Sözlükte kıyâfe, “iz sürme; doğan çocuğun fizyonomisine bakarak nesebini tesbit etme” anlamlarına gelmektedir. Bu işle meşgul olanlara kāif, kavâf ve kavvâf denilir.
Terim olarak kıyâfe bir kimsenin fizikî yapısına ve organlarına bakarak onun nesebi, ahlâk ve karakteri hakkında tahminde bulunmaktır (Taşköprizâde, I, 353).
İslâm bilim ve kültür tarihinde ilm-i kıyâfe adıyla özel bir bilim dalı sayılan kıyâfe Taşköprizâde’nin verdiği tarife göre firâsetle (ilm-i firâse) aynı anlamdadır (a.g.e., I, 333).
Fakat literatürde ve halk arasında firâsetin daha kapsamlı ve yaygın biçimde kullanıldığı görülür.
Kıyâfe “kıyâfetü’l-eser”
ve
“kıyâfetü’l-beşer”
olmak üzere ikiye ayrılır.
a) Kıyâfetü’l-eser: İnsanın veya herhangi bir hayvanın izini sürmektir.
Zekâ, tecrübe ve tahmine dayanan bu yöntem, her çağdaki toplumların bir şekilde başvurduğu pratik bir bilgi türüdür.
Kaynaklarda erkekle kadının ve yaşlı ile gencin izlerini birbirinden ayırt edecek derecede uzmanlaşmış iz sürücülerden söz edilir (a.g.e., I, 353).
b) Kıyâfetü’l-beşer: İki kişinin fizyolojik yapıları ve organları arasındaki benzerliklerden hareketle aralarında kan bağı (neseb) bulunduğunu tesbit etmek ve bir insanın fizikî özelliklerine bakarak ahlâk ve karakteri hakkında tahmin yürütmektir (Sıddîk Hasan Han, II, 385, 436).
Bir bakıma modern tıbbın soy tesbitine yönelik DNA testi uygulaması, eski Arap toplumunda kıyâfetü’l-beşer denen bazı müşâhede ve tahminler yoluyla yapılmaktaydı.
Sûretten sîret okumanın mümkün olduğu bugün de halk arasında yaygın bir telakkidir.
İslâm öncesi Arap toplumunda bazı kabilelerin bu alanda ihtisas sahibi olduğuna, daha doğrusu bu bilginin onlara özgü bulunduğuna ve bu sebeple kıyâfenin eğitim öğretimle elde edilemeyeceğine inanılmaktaydı.
Nitekim Benî Müdlic, Benî Leheb ve Nizâroğulları’nın kıyâfe ve firâse konusunda uzmanlaştıkları kabul ediliyordu.
İslâmî dönemde de İyâs b. Muâviye, İmam Şâfiî, Ahmed b. Tolun ve Halife Mu‘tez-Billâh bu konuda ün yapmıştır (DİA, XIII, 116).
Müslümanlık’tan önce Hicaz-Arap toplumunun kültüründe önemli bir yer tutan kıyâfe ilmi İslâm döneminde de belli bir süre varlığını korumuş, dolayısıyla fakihler kāifin verdiği bilginin neseb davalarında ispat vasıtası olup olmayacağını tartışmıştır.
Çoğunluk, Hz. Peygamber’in Zeyd b. Sâbit’le Üsâme hakkında Benî Müdlic kabilesinden bir kāifin verdiği bilgi üzerine sevinç belirtisi göstermesinden hareketle başka kesin delillerin bulunmadığı durumlarda kāifin görüşlerinin karîne değeri taşıdığını ileri sürer.
Hanefîler’le İmâmiyye ve Zeydiyye fakihleri ise kıyâfenin Câhiliye döneminde kaldığını, bu yolla hüküm vermenin zan ve tahmine dayandığını ve doğru olmayacağını söylemektedir.
Genellikle sansasyonel yanı ağır basan ve halk kültürünü yansıtan bu bilgi türü klasik dönem Türk edebiyatında “kıyâfetnâmeler” adıyla bazı eserlere konu teşkil etmiştir (bk. KIYAFETNÂME).
BİBLİYOGRAFYA
et-Taʿrîfât, “ḳāʾif” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 119; Buhârî, “Ferâʾiż”, 31; Müslim, “Raḍâʿ”, 40; Taşköprizâde, Miftâḥu’s-saʿâde, I, 333, 353-354; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1366-1367; Sıddîk Hasan Han, Ebcedü’l-ʿulûm (nşr. Abdülcebbâr Zekkâr), Dımaşk 1978, II, 385-386, 436; Ebû Abdullah b. Muhammed, Zübdetü’l-ʿirfân fî ʿalâmâti’l-insân, İstanbul 1291, s. 42; M. Mustafa ez-Zühaylî, Vesâʾilü’l-is̱bât fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Dımaşk 1402/1982, s. 542-552; Âmil Çelebioğlu, “Kıyafe(t) İlmi ve Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Kıyafetnâmeleri”, EFAD, fas. II, sy. 11 (1979), s. 305-363; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 227-228; Mehmet Serhan Tayşi, “Kıyafet İlmi”, İslâm Medeniyeti Mecmuası, IV/2, İstanbul 1979, s. 91-98; İbrâhim M. el-Fehhâm, “el-Firâse ve’l-ḳıyâfe ʿinde’l-ʿArab”, Fayṣal, LXXI, Riyad 1983, s. 119-123; T. Fahd, “Ḳıyāfa”, EI2 (İng.), V, 234-235; “Ḳıyâfe”, Mv.F, XXXIV, 92-105; Süleyman Uludağ, “Firâset”, DİA, XIII, 116-117. Mehmet Serhan Tayşi
Terim olarak kıyâfe bir kimsenin fizikî yapısına ve organlarına bakarak onun nesebi, ahlâk ve karakteri hakkında tahminde bulunmaktır (Taşköprizâde, I, 353).
İslâm bilim ve kültür tarihinde ilm-i kıyâfe adıyla özel bir bilim dalı sayılan kıyâfe Taşköprizâde’nin verdiği tarife göre firâsetle (ilm-i firâse) aynı anlamdadır (a.g.e., I, 333).
Fakat literatürde ve halk arasında firâsetin daha kapsamlı ve yaygın biçimde kullanıldığı görülür.
Kıyâfe “kıyâfetü’l-eser”
ve
“kıyâfetü’l-beşer”
olmak üzere ikiye ayrılır.
a) Kıyâfetü’l-eser: İnsanın veya herhangi bir hayvanın izini sürmektir.
Zekâ, tecrübe ve tahmine dayanan bu yöntem, her çağdaki toplumların bir şekilde başvurduğu pratik bir bilgi türüdür.
Kaynaklarda erkekle kadının ve yaşlı ile gencin izlerini birbirinden ayırt edecek derecede uzmanlaşmış iz sürücülerden söz edilir (a.g.e., I, 353).
b) Kıyâfetü’l-beşer: İki kişinin fizyolojik yapıları ve organları arasındaki benzerliklerden hareketle aralarında kan bağı (neseb) bulunduğunu tesbit etmek ve bir insanın fizikî özelliklerine bakarak ahlâk ve karakteri hakkında tahmin yürütmektir (Sıddîk Hasan Han, II, 385, 436).
Bir bakıma modern tıbbın soy tesbitine yönelik DNA testi uygulaması, eski Arap toplumunda kıyâfetü’l-beşer denen bazı müşâhede ve tahminler yoluyla yapılmaktaydı.
Sûretten sîret okumanın mümkün olduğu bugün de halk arasında yaygın bir telakkidir.
İslâm öncesi Arap toplumunda bazı kabilelerin bu alanda ihtisas sahibi olduğuna, daha doğrusu bu bilginin onlara özgü bulunduğuna ve bu sebeple kıyâfenin eğitim öğretimle elde edilemeyeceğine inanılmaktaydı.
Nitekim Benî Müdlic, Benî Leheb ve Nizâroğulları’nın kıyâfe ve firâse konusunda uzmanlaştıkları kabul ediliyordu.
İslâmî dönemde de İyâs b. Muâviye, İmam Şâfiî, Ahmed b. Tolun ve Halife Mu‘tez-Billâh bu konuda ün yapmıştır (DİA, XIII, 116).
Müslümanlık’tan önce Hicaz-Arap toplumunun kültüründe önemli bir yer tutan kıyâfe ilmi İslâm döneminde de belli bir süre varlığını korumuş, dolayısıyla fakihler kāifin verdiği bilginin neseb davalarında ispat vasıtası olup olmayacağını tartışmıştır.
Çoğunluk, Hz. Peygamber’in Zeyd b. Sâbit’le Üsâme hakkında Benî Müdlic kabilesinden bir kāifin verdiği bilgi üzerine sevinç belirtisi göstermesinden hareketle başka kesin delillerin bulunmadığı durumlarda kāifin görüşlerinin karîne değeri taşıdığını ileri sürer.
Hanefîler’le İmâmiyye ve Zeydiyye fakihleri ise kıyâfenin Câhiliye döneminde kaldığını, bu yolla hüküm vermenin zan ve tahmine dayandığını ve doğru olmayacağını söylemektedir.
Genellikle sansasyonel yanı ağır basan ve halk kültürünü yansıtan bu bilgi türü klasik dönem Türk edebiyatında “kıyâfetnâmeler” adıyla bazı eserlere konu teşkil etmiştir (bk. KIYAFETNÂME).
BİBLİYOGRAFYA
et-Taʿrîfât, “ḳāʾif” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 119; Buhârî, “Ferâʾiż”, 31; Müslim, “Raḍâʿ”, 40; Taşköprizâde, Miftâḥu’s-saʿâde, I, 333, 353-354; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1366-1367; Sıddîk Hasan Han, Ebcedü’l-ʿulûm (nşr. Abdülcebbâr Zekkâr), Dımaşk 1978, II, 385-386, 436; Ebû Abdullah b. Muhammed, Zübdetü’l-ʿirfân fî ʿalâmâti’l-insân, İstanbul 1291, s. 42; M. Mustafa ez-Zühaylî, Vesâʾilü’l-is̱bât fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Dımaşk 1402/1982, s. 542-552; Âmil Çelebioğlu, “Kıyafe(t) İlmi ve Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Kıyafetnâmeleri”, EFAD, fas. II, sy. 11 (1979), s. 305-363; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 227-228; Mehmet Serhan Tayşi, “Kıyafet İlmi”, İslâm Medeniyeti Mecmuası, IV/2, İstanbul 1979, s. 91-98; İbrâhim M. el-Fehhâm, “el-Firâse ve’l-ḳıyâfe ʿinde’l-ʿArab”, Fayṣal, LXXI, Riyad 1983, s. 119-123; T. Fahd, “Ḳıyāfa”, EI2 (İng.), V, 234-235; “Ḳıyâfe”, Mv.F, XXXIV, 92-105; Süleyman Uludağ, “Firâset”, DİA, XIII, 116-117. Mehmet Serhan Tayşi
ÖZET
İnsanların fizikî özelliklerinden yola çıkarak kişilikleri hakkında değerlendirmeler yapmak tarihin çok eski dönem-lerinden beri karşımıza çıkmaktadır. Doğu kültüründe kıyâfet veya firâset olarak adlandırılan bu ilimde, insanların kaş, göz, saç, yanak, ayak vb. uzuvlarından yola çıkılarak kişilikleri ve ahlâkları hakkında bilgiye ulaşma temel ölçüt olarak alınmıştır. Batı kültürü içerisinde de insanların fizikî özelliklerinden hareketle karakterlerine dair çıkarımların yapıldığı çalışmalar mevcuttur. Kıyâfetnâme ve firâsetnâme geleneği konusunda Türk edebiyatında telif ve tercüme çok fazla çalışma yapılmıştır. Yapılan bu çalışmaların bazısı metin bazısı da metin-ince-leme çalışmalarıdır. Çalışmamızda kıyâfetnâme geleneğiyle ilgili bilgiler verildikten sonra Manisa İl Halk Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü’ne kayıtlı yazarı bilinmeyen bir eser tanıtılacaktır.
Müellifi bilinmeyen kıyâfetnâmedeki fizikî özelliklere yönelik değerlendirmelerin Hamdullah Ham-di’nin kıyâfetnâmesindeki değerlendirmelerle örtüşüp örtüşmediği değerlendirilecektir. ABSTRACTEvaluating people’s personalities by setting out from their physical characteristics has existed throughout the history. Within this concept called kıyâfet and firâset in the eastern culture, achieving the knowledge about people’s personalities and principles by examining the parts of their bodies ie. eyebrows, eyes, hair, cheek or feet has been taken as a basic criterion.
Also in the western culture, there are some samples in which inferences about personalities are made through people’s physical characteristics. In Turkish Literature many studies, copyrighted and translated, have been carried out on the tradition of Kıyâfetname and Firâsetname. Some of these studies are text and some are text-examination. In our study, after giving some information about Kıyâfetname tradition, an anonymous work registered to Manisa Provincial Public Library Manuscript Collections Department will be introduced. Whether the evaluations about the physical characteristics in the anonymous
Kıyâfetname overlapsor not with the evaluations those of Hamdullah Hamdi’s kıyâfetname will be analyzed.
ANAHTAR KELİMELER
Kıyâfetnâme, firâsetnâme, fizyonomi, Doğu kültürü, Hamdullah Hamdi KEYWORDS Kıyâfetname (typology), firâsetname, physiognomy, Eastern Culture, Hamdullah Hamdi
Giriş
İnsanların fiziksel özelliklerinden ahlakî ve karakteristik özellik-lerine dair çıkarımlarda bulunan “kıyâfet ilmi” Türk edebiyatına İslâ-miyet sonrası dönemde girmiş ve bu türde birçok eserler verilmiştir.
Batı Makalenin Geliş Tarihi: 12.10.2017/Kabul Tarihi: 07.12.2017. Yrd. Doç. Dr., Manisa Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi, (bilal.elbir@hotmail.com).
BİLAL ELBİR
kültüründe “fizyonomi”, doğu kültüründe ise “ilm-i firâset” olarak adlandırılan ilim kapsamında yer alan kıyâfetnâmeler kültürel yaşan-tımızda kendisine yer bulmuştur.
Genellikle kıyâfetnâmeler, firâset ilmiyle karıştırılmış, kıyâfetü’l-beşer, kıyâfetü’l-insaniyye, kıyâfetü’l-ebdân olarak da kullanılmıştır. Kıyâfet kelimesi bir kimsenin ardınca gitmek iz takip etmek, peşi sıra gitmek manalarına gelir ve Arapçadaki “kavf” kökünden müştaktır.
Bu kelime Türkçe’de galat olarak; elbise, şekil, suret, kılık manalarında kullanılmış olup dilimize Farsça’dan geçmiştir.
Bir kişinin saç, göz, kulak, el gibi organlarına ve dış görünüşüne bakarak karakter yapısı hakkında görüşler ortaya koyan bilim dalına “kıyafe(t)”, bu görüşleri ortaya koyan esere de “kıyâfetnâme” adı verilir.
Yine bu bilimle uğraşan kişiye de “kâyif” veya “kıyâfetşinas” denir. İlm-i kıyâfet, çeşitli gruplara ayrıla-bilirse de umumi mahiyette “kıyâfetü’l-isr” ve “kıyâfetü’l- beşer” olmak üzere ikiye ayrılır.
Bunlardan ilki, ayak izlerinden bahseden ve onlara göre hükümler veren ilim dalıdır. Konumuzu ilgilendiren ise,“kıyâfetü’l- insâniyye” veya “kıyâfetü’l- ebdân” da denilen ikinci bölümdür.
Bu bölüm insanların beden ve organ yapısıyla ahlakı ile karakteri arasındaki ilişkiyi inceleyen bir bilimdir (Pala 2002: 339; Yerdelen 1988: 43).
Edebiyatımız içerisinde yazılan kıyâfetnâmelere bakıldığında bu eserlerin edebî kıymet kaygısı ile yazılmadığı, bu nedenle de genel olarak sanatsal değer taşımadığı düşünülür.
Kıyâfetnâme türündeki eserler kimi zaman manzum kimi zaman mensur olarak kimi zaman da manzum-mensur karışık şekilde yazılmıştır. Türk edebiyatının bilinen ilk müstakil kıyâfetnâmesi Hamdullah Hamdi’ye ait manzum bir kıyâfetnâmedir.
Bedr-i Dilşâd bin Muhammed Oruc’un Murâd-nâme’sinin 34. ve 40. babları; Sarıca Kemal’in Selatin-nâme’si; Firdevsî-i Rûmî’nin müstakil Firâsetnâme’si; Şeyh Baba Yusuf’un Kıyâfet-nâme’si; Şaban-i Sivrihi-sarî’nin manzum-mensur kıyafet tercümesi; İlyas ibni İsâ-yi Saruhanî’nin Kıyâfetnâme’si; Abdulmecid ibni Şeyh Nasuh’un manzum kıyafetnamesi; Mustafa ibni Evrenos’un Kıyâfetnâme’si; Mustafa bin Bali’nin Firâset-nâme’si; Nesîmî’nin Kıyâfetü’l-Firâse’si; Niğdeli Visâlî’nin Vesiletü’l-İrfân’ı; Seyyid Lokman Çelebi bin Hüseynî’in Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâili’l-‘Osmâniyye’si; Şeyh İbrâhim Kûrânî’nin Risâle-i Muhtasar-ı
Eşkâl ve Kıyâfet Terceme-i Şeyh İbrâhîm Kûrânî’si; Şeyh Ömerü’l-Hal-vetî’nin manzum Kıyâfet-nâme tercümesi; Ömer Fânî Efendi’nin Kıyâ-fetnâme’si; Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnâme eseri içinde bir bölüm olan Kıyâfetnâme’si; Gevrekzâde Hâfız Hasan’ın Firâset tercü-mesi, Dımışkî’nin Kıyâfet-nâme tercümesi; Mustafa Hâmî Paşa’nın Fenn-i Kıyâfet’i; Yusuf Halis Efendi’nin Kıyâfetnâme-i Cedîde’si; Avan-zâde Mehmed Süleymân’ın Musavver ve Mükemmel Kıyâfet-nâme’si; Hüse-yin Şakir’in Firâsetü’l-Hikemiyye fî Kıyâfeti’l-İnsâniyye’si; Âkif Mehmed Paşa Yozgatî’nin Terceme-i Risâletü’l-Firâset ve’s-Siyâset’i kıyâfetnâme geleneğiyle ilgili çalışmalardandır (Sarıçiçek 2014: 47-50).
Yazarları ve isimleri belli olan kıyâfetnâmeler olduğu gibi müellifi belli olmayan kıyâfetnâmeler de vardır. Üzerinde çalışma yaptığımız eser bu kategoriye girmektedir. Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma’rifetnâme adlı eserinin dördüncü ri-salesini beş bölüm olarak kıyafet ilmine ayırmıştır.
İbrahim Hakkı, kıyâfet risalesinde sırasıyla saç, baş, cilt, alın, kaş, kulak, göz, yüz, beniz, burun, ağız, ses, söz, dudak, diş, çene, sakal, boyun vb. organ ve özelliklerini ele alır; değerlendirmeler yapar.
İbrahim Hakkı söz konusu risalenin giri-şinde ilm-i kıyâfeti şöyle tarif etmektedir: “Hikmet sahipleri demişlerdir ki, kâinatı bu şekilde yaratan ve takdir eden Allah insanı en güzel bir şekilde tasvir edip, ruhundan üflemekle onu süslemiş ve nurlandırmıştır.
Gerçi insanoğlunun hepsini mizaç ve yaratılışta düzgün ve birleşik yaratmamıştır. Ancak fertlerini şekil ve ahlak bakımından birbirine zıt ve başka türlü yaratmıştır.
Böylece insan önce kendi organlarının şeklinden kendi özelliklerini tamamen bilip ihtimamla ahlakını düzeltmeye çalışsın.
Sonra dost ve arkadaşlarını kıyafetlerini ferasetle bakıp her birinin şahsında gizli olan haller ve huylarına vakıf ve haberli olduğunda onlara ya huyuna göre sevgi ve muhabbet ile davransın veyahut (kötülerden) uzaklaşıp emniyet, selamet ve rahata kavuşsun.
Ne kimseden incinsin ne de kimseyi incitsin” (Akkuş 2006: 129).
Bütün ilimler gibi kıyâfet ilmi de çeşitli kültürlerden beslenerek şekillenmiştir.
Kıyâfetnâme türündeki eserlerde, yer yer bu ilmin tarihi gelişiminden bahsedilmiştir.
Kıyâfetnâmelerde dile getirilen hususları, yüzyıllar boyunca halkımızın zihin dünyasında yer etmiş inanç tezahürleri olarak değerlendirmek mümkündür.
Ayrıca 20. yüzyılın ilk yarısında, psikoloji alanında bilimsel değer kazanmaya başlayan bu türe ayrı birönem verilmesi de oldukça dikkate değerdir.
Kıyâfetnâmelerin önemli yönleri arasında; içinden çıktığı toplumun sosyolojisi, psikolojisine dair izler taşıması ve folklorik malzemeler içermesi sayılabilir. Her kıyâfetnâme birbirinden etkilenmekle birlikte yazarının yaşadığıdönem ve toplumundan da izler taşımaktadır.
“Her sanatkâr şu ya da bu biçimde çağının ve toplumunun estetik değerlerinin, zevk anlayışının derleyicisidir.
Kıyâfetnâmeler de, çağlarının ve ait oldukları Osmanlı toplumunun insanının estetik görünümüyle ilgili ölçü ve değerleri, güzel-lik anlayışını büyük ölçüde yansıtan eserlerdir” (Mengi 1977: 303).
Ülkemizde kıyâfetnâmeler hakkında birçok çalışma yapılmıştır.1Hamdullah Hamdi’nin Kıyâfetnâme’sini ilim dünyasına ilk olarak Amil Çelebioğlu duyurmuştur.
Hamdullah Hamdi’nin eseri tamamı manzum
============================
1 Âmil Çelebioğlu’nun Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde yayınlanan “Kıyâfet İlmi ve Hamdullah Hamdi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Kıyâfetname-leri” adlı çalışması ile Mine Mengi’nin, TDAY Belleten’de yer alan “Kıyâfetnâmeler Üzerine” adlı makalesi de önemli başvuru kaynaklarındandır. Cevat Yerdelen tarafından hazırlanmış olan “Türk Edebiyatındaki Kıyâfetnâmeler ve Niğdeli Visalî’nin Vesiletü’l-İrfan Adlı Kıyâfetnâmesi” adlı yüksek lisans tezi, Ali Çavuşoğlu tarafından hazırlanan “Kültür Tarihimizde Kıyâfetnâmeler” adlı yüksek lisans tezi, Hayyam Pur’un İstanbul Üniversitesi’nde hazırlamış olduğu “Manzum Kıyâfetnâmeler” adlı lisans bitirme tezi, Hülya Demiray’ın İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’nde hazırladığı “Seyyid Lokman Çelebi’nin Kıyâfetü’l- İnsaniye Fi Semâili’l- Osmaniyye’si” adlı lisans tezleri de kıyâfetnâmeler hakkında yapılmışaraştırmalardan bazılarıdır. Kenan Bozkurt tarafından hazırlanan "Kıyâfet İlmi, Türk edebiyatında kıyâfet-nâmeler ve Şa'bân-ı Sivrihisârî'nin Kıyâfet-nâmesi" adlı yüksek lisans tezi 2008 yılında tamamlanmıştır.
Adem Ceyhan tarafından yapılan "Bedr-i Dilşâd'ın Murâd-nâmesi" adlı çalışmada 34. bölüm kıyâfetnâme geleneğiyle ilgilidir. Gökhan Türk’ün Anadolu sahasına ait bir Kıyâfet-nâme örneği üzerine inceleme adlı yüksek lisans çalışması; Bahadır Güneş’in Arapça’dan Türkçe’ye Tercüme Edilen Bir Kıyafetnâme Metni Üzerine başlıklı makalesi; Bekir Çınar’ın Niğdeli Visâlî ve Hamdullah Hamdi’nin Kıyâfetnâmeleri Üzerine Bir İnceleme başlıklımakalesi; Müjgan Çakır’ın Kıyâfetnâmeler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi çalışması; Melike Gökcan Türkcan’ın İlm-i Kıyâfet ve Firâset Bağlamında Mustafa İbn-i Evrenos’un “Haza Kitab-ı Firasetname ve Kıyafetname’si bu alanda yapılan çalışmalar içerisinde zikredilebilir.
Dr. Ramazan Sarıçiçek’in “Risâle-i Kiyâset-i Firâset /İlm-i Firâset adlı kitap çalış-ması, Emine Gürsoy Naskali’nin editörlüğünü yaptığı kitapta yer alan Müellifi Bilinmeyen Bir Kıyâfetnâmeye Göre Karakter Tahlili (Abdülkerim Gülhan), İhtilâc-nâmeler (Eren Ersoy), Manzum Kıyâfetnâmelere Göre Beden ve Kişilik (Bilal Aktan), Kıyâfetnâme (Mahmut Kaplan) çalışmaları kıyâfetnâme geleneğiyle ilgilid
olup 158 beyitten meydana gelmiştir.
Türk edebiyatının ilk müstakil kıyâfetnâmesi Hamdullah Hamdi’nin eseridir. Müellifi Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı 29 varaklık Kıyâfetnâme, talik hatla yazılmış olup her varakta 13 satır bulunmaktadır.
Kıyâfetnâmenin müellifiyle ilgili herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Manzum-mensur karışık tarzda yazılmış olan kıyâfetnâme iki bâb (bölüm) halinde düzenlenmiştir.
Kıyâfetnâmenin başı Farsça yazılmış altı beyitlik bir nazım parçasıyla başlamıştır.
Daha sonra “Evvelkisi isimden ahvâl-i müsemmâya nazar, ikincisi sûretten sîrete güzerdür” (Manisa 1506: 2) ifadesiyle kitabın çer-çevesi ortaya konulmuştur. İsimden müsemmâya nazar bölümünde insana verilen ismin taşıdığıanlamla insanın tavır ve davranışlarının örtüşmesi, isminin ya da laka-bının özelliklerini taşıması üzerinde durulmuştur. Bu bölümdeki açıkla-malarda kullanılan isim ve örneklerin çoğu Arap dil ve kültürüne aittir. Bu da eserin bu bölümünün çeviri özelliği taşıdığını düşündürtmektedir.
-----------------------------------
“ve daĥıķavm-i ̆Arab isim ķomaķda kibār-ı selefüň her birinüň kem (3/a) ef ̆āl-i lašīfe ve aĥlāķ-ışerīfe birile iştihārı vardur. Ol fi ̆l-i lašīfi ve ĥulķ-ışerīfi umub śāĥibinüň ismiyle tesmiye iderlerdi. İsimden müsemmāda ma ̆nâ šaleb ķılurlardı. Ol śāĥib-i ķalbü’l-mühim-i aśl-ıuśūl a ̆nī ̆Abdü’l-Muššalib cedd-i rasūlden ( ̆aleyhi’s-selām) su’āl etdiler. Niçün evlādına esmānuňşerlüsün ve ĥademeňe ĥayırlısun ķorsun? Eyitdi: ̆Abīdimüz nefslerimiz içün ve evlādımuz a ̆dāmız üzerine adlandıruruz. Ĥuśūśā kesb-i laķab gökden iner, cānib-i ĥakīm-i ̆alīmden bī-hūde fi ̆l vāķı ̆ olmaz elbette. Ol ism-i nāziliň müsemmāile münāsebeti vardur kemal mertebede şöyle ki andan ġayrla ol münāsebet yoķdur. Eger āĥirle daĥı ziyāde münāsebet olaydıĥakīm-i ̆alīm terk-ūlā etmek lāzım gelürdi” (Manisa 1506: 3-a).
-----------------------------------------
İnsanoğlu, var olduğu günden itibaren sürekli olarak kendini tanıma ve anlama uğraşı içinde olmuştur. Bu anlama süreci hiç kesintiye uğra-mamakla beraber, bu süreç doğrultusunda elde edilen bilgilerin üst üste konmasıyla birlikte bu uğraşı giderek birilim halini almış ve bu ilim,
-------------------
çeşitli kültürlerde farklı isimlerle anılmıştır. Batı kültüründe “fizyonomi (physionomy), Doğu kültüründe ise “İlm-i Firâset” adlarını alan bu ilim her iki kültürde de oldukça ilgi çekmiştir. İnsanların vücut özelliklerine bakarak karakterlerini çözmeye yönelik ilk çalışma Hippokrates tarafın-dan yapılmıştır. Eflatun (Platon) ve Calinus (Galenus) da İslam âlemin-deki bu ilimlerle ilgili eserlerde sözü geçen âlimlerdendir (Pala 2002: 339). Doğu kültüründe verilmiş birçok orijinal ve tercüme eserde öncelikle firâset ilminin tanımı yapılmış sonra bölümleri belirtilmiştir. Zira bu ilim dâhilinde eser veren âlimler, öncelikle firâset ilminin tanımını yaparak bu ilmin gerekliliğini ortaya koymuş, sonra da bölümlerini belirtmişlerdir. Yapılan bu tasniflerde firâset ilmi çoğunlukla iki ana bölümde incelenmişve bu durum genel olarak kabul görmüştür. Bahsi geçen iki bölüm; “şer’î ve hükmî” olarak adlandırılır. Üzerinde inceleme yaptığımız kıyafetna-menin ikinci bölümü iki ayrı kategoride ele alınmıştır. Birinci kategori fenn-i kıyâfet; ikinci kategori ise ilm-i firâset’tir.
“El-ķısmu’ŝ-ŝānī fī ma ̆rifeti’s-sīri be-vāsıŧa-i’s-suveri ve’l-firāseti: Ve bu ķısm-ıŝānī iki nev ̆dür. Nev ̆-i evvel fenn-i ķıyāfetdür ve nev ̆-i ŝānī ̆ilm-i firāsetdür. Evvelā nev ̆-i evveli beyān idelüm ki idrāk-i ķıyāfetle ̆ilm-i firāsete isti ̆dād ziyāde ola.
Çıķılır nerdbāna pāye pāye Žiyā az az virür ħurşīd aya Bular tedrīcle her şey kemāli O kim tedrīci yoķĥāżır zevāli Neŝr: Ma ̆lūm ola ki erbāb-ıĥadīs lašīf-i mešālib-i sīre mebādīśuverden bi’l-ķıyāfet intiķālāt ve imtiĥānāt idüb kerrār tecrübe ile merrāren ̆ilm-i yaķīn taĥśīl ve ķıyāsāt-ı ̆aķliye’i tekmīl etmişler. Ve ĥukemā-i selef ve fużalā-i ĥalef bu fende ħayli gūşīş etmişler. Nitekim Sabbāĥ-ıĶulzüm Ma ̆ānī Seyyid ̆Ali Hemedānī radıya’llāhu ̆anhu Ķitābu Zaĥīretü’l-Mülūk’da buyurmuşlardur: Bir şaĥśıň gözleri gök ve ķıllarıķızıl ve egni ince olsa ve başında saçı sıķ olsa mār-ı ef ̆ādan niçe ĥaźer olunurise andan eyle (12/b) ĥaźer etmek gerekdür”(Manisa 1506: 12).
-------------------------------------
KIYÂFETNÂME’DE HAKKINDA HÜKÜM BULUNAN UNSURLAR: İncelemiş olduğumuz Kıyâfetnâme’de hakkında hüküm bulunan uzuvlar şunlardır: Ağız, alın, ayak, baş, bel, boy, boyun, burun, çene, diş, dudak, et, göğüs, göz, karın, kas, kol, kulak, parmak, saç, kıl, sakal, sırt, tırnak, yanak ve yüzdür. Eserde uzuvlar değerlendirilirken; azlık-çokluk, büyüklük-küçüklük, darlık-genişlik, eğrilik-düzlük, kalınlık-incelik, sert-lik-yumuşaklık, uzunluk-kısalık, zayıflık-şişmanlık gibi özellikler açısın-dan değerlendirilmiştir. Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı eserdeki unsurlar Anadolu sahasındaki ilk müstakil kıyâfetnâme olan Hamdullah Hamdi'nin "Kıyâfetnâme"siyle mukayese edilecektir. AĞIZ: “Giň aġız şecā ̆ate delīldür ve šar aġız delīl-i śıĥĥat-ıĥavāss-ıbāšındur” (1506: 16-a). Müellifi bilinmeyen "Kıyâfetnâme"de ağızla ilgili verilen hükümlerle diğer kıyâfetnâmelerin hükümleri genellikle örtüşmüştür. Geniş ağzın cesarete işaret etmesi ortak bir özellik olarak yer almıştır. Dar ağız Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı eserde sıhhat delili olarak ele alınmasına karşın, karşılaştırdığımız Hamdullah Hamdi’nin eserinde olumsuzlanmıştır. "Deheni teng eğerçi bihcetdür Havf-ı kalbe velî 'alâmetdür Bulmayasın ili ararsan eğer Eğri agızlularda togrı haber" (Çelebioğlu 1998: 243).
ALIN: “Giň alın ki anda šamarlar ve siňirler aňlanmaya muĥāśamaya ve nā-sāzkārlıġa delīldür. Šar alın bilmezlige vaĥşete ve büyük alın kāmillige ve miyāne alın ĥalķla ülfetde ve muvāsenetde i ̆tidāle delīldür” (Manisa 1506: 14-b).
Alın, Manisa 1506 numaralı eserde dört kategoride ele alınmıştır: Gin, tar, büyük ve miyâne. 'Gin' tabiri çok geniş alınlılar için kullanılmıştır ve olumsuz bir kavram olan kavgacılıkla ve huyu kötü olmayla ilişkilen-dirilmiştir. Dar alın bilmezlikle, vahşetle, ahmak ve bencillikle bağlantılıolarak ele alınmıştır. Büyük ve miyâne alın olumlu çağrışımları olan alın modelleridir. Miyâne kavramı, mu'tedil (vasat) kavramıyla birlikte nor-mal anlamında kullanılır. Büyük alın yerine bazı kıyâfetnâmelerde yumru alın kullanılmıştır. Hamdullah Hamdi'nin kıyâfetnâmesinde alın çeşitle-rine yüklenen anlam değerleriyle Manisa 1506 numaralı eserdekiler ara-sında tam bir örtüşmenin olduğu görülmüştür. "Alnı gin olsa huyı çirkin olur Tar olursa gabî ve hod-bîn olur Gâlibâ yumrı olsa kâhil olur Pes budur ahseni ki a'del olur" (Çelebioğlu 1998: 240). BAŞ: Kıyâfetnâmede diğer kıyâfetnâmelerde olduğu gibi başın büyük-lüğü, küçüklüğü; vücudun kıllı olup olmaması; saçın rengi gibi özellik-lerden hareketle kişinin huy özelliklerine dair göndermeler yapılmıştır. “Beyān-ı siper: Baş büyük olmaķ himmet-i ̆ulyāya delīldür. Küçi başķıllet-i ̆aķla miyāne i ̆tidāle delīldür" (Manisa 1506: 14). Kıyâfetnâmede geçen özellikler başka kıyâfetnâmelerle karşılaştırıl-dığında örtüştüğü görülür. Anadolu sahasına ait bir kıyâfetnâmede geçen baş hakkında yazılanlar Manisa İl Halk Kütüphanesi’ndeki yazmayla aynıdır. “büyük baş himmet-i ̆āliye delīldir orta baş sıfatlarıñ i ̆tidāline delīldir küçük başʻaḳılsızlıġa delīldir” (İzmir Millî Kütüphânesi 1373/1) Mustafa bin Evrenos’un “Kitab-ı Firâset ve Kıyâfet” adlı eserinde orta baş’ın akılsızlığa delil olması genel kanaatin dışında bir durum ola-rak değerlendirilebilir. “Faṣıl: Büyük baş himmet-i ʻāliye delíldür. Orta başʻaḳılsızlıġa delíldür” (Türkdoğan 2014:180).
Büyük baş ve küçükbaşla ilgili kıyâfetnâmelerde benzer değerlendir-meler yapılmıştır. Kıyâfetnâmeler adlı çalışmada yassı baştan olumsuz olarak bahsedilirken küçükbaşında diğer organlarla uyumlu olması duru-munda güzel bir mizaca işaret ettiği belirtilmiştir (Çavuşoğlu 2004: 117). "Başı büyük büzürg himmet olur Küçük olursa 'aklı kıllet olur Yassı olsa kafası insanun Misli olmaz belâdet içre anun" (Çelebioğlu 1998: 239 ). BEN: “Burunda beň kibre ve ̆ucbe delīldür. Yüzde ben vefāya ve meskenete delīldür. Göz ķapaġında ben mekre ve ĥasede delīldür. Egiňde beň ̆işret sevgüsine delīldür. Gövdede beň eyü śıfatlara delīldür. Alında beň devlete ve firāsete delīldür.” (Manisa 1506: 18-b). İnsan vücudunun değişik yerlerinde bulunan ben farklışekillerde yorumlanmıştır. Yüzde bulunan ben vefâlı olma şeklinde değerlendiri-lirken göz kapağındaki ben hasetçi ve hileci olmayla ilişkilendirilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin eserinde benle ilgili bir bölüm yer almamıştır. Vücutta değişik yerlerde bulunan benin daha detaylı bir şekilde tanım-landığı kıyâfetnâmeler de mevcuttur. "Yüzde ve gövdede çok ben olmak ülfet azlığına ve avrata meyl it-memege ve kendisinde....(!) husulüne, kaş kılına bitişik yerde ben olmak halk ile ülfet azlıgına; burnunun üstünde ben olmak sahibinin oglı ve kızıyaşamamasına, burnunun bir tarafında mercimek kadar olmak sevgili tabi'ate; üst tudagın orta yerinde olmak erkege mâ'il ve evladı olmamaga; sag yanagında bahle(!); sol yanagında olmak keyd ü mekre ve şekâvete" (Çavuşoğlu 2004: 165).BOY: “Yüksek boy sāde mizāca ve mübāreklige ve ġafletden ĥālīlige delīl-dür. Orta boy ĥikmete ve fıšnata ve i ̆tidāl-i evśāf-ı bāšına delīldür. Ve ķıśa boy kīne ve ̆adāvete ve fitneye delīldür” (Manisa 1506: 17-a).
Manisa 1506 numarada kayıtlı olan yazmada yüksek boya ve orta boya sahip olmak olumlu özelliklere işaret olarak kabul edilirken kısa boya sahip olmak bütün kıyâfetnâmelerde olduğu gibi fitne ve aldatmaya işaret olarak kabul edilmiştir. "Kâmeti her kimün ki olsa uzun Olur ol sâfî-kalb ü sâde derûn Kısa olursa kibr ü kîne olur Mekr ile hîleye hazîne olur İ'tidâl ile ola çü kâmet Ana rahmet niş'anıdur hikmet" (Çelebioğlu 1998: 238 ). BOYUN: “Ķısa boyun delīl-i mekr u ĥabāŝetdür. Yoġun boyun delīl-i ġażab u ĥamāķatdur” (Manisa 1506: 18-a). Kıyâfetnâmelerde özellikleri verilen uzuvların kısa olması olumsuz bir duruma işaret olarak kabul edilmiştir. Yoğun boyun sahibi olmak da olumsuz bir özellikle ilişkilendirilmiştir. Hamdullah Hamdi eserinde mu’tedil olan boynun güzelliklere işaret olduğunu vurgular. "Uzun u ince ola çün gerden Issı olur muhannes ü gevden Yogun olsa sıgır gibi boyunıYimeg ile olur anun oyunı Kısası mekri ile hıyânetdür Mu'tedil olsa hoş 'alâmetdür" (Çelebioğlu 1998: 245). BURUN: “ Uzun ince burun yeyniceklige ve ĥiffet-i ̆aķla delīldür. Yaśśı burun şehvete delīldür. Burun delikleri giň olmak ĥasede ve ġażaba delīldür. Yükseklikde ve alçaķlıķda ve giňlikde ve šarlıķda mu ̆tedil burun delīl-i śıĥĥat ĥavāşś-ı bāšındur” (Manisa 1506:16-a).
Her unsur kıyâfetnâmede ele alınırken kendine has özelliklere göre değerlendirilmiştir. Burnun ince olması, aklın hafifliğine, yassı olması ki-şinin şehvet düşkünlüğüne, burun deliklerinin geniş olması hasetçiliğe işaret olarak kabul edilirken mu'tedil olması olumlu bir özellik olarak nitelendirilmiştir. "Burnı anun ki ince ola dırâz Hıffet-i 'aklı anun olmaya az Agzına burnı ucı ola yakîn Şîr odur ana karşu turma hemîn Her ki burnı delüği vâsi' ola Hased ü kibr ü kîni câmi' ola Olsa burnı kalaklı insanun Öykesi öykesine sıgmaz anun Burnı yassı cimâ'a lâzım olur Agzı büyük dilîr ü mukdim olur" (Çelebioğlu 1998: 243). ÇENE: “İnce eňek ya ̆ni küçirek benciklige ve ĥiffet-i ̆aķla delīldür. Ķatı bü-yük eňek tekebbüre (16/b ) delīldür. Mu ̆tedil eňek delīl-i ̆aķldur” (Manisa 1506: 16-a-b). Çenenin küçük ve büyük olması olumsuz bir özellik olarak kabul edilirken mu'tedil (orta) olması olumlu bir nitelik sayılmıştır. "Çün enek ince ola hıffet olur Büyük olursa kibr ü gılzet olur Mu'tedil olsa ıssı 'âkıl olur Her neye tâlib olsa kâbil olur" (Çelebioğlu 1998: 245).DİŞ: “Uzun ve iri diş delīl-i şerr ü fitnedür. Mutedil diş doġru sözlülüge delīldür. Eger diş nā-hemvār ola delīl-i mekrdür” (Manisa1506:16-a).
Dişlerin iri ve düzensiz olması karakter açısından olumsuz özellik-lerle ilişkilendirilmiştir. Kıyâfetnâme geleneği içerisinde birçok uzuvda olduğu gibi diş de mu'tedil(orta) olmak olumlu özelliklere işaret kabul edilmiştir. "Çünki seyrek uvag ola dendân Gâlibâ za'f-ı cisme ola nişân İri olursa şerr ü âfetdür Eğrisi hîle vü hıyânetdür Çün düz ola vü mu'tedil dendân Kim ola yigleye dürri andan" (Çelebioğlu 1998: 244-245).
DUDAK:
“Ķalın šušaķ delil-i ĥamāķat ve šab ̆-ıġalizdür. Yufķa šušaķ delīl-i fehm ü lešāfet-i šab ̆dur. Ķızıl šušaķ eyüdür aķ šušaķ sehldür” (Manisa 1506:16-a). Dudakların kalın olması istenmeyen nitelikleri içeren bir durum ola-rak kabul edilirken, ince ve kızıl dudaklara sahip olmak iyi karakter özel-liklerine yorulmuştur. Hamdullah Hamdi'nin eserinde edebî benzetme-lerden yararlanılmış, dudağın renginin galiz bir renk olması durumunda dudak sahibi esrarkeşe benzetilmiştir. "Yufka vü kırmızı olursa tutak Anlanur lutf-ı tab' u fehm-i sebak Ger galîz olur ise rengi gibi Sahibi ahmak ola bengî gibi" (Çelebioğlu 1998: 244 ). ET: “Yumşaķ et fehme ve lešāfet-i šab ̆a ve berk et ķuvvet-i tene ve ġılzet-i šab ̆a ve ża ̆f-ı fehme delīldür.” (Manisa 1506: 17-b). İnsanın yumuşak ete sahip olması hoş bir durum olarak görülürken sert ete sahip olması teninin kuvvetini yansıtma olarak kabul edilmiştir. Sert ete sahip olan insanların kaba ve ahmak olarak nitelendiği kıyâfet-nâmeler de bulunmaktadır.
● 49"Her kişinün ki yumşak ola eti Lutf-ı tab'ı çog ola fehmi iti Katı olursa kuvvet-i tendür Issı ammâ galîz ü gevdendir" (Çelebioğlu 1998:239).
GÖZ:
Anadolu sahasında yazılmış ilk müstakil kıyâfetnâme olan Ham-dullah Hamdî’nin Kıyâfetnâmesi’nde,
çukur göz hileci ve kibirli,
kara göz zekâlı,
gök göz edepsiz ve kötü huylu,
kırmızı göz cesâretli,
çakır göz bahadır,
turna göz cesaretsiz,
yumru göz kıskanç ve hain,
kıpık göz hileci,
şaşı göz inatçı ve zorba,
küçük göz hafif ve ihmalkâr olarak nitelendirilmektedir: Gözi çukur olursa insanun Reşki vü kibri çok olur anun
Göz karası zekâ alâmetidür Surh olursa şecâat âyetidür Gözleri gök olanda olmaz edeb Gözi çakır bahâdur olsa aceb Görmedi her ki gördi ömr-i dırâz Turna gözli olanda cür’et-i bâz Yumrı olsa hasîd ü hâyin olur Mu’tedil bunlara mübâyin olur Göz kıpıklığı mekre âyetdür Dâyim olsa delîl-i hıffetdür Olur ahvel mu’annid ü cebbâr Bire bir diyesin kılur inkâr Gözi büyüğün ıssı kâhil olur Küçük olsa hafîf ü mühmil olur (Çelebioğlu 1998: 241-242).
DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Üzerinde çalıştığımız Manisa İl Halk Kütüphânesi’nde kayıtlı olan müellifi bilinmeyen kıyâfetnâmede göz ile ilgili değerlendirmelerin birço-ğunun Hamdullah Hamdi’nin manzum kıyâfetnâmesindeki değerlendir-melerle örtüştüğü görülmektedir. “Ve ĥayli büyük göz kāmillige delīldür. Küçi göz yeyniceklige (15/a)ve miyāne göz vaķāra sebük-rūĥluġa delīldür. Ve küçi göz ki içeru batmış ola mekr ü ĥasede ve ĥıyānetde delīldür. Göz ki yüzden yüksek šomalıç ola bī-şermī ve nādānīdür. Göz tīz tīz yumulub açılmaķ delīl-i mekrdür. Geç geç yumub açmak ķıllet-i fehme ve eblehlige delīldür. Açılmaķda ve yumulmaķda miyānesi delīl-i ̆aķl u fehmdür. Ķatıķara göz delīl-i sevdādur. Çeşm-i ezraķ bī-şermīdür. Göz ki ķatı göklikden aķlıġa māyil ola çaķır ola ķorķaķlıġa delīldür. Ķara göz ki ķatıķara olmaya delīl-i ̆aķldur. Şol göz ki baķmaķda ešfāl gibi baķa ve beşere-sinde ĥande ve ferah žāhir ola šūl-i ̆ömre delīldür. Göz ki küçi ve ditrer ve gök ola bī-şermī ve ĥīle ve şehvetperestlige delīldür. Göz ki od gibi ķızıl ola dilīrlige ve şer-engīzlige delīldür. Gök göz ki śaruluġa māyil za ̆ferānī renk ola çoķ yaramaz śıfatlara delīldür.(15/b) Gözde gök noķ-šalar olmaķ delīl-i keŝret-i şerdür. Göz ki ĥadeķasınuň šolusunda šavķgibi nesne ola delīl-i ĥased ve ĥīndür ve şer-engīzlige delīldür. Śıġır gözi gibi göz delil-i ĥamāķatdür. Göz ki bebegi altun gibi śaru ola ķıtāle ve ķan dökmege delīldür. Göz ki ķızıl ola ve yuķaru ŧarafıġalīz ola śıġır gözi gibi nādānlıga ve zināya ve mestlige delīldür ve ġaflete dāldür. Şehlā gözlülerüň yegregidür ve pīrūze gibi yaşıl göz ve śarulıġa māyil gök delil-i evśāf-ıźemīmedür. Eğer yaşıllıķ ve göklükle anda ķızıl ya aķnoķšalar ol ķatı yaramazlıġa ve mekkārlıġa delīldür. Ĥadeķa ki yüksek ve gözüň bāķīsi alçaķ olsa delīl-i ĥamāķatdur. Ve küçi göz ki tīz ĥareket ve tīz tīz yumulub açılıcı ola begenilmemişśıfāta delildür. Kirpikler śınmaķ ve bī- ̆illet ĥareket itmek mekr ü kiźb ü ĥamāķate delīldür. Dit-reyici büyük göz bī-devletlige delīldür. Dāyimā göz vurmaķ (16/a)ya ̆ni açub yummak ĥiyānete ve cünūna delīldür” (Manisa 1506:15b-16a).
KARIN:
“Küçi ķarın ̆aķl u fehme büyük ķarın keŝret-i nikâha ya cimā ̆a meyle delīldür.” (Manisa 1506: 18-a). Kıyâfetnâmelerde karnın küçük olması olumlu bir nitelik olarak ele alınırken büyük olması olumsuz bir durum olarak nitelendirilmiştir.
Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 51 "Karnı büyük gabî ve câhil olur Küçük olsa zekî ve kâbil olur Karnı büyük kimesne olsa kasîr Olmaya şerr içinde ana nazîr (Çelebioğlu 1998:247 ).
KIL:
“Ķarında ve gögüsde ķıl çoķ bitmek eblehliğe delīldür. Ķıl azlıġı lešāfete ve kiyāsete delīldür.” (Manisa 1506: 14-a). Kıl azlığı latiflik unsuru olarak öne çıkarılırken çok kıl bitmesi aptal-lık alameti kabul edilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin eserinde “kıl” unsu-runa değinilmemiştir.
KİRPİK:
“Kirpikler śınmaķ ve bī- ̆illet ĥareket itmek mekr ü kiźb ü ĥamāķate delīldür” (Manisa 1506: 15-b). Kirpiklerin sık sık hareket ettirilmesi olumsuz bir nitelik sayılmıştır. Hamdullah Hamdi’nin eserinde “kirpik” maddesi ele alınmamıştır.
KULAK:
“Büyük ķulaķ tünd ve tīzlige ve uzun ̆ömre ve küçi ķulaķĥasāsete mu ̆tedil ķulaķĥıfža delīldür” (Manisa 1506: 17-a). Kıyâfetnâme geleneğinde büyük kulağa sahip olanların sert, kaba ol-makla birlikte uzun yaşadığına dair bir inanış vardır. Küçük kulağa sahip olmanın ihtiyaç sahibi, yoksul olmakla ilişkisinin kurulduğu görülürken arzu edilen kulak biçiminin mu'tedil (orta) olduğu vurgulanmıştır. Her ki har-gûş olursa câhildür Gerçi hıfz eylemekde kâmildür Küçük olsa kedi gibi gûşıUgrulukda unutturur mûşıLîk vardur büyüklüginde delîl Ki ola sâhibinin 'ömri tavîl" (Çelebioğlu 1998: 240 ).
● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ52
OMUZ:
“Yaśśı omuz devlete ve sa ̆ādete šar omuz fikre ve ̆aķla yoġun bāzūķuvvete ve ̆ucbe ince bāzū šab ̆ u nīke ve ince ketf ķıllet-i ̆akla ve yaśśıketf ĥamāķate ve ketf-i ĥamīde fikr ü fetānete ve mu ̆tedil ketf ̆aķla delīldür” (Manisa 1506: 18-a). Kıyâfetnâmelerde omuzla ilgili değerlendirmeler kürek kemiğiyle birlikte yapılmıştır. Yassı omuza devlet ve saadeti çağrıştıran bir anlam yüklenmiştir. "Omuzu sivri olsa insânun Dîni vü mezhebi kem olur anun Kısa olursa gâyet ebleh olur İnce olursa 'acâyib esfeh olur Egri olursa fikri togrı olur Mu'tedil olsa 'aklı ugrı olur" (Çelebioğlu 1998: 246 )
PARMAK:
“Uzun barmaķ fehm tīzligine ķıśa barmaķ fehm kündlügüne bar-maķlar ve aya nerm olmaķ delīl-i ̆aķldur” (Manisa 1506: 18-b). Manisa 1506 numaralı eserde uzun parmak olumlu özelliklere işaret olarak kabul edilirken kısa parmak anlayış kıtlığı gibi olumsuz özellik-lerle ilişkilendirilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin kıyâfetnâmesinde par-maklarla ilgili yakın değerlendirmeler yapılmıştır. "Barmagı ayası uzun olanun Uzluk olur her işde işi anun Barmagı yumşak olsa zîrek olur Tırnak ak olması mübârek olur" (Çelebioğlu 1998: 246 ).
SAÇ:
“İri saç şecā ̆ata delīldür. Yumşaķ saç cebānete miyāne i ̆tidāle delīl-dür. Başında saç çoķ olmak kesāfete delīldür” (Manisa 1506: 14-a).
Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 53Saç kıyâfetnâmelerde sertlik ve yumuşak olma özelliklerine bakıla-rak ele alınmıştır. Sert saça sahip olanlar cesaret sahibi, yumuşak saça sahip olanlarsa korkak olarak nitelendirilmişlerdir. İnsanın başında saçın çok olması genellikle olumlu olarak değerlendirilmiştir. "Saç irisi delîl-i cür'etdür Sıhhat-i magza hoş 'alâmetdür Yumşak olursa havfe şâhiddür Issı gevden dimâgı bâriddür" (Çelebioğlu 1998: 239).
SAKAL:
“Kevsec ŝaķal zeyreklige delīldür. Degirmi meĥāsin delīl-i vaķār ve temkīndür. Ziyāde uzun meĥāsin ķıllet-i ̆aķla delīldür. Meĥāsin-i tüg delīl-i fehm ü lešāfet-i šab ̆dur. Meĥāsin ķılıśıķ olmak delīl-i ġılzet-i šab ̆dur.” (Manisa 1506: 16-b). Manisa 1506 numaralı eserde sakalın seyrek olanının makbul olduğu, sık sakalın sertlik, kabalık alameti olarak değerlendirildiği görülmüştür.
Hamdullah Hamdi’nin eserinde de kalın sakalı olanlar sâkil olarak nite-lendirilirken ince sakal zekâ ve akla işaret kabul edilmiştir.
"Rîş-i merdüm tavîl olursa eğer Bil ki oldur ser-i tavîle-i har Kalın olup sakalı ger ola gür Sohbet içre sâkil olur anı sür Ger degirmi olup ol bisyâr Sâhibi ola anun ehl-i vakâr Ol ki salmaz yüzine mû sâye Bil ki dir len terânî Mûsâ'ya İy dil andan sakın ki hîle olur Mekr-i şeytân anunla bile olur Rîş odur kim ola dakîk u kalîl Fehm u 'akl u zekâya delîl" (Çelebioğlu 1998:245 )
●
DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
SES:
“Avāz ki yoġun ve yüksek ola delīl-i şecā ̆atdür.
Ve ince ve nerm āvāz delīl-i cebānetdür.
Miyānı ve mutedil āvāz yükseklikde ve alçaķlıķda delīl-i aĥlāķ-ı ĥamīdedür.
Yoġun āvāz ĥasede ve tekebbüre delīldür.
Tīz tīz söylemek fehm tīzligine ve ivceklige delīldür.
Yüce āvāzla tīz tīz söylemek yaramaz ĥuya ve ġażaba delīldür”
(Manisa 1506: 17-a).
Sesin insanlar üzerinde oluşturduğu tesirler bilinmektedir. Yoğun bir sese sahip olmak cesaret göstergesi olarak kabul edilirken ince sese sahip olmak korkaklık göstergesi sayılmıştır. Hamdullah Hamdi’nin eserinde de sesle ilgili değerlendirmeler benzer niteliktedir. "Her kimün gunne-y-ile olsa sözi Ahmak u kibr ü kîne olur özi İnce vü tîz ünli câhil olur Bî-hayâ vü yalanda kâmil olur Sözde cünbişde her ki sâri' ola Fikr ü fehmi berk-ı lâmi' ola Giç olursa olur tabî'atı giç Hem-dem olma cihanda gevdene hiç Âlî-himmet olur bülend-âvâz Kısa ünlilerün yürekleri az Savtı yogun olursa insânun Hulkı bed hasmı çog olur anun" (Çelebioğlu 1998: 243-244 )
SIRT:
“Arķa ĥamīde olmaķ yaramaz ĥulķa ve šoġru arķa eyü ĥulķa delīl-dür.” (Manisa 1506: 18-a).
Her iki kıyâfetnâmede sırtın kambur olması olumsuz karakter özelliklerine, doğru veya yassı olması da iyi karakter özelliklerine işaret olarak kabul edilmiştir.
"Arkası yassı ehl-i kuvvet olur Sâhibi cür'et ü sakâmet olur
Egri olursa hûyı çirkin olur Halk içinde sefîh ü hod-bîn olur Arka kılı delîl-i şehvetdür Bogaz ile omuzda cür'etdür" (Çelebioğlu 1998: 246 ).
TIRNAK:
“Ma ̆yūb šırnaķlar pesendīde degildür” (Manisa 1506: 18-b). Manisa 1506 numaralı eserde kusuru olan tırnakların makbul olma-yacağı belirtilirken Hamdullah Hamdi’nin eserinde tırnaklara dair değer-lendirme bulunmamaktadır.
YANAK:
“Yüz šolu et olmaķ kâhili ve cāhilīdür. Yaňaķda et çoķ olmaķ delīl-i ġılzet-i šab ̆dur” (Manisa 1506: 16-b). Manisa 1506 numaralı eserde yüzün et dolu olması ve yanakta etin çok olması kabalık alameti olarak belirtilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin eserinde de yanağın yumru olması olumsuz bir niteliktir.
"Yumru olsa anun yanagı dahıGin olup alnı tar olup zenahı Hem saçı çogu az ise sakalı Şerr içinde bulunmaya bedeli" (Çelebioğlu 1998: 238 ).
YÜZ
“Arıķ yüz fehme ve īŝāra ihtimāma ve ķatı degirmi yüz cehle ve ķatı uzun yüz ĥayāsızlıga ve ķatı büyük yüz kāhillige delīldür.
Ve ķatı küçi yüz ĥiffete ve ĥorluga delīldür. Ve küçilikde ve büyüklükde ve uzun-luķda ve degirmīlikde ve semizlikde ve arıķlıķda mu ̆tedil yüz begenilmişfi ̆llere delīldür. Açıķ yüz eyü ĥulķa ekşi śūret yaramaz ĥulķa delīldür. Zaĥmdan ve nesneler çıķmaķdan yüz nā-hemvār olsa nā-hemvārlıga ve ziştlige delīldür” (Manisa 1506: 16-b). Yüz kıyâfetnâmelerde en çok üzerinde durulan uzuvdur. Sert, katıve küçük yüz karakter açısından olumsuz özelliklere işaret kabul edilir-ken açık yüz olumlu niteliklerle ilişkilendirilmiştir. Manisa 1506 numaralı
DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
eserle Hamdullah Hamdi’nin eserinde yüzün makbulünün vasatı (orta) olduğu belirtilmiştir.
"Yüzi büyük her işde kâhil olur Küçük olsa denî vü mühmil olur Ger mülahham olursa gılzet olur Yumrı olursa cehl ü sıklet olur Çün göresin ki yüzi zerd ü nahîf Mekr odundan kaçarsan olma harîf Yüzi ol âdemün ki ola dırâz Da'vîsi çok olur unutması az
Ekşi yüzlüde acı söz çokdur
Eğri yüzlüde togruluk yokdur Âdem oldur derûnı sâde ola Sûreti gül gibi güşâde ola Eyü yüze bu vasf olur kâfî Mu'tedil ola cümle evsâfı"
(Çelebioğlu 1998: 242-243 ).
Kıyâfetnâmelerde insanların değerlendirme yapılan unsurları farklıfarklı sayılarda belirtilmiştir. Hamdullah Hamdi Kıyâfetnâmesi'nde 26 öğe etrafında değerlendirmesini yaparken Erzurumlu İbrahim Hakkı Mârifetnâmesi'nde 32 öğe kullanmıştır (Canım 2010: 105-106).
Kıya-fetnâmelerde ele alınan unsurların birçoğu ortak olduğu gibi onlara yüklenen anlamların da ortak ya da benzer olduğu görülür.
Sonuç Sezgi ya da tecrübe ile elde edilen genellemeler kıyâfet ilminin merkezini oluşturmakla birlikte bunlar genellikle toplumun ortak değer yargılarından, inançlarından ve geleneklerinden kaynağını alır. Bu genellemeler vardıkları sonuçlar bakımından günümüz bilim anlayışına uzak düşmektedir. Bundan dolayı kıyâfet ilmi bir dönem “falcılık” olarak algılanmıştır.
Çeşitli ayet ve hadislerle ilm-i kıyâfete dair destekleyici kanıtlar bulunsa bile kabul görmesi kolay olmamıştır. Kıyâfetnâmelerin
Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 57vardığı genellemelerin kesinlik taşımaması ve her insanın kendine has özelliklerinin bulunması da önceleri bu ilmin fazla ilgi görmemesine neden olmuştur. Günümüzde, modern tıp sayesinde her insanın gen haritası çıkarılıp biyolojik özellikleri tespit edilebilmektedir. Tespit edilen fiziksel özellik-lerden hareketle karaktere ulaşma gayretleri Batı’da da yapılmıştır. Firâset ve kıyâfet ilimleri de yıllar boyunca insanların benzer özelliklerin-den yola çıkarak genellemelere ulaşma yoluyla bazı çıkarımlarda bulun-muş ve bu çıkarımlar insan hayatının çeşitli safhalarında kullanılmıştır. Bu ilimler çerçevesinde yazılmış kıyâfetnâmelerin temel amaçları da insanların bu ortak özelliklerinin belirlenmesi ile iyi ve kötü yönlerinin farkına vararak kendini ıslah etmesini sağlamaktır. Mesela, yaratılışında bazı kötü durumlar bulunan kişilerin kesinlikle kötü huylar sergileyeceği gibi bir kural yoktur. İnsanlar farkına vardıkları kötü huylarını çeşitli kontrol mekanizmaları ile köreltebilir. İşte kıyâfetnâmelerin yazılış amacıda insanların kötü huylarının farkına vararak bu huylarını köreltmesini sağlamaktır. Yoksa bu türde verilen eserlerin amaçları hiçbir zaman insanların kötü yönlerini ortaya koyarak onları ümitsiz bir duruma sok-mak olmamıştır. Kıyâfetnâmelerde insana ait organların biçimlerinde ölçülülüğün öne çıktığı görülür. Bu düşüncede İslâm dininin ifratla tefritten sakınma yaklaşımının etkisi olduğu söylenebilir. Dış organlarda görülen anor-mallik ve sakatlıklar ya da toplumun alışageldiği tipin dışında kalan tipler mizaç ve karakter bozukluklarının yansıması olarak değerlendirilmiş-lerdir. Osmanlı toplumunda beğenilen insan tipinin fiziksel özellikleri şu şekildedir: Orta boylu, küçük başlı, yassı ve yuvarlak yüzlü, siyah ya da kumral saçlı, siyah gözlü, siyah yay kaşlı, sık kirpikli, küçük elli, uzun ve yumuşak parmaklı, yumuşak etli (Erkal 1999:222). Modern tıp çerçevesinde bazı durumların çeşitli rahatsızlıklara yol açabileceği belirtilmiştir. Örnek olarak, renkli gözlü olan kişilerin migren riski altında olduğu söylense de her renkli göz sahibi insanın migren ağrısı çekeceği kuralı da yoktur. Bu durum sadece ortak özelliklerden yola çıkılarak ortaya konan ancak genel geçer bir ispat niteliği taşımayan bir sınıflandırmadır. İşte kıyâfetnâmelerin de çalışma sistemi bu duruma
●
DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
benzer niteliktedir. Bu sebeple, yüzyıllardır kesin bir şekilde çözümlene-meyen ve doğadaki en mükemmel organizma olan insanoğlunu tanıma amacıyla uzun çalışmalar yapılarak hazırlanmış olan kıyâfetnâmelerin edebiyatımızda önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı olan kıyâfetnâ-meyle Türk edebiyatının ilk müstakil kıyâfetnâmesinin insan uzuvlarına dair değerlendirmelerinin genel olarak örtüştüğü görülmüştür.
KAYNAKÇA AKKUŞ, Metin(2006), " Kıyafetname", Klasik Türk Şiirlerinin Anlam DünyasıEdebi Türleri ve Tarzlar, Erzurum: Fenomen Yay. CANIM, Rıdvan (2010), Divan Edebiyatında Türler, Ankara: Grafiker Yay.ÇAVUŞOĞLU, Ali (2004), Kıyâfet-nameler, Ankara: Akçağ Yay. ÇELEBİOĞLU, Âmil (1998), “Kıyâfet İlmi Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdî ile İbrahim Hakkı’nın Kıyâfetnâmeleri” Eski Türk EdebiyatıAraştırmaları, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, s.225-262. ERKAL, Abdülkadir (1999), ”Kıyâfetnâmeler Üzerine”, AÜ Türkiyat Araştır-maları Enstitüsü Dergisi, Erzurum: Sayı 13, s. 217-225. PALA, İskender (2002), Kıyafet Maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklo-pedisi, C:V, İstanbul: Dergâh Yay. MENGİ, Mine (1977),“Kıyâfetnâmeler Üzerine” TDAY, Ankara: Belleten, s.299-309. MENGİ, Mine, (2002), “Kıyâfetnâme” Türkiye Diyanet Vakfıİslâm Ansik-lopedisi, C: XXV, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., s. 513-514. SARIÇİÇEK, Ramazan (2014), Risâle-i Kıyâset-i Firâset /İlm-i Firâset, İstan-bul: Büyüyen Ay Yay. TÜRKDOĞAN, Melike Gökcan (2014), "İlm-i Kıyâfet ve Firâset Bağlamında Mustafa Bin Evrenos’un “Hâzâ Kitab-ı Firâsetnâme ve Kıyâfetnâ-me”si, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C: VII, Sayı 34, s.172-195. YERDELEN, Cevat (1988), "Türk Edebiyatı’ndaki Kıyâfet-nameler ve Niğdeli Visali’nin Vesiletü’l-İrfan adlı Kıyâfet-namesi", Atatürk Üniver-sitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Yazma Nüshalar Müellifi Yok, “Kıyâfetnâme”, İzmir Millî Kütüphanesi, 1373/1. Müellifi Yok, “Kıyâfetnâme”, Manisa İl Halk Kütüphanesi, 1506.