İmanın Şartları Nelerdir? Temel İnanç Esasları Nelerdir?
İslam’ın altı temel inanç esası vardır. Bunlar; Allah’a (c.c.), meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere imandır. İslam’ın temel inanç esasları Hz.Muhammed (s.a.v.) tarafından şöyle açıklanmıştır: “…Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmendir. Keza hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.” (Müslim, İman, 1.) “Amentü” diye bildiğimiz dinimizin altı temel inanç esasını bu hadis belirlemiştir. Bu altı esastan birini inkâr etmek, inanmadığını söylemek kişiyi dinden çıkartır.
Allah’a İman
Allah’a (c.c.) iman, İslam inancının temelini oluşturur. Diğer inanç esaslarına iman edebilmek için öncelikle her şeyin yaratıcısı olan tek Allah’a (c.c.) iman etmek gerekir. Allah’a (c.c.) iman; Allah’ın (c.c.) varlığına, tekliğine, her şeyin yaratıcısı ve sonsuz güç sahibi olduğuna, tüm noksanlıklardan uzak olduğuna inanmaktır. İslam dini, Allah (c.c.) inancının doğru anlaşılması üzerinde çokça durmuştur. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğinin ilk on üç yılını kapsayan Mekke döneminde inen ayetlerin temel konusu insanları yanlış bir Allah (c.c.) inancından kurtarmak ve Allah’ı (c.c.) doğru bir şekilde tanıtmak olmuştur. Çünkü doğru bir Allah (c.c.) inancı olmayan kişiye diğer iman esaslarını sağlıklı bir şekilde kavratmak da mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de “… O ki göklerin ve yerin hakimiyeti O’na aittir. O’ndan başka ilah yoktur. Hayatı veren de ölümü yaratan da O’dur…” (A’râf suresi, 158. ayet.) buyrularak Allah’ın (c.c.) her şeyin hâkimi ve yaratıcısı olan tek bir ilah olduğu anlatılmaktadır.
Yüce Allah (c.c.) hiçbir şeye benzemez. Çünkü o zamandan ve mekândan münezzehtir. Zamanı ve mekânı yaratan Allah’ın (c.c.), yarattığı şeylerle sınırlandırılması zaten aklen de mümkün değildir. Dolayısıyla O’nun nasıl bir varlık olduğunu ancak sahip olduğu sıfatlardan öğrenebiliriz.
Allah’ın (c.c.) sıfatlarının bir kısmı sadece O’nda bulunur. Zâtî Sıfatlar dediğimiz bu sıfatlara O’nun dışındaki hiçbir varlık sahip olamaz. Yüce Allah’ın (c.c.) bazı sıfatları ise sınırlı olarak yaratılmışlarda da bulunabilir. Bu sıfatlara da Sübûtî Sıfatlar denir.
Allah’a (c.c.) inanmak, insanın duygu ve davranışlarında olumlu değişiklikler meydana getirir. Allah’a (c.c.) inanan insan için hayatın ve ölümün bir anlamı vardır. Kendisinin boş yere yaratılmadığını, bu dünyada yerine getirmesi gereken sorumlulukları olduğunu bilir. Allah’a (c.c.) inanan kişi, “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru.” derler.” (Âl-i İmrân suresi, 191. ayet.) ayetinde de buyrulduğu gibi daima Allah (c.c.) ve O’nun yarattıkları üzerine düşünür.
Allah’a (c.c.) inanan kimse hem bu dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaşmanın, O’nun emir ve yasaklarına uymaktan geçtiğini bilir ve davranışlarını buna göre düzenler. Allah’a (c.c.) hak ettiği şekilde kulluk etmeye, çevresi ile iyi ilişkiler kurmaya, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye çalışır. Öfkelendiğinde sabreder, akrabalarına bakar, adaletli olmaya gayret eder. Allah’ın (c.c.) emrettiği şeyleri yapar, yasakladıklarından uzak durur.
Allah’a (c.c.) iman eden kişi huzurlu olur. Her an korunup gözetildiğini, Allah’ın (c.c.) her an yanında olduğunu bilir. Bu dünyada ne kadar zorluk varsa hepsinin imtihan olduğunun ve sabrettiğinde karşılığını ahirette alacağının farkında olur. Ölümün bir son olmadığını, aksine sonsuz bir hayatın başlangıcı olduğunu bildiği için ölümden korkmaz. Ölümden sonrası için hazırlık yapar.
Allah’a (c.c.) iman etmiş olan kişi için en önemli konu Allah (c.c.) rızasıdır. Yaptığı işlerde dünyevi çıkardan önce bu işin Allah’ın (c.c.) rızasına uygun olup olmadığını sorgular. Doğruluğu ve dürüstlüğü en önemli ilke olarak görür. Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları doğrultusunda yaşadığı için huzurlu ve mutlu bir hayat sürer.
Meleklere İman
Melek kelimesi sözlükte elçi, haberci, güç, kuvvet anlamlarına gelir. Melekler Allah’ın (c.c.) yarattığı görünmeyen varlıklardır. Meleklerin varlığını bizlere haber veren birçok ayet vardır. Bir ayette “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de iman ettiler. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler…” 27buyrularak meleklerin varlığına inanmanın farz olduğu bizlere bildirilmiştir.
Melekler duyu organları ile algılanamayan, sürekli Allah’a (c.c.) kulluk eden, asla günah işlemeyen varlıklardır. Duyu organları ile algılanamadıkları için melekler hakkında tek bilgi kaynağımız ayet ve hadislerdir. Melekler hakkında bu kaynaklara dayanmayan hiçbir bilgi geçerli değildir.
Melekler nurdan yaratılmış 28; uyumak, yorulmak, usanmak29 gibi özelliklerden arınmış; cinsiyetleri olmayan30 varlıklardır. Allah’a (c.c.) isyan etmezler, O’nun emrinden çıkmazlar. Asla günah işlemezler.31 Allah (c.c.) tarafından kendilerine hangi görev verilmişse sadece o işi eksiksiz olarak yaparlar.
32 Son derece süratli, güçlü ve kuvvetli varlıklardır. Kur’an-ı Kerim’de meleklerin kanatları olduğu bildirilmekte ancak bu kanatların mahiyeti konusunda bilgi verilmemektedir.33 Melekler, Allah’ın (c.c.) emir ve izniyle çeşitli kılıklara bürünebilirler.34 Gaybı bilemezler. Allah (c.c.) tarafından kendilerine gayba dair bir bilgi verilmiş ise ancak o kadarını bilebilirler. 35
Sayıları konusunda bilgi sahibi olmadığımız melekler içinde, adı ve görevi konusunda bize bilgi verilenlerden bazıları şunlardır:
• Cebrâil: Allah (c.c.) tarafından vahiy getirmekle görevlidir.36
• Azrâil: Ölüm sırasında canlıların ruhunu almakla görevlidir.37
• Mikâil: Kainattaki tabiat olaylarını ve yaratılmışların rızıklarını yönetmekle görevlidir.38
• İsrâfil: Kıyamet gününde sûra üflemekle görevlidir.39
• Kirâmen Kâtibin: İnsanın sağında ve solunda bulunan meleklerdir. Sağdaki melek iyi davranışları, soldaki melek ise kötü davranışları kaydetmekle görevlidir.40
• Münker ve Nekir: Ölümden sonra kabirde sorgu ile görevli meleklerdir.41
• Hamele-i Arş: Arşı taşıyan meleklerin adıdır.42
• Mukarrabûn ve İlliyyûn: Allah’ı (c.c.) tesbih etmek ve anmakla görevli meleklerdir. Bu melekler, Allah’a (c.c.) çok yakın olan ve O’nun katında şerefli mevkii bulunan meleklerdir.43
Ayrıca şu meleklerin varlığı da bizlere haber verilmektedir:
• İnsanın kalbine doğruyu ve gerçeği ilham etmekle görevli melekler.44
• Namaz kılanlarla birlikte Fatiha suresi bitiminde “amin” demekle görevli melekler.45
• Her gün sabah ve ikindi namazlarında müminlerle birlikte olmakla görevli melekler.46
• Kur’an okunurken yeryüzüne inmekle görevli melekler.47
• Sokakları ve yolları dolaşıp zikir, Kur’an ve ilim meclislerini arayıp bulmakla görevli melekler.48
• Müminlere49 özellikle bilgin olan müminlere rahmet okumakla görevli melekler.50
• Sadece Allah’a (c.c.) hamd ve secde etmekle görevli melekler.51
Meleklere inanan bir mümin öncelikle Allah’ın (c.c.) yaratmasının görünen âlem ile sınırlı olmadığını anlar. O’nun yüceliğinin kendi sınırlarının çok ötesinde olduğunu fark ederek acziyetini idrak eder. Kendisini her an görüp gözeten, fark edemediği nice tehlikelerden koruyan ve yaptıklarını her an kayıt altına alan meleklerden haberdar olduğu için hem kendini güvende hisseder hem de davranışlarına çekidüzen verir. Şeytanın vesveselerine karşı yalnız olmadığını, meleklerin her an onu iyiye yönlendirmek için gayret ettiklerini bilir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde “Şeytan da melek de insanoğluna sokularak onun kalbine bir takım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır.”52 buyurarak melek ve şeytanın insan üzerindeki mücadelesine dikkat çekmiştir.
27 Bakara suresi, 285. ayet.
28 Müslim, Zühd, 60.
29 Enbiyâ suresi, 19-20. ayetler.
30 Zuhruf suresi, 19. ayet.
31 Nahl suresi, 50. ayet.
32 A’râf suresi, 206. ayet.
33 Fatır suresi, 1. ayet.
34 Meryem suresi, 16-17. ayetler.
35 Bakara suresi, 31-33. ayetler.
36 Nahl suresi, 102. ayet.
37 Secde suresi, 11. ayet.
38 İbn Ebu Şeybe, Musannef, Zühd, 47.
39 Müslim, Salâtu’l Musafirîn, 200.
40 Kaf suresi, 1
41 Tirmizî, Cenaiz, 7.
42 Mü’min suresi, 7. ayet.
43 Nisâ suresi, 172. ayet.
44 Tirmizî, Tefsir, 3.
45 Buhârî, Ezan, 111-112.
46 Müslim, Mesacid, 37.
47 Buhârî, Fezailu’l Kur’an, 15.
48 Müslim, Zi kr, 8.
49 Ahzâb suresi, 43. ayet.
50 Tirmizî, İlim, 19.
51 A’râf suresi, 206. ayet.
52 Tirmizî, Tefsir, 3.
Kitaplara İman
Yüce Allah’ın (c.c.) insanlara yaptığı büyük lütuflardan biri de doğru yolu gösteren, hem dünyada hem de ahirette mutluluğa götüren, hak ile batılı açıklayan kitaplar göndermiş olmasıdır. Peygamberler aracılığı ile bize ulaşan bu ilahi kitaplara inanmak, iman esaslarından biridir. İlahi kitaplar, uymaları gereken emir ve yasakları müminlere bildiren kitaplardır. Bu hâliyle ilahi kitaplara yol gösterici bir kılavuz, onu getiren peygamberlere de birer rehber olarak bakılabilir.
Kitaplara iman, Allah (c.c.) tarafından bazı peygamberlere kitaplar indirildiğine ve bu kitapların içeriğinin, indirildikleri hâliyle tümüyle doğru ve gerçek olduğuna inanmak demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler, Allah’a, peygamberlerine, peygamberlerine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin…”53 buyrularak kitaplara imanın, Müslüman olabilmenin şartlarından olduğunu bildirmiştir.
Allah’ın (c.c.) gönderdiği kitaplara iman etmek, geçmişte gönderilen kitapların bugünkü hâllerine iman etmek demek değildir. Müslüman’ın sorumluluğu, kitapların indirildiğine ve indirildiği hâliyle doğru olduğuna inanmaktır. İlahi kitaplardan bazıları günümüze hiç ulaşamamış, bazıları da tahrif edilerek orijinal hâllerinden uzaklaşmışlardır. Günümüze ulaşamayanlara Hz. İbrahim’e (a.s.) verilen suhufu, orijinal hâllerini muhafaza edemeyenlere de Tevrat, Zebur ve İncil’i örnek verebiliriz. Günümüze kadar indirildiği şekliyle ulaşabilen tek ilahi kitap, Yüce Allah’ın (c.c.) indirdiği son kitap olan Kur’an-ı Kerim’dir. Bu konuyla ilgili bir ayette “Kur’an’ı muhakkak ki biz indirdik. Elbette onu yine biz koruyacağız.”54 buyrulmaktadır.
İlk insan olan Hz. Âdem’den (a.s.) günümüze kadar yüce Allah’ın (c.c.) insanları yaratma amacı, insanlardan beklentileri dönemlere göre değişiklik göstermemiştir. Bu nedenle ilk peygamber olan Hz. Âdem’den (a.s.) son peygamber- Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar tüm peygamberler aynı iman, ibadet ve ahlak esaslarını bildirmiştir. Bu esaslar üzerine kurulan dinin adına da yüce Allah (c.c.) İslam demiştir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler…”.55
İlahi kitaplar, yüce Allah’ın (c.c.) göndermek zorunda olduğu kitaplar olarak değil; insanların doğru yolu bulabilmek için muhtaç olduğu kılavuzlar olarak görülmelidir. Her ne kadar insan aklıyla doğruyu yanlıştan ayırabilecek güce sahip ise de bu gücü doğru kullanabilmek için bir rehbere ihtiyacı vardır. İnsanlığın vahiyden uzaklaştıkça toplumsal huzurdan da uzaklaştığı, vahye hakkıyla uydukça da gerçek mutluluğa yaklaştığı tarihi bir gerçektir. İnsanın bu özelliklerini en iyi bilen yüce Allah (c.c.), kullarına peygamberler aracılığıyla kitaplar göndererek yol göstermiş ve büyük bir lütufta bulunmuştur.
Yaratılış amacı kulluk etmek olan insana yaratıcıyı tanıtmak, kulluğun somutlaşmış hâli olan ibadetleri göstermek, kendisi, çevresi ve Rabbi ile iletişiminde aşmaması gereken sınırları çizmek için gönderilen ilahi kitaplar insan için gerçek anlamda bir rahmettir. Şu ayetle, Allah’ın (c.c.) çizdiği ve aşılmamasını istediği sınırlar vurgulanmaktadır: “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininde ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kazanç budur.”56
53 Nisâ suresi, 136. ayet.
54 Hicr suresi, 9. ayet.
55 Âl-i İmrân suresi, 19. ayet.
56 Nisâ suresi, 13. ayet.
Peygamberlere İman
Farsça bir kelime olan peygamber; “haberci, elçi” anlamlarına gelir. Dinî terim olarak ise yüce Allah’ın (c.c.) insanlar arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak için görevlendirdiği elçiye denir. Peygamber kelimesi yerine resul, mürsel ve nebi kelimeleri de kullanılır. Nübüvvet kavramı ile de ifade edilen peygamberlik müessesesi, ilk insan Hz. Âdem (a.s.) ile başlamış, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ile son bulmuştur.
İman esaslarından biri olan peygamberlere iman; bu kimselerin Allah (c.c.) tarafından görevlendirildiğine, getirdikleri tüm bilgilerin gerçek ve doğru olduğuna inanmak demektir. Peygamberlere iman, aralarında fark gözetmeden tüm peygamberlere inanmayı gerekli kılar.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu? İşte gerçekten kâfirler bunlardır…”57 buyrularak peygamberlerden bazısına inanıp bazısına inanmamanın kafirlik sayılacağı bildirilmektedir. Peygamberler, insanları hem dünya hem de ahiretle ilgili konularda uyarmak, öldükten sonra hesap verileceğini bildirmekle görevli elçilerdir. Bu nedenle peygamberlerin dünyada yaptığımız hangi davranışların ahirette ödüllendirileceğini, hangilerinin de cezaya sebep olacağını bildirmeleri bizim için büyük bir nimettir. Zira bu bilgilendirme olmasaydı hiç kimse ahiretteki hesap gününe hazırlanma imkânı bulamaz, cenneti hak edecek bir hayat süremezdi. Aynı zamanda bu durum, yüce Allah’ın (c.c.) adalet ve merhamet sıfatlarına da aykırı olurdu. Bu nedenle yüce Allah (c.c.), kendilerine peygamber gönderilmemiş hiçbir topluluk ve ümmet bulunmadığını Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirmektedir: “…(Geçmiş) her ümmet içinde mutlaka bir uyarıcı peygamber bulunagelmiştir.”58
Yüce Allah (c.c.) peygamberleri, toplum içinde ahlaki özellikler bakımından en fazla öne çıkmış ve peygamberlik sorumluluğunu en iyi şekilde taşıyacak insanlar arasından seçmiştir. Peygamberleri diğer insanlardan ayıran tek özellikleri, Allah’tan (c.c.) vahiy alıyor olmalarıdır. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “De ki ‘Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilahınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor’…”59
Peygamberlerin tek görevi Allah’tan (c.c.) aldıkları vahyi insanlara tebliğ etmek değil; aynı zamanda dinî esasları açıklayarak insanlara öğretmek ve bu esaslara uygun yaşayıp örnek olmaktır. Bu özellikleri dolayısıyla peygamberlere, vahyin somutlaşmış hâlidir de denilebilir. Nitekim Hz. Aişe’ye (r.a.)* Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ahlakı sorulduğunda “… Onun ahlakı Kur’an’dır.”60 diye cevap vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de de “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”61 buyrularak ahlakı Kur’an olan Hz.Muhammed’in (s.a.v.) hayatının inananlar için örnek teşkil ettiği vurgulanmıştır.
Peygamberlik (nübüvvet) gereklidir. Çünkü insanlar her ne kadar Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini akıllarını kullanarak bulabilirlerse de O’nun özel sıfatlarını ve buyruklarını tam olarak bilemezler. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı bulmakta zorlanırlar ve hatta çoğu zaman nefislerine yenilerek yanlış yollara saparlar. Aynı zamanda ölümden sonraki hesapta sorumlu tutulabilemeleri için nelerden hesaba çekileceklerini bilmeye ihtiyaçları vardır. Bu yüzden peygamberlik, insanlar için büyük bir rahmet olarak niteleyebileceğimiz bir müessesedir. Allah (c.c.) tarafından insanlara önder olarak gönderilen peygamberler aynı zamanda gönderildikleri toplumlarda kültür ve medeniyetin yeniden inşasında önemli roller üstlenmişlerdir.
Peygamberler, gönderildikleri topluma Allah (c.c.) tarafından seçildiklerini ve O’nun sözlerini tebliğ etmekle sorumlu olduklarını söylemişlerdir. Bu durum toplumun bazı kesimlerinde şüpheyle karşılanmış ve onlardan peygamberliklerini ispat etmeleri istenmiştir. Peygamberler bu kişileri ikna etmek için Allah’ın (c.c.) izniyle, insanların gücünü ve aklının sınırlarını aşan bazı olağanüstü olaylar gerçekleştirmişlerdir. Bu olaylara mucize denir. Mucize, peygamberin vahiy aldığına inanmayanlara karşı bir meydan okumadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu meydan okumalardan biri şu şekilde anlatılır: “Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz haydi onun benzeri bir sure getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin). Eğer yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.”62
57 Nisâ suresi, 150-151. ayetler.
58 Fâtır suresi, 24. ayet.
59 Fussilet suresi, 6. ayet.
60 Müslim, Salâtu’l Müsâfirîn, 139.
61 Ahzâb suresi, 21. ayet.
* Radıyallâhu anh: Allah ondan razı olsun.
62 Bakara suresi, 23-24. ayetler.
Kadere İman
Kelime olarak “bir şeye gücü yetmek, biçimlendirmek, planlamak, ölçü ile yapmak, kıymetini bilmek, mukayese etmek” anlamına gelen kader; dinî bir terim olarak yüce Allah’ın (c.c.) yarattıklarını istediği şekil ve biçimde var etmesi, insanların özgür iradeleriyle yapacaklarını bilmesi, takdir etmesi ve bir plana göre düzenlemesine de kader denir.63 Kâinatta kusursuz bir sistem vardır. Her varlık bu sistemin işleyişi içerisinde mevcudiyetini sürdürür. Yüce Allah’ın (c.c.) kader kavramı çerçevesinde koyduğu ve yönettiği bu sisteme “âdetullah” veya “sünnetullah” denir. Nitekim Kur’an’da “Her şeyin, kaynağı bizim katımızdadır ve biz her şeyi kusursuzca belirlenmiş bir ölçüye, bir uyuma göre indiririz.”64 buyrularak bu gerçeğe dikkat çekilmektedir.
Kadere iman, imanın altı esasından biridir. Kadere inanmayan birinin Müslüman olması veya Müslüman kalması mümkün değildir. Zira kadere iman etmek, Allah’ın (c.c.) sonsuz ilmi ve kudretine iman etmenin doğal bir sonucudur. İnsan, Allah’ın (c.c.) vermiş olduğu aklı kullanarak seçimlerde bulunur. İyi ile kötüyü, hak ile batılı aklı sayesinde fark eder. Bir akla sahip olmak, aynı zamanda insana büyük bir sorumluluk yükler. “Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.”65 ayetinde vurgulandığı gibi aklı doğru şekilde kullanmak, yüce Allah’ın (c.c.) insanların üzerine yüklediği bir sorumluluktur.
İnsan, aklını ve iradesini kullanarak yaptığı tercihlerde özgürdür. Bu özgürlüğünün doğal bir sonucu olarak da fiillerinden sorumludur. Bu durum, Kur’an’da şöyle ifade edilmiştir. “Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülükte bulunursa zararı kendisinedir…”66
* Radıyallâhu anh: Allah ondan razı olsun.
63 MEB, Dini Terimler Sözlüğü, s. 239.
64 Hicr suresi, 21. ayet.
65 İbrahim suresi, 4. ayet.
Ahirete İman
Sözlükte “son, sonra olan, son gün” anlamına gelen ahiret; dinî terim olarak; İsrafil isimli meleğin, kıyametin kopması için sûra ilk defa üflemesiyle başlayacak olan sonsuz hayata denir. Sûra ikinci kez üflenmesi ile insanlar yeniden diriltilecek, dünyada yaptıklarının hesabını verecek, cennete veya cehenneme gireceklerdir. İman esaslarından olan ahirete iman; bu dünyanın geçici olduğuna, ölümün bir son olmadığına ve öldükten sonra sonsuz bir hayatın başlayacağına inanmaktır. Kur’an-ı Kerim’de ahirete inanmanın gerekliliği şu şekilde ifade edilmektedir: “…Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse o tam manasıyla sapıtmıştır.”67
İslam dinine göre asıl hayat ahiret hayatıdır. Bu dünyanın geçici ve aldatıcı zevkleri uğruna sonsuz ahiret hayatı heba edilmemelidir. Kur’an-ı Kerim’de “Fakat siz (ey insanlar) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu hâlde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.”68 ayetiyle bu hususa dikkat çekilmiştir. Yine Kur’an-ı Kerim’de “…Şüphesiz bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak bir yurttur.“69 buyrularak dünya hayatının geçiciliği ve ahiret hayatının ebediliği hatırlatılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de, ahiretteki sonsuz mutluluğun bu dünya hayatında kazanılacağı vurgulanır. Bu nedenle dünya hayatının, geçici olmasına rağmen ahireti kazanma yolunda çok önemli olduğu unutulmamalıdır. Yüce Allah (c.c.) ahiret hayatını kazanma uğruna bu dünyayı da tamamen terk etmenin yanlış bir davranış olduğunu şu ayetle bizlere bildirmektedir: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu da iste ama dünyadan da nasibini unutma…”.70
Ahiret, duyu organlarımızla algılayamayacağımız bir âlemdir. Dolayısıyla bu konuda tek bilgi kaynağımız vahiydir. Mahiyeti konusunda vahiyden başka bilgi kaynağımız olmamasına rağmen ahiretin varlığını akılla bularak kabul etmek mümkündür. Nitekim insan çevresine baktığında mükemmel yaratılmış ve kusursuz şekilde işleyen düzeni görür, bunun üzerinde düşünmeye başlar. Bütün bunların sebepsiz olamayacağını, kendisinin de bu dünyaya bir amaç için gönderilmiş olması gerektiğini anlar. Hayatın, ölümle son bulan bir süreç olarak tanımlanamayacak kadar muhteşem olduğunu fark eder. Ölümün yok olma anlamına gelmesinin bir şeyleri eksik bırakacağını düşünür. Bu dünyadaki iyilik ve fedakârlıkların, haksızlık ve kötülüklerin hak ettiği karşılığı bulması gerektiğinden hareketle ahiret hayatını aklen de kabul eder.
Ahirete iman eden kişi;
Bu dünyada yapacağı her şeyin hesabını vereceğini bildiğinden ahlaklı ve erdemli bir hayat sürmeye gayret eder. İyiliklerini artırmaya, kötülüklerini ise en aza indirmeye çalışır.
Dünyadaki nimetlerin geçici ve aldatıcı olduğu bilinciyle hareket ederek kanaatkâr olur, israftan kaçınır. Dünya hayatına ve nimetlerine aşırı bağlılıktan, cimrilikten kurtulur.
Ölümün bir son olmadığını bilir, ölümden sonrası için hazırlık yapar ve ölüm korkusu azalır.
Cennete ulaşmanın yolunun Allah’ın emir ve yasaklarına boyun eğmek olduğunu bildiği için ibadetlerini aksatmaz, haramlardan uzak durur. Böylece hayatının her anını Rabbinin isteklerine göre düzenleyerek her an yaklaşmakta olan ölüme hazırlıklı olmaya çalışır.
Asıl hayatın ahirette olduğunu ve bu dünyadaki erdemli davranışlarla ahiret yurdunu kazanabileceğini şuuruyla inandığı değerler uğruna fedakârlık yapmaktan çekinmez. Cesur ve kararlı bir hayat sürer. Başkalarının hakkını kendi çıkarlarından üstün tutarak çevresine faydalı, herkesin sevdiği bir birey haline gelir.
66 Fussilet suresi, 46. ayet.
67 Nisâ suresi, 136. ayet.
68 A’lâ suresi, 16-17. ayetler.
69 Mü’min suresi, 39. ayet.