06 Nisan 2019

SAID-I KURDIDEN GUNUMUZE IHANETLER ve DEVLETIN TASFIYESI



SAİD-İ KURDİDEN GUNUMUZE İHANETLER ve DEVLETİN TASFİYESI

YALANÜZZAMAN SAİD-İ KÜRDİ’DEN GÜNÜMÜZE İHANETLER ve T.C.nin TASFİYESİ

Said-i Kürdi Deliüzzaman'ın memleketi olan Bitlis, 1650'lerde "Yezidi (Şeytana tapan) Kürtlerin yoğun olduğu bir şehirdi. Bitlis Han'ı Yezidi Kürdü Abdal Han, IV.Murat'ı Bağdat Seferi Dönüşünde "Tebrik etmemiş ve 1658'lerde Çıkardığı Kürt İsyanını Melek Ahmet Paşa Bastırır. Ayrıca Gürcistan ile Osmanlı'ya Karşı İşbirliği İçindedir.
 Said-i Kürdi'nin de, İngiliz rahip ajanı Mr. Robert Frew'un talimatıyla 1916 yılı başlarında Gürcistan Tiflis'e giderek buluştuğunu, Tiflis'in yüksekçe tepesinde Nikolay Nikolaviç adlı Rus istihbarat polisiyle buluştuğunu anlattığı Tarihçe-i Hayatım adlı kitabındaki bu randevuya bakılırsa, doğu Anadolu'da bir Kürdistan kurulması konusunda Çarlık Rusya'sı ile İngiltere'nin anlaştığı, Deliüzzaman'ın, Rus İşgali Öncesi Rus Casusu, Nikolay Nikolaviç adlı Polise Bitlis İşgali öncesi, doğu Anadolunun coğrafi, demografik, askeri özelliklerini gösteren bir harita yanında nazari bilgi vermesinin ardından Said-in Tiflis dönüşünden sonra 1916 başlarında Bitlis'e kadar doğu Anadolu Rusların eline geçer.

Aynı yıl Mustafa Kemal Bitlis'i Ruslardan geri alır. Said'i Kürdi Deliüzzaman'ın Atatürk Düşmanlığı bundandır.
EKTİR;
Deliüzzaman'ın Rus İstihbarat polisi dediği Noklay Nikolaviç'in aşağıdaki videoda Rus Orduları başkomutanı Nikolay Nikolaviç, olduğu görülmektedir. Said-i Kürdi Deliüzzaman'a, çırağı Şeyh Said'e "doğu Anadolu ve Bitlis ile çevresinin işgaline olan katkılarından dolayı madalya taktıkları görüntüler, Rus arşivlerinden alınarak 2014'de Oda Tv tarafından yayınlanmıştır. Bu Video ektir. Böylece "Üç yıl Rusya'da esaret yaşadım" diyen Deliüzzaman'ın aynı anda "Yalanüzzaman" (Asrın yalancısı) olduğu da bu video sayesinde ortaya çıkmıştır.
Çünkü, Rus İşgali Sonrasında Bitlis ve Doğu İllerinde Kürdistan Kurulmasını Atatürk Engellemiştir.

Yezidi Bitlis Kürtlerinin günümüzden 350 Yıl Öncesinde Yezidi Oldukları Halde Ne zaman Müslüman Olup da İslam'ı "Yüzyılda Bir Yenilediğini İddia Eden Deli Said-i Kürdi'yi Yetiştirdiğini ve Haçlılarla İşbirliği Yapmanın İslâm'a Uygun Olduğunu Önerecek Kadar Ulemalaştığını Anlamak İmkânsızdır?

Çünkü Bitlis 19. yüzyıla kadar Yezittir. Dicle-Fırat nehirlerinin arasındaki El Cezire ya da Mezopotamya ise Sabi, Süryanilerin 4000 yıllık yurtlarıdır. Yezidilik de bu dinlerden türemiştir. Ermeniler, Sabilik dinine günümüzden 3.500 yıl kadar önce girmişlerdir. Allah'a Hay" adıyla tapınmışlardır. Süryani, Ermeniler, Yezidiler böylece din kardeşleri olurlarsa da, Allah'ın/Sin'in/Hay'ın kızı cennetten recm edilerek kovulmuş dişi şeytana İran güneş tanrıçası Anahita/Nene adını verdiklerinden "Turani" sayılıp, kendilerini Rum sayan Sabi-Süryanilerce düşman ilan edilmişlerdir. Öyleyse Ermeni isyanlarının en çok çıktığı ve ilk Ermeni Tehcirinin II.Abdülhamit zamanında (1892) yapıldığı yer olan bu şehir ne zaman Müslüman kültüre sahip oldu da böyle Vatikan işbirlikçisini yetiştirdi?

Bu Tespitler Işığında Yalanüzzaman-ı Said-i Kürdi Deliüzzaman "ASLA MÜSLÜMAN DEĞİLDİR" Tespitine Siz de  yazıyı okudukça ulaşacaksınız!


Şimdi, 350 Yıl Geriye Gidelim ve Evliya Çelebi'den Bitlis Yezid İsyanını Okuyalım;
İsyancı Yezidi Bitlis Kürtlerinin Gürcistan İle İşbirlikçilikleri;

 Ayrıca Gürcistan beylerinin de Bitlis Hanı ile pazarlık edip anlaşmalarına rağmen Osmanlı ordusuna katılmaları da şüphe uyandırmıştır. Gürcü- Bitlis işbirliğinin 1650’lerde de var olduğunu görmek bana şaşırtıcı gelmemiştir.
Kuşatma esnasında Melek Ahmet paşa bir suikasttan Evliya Çelebi’nin uyanıklığı sayesinde kurtulur. Gelen bir padişah fermanında da Van’dan orduya katılan Sekban ve Sarıca askerlerinin Abdal Han yanında oldukları ve hemen “öldürülmelerini isteyen” ferman da gelir.
Savaşa başlamadan önce iki rekât namaz kılan Melek Ahmet paşanın, gözlerinden akan yaşlarla ettiği zafer duasında da Bitlislilerin Yezidi oldukları vurgulanır;
“-İlahi! Kuvvet ve kudret, yardım ve fesat senindir. Verme, koruma ve doğruluk, iyilik ve büyüklük yine senindir. Dini Mübin gayretine bir fırka Muhammed ümmetini başıma topladım. Elimi yüzüme alıp, kapına dilenmeye geldim. Onu hiç boş döndürmedin. Yine eşsiz padişahımdan dilerim ki, Ahmed’in bu ricasını da kabul edip bu kadar insanı acındırma. BU YEZİDİ HAŞERATINI SEVİNDİRME!”

Savaş başlar, Evliya’nın anlattıkları yürekleri parçalar da ben sadece savaşın “barut kokan kısmından” bir kısmı aktarayım;

…Her iki taraftan binlerce top ve tüfek atıldı. İki tarafın askeri de Nemrut ateşi içinde kaldılar. O an Mahşer gününe döndü. Siyah barut dumanı göğe yükselip dost düşman yerleri seçilince Dihdivan dağlarının tepelerinde olan Çaker Ağa gördü ki, Osmanlı askeri metrisler içinden kılıç vurup geliyor. Kendisi tabyasında kalıp bir hayli cenk etti ise de sonunda Malazgirt ve Mahmudi beyleri onu yerinden çıkardıklarında aşağı Bitlis şehrine kaçtı. Paşa tarafından bütün Van askerine paye verildi…
Bu savaşta Vanlıların, Malazgirtlilerin, Cilo aşiretinden Hakkârililerin Abdal Han’a özel düşmanlıkları olduğundan çok gönüllü, cansiperane savaştıkları ve zafer sonrasında paşa tarafından da memnun kalacakları şekilde ödüllendirildikleri anlatılır. Abdal Han ise yükte hafif, pahada ağır ne varsa beş altı yüz askeriyle savaşın kızıştığı anda sinsice kaçmayı başarır.
Bitlis kalesine sıkışan Abdal Han’ın askerleri, kale önünden gelip geçen kendi halkları olan Yezidilere de top tüfek atışları ile zarar, korku verirler. Vanlıların özel teşviki ile durumun değerlendirmesini yapan paşa, kalenin fethine karar verir ve teslim olmalar için ferman gönderir. Kale içindekiler ise;
Kale Hanındır, Osmanlının olsa içinde Osmanlı askeri olurdu. Osmanlının kale ile ne ilgisi var? Biz hepimiz Han kuluyuz!” Cevabını gönderince, gösterilen bu asilik üzerine fetih kararı alınır.
Hazırlıklar tamamlanıp kale hisarı kuşatılıp ordular yerini aldıklarında bir alay Yezidi gece toplanıp meşaleler, çıralar yakarak kale içini aydınlatırlar ve;
-“ Allah birdir, bir!*” Diye feryada başlarlar.

*(Urfa-Harran, Siirt, Hakkari, Mardin, Irak Sabileri, şeytan El Ruha'dan türediklerine ve "saf-arı millet" olduklarına inanırlar, Allah'ta "Dişi Şeytan Roha/ Ruha'yı cennetten kovan babasıdır. Sabiler ilk yedi gezegen ve güneşe "Tanrıların bedenleri" diye tapınırlar. Kur'an ise bunların "Allah'ın tayin ettiği gök cisimleri olduğunu vurgulaması" iki din arasındaki farkı belirler. Günde yedi vakit namaz, otuz gün oruç gibi bütün İslami ibadet şekilleri ile Yahudi ve Hristiyan ibadet şekilleri bu dinden türemiştir. yaklaşık 4.000 yıldır "La İlahe İllallah!" Derler. Urfa'nın da dı "El Roha/Ruha" dır Yani RUH'tur ve kovulmuş şeytanın adıdır. Yazıyı okuduktan sonra geniş bilgi için;
http://adilyargicc.blogspot.com/2012/02/cin-ve-seytan-kultu-zerdustluk-sabilik.html ve "El Ruha- Allah konusu için; http://adilyargic.blogspot.com/2012/04/ tapinakfahiseliginden-tarikat.html#axzz1vhNn0w89 ve Allah hakkında geniş bilgi için;http://keykubat.blogspot.com/2011/10/islam-oncesi-arap-tanrilari.html#axzz1vmhR7T5V

M. 1652(H. 1065) yılının Ramazan ayında Bitlis Kalesi Osmanlı veziri Melek Ahmet Paşa tarafından teslim alınır. Melek Ahmet paşa, Abdal Han’a yandaşlık yapanların büyük çoğunluğunu affeder, bir kısmını da Vanlılar ve savaşa destek veren öteki Kürtler ile birazını da Evliya Çelebinin aracılığı ile afları gerçekleşir. Gerçekten “Müslüman olmayan Yezidilerden Kürtçülük” yapanlar cezalandırılır. Çünkü Müslümanlar arasında "Milliyetçilik" günahtır. (Bu kısım 24.5.2012'de eklenmiştir.)


İsmet İnönü ve Said-i Kürdi’nin Kürtçülük Faaliyetlerinde Önemi;

Kürtçülük hareketinin bir diğer boyutu da yine İsmet Paşa gibi Bitlisli-Bitlis’in Nurs köyünden, muhtemel bir Ermeni dönmesi olan,1876 doğumlu Said-i Kürdi’nin İngiliz desteğiyle oluşturduğu “İslami Kürtçülük” akımıdır.
“İslami Kürtçülük” akımının doğuşuna kısaca bir göz attığımızda;
Rusya’nın 1821’de başlayan Kafkaslar üzerinden Hürmüz Körfezine inme planı,bunu kesmek isteyen Avrupa’nın da Ermeni ve Kürtler üzerinde oynadıkları “Milliyetçilik” oyunları etkisinde bu Osmanlı paşaları (!) bu adamdan bir “Kürt Milliyetçisi” çıkarmayı başarırlar.
Said-i Kürdi.İlk namı Said-i Kürdi Meşhur'dur.
Hz.İsa'yı peygamber kabul eden Etiopya İnciline göre Gregoryen Ermeni Kilisesini kuran Mezrop Aziz Gregor İlluminatör (=Nurcu)'un inancına uygun olarak İslam'a benzeyen Ermeni inancını Bahailikle karıştırarak,Kürt Vehhabiliği sayılan "NURCULUK" tarikatını,İstanbul'da tanıştığı İngiliz Rahip ajanı Mr.Frew'un destekleri ile kurmuştur.
İngiltere'den maddi destek alan,Kurtuluş Savaşına karşı çıkan,İngiliz Mandacılığını savunan Volkan Gazetesine yazdığı yazıların çoğu bu ajan tarafından hazırlanmıştır.Çok ilginçtir,1950 sonrası ABD-İngiltere dümeniyle Kıbrıs'ta kurulan istihbarat yapılanmasının adı da Volkan'dır ve Sait Nursi'de bu arada çıkarılan af yasası ile sürgün cezası kaldırılmış haldedir.Bu örnek,İngiliz işbirlikçilerinin iktidara gelişinin şirin bir örneği olabilir mi acaba?Takdir sizlerindir.
İlk çıkışını,bu “Osmanlı paşalarının" (!) kurdukları “Azmi Kavi” cemiyetleri içinde;
Ey Asuriler ve Ciyaniler, cihangirlik zamanında peşidar kahraman askerleri olan Kürtler, beş yüz senedir yattınız, yeter artık uyanınız sabahtır” diyerek başlatan Said-i Kürdi (o zamanki adı) 31 yaşında, 1907 yılında İstanbul'a gelerek Abdülhamit Han'a hitaben bir dilekçe yazar ve saraya verir. Dilekçede kullandığı ad "Molla* Said-i Meşhur"dur. 
*(Molla, Medrese mezunlarına denilir. Oysa Said BEŞ YIL ÜÇ AYLIK EĞİTİM DÖNEMİNDE HİÇ BİR MEDRESEDEN MEZUN OLAMAMIŞTIR." Yazı yazamaz, "okuryazar" değildir. SADECE resmi soyadı gibi "OKUR" DUR!  Risale ,Şualar, Lemalar adını verdiği saçmalıklarını da "Kâtibi Hüsrev'e" yazdırmıştır. Aşağıda kendi yazılarından alıntılarda göreceksiniz.)

Dilekçenin içeriğinde Kürdistan (!) da eğitimin Türkçe yapıldığını, kendisinin buna karşı olduğunu ve Kürdistan’da (!) Kürtçe eğitim yapılması için üç okul açılmasını talep etmektedir.
Oysa eğitim “Osmanlıca” denilen Fars,Arap ve Türk dillerinden oluşan bir dille yapılmaktadır. Özellikle II.Abdülhamitzamanında bölünmelerden korkularak “Türk’üm” demek yasaklanmıştır.

Said-i Kürdi Akıl Hastanesine Gönderiliyor;
Kendisine bir şey anlatmanın mümkün olmadığını gören Sultan II.Abdülhamit,onun akli melekelerinin yerinde olup olmadığının tespiti için Üsküdar’a bulunan Toptaşı Akıl Hastanesine gönderilmesini emreder. Hastane sonrası Fatih şekerci Han’da dükkan kiralayarak halkla tartışma ortamı başlatan Saidi Kürdi,kısa zamanda yabancıların dikkatini çeker ve Masonların ileri gelenlerinden,İzmir'e göç gelen İtalyan Levantenlerinden öğrendiği, "gerçek solu" önlemek için ABD'nin ürettiği "Milliyetçilik" akımını İtalya'ya giderek,oradaki "Solumsu Milliyetçi" çete mücadelesini öğrenen,aslen,Amerikan sermayesi ile beslenen bu yapılanmanın verdiği destek ile Yunanistan'da "sol" bir mücadele başlatan, Emmanuel Karasu ile tanışır.Bunun ardından İttihat ve Terakki Partisine de üye olmasının yanında,başta İngiliz, Fransız elçilikleri ile temaslar kurar.İngilizlerin ünlü ajanı Mr.Frew ile de ilişkileri bulunan Said Nursi,İttihat ve Terakki içinde tanıdığı subayların yardımı ile de II.Abdülhamit’i tahttan indirme girişimlerini arttırır.

Hastaneden Çıkan Said-i Kürdi Irak Cephesine Silahların Gönderilmesini Engelliyor;
Almanya’dan gelen silahların cephelere gitmesini engellemek için liman ve tren istasyonu işçilerini greve sevk ederek Kafkasya’dan Irak’a, Suriye’den Yemen’e kadar orduya acil ulaşması gereken askeri malzemenin sevkini engelleyerek kısmen Ordunun sıkıntıya girmesinde etkili olur.

Said-i Kürdi,II.Sultan Abdülhamit’in Tahttan İndirilmesinde Rol Alıyor;
Sonunda 1909’daki 31 Mart olayında da (Rumi-31 Mart 1325-Miladi 13 Nisan 1909 “Şeriat İsteriz” sloganları ile ,Mr.Frew talimatlı yazılarını gerici Volkan Gazetesinde yayınlatarak II.Abdülhamit’i tattan indiren kalkışmaların liderleri arasına katılan Said Nursi Kürt kökenli” Taksim kışlasındaki askerleri üstlerine karşı ayaklandırmış ve bazı paşaların İstanbul Silivri’ye karargah kurup payitahtı tehditleri üzerin II.Abdülhamit bastırabileceği bir hareketi “Müslüman kanı dökülmesin diyerek tahttan çekilmesi sonuçlanmasına sebep olur.
10 gün sonra,Edirne üzerinden gelen Enver Paşanın askerleri ile Bursa’dan toplanan askeri birliklerin İstanbul’a hareketi üzerine gerilen ortalık,Edirne üzerinden den gelen Hareket Ordusu birliklerinin 23-24-Nisan 1325’de(1908) İstanbul’a girmesiyle, bu gerici,işbirlikçi, vatan haini Kürtleri dağıtması ile sonuçlanır.
Bu olay devlet denilen duvarı yıkacak en önemli tuğlanın çekilmesi anlamına gelen yıkılışın hızlanmasını sağlamıştır.Devlet dokuz yıl içinde bitecektir.

Bütün akan kanların nedeni Kırmızı Bölgeden Rusya'yı güneye indirmemektir.
Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrası İşbirlikçi Kürt İsyanlarının Özellikleri;
Bu işbirlikçi,ihanet dolu gerici,bölücü,hain eylemlerin ardındanI.Dünya savaşının hazırlıklarının sürdüğü dönemde,Bitlis’te Molla Selim ve Şeyh Şehabettin İsyanlarının çıkması,sömürgeci devletlerin Kürt-Dönme Ermenilere çıkarttıkları isyanlar,Osmanlı’yı güçsüz düşürerek savaşa gerek kalmadan bitirmeyi amaçlamaktadır.
İran Kürtleri ise farklı siyaset izlemektedir.Örneğin,Urumiye Gölünün güney batısı cıvarındaki Savucbulak (Mahabad) da yaşayan Şıkak Aşiretinin reisi İsmail Simko Ağa,bir ara Ruslarla bir olup Osmanlı’ya saldırsa da,1922’de Türkiye yanına geçerek İngilizlere karşı savaşa katılır.

Aynen bu haritadaki gibi.(Tıklayarak haritayı büyüt)

İşbirlikçi Kürt Ağalar ise dönme Ermenilerin aldatmaları, sömürgeci devletlerin                   pışpışlamaları,mali destekleri       ile güç elde eden doğu Anadolu ve Kuzey Irak civarından çıkmaktadır nedense.
30 Ekim 1918’de I.Dünya savaşının,Cemal Paşa komutasındaki     ordumuzun Şüveyş Kanal Harbinde aldığı mutlak yenilginin ardından,İngilizlerin Kudüs’ü ve Suriye’yi 1917'de işgal etmelerinin ardından Osmanlı’nın teslim olması ,İstanbul ve imparatorluk topraklarının emperyalistlerce paylaşılması sonucunda,Mayıs 1919’da kurulan,61 üyeli “Kürt Teali Cemiyeti-Kürt İlerleme Derneği”nin “üç kurucu üyesinden” birisi de, o zaman ki İstanbul işbirlikçi,faşist Kürt örgütlenmesi içindeki yaygın lakabı Said Molla olan,kendisinin kullandığı şekliyle Said-i Kürdi-Meşhur ya da,cumhuriyet dönemindeki adı ile Said-i Nursi’dir.

Sevr Haritası.ABD,Kürt isyancıları,Said-i Kürdi ve Hilafeti destekleyen görünen köktendinci isyancılar bu haritayı istiyordu.Bu gün bölünebileceğimiz en iyi harita bu olarak görünüyor.Çünkü başbakan "36" parçadan bahsetmektedir.
Daha,Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından önce 11 Mayıs-18 Ağustos 1919’da İngilizlerden aldığı mali destekle Mardin-Midyat civarındaki birkaç Kürt aşiretini arkasına alarak isyan çıkartanlardan birisi de Said-i Kürdi zihniyetinden işbirlikçi Ali Batı’dır.
Oysa aynı tarihte,Bağdat’ta,Bağdat Kürt Krallığı ilan etmiş,Lenin’den yardım isteyen sömürgeci karşıtı bir Mahmut Berzenci isyanı vardır.Aynı yolda olan Simko İsmail Ağa’yı da hatırlayalım.
Kurtuluş Savaşımızın başlangıcında, Milli Güçleri idare etmek üzere Erzurum’da toplanan kongrede,bir Heyet-i Temsiliye oluşturulur. 24 Ağustos 1919’da oluşturulan Heyet-i Temsiliye Mustafa Kemal Paşa başkanlığında 9 kişiden oluşur.
Diğer temsilciler, eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, eski Trabzon milletvekili İzzet Bey, eski Erzurum milletvekili Raif Efendi, eski Trabzon milletvekili Servet Bey, Erzincan’da Nakşi Şeyhi Fevzi Efendi, eski Beyrut valisi Bekir Sami Bey, eski Bitlis milletvekili Sadullah Efendi ve Mutki aşireti lideri Hacı Musa Beydir.

Kürtler Bağımsızlık Savaşımızdan,Kurtuluş Savaşından Kopuyor;
Kurtuluş Savaşımızın bu ilk önder kadrosundan sadece Rauf ve Bekir Sami Beyler Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar yola devam etmişlerdir. Diğerlerinin çoğu İngiliz,Fransız,Amerikan, Rus’lardan yardım alarak “bağımsız Kürdistan” hedefleri için çıkardıkları isyanlarda yer alarak bağımsızlık savaşından kopmuşlardır.


14 Mayıs 1950 seçimlerinin ardından İngilter ve ABD’nin istekleri ile çıkartılan af yasaları sonucu serbest kalan,cezaları kaldırılan ayrılıkçı Kürtlerin,Rumların,dönme Rum ve Ermenilerin oluşturduğu CHP,DP,AP,MHP,ANAP, AKP gibi partilerde örgütlenmiş,dindar Türkleri de aralarında işleten bu sömürgeci devletlerin sadık işbirlikçi toprak ağaları ve şeyhlerinin iddia ettikleri gibi Kurtuluş Savaşımız, ağaların ve şeyhlerin desteğiyle verilmemiş,aksine onlara karşı verilen savaşlarla geçmiştir.
Öyle ki,kurtuluş savaşındaki asker kaybımız “20.000” iken,bunların çıkardığı isyanlarda verdiğimiz kayıplar =500.000 kadardır.
Son PKK ve 1960-1980 arası yaşanan olaylardaki kayıplar bunların dışındadır.

Sömürgeci Devletlerin Kürtleri Kullanma Planları;
Anadolu’nun sömürgecilerce işgali yıllarında,ABD Başkanı Wilson, "mutemet adamı" Albay House'a 10. Ekim. 1917'de "Türkiye bütünüyle ortadan silinmeli ve ona uygulanacak işlem, barış konferansına bırakılmalıdır" diyor. (Hasan Erden, Barış kapanları, s.39. İst 2001) "Osmanlı Devleti'nin Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmeli…" diyerek ülkemiz hakkındaki kesin kanaatini ortaya koymuştur.
17-20 Nisan 1920 tarihlerinde Sadrazam Damat Ferit Paşa, Anadolu'da barış anlaşması şartlarını kabul etmeyen Mustafa Kemal'i durdurmak için İngilizlere, Kürtleri kullanmayı önermiştir.
Amiral de Robbeck, Lord Curzon'a Ferit Paşa ile görüştüğünü açıkladı. Robbeck, Ferit Paşa'nın, anlaşma şartlarına uygun olarak ayrı bir Kürt devleti kurulması için Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı kullanmayı önerdiğini açıkladı.
Kürdistan Türkiye'den tamamen ayrılıp bağımsız olmalıdır. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul'daki Kürt Klübü Başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa hizmetimizdedir.”
— Amiral John de Robbeck,İngiliz Yüksek Komiseri,26.Mart 1920, İstanbul Paris Barış Konferansında 1919 yılı Ocak ayında, Osmanlı delegelerinden Ermeni Boghos Nubar Paşa ile Kürt Şerif Paşa bağımsız bir Ermeni ve Kürt devleti konusunda anlaşmışlardı. Cemiyet başkanı Âyan'dan Seyit Abdülkadir de Boghos Nubar Paşa ile anlaştıklarınıİngiliz Yüksek Komiserliği Danışmanı Hohler ile görüşmesinde anlatır. Ancak Abdülkadir, İngilizlerden kendilerine sunulandan daha fazlasını istemektedir. Bu uğurda Mustafa Kemal'i yok etme hareketine yardım edeceklerini açıklar.
İngiliz politikası, doğuda bağımsız bir Kürdistan ve Ermenistan devleti kurulmasını amaçlıyordu. Bu sayede hem bolşevikler ile aralarında bir tampon bölge oluşturmayı, hem de mütareke şartlarını kabul etmeyen Kemalist milliyetçi güçleri meşgul etmeyi ve durdurmayı hedefliyordu. İngilizler, tarihte yaşanmış olaylar nedeniyle Ermeniler ile Kürtleri biraraya getirebilmenin zorluğunun farkına vardılar. Zira bazı Kürtler, Ermeni egemenliğine razı olmaktansa Türkleri tercih edeceklerdi. 23.Eylül 1920 tarihinde İngiliz dışişleri tercümanı Ryan raporunda, Kürtleri Türklere karşı kullanmanın çıkarabileceği ters sonuçları rapor eder.
Bu doğrultuda, altında Damat Ferit’in imzası olan,12 Eylül 1919’da İstanbul Hükümeti ile İngiltere arasında imzalanan sekiz maddelik gizli anlaşmanın üçüncü maddesi şöyledir:
-“Türkiye bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı çıkmayacaktır.
Ama,bu maddeden haberi olan TBMM tedbir almakta gecikmez,Amasya görüşmelerinde şöyle bir karar alır ve üyelerine kabul ettirir:
Beyannamenin 1. maddesinde Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırı Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması imkansızlığı izah edildikten sonra, bu sınırın asgari bir istek olmak üzere elde edilmesinin temininin lüzumu müştereken kabul edildi. Bununla beraber, yabancılar tarafından görünüşte Kürtlerin bağımsızlığı maksadı altında yapılmakta olan tezvirlerin önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesiuygun görüldü.”
İşte,sömürgecilerin niyetlerini bu kadar açık ifade ettikleri dönemde,onların sadık işbirlikçilerinden olan bu zat onların her türlü emirlerine hazırdır.
Kürt isyanları da bu maddeye sadık kalınarak,damat Ferit-Hilafet ve sömürgeci devletler arasında pişirilen planlara göre çıkartılmaktadır.
Said-iNursi de “İslamî Kürdistan Sevdalısı” olup,davayı II.Abdülhamit’e ulaştıran kişi olduğuna göre İngiliz ajanlarının en sadık işbirlikçisidir.
İngiliz ajanları tarafından,1914-1917 yılları arasında sosyalist devrim mücadelelerinin sürdüğü Rusya’ya,sosyalist devrimcilere karşı Türk ve Müslüman halkı kışkırtmak için gönderilir. İngiltere'nin etkisi’ile 1917’de sınır dışı edilen Said-i Kürdi,Polonya taraflarından gene İngiliz ajanlarının marifeti ile geri döner.

Said-iKürdi’nin SSCB ve Diğer Bölge Müslümanlara Zararları;

18 Mayıs 1944'de Vagonlara doldurularak Sibirya'ya sürülen ve çoğu yollarda ölen Kırım Tatarları.
Onun bu faaliyeti,Rusya Müslümanlarını “Karşı Devrimci” olarak gösterecek ve sosyalist devrimin sürdüğü 70 yıl boyunca bütün Müslümanlar devlet işlerinden uzak tutulup,askerde bile ya ölüm mangalarında ya da mutfakta patates soyarak,yani aşağılanarak yaşamalarına, yaklaşık 35-40 milyon Müslümanın Sibirya yollarında sürgünlerde,kömür madenlerinde,en ağır ve pis işlerde veya soykırımlarda can vermesine sebep olacaktır.
Günümüz Fethullahçıları bile,bu zatın o zamanki hatırasını yaşatmak için Kazakistan,Kırım ve Ahıska Türklerinin yaşadığı bölgelerde adına camii yaptırma ve yaşatma derdindedirler.


Kurtuluş Savaşı,Asala,Pkk ile Süren Kürt-Rum Ermeni İşbirlikleri;
Kurtuluş savaşında Yunanlılarla sinsi anlaşmalar yapacaklar ve Yunanlılara esir düşen “Kürt kökenli askerlerin” öldürülmemeleri karşılığında,doğuda çıkarılacak Kürt ve Ermeni isyanlarında kullanılmalarını kararlaştırırlar.
Öyle de olur.
Said-i Kürdi her dalda oynayan bir adamdır.Yazması olmadığı halde İngiliz Manda taraftarı olan Volkan Gazetesinde,uşaklarına yazdırdığı,İngiliz rahip ajanı Mr.Frew mantığı içindeki yazıları yayınlanır,Rusya'ya karşı devrimci harekete katılır,İttihat ve Terakki Partisi,Kürt Teali Cemiyeti üyesidir.Hatta,Enver paşanın yapılandırdığı derin devlet içinde de bağlarına ek olarak kurtuluş savaşında TBMM’ye de katılır.
Ama,bir gün TBMM üyelerinin düzenli namaz kılmaları konusunda hazırladığı bir emirname, Sünni ve Müslüman olmayan bazı TBMM üyelerini kızdırnca,emirname ile Said-i Kürdi Mustafa Kemal Atatürk’ün yanına kadar gelir.
Atatürk,kibar,hitabeti çok iyi bilen birisidir ve;
-“Yaptığınızı gördünüz mü hocam,bakın harekete zarar verdiğiniz artık görünüz” uyarısını alınca,Van’daki tekkesinin yolunu tutar ve,Kurtuluş savaşına engel olacak                          Kürt isyanları dönemini başlatır.

Said-i Kürdi hakkında yeni bir iddiayı da koymayı uygun buldum,buyurunuz;
SAİD-İ NURSİ RUS AJANI
Adı Nurettin Peker.
Balkan Savaşı'nda, Çanakkale Savaşı'nda, Irak Cephesi'nde bulundu.
Kurtuluş Savaşı'nın gönüllü subaylarından oldu.
İki kez ağır yaralandı, ölümden döndü.
Irak Cephesi'nde esir düştü.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin temeline ilk harç koyanlardan biriydi.
Nurettin Peker'in anılarını yazdığı "Tüfek Omuza" adlı kitap Doğan Kitap'tan çıktı.
Kitabın 311'inci sayfasına bir göz atalım:
"Kastamonu Valisi Ahmet Avni Doğan'dan aldığım gizli emir üzerine, kendisini daha önce askerden tanıdığımdan, Kastamonu'ya sürgüne gönderilen Şeyh Said-i Kürdi (Nursi) ile eski dost olarak görüşmeye başladım. Çünkü müftüler tarafından verdirilen vaazlar kimi zaman yeterli olmuyordu. Bu vaizler hala cemaate göre konuşuyordu ve Şeyh Said-i Kürdi'nin Nurcuları hala faaliyetteydi. Ruslar! Ruslar! Ah! Ruslar!

Bu kişi babamın da arkadaşıydı ve 1. Dünya Savaşı'nda cephede benimle de beraber savaşmıştı. O Ruslara, ben İngilizlere esir düştük. 'O Moskova'dayken görevlendirildi' derim ben! O ise 'Kaçtım Rus hainlerden' der. Tarih ve devletimiz ne der?
Ben, 1916-1918 yılları arasında Kürtlerin yaşadığı Kuzey Irak, Batı İran ve bizim Osmanlı devletinin güneydoğusunda İngilizlerle, Ruslarla, Ermenilerle bunların aldatıp isyan ettirdikleri Kürt aşiretleri ve Şii asi Arap aşiretleriyle savaştım. 

30 ekim 1918'de Dicle grubuyla Musul petrolünü teslim etmemiştik. Ben esir olmuştum. Peki Said-i Nursi neden bizim geçit bölgeden olarak gidip faaliyet yapmadı? Yapabilirdi çünkü gizli örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa'dandı.

Kendisiyle beş yıl boyunca görüştüm ama bana açılmazdı. 'Sen gizli görevini yap oğlum' derdi. Daha çok savaş anılarımızı konuşarak görüşürdük. Balkan Savaşı, Hamidiye Alayları, Edirne Olayı gibi özel görüşmeler yapardı.
Kendisine Kastamonulu sevenleri tarafından her öğün tepsiyle yemek getirilirdi. Çamaşırlarını yıkayan hizmetçisi de eski bir Kürt subayıydı.
Bu konu hakkında yazı ve raporlarım vardır. Allah rahmet eyleye..."

Nurettin Peker'in anılarında Said-i Nursi'ye ayırdığı bölüm bu kadar.
Görünen o ki devletin istihbarat birimlerinde Said-i Nursi'nin "Rus Ajanı" olduğuna dair raporlar vardı.
Oda Tv'nin bu yazıdan dört yıl sonra Rus arşivlerinden alıp yayınladığı görüntülerde, Şeyh Sait ve Said-i Kürdi'ye Rus generali Nikolay Nikolaviç, Doğu Anadolu ve Bitlis bölgesinin işgaline sağladıkları katkılardan dolayı "Sadakat madalyası" takıyorlar;


Odatv.com
Cumhuriyet Dönemi Kürtçülük Hareketleri;
06.Mart 1921’de,Dersim’li Koçgiri Aşireti reisi Alişan bey’in Baytar Nuri ile kurdukları örgüt,Sivas Kongresinde kurulan TBMM hükümetinin milletvekilliği önerisini ret etmiş,Diyarbakır,Van,Bitlis, Elazığ ve Tunceli (Dersim) illerinden oluşan bölgede Sevr Antlaşmasına uygun olarak,İngilizlerden aldıkları desteğe dayanarak bağımsız bir Kürt devleti kurmayı amaçlamıştır.
Baytar Nuri’nin programında;
"İlk önce Dersim’de Kürt istiklali ilan edilecek, Hozat’a Kürdistan bayrağı çekilecek, Kürt milli kuvveti Erzincan, Elazığ ve Malatya istikametlerinden Sivas’a doğru hareket ederek Ankara Hükümeti’nden Kürdistan istiklalinin tanınmasını isteyecekti.
Türkler bu isteği kabul edeceklerdi. Çünkü isteğimiz silah kuvvetiyle desteklenmiş olacaktı” istekleri yer alır.
ArdındanTBBM’ye çektikleri bir telgrafla verdikleri muhtırada;
1-İstanbul Hükümeti’nce kabul edilen Kürdistan özerkliğinin Ankara Hükümeti’nce de tanınıp tanınmayacağının açıklanması
2-Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal hükümetinin ivedi yanıt vermesi
3-Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesi
4-Kürt çoğunluğu bulunan illerden Türk memurlarının çekilmesi
5-Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması.” İsteklerinde bulunurlar.
Bu konuda,25.Kasım 1920’de TBMM’yi resmen tehdit ederler;
“Batı Dersim Aşiret Reisleri", Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Sevr Antlaşmasının uygulanması gerektiğini ve aksi halde silah zoruyla hakkı almaya mecbur kalacağını açıklamıştır. Şeklinde bir nota göndermişler,dokuz aşiretten,40.000 kadar isyancı ile isyana başlamışlardır.
Amerikan Askeri Ateşesi durumu şöyle rapor eder:
“… Yunanlılar önemli bir zafer kazanırlarsa Kürt isyanı Türkiye’nin arkasını ciddi bir şekilde tehdit edebilir. Ancak Batıdaki savaş Türklerin lehine gelişirse, Türkler, ellerindeki yarım düzine yetenekli liderden biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler kuşkusuz bu durumu bilmektedirler. Gene de Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar.
Giresun’lu Topal Osman Ağanın komutasındaki Giresun Alayları (Osman Ağa’nın kendi çeteleri) ve Sakallı Nurettin paşanın Merkez Ordusu tarafından,500 kadar isyancının öldürülmesi ile bastırılmıştır.
Ayrıca,isyan bastırma çalışmalarını yakından takip etmek için bölgeye gelen Mustafa Kemal Atatürk’e de ilk suikast bu isyanda yapılmışsa da önceden haber alındığından bozguna uğratılmıştır.
Daha sonraları,hükümet+CHP içinde yer alan isyancılar,isyanı bastıran Nurettin paşayı harcamaya kalkarlar ve ne yazıktır ki,Atatürk’ten başka da savunanı çıkmaz. Mustafa Kemal Atatürk,daha sonra bu olayı Nutuk’ta şu şekilde anlatır:
Nurettin Paşa merkez bölgesinde bir yıla yakın bu görevi yaptı ama yetkisi dışında kimi yurttaşların haklarına el uzatıyor diye milletvetkillerinin yakınmaları ve İçişleri Bakanlığı’na soru yöneltmeleri, Bakanlığın da yakınmaları yerinde görmesi üzerine Meclis’in isteğiyle Kasım 1921 başlarında görevden çıkarıldı. Meclis Nurettin Paşa’nın yargılanmasına da karar verdi. Bu iş, benimle Bakanlar Kurulu arasında bir sorun çıkmasına da yol açtı. Ben, Nurettin Paşa’ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim. Fevzi Paşa Hazretleri de benim görüşüme katıldı. İkimizle, Bakanlar Kurulu arasında çıkan anlaşmazlık Meclisçe bir çözüme bağlandı. Meclis’te Nurettin Paşa’yı savundum, kendisini ağır bir işleme uğramaktan kurtardım.”
Görüldüğü gibi,isyanların bastırılmaları ile etkileri bitmemekte,bir de siyasi yönden de saldırılar sürmektedir.Devlet başkanı,isyancılara karşı komutanlarını siyasi saldırılara karşı da korumak zorunda kalmaktadır.
Diğer yandan,7 Haziran 1920’de Kürt Teali Cemiyeti prensiplerine uygun olarak İngilizlerin cömert yardımlarını almış ve Doğu'da bir Kürdistan Devleti kurmak isteyen,Bahtiyar Aşireti reisi Cemil ÇETO, 8 Eylül 1920’de Fransız destekli Milli Kürt Aşireti, Mayıs-Haziran 1920 arasında,Zile isyanını da eklemek şarttır.

1925'in,İngiliz işbirlikçisi mandacı Said-iKürdi'nin talebesi,
İngiliz parasıyla Kürdistan kurmaya kalkan,200.000 vatan evladının
ölümüne sebep olan,"Türkiye'yi yıkmak için aşiretine yeminler ettiren
isyancısı Şeyh Sait sülalesi AKP ile iktidara gelir ve
AKP hükümetindeki torunları ve yandaşları ile tekrar kahraman ilan edilir.
Kurtuluş Savaşı yıllarında bu gerici Kürt isyanlarına eklenen,birincisi:1 Ekim 1919-25 Kasım 1919, ikincisi:16 Şubat 1920-16 Nisan 1920 tarihleri arasında Biga’da işgal ordularının Anadolu’ya Kuvayı Milliye ordusunu bastırmak amacıyla       girmelerinin önlemek amacıyla,hilafetin gönderdiği ordu tarafından çıkarılmış olan Anzavur isyanları,Afyon, Düzce, Konya Delibaş, Afyon, Bozkır, Yozgat, Çerkez Ethem, Kuvayı İnzibatiye (Hilafet Ordusu),Samsun Vezirköprü civarlarında 1920-1923 arasında Pontus İsyanlarını da eklersek,Kurtuluş SavaşındaYunanlılardan çok Kürt,dönme Ermeni,Karadeniz ve Anadolu dönme Rumları ve hilafet+manda yanlıları ile savaştığımızı görürüz.
Yunan ordusunun Ankara’ya doğrudan taarruza geçtiği,kurtuluş savaşının en sıkıntılı,var olma savaşının verildiği bir dönemde çıkarılan bu isyanlar,Kürt-dönme Ermeni,Rum,Yunan işbirliğini açık olarak göstermektedir.
29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanından sonra,Mustafa Kemal Atatürk’ün, ilaçlanarak ve vurularak öldürüldüğü 10.Kasım 1938’e kadar olan isyanlar,bu büyük adama, özlemini duyduğu devrimleri rahatça gerçekleştirme şansı vermemiştir.
İngiliz,Fransız,Amerikan,Alman,İtalyan destekli    bu isyanları görelim;
01-1919-11 Mayıs, Ali Batı İsyanı
02-1921-6 Mart Dersim- Koçgiri İsyanı
03-1924-4 Eylül,Hakkari Beytüşşebab İsyanı
04-1924, Nasturi İsyanı
05-1925-13 Şubat, Lice-Muş,Van-Elazığ Şeyh Said İsyanı
06-1925-10 Haziran, Nehri İsyanı
07-1925-7 Ağustos, Reşkotan-Raman İsyanı
08-1925 Kasım, 1. Sason İsyanı
09--1926-16 Mayıs, 1. Ağrı İsyanı
10-1926-21 Ocak, Hazro İsyanı
11-1926-7 Ekim, Koçuşağı İsyanı
12-1927-26 Mayıs , Mutki İsyanı
13-1927-13 Eylül 2. Ağrı İsyanı
14-1927-7 Ekim Bıcar İsyanı
15-1929-6 Temmuz, İt Resul İsyanı
16-1929-20 Eylül, Tendürek İsyanı
17-1930-26 Mayıs, Savur İsyanı
18-1930-20 Haziran, Zilan(Zeylan) İsyanı
19-1930-21 Temmuz, Oramar İsyanı
20-1930-7 Eylül, 3. Ağrı İsyanı
21-1930-24 Ekim, Dersim-Pülümür İsyanı
23-1931-Kasım, Şeyh Ahmed Barzani İsyanı (Irak)
24-1937-Ocak, 2. Sason İsyanı
25-1937- 21 Mart,I. Dersim İsyanı
26- 1938 I.ve II.Dersim isyanları
Bu yazı,Kürtlerin çeşitlilikleri,gerçek yüzleri hakkında ilginç bilgiler içermektedir.


KENDİNİ PEYGAMBER İLAN EDEN İŞBİRLİKÇİ HIRİSTİYAN-YAHUDİ BARZANİLER;
Gizli kitap

İngilizler 1922'de Barzan'a saldırmışlar, Ahmed Barzanî ve Zibari Aşireti lideri Faris Ağa, Barzan'ı terk ederek dağlara kaçmak zorunda kalmışlardı. Bu operasyon bir süre için Barzanî Aşireti'ni sindirmiş, inzivaya çekilmelerine neden olmustu.[29] Kanaatimizce bu inziva, şeyhin dinî itikatlarını yeniden gündeme getirmişti. Daha 1922'de Barzanilerin ileri gelenlerinden biri, "Biz Barzanîler Tanrı'ya ve insanın temiz olması gerektiğine inanıyoruz. Fakat Kur'anı anlamıyoruz. Arapların kitabıdır.
Atalarımızın önceleri Hrıstiyan olduklarına inanıyoruz. Ve biz Barzanîler dua etmiyoruzKur'an okumuyoruz, Ramazan'da oruç tutmuyoruz" diyordu. Molla Mustafa Barzanî'nin yakın dostu İngiliz diplomat Edmonds'un kitabında anlatıldığına göre Barzanîlerin elinde; şeyhten şeyhe gösterilen gizli ve gizemli bir kitab bulunmaktaydı. Kutschera, hâlâ Mesud Barzanî'nin elinde bulunan kitaptan söz etmektedir.
Şeyh Ahmed de kendisinden önceki Barzan şeyhleri gibi aşırı derecede yüceltilmiş ve kutsallaştırılmıştı. Dahası Şeyh Ahmed, Hrıstiyan olmakla ya da yeni bir din kurmakla suçlanıyor, onun domuz eti yeme yasağını kaldırması da bunun delili olarak kabul ediliyordu. Şeyh Ahmed 1927'de ilk defa Bağdat yönetimiyle karşı karşıya kalmış ve bu tarihte onun sapık dinî iddiaları gündeme getirilerek üzerine sefer düzenlenmişti.[30] Bu iddiaların İngiliz emperyalizminin yalanları olduğu da düşünülebilir. Ancak Muzaffer İlhan Erdost, "Şemdinli Röportajı'nda" bölgedeki Kürtlerin de bu sapkınlığı teyid ettiğini açıklamaktadır. Şemdinlili Seyyid İslâm Geylânî, "Dedeleri Molla Muhammed temiz adamdı. Namaz kılardı. Öbürleri eskiden beri böyledir. Namaz kılmazlar, kâfirdir onlar" derken; Barzanî Aşireti mensupları da, "Bize kâfir diyorlar, dinsiz diyorlar, domuz eti yiyor diyorlar" diyerek bölge halkının kendileriyle ilgili kanaatini belirttikten sonra bunları reddediyorlardı.[31]

Barzanîlerin Ermenilerle birlikte T.C. ile savaşı ve “Köy Yakma ve katliam” iftiraları.

Kürt ayrılıkçıların Ermeni ayrılıkçılarla birlikte 1927'de kurduğu "Haybun" örgütü, özellikle "silahli isyanlar" çıkararak, bağımsızlık propagandası yapmaya çalışıyordu. Haybun ve Ermeni Taşnak örgütü tek bir amaçta birleşmişti: Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu Türkiye'den ayırmak ve sonra da bölüşmek .[32] Haço'nun Çaldıran, Cemilpaşaoğullarının Midyat ve Mazıdağı, Resul'ün Eruh isyanları ve Şeyh Barzanî'nin Oraman baskını bu isyanlar arasında yer alıyordu.[33] Haybun'un örgütlediği en önemli isyan ise 1930 Ağrı isyanı idi. İsyancıların ele başılarından Kör Hüseyin Paşa, Türk güvenlik güçleri karşısında zor durumda kalınca, oğlunu Barzan'a göndererek Ahmed Barzanî'den yardım istemiş, o da Molla Mustafa Barzanî yönetiminde 500 kişiyi Oramar

16 Temmuz - 10 Ekim 1930 tarihlerinde ortaya çıkan Oramar İsyanı, Mustafa Barzanî tarafindan rakımı 2.000-3.500 metre arasında değişen yolsuz, sarp ve yalçın kayalarla aşılması güç bölgede, Şemdinli yakınındaki Oramar'ın basılması ile başlamıştı. Oramar hudut bölüğü âsîler tarafından kuşatılmışsa da bu kuşatma hava kuvvetlerimiz ve komşu hudut bölüklerinin yardımı ile kırılmış, İran'a doğru kaçan Barzanîler ve onların Oramar'daki işbirlikçilerinden oluşan âsîlere büyük kayıplarverdirilmişti.[34] Haybun örgütü bu isyanı da bir propaganda malzemesi olarak kullanmış, uydurma rakamlarla "Olayda Türk birliklerinin 4.000 kayıp verdiğini, Türk hükümetinin 500 köyü yıkıp 12.000 kişiyi öldürdüğünü" ileri sürerek bunu Ermeniler aracılığı ile temas kurduğu Amerikan kamuoyuna da duyurmuştu.[35] bölgesine göndererek, Türk ordusunun gücünü bölebilmek için yeni bir cephe açmıştı.
İngiliz uçaklarının bombaları

Türkiye'nin ardından bir yıl sonra Ahmed Barzanî ile Irak'ı yöneten İngilizler arasında da çatışma basladı. İngiliz Sir A. Wilson'a göre İngilizlere bağlı Irak Hükümeti Kürtlere, otoritesini kuvvet zoruyla kabul ettirmeye çalışmış ve İngiliz Hükümeti de bölgedeki bütün askerî gücü, özellikle uçakları ile bu operasyona destek vermişti. Bir aşiret kavgası gerekçe gösterilerek Temmuz 1931'de çatismalar baslamış, Irak hükümet güçlerinin Barzanîler karşısındaki başarısızlığı, İngiltere'nin takviyesi ile başarıya dönüştürülmüştü. İngiliz uçaklarından Kürtlere atılan bildirilerde "Uygar" İngilizlerin çağdaş gaddarlığının itirafları yer almaktaydı:

"Barzanli Şeyh Ahmed ve taraftarlarına!...

Madem ki daha önceki emir ve beyanları hesaba katmak istemiyorsunuz, bu defakiler size uçak saldırılarının şiddetleneceğini bildiriyor. Siz, köyleriniz ve sürüleriniz mitralyöz ve bomba ateşine tutulacaksınız. Bu bombalardan bazıları hemen değil, bir kaç saat sonra patlayacaktır. Kadınlarınızı ve çocuklarınızı güvenli yerlere koymanız tavsiye olunur. Bu harekâtlar, her türlü direnme ve muhalefetin sona erip şeflerinizin dize gelmelerine dek sürecektir. Dikkatli olun! Hükümet, direnmenizle etkilenmeyecek kadar güçlüdür. Her türlü direnme boşunadır. Ne diye bir daha insan kanı dökelim?"

İngiliz belgelerine göre İngiliz uçakları 79 köyü bombalamış, 2382 evden 1365'ini yerle bir etmişti.[36] Şeyh Ahmed Barzanî, Kasım 1931'den Nisan 1932'ye kadar aralıklı, Nisan'dan Haziran'a kadar sürekli ve şiddetli olarak İngilizlerin saldırısına uğruyordu.
Türkiye'ye sığındılar

Sonunda, 21 Haziran 1932'de Şeyh Ahmed Barzanî, 400 kadar adamıyla sınırı geçip Türk yetkililerine sığınacaktı.[38] Çok ilginçtir ki, İngiliz kaynakları Kasım 1931'de onun "Kendimi İngiliz uşaklarına teslim etmektense açık düşmanlarım olan Türklere teslim olmayı yüz kere yeğ tutarım" dediğini bildiriyordu...
... Şeyh Ahmed, ömrünün son yıllarında belki de gizli kitabın gereği olarak Peygamberliğini ilan etmiş, ibadeti yasaklamıştı. Kendine bağlı imamlara gönderdiği talimatta şöyle diyordu:

Yer Tanrısı Ahmed Barzani

Ahmet Barzani'nin torunu Mesut Barzani Kürdistan kurmasını
sağlayan Turgut Özal ailesine minnet borcunu öder.
"Camiler kapansın! Kur'an-ı Kerim okumak, namaz kılmak yasak. Radyo dinlemek kâfir işidir. Bütün radyolar evden kalksın. Gök Tanrısı Allah, yer Tanrısı benim! Sizin manevî huzurunuzu ancak ben sağlarım. Gösterdiğim yoldan gidin. Benim için ağlayın. Emirlerim ilahî bir emirdir. Ben size emretmekle kutsal görevinizi yapmanız için ikazda bulunmuş oluyorum."

Şeyhin bu istekleri, domuz eti yenmesi ve şarap içilmesi için verdiği izin, bazı aşiret mensuplarınca uygulansa da aşiretin çoğu tarafından tepkiyle karşılanıyordu...
Mustafa Kemal’in Kürtlere özerklik vereceği uydurmasının kaynağı ise doğrudan İngilizlerdir!
Yukarıda bahsettiğimiz gibi Koçgiri isyanının bastırılmasından sonra Meclis’te Kürt milletvekilleri isyancılara destek çıkarlar. Uzun süren tartışmalardan sonra Mustafa Kemal’in isyanın bastırılmasını savunan konuşması üzerine tartışma kapanır.
Ancak, İngiliz raporlarına göre bu görüşmeler sırasında Kürtlere özerklik verilen bir karar alınır. Maddeler şunlardır:
1-Uygarlığın gereklerine uygun olarak Türk milletinin ilerlemesini sağlamayı hedefleyen TBMM, ulusal gelenekleriyle uyum içinde, Kürt milletinin özerk yönetimini kurmayı üzerine alır.
2-Çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bu topraklar için Kürt ileri gelenleri tarafından bir genel vali, vali yardımcısı ve bir müfettiş seçilebilir. …
3-Kürt ulusal meclisi doğu vilayetlerinde kurulacak ve 3 yıl için oluşturulacaktır.
4-Özerk yönetim Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri, Dersim sancağı, bazı nahiye ve kazaları içine alacaktır.

Cumhuriyetin "Ağalığını kaldıracağı endişesi" ile
1938 Dersim isyanını İngiliz desteği ile çıkaran,yaklaşık
50.000 insanımızın yok yere ölümüne sebep olan Seyit Rıza.
Toplam 9 maddelik kanun tasarısı İngilizlere göre kabul edilmiştir;
Ancak İngiliz raporlarının gösterdiği 10 Şubat 1922 tarihinde anılan gizli oturum yoktur! TBMM Gizli Celse Zabıtları yayınlanmıştır ve orada böyle bir gün yoktur! Olması da son derece saçma olurdu. Çünkü anılan 9 maddenin Sevr’den bir farkı yoktur. Kaldı ki Koçgiri isyanını (Tunceli yöresi) bastıran bir Meclis’in bu kararları alması da mantıksızdır. Çünkü bu kararları alacak Meclis, mantıken isyancılarla anlaşır ve istenilen bu hakları verirdi. http://skyturkvngenc.wordpress.com/2009/09/21/kurtulus-savasi-ve-cumhuriyet-doneminde-ataturk-ve-kurtler/
16-17 Ock 1922 tarihinde çıktığı İzmit seyahatine katılan gazetecilerden, Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın “Kürtlük Sorunu nedir? Bir iç sorun olarak değinmeniz iyi olur” sorusuna verdiği cevabı;
Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarı için kesinlikle sözkonusu olamaz. Çünkü, bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir.
Yani Atatürk kimseye “Kürdistan” sözü vermemiştir.Ama,yalandan kim ölmüş,işte,işbirlikçi eşkıya,feodal,faşist Kürt ağa,şeyh ve pirlerinin Türkiye ve Ortadoğu halkına açtığı işler saymakla bitmiyor.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının Osmanlı-Türkiye ve Komşularımıza Etkileri;
Rusya ve İngiltere’nin Almanya yanında savaşa girmesinden korktukları İran’ı 1940’larda işgal etmesi ile Güney Azerbaycan ve Kuzey Irak bölgelerinde kurulan Mahabat Kürt Devleti de Rusya güdümünde hareket ederek Amerika ve Avrupa’ya bağlanan Türkiye’yi cezalandırmak amacı ile İran ve Irak topraklarında 3.milyon Türkmeni,Rusya Kırım,Kafkasya’dan Bulgaristan’a kadar Osmanlı kalıntısı Türkleri soykırıma uğratır.Rusya yanlısı siyaset izleyen Yunanistan Kıbrıs ve Yunanistan’da Türk soykırımına başlar.
Türkiye İngiliz Küresel Etki Alanında Kalıyor;
Oysa bu bağlanma Türkiye’nin isteğinden çok,I.Dünya Savaşı sonrası yapılan dünyanın yeniden paylaşılması antlaşmasına göre,dünyanın küresel hakimi olan İngiliz Küresel ilgi alanına düşmesi, Türkiye’ye İngiltere’nin %90,SSCB’nin ise %10 oranında karışmasına İngiltere ve SSCB'nin anlaşmasından kaynaklanmaktadır.
Bu da,ne kadar bağımsızlık savaşı vermiş olsak da İngiliz Küresel etki alanında kalmamız yani,gizli-açık İngiliz kolonisi olmamız anlamına geliyordu.
Hatta bu anlaşma gereğince,daha paylaşım anlaşmasının gerçekleşmediği 30 Ağustos 1922’ye kadar yani Sakarya Başkomutanlık Meydan Savaşının kazanılmasına kadar SSCB’nin desteği ile kurulan Yeşil ordu ile Gürcistan Tiflis şehrinde Mustafa Kemal’in Yunan ordusuna karşı savaşı kaybetmesine tedbir olarak bekleyen Enver Paşa’nın,30 Ağustos zaferinin ardından Türkistan’a geçerek SSCB’ye karşı “antikomunist bir savaş” başlatması ve Süveyş Kanal savaşını kaybederek Filistin,Ürdün,Suriye’yi İngilizlere teslim eden Cemal paşa’nın da aynı bu günkü gibi Afganistan’da Rusya’ya karşı savaşan NATO ordusunun yanındaki askerlerimiz gibi,SSCB’ye yani “Sol’a açılan Haçlı Seferine” katılmalarını örnek verebilirim.
Kurtuluş Savaşı,ABD’nin Wilson ilkelerine uygun olarak hazırlanmış Sevr anlaşmasını uygulama isteğine karşı,ABD karşıtı ortaklarının desteklediği bir savaş gibi de düşünülebilir.Olay zaten de böyledir.
Wilson ilkelerinin toprak işgalini yasaklaması ortaklarını kızdırmış,Türkiye’nin doğusunda Ermenistan,batısında da Yunanistan kurulması,doğu ülkelerindeki sömürgelerinden getirdiği malların emniyetli ve kolay bir şekilde “tek devlet sınırlarından nakillerinin yarattığı kolaylık yüzünden başında İngiltere’nin “Tek Anadolu Devleti Kavramına” da ters gelmekteydi.

Osmanlı Küresel Güç Olmaktan 1579’da Çıkmıştı;
İngiltere Orhan Koloğlu’na göre bu nedenle Osmanlı’yı bölünmekten beş kez kurtarmıştı. 1516'da,Hürmüz Körfezi ve Yemen açıklarında, kısa menzilli topları ve küçük gemilerden oluşan Osmanlı Donanması,okyanus şartlarına uygun büyük savaş gemilerinden oluşan ve uzun menzilli toplarla donanmış Portekiz donanması ile giriştiği savaşta Seydi Ali Reis komutasındaki donanmamız denizin dibini boylamış, Seydi Ali reis 15 yıl sonra ancak ülkeye dönebilmiştir.Bu bozgunla denizlerde sıfırı tüketmemizin ardından Fransızlara verilen ilk kapütilasyonlara, 1579 yılında İngiltere de dahil edilecektir.1588'de İspanyol Armadasını Manş denizinde yapılan "Battle Of Graveliness-Gravelines Savaşı" sonrasında dünya denizlerine hakim olan İngiltere elinde Osmanlı İmparatorluğu bir oyuncak haline gelecektir.
Yavuz Sultan Selim zamanında devletin yüzünü Avrupa fetihlerinden çevirip doğuya yöneltmesinin ardında,1492 Amerika'nın keşfini takip eden yıllarda dünya denizlerini ele geçiren,İspanyol,Hollanda,Portekiz ve İngiliz donanmalarının Asya ülkelerini ele geçirmeleri ve arkadan dolanıp iki puan alan güreşçi gibi Osmanlıyı arkadan kuşatmalarıydı.
Bunu bile bu güne kadar hiç bir tarihçi yazmaya ya cesaret edememiş ya da "milliyetçi duyguları korumak için yazmamıştır."(!) Ama,bu durum tuhaf bir tarih anlayışı ortaya çıkarmıştır.
O da "hep zafer kazanan (!) Osmanlı" tarihi okuyup,bu günkü sömürge halimizi açıklayamayan, halkı uyutan,salaklaştıran bir eğitim ve aptalca bir "Osmanlı Bağlılığı" yaratmıştır.Yurt dışına çıkınca gerçek tarihini öğrenen insanlarımız bu yüzden,kolayca verilen narkozları kabul etmiş, ülkesine küsmüş,resmen yabancı ülkelerin ajanları haline gelmiştir.

Bunun tek nedeni,mağlubiyetini saklayan,köle aristokratların,hakimiyetlerini sürdürmek, Türk Milletini köleleştirmek için başından beri Hıristyan dünyası ile yaptıkları sinsi işbirliklerinin üstünü örtmekten başka bir şey değildi.


Fransızların Mısır’ı İşgalleri ve İngilizlerin Kurtarması,Fransa’nın Çöküşü;
1799’da Fransız ordularının “uzun menzilli modern topları” sayesinde işgal ettiği Mısır’ı,İngiltere, Fransız toplarından daha uzun menzile sahip topları sayesinde 21 Mart 1801’de İngiliz Amiral Sir Ralph Abercrombie,Fransız Generali Menou komutasındaki Fransız donanmasını gecenin 03.30'unda yaptığı ani bir baskınla İskenderiye limanının sularına gömmüş,Osmanlı Ordusuna verdiği uzun menzilli toplar sayesinde de Fransız ordusunun kara savaşları ile Mısır ve Osmanlı topraklarından çıkarılmasını sağlamış,Mısır’ı da Osmanlıya,geri hediye etmişti.Tabi bir çok imtiyazı da alarak.
Bu olaydan sonra Mısır bir daha asla “Tam Osmanlı toprağı” olmayacaktı ve Napolyon Bonapart’ın da Fransa’ya deniz yoluyla kaçışı ile sonuçlanan bu savaş ile milliyetçi Fransız Devrim ordusunun da sonununun başlangıcı anlamına geliyordu.Çünkü,bu olaydan 13 yıl sonra olacak olan   1815 Waterloo Savaşı Napolyon’un devrimci,milliyetçi ordusunun sonu olacaktı.
ABD’nin Küresel Güç Olarak Çıkışı ve Almanya’nın Kuruluşu;

1815 Waterloo savaşının ardından toplanan 1815 Viyana Konferansı ile,İngiltere ABD’nin bağımsızlığını tanır ve Prusya da Almanya adı ile dünya siyaset tiyatrosunun sahnesinde yerini alır.Napolyon talntik adalarına sürgüne gönderilir ve siyanürle zehirlenerek öldürülür.İngiltere tartışmasız tek küresel güç olur.
İngiltere,ABD’nin İngiliz Küresel Hakimiyetine Müdahalesi ile Çıkan I.Dünya Savaşına Girmemizi İstemez Ama,ABD destekli Almanlar Bizi İkna Eder;
Yani,İngiltere,Osmanlı’nın I.Dünya Savaşına,Avrupa’nın idaresini Almanya’ya vermeyi vât eden Amerikan şirketleri destekli Almanya yanında girmemesi için 1876’da alacaklarına karşılık tek taraflı işgal ettiği Kıbrıs’ı geri vermekle beraber borçlarını da silmeyi teklif etmesine rağmen maceracı “İttihat ve Terakki Partisi”,Alman tezgahına kanmış ve devletin sonunu getirmişti.
Almanya “Akıllanmayan İktidar Delisi”;
Almanya,Amerika’nın “Avrupa’yı Almanya’ya verme” yalanına inanarak bir de 1939 Hitler Sivil darbesi ile II.Dünya Savaşını başlatacak ve Amerika’nın bir daha ihanetine uğradıktan sonra,”mal gibi kullanıldığını anladığında;
“Amerika Avrupa’yı kendisi yönetmek,dünyaya hakim olmak isteyen SAHTE LİBERAL’dir (özgürlükçü)” diyecektir.

Almanların Hırsları Sayesinde ABD İngiliz Hakimiyetine Ortak Oluyor;
Ama Almanya’nın İ.S.950’den 18.yy sonlarına kadar süren Kutsal Roma-Germen İmparatorluğuna hükmetmesine dayanarak inandığı bu yalan yüzünden,önce,I dünya savaşını ABD müdahalesi sayesinde kaybetmesi ile İngiltere’nin küresel hakimiyetine “ortak” olan ABD,gene aynı ABD’nin savaşın sonunda yapacağı müdahale sonucu, II.Dünya Savaşından Almanların “sıfır çekerek” yerle bir edilmeleri sayesinde ABD yer kürenin tek hakimi olacaktır.Bu da zekaları ile ünlü,”geç uyanmış” Almanların,aynı çukura iki kez düşerek yaptıkları salaklıkları sayesinde gerçekleşecektir.

ABD-İngiliz Şeytanlıklarına Avrupa’nın ve Diğer Devletlerin Kapılma Nedenleri;
Alman ve İtalyan Faşizminin perde arkası hikayelerinin aslı budur.Bu iki ülkenin “büyük hayalli, küçük beyinli,iktidar hırsı ile gözeri körelmiş,beyinleri durmuş,sömürgeci,o güne kadar devlet idaresi görmemiş,demokrat,sivillerden oluşan geç uyanmış” önderlerinin acemi siyasetleri sayesinde Avrupa devletleri İngiliz-Amerikan idaresine girmek zorunda kalmışlardır.
Bizde İttihat ve Terakki,Rusya’da Komünist partiler de bu kapsam dahilindedir.
Sadece ABD-İngiliz imparatorluğuna hizmet etmiş olduklarını anladıktan sonra öldükleri inancında bile değilim.
Bu salaklıkları sonucu sadece iki savaşta “80.000.000” seksen milyon masum insan ölecektir.Rusya Çarlığı,Avusturya ve Macaristan İmparatorlukları,Büyük Alman İmparatorluğu,Fransız imparatorluğu tarihten silineceklerdir.
Bu salaklıkların tek nedeni de 19.yüzyıl’ın vahşi emperyalizminin sonucu olarak Avrupa devletlerinin “Vatikan-Prusya-Almanya” emirleri ile tek merkezden ortaklaşa yaptıkları yer kürnin işgali için verdikleri savaşlara,paylaşımın tatminsizliğinden kaynaklanan aralarındaki savaşlar sonucu,Napolyon Bonapartlı Fransa’nın bütün Avrupa’yı dümdüz etmesinin ardından,İngiltere’nin Fransa’yı silmesi, demokratik devlet için çıkarılan halk ayaklanmalarının da getirdiği yıkımlar sonucu,devlet idaresinde hiç tecrübesi olmayan sivillerin söz sahibi olmalarına ek olarak,çok değerli asker ve sivillerin de bu savaşlarda harcanmasının yarattığı kültürel boşluk da çok önemli yer tutmaktadır.
“Alalım düşmandan eski yerleri” diye askeri marşlar yazan sadece bizler değiliz.
Yani,savaşlar ve ihtilaller sonucu gerçekleşen rejim değişiklikleri ile dünün kölesi bu günün asilzadesi olmuş,devletin başına geçmiştir.Bu da Avrupa ve bizde de devletlerin salaklaşmasını sağlamıştır,tek salaklar bizde değildir diyerek kaldığımız yere dönelim.

Aynı Şartlar Cumhuriyet Döneminde de Vardır;

Adnan Menderes.Amerikan tezgahını uyandı ve öldürüldü.
Salaklar her yerdedir ve bizde de, Atatürk gibi bir dehayı ABD-AB kumandalı Alman-İtalyan paraları ile gerçekleştirilen süikastler,ilaçlamalar,yabancı doktor dümenleri ile devreden çıkarmaya aracılık etmiş (şahsi kanatim), hayatında ordu yönetmediği için II.Dünya Savaşı korkusu ile,henüz Almanların Polonya’yı işgalinden üç ay onsekiz gün önce,Türkiye’yi İngiliz Mandalığına yamamış, ABD-İngiliz desteği ile diktatör olmuş,Ermeni Türk Başbuğ’u (!) ,masabaşı generali İsmet İnönü kumandalı, “Fırsatlar ülkesi Küçük Amerika” ve “her köye bir milyoner “ sloganı ile 14 Mayıs 1950 seçimleri sonrası işe başlayan sivil Celal BAYAR-Adnan Menderes ‘in Demokrat Partisinin,NATO, Marşal yardımı ve Truman Doktrinleri uğruna girdikleri macera,1958’lere gelindiğinde “106” ton altın ile devir alınan T.C.hazinesi “6” tona,2.5TL olan Türk Lirası da 9.75 TL’ye fırlar.Adnan Menderes’in yaptığı tek olumlu hareket ise,Türk parası üzerindeki ve bütün devlet dairelerindeki İsmet paşa resimlerini ve heykellerini kaldırtarak yerine Atatürk’ün resimlerini koydurması ve en ücra köylere kadar ulaşan tamamı “toprak düzlemekten ibaret” olan karayollarıdır.
Batıya yaklaşımın adeta devletin başının,eli ve kollarının batı tarafından tutulup,devletin resmen Ruslara dövdürülmekten öte gitmediğini gören Menderes “Taç giyen baş akıllanır” misali Amerika’nın İtalya ve komşularına “3 milyar Dolar” yardım ettiğine bakarak sadece “375 milyon” dolar borç isteğine “hayır “ cevabı alınca “Rusya ile ilişki” kararı verir ve randevu ayarlatır.
Türkiye’de “sol” u temsil eden ama aslında tam bir “İngiliz-Amerikan bağlısı” olan İsmet paşa, Menderes’in bu hareketinin batıyı aşırı kızdıracağından korkarak,ordu içinde yapılandırdığı devşirmeleri ve “işi aymayan saf Atatürkçü,milliyetçi ve solcu” askerlerin de desteğini alarak 27 Mayıs 1960 askeri ihtilalini patlatır.
Sonuç,1945’de “dörtlü takrir” ile meşhur,Kürtlerin yaşadıkları feodaliteye de devam edilmesinde baş rolü olanların “üçü” idam,Celal BAYAR’a ise ebediyen siyaset yasağı gelir. Kürtlerin halen bir toprak reformu isteklisi oldukları da söylenemez.Halen feoadaliteye sonuna kadar da bağlıdırlar.

II.Dünya Savaşı sonrası dünyayı paylaşan Truman,Churchill ve Stalin.
Kürt İşgali ve Son Kürt İsyanına Geçiş Süreci;
Demokrat Parti döneminde devlet idaresine sokulan işbirlikçi Kürt Feodalleri (Ağalar,şeyhler,Şıhler, Pirler) 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra kurulan İsmet İnönü ve Adalet Partisi ve diğer sağ-sol siyasi oluşumlar içinde ABD-AB desteği ile örgütlenirler,Türk yurdu askerlik kanunu ve Devlet Memurlarının Görev Bölgelerini düzenleyen kanunlarla işgal ettirilir,Almanya’ya işçi gönderme adı altında Kürt ve köktendinci,ayrılıkçı isyancıların olduğu bölgelerden insanlar Avrupa ülkelerine gönderilir.
İçeride devlet dairelerine doldurularak,dışarıda sömürgeci güçlerce eğitilip semirtilen Kürtler bu sayede ülkedeki sağ-sol siyasi yapılanmaları,devlet memuriyet ve kurumlarında hakimiyetlerini ilan ederler.
Devlet kurum ve kuruluşları,basın,yayın,kültür,sanat,eğitim,hukuk ve her alanda devleti işgal ederler.
Devlet içinde Türk bırakılmaz.
1970′li yıllar aynı zamanda Kürt yapılanmaları için de bir toparlanma zemini hazırlamış ve DDKO (Doğu Devrimci Kültür Ocakları) gibi oluşumlar yerini yavaş yavaş silahlı, irili ufaklı Kürt örgütlerine bırakmıştı.
Bu sırada henüz netleşmemiş olan Sol-Kürt bilinci çeşitli alanlarda arayışlara sebep olmuş ve bazı Kürt örgütleri arasında da ciddi çatışmalara yol açmıştı.
1970′lerin başında önce DDKO, ardından Türk solundan bazı örgütlerde faaliyetlerde bulunan Abdullah Öcalan (4 Nisan 1949-Urfa ), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde devam ettiği öğrenimi sırasında etrafına topladığı öğrencilerle yeni bir sol grup oluşturmaya başlar.
1977 Ocağında Ankara,Dikmen Tuzluçayır toplantılarında alınan kararlar gereğince,devşirme Ermeni olan "sözde solcu" *Abdullah Öcalan’ın liderliğinde oluşturulan bu “Faşist Kürt Hareketi” sırasında alınan kararlar gereğince doğu Anadolu’ya dağılmaları ve halk arasında propaganda yapmaları ile sonuçlanır.
Babası Elazığ bölgesi MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı” sorumlusu olan Dersimli yani Tunceli’li Kesire Yıldırım ile “devrim nikahı” (Faşist Devrim) yaparak evlenmesi de bu döneme rastlar.

Amerikan'ın yaptırdığı darbeler ile halkımız askeri
kışlalara bile sığmadılar,sokaklarda perişan edildiler.
1960'dan 1980e kadar gençlik kuşağımızı helak ettiler.
Devletin 20 yılda yetiştirdiği idealist gençliği çöpe gitti.
Bir ranzayı sıra ile dört bazen sekiz kişi kullanmak zorunda kaldı.
Gece-gündüz demeden evler basıldı,kitapçıdan
aldıkları kitaplar yüzünden gençler hapsedildiler.
Bu korku ile ben askeri hapishanedeyken ,okur-yazar olmayan
babam "bunlardan da ceza alırım korkusu ile" iki binden
fazla kitabımı evin bahçesindeki ekmek fırınında
akşam karanlığından sabaha kadar bir haftada
yakmayı bitirebildiğini anlatmıştı.Oysa ben onları inşaat
ameleliğinden,bahçe işçiliğine kazandığım yevmiyelerle
almıştım.Zavallı kitaplarım.
12.Eylül 1980 darbesinden bir görüntü.
27 Kasım 1978′de Apocular olarak bilinen öğrenci grubu, Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fîs köyünde yaptığı bir toplantı ile Partîya Karkerên Kurdistan (PKK - Kürdistan İşçi Partisi) adlı devrimci sol Kürt partisini kurdu ve genel sekreterliğine Abdullah Öcalan’ı seçti.
PKK’nın kuruluş amacı, örgütün manifestosu olan KÜRDİSTAN DEVRİMİNİN YOLU isimli broşür, parti programı ve PKK kuruluş bildirgesinde BAĞIMSIZ BİRLEŞİK KÜRDİSTAN’IN KURULMASI; Stratejisi ise, UZUN SURELİ HALK SAVAŞI olarak açıklanmıştır.
Halk savaşı stratejisinin temel örgütlenmelerinin parti-cephe-ordu olduğu, temel faaliyet biçiminin de, gerilla savaşı olduğu belirtilmiştir.
MİT gibi devletin temeli sayılan bir kurumda bölge sorumlusu olan bir yüksek rütbeli devlet memurunun kızıyla Apo’nun evlendirilmesi,onun aynı zamanda “devlet korumasına” alınması anlamına da gelmekteydi.
Bu çalışmalar,27 Kasım 1978’e gelindiğinde,kendilerini “Dersim Kürt’ü” sayan Kahramanmaraş’ ın, Afşin,Elbistan,Pazarcık civarlarında yaşayan Kürtleri harekete geçirecek ve 105 kişinin ölümü ile sonuçlanan meşhur “Maraş Olaylarını” yaratarak boşa gitmemiş olacaktı.
ZORLA KÜRTLER TAHRİK EDİLEREK ÖRGÜTE SEMPATİZAN YARATILIYOR
12 Eylül 1980 ABD Emri Askeri Darbesi ;

27 Mayıs 1905 Rus-Japon Tsuşima Savaşı
ABD’nin istediği 370 Milyon ABD Doları krediyi vermemesi üzerine SSCB’ye yönelen 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinin,Rus Çarlığının çöküşü sayılan 27 Mayıs 1905 Tsuşima Savaşı yenilgisinin 55.yıl dönümüne denk gelmesi,ve özellikle bu tarihin seçilmesi bu darbenin SSCB’ye karşı yapıldığına işaret etmektedir.Yani 27 Mayıs darbesi SSCB'ye ve Sol'a karşı yapılmış bir Amerikan darbesidir.
1958’lerde SSCB’nin elinde nükleer silahlar olduğunu ilan etmesinin ardından NATO’nun, olası bir SSCB saldırısında bütün NATO kuvvetlerinin topyekün birlikte saldırısı kavramına dayalı SSCB’ye karşı “topyekün savunma kavramından” vazgeçerek “esnek savunma kavramını” benimsemesi yani diğer adıyla “Esnek Mukabele Stratejisi” adıyla yeni bir savunma kavramı oluşturmasından sağır İsmet paşa’nın ancak 1970’lerde haberdar olması sonucu Abdi İpekçi’ye ABD üslerinin durumlarını araştıran bir belgesel yaptırması ve bunu Milliyet Gazetesinde yayınlatması,Polonya’nın işgaline NATO’nun sessiz kalmasını,ABD’li yetkililerin “Endişe etmeyiniz” mesajlarına “-Ya Polonya” diye cevap vererek endişelerini dile getiren İsmet paşa,geçmişte çok kazık attığı SSCB’’den haklı olarak korkuya kapılmıştır.
Çünkü bu savunma kavramı,olası bir SSCB saldırısı karşısında,bölgesel savunma anlamına geliyordu.Bu da Türkiye'nin NATO'daki öneminin azaldığına ve herhangi bir saldırıda yalnız kalabileceği veya yeterince desteklenmeyeceği anlamına geliyordu.
Bu da büyük bir tehlike demekti ve bunca yıldır yapılan fedakarlıkların güme gittiğine işaret ediyordu.
Bu korku İsmet paşayı da solcu haline getirmiştir.
80 yaşını geçmiş,iktidar hırslarını dindirmiş,ölmeden önce kendi hırsları yerine “devletinin bekası endişesine” yönelmiş bir İsmet İnönü ABD’yi endişelendirmiştir.
İşte bu endişenin sonucu,sivil bir operasyonla İsmet paşa CHP’den uzaklaştırılır,yerini Bülent ECEVİT’e devreder,kısa süre içinde ölümünden önce kendi eliyle oluşturduğu “ABD Cuntasının" 12 Mart 1971 darbesine de tanık olur.
12 Eylül İşkence Tezgahları
Bunun ardından ülke bir “ateş yumağına” döner,insanlar evlerinde,sokaklarda,işlerinde emniyet içinde değillerdir,her gün onlarca insanın tuhaf,faili belli-belirsiz cinayetlere kurban gittiği,hem Bülent ECEVİT’in hem de Süleyman Demirel’in SSCB arayışlarına düşmeleri,”50 Sent bile vermeyiz” lafları ile kredi musluklarının kapatıldığı bir Türkiye’nin ardından,12.Eylül 1209-1229 arasında Avrupa’da Katolik ve Ortodoks olmayan Albigenlere karşı yürütülen 20 yıllık Haçlı Seferi tarihine denk gelen bir günde,12 Eylül 1980'de ABD’nin “Bizim çocukları başardı” dedikleri son bir ABD emri ile gerçekleşen cunta iktidara el koyar.
Aziz Nesin’lerin,Çetin Altanların,Uğur Mumcuların,  Süleyman Demirel,Alpaslan Türkeş,Necmetin Erbakan ve nice hükümet ve meclis üyelerinin,yazar,çizer,aydın,maydın kimsenin göremediği “12 Eylül 1980” cuntasının kararlaştırıldığını kayınpederi,Dersimli dönme Ermeni ve “MİT” in üst yetkilisi olan, Dersim kökenli dönme Ermeni Abdullah ÖCALAN üstün sezgileriyle “ (!) birden keşfediyor ve ihtilalden “4 ay” önce Mayıs 1980’de Suriye’ye kayıyordu.
Sonra 1979 yılına gelindiğinde Ocak ayında Mardin-Kızıltepe ilçesinin Tilermen köyünde PKK Bülteni, Mayıs ayında ise Antep’te çıkarılmaya başlanan Serkvebûn (Bağımsızlık) adlı yayınlar ile örgüt zihniyetini yayacak olan dergiye de kavuşacaktı.
06 Ağustos 1980 tarihli Hürriyet Gazetesinin manşetten yayınladığı Londra kaynaklı bir haberde;(Gazeteyi tıkla büyüsün)
Türkiye’den intikam alacaklarını ve kendilerine ait toprakları yeniden ele geçireceklerini ileri sürerek Türk diplomatlarını öldüren bazı Ermeni çeteleri Türkiye’de etkinliği az olan Kürt örgütleri ile eylem birliğine giriyor.
Ermeni Gizli Ordusu” isimli tedhiş örgütüyle “Kürt İşçi Partisi (PKK)” isimli etkinliği az bir örgütün eylem birliğine girmeleri ve ortak bildiri yayınlamaları bunun ilk örneği oldu” deniyordu.
Adı geçen Kürt İşçi partisinin lideri de elbette Urfa’lı ,ama aslen Dersim’li dönme bir Ermeni olan sözde Kürt milliyetçisi Abdullah Öcalan’dı.
Bu "Ermeni Gizli Ordusu" örgütü bu kadar "hanzo" mu ki,Türk devletinin istihbarat teşkilatının göbeğinde yetişmiş,onun koruması ile yücelmiş bir adamı içine alır da eylem birliği kararı alır.
Bu sadece şu demektir.Türk devletinin içinde "bizim çocuklar" vardır,bu da onların yani bu gizli ordunun Türkiye Devleti içindeki yapılanmasının bir çocuğudur, sakıncalı değildir.(!)
1979 İran'da Şah Rıza'nın heykelinin Humeynicilerce devrilmesi.
Bu arada da 1979’da iran’da şah sürgüne gönderilir ve ABD-AB yanlısı,İngiliz ajanı Humeyni,sürgünde bulunduğu Türkiye-Bursa'daki ikametinden alınarak Fransa’ya götürülür,devlet adabı muaşereti öğretilir ve halk Şaha karşı kışkırtılır.
Gizli bir NATO operasyonu ile Şah’ın generalleri bir baskınla makamlarında delik deşik edilir ve hazır devrimin üstüne Humeyni bir kahraman edası ile oturtulur.Şah Mısır’a sürgüne gönderilir.
Daha öncesinden,Irak’ta ABD-CIA tarafından Mısır El Ezher üniversitesinden silah tehdidi ile diploma almış Saddam Hüseyin’e sol bir darbe yaptırılır ve Irak’ın başındadır.
12.Eylül 1980 darbesi ile SSCB’nin Türkiye umutları da karartılınca SSCB,Yalta paylaşım anlaşmasına uyulmadığı,ABD-AB’nin küresel işgale başladığı gerkeçesi ile Afganistan’ı işgal eder.

2003'de Saddam Hüseyin'in heykeli devrilir.
Çözebildiğim kadarı ile,olası bir SSCB saldırısına karşın Türk ordusunu “gerilla taktiğinde savaş düzenine “ alıştırmak bahanesi ile PKK’nın kuruluşuna ikna edilir.Bu konu 1986’lı yıllarda TRT2’de yapılan açık oturumlarda,İhsan Doğramacı,İhsan Aldıkaçtı,Toktamış Ateş gibi stratejist hocalar tarafından geç saatlerde açık oturum programlarında tartışılmıştı.Yanlış hatırlamıyorsam programı da Rahmi Yılmaz adlı bir spiker sunuyordu.
”Milliyetçi Kürt solu” ilkelerine göre kurulan PKK,sözde bir Kürtçülük mücadelesi verecektir.
Bölgeden uyuşturucu,silah,insan kaçakçılığını yönlendirecek para da Türkiye’de değerlendirileceği için Türkiye ekonomik rahatlama sağlayacak,bu bahane ile,Kıbrıs ambargosu ile gelen Türkiye-Yunanistan ile 7/10 silahlanma oranı ortadan kalkacak Türkiye ordusu modernize edilecekti.
Bu şartların oluşturulması için de devlet hemen hazırlıklara başlamıştı.
Önce Kürtçe konuşmak yasaklanıyor;
Ceza evlerinde tutuklu bulunan solcu Kürtler ve Türkler ağır işkencelerle eziliyor,devlete karşı kinlenmeleri sağlanıyordu.Diğer yandaş Kürtler aşağılanıyor ve dilleri de yasaklanıyordu.
Kürtçe’yi yasaklamasının 'hata olduğunu' itiraf eden 12 Eylül askerî darbesinin mimarı 7. Cumhurbaşkanı emekli Orgeneral Kenan Evren'in, yasağın gerekçesi olarak anlattığı olay ise hayli ilginç: "Konuşmalarda, mitinglerde, şurada-burada Kürtçe konuşulmayacak. Okulda Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Neden dedik?
Şimdi sıra Atatürk'te.
Ben devlet başkanıyken, bir köyde ilkokula gittim. Açtım kitabı, 'oku şunu' dedim çocuğa.
Kem küm, çocuk okuyamıyor.
Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçe’yi okuyamıyor.
Kızdım. Öğretmene döndüm, 'Bu nasıl iş?' dedim.
Sonradan anlaşıldı ki, öğretmen de Kürt. Kürtçe yapıyor tedrisatı.
Döndüm ve Kürtçe yasağını koyduk. 'Kürtçe tedrisat yapılamaz' dedik. Ama, biraz ağır yasak koyduk. Sonra bu yasak kaldırıldı. Hata olduğunu sonradan anladım."Diyordu.

Evren 12 Eylül askeri darbesinden sonra "Devlet Başkanı" olduğu dönemde şu görüşleri savunmuştu: "Kürt diye bir şey yoktur. Onlar dağ Türküdür. Bu, Güneydoğu'daki insanlarımızın, dağlarda karda yürürken ayaklarından çıkan kart kurt diye seslerden oluşmuş bir kavramdır. Onun için bu isimle anılmışlardır."
Bütün bu sinsiliklerden amaç savaşa eğitimli bir Türk ordusu, ve bölge halkı ile olası bir Rus saldırısının caydırılmasının yanında ülkemizin ekonomik olarak rahatlaması da sağlanmış olacaktı.
Ama,sonradan bunun “II.İsrail Projesi” adlı bir yıkım projesinin başlangıcı olduğu anlaşıldığında yapacak bir şey kalmıyordu.
SSCB’nin bölgeye bir saldırısı yokken ABD,Irak’ta iç isyanlar çıkartıyor,Kürtleri hükümete karşı kışkırtıyordu.Irak devlet başkanı diktatör Saddam Hüseyin,10 yıl kadar süren İran-Irak savaşından “sıfır-sıfır” berabere çıkıyor ve isyancı,ABD işbirlikçisi Kürtleri birazcık gazlıyordu.
SSCB ve Almanya’dan nükleer silah aldığı dedikoduları üzerinde 1990’da Irak’a Kuveyt’in işgal ettirilmesinin ardından I.Körfez Harekatı başlatılıyordu.

T.Özal'ın eşi Hasbahçeli Semra hanım,2009 Nisanında Mesut
Barzani'den bu görüşme ile yol inşaatı ihalesi aldı ve oğlu
"dikili ağacı olmayan,anayasayı delerek Star Televizyonunu
1991'de kuran Ahmet ÖZAL Cindoruk'un DP'sine başkan yardımcısı oldu.
İşbirlikçi,Tunceli Çemişkezek’li dönme Ermeni Turgut ÖZAL hükümeti işte başı çekiyordu.Bir yandan Irak pışpışlanırken diğer yandan”Bunları içeri almayıniyarın size de sorun olacaklar” diyen Saddamın gazlarından kaçan Kürtler,içeri alınıyor sonra da beslenip,silahlamdırılıp, palazlandırılarak geri gönderiliyorlardı.
Saddam’ın en önemli hatası Türkiye’nin “Türkler tarafından yönetildiğini ve Türk halkının devlet içinde etkin olduğunu sanması gafletiydi.”
I.Körfez Harekatının ardında Kuzey Irak’ta oluşturulan “Çekiç Güç Bölgesinde” terör örgütü ABD-AB kumandasına geçiyordu.
Özal,uçakla ABD'ye tedavi için giderken yolda, "damarlarımda Kürt kanı dolaşıyor olabilir", bir başka konuşmasında, " federasyon dâhil her şeyi tartışabiliriz" demişti.
Dikili Ağacı Olmayan Ahmet ÖZAL
Anti Terör Timleri Oluşturuluyor
Aynı dönemde de Asker-Polis'lerden oluşan bir idare heyeti de ABD'ye giderek "Anti Terör" eğitimi aldılar. Bu sayede Türk Güvenlik Güçleri prestij sağlayacaktı ki "Höt" dediği zaman dinlenilsin,korku uyandırsın.Özel Harekat Polis ve Jandarma Birlikleri kuruldu.Başlangıçta Türk Güvenlik Güçleri olayı vardı.
Jandarma-Polis.

Terörle Mücadele Başlıyor
Asker,doğu hizmeti planlamasının yarattığı tedirginlik nedeniyle çekimser kalmış,aynı zamanda da planın iyi uygulanması için terörün üstüne gitmekte kararlılık gösterememiştir.Örgütün daha da güçlenmesi gerekiyordu.Ancak siyasi iktidar halkın sesini dinliyor ve bir an önce terörü bitirmek istiyordu.Ama ordudan en ufak destek alamadığı gibi istihbarat da hiç bir şey yapmamış veya yapamamıştır.Çünkü o dönemde bir çok istihbarat görevlisinin terör örgütü tarafından imhası başarıyla yapılmış,devlet bir tek memur bile sokamamıştır.Tunceli'de gençler "sizin istahbaratınıza ne oldu " diye bizle dalga geçiyorlardı.
1991 I.Körfez harekatının ardından Kuzey Irak’a “Çekiç Güç” adlı NATO yapılanmasının yerleştirilmesi sonrası hızla büyüyen ayrılıkçı terör,1996’ya kadar Polis Özel Harekat timlerinin başarıları ile durdurulmuşsa da,ordunun bir çok baskında terör örgütü militanlarına müdahale etmemesi,Özel Harekat Polislerine de helikopter ve zırhlı araç temininde tembellik göstermesi sayesinde artmıştır.
28 Şubat Dümeni ve AKP’nin Oluşumunun Sağlanması;
Osman Pamukoğlu paşa,geçen hafta böyle dedi (Basından);
Hatta,Çevik Bir ve bazı generallerin çok etkin olarak rol aldığı,günümüzün AKP yanlısı o zamanın “cunta yanlısı” basınının da çabaları ile düzmece bir “irtica tehdidi” ortamı yartılmıştı.28 Şubat 1997 muhtırası sonrasında tasfiye edilen REFAH-YOL hükümeti ile birlikte,Polis anti terör yapılanması da “sivil ordu kuruluyor” bahanesi ile kaldırılınca terör ivme kazanmıştır.
Halk,orduya karşı “din düşmanı” diye tepki gösterir hale getirilmiş ve devlet içinde,11.Kasım 1939 darbesinden bu yana mevcut olan bir “dönme Ermeni,Sabetayist,Yahudi subaylar cuntasından” bahsedilmeye başlanılmıştır.
Bu konu aslında yeni değildi ve Atatürk rejimi karşıtları olan Sünni Müslüman takiyyesi yapan dönme Sufiler,Ermeni, Rumlar ve Nurcular ve saltanat yanlıları mandacılar tarafından sürekli yazılıp çizilmekteydi.
1973-1976 arasında Nur toplantılarında bu konulardan bahsedildiğine şahit olduğum gibi,ayrıca verilen Said-i Kürdi Risaleleri (broşür) ve yandaşlarınca yazılan tarih kitaplarında da yazılıyordu.
Hatta Atatürk'ün çerçeveli resimleri ayinlere katılanlarca kırılıyor,parçalanıyor,çiğneniyor ve "Taşkafa Kemal,veledi zina (zina çocuğu)" diye hakaretlerle alay ediliyor,makaraya alınıyordu. Resimler parçalandıktan sonra da gülüyorlardı.Bu ayinlere katılanlar içinde,yerel ve kamu yönetiminde görevli mülki amirler,belediye başkanları esnaf,sivil memurlar, askerler gibi her meslek grubundan insanı bulmak mümkündü.Bu olaylar bizim gibi ortaokul-ilk okul çocuklarının gözleri önünde yapılırdı.
Atatürk sevgisi okulda bana iyi öğretilmişti,evde de Atatürk aleyhine bir tek söz duymuş değildim, ailece onu sever sayardık ama buna rağmen bir şey diyebilmem mümkün değildi,içimden çok kızıyordum sonunda 1976'da gündelikli işlere gidebilecek kadar serpilince bunlardan ayrıldım.
Ama 12 Eylül cuntacılar solcuları cezalandırınca,ülkücü bir başçavuşça üzerime atılan bir kaç bombalama iftirasını,o saatlerde çalıştığım i yerindeki sahitlerle ispatlayınca ben kısa sürede serbest kalmıştım.
Dışarı çıkınca herkes "Her şeyi çok iyi biliyordun seni neden içeri aldılar,gördünmü yanlış yoldaymışsın bir de bizi kandırıyordun" diye sataşmalara maruz kaldım.
Yazılarımda bazı alıntılar yaptığım "Tam İlmihal Saadet-i Ebediyye " adlı 01 Şubat 1980 Fatih-Işık Kitabevi yayını,kitabın yazarı "Said efendi oğlu Kimya Yüksek Mühendisi ve Eczacı Emekli Öğretmen Albay Hüseyin Hilmi Işık (kendisini böyle tanıtmış)" denen adam bu kitabının "Bektaşilik" bölümünde,451.sayfasında,Selanik'te Gülbaba denilen yerde adı "Ali Rıza" olan bir telgraf memurunun karısını kaleye getirerek toplu cinsel alemler yaptığını yazmaktadır. Atatürk'ün anne ve babasını kast etmektedir.Bu da doğrudan Atatürk'e hakaret demektir.
Bu kitap dikkat edilirse darbeden yedi ay önce basılmıştır.Darbe öncesinde de her yerde özellikle kitabın basıldığı İstanbul'da sıkıyönetim olduğunu hatırlatırım.Nurcuların baş kitabıdır.İlk basımı da 07.Temmuz 1967'dir.
Bu kitap,ben darbeden kısa bir süre sonra serbest kaldıktan sonra bu Nurcular tarafından kahvehanelerde dolaşılarak satılmaktaydı ve ibreti alem için bu günlerde bu pis işlerin içinde ordu içindeki yapılanmaya örnek olsun diye almıştım.
Atatürkçü (!) ordumuzun emekli subayları onun ebeveynini pezevenk-fahişe olarak tanıtan kitaplar yazacaklar ve "Atataürkçü (!) cuntanın sıkıyönetim düzeninde serbestçe satılacak.
Atatürkçü ve tam bağımsızlıkçı gençler de idam sehpalarında ve işkence tezgahlarında can verecekler,kalanlar cezaevlerinde ömür tüketecek, her işten uzak tutulacak,benim gibi suçu olmadığından,atılan iftiralardan masumiyetini ispat ederek kurtularak hiç ceza almayanlar, askerde Çavuş Talimgâh Bölüklerinde rütbe takmalarına 15 gün kala,üç bin askerin arasından "vatan hainiymişçesine " çıkarılacak,20 tane thomson tüfekli inzabat askeri eşliğinde Er Eğitim Taburuna sürülecekler, bütün arkadaşlık ettiği merhaba dediği insanlar "başıma bir şey gelir diye korkudan" bir daha yüzüne bakmayacaklar,selamı sabahı kesecekler,ileride memur da olsalar, sicillerinde kırmızı çizgilerle işaretlenmiş "solcu,tehlikeli" yazacak,yükselmeleri önlenecekti..
Haydi buyurunuz.
Bu Nurcular cunta tarafından böyle şişirildi,her yere dolduruldu.Halk SOL'un kötü olduğuna, solculuğun "idamlar" getirdiğine inandırılıp siyasetle ilgilenmekten korkutuldu,sindirildi.
Atatürk'ü ve orduyu "dönme Ermeni,Yahudi,Kızılbaş Kürt ve yetimhanelerden toplama çocuklar" diye tanımlayan,yukarıda adını verdiğim kitaptaki gibi Atatürk'e "veledi zina,taşkafa Kemal, ebeveynini, pezevenk,fahişe ,sapık olarak tanıtan kitaplar yazan işbirlikçi cunta tarafından bu Nurcular (İlluminaticiler) baştacı edildi.
Geceleri köylüler bile köy kahvelerine toplanarak Atatürk'ün ilkeleri Kürt Jandarmalarca öğretilmeye zorlandılar,fuzuli yere dövüldüler,askere giden gençlere de aynısı yapılarak millet Atatürk'ten nefret ettirildi.
Çünkü,hiç kimse öğrenci olmadığı halde kendisine zorla bir şeyler öğretilmesinden hoşlanmazdı ve bu gerçeği bir ordunun görmemesi düşünülemez.Kasten yapmadık diyorlarsa yeryüzünün en salağı olduklarını kabul etmeleri gerekir.Çünkü böyle salaklığı kitle psikolojisi okuyanları geçin okur-yazar olmayan köylüler bile kimse yapmaz.
Halk böylece işbirlikçi,mandacı Nurculara terk edildi.

"Camiler kışlamız,minareler süngümüz" dedirtilerek askerlerce "mağdur"
edildikten on yıl sonra iktidar edilen günümüzün devlet tasfiyecisi,
halkımızın inançlarını kullanarak hükümet olmuş,içeride müslüman,
dışarıda kilise gezip papaz eli öpen,bir kez bile "Türk'üm" dememiş,
devletin bütün kurumlarını Yunan,Yahudi,Ermeni ve sömürgeci
ülkelere satmış, Yahudi-Rum melezi Tayyip boşbakan,
milletin bağrına minareden süngüsünü saplamak üzeredir.
Bu gün bile halkta ki,AKP yanlısı kime sorarsanız sorun bu tespite rastlayacaksınız.Halk bu operasyonla ordusuna karşı tepkili hale getirilmiştir.Geçen hafta Adapazarında bir esnafın bu tanımlamaları yaptığına şahit oldum.
Bu tepkiler ABD-AB kumandalı işbirlikçi basın tarafından gündemde tutularak 1998’de AKP’nin kurulması aşamına geçilmesi temin edilmiştir.
Halkın tepkisi üzerine ordu içindeki vatansever grupların çabaları ile terör tekrar kontrol altına alınmış ve AKP’ye “askeri yönden çökmüş” bir terör örgütünün ardından gelen,ekonomik krizler, yolsuzluk iddiaları içinde ama terör açısından “huzur tablolu” ama ordusuna “kırık” bir Türkiye 03 Ekim 2002 seçimlerinde teslim edilmiştir.
Mandacı,bölücü,Sevr haritası heveslisi Kürt Teali Cemiyeti üyelerinin torunlarının yoğunlukla görev aldığı ve Kürt oyları ile iktidar olan ve hatta yasaklı Recep Tayyip Erdoğan’ın bile CHP-AKP muvazası (şikesi) sonucu yapılan bir “düzmece seçimle”Siirt milletvekili olarak meclise sokulduğu, ince şikelerle bazı yasaların değiştirilmesi ile başbakan edildiği bir AKP hükümetinin yaptığı açılımlar ve işbirlikleri sayesinde örgüt,Mart 2003 Irak ve Afganistan işgalleri ile bölgeye yerleşince Kuzey Irak’ta özerk Kürdistan devleti Ahmet Barzani’nin torunu Mesud BARZANİ-Celal Talabani ikilisinin aşiretlerince kurulmuş, bu gün Türkiye,İran ve Suriye’den “resmen” toprak ister hale gelmişlerdir.
Bu yeni,özerk Kürt devletinin bekçiliğini de Kürt-dönme Rum,Ermenilerin oluşturduğu,sürekli “etnik ayrımcılık” güden AKP hükümeti yapmaktadır.
ABD sonunda “Wilson ilkelerine uygun Sevr Anlaşmasını uygulayacak,işbrlikçiliklerinin kökenleri dedelerine dayanan bir ortağı bulmayı ve ortamı kurmayı başarmıştır.
Ordu içindeki tecrübeli “Amerikan cuntacılarının” uydurma “darbe senaryoları” ile AKP hükümeti her daim “mağdur-ağlayan-nalan ” bir zavallı konumuna düşürülmekte,diğer yandan ABD-AB destekleri ile bazı eski cuntacı subayları ve AKP’ye saldırtılan bazı basın yayın ve siyasi parti yönetici ve üyelerinin de içeri tıkılmaları ile “gözüpek,yılmaz,savaşçı” sözde halka “özgürlük getiren kurtarıcı baba rolünü” başarı ile oynamaktadır.
Sömürgeci devletlerin tiyatrosu öylesine gerçek oynanmaktadır ki bütün roller yaşanarak oynanır. Ölümse ölünür,saltanatsa sefa sürülür.
Ordu ve sivil yapılanmalar içindeki destekler sayesinde halkın gözünde sekiz yıldır bu şekilde,oyları düşltükçe mağdur edilerek,ağlatılarak,ardından tam bir çelişki olan,darbeci subayların “amansız düşmanı” görüntüsü ile büyütülmeye devam edilmektedir.

SONUÇ
Bu yazıdan çıkarmamız gereken sonuç şudur.İlk Kürt isyanları da bu günkülerde sömürgeci batılı devletler ve kuzey komşumuz Rusya kaynaklıdır.Kurtuluş Savaşı sonrası Atatürk’ün demokratik rejimi kurmasını ve Misak-ı Milli sınırlarını gerçekleştirmesini engellemek amacıyla Türkiye’deki Kürt isyanlarının ardında İngiliz-Amerikan Avrupa destekli olmalarına karşın,İngiltere işgalindeki İran ve Irak’ta çıkan,Ahmet Barzani ve Simko Ağa gibi Kürt isyanları ise SSCB destekli ve sömürge karşıtı isyanlardır.
Osmanlı’nın çöküşüne ve Atatürk’ün devrimlerini engellemeye hizmet eden Kürt-Ermeni-Grek ve Rumların işbirliği ile çıkartılan iç isyanlardaki komplocu işbirlikçilik,Kıbrıs’ta sürmüş,Kıbrıs ve Yunanistan’da bu sayede yaratılan “Milliyetçi akımların” 1960’lara gelindiğinde başarıya ulaşması ile,Kıbrıs’taki taktik Ermenistan ve Gürcistan’ın da yer aldığı Kafkasya’nın NATO’ya kazandırılması siyasetlerinin temelini oluşturan “Ermeni Soykırım İddialarının “ 1964 Johnson mektubunun ardından 1968’de Ürdün’de kurdurulan ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu için Gizli Ermeni Kurtuluş Ordusu) ile sürmüş,1984 sonrası Dersim’li dönme Ermeni Abdullah ÖCALAN ile resmileştirilen PKK ‘ya da (Kürdistan İşçi Partisi) 1988 sonrası yerini terk etmiştir.

Meydanlarda "Başörtüsü açan",halkı orduya
karşı kışkırtan,Tayyip Erdoğan'ı ABD emirleri ve
dümenleri ile mağdur edip sonra iktidar eden
işbirlikçi paşa bakın ne yapıyormuş?
Başlangıçta “milliyetçi sosyalist Kürdistan” (Nasyonal Sosyalist=Faşist) kurma ilkesi ile yola çıkan PKK,1991’de SSCB’nin çökmesinin ardından Turgut ÖZAL’ın,Mesud Barzani ve Celal TALABANİ gibi Kürt aşiret reislerini ABD başkanı baba Bush’a T.C.kırmızı pasaportu vererek tanıtmasının ardından örgüt “İslamcı Kürdistancıların” yani eski Said-i Kürdi’nin “Kürt Teali Cemiyeti’nin” eline geçerek “ayrılıkçı bölücü,sömürgeci devletlerin kuklası” haline getirilmiştir.
Tunceli Çemizşkezek kökenli dönme Ermeni Turgut ÖZAL’ın ölümü ile kargaşa yaşayan PKK,03 Ekim 2002 seçimlerinin ardından Özal’ın ANAP’ının bir devamı ve daha da Amerikancı olan AKP’nin iktidara gelmesi ile tekrar Kürt Teali Cemiyeti yanlılarının idaresine geçmiş ve devleti parçalama aşamasına girmiştir.
1943 Churchill-İsmet paşa Adana- Yenice görüşmesinde Churchil’in İsmet paşaya;
Churchill-İsmet paşa Adana-Yenice'de

Mustafa da öldü,hadi şu Kürdistanı kuralım " dediğinde İsmet paşa;
-"Kürtler kurulacak bir devleti yönetecek olgunlukta değildir.
80” seksen yıl daha Türklerin arasında ehlileştirilmeleri gerekir" demesinden yola çıkarak yazıyı tekrar düşündüğümüzde Almanya’yı iki dünya savaşına sokarak Avrupa’yı ABD-İngiliz hakimiyetin e sokan sinsi oyunların yeni bir benzerinin de,başbakanın “eş başkanı olduğunu “ gururla söylediği “B.O.P projesi “ adı altında ve “ büyüyerek küçülme” kavramları ile süslenerek,soslanarak önümüze getirildiğine tanık olmaktayız.


"Milliyetçilik imparatorlukların düşmanıdır.Bunu ilk önce Sokollu Mehmet paşa,1830'larda Sabetayist Ahmet Cevdet paşa,Amerika'nın şirin telkinleri ile başlatmışlardır.Özünde "iyi niyet" olma ihtimallerine rağmen,Türklerin Milliyetçiliğe sıcak bakmaları diğer azınlıkları da kışkırtmış ve bu etki ile Osmanlı beklenenden daha kısa sürede çökmüştür."

Bu yazıyı okuyan bir Ülkücünün,"hem Said- Kürdi'ci Nurcu hem Kürdistancı-Fethullahçı bir Ülkücü nasıl olur?"  sorusunun cevabını önce kendilerine vermeleri gerekir.
Fethullah Gülen'e bağlılığından evlenmeyen ve kadrolarını Gülen yapılanmasına kaptıran bir Devlet Bahçeli,1967'de Nurcu,1991'de 3.5.milyar TL'ye Fethullahçı olan Kıbrıs'lı dönme Rum olduğu için torpille Harp Okuluna sokulan,İsmet paşanın emriyle Alman büyükelçisi Von Papenle dostluk kuran,Almanlar yenilince de gene aynı İsmet paşa tarafından tırnakları söktürülen,kurulduğu tarihten beri daima yama bir parti olan CKMP-MHP'yi,Amerikan menşeli darbelerde,kardeş kavgalarında ülkenin enerjisini boşa harcayan, 68-78 kuşaklarını biçen senaryolarda baş rol oynayan bir Alpaslan Türkeş'i de, sorgulamalıdır.


Elbette gerçekten "ülkücüyseler" bunu yapmalıdırlar.
İçimizdeki dönme-işbirlikçi yapılanmasının sinsi siyasetlerini tespit edip doğru teşhis-doğru yargı yapılamadığı sürece 12 Eylül öncesi gibi kendi kendimizi tüketmekten öte gidemeyeceğimiz, sömürgeci devletlerin dünya hakimiyeti kavgalarında sefil piyonlardan başka bir şey olamayacağımız ortadadır.

AKP genel başkanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “2011 genel seçimlerinden sonra aday olmayacağım” sözünün açılımı ise,Kıbrıs’ın teslimine,ülkenin 36 parçaya bölünmesine,her nasılsa “komşularla sıfır sorun” mantıksızlığı merkezinde uyguladığı “açılım-sıçılım” siyasetlerinin ışığında düşündüğümüzde,AKP’nin (Amerikan Koloni Partisinin) 12.Eylül 2010 anayasa oylamasından ve 22.Temmuz 2011 seçimleri ile galip çıkması halinde en geç 2015’e kadar parçalanacak olan bir Türkiye’de bir daha bir genel seçime gerek kalmayacağına işaret etmektedir.Kanaatim bu yöndedir.
Amerika’nın Koloni Partisi olarak hareket eden AKP,bu oyunların farkına varılmasını engellemek için yoğun bir sansür ve tehdit kampanyası yürütmektedir.
Meclistaki siya si partilerin bırakın sokaklarda pankart açmasını,kendi binalarına astıkları pankartları mahkeme kararı olmadan indirtmekte, aleyhine yazan internet sitelerini virüslemekte,basın yayın,üniversite, işadamları,esnafların ve diğer sivil toplum örgütlerine daha referanduma aylar varken “evet” diyeceklerine dair açık taahhütler istemekte,kararsızlığını belirten TÜSİAD gibi en seçkin iş adamları örgütüne bile “bir taraf olan ber taraf olur,yoksa işinizi görmeyiz” diye tehdit etmekte,diğer yandan da “ayırım yapmadan herkese,her şehire hizmet götürmekteyiz “ yüzsüzlüğünü yapmaktadır.

Atilla Gürdere gibi Kudüs Yahudi Ağlama Duvarında ağlayacak
kadar inançlı "Gizli Yahudi" paşalar,ordumuzun içindeki işbirlikçiliklere,
Türk ve Müslüman olmayan sinsi yapılanmalara işaret etmektedir.
NATO'nun halkımıza sürekli kan kaybettiren projeleri ile gençlerimizin
sağ-sol ,Türk-Kürt kavgalarında heba edilmesinin,AKP gibi dini istismar eden
takiyyeci dönmelerin,Atatürk' rejimini ve Türkiye Cumhuriyetini yıkmak için
isyan edenlerin iktidar edilmelerinde pay sahibi örgütlenmelerin bir açıklaması olabilir mi?

Ayrıca cumhuriyet ve dünya tarihinde tarihinde görülmemiş bir şekilde,12 Eylül cuntasının katlettiği , kendisinin ait olduğu köktendinci yapılanmaların komünist,faşist, vatan haini,din düşmanı ilan ettiği,kurşun sıktığı solcu ve ülkücülerin son mektuplarını da meclis kürsüsünden okuyarak utanmadan ağlamaktadırlar.Türk sinemasının sultanı Türkan Şoray bile filimlerinden ağlama konusunda bunlar kadar başarılı sayılmazdı inanın.(!)
Son Filistin’e yardım bahanesi ile AKP-ABD-İsrail arasında tezgahlanmış, Gazze Flotalia Gemi operasyonunda ülkeyi savaşa sokacak sinsi oyunlar ile devletin huzurunu,bekasını tehlikeye atmışlardır.Halen bu senaryo sürdürülmektedir.
Bu gün de AKP'nin yandaş medyasında generalinden astsubayına kadar bir yığın asker 24 saat AKP'yi aklayan yayınlarda yer alıyor,"vatanımı çok seviyorum" (!) diye valizler dolusu darbe senaryoları getiriyor,asılsız ihbarlar yapıyorlar,diğer yandan sözde bir kısım kötü,cuntacı asker de ceza evlerinde çile dolduruyor,terfi aylarında mahkeme kararları ile terfileri engelleniyor, mahkemelere çağrılıyorlar,bazı emekliler yolda görüldükleri yerde yakalanıp mahkemelere getiriliyor sonra birden serbest kalıyorlar.
Çıkın işin içinden çıkabilirseniz.
Ama bütün bunlara değer bir şey oluyor,bu olaylar olduğunda AKP'nin düşmüş olan oyları artıyor ve iktidarda kalıyor,"Özgürlük getiren Amerikanın Koloni Partisini" çok iyi oynuyorlar,millet de yiyiyor bunu azizim.
Adalet ve Kalkınma Partisi ile ülkemizde ve bölgemizde
Adalet öldürülmüştür.Afganistan-Irak'tan terör şehitlerimize
kadar akan kan ve sinsi pazarlıklar durmamaktadır.
Atatürk’ü yiyen bu işbirlikçiler,onun güç bela kurtardığı “ Türkiye Cumhuriyetini”,önce pazarlamışlar, devlet kurumlarını çökertmişler, halkı bölmüşler ve tasfiye aşamasına geçmişlerdir.
Bu tasfiye uğraşında emeği geçen,asker ve sivillere emperyalizm elbette ödüllerini vermiş,vermekte ve verecektir ama,başta Anadolu ve Ortadoğu ve hatta bütün ezilen dünya halkları da bunların ve soylarını sonsuza dek lanetleyeceklerdir.

Şunu iyi bilmemiz gerekir,büyük devletler,sömürgelerinde kendi adamlarını kimlerden seçtiklerini iyi bilirler,iyice denedikten sonra seçerler ve onların iktidarlarını yıkacakları zamanda nasıl yıkacaklarını bildikleri için tasfiyelerinde sorun yaratmaları engellenmiş olur.
AKP'nin sarıldığı Ermeni dönmesi Ordu kavramı halkta yandaş bulmasında etkili olmuştur.Oysa kendileri daha has,sadık işbirlikçileridir onların.Çünkü iktidara artık onlar seçilmişlerdir.
Aslında gerçek yüzleri budur.

Bu yüzden Türk milletine gene "ehveni şer" deyip gene askeri ve yandaşları CHP vb'yi desteklemek veya ;
-"Kaymağını Ermeni,Rum,Kürt yer,saltanatını bunlar sürer, bitmeyen cefalar,sinsi oyunlarda can vermek de bana düşer.Bitsin artık bu eziyet geberip gitsin bu millet" deyip AKP'ye destek verceksiniz.
"Evet" veya "Tercih" mührünü "kahve'ye" vuracaksınız. (!)
Artık,hayırınız,evetiniz,beyazınız,kahveniz size kalmıştır.

Keykubat


Ektir:Ne yazdık da gerçek olmadı.Keşke olmasaydı,keşke haklı çıkmasaydım.Bu da oldu işte;


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...