iyiler arasından özel olarak seçilmiş, elit bir grubun stajyerlerinden biriydim. Orada kendimi kanıtlamış, isim yapmıştım. UCLA da saygın bir kuruluştu ama çok büyüktü ve şimdi yine engin bir denizde isimsiz, küçük bir balıktım. Meslektaşlarımı tanımak ve güvenlerini kazanmak biraz vaktimi alacaktı.
143 143/411 UCLA Tıp Merkezi en az Harvard Mass General Hospital kadar hareketliydi ama Los Angeles ın kendisi gibi tıp merkezi de daha geniş alana yayılmış bir yapıdaydı. 1953 te inşa edilen UCLA Tıp Merkezi erken dönem modern mimarinin en iyi örneklerinden biri sayılıyordu. Tuğladan yapılma 11 katlı ana hastane binası ile okulun birbiriyle kesişen yarım düzine kanadı, yukarıdan bakıldığında bir ızgara düzeni oluşturuyordu. Pencerelerin üstündeki paslanmaz çelikten yatay havalandırma panjurları bizi ısıdan ve gün ışığından koruyordu ama içeriden bakınca parmaklığı andırıyorlardı. Güneşin yönüne bağlı olarak da bazen hapishanede çalışıyormuşuz görüntüsü ve hissi yaratıyorlardı. Dördüncü kat hemşire bölümünde sabah konsültasyonu notlarımı yazıyordum ki upuzun doğu-batı koridorundan çınlayan bir ses geldi. Sonra nörolojiden bir grup asistan doktorun, uzman doktor Ralph Porter ın peşinden, sabah kontrolü dâhilinde bir hastanın odasından çıktığını gördüm. Porter hastadaki inme ve hematom hakkında ahkâm kesiyordu. Kendisi, cevaplayamayacaklarını bildiği sorular sorarak asistan doktorları aşağılamaktan zevk alan, gürültücü çokbilmişlerden olduğu için, dikkatimi notlarıma vermekte zorlanıyordum. Grup, hemşire bölümünün yanında toplaştı ve Porter nöroloji birinci sınıftan utangaç bir asistan doktora, az sonra görecekleri hastayı anlatmasını söyledi. Kız tereddütle konuşmaya başladı. Kendine güvenmediği her halinden belliydi. Tam da Porter ın dişine göre Los Angeles ın güneyindeki hareketli ve sanata meraklı sahil kasabası Venice ten gelen genç ressam Heather Phillips i
144 144/411 anlatıyordu. Heather bir ay önce gribe yakalanmış, kız kardeşi tarafından yerel hastaneye yatırılmıştı. Hasta orada dilsiz ve tepkisiz hale gelmişti. Omurilikten su alındığında beyin omurilik sıvısında lökoside rastlanmıştı. Bu da menenjit, ensefalit veya başka türde bir beyin enfeksiyonuna işaret ediyordu. Hastaya damar içi antibiyotik tedavisi uygulamışlardı ama iyileşme görülmediği için doktorlar hastalığın viral olduğuna karar vermişti. Hasta yine tepkisiz kalınca UCLA ya sevk edilmişti. Heather ın nörolojik muayenesi, sorulara ya da talimatlara sözel veya fiziksel tepki vermemesi dışında normaldi. Bu vakada bir gariplik var gibi geldi bana. Hastada beyin enfeksiyonu varsa neden o kadar hızla ve uzun süre konuşamaz olmuştu? Neden zihni bir açılıp bir kapanmıyor, sanrılı bir süreçten geçmiyordu? Ayrıca neden nörolojik muayenesinde diğer her şey normaldi? Menenjit hastalarında genelde boyun sertleşmesi olurdu. Ekip koridordan Heather ın odasına doğru ilerlerken Dr Porter a yetiştim ve onlara katılıp katılamayacağımı sordum. Porter yaka kartıma bakıp küçümseyerek güldü. Psikiyatrist ha? Olur tabii, neden olmasın? Belki bu sayede hastanın çocukluğundaki hangi travma yüzünden beyin iltihabı geçirmekte olduğunu anlarız. Alaycılığı duymazdan geldim. Elimden geleni yaparım Dr Porter. Hep birlikte Heather ın odasına doluştuk. Hasta pencere kenarındaki yatakta, başı dikleştirilmiş olarak yatıyordu. Diğer yataksa boştu. Muhtemelen 30 lu yaşlarındaki bu ince, soluk,
145 145/411 esmer kadının yüzünde boş bir ifade vardı. Porter onun yanına giderek kendini tanıttı. Hastaya ismini sordu ama hiçbir yanıt alamadı. Nerede olduğunu bilip bilmediğini sordu, yine tepki yok. Birkaç oryantasyon sorusu denedikten sonra üstünkörü bir nörolojik muayene yaptı. Refleks çekicini çıkarıp Heather ın reflekslerini kontrol etti. Refleksler güçlü ve simetrikti. Ardından hareket erişimini ve esnekliği kontrol etmek için hastanın üst kolunu sabit tutarak alt kolunu ileri geri hareket ettirdi. Sonunda asistan doktorlara dönerek vakayı özetlemesi için bir gönüllü istedi. Tedirgin genç nörologlardan biri ensefalitin ayırıcı tanısını anlatırken benim gözüme tuhaf bir şey takıldı. Heather ın kolu hâlâ havada, Porter ın bıraktığı yerdeydi. Görünüşe bakılırsa bunu benden başka fark eden de yoktu. Asistan doktor Porter ı etkilemeye çalışarak bir şeyler gevelemeye devam ederken, ben Heather ın kolunun neredeyse gözle ayırt edilemeyecek kadar yavaş bir biçimde aşağı inişini izledim. Hayal mi görüyordum acaba? Neden başka kimse görmüyordu? Şimdi söylesem kafadan çatlak olduğumu mu düşünürlerdi? Porter aniden bana döndü. Dr Small, bu sunum sizi mest etti sanki. Hastanın rahatsızlığının ardında yatan bilinçdışı motivasyonu keşfedebildiniz mi? Bu adam psikiyatristlerden hoşlanmıyordu, orası kesin. Acaba kendisi ne gibi tuhaf kişisel sorunlar barındırıyordu? Daha değil, doktor. Ama sakıncası yoksa formal bir konsültasyon yapmak isterim. Porter güldü. Tabii, buyurun. Aslında dişçiyi de çağıralım, bakalım o ne bulacak. Gruptan bir-iki kişi kıs kıs gülerken,
146 146/411 ben yüzümün kızardığını hissettim. Nefret ediyordum yüzümün kızarmasından. Porter bu psikiyatri karşıtı yaklaşımında yalnız değildi. 1980 lerin başlarında pek çok dâhiliyeci ve cerrah psikiyatriye çok az değer verirdi. Psikiyatriyi anlamazlardı, hastalar da akıl hastası diye damgalanmaktan korkardı. Tıp fakültesindeyken arada bir öğrencilerden ya da profesörlerden birinin, bilimden çok spekülasyona dayalı etkisiz bir uzmanlık olduğunu söyleyerek psikiyatriyle dalga geçtiğini duyardım. İhtisas dönemimde bu önyargıların nedenleri hakkında daha fazla bilgi sahibi oldum. İskoç psikiyatr R. D. Laing kanıtlanmış fiziksel bir nedeni olmadığına göre, akıl hastalığının bir hastalık olarak kabul edilip edilmemesi gerektiğini sorgulamıştı. Ona göre delilik kavramı politik ve kişiler arası etkilerden doğmuştu. 1973 te Stanford lu psikolog David Rosenhan psikotikmiş gibi davranan üniversite öğrencilerinin psikiyatri tesislerine nasıl giriş yaptığını anlatan Deli Yerlerde Aklı Başında Olmak Üstüne adlı kitabını yayınladı. Bu yalancı hastalar, hastaneye yatırıldıktan sonra delilik taklidini bıraktıkları halde normal davranışları hastane çalışanları tarafından psikoz belirtileri olarak algılanmıştı. İlginç olan, asıl yatılı hastaların bunu gayet iyi bilmesiydi. II. Dünya Savaşı ndan sonra pek çok tıp okulunun psikiyatri bölümünde psikanaliz -bir zihin araştırması ve tedavisi teorisi- hüküm sürdü. Freudyen psikanalizde hastalar serbest çağrışımlarını, fantezilerini ve rüyalarını analistlerine anlatır. Ardından analist hastanın semptomlarına veya
147 147/411 problemlerine yol açtığını varsaydığı bilinçdışı çatışmaları yorumlar. Hasta analistin yorumuyla içgörü kazandığında semptomlarda genelde iyileşme görülür. Ancak bu, günlük tedavilerle bile, yıllarca sürebilir ve tabii son derece pahalıya mal olur ve çok vakit alır. Psikanaliz pek çok insana nevroz ve kişisel problemler konusunda yardımcı olmuştur. Ancak sistematik çalışmalar benzeri bir tedavi yaklaşımı olan psikodinamik psikoterapinin etkinliğini kanıtlamış olsa da, psikanalizin sadece anlayışlı ve destekleyici biriyle konuşmaktan daha iyi işlediğini bilimsel olarak kanıtlamak zordur. Ayrıca psikanaliz herkes için uygun da değildir. Özellikle de şiddetli depresyonu veya psikozu olan hastalar için uygun olmaz. Zihinsel semptomları genelde daha hızlı iyileştiren antidepresanların ve antipsikotik ilaçların geliştirilmesiyle birlikte tıp camiası psikiyatriye biraz daha ısınır gibi oldu. Öte yandan pek çok psikiyatr da sadece psikanalitik yaklaşımlar kullanmak yerine, daha eklektik bir stratejiye geçerek, konuşma terapisi ile ilaçlı tedaviyi bir arada kullandı. Psikiyatrinin bu şekilde tıbbileştirilmesi, diğer tıp disiplinlerinin bu dalı daha güvenilir bulmasını ve kabullenmesini sağladı. Ne var ki psikiyatri karşıtı tutumlar, özellikle de yaşı daha ileri olan hekimler arasında varlığını sürdürdü. Pek çok doktorun ve halktan insanın psikiyatriye karşı önyargısının ardında korku yatar. Kendi zihinsel çatışmalarının inkârı içinde olan insanlar kimi zaman gizli psikolojik sorunlarının fark edilmesini önlemek için psikiyatristlerden kaçınır veya onlara saldırırlar. Sanki psikiyatristin böyle bir şeyi yapacak sihirli gücü varmış gibi
148 148/411 Ancak Ralph Porter ın durumunda psikiyatri karşıtı iğnelemeler şahsi bir meseleymiş hissi uyandırıyordu bende. Oysa ben resmi psikiyatrlığıma yeni yeni başlıyor, ciddiye alınmak istiyordum. Porter ın bana kendimi bir anda güvensiz hissettirebilmek gibi bir özelliği vardı. Psikiyatri karşıtı oklarını üzerime yönlendirdiğinde itiraf etmeliyim ki bir an için kariyer tercihimden şüpheye düşmüştüm. Neyse ki bu düzeysiz insana öfkem, güvensizliğime baskın geldi ve kendimi ona kanıtlamaya itti beni. Ortalık yerde küçük düşürülmenin de kendine özgü bir avantajı vardı, insanı görüşlerini kanıtlamaya itebiliyordu. ERTESİ SABAH RESMİ KONSÜLTASYONUMA başlamak için Heather ın odasına gittim. Televizyon açıktı ve Heather boş boş ekrana bakıyordu. Ona kendimi tanıttıktan sonra yatağın yanındaki sandalyeye oturdum. Heather beni hiçbir şekilde fark etmedi, alabildiğim tek tepki ise yüzünün önünde elimi çırptığımda gözlerini kırpması oldu. Yeni bir nörolojik muayene yaptım. Refleksleri hâlâ simetrik ve güçlüydü. Başını hafifçe yastıktan kaldırdım ve boynunu eğdim; hiçbir sertleşme yoktu. Son olarak asıl yapmak istediğim şeyi yaptım ve kolunu havaya kaldırıp bıraktım. Beş saniye kadar havada kalan kolu tutup yavaşça yatay duruma getirdim, orada da kaldı. 30 saniye sonra kol ağır ağır yana indi. Heather ın diğer kolunu denedim, yine aynı sonucu aldım. Kendimi Las Vegas gösterilerindeki hipnotik transa geçmiş gönüllü seyircisinden tuhaf pozisyonlarda donup kalmasını
149 149/411 isteyen hipnozlar gibi hissettim. Heather ise tüm bu süre boyunca televizyona baktı. Sinir bozucu bir şeydi bu. O güne dek hiç gözlerimle mumsu esneklik örneği görmemiştim ama tıp fakültesinde, derslerde okumuştum. Mumsu esneklik, uyarılara azalmış fiziksel tepki göstermek ve hareketsiz pozisyon koruma eğilimi diye tanımlanır. Bu rahatsızlığı olan birinin kolunu hareket ettirdiğinizde, siz yeniden kıpırdatana kadar kol aynı pozisyonda kalır. Diğer bir deyişle kol ve bacaklar mumdan yapılmış gibi tepki verir. Rahatsızlık ilk başta motor becerilerde büyük kayıp yaşayan ve kimi zaman saatler boyu sabit bir pozisyonda kalabilen katatonik şizofreni hastalarında tanımlanmıştı. Ender ve tedavi edilmeyen vakalarda hastaların bitkinlikten öldüğü oldu. Heather ın nabzına bakmaya hazırlandığım sırada içeri biri girdi. Pardon, siz gerçek doktor musunuz yoksa tıp öğrencisi mi? Arkamı döndüğümde Heather ın birazcık daha yaşlı halinin kapıda durduğunu gördüm. Kadın devam etti. Hastaneyi eğitmekten gına geldi artık bana. Yaşınız tutuyor mu sizin burada olmaya? O günlerde henüz saçlarım ağarmamıştı ve 30 uma yaklaştığım halde yaşımdan geç görünüyordum. Doğrulup elimi uzattım: Ben Dr Gary Small. Heather ın vakasında konsültasyon yapıyorum. Kadın elimi sıkmayınca geri çektim. Aman ne güzel, akıl doktoru çıktı bir de dedi. Sessizlik terapisi falan mı uyguluyorsunuz, ne yapıyorsunuz? Kardeşimin konuşmadığını fark ettiniz herhalde, değil mi? Çantasını ve mantosunu bırakıp odayı toparlamaya başladı.
150 150/411 Tıp doktorlarının kardeşinize ensefalit teşhis koyduğunu biliyorum dedim. Ama bazen hasta konuşmayı bıraktığında veya tepki vermediğinde psikiyatristin yardımı dokunabilir. Kadın derin bir iç çektikten sonra Heather ın saçını taramaya başladı. Öfkesi teslimiyete dönüşmüştü. Psikiyatrist de olur tabii, neden olmasın? Hastanede hangi uzman varsa gördük zaten. İsminiz nedir? dedim. Andrea. Heather ın ablasıyım. Asıl bana terapi lazım. Heather ın bu olayı tam bir kâbusa dönüştü. Sizin için çok zor olmuştur eminim dedim. Her şey öyle hızlı gelişti ki, inanılır gibi değil. Heather bir gün gribe yakalandı sonra bir baktık bu hale gelmiş. Geçen bir ay içinde herhangi bir iyileşme fark ettiniz mi? Ettim diyemem dedi Andrea. Bazı günler biraz daha kendine gelir gibi oluyor gerçi -sanırım saçını taramam hoşuna gidiyor- ama genelde ne olup bittiğinin farkında bile değil. Heather konuşmamızın farkında değilmiş gibi görünse de küçük bir ihtimalle bizi dinliyor olabilirdi. Bu yüzden Andrea dan koridora çıkmayı rica ettim. Koridorun en sonundaki sandalyelere oturduk. Heather hastalanmadan önce nasıl biriydi? dedim. Muhteşem bir sanatçıydı. Annem hep ailemizin yeteneklisinin Heather, zekisinin de ben olduğumu söyler. Kinayeyle güldü. Normalde bu sözleri kız kardeş rekabeti konusunu irdelemek için bir girizgâh olarak kullanırdım ama o konuya
151 151/411 girmemeye karar verdim. Heather hakkında daha fazla şey öğrenmeliydim. Resim yapıyormuş anladığım kadarıyla. Ne tür resimler yapıyor? dedim. Ruh haline bağlı dedi Andrea. Enerjisi yerindeyken haftalarca birbiri ardına inanılmaz, rengârenk, soyut resimler üretir. Kocaman resimler. Nasıl bu kadar üretken olup da uyumaya vakit buluyor, hiç anlamıyorum. Demek öyle dedim. Andrea devam etti. Ama bazen de günlerce stüdyosuna kapanır ve karanlık, kasvetli otoportreler yapar. Sanki başkası yapıyor o tabloları. Görünüşe bakılırsa Heather da bipolar affektif bozukluk diye de bilinen klasik manik depresyon vardı. Bu hastalık nüfusun yaklaşık yüzde 1 ini etkiler ve tipik özelliği, depresyon dönemleri arasına serpiştirilmiş aşırı coşkulu (öforik) duygudurum, yani mani episodlarıdır. Bipolar hastalar manik durumdayken fazla uyku ihtiyacı duymazlar. Üretken, enerjik, hatta genelde aşırı coşkun ve eğlencelidirler. Ancak mani yükseldiğinde, görkemlilikleri yüzünden başları derde girebilir. Bu hastalarda ayrıca hızlı konuşma, halüsinasyon, sanrı ve agresif davranış da görülebilir. Bipolarlar depresyon haline geçtiklerinde genelde uyuşuk olurlar ve çoğu zaman günboyu uyurlar. Bazı insanlarda hastalığın hafif bir çeşidi görülür ve bu kişilerde tam kapsamlı manik episodlar yerine hipomani olur. Yani hastalar gerginlik ve psikoz olmaksızın öfori ve üretkenlik yaşarlar. Depresyon dönemleri ise daha az şiddetlidir veya yok gibidir. Bu
152 152/411 hipomanik halin cazibesi yüzünden pek çok bipolar hasta, ruh hallerini dengeleyebilen ve geçişlerin sıklık ve yoğunluğunu azaltan lityumlarını almayı (sözde) unutur. Bipolar bozukluğu olan kişiler hipomanik ve manik episodlar sırasında sık sık sıradışı yaratıcılık patlamaları sergiler. Vincent van Gogh, Paul Gaugin, Jackson Pollock, Mark Twain, Ernest Hemingway, William Faulkner, Ludwig van Beethoven, Robert Schumann ve Brian Wilson de dâhil, en ünlü ressam, yazar ve müzisyenlerimizden bazılarında bu hastalığın olması şaşırtıcı değildir. Heather da değişken ruh hali varmış gibi geldi bana. Bu konuda kendisine yardımcı olması için bir doktora ya da terapiste gitti mi? dedim. Neden ki? Herkeste vardır değişken ruh hali. Hem Heather bir sanatçı. Kendisini o şekilde ifade ediyor dedi Andrea savunmaya geçerek. Ailenizde başka değişken ruh hali sergileyen biri var mı? Başını iki yana salladı. Akrabalarınızdan herhangi birinin psikiyatra gittiği veya lityum aldığı oldu mu hiç? dedim. Andrea bir an durup düşündü. Anne babamız biz üniversitedeyken araba kazasında öldü. Ama anneannemin bana East Coast taki bir akıl hastanesinde yıllarca yatan kız kardeşinden söz ettiğini hatırlıyorum. Fakat nesi vardı, ilaç alıyor muydu, bilmiyorum. Bu büyük teyze de manik depresif miydi acaba diye düşündüm. Hiç ilaçlı tedavi görmeden yıllar yılı bir hastanede yatmış olabilirdi. FDA mani tedavisi olarak lityumu ancak
153 153/411 1969 da onayladı. Ondan önce insülin şok terapisinden psikanalize kadar değişen çeşitli tedaviler uygulanırdı. Manik-depresif hastalık aile üyelerinde kendini gösterme eğiliminde olduğundan Heather ın olası aile tarihçesi de onda tanı konmamış bipolar hastalık olduğu yönündeki sezgimi destekliyordu. Andrea, bildiğin kadarıyla akrabalarından herhangi birinin alkol ya da uyuşturucu problemi var mıydı Bipolar hastalar bazen madde istismarıyla, özellikle de alkolle kendilerini uyuştururlardı. Bakın Dr Small, belli ki kardeşimin ensefaliti için psikolojik bir neden arıyorsunuz ama onun enfeksiyon hastalıkları uzmanına ihtiyacı var, akıl doktoruna değil, tamam mı? Size katılıyorum, enfeksiyon hastalıkları uzmanının vereceği bilgi son derece önemli. Ancak Heather ın durumu şu ana dek tüm doktorları şaşırttı. Bence aklımızı tüm olasılıklara açık tutmalıyız. Andrea kendini bir sandalyeye attı. Doğru diyorsunuz. Sonuçta ondan başka kimsem yok benim. Bir anda yüzüne çok üzgün bir ifade geldi. Acaba Andrea da da manik-depresif eğilimler olabilir miydi? Bu rahatsızlığın döngüleri arasında bazen dakikalar içinde geçiş olabiliyordu. Heather ı böyle görmek size çok zor geliyordur dedim. Andrea gözleri dolarak bana baktı. Heather hep güçlü biri oldu. Onu seviyorum ama karşımda hangi Heather ı bulacağımı hiçbir zaman bilemiyorum; içine kapanık, karamsar olanı mı yoksa fıkır fıkır, yaratıcı olanı mı? Şimdi de bu hale geldi.
154 154/411 Size çok acı veriyordur bu dedim. Evet dedi Andrea. Ama mesele ben değilim burada, kardeşim. İyileşmeli mutlaka. Andrea nın bu noktada kendi duygularının derinlerine inmeye hazır olmadığını görebiliyordum. Ben de zaten Heather ın hastalığıyla ilgili teorimin araştırmasını yapmak istiyordum. İsterseniz tüm uzmanlara bu olayın parçalarını bir araya getirmeleri için vakit tanıyalım dedim. Sizi daha fazla tutmayayım, kardeşinizle ilgilenin. Ben de Heather ın diğer doktorlarıyla konuşayım. Umarım daha sonra sizinle biraz daha konuşabiliriz. Ertesi gün Dr Porter ın yedinci kattaki ofisinin kapısını tıklattım. Kapı açık dedi Porter, çatlak bir sesle. 405 Otoyolu na bakan ferah, standart döşeli, metal masa ve metal dosya dolaplı ofise girdim. Duvarlar çerçeveli diploma ve ödüllere doluydu; Porter ın şişkin egosunu destekleyen belgeler Porter düzenlemekte olduğu slaytlardan başını kaldırdı. Ne var Small? Meşgulüm şu an İçeri makalelerim ve argümanlarımla donanmış olarak girdiğim halde Porter ın bana kendimi özgüven yoksunu bir ahmak gibi hissettirmesi sadece bir dakika sürmüştü. Neyse ki anlık aşağılanmalara karşın yoluma devam etmeyi artık öğrenmiştim. Hemen tezimi ortaya attım. Kuzey Dört teki konuşmayan hastayı muayene etme fırsatım oldu. Sanırım hastanda ensefalit komplikasyonlu katatonik sendrom var, katatonik sendromun kaynağı da manik depresif bozukluk.
155 155/411 Peter başını kaldırıp güldü. Deme ya? Yoksa kadın şöyle bir aklını başına toplayıp hepsini anlattı mı sana bunların? Öfkem devreye girerek beni iyice tetikledi. Hastanın kız kardeşi bana hastanın geçmişiyle ilgili pek çok bilgi verdi. Heather Phillips de açık ve net bir değişken duygudurum geçmişi var, aile üyelerinden birinde de muhtemelen bipolar affektif bozukluk vardı. Ayrıca hastayı muayene ettiğimde klasik mumsu esneklik sergiledi ve Porter sözümü kesti. Mumsu ne? Kadında viral ensefalit var be adam! Laboratuar sonuçlarını görmedin mi? Beyin omurilik sıvısında lökosit artışı var. Bu vakayla ilgili net bir şey varsa o da senin zihinsel bir şeyler olduğu konusundaki naif ısrarındır. Şimdi gidebilir misin lütfen? Öfkeden gözüm karardı. Hastanın bipolar bozukluk tedavisi görmesi gerekiyordu ama bu hıyarın gözleri psikiyatriye olan önyargısı ve inatçı küstahlığı yüzünden kör olmuştu. Duvarda asılı aptal plaketlerden birini alıp kafasına çakmak geldi içimden. Dr Porter, hastada ensefalit yok demiyorum ama aynı zamanda bipolar bozukluk tedavisi de görmesi gerekebilir. Saçma dedi Porter. Hem ne yapmamızı öneriyorsun? Zorla lityum mu verelim? Hayır. Bu noktada en güvenli ve etkili tedavi elektrokonvülsif tedavi, ECT olur dedim. Bak Small, beyin enfeksiyonu olan bir hastaya şok tedavisi yapacak değilim, tamam mı? Sana getirdiğim şu makalelere bir göz atabilir misin lütfen? dedim.
156 156/411 Masanın üstüne, şuraya bırak. 10 dakika sonra ders veriyorum, slaytlarımı hazırlamam lazım. Ben artık yokmuşum gibi masasının üzerindeki slayt çemberine döndü. Ben de makaleleri masaya bırakıp dışarı çıktım. Makalelerden biri Alan Gelenberg in klasik Katatonik Sendrom makalesiydi. Burada hem mumsu esneklik hem de katatoninin psikiyatrik ayırıcı tanısı anlatılıyordu. Gelenberg maninin katatoni için diğer tüm psikiyatrik rahatsızlıklardan, hatta şizofreniden bile daha yaygın bir neden olduğunu gösteriyordu. Diğer makalelerse modern ECT nin güvenliğini ve yararlarını açıklıyor, medyanın ve ECT yi iyileştirici bir müdahaleden çok, bir ceza gibi resmeden, One Flew Over the Cuckoo s Nest / Guguk Kuşu gibi filmlerin yarattığı eski algıyı yerle bir ediyordu. Porter ın ofisinden çıktıktan sonra kendi hücreme döndüm. Benim ofisimin de bir penceresi vardı ama tıp merkezinin çöp kovalarına bakıyordu. Neyse ki pencere boyalı ve kapalıydı. Artık uzman olduğum halde Porter gibi adamlar tarafından ciddiye alınmamak sinirimi bozuyordu. Görmezden gelinmek, alaya alınmaktan da kötü bir histi. Çok düşük de olsa Porter ın bıraktığım makalelere bakma ihtimali vardı ama duruma benim gözümden bakma ihtimali pek yoktu. Bana onun seviyesinde veya üstünde bir müttefik lazımdı ve tam da öyle birini biliyordum. Dr Larry Klein Amerikan psikiyatrisinde bir ikondu ve ben de akıl hocası olarak UCLA ya gelir gelmez onu arayıp bulmuştum. 1,65 boyundaydı ama gür sesi, müthiş zekası ve politik tavırlarıyla girdiği her ortamda hâkimiyet kurardı.
157 157/411 Toplantımız için ofisinde beklerken onun nam salmış, anlaşılmaz yazılarla dolu karatahtasına bakarak yazdıklarını deşifre etmeye çalıştım. Yazılanlar ya deha ya da delilik ürünüydü ki adamın cazibesi de zaten oradan geliyordu. Kapı aniden açıldı ve Larry uçarak yanımdan geçti. Koltuğuna oturmasıyla purosunu yakıp ayağını masaya koyması bir oldu. Yeni saç kesimini sevdim Gary. Pek bir Steve McQueen tarzı olmuş. Sağol Larry dedim. Gördüğüm kadarıyla sen hâlâ papyona devam. Daima Gary, daima. İnsan ne kadar resmi olsa azdır dedi. Söyle bakalım, neymiş bekleyemeyecek şu acil mesele? Larry e Heather ın sağlık durumunu ve Porter ın koyduğum tanıya ve tedavi önerilerime direnişini anlattım. Larry purosunu tüttürerek anlattıklarımı dinledi. Kendisi sadece dünya çapında bir psikofarmakolog değil, aynı zamanda saygın bir analistti. Porter tipinde karakterleri gayet iyi bilirim dedi. Güvensiz, takıntılı bir dâhiliyecidir. Muhtemelen buyurgan bir anneden kaynaklanan yetersizliklerini örtmeye çalışıyordur. Ayrıca bu ahmakla nasıl başa çıkılacağını da biliyorum. Bu arada senin değerlendirmen tam isabet gibi göründü bana. İyi iş çıkardın evlat. İçimde bir gurur dalgasının kabardığını hissettim. İdealize edilmiş baba figürü karşımda durmuş, çalışmamı övüyordu. Kendi babam olsa tanıyı neden daha önce koymadığımı sorardı. Şimdi Larry nin Porter a haddini bildireceğini biliyordum ama kendimi biraz da çocukca davranmış gibi hissediyordum.
158 158/411 Kariyerimin bu aşamasında bu olayı kendi kendime halledebilmeliydim. Ama en azından hasta gerekli bakımı alabilecekti. Larry purosunu dev kültablasında söndürdükten sonra Dur şu ahmağı bir arayayım ben dedi ve yan odaya seslendi: Janet, Dr Ralph Porter a çağrı gönderir misin lütfen? Hiç vakit kaybetmeden yukarı, hastanın odasına çıktık. Larry Heather ı nörolojik muayeneden geçirirken içeri Ralph Porter girdi. Ralph, Archives a yazdığın yazı müthişti. Larry nin kusursuz politik tavrından etkilenmiştim. Ralph ın ağzı kulaklarına vardı. Çok naziksin Larry. Dr Small, teşekkürler Dr Klein ı bu enteresan vakama dâhil ettiğin için. Ne yaltakçı adam diye düşündüm. Ne demek, rica ederim dedim. Onlara Heather ın mumsu esnekliğini gösterdim. Larry hemen atıldı: İnanılmaz ha, ne diyorsun Ralph? Evet. Benim ilk başta edindiğim, ensefalit dışında da bir şeyler olduğu yönündeki şüpheye çok uyuyor. İnsan ne daha ne kadar yalan söyleyebilirdi acaba? Larry manidar bir biçimde gülümsedi bana. O halde hepimiz bu katatonik sendromun hastanın ensefalitinde komplikasyon yaratmış olabileceği konusunda hemfikiriz, öyle mi? Ben başımı salladım, Ralph da, Olabilir dedi. Larry devam etti. Bana kalırsa kızcağıza biraz elektrik vermekle hiçbir şey kaybetmeyiz. Gary, hastayı ne kadar sürede ECT deneme tedavisi listesine sokabiliriz? Kardeşi bugün izin kâğıdını imzalarsa hastayı yarın sabah için programa alırım dedim.
159 159/411 Sence bu noktada izlenecek en iyi yol bu mu Larry? dedi Ralph. Kesinlikle. Hastanın geçmişinde bipolar bozukluğun işaretleri yeterli düzeyde var. Hem ECT seanslarından sonra tepki alamasak bile dururuz ve enfeksiyonun doğal sürecini takip etmesini bekleriz. ECT nin buna bir etkisi olmaz. O halde size tamamen katılıyorum dedi Ralph yılışık bir tavırla. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Harika dedi Larry. Ayrıntıları Gary takip eder o zaman. Her ne kadar angaryacı çocuğa indirgenmiş olsam da Porter ın Larry e yaltaklık yapmasını izlemekten tatmin duymuştum. Larry odadan çıkmak üzere ilerlerken bana göz kırptı ve Bu arada Ralph, bir yerde okuduğuma göre nüfusun yüzde bir ya da ikisinin omurilik sıvısında açıklanamayan lökosit olurmuş. Acaba bu ensefalit, dikkatimizi asıl meseleden kaydıran yanıltıcı bir şey olabilir mi? dedi. Ralph tükürdüğünü yalayarak, Her şey mümkündür Larry dedi. Larry onu duydu mu bilemiyorum, o sırada koridoru yarılamıştı bile. ECT süiti tıp merkezinin birinci katında, konferans odasından dönüştürülmüş geniş bir salondu. İçeride bir kenardan perdeyle diğerinden ayrılmış dört sedye vardı. Salonun diğer ucunda ise bir acil destek arabası, iki tane elektrotlu ECT makinesi, bir elektrokardiyograf, ilaç şişeleri ve anestezi ekipmanı vardı. ECT uzman doktoru Tom Reynolds, God s Spor Salonu ndaki haftasonu çalışmalarının
160 160/411 etkisini arttırabilmek için steroid kullandığı söylenen, tıknaz, kaslı bir psikiyatrdı. Gerçek hayattaki ECT, filmlerde görülen, çığlıklar atan, çaresiz hastaların sıkıca bağlanıp vücuduna elektrotlar takıldığı ve tüyler ürpertici granmal nöbetlere sevk edildiği, o sözde şok tedavilerinden çok farklıdır. Aslında ECT nin iyileştirici unsuru kas spazmları değil, o kasları denetleyen sinirlerin elektrikle uyarılmasıyla ortaya çıkan nöbettir. Tam kas spazmının tehlikelerinden kaçınmak için, anestezi altındaki baygın hastaya kasları geçici felç eden succinyl choline adlı ilaç enjekte edilir. Heather ı tedavi için hazırlıyorlardı, ben de gözlemlemek ve gerektiğinde yardımcı olmak için oradaydım. Hastaya kısa etkili anestezik ilaç verildikten sonra Tom diğer kola, ön kısma giden kan akışını kesmek için manşon bağladı. Bu sayede succinyl cholin ön kola ulaşamayacaktı ve biz de kolun titrediğini gözlemleyerek, hastanın vücudunun diğer kısımlarının sinirsel spazm yaşadığından emin olacaktık. Tom elektrotlardan birini Heather ın alnına, diğerini de sağ temporal bölgeye yerleştirdi. Ardından hemşire sadece bir saniye süren elektrik akımını verdi ve Tom elektrotları çıkardı. Heather ın sol ön kolunun ve elinin otuz saniye kadar titrediğini gözlemledik. Tom manşonu çıkardı, biz de sedyeyi odanın diğer tarafına götürdük. Hastanın yatağını çevreleyen perdeyi kapadım ve anestezi etkisinin geçmesini beklemeye başladım. Ben Heather ın hasta çizelgesine notlar alırken Tom bir sonraki hastayı hazırlamaya başladı.
161 161/411 Notlarımı tamamladığım sırada birinin Neler oluyor? dediğini duydum. Biri yardım mı istiyor diye perdeyi açıp dışarı baktım. Neredeyim ben? Sen kimsin? Hızla önüme döndüm ve Heather ın ölümden uyanmış gibi doğrulmuş oturduğunu gördüm. İlk defa gerçekten bakıyordu bana. Hastanedesin Heather dedim. UCLA da. Heather bitkin halde yeniden uzandı. Çok susadım. Sevinçten neredeyse havalara uçmuştum. Sana biraz buz getireyim. Heather bunu izleyen yarım saat içinde ECT dinlenme alanında nispeten zihni açık ve tepki verir durumda kaldı. Ona geçen ay içinde neler olduğunu ve buraya nasıl geldiğini olabildiğince anlattım. Kardeşini görmek istedi ama sonra uyuyakaldı. Ancak odasına döndüğünde yine tepkisiz, katatonik duruma girdi. Birbirini izleyen her ECT tedavisinin ardından Heather ın zihin açıklık süresi giderek uzadı ve altıncı tedaviye gelindiğinde katatoni tamamen ortadan kalktı. Hastanın ECT ye olumlu tepkisi, değişime uğrayan akli durumunun ensefalit değil, akut mani olduğunu doğruladı. Heather yattığı koğuştan psikiyatri yatan hasta ünitesine sevk edildi. Duygudurumunu stabilize etmek için ona lityum vermeye başladık ve 12 tedavinin ardından ECT yi kestik. Ayrıca eve döndükten sonra terapi ve ilaçlı tedavi takibi için Heather ı alabilecek, Santa Monica dan bir psikiyatrist buldum.
162 162/411 Hastaneden taburcu edileceği sabah veda için Heather ın odasına çıktım. Heather iki düşük riskli, yüksek işlevli yatılı hastayla birlikte Güney 2 de yatıyordu. Koridorda yürürken hastalardan birkaçının kâğıt oynadığı, televizyon seyrettiği dinlenme odasının önünden geçtim. Devam ettiğimde Heather ın kapısının açık olduğunu gördüm. Kardeşi Andrea içeride toplanmasına yardım ediyordu. Kapıyı tıklatarak merhaba dedim. Andrea bana döndü. Dr Small siz bizim kahramanımızsınız. Heather ımı bana geri döndürdünüz. Bir şey söylememe fırsat kalmadan Andrea kollarını boynuma doladı ve bana sıkı sıkıya sarıldı. Heather kahkaha attı. Hey çocuklar sakin olun biraz. Yine nefret ettiğim refleksim devreye girdi ve kızardım. Andrea konuşmaya devam etti. Gerçekten ama, siz olmasanız Heather a hâlâ antibiyotik dayıyor, beyin enfeksiyonun geçmesini bekliyor olacaklardı. İçimden çocuk gibi dudak şişirip Yok canııım demek geldi ama onun yerine, İyileşmene ben de çok memnunum Heather. Ama kalabalık bir doktorlar ekibi yardımcı oldu senin iyileşmene. Andrea güldü. Vay canına, iltifat almakta zorlanıyorsunuz galiba, öyle değil mi doktor? Belki sizin de bu konuda yardıma ihtiyacınız vardır? Sırıttım ve Evet, haklı olabilirsin dedim. Ofisime dönerken Andrea nın söylediğini düşündüm. Bu vaka ve vakayı idare edişim konusundaki duygularım karmaşıktı. Bir yandan Heather a doğru teşhis koyduğum için
163 163/411 kendimi kahraman gibi hissediyordum ama bir yandan da akıl hocam Larry Klein araya girip beni desteklemiş olmasa teşhisimin ciddiye alınmayacağını biliyordum. Ayrıca Porter a olan kızgınlığımın beni vakayı çözmeye iten nedenler arasında önemli bir rolü olmasından dolayı da biraz suçluluk duyuyordum. O sırada kavrayamadığım şey, olgun bir klinisyenin bile gerektiğinde ricasını yerine getirmesi için Larry Klein ı çağırabildiğiydi. Kariyerimin o noktasında insanlardan ne zaman yardım isteyeceğimi ve kime gideceğimi öğrenme aşamasındaydım. Yardımı kabullenme konusunda rahatlamam biraz zamanımı aldı.
164 YEDİNCİ BÖLÜM KÜÇÜLEN PENİS 1985 Baharı
165 165/411 UCLA BAYIRLARINA YARIM SAATLİK MESAFEDE, Sherman Oaks da evimin yakınındaki marketten bir şeyler alıyordum. Los Angeles a döndüğümden beri geçen dört yıl içinde klinik işlerim ve araştırma programımı oluşturmak öyle vaktimi alıyordu ki akşamları ancak sekizde ya da dokuzda markete gidebiliyordum. Meyve bölümünde durmuş kusursuz olgunlukta, hoş kokulu bir kavun aradığım sırada Güney aksanlı, tanıdık, boğuk bir ses duydum: Aman efendim, Vadi de alışveriş mi yapardınız siz Dr Small? Arkamı dönünce karşımda arkadaşım ve meslektaşım Dr Pete Carter ı buldum. Pete ağzına kadar dolu alışveriş sepetini yanıma çekti. İşe bak Pete Carter ı göreceğim varmış efendim dedim, Pete in aksanını taklit ederek. Pete kocaman sırıtarak, 1,90 lık boyuyla tepeme dikildi. Kendisi Tulane Üniversitesi nden mezun bir dâhiliyeciydi ve yeni kurduğu ailesini Batı dan çıkararak uzman doktorluk görevi için UCLA ya taşımıştı. Aksanı biraz daha çalışman lazım Gary. Uzanıp rastgele bir kavun aldı ve Biliyor musun, rastlaşmamız çok isabetli oldu. Telefon etmekten kurtuldum. Sana yönlendirmek istediğim bir çift var. Olur tabii. Hikâyeleri nedir? dedim, tekerlekli alışveriş sepetlerimizle dedikodu eden ev kadınları gibi rafların arasında ilerlediğimiz sırada. Pete sesini alçalttı. Adam benim hastam. Şehirdeki şu büyük firmalardan birinde avukatlık yapıyor. Üç çocukları var. Adam ortaklığa girme konusunda aşırı derecede stresli. Karısı bıkmış durumda. Sanırım evlilikleri de zorda.
166 166/411 Pete in sepetindeki bebek bezlerini ve şeker paketlerini görünce hastanın sorunlarına karşı neden hassasiyet gösteriyor olabileceğini anladım. Ne tedavi uyguluyorsun? dedim. Öyle heyecanlı bir şey değil. Bildiğin şeyler. Adamın firmasının tüm tıp hizmetleri bizim grupta. Müsait zamanım var. Söyle, arasınlar beni dedim, kasaya doğru ilerlerken. Pete alışveriş listesine göz attı, Tüh, fıstık ezmesini unuttum. Sonra benim sepetime bakıp güldü. Ah, ah, nasıl özlüyorum iki muz bir süt alıp işi bitirdiğim günleri. Eve döndüğümde içerisi sessiz ve karanlıktı. Normalde tek başıma olmayı severdim ama bu akşam kendimi yalnız hissediyordum. Pete ile hemen hemen aynı yaştaydım ama o çoktan evlenmiş, çoluğa çocuğa karışmıştı. Bense kız arkadaşım Linda ile iki aydır birlikteydim ama ilişkimiz ikimize de ciddi bir bağlılık gibi gelmiyordu. Acaba ne zaman yuva kurma fikrini benimseyeceğim diye düşündüm. O sırada bebek bezi ve şekerler pek içimi açmıyordu ama hayatımda önemli yer verdiğim birinin olması fikri kulağıma hoş geliyordu. Marketten aldıklarımı yerleştirmeye başladığım sırada Pete in dikkatimi dağıtarak beni kusursuz kavunu bulmaktan alıkoyduğunu fark ettim. Aldığım kavun tam olgunlaşmamıştı. Ben de onu mutfak tezgâhının üstünde bıraktım. İki gün sonra Pete in hastasının mesajını dinliyordum. Ehm, merhaba, ben Steve Ackerman. Sizi aramamı Dr Carter önerdi. Sesi sert ve ciddi geliyordu. Birkaç defa mesajlaştıktan sonra nihayet Steve ve eşi Sharon a uygun bir randevu saati belirledik.
167 167/411 Artık kendimi daha bir evimde hissedecek kadar vakit geçirmiştim UCLA da. Psikiyatri ihtisasım da dâhil, altı senelik bir psikiyatri deneyimi edinmiş durumdayım. Şimdi Jules Stein Göz Enstitüsü ne bakan, daha genişçe bir ofisim vardı. Ofiste masam ve dosya dolaplarımın dışında üç koltuk, bir küçük yeşil kanepe, bir de sehpa bulunuyordu. Kaçırdığım bazı makaleleri okuduğum sırada Ackerman lar açık duran kapımı tıklattılar. Dr Small siz misiniz? dedi Sharon. 40 lı yaşlarında, incecik, uzun, kıvırcık kahverengi saçlı bir kadındı. Altında soluk bir kot, üstünde askılı tişört vardı. Steve de aynı yaşlarda görünüyordu ve ince çizgili takım elbise giymişti. Kapıda dururken vücut dili bana acele içinde olduğunu ve bu işi hemen bitirip gitmek istediğini söylüyordu. Tahminimce ofisinden aceleyle gelmişti ve buna canı sıkkındı. Sharon ile Steve, değil mi? dedim. İçeri girin, oturun lütfen. Ben ayağa kalkıp kapıyı kapatırken onlar kanepenin iki ayrı ucuna oturdu. Koltuğuma dönmeme fırsat kalmadan Sharon çabuk çabuk konuşmaya başladı. Ofisinizi çok zor bulduk Dr Small. Labirent gibi burası. Bir koridora giriyorsunuz, git git bitmek bilmiyor, tam köşeyi dönüyorsunuz, bu sefer de ofis numaraları değişiyor. Sonunda sayıdan önce gelen C harfinin aslında katı belirttiğini anladık ama asansörde böyle yazmadığı için ta lobideki danışma masasına geri döndük Steve karsının sözünü kesti. Bunların bir önemi yok Sharon. Asıl meseleye gelelim. Adam saat başına para alıyor, ben
168 168/411 de öyle. Sharon ın kocasının buyurgan tavrından rahatsız olmaması beni şaşırttı. Bu çift bende tedirginlik uyandırıyordu, demek ki kendileri de tedirginlik hissediyorlardı. Sharon ın motor gibi konuşmasında hafif manik bir tat vardı ama yine de lineer ve mantıklı bir konuşmaydı. Bu konuşkan persona muhtemelen onun kaygısını ifade şekliydi. Steve ise kaygısını güçlükle kontrol altında tutuyor gibiydi ve sabırsızlığı da altta yatan bir öfkeye işaret ediyordu. İçten içe kaynıyordu sanki, patladı patlayacak gibiydi. Pekâlâ, nasıl yardımcı olabilirim size? dedim. Sharon hemen atıldı. Şöyle ki, çocuklarımız olmadan önce ben eczacılık yapıyordum. Steve ise USC yi sınıf birinciliğiyle bitirmiş bir avukat. Üç çocuğumuz var. Altı yaşındaki kızımız Lisa yı planlayarak dünyaya getirdik ama üç yaşındaki ikizlerimiz Jackson ve Robby sürpriz oldu. İşi de o yüzden bıraktım zaten. Sharon yıldırım hızıyla konuşmasına devam ederken Steve hem bezgin hem de sıkılmış görünüyordu. Steve pencereden dışarı bakarken Sharon anlamsızca konuşmayı sürdürdü. Benedict Canyon da oturuyoruz. Bilirsiniz, hani 70 lerde Manson cinayetlerinin işlendiği yer. Steve dayanamayıp çıkıştı. Yeter artık Sharon! Bu kadar çok konuşup bu kadar az şey söylemen olacak şey değil. Doktora geçmişimizle ilgili bilgi vermeye çalışıyorum hayatım. Az sonra da şirkette ortaklığa geçerken yaşadığın stresi anlatacaktım. Yani geceleri neredeyse hiç uyumuyorsun, sürekli sinirlisin tatlım.
169 169/411 Steve in iğneleyici sözlerine rağmen Sharon istifini hiç bozmadı. Onun durmaksızın konuşmasından Steve in rahatsız olmasını anlayabiliyordum. Döndüm ve Bana yaşadığın stresi anlatır mısın Steve? dedim. Herkesin başına gelir böyle şeyler. Haftada 80 saat çalışıyorum ama büyütülecek bir şey de değil. Bu durumla başedemeyen asıl Sharon. Hiç de değil hayatım. Başediyorum. Senin için endişeleniyorum sadece dedi Sharon. Araya girdim. Bakalım doğru anlamış mıyım? Steve, sen yakında bir ortaklığa giriyorsun ve yoğun çalışıyorsun. Sharon sen de bu durumun Steve in ruh halini etkileyip onu strese sokmasından kaygılanıyorsun. Fakat Steve, sen durumu idare edebildiğini söylüyorsun. O zaman ortada herhangi bir sorun olduğu fikrine katılmıyorsun demektir. Sorun var canım, olmaz olur mu? dedi Steve. Ben evime ekmek parası getirmek için didiniyorum, geleceğimiz için çalışıyorum, ama Sharon ın çenesi evle yeterince ilgilenmiyorum diye kapanmak bilmiyor. Steve sonunda Sharon ı kışkırtmıştı. Sharon gerildi ve daha tiz bir sesle cevap verdi. Çok şey istemiyorum ki Steve! Sadece arada bir çocukların yanında ol istiyorum. Sen çalışırken ya da boş boş havaya bakarken, evle ilgili diğer her şeyi ben yapıyorum. Üstelik yardım da almıyorum. Steve ağır ağır ve kontrollü bir hiddetle konuştu. Milyon defa söyledim sana Sharon bakıcı tutacak paramız var bizim. İstediğin takdirde, yoga mı olur Pilates mi, artık her neyse, onu yapmak için kendine vakit ayırabilirsin. Kafasını iki yana
170 170/411 salladı ve bana döndü. Sharon öyle kontrolcü ki çocuklara ya da ev işlerine yardım edecek birini işe alamıyor. Steve in çalışma saatleri onu çocuklarından ve evinden uzak tutuyordu ama o Sharon dan uzak kaldığı için pek de yakınıyormuş gibi değildi. Steve le yaşamanın da öyle kolay bir şey olmadığını anladım. Bitmek bilmez eleştirilerini kaldırmak Sharon için zor olmalıydı. Pete Carter, Ackerman ların arasının kötü olduğunu söylerken ne demek istemişti, şimdi anlıyordum. Tüm arabuluculuk çabalarıma rağmen karı koca seansın büyük bölümünü atışarak geçirdi. Sharon ın aralıksız yorumları sabrımı zorluyordu ama Steve in acımasız dokundurmaları da bende Sharon ı koruma isteği uyandırıyordu. Bu ikisi kesinlikle kışkırtıcı bir çiftti. Bazen Sharon konuşurken Steve kafasının içinde kendisiyle sohbet ediyormuş gibi tamamen kopup gidiyordu. O ne kadar sessizleşip içine çekilirse Sharon ın konuşması da o kadar hızlanıyordu. İlişki hakkında daha fazla şey öğrenebilmek için Sharon ın konudan uzaklaşmasını önlemeye çalıştım. Yani siz lisede mi çıkmaya başladınız? Steve gözlerini devirirken Sharon oltaya atladı. Evet. Steve basketbolcuydu, ben de amigo takımındaydım. Üniversitede birlikte yaşamaya başladık, son sınıfta da evlendik. Ben eczacılık okuluna devam ettim, Steve de hukuktan mezun oldu. Ama ben ikizlere hamile kalınca çalışmayı bıraktım. Aile geçmişinde psikiyatrik bir rahatsızlık olmadığını ve ikisinin de şimdiye kadar depresyondan yakınmadıklarını veya
171 171/411 akıl sağlığı uzmanına görünmediklerini öğrendim. Alkolü sadece hafta sonlarında sosyal ortamlarda içiyorlardı, üniversite yıllarında, daha çok marihuana olmak üzere, eğlence amaçlı uyuşturucu kullanmışlardı. Seansın bitmesine 20 dakika kadar kala temel geçmiş hikâyesinin ötesine geçmek istedim. Sharon ın konuşmayı bıraktığı ender anlardan birinde, Peki, seks hayatınız nasıl? dedim. İkisi aynı anda cevap verdiler. İyi dedi Steve. Daha iyi olabilirdi dedi Sharon. Steve dik dik Sharon a baktı, Sharon ise omuz silkti. Steve aniden ayağa kalktı. Biliyor musunuz toplantıma geç kaldım. Siz ikiniz neyi istiyorsanız konuşun. Bir şey söylememe fırsat kalmadan Steve çıkıp gitti. Belli ki seks, tartışmak istediği bir konu değildi. Sharon ağlamaya başladı. Ona mendil kutusunu uzattım. İyi misin Sharon? Burnunu sildi, başını salladı. Anlaşılan yatak odanızda olup bitenler hakkında hemfikir değilsiniz. Hiçbir şey olduğu yok yatak odasında. Sorun da bu zaten. Neredeyse bir yıldır doğru dürüst seks yapmadık. Doğru dürüst derken neyi kastediyorsun? dedim. Cinsel ilişkiyi dedi Sharon. Bir süre oynaşmaya falan devam ettik ama Steve dokunmama izin vermiyordu Orasına. Spor salonundaki bir şey yüzünden kasığında isilik gibi bir şey çıkmış, bana da bulaşmasını istemiyormuş. İyi de
172 172/411 ne kadar sürer ki öyle bir şey? Hayatımızın sonuna kadar mı? Bir ilişkisi falan bile olabilir, nereden bileyim? Nesi var sence? dedim. Bilmiyorum ama ne zaman sorsam konuyu değiştiriyor dedi. Bir hafta kadar önce duştan çıkmıştı, şu isiliği göstermesini istediğimde adeta fıttırdı, sanki havluyu üstünden çekecekmişim gibi paranoyaya kapıldı. Sonra da giyinmek için odaya kaçtı. Bu isilik başlamadan önce seks hayatınız nasıldı? dedim. Harikaydı dedi Sharon. Birbirimizden uzak duramıyorduk. Şimdi ise o seksten kaçmak için her tür saçma mazereti üretiyor. Ya çok işi oluyor, ya çok yorgun oluyor, çok stresli oluyor ya da isiliğine yeni merhem sürmüş oluyor. Sürekli bir şey buluyor yani. Merhem mi? diye düşündüm sesli bir biçimde. Evet, isilik ilk başladığında Dr Carter dan aldığı bir krem. Duraksadı ve Buna ne kadar dayanabilirim bilmiyorum Dr Small. Steve in isiliği ve merhemi konusunda Pete le konuşmayı kafamın bir köşesine yazdım. Açık sözlülüğün için sana teşekkür ederim Sharon. Bu konu üzerine biraz daha konuşmamız iyi olacak diye düşünüyorum ama şimdilik bu kadar yeter. Senle ve Steve le haftaya aynı saatte görüşebilirim. O Cumartesi gecesi Linda ile sinemadan dönüyorduk. Linda bende kalacağı için evi atıştırmalıklarla ve kahvaltılık malzemeyle doldurmuştum.
173 173/411 Yatağa girince Linda yı öpmek için uzandım ama o az önce adetinin başladığını, sevişmek istemediğini söyledi. Bunun üzerine hüsranımı gizleyerek alnına bir öpücük kondurdum. Linda arkasını dönüp uykuya daldı. Bense Ken Follett romanımı alarak okumaya başladım. Aklım kitabım İğne Deliği nden Linda nın tedbir mahiyetindeki püskürtmesine kaydı. Sonra da Steve ile Sharon ın sekssiz evliliğini düşündüm. Onlarda frene basan taraf Steve di ve kasık isiliği mazereti de pek zayıf bir mazeretti. Ayrıca karısı isiliği görmek istediğinde neden o kadar paranoyaklaştığını da açıklamıyordu. Ne saklıyordu havlunun altında? Ne kadar kötü olabilirdi bu kasık döküntüsü ve bir yıldır neden hâlâ geçmemişti? İçimden bir ses Steve in Sharon ın bilmediği daha derin bazı psikolojik sorunlarının olduğunu söylüyordu. Adam saat gibi kurulmuştu adeta ve her an yayları atacak gibi görünüyordu. Gizli bir obsesif kompulsif veya öfkeli depresif olabilirdi. Belki de havlu olayı daha da ciddi bir şeyin işaretiydi. Seansımızda kopup gittiği anlarda aklından neler geçiyordu acaba? Seks hayatları hakkında konuşmaya başladığımız anda fırlayıp gitmişti. Terapide seks pek çok insan için önemli bir meseledir. Freud seksi birincil sosyal aktivitemiz olarak görürdü ve onu basit bir cinsel birleşmenin çok daha ötesi olarak tanımlardı. Cinsellik gücün bir sembolü olabilir ve güçlü insanlar -milyarderler, politikacılar, ünlüler- fiziksel olarak çekici olmasalar bile, genelde seksi diye algılanırlar. Sevgi ve yakınlıkla beslenen ilişkilerde seks sevginin bir ifadesi olabilir; partnerlerden
174 174/411 birinin veya her ikisinin, başkalarını da içeren aşağılanma, bağlanma veya benzeri fetiş fantezileri olsa bile. İlişkide seksin inişe geçmesinin pek çok nedeni vardır. İş veya para stresi, çocuk veya ailevi sorumluluklar ve sağlık problemleri libidoyu düşürebilir ve bazı çiftlerde aseksüel bir yapıya yol açabilir. Depresyon da kişinin seks dürtüsünü azaltabilir. Çoğu antidepresan morali iyileştirerek libidoyu yükseltebilir ama gariptir ki orgazma ulaşma kabiliyetini de azaltabilir. Sharon ile Steve in asıl sorunu neydi bilemiyordum ama bulmaya ve onlara yardımcı olmaya kararlıydım. Dönüp horlamakta olan kız arkadaşıma bakınca benim libidom da düştü. Kitabıma dönmeye çalıştıysam da başım düşmeye başlayınca ışığı söndürüp yattım. PAZARTESİ SABAHI PETE CARTER LA TELEFONDA birbirimizi yakalamaya çalıştık, nihayet öğleden sonra konuşmayı başardık. Steve in isiliğini ve merhemini sorduğumda Pete şaşırdı. Yazdığım o kremleri hâlâ kullanıyor muymuş? Ta bir sene önce, döküntüsü olduğunda vermiştim. Ayrıntıları hatırlıyor musun? dedim. Elbette dedi Pete, her zamanki ağır ağır konuşmasıyla. Sporcu kaşıntısı diye bilinen tinea cruris i vardı. Kasık bölgesi için bir mantar ilacı verdim, kaşıntıyı kesmek için de birkaç gün kullanılmak üzere kortikosteroid bir krem verdim. Anlaşılan hâlâ kullanıyor onu dedim.
175 175/411 İyi de sorun yaratabilir dedi Pete. Nadir olur ama bazen emilip kana karışan steroid, hipofiz bezinin işlevini durdurabilir ve kan şekeri fırlar. Dahası, kremi hâlâ kullanıyorsa kaşıntı ve döküntü daha da beter bir hal alır. Sağ ol verdiğin bilgiler için Pete. Bu hafta yine gelecekler bana. İyi dedi Pete. Ben de onu yeniden göreyim de, ne haltlar karıştırmış aşağısıyla bir öğreneyim. Ben öğreneceğime sen öğren dedim ve telefonu kapadım. Tıp fakültesinde hiç sevmezdim dermatoloji derslerini. Cilt tahrişleri midemi bulandırırdı. Perşembe günü Steve saat tam ikide geldi. Merhaba dememe fırsat kalmadan oturup Geç kaldı değil mi? Tipik işte! dedi. Biz başlayabiliriz dedim. Duymazdan gelerek devam etti. Sharon ın bugün çocukları anneme bırakıp buraya gelmekten başka yapacak işi yok, yine de geç kalıyor. Hep böyle yapıyor. Kolay değildir senin için eminim ama bu sayede seninle birkaç dakika baş başa konuşabiliriz. Benim de zaten takibini yapmak istediğim bir konu vardı. Bu sözüm dikkatini çeker gibi oldu. Öyle mi? Nedir? Geçen hafta sen gittikten sonra Sharon ile senin tıbbi geçmişini konuştuk biraz. Vücudundaki döküntü için bir krem kullandığından söz etti dedim. Evet? Ne olmuş? dedi, savunmaya geçerek. Hâlâ kullanıyor musun? dedim.
176 176/411 Arada bir, gerek olduğu zaman dedi. Siz de spor salonuna gidiyorsunuzdur herhalde, değil mi? Bilirsiniz, bir noktada herkes mantar kapar. Ne diye mesele oldu ki bu? Çünkü Sharon bunun seks hayatınızı etkilendiğini düşünüyor dedim tedirginlikle. Seks kelimesinin kullanılmasıyla bu defa fırlayıp gitmeyeceğini umuyordum. Yine mi seks? Seks, seks, seks. Sharon çenesini kapamıyor şu konuda. Başka hiçbir şey duyamıyorum; sadece seks hakkında konuşan sesler. Steve tedirgin olmuş, odada başka biri varmış gibi tuhaf bir şekilde konuşmaya başlamıştı. Sesler mi? dedim. Acaba bu adam psikotik olabilir miydi? İşitsel halüsinasyonlar mı görüyordu? Cevap vermedi. Başka bir dünyadaymış gibi pencereden dışarı bakmakla yetindi. Sesimi yükselttim. Steve! Sesler duyduğunu söyledin? Kendine geldi. Ha? Ne dediniz? Sesler Kafanda sesler mi duyuyorsun? dedim. Canım Ses değil tabii. Anlarsınız işte, hiç susmak bilmiyor ki. Tekrar pencereye doğru baktı. O anda Sharon ın söyledikleri geldi aklıma; Steve i banyoda gördüğü ve isiliğe bakmak istediği zaman Steve paranoyaklaşmıştı. Şimdi de seks hakkında konuşan sesler duyduğu gerçeğini öylece geçiştiriyor ve neredeyse gözümün önünde halüsinasyon görüyordu. Eğer psikotik bir tür deneyim yaşıyorsa bunu çok iyi saklıyordu çünkü çoğu zaman sadece obsesif, öfkeli, zeki bir avukat gibi görünüyordu; tıpkı tanıdığım pek çok avukat gibi. Tekrar ona ulaşmaya çalıştım. Neye bakıyorsun Steve? Ha? Hiçbir şeye dedi. Bir şey gördüm gibi geldi de
177 177/411 Sharon o sırada paldır küldür içeri girdi. Çok özür dilerim geç kaldığım için ama Wilshire da tam bir trafik kâbusu vardı. Federal Building de protesto gibi bir şey varmış. Sonra da burada park yeri bulmaya çalıştım. Mümkün değil! Neyse, sonunda bir mil falan ötede bir yer buldum, koşarak buraya geldim Sharon ın aralıksız konuşması Steve i özel dünyasından çıkarmış gibiydi. Tüm iritasyonunu karısına odakladı. Tamam, yeter Sharon. Geç kaldın zaten. Kalan vakti kurtarmaya çalışalım hiç değilse. Sharon incinmiş gibiydi. Özür dilerim dedim ya Steve. Ağlamaya başladı. Elimden geleni yapıyorum. Bazen yetişemiyorum işte. Gözyaşları Steve i biraz yumuşattı. Kusura bakma Sharon. O kadar yoğun ve stresliyim ki bazen çıkışıyorum işte. Kanepede Sharon a yaklaşarak teskin etmek için kolunu omzuna koydu. Steve az önce ters bir çıkış yapmış olsa da şimdi gördüğüm gidişat hoşuma gitmişti. Gerçekte neler olup bittiğini keşfedebilmemiz için onları geçen seansın didişmeli havasından öteye geçirmek istiyordum. Sharon, Steve seni teselli edince ne hissediyorsun? dedim. Sharon burnunu çekti. İyi hissediyorum kendimi Daha yakın hissediyorum ona. Ya sen Steve?
178 178/411 Onun gözyaşlarını görünce yelkenleri suya indiriyorum sanırım dedi. Birbirimize sarıldığımızda pek fazla şey düşünmüyorum. Sharon gülümsedi. Biliyor musun hayatım, aklıma uyuyabilmek için hani birbirimize sarılarak yatışımız vardı ya, o geldi. E, ne olmuş? dedi Steve, Sharon dan uzaklaşarak. Sharon devam etti. E, hiç yapmıyoruz onu artık. Peki, sence niye? dedi Steve. Sen hiç uyumuyorsun da ondan diye cevabı yapıştırdı Sharon. Ya başka bir odada oturmuş çalışıyor oluyorsun ya da yatakta dosyalarını okuyorsun. En sonunda ışığı söndürdüğünde de gece boyu bir sağa bir sola dönüp duruyorsun ve hiç seks yapmıyoruz. Biliyorsun Sharon, kafam çok meşgul bu aralar. O kadar çok uykuya ihtiyacım yok, seks konusunda kafamın şişirilmesineyse hiç ihtiyacım yok. Konuşmayı seksten başka yöne çevirmeye çalıştım. Kaç saat uyku uyuyorsun Steve? Bilmem, dört ya da beş diye mırıldandı. Steve in yaşında biri için bu kadar uykunun yeterli olmadığını biliyordum. Ama onu uyutmayan şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Depresyon olabilirdi, stres olabilirdi ya da başka pek çok şey olabilirdi ama davranışları altta yatan bir psikoza işaret ediyordu ve çoğu psikotik insan gibi o da açılıp kafasının içinde olup bitenleri bana anlatamayacak kadar savunmacıydı. Psikoz gerçeklikle ilişkiyi yitirme şeklinde tanımlanır. Psikotik insanlar halüsinasyon görebilir, yani gerçekte
179 179/411 olmayan sesleri duyabilir, görüntüleri görebilirler. Ayrıca kuruntuları, yani hatalı birtakım sabit inanışları vardır ki bunlar, düşünce izleyen Marslılar gibi paranoyak inanışlardan tutun da ünlü bir rock yıldızı, hatta İsa oldukları gibi görkemli fikirlere kadar değişiklik gösterebilen çeşitli kılıklarda ortaya çıkabilir. İnsanı pek çok şey psikotik yapabilir. Psikiyatrist genelde öncelikle tıbbi hastalık ihtimallerini gözden geçirir sonra akut mani, psikotik depresyon ya da şizofreni gibi çeşitli psikiyatrik rahatsızlıkları değerlendirir. Hastanın kuruntularının yapısı, bu hastalıklardan hangisi olduğunu ayırt etmede işe yarayabilir. Depresyonlu hastalarda genelde somatik kuruntular görülür. Yani hasta vücudunun bir şekilde hastalıklı, anormal ya da değiştirilmiş olduğuna inanır. Kimi zaman korkunç bir suç işlemiş ve ağır biçimde cezalandırılması gerekiyormuş gibi abartılı pişmanlık duyguları yaşar. Buna kıyasla psikotik şizofrenler daha tuhaf deneyimler yaşarlar ve düşüncelerinin radyodan yayınlandığına inanabilirler. Bazen kafalarında iki ya da daha çok kişi arasında geçen konuşmaları duyarlar. Steve psikozun başlangıç aşamalarındaysa, nedeninin tıbbı bir sorun olduğundan şüpheliydim çünkü Pete Carter çok titiz bir dâhiliyeciydi. Steve 40 lı yaşlarının başlarında olduğundan şizofreni pek olası değildi çünkü şizofreninin psikotik özellikleri genelde daha genç yaşlarda, ergenlik sonunda veya 20 lerin başlarında ortaya çıkar. Steve in uykusuzluğu manik episodla tutarlı olabilirdi ama onda, manik dönemdeki bipolar hastaların tipik özelliği olan hararetli konuşma ve aşırı coşkunluk yoktu. Ancak depresyona işaret edebilen gerginlik, öfke ve içine çekilme özellikleri vardı. Fakat bir yandan da ofisimdeki
180 180/411 paranoyası ve tuhaf davranışları bana şizofrenin kıyısındaki birini çağrıştırıyordu. Tanısını doğru koyabilmem için Steve in neler yaşadığını ve düşündüğünü daha iyi anlamalıydım. Antipsikotik ilaçlarla deneme tedavisi çoğu zaman psikozda görülen savunmacılığın, paranoyanın ve halüsinasyonların bir kısmını ortadan kaldırır. Ben de Steve in uyku sorununu, ona antipsikotik ilaç yazmak için bir fırsat olarak gördüm. Bu sayede semptomları iyileştirebilir, onu terapiye daha uygun duruma getirebilirdim. Steve dedim, senin yaşında bir adamın gecede en az yedi saat uyuması gerekir. Sana daha iyi uyuyabilmen için düşük dozlu bir ilaç vereceğim. Bunu alınca muhtemelen gündüzleri kendini daha dinlenmiş ve daha az stresli hissedeceksin. Ona iki miligramlık Haldol tablet reçetesi yazdım. Akşamları yatmadan yarım saat önce bundan bir tane al. Yine uyuyamazsan bir tane daha al. Reçeteyi Steve e uzattığım sırada Sharon, İlaç kullanmaktan nefret eder o dedi. Çok düşük dozlu bir şey bu. Hem alışkanlık yapan türden uyku haplarından da değil diye onları temin ettim. Stresi azaltmaya da yardımcı olur. Tamam, sorun değil Sharon dedi Steve. Denerim ilacı. Güzel dedim. Birkaç gün sonra beni arayıp nasıl gittiğini haber ver. Hafta boyunca Steve den haber alamayınca ilaç tedavisinin ya iyi gittiğini ya da ilacı hiç almadığını düşündüm. Bir sonraki randevuda hangisi olduğunu öğrenecektim.
181 181/411 Telefon çaldı, arayan Steve di. İkizler ateşlendiği, Sharon ın da onları Steve in annesine bırakmaya gönlü razı olmadığı için randevuya gelemeyeceklerini söyledi. Çocuklara üzüldüm, geçmiş olsun dedim. Sen tek başına gel istersen Steve? Nasılsa ikimiz de o saati ayırmıştık, hem biraz daha konuşma fırsatımız olur. Bir an durup düşündü. Olabilir. Neden olmasın? Sesindeki neşeyi fark edince şaşırdım. Bu arada Steve, ilaçlı tedavi nasıl gidiyor? Fena değil. Daha iyi uyuyorum. Ya gündüzleri? Bir fark oldu mu? dedim. Eh, eskisi kadar yorgun değilim. Sharon moralimin de daha iyi olduğunu söylüyor. Psikiyatrik ilaçların ilk etkilerini genelde hastanın kendisinden çok yakınları fark eder. Duyduğum şey Haldol un işe yaradığına dair iyi bir işaretti. Harika Steve. Dinle bak, seninle görüşmemizden hemen önce benim bir personel toplantım var, o yüzden birkaç dakika gecikirsem içeri girip bekle. Fazla uzun sürmez. Tamam, sorun değil dedi. Personel toplantısına gitmek üzere asansöre doğru yürürken Steve için endişelenmeye başladım. Telefonda sesi daha iyi gelse de düşük dozlu Haldol un onu bir gecede iyileştirmeyeceğini biliyordum. Ama en azından şimdi işbirliği yapıyordu ve seansa tek başına gelecek kadar esnek davranması da beni yüreklendirmişti. Personel toplantısı tahmin ettiğim gibi uzun sürdü ve Steve in seansına 10 dakika geç kaldım. Asansörü beklemeye sabredemeyince üç kat merdiveni çıkarak ofisime geldim.
182 182/411 Koşar adımlarla koridorda ilerlerken Steve e yeterince yüksek dozda bir antipsikotik verip vermediğimi düşündüm. Belki antidepresana da ihtiyacı vardı. Çok sayıda irdeleyici soru sorarsam psikozu yeniden depreşir mi acaba, diye düşündüm. Ofisime geldim, kapıyı açtım. Kanepede Steve i gördüğümde yaşadığım şoku gizlemem mümkün değildi. Karşımdaki manzaraya hiç kıpırdayamadan, şaşkınlık içinde baktım. Steve pantolonunu dizlerine kadar indirmişti. Bir eliyle penisini tutuyor, diğer eliyle penisi kremle ovuyordu. Yaptığını izleyebilmek için de bacaklarının arasına küçük, yuvarlak bir makyaj aynası sıkıştırmıştı. Kanepede hemen yanına açık bir prezervatif yerleştirmişti. İşine öyle dalmıştı ki içeri girdiğimi fark etmedi bile. Mastürbasyon mu yapıyordu? Belki de teşhirciydi ve ben bu tanıyı tamamen gözden kaçırmıştım. Psikotik bir ritüel miydi bu? Yoksa bu tuhaf performansın, akla gelmeyen ama mantıklı başka bir açıklaması mı vardı? Afallamıştım ama aynı zamanda da merak içindeydim ve nasıl devam edeceğimi bilemiyordum. Sonunda patladım. Ne halt ediyorsun sen Steve? Kendini toparlayana kadar dışarıda bekleyeceğim. İrkilen ve utanan Steve, Ah, Dr Small, bir saniye arkanızı dönün lütfen, tedavim neredeyse bitti dedi. Ne yapacağımı bilemeden Steve in sözünü dinleyip arkamı döndüm. Prezervatifi takıp fermuarını çekişini duyabiliyordum. Tamam, işim bitti dedi. Arkamı döndüğümde onu kremi ve aynayı çantasına kaldırırken buldum. Kendime gelmeye çalışarak, tökezleyerek koltuğuma gittim. Herkesin penisi
183 183/411 pantolonunun içinde kaldığında terapi seanslarının daha bir iyi gittiğini düşünmüşümdür nedense? Neler oluyor Steve? Kapı açıktı, içeri başka biri de girebilirdi. Steve utanç içinde önüne baktı. Hani benim kasık isiliğimden söz etmiştik ya, işte deli gibi kaşınmaya başladı, ben de mecburen tedavimi yaptım. İyi de sen kasığına değil, penisine bir şey sürüyordun. Biliyorum dedi savunmaya geçerek, ama penisime de yayıldı. Aylardır bu halde. Merhemi doğrudan kaşıntılı yere sürdüğümde iyi geliyor. Prezervatif de merhemin dağılıp gitmesini önlüyor. Doktor Carter mı önerdi bunu? dedim. İsilikten haberi var ama penisime yayıldığını söylemedim ona. Tahminimce Steve bunu kimseye söylememişti; özellikle de Sharon a. Karısının onu neden çıplak görmesini istemediği veya karısıyla neden seks yapmadığı şimdi anlaşılıyordu. Belki de kullandığı antipsikotik ilaç bana açılmasını, sırrını paylaşmasını sağlamıştı. Tabii onu iş üstünde yakalamış olmamın da etkisi yok değildi. Kimseye söylemediğin başka şeyler var mı? dedim. Yardım etmek istiyorum sana Steve ama bana karşı dürüst olmalısın. Steve ağır ağır ayağa kalkarak pencereye yürüdü. O yolun karşısındaki binaya bakarken, ben de Haldol un Steve in psikozunu, düşüncelerini düzenlemesine yetecek ve özel
184 184/411 dünyasına girmemi sağlayacak kadar kontrol altına almış olduğunu ümit ettim. Steve pencereden dışarı bakmayı sürdürerek, Bir şey var aslında dedi. Bekledim. Sonunda devam etti. Kulağa delice gelecek biliyorum ama Döküntü penisime yayıldığından beri küçülmeye başladı. Döküntü mü? dedim. Hayır, penisim. Giderek ufalıyor dedi. Beni nihayet özel dünyasına kabul ediyordu ama şimdi de ben oraya gitmek istediğimden emin değildim. Steve devam etti. Penisimi küçülmekten alıkoyan tek şey o merhemmiş gibi geliyor bana. İçimden ona aynanın arka tarafını çevirip büyüten kısmıyla bakmasını söylemek geldi. Bu sevimsiz espri aklıma geldiği anda anladım ki düşündüğüm şey aslında kendi düştüğüm tuhaf durumun yarattığı kaygının bir ifadesiydi. Freud mizahın kaygıyı ve bastırılmış dürtüleri azaltmaya yarayan etkili bir savunma mekanizması olduğuna inanırdı. Kahkaha bu rahatsızlık verici duyguları bir anlamda keyifli duygulara dönüştürür. Tıp ortamında kara mizah yaygındır ve bu, hekimlerin insana ağır gelen trajedi ve hastalıklarla başetmesine yardımcı olur. Hastalar ve aile üyeleri işitme mesafesi dışında olduğu sürece çoğu uzman mizahın zararsız olduğunu ve tıp çalışanlarının biraz rahatlamalarına yaradığını düşünür. Bu sayede doktorlar hastalarına karşı daha erişebilir ve etkili olur. Steve in küçülen penisle ilgili endişesinin sembolik yanını da düşünmeden edemedim. Sonuçta şirkette ortaklığa girmeye,
185 185/411 beş kişilik aileyi geçindirmeye ve karısını yatak odasında tatmin etmeye çalışıyordu ve bunların hepsi de onun iktidarını ve erkeklik duygusunu tehdit eden şeylerdi. Bilinçdışı bir düzeyde muhtemelen küçülmüş, kaşınan bir penis yerine büyük, güçlü bir penis istiyordu. Steve dedim, bunları bana anlatmana memnun oldum. Böyle bir şeyin gerçekten olduğuna inandığını biliyorum ve Dr Carter la işbirliği yaparak bu döküntüden kurtulmana, kendini daha iyi hissetmene yardımcı olacağım. Peki ama penisimin küçülmesini durdurabilir misiniz? Yazabileceğiniz daha güçlü bir ilaç var mı? Onun daha güçlü bir merhemi kastettiğini biliyordum ama benim aklımdaki daha yüksek dozda bir antipsikotik ilaçtı. Durumu Dr Carter la konuşayım. Bu arada senden Haldol un dozunu iki katına çıkarmanı istiyorum. Tahminimce kaşıntına faydası olacak, endişelerini azaltacaktır. Pete ile konuşup olup biteni daha iyi kontrol altına alacak vaktimin olması için, birkaç gün sonrasına randevulaştık. Steve bir daha gün ortasında tedavi ihtiyacı duyduğunda kapıyı kilitleyeceğine söz verdi. Aynı günün ilerleyen saatlerinde Pete Carter ı aradım ve ona Steve in durumuyla ilgili bilgi verdim. Pete dışarıdan normal gözüken bu avukatın kendi deyişiyle epey bir kaçık olduğuna hayret etti. Steve in isiliğini ise hemen yeniden görmek ve ACİLEN bir dermatologa danışmak istediğini söyledi. Steroid kremin uzun süreli kullanımı yüzünden sorunun devam ettiğini, yaralı bölgenin kuruyup iyileşmek yerine prezervatif yüzünden nemli kaldığını düşünüyordu.
186 186/411 Steve in penisinin küçüldüğüne dair inanışında tıbbi bir neden olmadığına göre, geriye birkaç psikiyatrik rahatsızlık kalıyordu. Bu kuruntunun yapısı şizofreniyle tutarlıydı ve şizofreni semptomları nadiren de olsa ilerleyen yaşlarda ortaya çıkabilirdi. Steve de ayrıca bazı depresyon özelikleri de vardı; uyku sorunu, kaygı ve uzun düşüncelere dalma. Her ne kadar çoğu şizofreni hastası işini ve ilişkisini sürdüremeyecek kadar düzensiz olsa da istisnalar da vardı. Bir şizofreni hastası çok zekiyse üstün bilişsel yetileri psikotik düşüncelerini kontrol etmesine yardımcı olur ve bu kişiler (en azından çoğu zaman) görünürde normal bir hayat sürdürürler. Bunun en bilinen örneklerinden biri Russel Crowe un A Beautiful Mind / Akıl Oyunları filminde hayatını canlandırdığı matematikçi John Nash tir. Nash olağanüstü zekâsı sayesinde MIT de ve diğer önde gelen akademik enstitülerde üstün başarı sergilemiş, 1994 te Nobel Ödülü nü kazanmıştı. Ancak hayatının pek çok dönemini akıl hastanelerinde, paranoid şizofreninin ve fasılalı depresyonun pençesinde geçirdi. Nash gibi Steve Ackerman da avukatlık mesleğinde son derece başarılıydı ama depresyonun ve psikozun pençesindeydi. Hem duygudurum hem de psikotik semptomları olan çoğu hasta şizoaffektif rahatsızlık diye bilinen tanı kategorisine girer. Bu tanının konduğu hastalarda genelde duygudurum semptomları taşımayan hastalara kıyasla daha iyi bir hastalık seyri öngörülür. Rahatsızlığına ne isim verirsem vereyim, Steve in hem antipsikotik hem de antidepresan tedavisine ihtiyacı olduğunu artık anlamıştım. Bunun yanında,
187 187/411 karısıyla yapılan seanslara ek olarak, kendine özel psikoterapiden de yarar görecekti. Steve birkaç gün sonra yeniden ofisime geldi. Haldol un dozunu yükseltmek doğru karardı. Steve şimdi daha düzenli, daha az dalgın ve penisiyle daha az takıntılı görünüyordu. Ayrıca verdiğim antidepresan doxepin de geceleri iyi uyumasını sağlamıştı. Sonraki birkaç ay boyunca Steve i haftada bir defa tek başına, iki haftada bir de Sharon la birlikte görmeye devam ettim. İlaçlı tedavi etkisini gösterdikçe çiftin arası giderek düzeldi. Pete Carter, Steve in steroid krem alışkanlığını bırakmasına yardımcı oldu ve döküntü, küçülen penis kuruntularıyla birlikte ortadan kalktı. Steve in psikotik semptomları azaldıkça Sharon da sakinleşti. Her ne kadar onu hâlâ hızlı konuşan biri olarak değerlendirsem de daha katlanılır hale geldi. Hatta karı koca tekrar seks yapmaya bile başladı. Steve nihayetinde ortaklığa girdi, bundan kısa bir süre sonra şirket onu Chicago ofisine gönderdi ve ailece taşınmak zorunda kaldılar. Şizofrenik semptomların tekrarlayabileceğini bildiğimden Steve e orada başvurabileceği birkaç iyi psikiyatristin ismini verdim. Steve den bir daha haber almadım ama Sharon bilgi vermek için bir süre beni birkaç ayda bir aradı. Steve ilaçlarını alıyordu ve listedeki psikiyatristlerden birine gidiyordu. Sharon bir bakıcı almış, yarı zamanlı çalışmaya başlamıştı. Ayrıca konuşmasının hızı da normale inmişti. Onlarla yaptığım çift terapisinin başarıya ulaştığını hissettim. En azından evliliklerini en çok aksatan iki semptom konusunda onlara yardımcı
188 188/411 olmuştum; Sharon ın hızlı konuşması ile Steve in penis küçülmesi.
189 SEKİZİNCİ BÖLÜM DELİCESİNE ENDİŞELİ 1988 Bahar
190 190/411 UCLA DA ÇALIŞMAYA BAŞLAYALI YEDİ yıl olmuştu. Kadrolu uzman doktor olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyordum ama önümde hâlâ uzun bir yol vardı. Önce özel amaçlı bir inceleme komitesini araştırmamın yenilikçi olduğuna ve mantıklı bir yol izlediğine ikna etmem gerekiyordu. Ayrıca akıl hocalarımdan bağımsız hale geldiğimi de kanıtlamalıydım. Akademik ilerlemenin sadece bilimle alakalı bir şey olmadığını artık anlamaya başlamıştım; politika da işin bir parçasıydı. Destek mektuplarımı kimin yazacağını iyi değerlendirmem, komiteyi uzmanlık başarılarımla etkileyebilmem gerekiyordu. Bu arada mesleğimde giderek ilerliyordum, meslektaşlarımdan klinik kabiliyetim konusunda güven kazanıyordum ve bana sağlam yerlerden hastalar yönlendiriliyordu. Ilık bir Pazar ikindisinde havuzumun kenarında uzanmış, dinleniyordum. Hayat güzeldi. Tüm haftasonu aksesuarlarım yanı başımdaydı; buzlu çay, bulmaca ve (o zamanlar pek gelişmiş bir teknoloji olan) telsiz telefon. Anma Günü partisinde tanıştığım Gigi isimli kızın numarasını tuşladım ve karşıma yine bir yetenek ajansının telesekreteri çıktı. İkinci bir mesaj bıraktıktan sonra telefonu kapadım. Canım sıkılmıştı çünkü Gigi hâlâ bir hafta önceki mesajıma karşılık beni aramamıştı. Görüşmek istiyordum onunla. Çekiciydi, komikti, akıllıydı, en önemlisi de, benimle ilgileniyormuş gibiydi. Ama bir türlü aramıyordu. Belki o kadar da ilgili değildi veya ben, kız kardeşimden numarayı yanlış almıştım. Kardeşim partiyi veren arkadaşını aramış, arkadaşı Gigi yi partiye getiren kendi arkadaşını aramış, o da Gigi yi arayarak
191 191/411 numarasını verip veremeyeceğini sormuştu. Bir buluşma ayarlamak için bir sürü saçma sapan telefon konuşması yapılmıştı. Havuza atlayıp birkaç kulaç yüzdükten sonra şezlonguma döndüm ve kendimi güneşte kurumaya bıraktım. Tam uykuya dalmak üzereydim ki telefon çaldı. Arayan Gigi değildi; ilginçtir ki eski psikanalistim Charles Reidel di. Beni, özellikle de Pazar günü ve evden, neden aradığını merak ettim. Psikanalizim yıllar önce tamamlanmıştı. Reidel bırakma zorluğu mu yaşıyordu acaba? Sonunda anlaşıldı ki Reidel eğitimdeki doktorlar için bir akıl sağlığı programını üstlenmişti ve bana hasta yönlendirmek istiyordu; tıp fakültesi birinci sınıftaki bir doktorun annesi. Reidel in değerlendirmesinde çocukta uykusuzluk ve anksiyete çıkmıştı ve Reidel bu gencin semptomlarının otoriter, müdahaleci anneyle de ilişkili olduğunu düşünüyordu. Annesiyle konuştum, gelip seninle görüşmeye gönüllü dedi Reidel. Hatta hevesli bile denebilir. Olur tabii. Haftaya arasın beni. Uygun saatlerim var dedim. Rahatsızlık verici bir sessizlikten sonra Reidel, E, sen nasılsın Gary? dedi. Bu basit soru beni doğruca psikiyatrist olarak görevime hazırlanırken girdiğim psikanaliz sırasında Reidel in ofisindeki kanepede uzandığım zamana döndürdü. Tüm içgörü yönelimli terapilerin, özellikle de psikanalizin, en önemli bölümünü, insanın terapistle arasında aktarım geliştirmesi sonra bunu fark etmesi ve nihayet çözümlemesi oluşturur. Diğer bir deyişle hasta hayatının önceki dönemlerinde başkalarına -genelde anne
192 192/411 babasına- hissettiği duyguları terapiste nasıl aktardığını öğrenir. İdeal durumda terapi bittiğinde hasta hayatına devam eder. Ne var ki aktarım duyguları güçlüdür ve bazen yaşam boyu varlığını sürdürebilir. Analizden sonra insan eski terapistine rastlarsa bu, tedavi sırasında tesadüfen ortaya çıkan yüzleşmeler kadar rahatsızlık verici olabilir. Benim Reidel in sorusuna karşı tepkim de muhtemelen çözümlenmemiş sorunlardan kaynaklanıyordu. Bilinçdışı bir düzeyde onu hâlâ güçlü ve her şeyi bilen biri gibi algılıyordum ve o kişi şimdi benden hastalarından birini görmemi istiyordu. Havam yerindeydi yani! Kendimi hemen toparlayıp soruya basit bir cevapla karşılık verdim. Çok iyiyim, teşekkürler. Hastayı yönlendirdiğin için sağol. O hafta asistanım Jackie telefonumu çaldırdı ve Dr Reidel in yönlendirdiği Bayan Carol Wilson un aradığını söyledi. Bense bir konferans görüşmesine başlamak üzere olduğum için Jackie den Bayan Wilson un telefonunu almasını istedim. Ancak Jackie bana Bayan Wilson un hastane içinden, 632 No lu odadan aradığını söyledi. Ciddi misin? dedim. Ben onu ararım ama lütfen dâhiliyecisinin ismini sor ve neden hastanede olduğunu öğren. Jackie Dr Lisa Chung un Bayan Wilson u bir gün önce bel ağrısı değerlendirmesi üzerine hastaneye yatırdığını öğrendi. Randevularımdan sonra 632 No lu odaya çıktım. Dört yataklı koğuşun açık kapısında durdum ve parlak kızıl saçlı bir kadının üç kadın hastaya bir şeyler anlattığını gördüm. Hangi yatağın Bayan Wilson unki olduğunu anlamak için
193 193/411 kapıda asılı listeye baktım sonra da biraz kulak kabartmak için oyalandım. Kızıl saçlı kadın, yani Carol Wilson, nutuk vermeye devam etti. Shirley dedi karşısındaki kadına, doktorun haklı diye düşünüyorsun, biliyorum, ama bak, senin hastalığının belirtileri basit bir artritten çok daha fazlası gibi görünüyor. Lupus bile olabilirsin. Kimsenin aklına sed hızına bakmak geldi mi? Kastettiği şey, vücuttaki iltihabı ölçen ve tüberkülozdan otoimmün hastalıklara kadar çeşitli hastalıkların belirlenmesine ve takibine yarayan, özgül olmayan tarama testi eritrosit sedimentasyon hızıydı. Shirley nin küçük dilini yutmuş gibi göründüğünü görünce içeri girdim. Günaydın bayanlar. Kusura bakmayın, bölüyorum. Ben Dr Small. Carol Wilson u görmeye geldim. Carol cıvıldar gibi bir sesle, Benim Doktor. Ben aradım sizi dedi. Carol ın yatağının yanına bir sandalye çektim ve sakin bir ortam yaratabilmek için perdeyi kapadım. Beni görmeye geldiğinize çok sevindim Dr Small dedi Carol. Beklediğimden çok daha gençmişsiniz. Oğlum Michael ı hatırlattınız bana, biliyor musunuz? Kendisi burada, UCLA da tıp okuyor. Tebriklerimi savar gibi ellerini havaya kaldırdı. Biliyorum, biliyorum, gurur duyuyorum küçük dâhimle. Hayatım o benim. Susup suyundan bir yudum adı ve acıyla inledi. Sonra öne doğru eğilerek yüzünü buruşturdu ve elini beline bastırdı. Hemşireyi çağırabilir misiniz lütfen? Ağrım için bir şeyler versin.
194 194/411 Carol bende histriyonik hissi uyandırdığı için gerçekte ne kadar ağrısı olduğundan, ne kadarını bana göstermek için yaptığından emin olamadım. Belki ağrı kesici bağımlısıydı, doktora reçete yazdırmak için numara yapıyordu. Hemşireyi çağırdım ve Carol a derin ve yavaş nefes almasını söyledim. Hemşire kalçadan iğne yaptıktan sonra Carol sakinleşti ve yeniden rahatlamış gibi göründü. Çok ani geldi ağrı Bayan Wilson dedim. Evet, biliyorum. Böbrek taşı dedi. Ama Dr Chung şüpheli bakıyor. Neden, bilmiyorum. İdrarımda eser miktarda eritrosit görüldü, ağrının orta-sırt bölümünde olması da tanıyla gayet tutarlı. Tıpla ilgili çok şey biliyorsun dedim. Doktor musun? Kahkaha attı. Hayır, çok hoşsunuz doğrusu. Dil konusunda doktoram var, okumayı da çok severim. Aslında sorayım size, JAMA daki Epstein-Barr virüsü ile kronik yorgunluk sendromunu ilişkilendiren makaleyi okudunuz mu? Yoksa New Yorker da mı okumuştum? O kadar çok okuyorum ki bazen neyi nerede gördüğümü unutuyorum. Ben kendi tıp dergilerimdeki yazıları okuyacak vakti zor buluyordum, New Yorker ı en son ne zaman elime aldığımı hatırlamıyordum bile. Hayır, rastlamadım o makaleye. Ama gel şimdi senden söz edelim. Dr Reidel yardımcı olabileceğimi düşünmüş. Umarım olursunuz Doktor dedi sessizce. Mesele, oğlum. Onun fakültedeki çalışma temposundan ve rekabetten dolayı fena halde bunaldığını düşünüyorum. Tamam, çok
195 195/411 parlak bir insan, ama çok da hassas ve yaşadıklarıyla ilgili benimle konuşmak istemiyor. Eskiden konuşur muydu? dedim. Çok yakındık. Babası o beş yaşındayken öldü, sırdaşı ben oldum. Ne zaman canını sıkan bir şey olsa hisseder, ona tavsiyelerde bulunurdum. Ama şimdi öyle meşgul ki yüzünü 40 yılda bir görüyorum. Tıp fakültesinin ilk yılı bayağı yoğun olabiliyor dedim. Biliyorum ama şimdi de başağrıları başladı. Öyle çok ağrıyor ki midesi bulanıyor, haftasonlarında eve bile gelemiyor. Gerçekten çok endişeleniyorum onun için. Dr Reidel in çocuğunun üstüne titreyen otoriter anne tahmini doğru görünüyordu. Carol zeki ve iyi konuşmayı bilen biriydi ama oğlunun biraz uzak kalma mesajını gözden kaçırıyor gibiydi. Gördüğüm şey klasik bir olumsuza dönmüş anaoğul ilişkisiydi. Carol az önce oğlunun hayatı olduğunu söylemişti ama belki Michael kendi hayatını istiyordu. Konsültasyon psikiyatrisinin zorlu yanlarından biri, hastane ortamında hastaya ayrılabilecek özel alanın olmamasıdır. Odadakiler dinlerken Carol ın kişisel meselelerine girmek istemiyordum. Carol kendinden çok, oğlu hakkında konuşmakta rahattı, ben de engel olmadım. Peki, Michael ın başağrıları konusunda canını sıkan nedir? dedim. Carol sesi alçalttı. Bana anlatmadığı bir şeyler var diye düşünüyorum. Rahatsızlıklarını kesinlikle hafifleterek anlatıyor, ayrıca görme kabiliyetinin de etkilendiğini düşünüyorum
196 196/411 Son zamanlarda ne zaman görsem gözünde kara güneş gözlüğü var. Durdu ve önüne baktı. Ne oldu? dedim. Bunu henüz doktoruna söylemedim ama beyin tümöründen şüpheleniyorum. Bana doğru eğildi. Kötü huylu. Kahkahamı zor bastırdım. Güneş gözlüğü ile başağrısı ne zamandan beri beyin kanserinin tanı kriteri olmuştu? Gerçekten mi? Nedir kötü huylu tümör olduğunu düşünmenize sebep? Umuyorum ki yanılıyorumdur ama tüm belirtiler ona işaret ediyor. Carol dedim, bir sürü insanın başı ağrır ve bir sürü insan güneş gözlüğü takar. Ama Michael da yoktu böyle bir şey. Işığa duyarlılık, baş ağrısı Her ikisi de tümör kaynaklı beyin ödeminin göstergesi olabilir. Hatta belli mi olur, belki gliyoblastom görme sinirini etkiliyordur. Vay canına, bu kadın tıp jargonuna sahiden hâkimdi ve gösterişini yapmayı da seviyordu. Gören de oğlu değil, annesi tıp okuyor sanırdı. Onu gliyoblastoma 35 yaş altı insanlarda hemen hiç rastlanmadığını söylememe fırsat kalmadan Michael siyah kotu, gri tişörtü, kara gözlüğüyle içeri girdi. Michael! diye haykırdı Carol. Çok sevindim uğramana. Seni Dr Small la tanıştırayım. Hani bana sözünü ettiğin doktor. Yatakta oğlunun ilişmesini istediği yeri gösterdi. Tanıştığımıza memnun oldum Dr Small. Birkaç hafta önce verdiğiniz geriatri semineri çok güzeldi dedi Michael,
197 197/411 gözlüğünü başının üstüne kaldırırken. Annemle tanışmışsınız bakıyorum. Evet dedim, birbirimizi tanımaya başl Carol sözümü kesti. Seni görmek ne güzel hayatım. Ben de şimdi Dr Small a senin nasıl bir dâhi olduğunu anlatıyordum. Canı sıkılmış gibi görünen Michael ayağa kalktı. Bak anne, sadece merhaba demek için uğradım, fazla kalmayacağım. Çalışma grubum var. Michael la birkaç dakika baş başa kalabilmek için bunun bir fırsat olduğunu düşündüm. Aslında benim de çıkmam gerek dedim. Sonra tekrar gelirim, biraz daha konuşuruz Carol. Michael, ben de seninle aşağı ineyim. Carol cevap verdi: Ne güzel, hadi biraz birbirinizi tanıyın bakalım! Bay bay! Biz kapıdan çıkarken Carol bayanlara nutuk çekmeye döndü. Bak şimdi Shirley, lupus öyle hafife alınacak şey değil Merdivenlerden inerek güneşli avluya çıktık. Michael itiraf etti: Aslında çalışma grubum falan yok Dr Small. Sadece annemle bir saat geçirip de her hareketime teşhis koymasına dayanacak halim yoktu. Gözlüğünü çıkarıp temizledi, devam etti, Soruları bitmek bilmiyor. İyi uyudun mu? Kahvaltıda ne yedin? Hâlâ o Mia yla çıkıyor musun? Bayağı sinirini bozuyor anlaşılan dedim. Güldü. En hafif ifadesiyle, evet. Annen çok akıllı ama bir o kadar da hararetli bir insana benziyor. Onun hayatının merkezi olmak, yorucu olsa gerek dedim.
198 198/411 Dünya kadar boş vakti var, hepsini de bana adıyor dedi. Bir sandviç istesem, Şükran Günü sofrası hazırlıyor. Öksürsem zatürree oldum sanıyor. Üstelik bu hali giderek de kötülüyor. Kendimize birer kahve alıp avluda bir masaya oturduk. Sence neden? dedim. Kız arkadaşımla birlikte yaşamaya başlamama dayanamıyor. Yüksekokul boyunca evde yaşadım ama tıp fakültesine başladığımda Mia ile kendi evimize çıktık. Annem ilk başta benim adıma seviniyormuş gibi davrandı ama sonra her şey tuhaflaşmaya başladı. Encino daki aile evimizi sattı kendine UCLA nın yakınında bir daire satın aldı. Söylediğine göre ev tek başına ona çok büyükmüş ama ben biliyorum ki asıl sebebi, bana yakın olmak. Senden ayrılmakta zorlanıyor sanki dedim. Aynen öyle. Mia sürekli annemle arama sınırlar koymam gerektiğini söylüyor ama kolay değil ki. Mia ya hiç katlanamıyor annem, hâlbuki hiç şans tanımadı ona şimdiye kadar. Yani hiçbir kız onun küçük dehasına layık olamıyor. Mia harika biri ve ben de ilişkimiz yürüsün istiyorum ama annemi üzmek de kolay değil. Gördüğüm kadarıyla Carol Michael ın onu terk edişi gibi algıladığı şeyde ne kadar zorlanıyorsa, Michael da annesinden ayrılmakta o kadar zorlanıyordu. Dr Reidel le görüşmüşsün dedim, ona gitmeye devam edecek misin? Haftaya randevumuz var ve inanın buna çok da ihtiyacım var. Annemin bana çektirdiği suçlulukla başedemiyorum artık;
199 199/411 yanında az kalıyormuşum, onu az arıyormuşum, çok zayıfmışım Geceleri uykularım kaçıyor resmen. Eminim Dr Reidel o konuda yardımcı olur. Ama bence annen de biraz yardım alsa iyi olacak dedim. Zaten Dr Reidel de o konuda sizin devreye girebileceğinizi düşünmüştü. Ofisime dönerken Michael ın kendisini annesinin pençesinden kurtarma çabalarını düşündüm. Tahminimce Carol kocasını kaybetmekten doğan üzüntüsünü hiçbir zaman aşamamış ve o boşluğu doldurmak için oğluna sıkı sıkıya tutunmuştu. Duygusal olgunluğa erişmiş, çocuğunun üstüne titizlikle eğilen bir anne, oğluna olan sevgisini onun büyümesine, kendi başına hata yapmasına ve sonunda bağımsız hale gelmesine izin vererek ifade ederdi. Carol oğlunu seviyor ve onun için en iyisini istiyor gibiydi ama onun kendi hayatını yaşamasına izin vermekte zorlanıyormuş gibiydi. Ertesi gün tekrar Carol ın dört yataklı odasına gittim ama yatak boştu. Hemşire onun özel bir odaya nakledildiğini söyledi. Neler olduğunu öğrenmek için Dr Lisa Chung a aradım ve hemşire bölümünde buluştuk. Lisa beni görünce gülümsedi. Selam Gary, seni gördüğüme sevindim. Çok iyi görünüyorsun Lisa dedim. Dâhiliye yakışmış sana. Lisa psikiyatri ihtisasını tamamladıktan sonra dâhiliyeye geçiş yapmıştı, şimdi de asistan doktorların başındaydı. Teşekkürler, ben de çok seviyorum dâhiliyeyi. Hastaların 50 dakika dert yanmasını dinlemek yerine her defasında sadece 10 dakika uğraşıyorum.
200 200/411 Peki, bu Bayan Wilson adlı hastanın durumu nedir? Nesi var? dedim. Akut orta-sırt ağrısıyla geldi ve böbrek taşı düşürmek üzere olduğunda ısrar etti dedi Lisa. İdrarda eritrosit bulduk gerçekten ama idrar yolu enfeksiyonu da vardı zaten, dolayısıyla bu yüzden eritrosit görülmüş olabilir. Ya IVP? dedim. İntravenöz poligram doktorun iyodin bazlı kontrast boya enjekte ettikten sonra böbrek taşlarını görmesini sağlayan bir röntgendir. Negatif dedi Lisa, ama benim asıl sorunla ilgili bir düşüncem var. En azından fiziksel olanla Nedir? dedim. Ne zaman yutkunsa bel ağrısı alevleniyor. Bence ağrı üst mide-bağırsak kanalından kaynaklanıyor Ağrı için sekiz yüz miligram Motrin almış yedi aydır, aç karnına. Muhtemelen antienflamatuvar ilaçtan dolayı gastriti ya da ülseri var. Bel ağrısı mide borusundan ya da mideden mi vuruyor diyorsun yani? dedim. Evet, ibuprofen i kestik zaten. Bugün için üst mide-bağırsak kanalı test serisi istedim. Peki, kadının tıpla ilgili merakına ne diyorsun? Sorma! Hayatımda bu kadar sabit fikirli ve kendi teşhis kabiliyetine inanan bir insan -hatta cerrah bile- görmedim dedi Lisa, kahkaha atarak. Kulaktan dolma bir miktar tıbbi bilgi sahibi ama öyle ısrarcı ki insanı sinir ediyor. Oğluyla karşılaştın mı? dedim.
201 201/411 Evet, bir kez. O da annesi gibi biraz hararetli bir insan ama normal birine benziyor dedi. Annesi sürekli ondan bahsediyor, çok da endişeleniyor. Belki endişesi gastritini iyice azdırıyordur dedim. Kesinlikle. Ben zaten çoğu gastrointestinal bozukluğun psikolojik bir etkeni olduğunu düşünüyorum. Kolit ve hassas bağırsak sendromu psikosomatik hastalıkların klasik örnekleridir, yani psikolojik faktörlerin etkilediği veya alevlendirdiği gerçek fiziksel rahatsızlıklardır. Çoğu insan stresin neden olduğu fiziksel rahatsızlıkların ciddi veya gerçek olmadığını düşünür. Oysa psikosomatik bir hastalığa katkıda bulunan duygusal stres, fiziksel semptomları iyice kötüleştirebilir ki bunlar en az fiziksel nedenlerden kaynaklanan semptomlar kadar gerçek ve potansiyel olarak tehlikelidir. Mide-bağırsak kanalındaki psikosomatik hastalıkların psikolojik ve fiziksel bileşenleri arasındaki karşılıklı etkileşim oldukça karmaşıktır. Doktorlar yıllarca ülsere kafeinin, antienflamatuvar ilaçların, alkolün ve stresin neden olduğunu düşündüler. Stres ve beslenme şekli, ülser semptomlarına etki edebiliyor. Ancak Barry Marshall ile Robin Warren 2005 te Helicobacter pylori adlı bakterinin gastrite ve peptik ülser hastalığına neden olabildiği yönündeki keşifleriyle fizyoloji, yani tıp dalında Nobel Ödülü nü kazandılar. Şimdi ülser tedavisinde aylar ya da yıllar süren beslenme tedavisi veya diğer semptomatik tedaviler yerine basit bir antibiyotik kürü işi görebiliyor.
202 202/411 1980 lerin sonlarında gastrit ve ülser hastalığının antibiyotikle tedavisi henüz keşfedilmemişti. Ancak Motrin gibi antienflamatuvar ilaçların mide çeperini irite edebildiğini ve kanamaya, ağrıya, yani ülsere yol açabildiğini biliyorduk. Zihnin bedeni nasıl hastalandırabildiğine inanamıyor insan dedim. Bu arada senin hem psikiyatri hem de tıp eğitiminden yararlandığını görmek ne güzel. Bir de çifte tarife uygulayabilsem, daha güzel olacak. Gülümsedi. Mide-bağırsak serisinin sonuçları gelir gelmez seni haberdar ederim. Teşekkürler dedim. Bu arada Bayan Wilson neden başka bir odaya nakledilmek istedi? O değildi isteyen. Odadaki diğer hastalardı. Carol Wilson un üst mide-bağırsak kanalı testleri özofageal ülserin pozitif olduğunu ortaya koyunca hastaya antiasit ilaçlar ve ülsere uygun bir perhiz verildi. Bayan Wilson böbrek taşı inancından vazgeçmek zorunda kalsa da kendisine yeni ve resmi bir tanı konduğu için pek heyecanlandı; hem de Michael ın ciddiye alması gereken bir tanı. Taburcu edildikten sonra gelip beni görmek üzere randevu aldı. Bir hafta sonra ofisime döpiyesi ve yapılı saçlarıyla girdi. Kolunun altına da katlanmış bir New York Times sıkıştırmıştı. Kanepeye oturdu, gülümsedi. Dr Small, sizi tekrar görmek ne güzel. Ofise göz gezdirdi. Ambiyansı çok sevdim, tam UCLA ya uygun. Güldüm ve Gelmene sevindim Carol dedim. Kendini nasıl hissediyorsun?
203 203/411 Ülserimin tamamen geçtiğini memnuniyetle bildiririm. Öne eğildi. Dr Chung a söylemeyin ama arada sabah kahvemle sigara kaçamağı yaptım, hiç de bir şey olmadı. Kendini iyi hissetmene sevindim ama kafeine fazla yüklenme, sigarayı da tamamen bırak. Antiasitleri düzenli aldın mı? dedim. Tabii ki. Annem gibi konuştunuz doktor. Çantasından çiğneme hapını çıkarıp bir tane ağzına attı. Bana da uzattı, istemedim. Sonra bacak bacak üstüne attı ama ağrıdan yüzünü buruşturdu. İyi misin? dedim. Daha rahat oturabilmek için oturuşunu değiştirdi. İyiyim, omurgada, L4-L5 diskimde yırtılma var da Mayo Clinic te uyguladıkları yeni bir tedavi varmış, onu düşünüyorum. Gerçi kimseye kobay olmak da istemiyorum. İnsanın sırtıyla bir oynamaya görsünler Hiç girmek istemiyorum öyle bir şeye. Burada kendini tekrar eden bir yapı görmeye başlamıştım. Carol için her yeni gün beraberinde yeni bir belirti, incinme ya da hastalık getiriyordu ve tahminimce her problem Michael ı çileden çıkarıyordu. Carol da Munchausen sendromu olabilirdi. Bu kişiler dikkat çekmek için hastalıklar uydururlar. Carol da ayrıca klasik histriyonik kişilik, yani uzun süreli yapıda kronik dikkat çekme ve duygusal uyarılabilirlik de vardı. Carol metanetli bir ifade takınmaya çalıştı ama ağrısı yüzünden dikkati dağılmış gibiydi. Hemen konuyu değiştirdim. Hastaneden çıktığından beri neler oldu?
204 204/411 Michael için çok endişeleniyorum. İlk başta baş ağrıları ve bulantısı yüzünden ciddi bir hastalığı var diye kaygılanıyordum ama artık o kadar emin değilim. Nasıl yani? dedim. Tüm bunların psikosomatik olabileceğini düşünüyorum dedi. Tencere dibim kara, diye düşündüm kendi kendime, babamı çağrıştırırcasına. Ama Psikosomatik mi? demekle yetindim. Tıp öğrencisi hastalığını duymuşsunuzdur dedi. Tıp fakültesi öğrencilerinin kitaplarda okudukları her korkunç hastalığa yakalandıklarını düşünmesi durumunu mu diyorsun? dedim. Evet. Bu çocuklar öğrendikleri hastalıkları takıntı haline getiriyorlar ve bence Michael a olan da böyle bir şey. O zaten her zaman etkiye karşı duyarlı ve açık biri olmuştur. Tıp öğrencisi hastalığı diye de bilinen medical studentitis in doktorların neredeyse yüzde 60 ını, eğitimlerinin bir noktasında etkilediği düşünülür. Bu hipokondrinin bir çeşididir, yani ciddi bir hastalığa yakalanma konusunda aşırı düşünme ve endişelenmektir. Tıp eğitiminin külliyetli ve marazi yapısıyla bu türden bir endişe ve kaygıyı tetiklemesi şaşırtıcı değil. Her ne kadar kısa süreli olsa da bazı öğrenciler uyumsuz davranış kısırdöngüsüne girerler; sık sık vücutlarında lezyon kontrolü yapar, gündelik vücutsal duyumların habis yapılı olduğundan şüphelenerek tıp kitaplarına gömülüp ipuçları ararlar. Geçici bir kasık ağrısı testis kanseri oluverir; sıcak bir günde sıvıya aşermek insüline bağımlı olmayan diyabet belirtisi sanılır;
205 205/411 not almaktan giren krampsa romatoid artrit başlangıcı sayılır. Genelde sınıfta incelenmekte olan hastalık ya da organ, öğrencinin hipokondriyak kaygılarının odağını oluşturur. Tıp öğrencilerinin deneyim ve bilgisi arttıkça genelde kaygıları da azalır ve öğrenci hastalığı kaybolma eğilimi gösterir. Michael birinci sınıf öğrencisiydi, bu yüzden de bu yaygın sendroma yakalanma riski vardı. İlk başta okulun sağlık servisine kaygı şikâyetiyle gitmişti ama benim gözüme öyle özellikle kaygılı bir insan gibi görünmemişti. Ayrıca hastanedeyken, rahatsızlıklarını annesinden uzak durabilmek için uydurduğunu da söylemişti bana. Michael da bu öğrenci rahatsızlığı olabilir ama Carol sözümü kesti. Olabilir değil, büyük olasılıkla var. Bence siz ikimizle birlikte görüşseniz müthiş faydalı olacak. O sayede neler olduğunu çözebiliriz. Carol yine terapimizi oğluna odaklayarak kendi sorunlarıyla ilgilenmekten kaçınmaya çalışıyor gibiydi ama ben de zaten anne oğul arasındaki dinamiği gözlemlemenin faydalı olabileceğini düşünüyordum. İkinizle birlikte görüşebilirim. Sana uygun saatlerimi vereyim de ikiniz programlarınıza bir bakın. Yarın saat beş gibi benim evime uğrasanız olmaz mı? Michael dersten sonra gelip akşam yemeğine kalmaya söz verdi. Dairem hemen Westwood da, yolun aşağısında. Ev ziyareti yapabilirseniz gerçekten çok memnun olurum. Çoğu doktorun aksine geriatrik psikiyatri uzmanları bazı hastalar evden çıkamadığı için ara sıra ev ziyareti yaparlar. Her ne kadar bu geriatrik bir vaka olmasa da Carol ı kendi
206 206/411 çöplüğünde, özellikle de oğluyla birlikte gözlemlemenin ilginç olacağını düşündüm. İnsanlar ev ortamının rahatlığı içinde kendileriyle ilgili çok şey ele verir, ortamları ise daha da çok şey söyler. Takvimimi kontrol ettikten sonra Tamam dedim, Michael a sen haber ver, yarın beş buçuk gibi sizde olurum. Carol UCLA ya beş dakika mesafede, Wilshire Boulevard da, Los Angeles ın doğu-batı yönündeki işlek ana caddede yaşıyordu. Oturduğu bina okyanus ve dağ manzarası ile şehir silueti sunan yüksek binalar topluluğunun ortasında, Batı Kıyısı nın en arzulanan yerleşim yerlerinden birindeydi. Arabamı binanın önüne çektim, görevli park etmek üzere arabayı devraldı. Yüksek tavanlı, şık fuayeye girdiğimde danışma görevlisi beni karşıladı ve Carol ı arayarak geldiğimi haber verdikten sonra asansöre binmeme izin verdi. 22. kata yaklaşırken kulak zarlarım patlayacak gibi oldu. Asansör altın kakmalı aynalarla kaplıydı, kendime şöyle bir göz attım. Uzun günün ardından epey gösterişsiz görünüyordum. Hemen kravatımı düzelttim, gömleğimi içime soktum, saçımı elden geçirdim ve yarı resmi ama profesyonel ev ziyareti havasına bürünmeye çalıştım. Asansör doğrudan Carol ın dairesine açıldı. İçeri adım atar atmaz Batı Los Angeles ve ötedeki Büyük Okyanus manzarasına hayran oldum. Carol elinde martinisi, boynunda bir boyunlukla koşarak beni karşılamaya geldi. İçeri girin lütfen Dr Small. Ne içersiniz? Eğilip fısıltıyla, İsterseniz kokteyl de alabilirsiniz, kimseye söylemem dedi.
207 207/411 Soda alayım lütfen. Sade olsun dedim. Boynuna ne oldu Carol? Ah, çok saçma ama bende kesintili bir kuru öksürük var. Dr Chung a söyledim, amfizem başlangıcı olabilir diye. Öksürük C4-C5 disk protrüzyonuma etki ediyor. Kendi kendime, bu artık Munchausen olamayacak kadar abartılı diye düşündüm. Belki de Carol sadece histriyonik kişiliği olan bir hipokondriyaktı. Martini ve ülser konusunda kafasını şişirmemeye karar verdim ama sigara yakarsa ses çıkarmak zorunda kalacaktım Özellikle de kendisine amfizem teşhisi koyduktan sonra. Michael daha gelmedi dedi, ama ben de sizinle birkaç dakika yalnız konuşmak istiyordum zaten. Bence bize çift terapisi yapılmalı. Kiminle kime? dedim. Michael la bana tabii ki. Carol, çift terapisinde genelde karı koca gibi bir çift olur. Saygın aile terapisti Salvador Minuchin öyle demiyor ama. Kendi yapısal aile terapisini pek çok ebeveyn/çocuk zorluklarının çözümlenmesinde kullanmış. Carol haklıydı. Minuchin sık sık etkileşim şeklinde neyin yanlış olduğunu anlamalarına yardımcı olmak için hem çekirdek ailelerle hem de aile üyelerinin alt gruplarıyla çalışırdı. Kullandığı yöntemler birbirine dolanmış ilişkilerde özellikle işe yarıyordu. Bu tip ilişkilerde Minuchin aile üyelerine nasıl daha sağlıklı sınırlar tanımlayabileceklerini gösteriyordu. İyileştirici bir değişimin ancak aile üyelerinin birbirleriyle kurdukları ilişkide tekrarlanan yapıların farkına varması
208 208/411 ve bunları değiştirmeye gönüllü olması halinde gerçekleşebileceğine inanıyordu. Minuchin in yaklaşımı Carol ile Michael a yararlı olabilirdi ama ben, bu isteğin arkasında Michael ile daha fazla vakit geçirme hilesinin yattığından şüpheleniyordum. Biliyorsun Carol, çift terapisini tarafların her ikisinin de istemesi gerekir, Michael da artık çocuk değil. Doğru, değilim dedi Michael, asansörden içeri adım atarken. Hem ne oldu sana anne? Boyun incinmen mi nüksetti yine? Önemli bir şey değil, hayatım. Dur sana bir kadeh sevdiğin şaraptan getireyim. İkiniz salona geçip oturun. Biz merdivenle inilen salona geçerken Carol mutfağa giderek seslendi: Luticia? Bir şişe merlot açıp ordövrleri hazırlamama yardım eder misin? Michael ile Carol ın beyaz kanepelerinde karşılıklı oturduk. Doktorların hâlâ ev ziyareti yaptığını bilmiyordum. Başını iki yana salladı. Pek hoşuma gitmedi doğrusu. Merak etme, çoğu doktor yapmaz. Luticia sıcak ordövr tabağını getirdi. Sodamı içerken sehpanın üstünde duran Harrison İç Hastalıkları Prensipleri kitabını gördüm. Tıp öğrencilerinin ve meslek icra eden doktorların standart el kitabıydı bu. Burada da çalışıyorsun galiba Michael? Yok canım. Carol içeri girip Michael a bir bardak şarap uzattıktan sonra kanepede onun yanına oturdu. Anne, sen benim evime girip Harrison ımı mı aldın? dedi Michael.
209 209/411 Carol güldü. Saçmalama hayatım. Kurgusal olmayan kitap okumayı ne kadar severim biliyorsun. Bu da kitapçıda indirimdeydi. İyi de bu sıradan bir kitap değil ki anne, tıp kitabı. İlginç geliyor bana dedi Carol Ayrıca seninle öğrendiklerin hakkında konuşabilmek istiyorum. Etkileşimlerini izlerken Carol ın sahneyi nasıl manipüle ettiğini fark ettim. İkisinin tam karşısında oturuyordum ve onlar birebir çift terapisi pozisyonunda, kanepeyi paylaşıyorlardı. Tamam anne sonra konuşuruz bunu. Şimdi bana geldiğim sırada Dr Small la ne konuşuyordunuz, onu söyleyin dedi Michael. Son zamanlarda senin için ne kadar endişelendiğimi anlatıyordum dedi Carol Bilmediğim bir şey söyle bana. Hapşırsam ölüyorum sanıyorsun. Yok canım! diye haykırdı Carol Sadece endişeleniyorum hayatım. Hangi konuda anne? Sende tıp öğrencisi hastalığı olabileceği konusunda. Michael bir kahkaha attı ve başını sağa sola salladı. Sen istersen Harrison ı okumayı bırakıp biyografilerine dön. Ne düşünürsen düşün canım ama birinci sınıf tıp öğrencilerinde çok yaygın olan bir şey bu. Hem utanacak bir şey de yok. Yine ağrıyla yüzünü buruşturdu. Uf, boynum ne zaman nüksetse, ardından zonklayan bir baş ağrısı geliyor. Fark ettim ki Michael tıp öğrencisi hastalığı tanısını yutmayınca Carol konuyu kendi ağrılarına çevirmişti.
210 210/411 Biliyorsun anne, baş ağrısının en yaygın nedeni kas gerilimi ve strestir. O yüzden sakın beyin tümörün olduğunu falan düşünmeye başlama. Carol ağlamaya başladı. İyi misin anne? Neyin var Carol? dedim. Yok bir şeyim, şu baş ağrısı yüzünden. Michael annesini avutmak için kolunu onun omzuna attı. Carol devam etti: Dr Small, Luticia ya Tylenol getirmesini söyler misiniz? Görünüşe bakılırsa Michael ın beyin tümörüyle ilgili alaycı yorumu Carol ın gözyaşlarını tetiklemişti ve Carol şimdi bir kez daha kontrolü ele geçirmişti. Mutfağa gittiğimde Luticia yı bulamayınca koridoru geçip banyoya doğru ilerledim. Ecza dolabından Tylenol alarak salona dönmeye koyuldum ama kütüphane odasının önünden geçerken bir yığın tıp kitabı gördüm. Merakım uyandı. Carol birinci sınıfın neredeyse tüm kitaplarını masaya yığmıştı. İçlerinden birine göz gezdirince sayfaların sarı kalemle işaretlendiğini gördüm. Sıradan bir kurgu dışı kitap merakı değildi bu. Carol tıp fakültesine giden kendisiymiş gibi bu kitapları çalışıyordu. Salona döndüm ve Carol a iki Tylenol uzattım. Hapları martinisiyle içti. İyi misin anne? dedi Michael. Evet hayatım. Senin evde olman çok rahatlatıyor beni. Düzelmene sevindim Carol dedim. Az önce kütüphane odasının önünden geçerken bir sürü birinci yıl tıp kitabı gördüm.
211 211/411 Michael annesinden uzaklaştı. Ne? Ne diyorsunuz siz? Koşarak koridora gitti. Böyle meraklı olduğunuzu hiç tahmin etmezdim Dr Small dedi Carol, tıslar gibi bir sesle. Michael odadan seslendi. İnanamıyorum anne! Sınıf arkadaşım mı oldun şimdi de? İstersen gel de Mia ve benimle birlikte otur. Michael, gelir misin lütfen, konuşalım bu konuyu diye seslendim. Michael elinde bir yığın kitapla dönerken Carol bana ters ters baktı ve Artık hayatta konuşmaz benimle dedi. O kadar emin olma dedim. Michael ağır kitapları sehpanın üstüne attıktan sonra yerine oturdu. Kim burada tıp öğrencisi, sen mi ben mi? Sadece sana yakın olmak istemiştim dedi Carol, suçlu bir tavırla. Çok mu kötü bir şey yani? İyi de ben senin bana o kadar yakın olmanı istemiyorum! diye bağırdı Michael. Kendi hayatım olsun istiyorum. İyice çığrından çıkmadan seansın dizginlerini ele almam gerektiğini fark ettim. Ayağa kalktım. Şimdi biraz yavaşlayalım ve burada neler olduğunu anlamaya çalışalım. İkisi de sesimdeki otoriter tona tepki vererek başlarını kaldırıp baktılar. Carol, sen yetişkin oğlunun evinden taşınmasıyla başetmekte zorlanıyorsun. Michael, sana gelince; hem anneni tam anlamıyla memnun edip hem de kendine ait, ayrı bir hayat yaşayamazsın. İkinizin de ilişkinizde sınırlar belirlemeniz gerekiyor.
212 212/411 Carol sesini yükseltti. Ben sınırlarla başedebilirim ama Michael inkâr içinde, şu Mia da onu destekliyor. Ondan sürekli şu Mia diye bahsediyorsun. Sanki araba falanmış gibi. Kız arkadaşım o benim anne, seviyorum onu. Neden kabul edemiyorsun? Beni neden kabullenmiyorsun? Carol yine ağlamaya başladı. Mutlu olmanı gerçekten istiyorum Michael. Sadece o senin için doğru insan mı, bilemiyorum. İyi de hiç şans vermediğin insanı nasıl tanıyacaksın ki? dedi Michael. Şans vermek istiyorum ama senin şu tıp öğrencisi hastalığını yutuyormuş gibi geliyor bana. İkisinin yanındaki koltuğa oturdum. Carol, Mia yı tanımaya çalışacak olmana sevindim ama artık Michael ın hastalık belirtilerine odaklanmayı bırakıp kendininkilere daha dürüstçe yaklaşsan iyi olacak. Kusura bakma ama burada tıp öğrencisi hastalığı olan biri varsa o da sensin. Sessizlik içinde bana bakıyorlardı. Çok fazla şey mi söylemiştim? İkisinin de gerçekleri biraz tatması gerektiğini düşünmüştüm. Sessizliği bozan Carol oldu. Bende nasıl tıp öğrencisi hastalığı olur? Tıbba gitmiyorum ki. Ama benim kitaplarımın hepsini okuyorsun. Sınıf arkadaşım olmak istiyormuş gibi bir halin var dedi Michael. O kitapları niye aldım bilmiyorum Michael. Kendimi sana daha yakın hissetmek istedim sadece.
213 213/411 Kitaplarımı çalışarak mı? dedi Michael. Seninle okul hakkında konuşurken aramızda rekabet varmış gibi hissetmem gayet normalmiş demek ki. Devreye girdim. Carol, o kitapları neden okuduğun ayrı bir konu ama okuduklarının tıbbi sorunlarla ilgili endişelerini tetiklemesi ihtimali çok yüksek. Önceki yorumlarımı yumuşatmaya çalışıyordum. Ben sadece Michael ın hayatında olup bitenleri konuşabilmek istedim dedi Carol. İyi de anne, bütün hayatım okul değil ki benim. Biliyorum. Kendimi kaptırmış olabilirim biraz. Tamam anne, uzatmayalım dedi Michael, yorgun görünüyorsun. Ayağa kalktım. Saat geç oldu. Bunu bir dahaki sefere konuşuruz. Müsaade isteyip asansörle otoparka indim. Eve dönerken Carol ile oğlunu düşündüm. O akşam biraz ilerleme kaydetmişlerdi ama daha önlerinde uzun bir yol vardı. Carol Michael ın kız arkadaşını neden bir tehdit gibi gördüğünü anlamalıydı. Michael da başağrılarını ve diğer rahatsızlıklarını Carol ı görmekten kaçmak için abarttığını itiraf etmeliydi. Michael annesini seviyor ama onun kendisine yakın olmak için başvurduğu yollardan rahatsızlık duyuyordu. Carol ın manipülasyonları geri tepmekle ve oğlunu ondan uzaklaştırmakla kalmamış, aynı zamanda tuhaf ve nevrotik bir ana-oğul ilişkisi yaratmıştı. Bu ilişkiyi besleyen şey de Carol ın hipokondriyası ve ikisinin ortak fiziksel semptomlarıydı. Terapinin ana oğula, aralarındaki dolaşık ve komplike ilişkinin farkına varma fırsatını sunacağını ve onlara hem daha
214 214/411 fazla yakınlık hem de daha fazla otonomi kazandıracağını umuyordum. Eve döndüğümde telesekreterimin ışığı yanıp sönüyordu. Üç mesajım vardı. İlki dostum Ross dandı, ikincisi kız kardeşimden, üçüncüsü de Gigi den Nihayet. Bir şişe cabernet açtım, kadehimi doldurdum ve Gigi yi aradım. Telefon üç kez çaldıktan sonra Gigi Alo? dedi. Merhaba, ben Nancy nin Anma Günü partisinden Gary. Hatırladın mı beni? Ah, tabii. Bir iki hafta geçti aradan, senden haber alacağımdan ümidi kesmiştim artık. Nasılsın? Kusura bakma. Nasıl olduysa yanlış numara almışım. İki mesaj bıraktım ama ajans gibi bir yeri aramışım galiba Gigi güldü. Biliyorum. Kız kardeşin Nancy i aramış, o Shelly i aramış, Shelly de beni aradı, olanları anlattı. Ben de bunca insanı bir daha devreye sokmadan seni arayayım dedim. Eh, sonunda bağlantı kurabildik neyse ki. Tuhaf bir sessizlik oldu, dayanamayıp bozdum. E, aktristsin demek? Evet, öyleydim ama şimdi yazarlık yapıyorum. İlk senaryomu yeni sattım. Harika dedim, tebrikler. Teşekkürler. Sen de psikiyatristmişsin. Nasıl gidiyor? Şarabımdan bir yudum aldım. İyi gidiyor sanırım ama neden iyi gidiyor, emin değilim. İşte bu Gigi ile yıllar içinde yapacağımız pek çok sohbetin ilkiydi. Carol ve Michael ile birkaç defa daha bir arada görüştüm. Michael ın anneden ayrılma mücadelesi ile annenin oğlunu
215 215/411 bırakma zorluğu aslında pek çok yetişkin çocuk ile ebeveyni arasında yaşanandan farklı değildi. Onların durumunda sıradışı olan, Carol ın Micheal ın hayatına dâhil olma yönündeki çabalarının dolaylı yolla tıp öğrencisi hastalığı vakasına dönüşmüş olmasıydı. Ebeveynlerin dikkat çekmek için çocuklarına hastalık kurguladıkları dolaylı Munchausen vakaları önceden de rapor edilmişti. Ancak dolaylı tıp öğrencisi hastalığı ile ilk defa karşılaşıyordum. Carol ın tedavisine altı ay devam ettim. Bu süre içinde hem anksiyetesi hem de fiziksel semptomlarında iyileşme oldu. Bunun nedeni tahminimce kısmen terapi, kısmen de düşük dozlu antidepresandı. İnsanlar kimi zaman depresyona girdiklerinde altta yatan duygudurum bozukluğunun bir göstergesi olan fiziksel rahatsızlıklar yaşar. Carol yavaş yavaş eşini yitirmenin üstesinden geldikçe, Michael a ve hayali fiziksel rahatsızlıklarına tutunma ihtiyacı da azaldı. Hâlâ hipokondriyaktı ama ağrılarını ve acılarını artık ölümcül hastalıkların göstergesi olarak görmüyordu. Tıp kitaplarını okulun kütüphanesine bağışladı ve biyografi ile kurgusal yazın okumaya döndü. Carol nihayetinde Mia yı sevdi ve Michael ile ilişkisi iyileşti. Benimle terapisi bittikten iki yıl sonra Batı yakasından ünlü bir dâhiliyeci ile evleneceği haberini aldım. Hayatında ileri doğru adım atmış olmasına çok sevinmiştim. Rahatsızlıkları nüksetse bile hiç değilse her gece ev ziyareti yapabilecek biri vardı.
216 DOKUZUNCU BÖLÜM GÖZLERİ TAMAMEN KAPALI 1989 Kışı
217 217/411 JASON RILEY SAAT TAM 14:00 TE OFİSİMDEN içeri adım attı. Yakası düğmeli gömleği, çizgili kravatı ve gri pantolonuyla yakında UCLA dan dereceyle mezun olacak, 20 yaşında bir felsefe öğrencisinden çok, bir muhasebeciyi andırıyordu. Seansa her zamanki gibi başladı; ceplerini boşaltıp ajandasını, cüzdanını, gözlüğünü, anahtarlarını ve nane şekerini kanepenin yanındaki sehpaya düzgünce, yan yana dizerek. Kanepeye oturmadan önce hem alttaki hem de arkadaki yastığın üstünü şöyle bir silkeledi. Yumuşak sesiyle, Bugün buraya geliş nedenimin gerçek anlamını araştırmak istiyorum dedi. Jason resmi, saplantılı ve kontrolcü olabilirdi ama en azından bir seanstan ne beklediğini biliyordu. Hatırladığım kadarıyla mezun olduğunda ne yapacağına karar vermeye çalışıyordun. Kahvemi yudumlayıp cevabı bekledim. Jason kravatını düzeltti, bir an durup düşündü. Ama o, işin sadece bir kısmı. Geçen hafta baban sana, kendi mezun olduğu Loyola Hukuk a gitmen için baskı yapıyordu sanki. Evet, ama benim için en iyisi Berkeley de felsefe doktorası yapmak bence dedi. Senin için en iyisi buysa hukuk fakültesine gitme fikrini neden düşünüyorsun? O tamamen ayrı bir konu Dr Small. Ben bugün çok temel ve önemli bir konuyu anlamaya çalışıyorum. Sehpanın üstünde duran eşyalarını düzeltti. Wittgenstein ın yazdıklarını bilir misiniz?
218 218/411 Üniversitedeyken birkaç eserini okumuştum. O zaman problemlerimizin çoğunun dilin yanlış kullanımından kaynaklandığı yönündeki savını hatırlarsınız. Eğer benim düştüğüm ikilemi çözecek mantıklı bir analiz geliştireceksek, öncelikle en temel soruyu yanıtlamamız lazım: Benim her şeyden önce bu kararı alacak özgür iradem var mı? Jason ın attığı nutuk nedense bana öğle yemeğimi düşündürdü. Genelde felsefi tartışmalardan hoşlanırdım ama onun etrafındaki herkesi ve her şeyi kontrol etme ihtiyacı, terapi seanslarını içsel dünyanın keşfinden çok, bir güç mücadelesine dönüştürüyordu. Aklıma hep kaçıp gitmek istediğim, uzun ve sıkıcı bir konuşmayı oturup dinlemek zorunda kaldığım zamanlar geliyordu. Tedavinin ilk ayında Jason a, obsesif kompulsif yatkınlığa iyi gelebilecek bir antidepresan önermiştim ama o, ilaçların kontrolü altına girmek istemedi. Hepimizin özgür iradesi vardır Jason. Her gün çeşitli tercihler yaparız. Hah, babamla tanışmamışsınız siz! İşte şimdi bir yerlere geliyorduk. Anlatsana bana. Çocukluğumda evimizde özgür irade diye bir şey yoktu, sadece babamın iradesi vardı. O da bunu bize her an hissettirirdi. Şu insanla arkadaş ol, şu dersi al, o kadar hızlı yeme, UCLA ya git; en iyi eğitimi orada alırsın. Kontrolcü bir insanmış anlaşılan dedim. Gıcık oluyordun herhalde. Kızıyordun yerine gıcık oluyordun sözünü kullanarak Jason ı biraz gevşetmeyi, duygularını kabullenmesini sağlamayı umuyordum.
219 219/411 Babam katıydı, sanırım ben de ona karşı bir nebze antipati duyuyordum. Of, işe bak, dedim kendi kendime, Jason böyle devam ederse seansı atlatabilmek için masa altından bulmaca çözmem gerekecek. Baban tarafından sürekli ne yapacağının söylenmesiyle nasıl başettin? Dinledim, onayladım sonra da göz ardı ettim. Otorite figürleriyle genelde böyle mi başedersin? Pek sayılmaz dedi, sadece babamla. Baskıcı bir baba nasıl göz ardı edilir? Baskıcı olduğunu söylemedim ki diye kestirip attı. Sadece genç bir yaşta ona mantıkla bir şey anlatılamayacağını anladım. Babam dünyayı tek bir şekilde görürdü. Yaşanacak tek makul yer California ydı, tabii Demokratlarla göçmenlerin varlığı hariç. Mesleki eğitim şarttı ve babamın firmasında avukat olmak tek mesleki seçenekti. Fakat ben bunları danışmaya gelmedim size Doktor. Yoluma devam etmeden önce temel karar alma sürecini anlamak istiyorum. Belki baban hakkında ne hissettiğini anlaman, karar almana da yardımcı olur. Enteresan bir hipotez bu Dr Small. Ama hâlâ asıl soruma cevap vermiyor. Jason duyguları hakkında konuşmaktan kaçınmak için klasik bir Freudyen savunma mekanizması olan düşünselleştirmeyi kullanıyordu. Freud bütün anıların hem bilinçli hem de bilinçsiz unsurları olduğuna inanıyordu. Ona göre düşünselleştirme, anılarımızın bilinçli yönlerine odaklanarak bir olayı mantıkla analiz etmemizi ve o olayla ilgili kaygı,
220 220/411 üzüntü ya da diğer rahatsızlık verici duygulardan kaçınmamızı sağlar. Gerçeklere odaklanarak duygu yüklü bir durumu sadece ilginç bir problem olarak ele alabilir, duygularımızdan uzak kalabiliriz. Düşünselleştirme diğer yaygın savunma mekanizması inkârdan farklıdır. İnkârda problemin ya da olayın varlığını kabullenmeyi bile reddederiz. Düşünsellik insanın sorunla başettiği izlenimini verir ama sorunun altında yatan duygular ve hisler görmezden gelinmiş ve sorunun kökeni hiç ele alınmamış olur. Jason muhtemelen sorunlarını öyle uzun zamandır düşünselleştiriyordu ki bu, onun için otomatik bir tepkiye dönüşmüştü. Seansın geri kalanında onu duygularına geri döndürmeye çalıştım ama o teorik nutukları ve tartışmalarıyla duygularından kaçmayı sürdürdü. Ardından saat başını tam 50 dakika geçe eşyalarını yeniden cebine doldurup ayağa kalktı. Haftaya görüşürüz Dr Small. Onun gidişini izlerken içimde bir rahatlama hissettim. Bitmek bilmez düşünselleştirmelerine yetişmeye çalışmaktan yorgun düşmüştüm. Beni kıyıda tutabilmek için yapıyordu bunu, biliyordum ama, yıpratıcı olmaya başlamıştı artık. Stratejimi gözden geçirip onun katı savunmalarını kırmanın bir yolunu bulmalıydım. Amacım duygularını deneyimlemesini ve kaçındığı kararı almasını sağlamaktı. O gün akşam yemeğinde Gigi ile en sevdiğimiz İtalyan restoranında buluştuk. Altı ay önce evlendiğimizden beri Perşembe akşamları La Loggia da yemek yemeyi adet haline getirmiştik. Restorana geldiğimde şef garson beni güleryüzle
221 221/411 karşıladı ve Gigi nin telefon ettiğini, birkaç dakika gecikeceğini söylediğini iletti. Çağrı cihazımı masaya koyarken Jason ın ajandasını, cüzdanını, nane şekerini ve diğer eşyalarını yan yana dizişini düşündüm. Sonra fark ettim ki bende yarattığı gerginlik giderek artıyordu. Neredeyse iki aydır terapiye geliyordu ama çok az ilerleme kaydedebilmiştik. Garson ekmek getirdi ve içki almak isteyip istemediğimi sordu. Uzakta Gigi nin kıvırcık kızıl saçları gözüme takılınca iki tane diyet kola ısmarladım. Gigi içeri girerken gülümsüyordu. Şef garson ona sarıldıktan sonra beni işaret etti. Gigi beni öperek Kusura bakma geç kaldım canım dedi. Önemli değil. Sana diyet kola ısmarladım. Sağol. Açlıktan ölüyorum dedi, ekmeğe saldırıp menüye göz atarken. Ee, günün nasıl geçti? İyiydi. Fakat bugün gördüğüm hasta bir türlü aklımdan çıkmıyor. Üniversiteden mezun olmak üzere ama ne yapmak istediğinden hâlâ emin değil. Garson içeceklerin yanında birkaç bruschetta getirdi. Seçenekleri ne? dedi Gigi. Doktora yapmak istiyor ama babası aile işine girmesi için baskı yapıyor. O zaman hem doktora yapıp hem de aile işine girsin. Böylece herkes mutlu olur dedi Gigi, son bruschetta yı önümden aşırarak. Zaman zaman vakalarım hakkında Gigi yle konuşmayı seviyordum. Alanımın tamamen dışında biriyle fikir alışverişi yapmak iyi geliyordu bana, üstelik Gigi nin sezgileri de çok
222 222/411 güçlüydü. Hastalarımın gizlilik hakkını korumak için isim ve ayrıntı vermekten kaçınıyordum. Peki, sence ne yapacak hastan? dedi Gigi. Bilemiyorum, ama yanlış bir karar vermesinden endişeleniyorum çünkü duygularından tamamen kopuk biri. Ben de savunma mekanizmalarını bir türlü kıramıyorum. İçeceğinden bir yudum aldı. İhtisas yaptığın dönemde gözetmenin olan adamdan bahsetmiştin bana, hatırlıyor musun? Ne isim takmıştınız ona Loch Ness Canavarı mı? Güldüm. Unutur muyum hiç? Onun, küçük yaşlarda yaşanan kayıplarla ve travmalarla takıntılı olduğunu söylemiştin. Bir insanın sorununun kökenine inmek istiyorsanız, çocukluğunda başına ne geldiğini öğrenin dememiş miydi? Hastam küçükken ağabeyi ölmüş, onu biliyorum, ama ne zaman sorsam konuyu değiştiriyor. Haklısın belki de. Geçmişi konusunda biraz daha bastırsam iyi olacak. Güzel dedi Gigi, garsona işaret ederek. Biraz daha ekmek alabilir miyiz lütfen? SONRAKİ PERŞEMBE JASON OFİSİME yine tam saatinde geldi ve eşyalarını yan sehpaya dizdikten sonra yastığı silkeleyip kanepeye oturdu. Normalden daha gergin görünüyordu ama o seansı başlatmadan önce bir şey söylememem gerektiğini biliyordum. Dr Small, size geçen hafta sorduğum önemli soruyu bir kenara bırakmak zorundayız çünkü lisansüstü eğitimim hakkındaki kararımı yarına kadar vermem gerekiyor. Jason
223 223/411 hem Berkeley e kabul edilmişti hem de Loyola Hukuk Fakültesi ne. Ortada kesin bir tarihin olması iyi bir şeydi, ilerleme kaydetmemizi sağlayabilirdi. Her zamanki entelektüel laflamaları es geçip doğrudan önemli bir konuya odaklanarak biraz yol kat edebilirdik. Bu kadar çabuk karar vermen gerektiğini bilmiyordum. Sinirli bir sesle cevap verdi. Hatırladığım kadarıyla geçen ay, son karar tarihinden birkaç defa bahsetmiştim size. Göz ardı etmeyi tercih ettiniz herhalde. Benim tarafımdan göz ardı edilme ihtimali karşısında tüyleri diken diken oluyordu. Bunun önemli bir nokta olduğunu düşündüm çünkü onun ana psikolojik savunması olan düşünselleştirme, bir anlamda insanın kendi içsel yaşamını göz ardı etmesiydi. Olur da doğru zamanı yakalayabilirsem, bu yorumu onunla paylaşacaktım ama bugünkü seansı, onun basit bir anlamsal ayrıntı gibi göreceği bir şeyi tartışarak geçirmek istemiyordum. Jason, birkaç dakikamızı senin çocukluğun hakkında konuşarak geçirmemiz gerekiyor. Daha önce de konuşmuştuk Dr Small, konumuzla ne ilgisi var anlamıyorum dedi. O konuda konuşmak, hatta düşünmek sana çok acı veriyor olabilir mi diye düşünüyorum. Mesele o değil diye itiraz etti. Sadece ne önemi var, onu anlamıyorum. Bana uy lütfen bu defalık. Belki de bu kararı almakta neden zorlandığını bu sayede anlarız. Tamam. Ne öğrenmek istiyorsunuz?
224 224/411 Sen küçükken ağabeyinin vefat ettiğini söylemiştin. İsmi neydi? dedim. Robert dedi ve bir nane şekeri alıp kutuyu sehpadaki yerine geri koydu. Ne hatırlıyorsun onunla ilgili? Benden beş yaş büyüktü ve çok akıllıydı. Onda babamın bir oğuldan beklediği her şey vardı. Nasıl yani? Jason küçümser bir tavırla cevap verdi. Avukat olmaya can atıyordu. Hatırlıyorum da ben hemen hemen 10 yaşımdayken -o da 15 yaşındaydı demek ki, ölümünden bir önceki yıl- haftasonlarında babamla işe giderdi. Sonra eve gelirdi ve odamızda oyun olsun diye bir mahkeme salonu kurardık. Ben hep kötü adam olurdum, Robert da beni koruyan ve hapse düşmekten kurtaran avukatım olurdu. Seni başka şekillerde de korur ya da savunur muydu? Dediğim gibi, babam katı biriydi, kolay sinirlenirdi. Bize hiç vurduğunu hatırlamıyorum ama çok sinirlendiğinde, özellikle de bana sinirlendiğinde, Robert onu sakinleştirmeyi daima başarırdı. O halde Robert seni kollamış gibi görünüyor. Omuz silkti. Nasıl öldüğünden söz etmemiştin galiba dedim hassasiyetle. İfadesiz bir yüzle bana baktı. Babam ona 16. doğum gününde araba almıştı, sarhoş bir şoför çarpıp öldürdü. Hepiniz için korkunç olmuştur dedim.
225 225/411 Öyle oldu, özellikle de annemle babam için. Kusursuz oğullarını kaybettiler. Ben yedektim sadece. Robert ın ölümüyle birlikte Jason; onu gerçek babasından, asla memnun edemediği talepkâr ve asabi bir kontrol hastasından koruyan, şefkatli baba figürünü yitirmişti. Robert ın üzerine topladığı her türlü ilgi Jason a kendisini yedek gibi hissettirmiş olmalıydı. Bu da Jason ın, anne babasının Robert ın ölümünden duyduğu üzüntüye anlayış göstermesini zorlaştırmıştı. Ağabeyine yönelik çelişkili duyguları ise muhtemelen kendisinin de üzüntü duymasını zorlaştırmıştı. O yaşta ağabeyini kaybetmek senin için zor olmuştur dedim. Hiçbir şey söylemeden başını önüne eğdi. Annenle baban seni teselli etti mi? Genelde göz ardı edildim. Babam bana göğsümü gerip Robert a ait sorumlulukların daha büyük bir kısmını üstlenmem gerektiği konusunda büyük bir nutuk çekti. Avukat olmak gibi mi? Sinirlenmiş gibiydi. Geçmişle ilgili bu konuşmalarla vakit kaybediyoruz. Önemli bir kararda yardıma ihtiyaç duyduğum gerçeğini göz ardı ediyorsunuz. Bana kalırsa sen çoktan felsefeye devam etme kararı aldın ama bana söylemekten korkuyorsun dedim. Yanılıyorsunuz. Karar verebilmiş değilim. Evet, felsefeyi istiyorum ama hukuka gitmem için de çok sayıda argüman var.
226 226/411 Jason, bence sen duygularını göz ardı ederek hayatta kalmayı öğrenmişsin. Ağabeyinin ölümünün yasını hiçbir zaman gerçek anlamda tutamadığını ya da babanı hayalkırıklığına uğratma korkunu hiç kabullenmediğini düşünüyorum. Bu duyguları anlamadığın sürece hayatında herhangi bir önemli karar alman zor olacak. Babamdan korkmuyorum Dr Small. Ayrıca duygularım hakkında sandığınızdan çok şey biliyorum. Hatta sanırım şu an kararımı verdim. Felsefe doktorası yapacağım. Üstelik geçmişle ilgili bu konuşmaların da bana hiçbir faydası olmadı. Eşyalarını tekrar cebine koymaya başladı. Bugünkü vaktimiz doldu dedi ve aniden çıkıp gitti. Sanırım fazla zorlamıştım onu. SAAT 11:30 SULARINDA telefonun sesine uyandım. Gigi her zamanki gibi battaniyeyi üstüne çekti ve gözünü bile açmadı. Dr Small? Ben UCLA çağrı operatörüyüm. Hattımda Tarzana Tıp Merkezi var, size bağlıyorum. Tamam dedim sessizce, yanımdaki uyuyan prensesi uyandırmamak için. Merhaba, ben John Peterson, Tarzana Acil Servis doktoruyum. Yanımızda hastalarınızdan biri var; Jason Riley. Bu akşam ani gelişen körlükle hastaneye başvurdu. Birazdan tomografisi çekilecek ve LP testi yapılacak ama kendisi sizin gelmeniz konusunda ısrarcı. Anne babası burada ve aile epey telaşa kapılmış durumda.
227 227/411 Tarzana Tıp Merkezi Sherman Oaks daki evime yakındı. Yarım saat sonra orada olacağımı söyleyin onlara. Boston daki ihtisasımdan bu yana gecenin bir vakti uyanıp acil servise gitme zevkini tadamamıştım. Doğrusu hiç de özlemiyordum. Üstüme bir kot, bir tişört geçirip beyaz gömleğimi aldım ve Gigi ye bir not bıraktım. Gece yarısı tenha Ventura Boulevard da arabamla ilerlerken Jason için kaygılanıp durdum. Bana geldiğinde iyiydi, şimdi kör mü olmuştu? İnme için yaşı çok gençti, gerçi bilateral retina dekolmanı da olabilirdi. Belki kafasını çarpmıştı veya bir kaza geçirmişti. Peterson tomografi ve LP yaptırıyorsa bir enfeksiyon ya da tümörden şüphelenmiş olmalıydı. Seansın nasıl bittiğini düşününce Jason ın beni istemesine şaşırmıştım doğrusu. Acil servisin otoparkına arabamı park ettim, koşarak ambulans girişinden içeri girdim. Bekleme odasında yaşlıca bir çift gördüm. Adam sağ tarafındaki felçten dolayı tekerlekli sandalyedeydi. Karısı ona içecek bir şeyler veriyordu. Bir başka aile kolunu tutarak acıyla kıvranan bir kızı yatıştırmaya çalışıyordu. Arka tarafta orta yaşlarda bir çiftin tartıştığını gördüm. Adam Jason ın ihtiyar hali gibiydi. Kumral ve minyon kadınsa ağlıyor, mendille gözlerini siliyordu. Doğruca koridorun sonundaki hemşire bölümüne gittim. Dr Peterson yanıma geldi. Gençti, büyük ihtimalle asistan doktordu ve bu yerel hastanenin acil servisinde ek iş yapıyordu. Geldiğiniz için teşekkürler. Hastanızın morali bayağı bozuktu ama annesinin durumu daha da kötü dedi. Nefesi kesilecek sandım, sakinleşsin diye beş miligram Valium verdim.
228 228/411 Jason nasıl? Aslında görme kabiliyetini etkileyecek herhangi bir organik sorun bulamadık. O yüzden de psikolojik olabileceğini düşünüyoruz. Kendisi koridorun sonundaki odada. Peterson bana hasta çizelgesini uzattıktan sonra sıradaki hastayı almak için bekleme odasına doğru yöneldi. Bense çizelgeye göz atarak Jason ın odasına yürüdüm. Testlerin hepsi gerçekten de negatifti. Çizelgeyi okurken acil servis doktorlarının tedavi ettikleri hastalar hakkında çok az şey bildikleri halde onları nasıl ölümcül olabilecek durumlardan kurtardıklarını düşündüm. Jason üzerinde hastane önlüğüyle sedyede uzanıyordu. Gözleri kapalıydı. Jason. Ben Dr Small. Tanrı ya şükür dedi. Nihayet bana inanacak biri geldi. Hiçbir şey göremiyorum ama kimse bana nedenini söyleyemiyor. Her şeyi gayet iyi görürken bir anda kör oluverdim. Jason gözlerini neden kapalı tutuyorsun? Fark etmez ki. Kapasam da açsam da bir şey göremiyorum. Dur, ben bir şey deneyeyim dedim. Derin bir nefes al ve gevşe. Ben şimdi göz kapaklarını kaldıracağım. Başparmaklarımı Jason ın kaşlarının üstüne koydum ve göz kapaklarını yavaşça çektim. Ben çekerken o gözlerini öyle sıkı yummaya çalıştı ki bütün yüzü buruştu. Çok tuhaf bir durumdu bu. Ben gözlerini açmaya çalıştıkça o sıkıca kapatıyordu. Peterson ın çıkarımı muhtemelen
229 229/411 doğruydu; Jason ın ani körlüğünün organik bir nedeni yok gibi görünüyordu. Yoksa neden gözünü açma çabalarıma direnecekti ki? Jason, görme kabiliyetini yitirmeden hemen önce neler olmuştu, hatırlıyor musun? Evet, babama Berkeley e gitmeye, felsefe doktorası yapmaya karar verdiğimi söyledim. Gördünüz mü, hiç de korkmadım onunla yüzleşmekten. Baban ne dedi? dedim. Tam olarak hatırlamıyorum. Tek bildiğim, aniden görememeye başladığım ve paniklediğim. Ardından herkes bağırmaya başladı. Babam beni numara yapmakla suçladı ama annem hastaneye gitmemiz için ısrar etti. Şimdi kendini nasıl hissediyorsun? Korkuyorum. Göremiyorum sonuçta. Doktorlar hiçbir şey bulamadı, şu Dr Peterson da bana inanmıyor. Siz inanıyorsunuz, değil mi Dr Small? Jason, göremediğine inanıyorum ve sana yardım edeceğim. Şimdi gidip doktorla ve ailenle birkaç dakika konuşacağım, sonra geri geleceğim. Bekleme odasına gittim. Arka tarafta tedirginlik içinde oturan çift dışında kimse kalmamıştı. Bay ve Bayan Riley? Beklentiyle başlarını kaldırdılar. Evet? dedi Bayan Riley. Ben Dr Small. Oğlunuzun psikiyatristiyim. Bay Riley ayağa kalkarak elimi sıktı. Buralara kadar geldiğiniz için teşekkür ederiz. Bu olay başladığı anda her şeyin Jason ın kafasında olup bittiğini anladım ben. Nereden anladın ki? dedi Ruth Riley.
230 230/411 Adam karısına döndü. Gözleri kapalı da ondan anladım. Numara yapıyor. Kesin olarak bilemezsin ki Alan dedi Ruth. Onu savunma Ruth. Bakalım psikiyatrı ne düşünüyor. Henüz emin değilim dedim. Ama görme kabiliyetini yitirmeden hemen önce neler olduğunu bilsem iyi olacak. Alan Riley tekrar yerine oturdu. Jason konuşmak için çalışma odama gelmişti. Konuşmamız en sonunda onun mezuniyetten sonra ne yapacağı konusunda hararetli bir tartışmaya dönüştü. Ne kadar hararetli? dedim. Tartışmayı Jason başlattı. İyice şişinmişti, hangi okula gideceğine kendisinin karar verdiğini söyledi. Ne zamandan beri onun kararı oluyorsa bu artık O mu ödüyor ki parasını? Hem önceden anlaşmıştık. Loyola Hukuk Fakültesi ne gidecekti. Ruth kelimelerin üstüne basarak konuştu. Alan, bu onun kararı. Sonsuza dek yönetemezsin çocuğu. Robert değil o. Alan koltuğun kenarına vurdu. Robert ı ne diye karıştırıyorsun şimdi? Hiçbir ilgisi yok bu konu Araya girdim. Jason görememeye başlamadan hemen önce neler olduğunu anlatırsanız bize faydası olabilir. Alan koltuğun kollarını sıkı sıkı kavrayarak derin bir nefes aldı. Yılda 40 bin dolar maaşla kıçının üstünde oturup ders versin diye onu felsefe okuyacağı bir hippi okuluna göndermeyeceğimi söyledim. Tüm sakin olma çabalarına rağmen sesi yükseliyor, yüzü kızarıyordu. Ruth kocasının kolunu okşadı. Alan, sakin ol, kalbine yüklenme. Sonra da bana dönerek, Doktor bey, ikisi öyle
231 231/411 bağırarak kavga ediyorlardı ki koşarak mutfaktan geldim. Oğlumu hiç o kadar kızgın görmemiştim. Yumruklarını kaldırdı, neredeyse öz babasına vuracaktı. Sonra aniden yüzünü tuttu ve göremiyorum diye çığlıklar atmaya başladı. Kulağa çok ürkütücü geliyor. Alan, sen de böyle mi hatırlıyorsun? dedim. Sayılır Ama şunu söyleyeyim o serseri bana yumruk atmaya kalksa sıska kıçına yerdi tekmeyi. Saçmalama Alan. Senden güçlü o. Hem sen ona hiçbir zaman el kaldırmadın, bundan sonra da kaldırmayacaksın. Jason ın anne babasını dinlerken Riley lerin nasıl bu noktaya geldiği konusunda kendi teorimi oluşturmaya başladım. Jason un saplantılılığı ve kontrol ihtiyacı yıllar içinde öfkesini, özellikle de babasına yönelik öfkesini denetim altına almasını sağlamıştı. Hukuk fakültesine gitmek yerine doktora yapma kararı aslında sadece bir tercih değil, aynı zamanda bir başkaldırı eylemi, hayatı boyunca ona hükmetmiş olan babasına yönelik öfkenin bir ifadesiydi. Saplantılı, kontrolcü bireyler çoğunlukla öfkeyi doğrudan ifade etmekten kaçınır çünkü bunun tehlikeli olduğunu ve taşkınlığa dönüşebileceğini hissederler. Jason da babasıyla tartışması kızıştığında böyle hissetmiş olabilirdi. En sonunda babasıyla yüzleşip içinde biriktirdiği öfkeyi boşaltınca babasına fiziksel zarar vermenin eşiğine gelmişti ki bu da kabul edilebilir bir şey değildi; en azından bilinçdışı bir düzeyde. Kendisine engel olabilmek için zihni Jason u kör olduğuna inandırmıştı. Bu sayede yumruk atıp babasını incitemeyecekti.
232 232/411 Anladığım kadarıyla Jason babasına yumruk atmamak için histerik körlük yaşıyordu. Klasik histerik dönüşüm semptomlarında akıl, rahatsızlık verici ve kabul edilemez duygu ve düşünceleri bastırarak onları fiziksel semptomlara dönüştürür. Fiziksel semptomların hem birincil hem de ikincil kazancı vardır. Birincil kazanç, bir çatışmadan veya duygudan kaçınmaktır. Jason da babasına vurmaktan ve o eylemin acı verici sonuçlarından kaçınmıştı. Histerik semptomun ikinci kazancı ise hastanın histerik hastalık sonucu toplayacağı ilgi ve yaşayacağı rahatlıktır. Dönüşüm histerisiyle bağlantılı hem birincil hem de ikincil kazançlar, fiziksel semptomları güçlendirme, kimi zaman aylarca ya da yıllarca devamlılıklarını sağlama işlevi görür. İster psikolojik ister fiziksel bir kökeni olsun, pek çok akut başlangıçlı hastalıkta hızlı müdahale en etkili yöntemdir ve kronik problemlerin ortaya çıkışını önleyebilir. Teorim doğruysa Jason ın babasına yönelik öfkesini bilinçli olarak kabullenmesine ve fiziksel şiddet olmadan ifade etmesine yardımcı olmam gerekiyordu. Öfkeyi ifade etmek onu zehirden arındıracak, öfkeyi daha az tehlikeli hale getirecek ve histerik körlüğün birincil kazancını ortadan kaldıracaktı. Yapılacak en iyi şeyin Riley leri bir odaya toplayıp sorunla yüzleşmelerini sağlamak olduğunu düşündüm. Sabahın biri aile seansı için sıradışı bir zamandı ama kilit oyuncuların hepsi buradaydı ve benim içimde de bir aciliyet hissi vardı. Hep birlikte Jason ın sedyesinin etrafına sandalyelerimizi çektik ve ben de onu iğreti aile toplantımıza hazırlamak için dik oturacağı bir pozisyona getirdim.
233 233/411 Biliyorum vakit geç oldu ve herkes yorgun ama Jason ın bu gece görme kabiliyetini neden kaybettiği konusunda konuşmamız gerekiyor dedim. Demek testlerin sonucu pozitif çıktı! dedi Jason. Ruth hemen atladı. Gördün mü Alan? Her şey göründüğü gibi olmayabiliyormuş. O konuda haklısınız Bayan Riley dedim. Ancak test sonuçları negatif. Nasıl yani? dedi Ruth. Jason ın göremediği doğru ama onu kör eden şey, fiziksel bir şey değil, zihni yapıyor bunu. Alan devreye girdi. Demek her şey kafasındaymış işte! Hemen kurtulabilirsin bundan oğlum. Aç şu gözlerini. O kadar kolay değil Bay Riley dedim. Jason ın körlüğünün anahtarı, zihninin ona bunu neden yaptırdığında yatıyor. Anlayamadım dedi Alan. Jason ı da konuşmaya dâhil etmek istiyordum, bu yüzden sonraki sorumu ona hitap edecek şekilde biçimlendirdim. Bu fiziksel rahatsızlıkla dikkatinin dağılması, Jason için ne gibi bir amaca hizmet edebilir? Jason, beklediğim gibi tepki verdi. Nereye varmak istediğinizi anladım galiba Dr Small. Teoriniz nedir? Stratejim Jason ın babasına olan öfkesini güvenli bir biçimde ifade etmesini sağlamaktı. Aslında neden kör olduğunu anlaması şart değildi ama artık o yola girmiştik ve bu yöntem, onun entelektüel savunmalarına hitap etmişti.
234 234/411 Jason, sen hayatının önemli bir bölümünde babana karşı öfke duydun ama bunu ifade edecek bir yolun yoktu. Babanın seni kontrol etmeye çalışmasına içerliyorsun. Çok saçma! diye çıkıştı Alan. Sessiz ol Alan dedi Ruth. Bırak doktor sözünü bitirsin. Devam ettim. Ben babanın seni sevdiğine ve senin için en iyisini istediğine inanıyorum. Ancak ikinizin olaylara bakışı farklı ve ikiniz için de büyük sorun, duygularınız hakkında konuşmaktan kaçınmanız. Konuşmayı öğrenebilseniz, vurma ihtiyacı hissetmezdiniz ve bir güven hissi duyardınız. Enteresan bir hipotez Dr Small. Ama nasıl kanıtlayacaksınız? dedi Jason. Yanıt vermeme fırsat kalmadan Alan araya girdi. O kanıtın sorumluluğu senin üzerinde oğlum. Açsana lanet olası gözlerini. Alan ın yorumunu duymazdan geldim. Jason, gel seninle şunu deneyelim. Babana ona ne kadar kızdığını söyle. Kimsenin canı yanmayacak. Ben bunu sağlamak için buradayım. Jason güldü. O zaman, bir ömür görmezden gelinip yönetildiğimi, sonra da ölen ağabeyimin yerini almaya zorlandığımı anlatmam lazım. Jason, hangi cüretle böyle dersin? diye çıkıştı Ruth. Doğru da o yüzden diyorum anne. Babam da bunu biliyor. Benim bildiğim bir şey varsa o da senin, Robert ın yarısı kadar adam olamadığındır. Gördünüz mü Dr Small? İşte tam da bundan bahsediyorum dedi Jason.
235 235/411 Alan başını iki yana salladı. Akıl doktoruna benim hakkımda ne anlatırsan anlat, ben sana mümkün olan en iyi hayatı sağlamaya çalıştım. Eminim öyledir Bay Riley dedim. Ancak Jason ile aranızda gerçek bir ilişki kurmadan önce Robert ın ölümünün kederini yaşamanız gerekiyor. Bana kederden bahsetmeyin. O oğlan öldüğünde geleceğimi yitirdim ben. Ama hâlâ başka bir oğlunuz, başka bir geleceğiniz var dedim. Onu biliyorum ama Robert muhteşem bir oğlandı. Aramızda özel bir bağ vardı. Bana kendi gençliğimi hatırlatırdı. Haftasonlarında benimle işe gelirdi, oturup davaları tartışırdık. Yaşasa benden de iyi avukat olurdu. Artık öfkeyle değil, hüzünle anlatıyordu anılarını. Sonra bir an duraksadı. Onun için her şeyi yaptım. Her şeyi verdim ona. Neden aldım ki o lanet olası spor arabayı? Alan, kendini Robert ın ölümünden sorumlu mu tutuyorsun? dedim. Alan başını önüne eğdi, gözlerini elleriyle kapadı. Ruth da hıçkırmaya başladı. Bir saniye dedi Jason, Robert ı sarhoş bir şoför öldürmemiş miydi? O hikâyeyi seni korumak için uydurduk dedi Ruth. Ne diyorsunuz siz? dedi Jason. Babası önüne baktı. İçkili olan Robert tı. Kendisi ağaca çarptı.
236 236/411 Jason sedyeden fırladığı gibi gözlerini babasına dikti. Bunca yıldır bana yalan mı söylediniz yani? Ağabeyinden nefret etmeni istemedik. Ah tabii ya, onun yerine benim o olmamı ve sizden nefret ederek büyümemi istediniz. Haksızlık ediyorsun dedi Ruth. Seni seviyoruz biz. Ayrıca babandan nefret edebileceğine de hiç inanmıyorum. Jason ın yüzü öfkeden morardı, bu arada gözlerini de sonuna kadar açmıştı. Gayet iyi görüyor gibi bir hali vardı. Jason, şu an babanı görebiliyor musun? dedim. Jason bana baktı. Evet, nihayet. Babasına döndü. Ama hâlâ öfkeden kuduruyorum. Görüyorsun canım benim! dedi Ruth heyecanla. Tanrı ya şükürler olsun. Önemli olan da bu zaten. Ne olur artık sinirlenme. Rahat bırak onu Ruth. Kızmakta haklı. Yalan söylememeliydik. Hem ben Robert ı o kadar zorlamış olmasam, o kadar baskı yapmasam, hâlâ hayatta olabilirdi. Jason muhtemelen babasına olan öfkesini kelimelere döktüğü anda kör olma yönündeki psikolojik ihtiyacından kurtulmuştu. Acil aile terapisi mucizevî bir konuşma kürüne dönüşmüş gibiydi ama seansın bitişinden az sonra Jason gözlerini yine sımsıkı kapadı ve görememeye başladı. Onu UCLA psikiyatri bölümünde yatan hasta birimine sevk ettim ve sonraki iki hafta boyunca aile seanslarına hastanede devam ettik. Jason ın babası sonunda yelkenleri suya indirdi ve kariyer tercihi ne olursa olsun Jason ı destekleyeceğini söyledi. Jason ın psikosomatik körlüğü de yavaş yavaş tamamen kayboldu.
237 237/411 Jason taburcu olduktan sonra da benimle haftalık terapilere devam etti. Histerik körlük olayından birkaç ay sonra randevusuna biraz geç kalarak ofisime girdi ki ben bunu onun kaydettiği birkaç ilerlemeden biri olarak yorumladım. Geç kaldığı için özür diledikten sonra eşyalarını her zamanki gibi yan yana dizdi. E, bugünlerde ailenle aran nasıl? dedim. Babam hâlâ her konuşmayı yönetmek istiyor, ben de onu görmezden gelmeye devam ediyorum. Tipik bir insanlık hali ikilemi işte. Kaşlarımı kaldırdım. Tipik insanlık hali mi Jason? Kafandan çık da duyguların hakkında konuş. Güldü. Ha, tamam. Dün gece Cumhuriyetçi nutuklarından birini çekerek yine gıcık etti beni. Jason hâlâ obsesif ve kontrolcüydü ama eskisi kadar değil. Ayrıca terapide de ilerleme kaydetmişti. Duygularından kaçınmak için düşünselleştirmeye başvurduğu zaman bunu artık fark ediyordu. Ailesiyle ilişkisi daha iyiydi. Kendini savunabiliyor, duygularını kelimelerle ifade edebiliyordu. Bu yüzden de duygularını eyleme dökme ihtiyacını daha az duyuyordu. Nihayetinde bana bir antidepresan deneyecek kadar güvenmeye başladı ve antidepresan da saplantısını azalttı. Seni kızdırdığı zamanlarda babanla konuşman giderek kolaylaşıyor mu? Evet, kolaylaşıyor sanırım. Sence ne değişti? dedim. Baştan beri ona bu kadar kızdığım için bende bir terslik olduğunu düşünüyordum. Ama o gece hastanede, yalan
238 238/411 söylediğini ve yanıldığını itiraf ettiğinde babam benim için sahici bir insana dönüştü; yabancı biri olmaktan çıktı. Babam oldu. Kusursuz olmayan, hatasız olmayan biri. Sadece benim babam. Süper bir şeydi bu. Tam bu meselenin derinine inmeye hazırlanıyordum ki Jason konuyu değiştirdi. Bu arada okul da harika gidiyor. Öyle mi? Almaya çalıştığın o yeni ders ne oldu? dedim. Ha, Haksız Fiil mi? dedi, aldım sonunda. Hocamız muhteşem biri. (İngilizce de) Haksız Fiil anlamındaki torts un Latince kökeninin sapkın olduğunu biliyor muydunuz? Öyle mi? dedim. İlginç. Karar alma süreçlerinin ardında yatan hukuki mantığı araştırıyoruz. Bayılıyorum bu konuya Jason babasının kendisine karışmasından doğan öfkesiyle hesaplaştıktan sonra felsefe doktorası yapma kararının kısmen babasına başkaldırma amaçlı olduğunu fark etti. Babası geri çekilince aslında hukuka ilgi duyduğunu ve kendisini felsefeye çeken entelektüel merakın aynısını hukuka da duyduğunu keşfetti. Tabii Riley & Riley, LLC nin ortağı olmak yerine kamu avukatı olarak yine de günün birinde babasını hüsrana uğratabilir. Bir vaka olarak Jason ı düşündüğümde terapi sürecinde onun için belki de en güçlü anın, babasının Robert ın ölümüne ilişkin vicdan azabıyla yüzleşmesini izlediği an olduğu sonucuna varıyorum. Jason ın ani görme kaybı, hayatını felce uğratan, kronik bir engelliliğe dönüşmek yerine, gerçek hisleri hakkında konuşmasını ve ailesine yakınlaşmasını sağlayan bir fırsata dönüşmüştü. Jason psikoterapiye ve antidepresanlara
239 239/411 birkaç yıl daha devam etti ve ilerleme gösterdi ama kökleri derinlere inen pek çok obsesif kompulsif yanı varlığını sürdürdü. Histerik körlük ender rastlanan tıbbi bir durum olsa da Jason ın nöbetini tetikleyen çatışma ve duygular ender değildir. Bir ilişkiyi sürdürebilmek için öfkemizi tutup kendimizi ifade etmekten kaçındığımız zamanlar az mıdır? Peki ya canı istediğinde öfkesini salıveren insanlar? Kimilerinin bu davranışı yanına kâr kalır, bir bedel ödemez, kimileri de öfkesini kontrol altında tutmayı öğrenip acı çeker. Bazıları ise öfkeyi ifade etmenin sağlıklı bir yolunu bulur. Jason ın özgür irade konusundaki sorusu hayli derin bir soruydu. Hepimizin özgür iradesi vardır ama ancak gözlerimizi, geçmişimizin ve bugünümüzün gerçeklerine açtığımız zaman özgür iradeden olabildiğince yararlanırız.
240 ONUNCU BÖLÜM BEYİN SİSİ 1990 Yazı
241 241/411 GIGI İLE UCLA YA ARABAYLA 40 dakikalık mesafedeki Studio City e taşınmıştık. Haftasonlarında sık sık Universal CityWalk daki sinemalara gidiyorduk. Burası Los Angeles içinde Los Angeles ın bir taklidiydi. İnsan neden gerçek Los Angeles sokaklarında yürümez anlamıyordum ama işte yine bir Cuma akşamı buraya gelmiş, elimizde dondurmamızla yapay şehrin sokaklarını arşınlıyorduk. Arnold Schwarzenegger in yeni bilimkurgu filmi Totall Recall / Gerçeğe Çağrı dan çıkmıştık. Film hatalı bir bellek nakli yaşayarak Mars a doğru hayali yolculuğa çıkan inşaat işçisini anlatıyordu. İşler ters gidiyordu ve adam kendine geldiğinde neyin gerçek neyin hayali olduğunu ayırt edemiyordu. Mars tan ilk döndüğünde gelecekten geldiğine dair o kadar çok işaret vardı ki ben inandım dedim. Ama hayatım, hafıza naklini yaptırmadan önce adam şimdiki zamanda, Dünya da yaşamaktan gayet memnundu. Ondan sonra paranoyaklaştı. Tabii paranoyaklaşır. İnsan hafızasına güvenemezse neyin gerçek olduğunu nasıl bilir? Orasını bilemem. Hafıza uzmanı sensin. Ben biraz şu dükkâna bakmak istiyorum. Gigi bir müzik dükkânına girerek gözden kayboldu. Bense dondurmamı yiyerek kalabalığı seyrederken, az önceki soruları düşündüm. İki gerçeklik de eşit derecede sahici geliyorsa insan hangisine inanacağını nereden bilir? İster psikotik olsun ister bunamış isterse de sadece bellek problemi