Burak ÖZDEMİR'in
"Tanrı'nın Doğum Günü" adlı 630 sayfalık eserini 36 sayfada derleyerek, kitabın tamamını okuma şansı bulamayanlarla paylaşmak istedim.
Tanrı ile sohbet şeklinde geçen diyaloglarla oluşturulan, Tanrı, din, inanç, cennet-cehennem, ibadet, oruç vb. gibi konuların ilginç yönlerini akıcı üslubuyla ortaya koyan Özdemir'in bu yapıtı, kısa bir süreçte üç baskı yapmıştır. Giriş bölümünden bir bölümü de aşağıya aktarıyorum: Yeryüzünde işler hiç iyi gitmiyordu. Dünya gergin, insanlar mutsuzdu. Artık zamanı gelmişti... Tanrı, imajını değiştirmesi için bir reklâm ajansıyla anlaştı. Tanrı ile genç reklamcı, Messenger'da chat'leşmeye başladılar. Çocuk "Nasıl olur da Tanrı insanla chat'leşir?" diye sordu. "Musa ile çalılıklar üzerinden konuşmuştum, seninle de internetten yazışıyorum. Bunda şaşılacak bir şey göremiyorum" yanıtını aldı. Çocuk "Kur'an, kutsal bir kitap. O varken İslam'ın imajını değiştirmek neden bana düşüyor?" diye sordu. "Kur'an'ı bir de 'den dinlemeye ne dersin?" dedi Tanrı. Sağlık ve esenlikler dilerim. Halit YILDIRIM Derleyen: Halit YILDIRIM 14 Eylül 2007 DONA- () NIN DOĞUM GÜNÜ Sen Kur an la ilgili ne düşünüyorsun? Düşüncelerini özgürce seslendir. Bana eleştiri de getirebilirsin. (Burak Özdemir)
2 Valla edebî olarak çok güçlü bir metin. Ama çok karışık geliyor insana. Korku saçan çok ifâde var gerçekten de. Rahat rahat baştan sona okuyamıyorsun. Bir sonraki ayet hep sürpriz oluyor. Anlaması zor. Peki neden böyle? Kur an, Kardinallerin bile anlayabileceği kadar basit olamaz mıydı? O nun böyle görünmesinin nedeni, çok geniş bir zaman aralığına sesleniyor olması. 600 lü yıllardan dünyanın sonuna kadar geçerli olabilecek bir kaynak o. İlahi İkilem in ne demek olduğunu öğrenmenin vakti geldi. Kutsal kitapların hedef kitlesi herkestir. Sizin pazarlamada dediğiniz gibi commodity dir. Ekmek gibi... Tanrı trade off yapmaz. Yâni, bâzı kesimleri dışarıda bırakamaz. Tanrı nın ve O nun indirdiği kutsal kitapların hedef kitlesi herkestir.. Kur an-ı Rekim i bir de Tanrı dan dinlemeye ne dersin? Allah derim. Bu, resim çizmeyi Picasso dan öğrenmek gibi bir şey. Nereden başlıyoruz? Kur an giriş-gelişme-sonuçtan oluşan klâsik kitap dizgisinde olmadığından, onu baştan sona okumanın manası bu yüzden yoktur. Çünkü o ayet indirilmiştir. Ayet yapısı konulara odaklanmanın en güzel yoludur. Kur an-ı Kerim in dizilimi dışarıdan içeriye doğrudur. Kur an, farklı düzlemler halinde hazırlanmış, 3 boyutlu bir metindir. 3 boyutlu metinler, kardinallerin yaptığı gibi sayfaları çevire çevire okunmaz. Derinliğe inilerek okunur. Kur an, düz bir duvar değil, kutsal bir tüneldir. Kademeli bir şekilde hazırlanmıştır. Gerçekte her jenerasyon, farklı bir Kur an düzlemini okur. Hangi Kur an düzlemini görebildiğin, kişisel tekâmülünün hangi basamağında durduğuna bağlıdır. Çağın idrak etmeye hazır olmadığı kademeler, şifrelenmiştir. Okuyabildiğin düzlem senin için kristal kadar nettir. Okuyabildiğin düzlem, kaldırabileceğin ölçekteki hakikati apaçık anlatır sana. Allah, indirdiği kitabın bütün jenerasyonların değişen ihtiyaçlarına cevap vermeye muktedir olduğunu iddia ediyorsa, burada insanoğluna düşen, durmak ve düşünmektir. Tanrı, hiçbir vaadinden dönmez. Dönmez, çünkü dönmesini gerektirebilecek bir koşul oluşamaz. Bu vaat, yâni Kur an ın tüm jenerasyonların ihtiyacını karşılama sözü yerine gelmelidir ve bu yolda Tanrı nın önünde iki seçenek vardır:
3 1. Kur an ı değişime kapalı kılmak 2. Kur an ı değişime açık kılmak. 1. şıkkı seçen bir Tanrı, dünyanın bu kadar hızlı bir şekilde değişmesine müsaade etmez. Bu şıkkı seçen bir Tanrı nın yapacağı tek şey, hayatın akış hızını sınırlı tutmak ve 1400 yıl öncesinin konjonktürü ile bugün arasında bir uçurum doğmasına müsaade etmemektir. Sen hangisini seçtin? Dünya bu kadar hızlı ve yoğun bir şekilde değişiyorsa, bunun nedeni Tanrı nın 2. şıkkı seçmiş olmasıdır. Her şey bu kadar hızlı değişiyorsa, bu evreni Rab yarattıysa, bu değişimde O nun da parmağı olmalıdır. Önce bizi korkutup, sonra bu korku saçan imajını değiştirmeye çalışmak ne kadar doğru? İnsan Tanrı dan korkarak, diğer insanlardan korkmamayı öğrenir. İnsanın maddi ve mânevî köleliğine son vermenin tek yolu, ona sâdece Tanrı ya kuluk etmesini öğretmektir. Kur an müfredatının ilk dersi bu yüzden Allah korkusu olarak seçilmiştir. Şeriat hukukunun temelinde de bu yüzden korku vardır. Kur an ın ilk yayınladığı çağdaki iletişim hedefi, korku oluşturmaktır. İnkâr edenlerin kalplerine korku salacağım... Kur an-ı Kerim Enfal Suresi 12. Ayet Kur an da korku saçan bir Tanrı figürü vardı ve kendisinden çok daha güçlü birinin varlığını bilmek kendi gücüne tapınan insanı uysallaştırıyordu. Korku düzlemi, güç sahiplerine, kendi iletişim dillerinde bir uyarıydı. Aynı zamanda, başkasının gücüne boyun eğme durumunda olanların da başını dik tutuyordu. İnsanlar, Kur an ın düzlemler halinde yazıldığını bilmedikleri için im imajım korku uyandırıyor. Korkunun çağı artık sona erdi. i sonsuz sevgiyle dolu bir Tanrı olarak yanı başında bulmanın zamanı geldi. Şunu düşünmeni istiyorum. Korku, Rab için bir amaç değil araçtır. Keyfini bölmek istemem ama neden Kur an ı ikişerli bir yapıda indirdin? Yâni, tek, kesin ve net olsaydı daha iyi olmaz mıydı?
4 Dinler, birer geçiştir. Tevrat, Zebur, İncil ve Kur an. Bunların hepsi farklı dinler gibi görünseler de gerçekte aynı merdivenin basamaklarıdır. Hakikatin özünde gelişmek vardır. İnsanlar geliştikçe Tanrı nın mesajı da gelişim gösterir. Hadi Tanrı nın mesajı gelişir derken anlatmak istediğimi daha somutlaştıralım. Tevrat, İncil ve Kur an. Bu üç kitapta özgün cennet anlatımları vardır. Tevrat ve İncil değiştirilmiş olsa da cennetin kendisiyle ilgili tasvirlerin orijinal olduğunu söylemeliyim. İnsanlar daha önce hiç gitmedikleri bir yerle ilgili sonradan yeni anlatımlar yapmamıştır. Yâni anlayamadıkları için değiştirememişlerdir. Şimdi asıl soruya geçiyoruz. Cennet hep aynı Cennet ten, Tanrı nın anlattığı Cennet ler neden değişmektedir. İncil deki Cennet, Tevrat taki Cennet ve Kur an daki Cennet neden bire bir aynı mekânlar olduğu hissini vermemektedir? Yoksa Cennet, Âdem in onu terk ettiği günden bugüne sürekli restore mi edilmektedir? Bu süreçte değişen tek faktör insan. İnsan geliştikçe, sen Cennet i daha netleştiriyor olmalısın? 600 lü yıllardan 2000 li yıllara uzanan süreçte dünyada o kadar büyük değişimler yaşandı ki, Kur an son kitap olduğunu söylemeseydi ve bugün yeni bir kutsal kitap indirseydim, herkes Tanrı çok iyi yaptı diyecekti. bunun yerine son kutsal kitabın tek bir harfini, tek bir kelimesini değiştirmeden çağrısını bir anda değiştireceğim. Bu yapacağımız küçük keşif, Kur an ın bir mucizesi olacak. Bu mucizeyi bize dönüşen ayetler yâni müteabih ayetler verecektir. Şu ayeti okumanı istiyorum. De ki: Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur an ın bir benzerini getirmek üzere toplansa,-onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile-onun bir benzerini getiremezler. Kur an-ı Kerim İsra Suresi 88. Ayet Müteşabih ayet, bir metin yazım teknolojisidir ve onun tek örneği Kur an dır. Tüm insanlığa ve cinler âlemine gerek yoktur. Tek bir insan bile muhkem, yâni hüküm verici bir kitap yazabilir. Müteşabih ayetler, zamanın akışı içinde çözümlenebilen kriptografik ayetlerdir. O halde müteşabih ayet yaratmak için sana gerekecek malzeme listesini veriyorum. Müteşabih ayet yaratmak için gerekli malzeme listesi: Madde 1: Bir âdet dil! Müteşabih bir ayet yazmak için özel bir dil yaratman gerekecek. Arapça dili, Kur an ı taşımak üzere oluşturuldu. Müteşabih ayet yaratmak için gerekli malzeme listesi:
5 Madde 2: Levh-i Mahfuz yâni varoluşun tüm kaderinin kayıtlı olduğu kitap. Bu kitap olmazsa, müteşabih ayet yaratamazsın. Kur an, Levh-i Mahfuz dan bir parçadır ve bu yüzden bu kadar değerlidir. Müteşabih ayetler, zannedildiği gibi kelimelere mecaz anlamlar yüklemek de değildir, çünkü bunu da edebiyat yâni iyi olan herkes yapabilir. Müteşabih ayetler, 7. yüzyıla ayrı, 21. yüzyıl jenerasyonuna ayrı mesajlar sunabilme mucizesidir. Öyle ki, yeni mesaj, eskisinden bambaşka da olabilir. Tevrat, Zebur, İncil... Bunlar kutsal, ancak dönemsel kitaplardı. Hiç biri Kur an gibi dünyanın sonuna kadar geçerli olacak şekilde kurgulanmadı. Tanrı, bu kitap son kitaptır diyorsa orada durup düşünmelisin. Bu ağır bir sözdür. Tevrat tan İncil e uzanan dönemde dünya 1 değiştiyse, Kur an ın ilk indirildiği günden bugüne dünya 1000 değişti. Allah ın kitabı, dünyanın dönüşümünün önünde durmaz. Allah hep diridir. O, bu kitap son kitaptır diyorsa bunu kitabın çağların değişen ihtiyacını karşılayabileceğinin teminatı olarak söylüyordur. Bin Ladin, beklenen Deccal. İslami terör Deccal in fitnesi. Her şey Muhammed in bin yıl önce haber verdiği şekilde yaşanıyor küçüğüm. Vay canına! Deccal, Kanlı Ortadoğu Projesi ni meşrulaştırma görevine talip oldu. Ve göreve kabul edildi... Burada küçük bir yanlış anlaşılmanın olduğunu söylemeliyim. O, işgale asla direnmedi. İşgal esnasında onun direnişçileri tek kurşun atmadı. Olan oldu, geçen geçti... O nun şu anda direnmekte olduğu, işgal güçlerinin Irak ı terk etmesi. O, buna direniyor. Onları kendisi davet etti ve doğal olarak misafirlerinin gitmelerini istemiyor. Dünya savaşlar tarihinde böyle bir direniş in ikinci bir örneğini göremezsin. İşgalci devlet çekilme arzusunda. Vatansever direnişçiler ise kalın sonra gidersiniz demekte... Zâten 11 Eylül ün altında derin Amerika nın olduğu söylenir durur. Hiçbir devlet, kendisine yapılan böyle bir saldırıyı karşılıksız bırakmaz. Hele bu devlet Pearl Harbor a Hiroşima ile karşılık vermişse... Deccal, 11 Eylül ün Irak ın işgal edilmesi sonucunu getireceğini çok iyi biliyordu. Senaryo, ilk günden beri onun yazdığı şekilde yaşanıyor. Deccal ayrıca Irak ta Sünni ve Şii Müslümanları birbiriyle savaştırma görevini de yürütüyor. Müslüman DNA sında, ülke işgal altındayken diğer Müslümanlarla çatışmaya yer yoktur. Irak taki iç savaş görüntüsü, tümüyle sentetiktir.
6 Bir din, tek bir adamın fitnesinin altından kalkamıyorsa ortada yanlış giden bir şeyler var demektir. Bir din, bir adamın eylemleriyle uzaktan yakından ilgisinin olmadığına insanları inandıramıyorsa, o din doğru yaşanmıyor demektir. Bir âdet sakal... Bir âdet cüppe... Bir âdet sarık... Bu üç aksesuar bir araya geldiğinde insanlar İşte bu Müslüman! diyorsa, çok ciddi bir problemimiz var demektir. Müslümanlığın bu kadar kolay taklit edilememesi gerekir. Bin Ladin fitnesi, bize İslam felsefesinin her şeyden önde tutulmadığında neler olabileceğini gösteren bir ayna. Ortada İslam a dair bir sorun varsa bunu çözme durumunda olanlar Müslümanların kendisidir. Hıristiyanlar değil. Tanrı, Kur an da yaşamın ağır bir yük olduğunu baştan kabul eder. O nun, kendi yarattığı gerçeklerden kopuk olması beklenemez. Yaşam ağır ve hâttâ doğru yerden tutulmadığında taşınması imkânsız bir yüktür. Tanrı, yarattıklarına işte bu sebepten ötürü çok yakın durur. Dinler, elçiler, peygamberler, melekler, kitaplar... Her şey, bu yükü hafifletmek içindir. İslamiyet in indiriliş amacı da, insanı yüklerinden arındırmaktır. İnsanlar din için değildir küçüğüm. Dinler insanlar içindir. İnsanların Kur an la ilgili mevcut inancı şu şekildedir: Peygamber bir yaşam sürdü ve Kur an onun yaşamındaki olaylara göre indirildi. Şimdi sana tam tersini söylüyorum: Kur an kelimesi kelimesine böyleydi. Peygambere, Kur an ın içeriğine uygun bir hayat yaşatıldı. Kur an evrensel bir kitap olduğu için peygamberin yazgısı, Kur an yazgısına uygun olarak yazıldı. Adanmış tüm hayatların yazgısı gibi... İslâm bir geçmişi yaşatmak değildir. İslâm, bir geleceği yaratmaktır. İçinde olduğun çağı doğru okumayı bilirsen, Kur an a objektif olarak yaklaşırsan kapılar sonuna kadar sana açılır. Kur an ın mucize olduğunu sana bu yüzden anlatıyorum. Bir kitap nasıl mucize olabilir? Sana bunları göstermek için geldim. İslamiyet, tarih boyunca en çok saldırıya ve dejenerasyon çabasına maruz kalan din oldu. Kur an ın bâzı ayetlerini keçiler yedi diyenler... Yaptığım hesaplara göre bâzı ayetler Kur an a sonradan eklenmiş, bunlar fazla diyenler... Halifeliğini ilan eden yüzlerce Mehdi... İslâm, bunların hepsini yaşadı. Tanrı insana ruhundan üflemiştir. İnsan ruhunun DNA testini yapabilseydin, onun atasının Tanrı olduğunu görürdün. İnsan ruhu, Tanrı ya en çok benzeyen varlıktır ve bu yüzden çok değerlidir.
7 Peki, neden insanların sana tapması ve sana ortak koşmaması konusunda çok hassassın. Meleklere tapılmaması konusunda da öyle. Bir de Kur an genelinde kendini övme ihtiyacı içindesin. Tanrı dan sonra âlemin ve kainatın en değerli varlığı olan insanın, kendinden daha az değerli olanlara tapması evrensel akla göre yanlıştır. Hiyerarşiye göre melekler insana secde ederken, insanın kalkıp meleklere tapması da kendisine haksızlıktır. İnsan Tanrı dan başkalarına tapmaktan bu yüzden men edilmiştir. Tanrı ya tapın sözü sâdece bir denge unsurudur. İşlevi, başka hiç bir şeye tapındırılmayarak özgürleştirilen insanı bu süreçte narsizme yâni kendi kendine tapınmaya sürüklememektir. Her şeye, herkese tapan insan özgürlüğünü kazanamaz. Neden kitapta sürekli kendini övüyorsun peki? Bu sıfatlar da bana hayran olman için tekrarlanmıyordu. Benim sıfatlarım, aynı ruhu taşımamızdan ötürü aslında senin de özelliklerindi. Bunları sana, kendini daha iyi tanıman için söyledim. O isimlerin hepsi, insanın tekâmül basamaklarının adlarıdır. Her yaşamında, o özelliklerden bir veya birkaçını yanına alır, yoluna o unvanlarla devam edersin. Yaşam, olmasaydı ölüm olmayacaktı. Ölüm olmasaydı ölüm melekleri kimin canını alacaktı? Melekler arasında görev paylaşımı yapıldı. Rehber ruhlar, karma efendileri, vizyon melekleri, basamaklar arası geçiş refakatçileri yâni ölüm melekleri gibi... Herkes varoluşta bir rol üstlendi. Şeytanın rolü neydi tam olarak? Tekâmül serüveninde iyinin karşıtının yâni kötünün de olması gerekiyordu. Şeytan ve ekip arkadaşlarının görevi ise insanlık tarihi boyunca kötüyü temsil etmekti. Kur an da hem İblis hem de şeytan kelimeleri ayrı ayrı geçerler. Âdem ile ilgili olaydan önce ondan İblis diye bahsedilir. Şeytan, İblis in insanın yaratılışından sonra taşımaya başladığı addır. İblis, kendi adı, şeytan ise üstlendiği rolün adıdır. Şeytan, şeytanın avukatlığını yapmak üzere dünyaya gelmiştir. Senin doğruyu yanlıştan ayırt etmeni kolaylaştırmak için.
8 Hiçbir insan-tanrı ya inanmayanlar da dâhil olmak üzere-tanrı ya karşı kayıtsız değildir. Tanrı ya tepkili insan vardır. Ondan nefret eden insan da vardır. Ama ona karşı duyarsız olan insan yoktur. İnsan, hâlâ kutsal. Ermiş de katil de bu filmde kendisine verilen rolü oynuyor. Rolü ne olursa olsun her insan kutsal. Çünkü rolünü o seçmedi, oynadığı o rol ona verildi. Kendisine verilen katil rolünü iyi oynadığı için bir aktörü cezalandıramazsın. O, ödülü hak etmiştir. Aktörler, çekimler bittiğinde kendi öz kimliklerine geri dönerler. Rab da her senarist gibi önce öyküyü yaratır. Karakterleri sonra oluşturur. Başrol oyuncusu güzel mi olacak çirkin mi? Zengin mi olacak yoksa fakir mi? Rab için zengin yaratmak da fakir yaratmak da birdir. Haklısın. Ancak, itiraf etmem gerekirse reenkarnasyonu benim bünyem kabul etmiyor. Yâni, çok fantastik geliyor nedense... Reenkarnasyon bugüne dek hep parapsikolojinin ilgi alanına girdi. Cinler, periler ve medyumların arasında eski yaşamlarını hatırlayan insanlar... Bu yüzden fantastik ve aynı zamanda da ürkütücü bir konu olarak görüldü. Kadim bir bilgi olabileceğine hiç ihtimâl verilmedi, kader mekanizmasındaki işlevi ortaya konmadı. Varoluş, 9 katlı bir binadır küçüğüm. İlk 8 kat fazla güneş almaz ve mezarlık tarafına bakar. 9. kat ise teras katıdır ve manzarası gerçekten de inanılmazdır. Sana gece-gündüz kriptosunu anlatmak için sabırsızlanıyorum. Ayetlerde geçen gece ve gündüz kavramları birer sembol. Kur an da gündüz yaşamdır, gece ise ölüm... Ömür ise gece ve gündüzlerin toplamıdır. Sizi geceleyin öldürür ve gündüzün neler yapıp neler kazandığınızı bilir, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O dur. En son dönüşünüz O nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir. Kur an-ı Kerim Enam Suresi 60. Ayet Gece ile gündüze sembol olarak bakmadığın zaman, yukarıdaki ayette gece uykusundan bahsettiğin zannediliyor. Ama hayır. Geceleri biz ölmüyoruz ki! Sen bedenin çürümeye başladığı tipik ölümden bahsediyorsun. en son dönüşünüz O nadır ifadesi de diriliş sürecinin sonsuza dek sürmeyeceğini, bir yerde sona ereceğini anlatıyor.
9 Gündüz ve gecenin toplamı bir gündür. Gündüz, içinde bulunduğun ömrün bir gün olduğunu anlatır. Gecenin ardında seni yeni bir gün daha beklemektedir... Gece ile gündüz, günün kesitlere ayrılmış halidir. Gece-gündüz kriptosu Kur an ın gece ile gündüzün toplamını yâni bir gün ifadesini kullandığı ayetlerde de devam eder. Dirilen kişiler, ömürlerini bir gün olarak algılamaktadır... Belki de daha da ilginç olan, ahirette dirilenlerin de ömürlerini bir gün olarak algılamasıdır. Dedi ki: Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız? Dediler ki: Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor. Kur an-ı Kerim Müminun Burada tek bir şey var kafama oturmayan. Gündüz yaşıyorum. Gece bir ölü olduğum için gün eksik kalıyor. Bir gün olmuyor ki. Gece, ruh varlığı olarak idrak ettiğin kişisel ahretindir. Bildiğimiz ölümle bildiğimiz uyku nasıl aynı olabilir? Beden uykudayken ölmez ki! Uyku iki yaşam arasında geçen, gece karanlığındaki süreçtir. Göklerin ve yerin gaybı Allah a aittir. Dünyanın sonu da yalnızca göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah her şeye güç yetirendir. Kur an-ı Kerim Nahl Suresi 77. Ayet Dünyanın sonunun göz açıp-kapama olarak tanımlanması gerçek bir dehanın ürünü bana sorarsan. Dünyan geçici bir süre kararıyor... Sonra da aydınlanıyor. Ahretin, kişisel bir konu olduğunu harika bir biçimde anlatıyor. Nuh Peygamber in bu kadar uzun ömürlü olmasının sırrını çözmemizin zamanı gelmiş... Andolsun, biz Nuh u kendi kavmine gönderdik, içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar zulme devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.
10 Kur an-ı Kerim Ankebut Suresi 14. Ayet bunu bildiğimiz ömür olarak düşünmüştüm hep. Bu kadar uzun olmasına da çok şaşırmıştım açıkçası. Bilimsel bir alan olan Average Life Expectancy yâni, ortalama yaşam beklentisi kavramına bir göz atalım. Bu dalın ortaya koyduğu gerçek, ortalama insan ömrünün çağlar ilerledikçe arttığıdır. Dönem Yaşam Beklentisi Neolitik Çağ Bronz Çağı Antik Yunan Antik Roma 20 yıl 18 yıl 28 yıl 28 yıl Ortaçağ İngiltere si 33 yıl Bu tabloya baktığında 950 yıl gerçekten de fazlasıyla ütopik (hayalî) bir süredir. Bilimsel bulguların zaman içinde hep haklı çıkardığı Kur an, nasıl olup da bilimle bu kadar açıkça ters düşmektedir? 950 yıl, Nuh un tekâmül süresini anlatıyordu. Kur an, kavramları şifreler ama bu şifre yanlış bir bilgi verme şeklinde olmaz. Kur an, yanlış bilgi vermemek adına Nuh için 950 yıl yaşadı demez. Aralarında kaldı ifadesi, ömürle ilgili ucu açık bir anlatımdır. Buradaki bir diğer önemli nokta, 950 yılın doğrudan ifâde edilmemesidir. Ayeti okuyan kişi önce bin yıl kavramına gönderilir, sonra bundan 50 yıl çıkarması söylenir. Bin yıl, Kur an ın ruhların tekâmül ömrünü simgeleyen sembol rakamıdır. Bedensel bir diriliş için, dünyaya da ihtiyaç vardır. Ahiret sonsuzluktur. Sonsuzluk, sâdece ruhlar için geçerli bir takvimdir. Sonsuzluğun ortasında bedenlere yer yoktur. Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da) Doğruyu söyleyecektir. Kur an-ı Kerim Nebe Suresi 38. Ayet Ahiretin mutlak anlatımı bu Rahman lı ayettir. İyice bak. Tekrar tekrar bak. Safların arasında bir beden görebiliyor musun? Nihai ahiret, kavuşma günüdür. Tanrı nın ruhundan üflenmiş ruhun, ona geri dönmesidir.
11 bana şunu sormanı bekliyorum: O gün melekler çoğulken, ruh neden tek? Ama dikkatimi çekti biliyorsun. Melekler hepsi birlikte bir saf oluşturmuşken, neden diğer safta ruh tek başına? Nasıl oluyor bu? Ayette bahsedilen ruh Âdemoğullarıdır. Âdem, varoluşun simgesidir. Âdemoğulları ise insanların toplamıdır. Tüm ruhların toplamı, Âdemoğlu nun bir olmuş halidir. Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz yalnızca tek bir kişi gibidir. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir. Kur an-ı Kerim Lokman Suresi 28. Ayet Ademoğulları, insanlığın nesillere bölünmüş halidir. Tanrı meleklerine, Âdem i yaracağından bahsetmişti hatırlıyorsun. Peki insanlığın geçmişi, geleceği toplam kaç gün? Altı. Yaradılışın 6 günü, tekâmülün toplam süresidir. Papa nın Tanrım nerelerdeydin? serzenişinin altında da, 6 gün kavramını varoluşun öncesine ait zannetmesi vardır. O ve diğerleri, 6 günden sonra Tanrı nın ortadan kaybolduğunu zannetmektedir. Gerçekte Tanrı elini, varoluşun üzerinden hiçbir zaman çekmemiştir. İnsanlık ve varoluş halen 6 günün içinde bir yerlerdedir. Hadi devam edelim, yeni kriptolar çözelim. Kıyamet nasıl kopacak çok merak ediyorum. Meteor düşecek değil mi? Kıyamet dendiğinde aklına hep felaketler geliyor. Önce, kıyametle ilgili temel yanılgıyı düzeltelim. Bildiğin tüm kıyamet senaryolarını yan yana diz. Hepsinin içinden, günahkâr bir insanlık ve kızgın bir Tanrı çıkar. İnsanların zihnindeki kıyamet filminin ilk repliği: Biz çok kötüyüz. Tanrı bizden intikam alacak tır. Bunu Tanrı nın intikamı çok debdebeli bir şey olmalıdır takip eder. Senaryo böyle olunca, karşına yıkılan dağılır, patlayan volkanlar, fışkıran alevler çıkar...
12 Evet, sen insanları cezalandırmak istesen neden bunu dünyayı yok ederek yapasın ki. Zâten hepimiz ölüyoruz bir bir... Sen ceza makamıysan, nihai istikametimiz zâten ilâhî cezaevi... Aslında kıyameti, hep sembolik bir yıkım olarak düşünmüşümdür. Bu senaryoda aklıma yatmayan, yıkımı neden önceki kuşakların yaşamadığı, sâdece dünyadaki son jenerasyonun kıyameti gördüğüydü. Yâni, bir günah varsa bu hepimizindir... Kıyametin zihnindeki imajı, insanlığın yaratıcısını hayal kırıklığına uğratması ve bunu takip eden ilâhî bir öfke üzerine kurulu... İnsan, değişmek zorundadır. Tekâmül değişmeyi zorunlu kılar. Kişi, kendini aşmaya mecburdur. Kıyamet, kendisini değişime açmayanlar içindir. Kur an daki kıyamet, sarsıntılı değişimdir. Yaşamı yönlendirir. Rasyonel nedenleri vardır. Sezgileri açık olanlar için onun geleceği çok açıktır. İnsanlık kıyametlerle, geleceği öngörmek konusunda büyük bir sınav verir. Nuh tufanı da kıyametlerden biridir. Kıyamet bir felakettir. Dünyanın dönüşümünü idrak etmeyen ve değişime direnenlerin felaketi... Çağlar değişir ama değişime direnenler hep aynı kalır. Bir zamanlar, dünyanın döndüğünü kabul etmeyen insanlar bugün de dünyanın dönüştüğünü kabul etmemektedir. Kıyamet, dünyanın son günü değildir. Dünyanın sonu geldiğinde yaşanması gereken her şey zâten yaşanmıştır. Seni yanıltan şey, dünyanın sonu için kullanılan debdebeli anlatım biçimidir. Bu anlatımın amacı, dünyanın geçiciliğini zihinlere yerleştirebilmektir. İnsan, değişime risk almaktan korktuğu için direnir. Hızla hareket eden bu evrenin içinde, hareket etmeden sabit durmaya çalışmak gerçekte risklerin en büyüğüdür. Tanrı bile indirdiği hiçbir dinî bir öncekinin aynısı kılmamış, sürekli geliştirmiştir. Değişmeyen, yenilenmeyen, evrenin akışına uymayan her şey kendi kıyametinin altında ezilecektir. Internet sonrası dünyanın eskisi gibi olamayacağını anlatamıyorum müşterilerime. Bedava mektuplaşma zannediyorlar interneti. Internet, dünyanın sondan bir önceki kıyametidir. Kim bilir belki de bu konuda bir ayet bile indirmişimdir... Gerçekten mi? Bu konuya daha var. Biraz daha sabır...
13 Hmmm. Umarım o ayet beni ikna eder. Çünkü, internetten bahseden bir ayeti benim aklımın kolay kolay alabileceğini sanmıyorum. İşte de bu yüzden biraz daha var diyorum. Senin tampon belleğini sıfırlamamız gerekiyor öncelikle. Tampon bellek mi? O ne demektir? Bilgisayarlar internet gezintileri sırasında sık ziyaret edilen siteleri hafızalarına kaydederler. Gelecek sefer, kullanıcı o sitenin adresini yazdığında site kaynaktan değil kendi bilgisayarının hard-diskinden yüklenip getirilir. Siteye girişi hızlandırmayı amaçlayan bu sistem, kullanıcının sitede yapılan değişiklikleri algılamasına engeldir. Aslında gezinmekte olduğu, şu anda olmayan eski bir sitedir. Tampon bellekteki siteleri gezen kişi, İnternette gezindiğini düşünürken, gerçekte kaynakla irtibatı kopmuştur. Kullanıcı, kapalı devre bir sistemin içindedir. Gezinti, sonsuz internette değil kendi bilgisayarının içinde gerçekleşmektedir. Tanrı, ölüm nasıl bir şey? Ölen insan neler hisseder? Canı yanar mı? Ölüm neden bu kadar korkunçtur? Ölümün imajı değişemez mi? Önce ölümün tarihini bir düşünelim. Ölümün korkunç imajı, korkunun öğrenilmesi sırasında yerleşti. Korkunç ölüm, insanlara hayatı dolu dolu yaşama bilincini kazandırdı. Dünyaya bir kere daha gelmeyeceğini bilmek, insana içinde olduğu anın değerini bilmeyi öğretti. Tekâmülün ilk basamaklarındaki insan, yeniden diriliş ten haberdar olsaydı, yaşama dört elle sarılmayacak, yolu uzatacaktı. Gerçekten de ölüm, insanlığa yaşamayı öğretti. Bir düşün... Dünyaya gelirken avazın çıktığı kadar bağırıyor ve ağlıyordun. Ruhsal yuvandan ayrılmak istemiyordun. Seni burada tutmanın tek yolu seni çıkış kapısından uzak tutmaktı. Ölüm sende bir korku unsuru haline getirilmeseydi, bulduğun ilk fırsatta evine geri dönerdin. Anlayabildiğin hiçbir şey sana acı veremez. Bilge, acı çekmez. Acının öğretmen olduğunu bildiği için. Acı, içinde sana yazılmış bir mektubun saklı olduğu bir şişedir. Farkındalığı yüksek insan, acının şişesini açar ve içindeki mektubu okur. Acı, Tanrı dan gelen bir ceza değildir. Acı, kişinin kendisini aşmasıdır. Acı, gelişmektir. Spor sonrası duyduğun kas ağrıları, kaslarının geliştiğinin müjdesidir. Her acıda, anlama ve anlamlandırma sınırlarını zorlarsın. Ölüme dönersek... Ölüm, henüz ölmemişlerin acısıdır. Ölüm acıyı geride kalanlara verir. Ölümün insanı acıtan yanı, onu anlayamamasıdır. İnsan ölümden korkar çünkü onu
14 anlayamaz. Sevdiğin filozof Wittgenstein ın insan bilmediğini bilemez, insan ölümü anlayamaz yaklaşımı bu yüzden felsefe tarihinin sonu olarak kabul edilmiştir. Felsefe, sonsuzluğun ortasına çizilmiş bir çemberdir. Dolan sâdece çemberin içidir. Çemberin dışı senin için hâlâ boştur. Çizginin ötesine geçebilirsen, sonsuzluğun orta yerindeki çemberini genişletebilirsin. Öteye geçebilmen için ihtiyacın olan köprü, mistiktir. Peki, felsefeyi bu kadar elzem yapan nedir? Depresyon, bir insanın hayatta kalma sebeplerini yitirdiğini hissetmesidir. Gerçek felsefe, insanlara uğruna yaşamak için bir neden verir. Bir nedenin varsa, altından kalkamayacağın hiçbir zorluk yoktur. Yük, o zorluğun kendi ağırlığı değildir. Yük, o zorluğu taşımak için bir nedeninin olmamasıdır. Felsefe, mutluluğun tek kapısıdır. Varoluşun varoluş amacı öğrenmekti. Bilememek de bu yüzden ölüm oldu... Ölüm bir bilgi eksikliğinden başka bir şey değil. Bir kişinin acı hissedip hissetmeyeceğine karar veren merci, kişinin kendi beynidir. Beyin tarafından izin verilmeyen hiçbir acı hissedilemez. Beyin belirli bir eşiği aşan acıyı bloke eder. Bundan daha önemlisi, beynin senin ne zaman öleceğini de bilmektedir. Bir kaza geçirdiğin sırada o kazadan sağ kurtulmanın mümkün olup olmadığını saniyenin binde biri bir sürede hesaplar. Reflekslerini harekete geçirse de, aslında o kaçışının imkânsız olduğunu bilmektedir. En az acı çekeceğini hesapladığı anda kendini ve bedeninin hayati fonksiyonlarını fesheder. Peki, ölüm ruhsal olarak neler hissettiriyor? Yaşam, üzerine geçirdiğin kıyafetlerinden sâdece biridir ve gardırobunun üzerinde yeniden diriliş yazmaktadır. Giydiğin elbise, en sevdiğin elbisendir. Sıcaktı ve onu üzerinden çıkarmak istemezsin. Yıllardır giydiğin için onu teninin bir parçası gibi hissetmeye başlamışsındır. Üzerinden çıkaracağın zaman, derinin de yüzüleceğini zannedersin. Ölüm, en son kimliğinin ölümüdür. Ölüm, şaşkınlıktır. Ölüm, boğazı dar bir kazağı üzerinden çıkarmaktan daha çok acı vermez. Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum. Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum. Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum. Öyleyse ölümden korkmak niye? Hiçbir sefer kötüye dönüştüğüm, ya da alçaldığım görüldü mü? Bir gün insan olarak ölüp, ışıktan bir yaratık, rüyaların meleği olacağım. Fakat yolum devam edecek. Allah tan başka her şey kaybolacak. Hiç kimsenin görüp duymadığı bir şey olacağım. Yıldızların üstünde bir yıldız olup, doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım. Mevlânâ- Ya kendimi dost meclisinde bir doktoru esir alıp, incik cıncık tüm rahatsızlıklarını soran tipler gibi hissediyorum. Uykuyla ilgili sormam gerekenler var biliyorsun.
15 Uyku bedensel değil ruhsal bir süreç. Ruhun, uykunda bedeninden özgürleşir. Dinlenmek, bu özgürlüğün sâdece bir yan etkisidir. Uyku, yuvaya dönüştür. Bedeninden yükselir, enerji varlığı haline geri dönersin. Yaşamın ruhuna bindirdiği yük biraz olsun hafifler. Yatağında uyku moduna geçemediğinde yorgun düşmenin ve yüzünü çökük bir ifadenin almasının sebebi de budur. Ruh, uykuda derin nefes alır. Gece olmuş ve kabından buharlaşıp, gökyüzüne yükselmiş, bulutun bir parçası olmuşsundur. Gündüz olduğunda ise yağmur taneciği olur tekrar kendi kabına düşersin. İnsanın özünün madde değil, ruh olduğunun kanıtıdır uyku. Zâten bu yüzden, dinlenmenin ötesinde bilimsel bakışla halen tam olarak anlaşılamamıştır. Bilirsin bebekler uyumayı çok severler, yaşlılarınsa uykuyla arası pek yoktur. Yaşlanan insan, yaşam deneyimine fazlasıyla alışmıştır ve enerji haline geri dönüşten çekinmektedir. Anne karnı, yerçekimsiz bir ortamdır ve bebeğe yaşamın fiziksel baskılarını en az düzeyde hissettirir. Yetişkin insanlar, uykularında bu yüzden cenin şeklini alırlar. Uyku güzeldir. Uykunu güzel uyu. Her sabah, senin yaşamında yeni bir chapter dır. Güneş, sen uyanacağın için ışıldamaya başlamıştır. Sabahın en erken saatleri, en karanlık sokaklar bile pozitif yaşam enerjisiyle doludur. Bu arada insanların yaşlandıkça unutkan olmaya başlamalarının ruhsal bir açıklaması var mı? Unutmak, zihnin savunma mekanizmasıdır. Unutmak, hastalık değil yetenektir. İnsanoğlu unutmasaydı, geçmişin sırtına bindirdiği yükün altından kalkamazdı. Zihnin, bireysel tekâmülüne katkı sağlamayan öğrenmişliklerin tüm detaylarını siler. İnsan zihninin sigortaları vardır. Duygusal gerilim yükseldiğinde devreye girer ve şalteri indirirler. Ağlamak da zihnin savunma mekanizmalarından biridir. Ağladığında gözünden akan salgılar değil, içinde biriktirdiğin hüzündür. İnsan, böylesi savunma mekanizmalarına ihtiyaç duyar çünkü yaşam lekesi bazen hiç çıkmaz. Akıl hastalıkları zannedilen şey, aslında zihnin kendi kendini tedavi etme çabasıdır. Ruhsal gerilim artmış ve zihnin şalterleri devreye girmek zorunda kalmıştır. Akli dengesi yerinde değil sertifikasına kavuşan kişi, tüm sorumluluklarından arındırılmıştır. Hayatın gerginliğinden çekilip alınmıştır. Önemli olan yaşamın uzunluğu değil derinliği. Her insan kendi takvim sistemini kullanır. 30 yaşında ölmüş biri, 50 yaşında ölmüş birinden çok daha fazla şey yaşamış olabilir. Zaman izafidir. Her yüzyıl, bu yüzden bir öncekinden daha hızlı akar. İçinde yaşadığın 21. yüzyıl, tarihin en yoğun zaman dilimini kullanır. Hayatın akış hızı arttıkça, deneyimler de hızlanır. 21. yüzyılda süreceğin ömrünün, eski çağların birkaç yüzyılına denk geldiğinden emin olmalısın. Cehennem nasıl bir yer? Cennet de Cehennem de Tanrı nın insanı eğitme süreci için geliştirdiği iletişim kavramlarıdır. İyinin, kötülükten arınması cennet-cehennem kavramlarıyla gerçekleşmiştir. Kur an daki 19 şifresiyle ilgili ne biliyorsun?
16 Kur an da 19 rakamı üzerine kurulu bir matematik örgüsü var. Besmele nin 19 harf olmasından tut da, kilit kelimelerin 19 un katlarında tekrarlanmasına kadar sayfalarca şey duymuştum. Gerçekten de ilginç. Kur an da 19 rakamı tek bir ayette geçer. 19 matematiği, bu ayetin izi sürülerek kaşfedilmiştir. Onun üzerinde 19 vardır. Kur an-ı Kerim Müddesir Suresi 30. Ayet Neyin üzerinde 19 var peki? Cehennemin...19 cennetin değil cehennemin üzerine kondu. Şifreler çözüldükçe, korku düzleminin ötesine geçilebileceği anlatılıyordu. planı? 19 örgüsü, Kur an ın mukaddesliğini ispat çabası değil. Nedir peki bunun geri Küçüğüm 19, sana öğreteceğim Kur an felsefesinin ta kendisi...işte bu yüzden sıra (((aura)))ya geldi. Aura mı? Ben bu kelimeyi biliyorum. Kur an da aura geçiyor diyeceksin şimdi. Ben de düşüp bayılacağım. Kur an ın aura yı tarif ettiği tahmin edemeyeceğin kadar çok ayeti var. Isınma turlarına aşağıdakilerle başlayacağız. Sen onları yüzlerinden tanırsın. Kur an-ı Kerim Bakara Suresi, 273. Ayet İnkâr edenlerin yüzlerinden inkârlarını anlarsın. Kur an-ı Kerim Hac Suresi 72. Ayet Ben bu ayetleri aura olarak düşünmemiştim hiç. Kelimeler çok önemli. Aura denince ilk başta insana Kur an a yabancı bir kelime gibi geliyor. Tampon bellek işte. Nur yüzlü insan dersem? Bak şimdi oldu! Tek bir harfini değiştirelim ve yeni bir kelime yaratalım. Yolumuza auranın yeni karşılığıyla devam edelim: Nura Cehennemi ortadan kaldırmamızdan rahatsız olacak insanlarla karşılaşacaksın. Bu insanların ortak noktası karamsarlık olacak. Kendini değişime kapatmış insanın dünyası karanlıktır küçüğüm, bu yüzden odasından içeri güneş ışığının girmemesi için elinden geleni yapacaktır. Bununla da yetinmeyecek, diğer dünyaların da ışıkla buluşmasına engel olmaya çalışacaktır. Fanatik dincileri de unutmayalım. Onlar da Cennet herkes içindir fikrinden çok rahatsız olacaktır.
17 Bugüne kadar, insanın Cennet ten kovulduğunu ve günah işleye işleye Cehennem e doğru yol aldığını düşündün. Gerçek bunun tam tersiydi. Cehennem ile Cennet arasındaki mesâfe, sâdece bir dönemdir. Tekâmül, Cehennem den Cennet e tek yönlü bir gidiştir. Er ya da geç, herkesin varacağı yer Cennet tir. Bedelini ödemek koşuluyla... İnsanların zihnindeki ahiret inancına göre, iyiler hesap verdikten sonra hep birlikte Cennet e girerler. Oysa bâzı ayetler böyle söylememektedir.. İki taraf arasında bir perde, A raf üzerinde de herkesi yüzlerinden tanıyan erler vardır. Cennet halkı, özleyip durdukları halde henüz ona girmemiş olanlara şöyle seslenirler: Selâm size! Kur an-ı Kerim A raf Suresi 46. Ayet Dünyaya gelmek senin seçimindi. Cehennem olmasaydı, Cennet bu kadar güzel olmazdı. Cehennem olmasaydı, tekâmül olmazdı. Kir olmadığında, arınmanın olmayacağı gibi. Hareket olmazdı. Devinim olmazdı. Tekâmül, Cennet ten Cennet e gidiş olarak tasarlanamazdı. Sen, Cennet ten Cehennem e gidişi mi tercih ederdin? Tekâmül, kişisel cehennemden arınmaktır. Cenneti veya cehennemi yaşadığın yer nuradır. Cennet nurandaki mutluluk desenidir. Tanıştığın insanların, cennette ya da cehennemde yaşadıklarını mutlaka hissedersin. Çünkü nura dışarıdan hissedilir. (Kirlian fotoğrafçılığı insan aurasının fotoğrafını çekmeyi de başarmıştır.) Kimi insanlarla birlikte olmak, seni yorar. Onlarla bir arada olmak sana iyi gelmez. Kendini mutsuz hissetmeye başlarsın. İçin sıkılmaya başlar. Üstelik bunu mantığınla da açıklayamazsın. Ortada gözle görülür bir sebep de yoktur. Karşındakinin nurasındaki olumlu veya olumsuz enerji, senin nurandaki desenlere vurgu yapmıştır. Peki çakralar nasıl acı veriyor? Çakra, bedenin ruhla buluştuğu yerdir. Bu, ruhun şifa musluklarının kapanmasıdır. Çakranın mühürlenmesi, ruhun beslenememesidir. Mühürlü çakra, büyük acı demektir. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. Kur an-ı Kerim Bakara Suresi 7. Ayet Yüzyıllardır yanlış anlaşılmaya nasıl tahammül edebildin? Ben olsam bana inanmayan bu kadar insanın yaşadığı bir dünyayı çoktan kül etmiştim! Tekâmül etmen için hayatlarının birinde ateizm deneyimi yaşaman kaçınılmazdır. Tanrı nın varlığına inanmayan insan, gerçekte ruhsal kişiliğini güçlendirmek adına kendi ayaklarının üstünde durabilmenin sınavını vermektedir. Düşmanlık değil bir fedakarlıktır aslında yaptığı. Benden talepte bulunmaktan vazgeçmiştir. İşte, bu yüzden bana inanmayanların üstüne yıldırımlar düşmez. Ateizm İnsan kendi kendine yeter der. Ailesine Size ihtiyacım yok kendi ayaklarımın üzerinde durabilirim demek isteyen ergenlerdir onlar. Anlaşılamayan daha eksiktir. Hep söylemişimdir zâten. Bu çağda herkes iletişim ilmine hâkim olmak zorunda.
18 Olduğun gibi olmanın yetmediği bir dünyada yaşıyorsun. Olduğun gibi görünmeyi de başarmak zorundasın. Kur an da namazla ilgili 100 e yakın ayet bulunur. Bunlar namaz kılmayı teşvik eder. Kur an da namaz kılmayanları kınayan tek bir ayet yoktur. Vay haline o namaz kılmayanların dendiğini asla göremezsin. Vay haline diye başlayan namaz ayetleri, bilakis namaz kılanlar içindir... Namaz bir istek konusudur ve istek olmadan kılınan, namaz değildir. Namaz, sâdece ve sâdece bir meditasyondur. Öz-disiplini güçlendirmek adına vakitlendirilmiş bir meditasyon (derin düşünme)... Bak bunu hiç düşünmemiştim. Onlar namazlarında huşu içinde olanlardır. Kur an-ı Kerim Muminun Suresi 2. Ayet Huşu, meditatif bir moddur. Namaz meditasyonu bir arınmadır. Kişi, namaz meditasyonunda huşu mertebesine erişemiyorsa, günün 5 vakti sırtına ağır bir yük aldığı hissiyle dolar. O aslında, bu yükün altına girmeyenlere imrenmektedir. Kılmayanları bu yüzden suçlar. Namazda tekrarlaman gereken bir sürü dua var. Bunlar, Türkçe edilse olmaz mı? Namaz kılarken dua etmen gerektiğini sana kim söyledi? Bütün meditasyonların amacı, zihni susturmaktır. Zihin, görevi gereği zâten bütün gün konuşur. Namaz, zihinden ve gerçek dünyadan kaçış, kendi ruhuna sığınmadır. Tanrı ya yönelmektir. Onun ruhuyla senin ruhunun bir olmasıdır. Namazın tariflerle sınırlandırılması, namazın bedenselleştirilmesinden başka bir şey değil. Gerçek namaz, ruhla ilgili bir konudur. Kur an felsefesindeki namaz, insanı bedeninden yükseltmekten başka hiçbir amaç taşımaz. Zihnini susturman, bedenini unutman... Huşu için yapman gereken budur. Secde, bedenini unutman için güzel bir duruştur. Namaz bir meditasyon. Şu meditasyon kelimesinin Türkçesi yok mu? Meditasyon: Tefekkür Bak bu harika bir karşılık. Hiç yabancı değil. Peki, neden tefekkür kelimesini kullanmıyorsun? Tefekkür dediğimde gözünün önüne Rodin in düşünen adam heykeli geliyor, oysa gerçek tefekkür zannettiğin şekilde bir düşünme değil. Düşünme, bilinçle olur. Tefekkür ise bilincin ötesine geçen düşüncedir. Tefekkür, zihnin değil ruhun sesini işitmektir. Tefekkür, konuşmak değil susmaktır. Modernist insanlara da namaz deyince demode geliyor. Yoga dediğinde ise ilgisini çekiyor, çünkü trendy bir olay. Kimi şirketlerde öğle tatillerinde insanlar yoga yapıyor. Aynı şirkette namaza gidiyorum dersen o şirkette adın gericiye çıkar. Kavramların imajına ne kadar değer veriyormuşuz meğer.
19 Dindar insanlar, meditasyon kelimesini telaffuz etmekten çekinirler. Bunun nedeni, İslam ilimlerinin içine kapalı dünyasından ileri gelir. Namazda Kıble ye dönmenin nedeni nedir? Önemli olan nerede durduğun değil, nereye baktığındır. Muhafazakârlık ile tutuculuğun yollarının ayrıldığı bir yerdeyiz şu an. Dinini korumak, onun hamiyetini muhafaza etmek istiyorsan tutucu olma şansın yoktur. Dinini seven herkesin, onu canlı ve çağdaş tutmak için elinden geleni yapmak zorunda olduğu önemli günler yaşıyoruz. İslâm ı katılaştırma refleksinin özünde dinî koruma içgüdüsü yatıyor ve bu noktada dindar insanların dinleri ile ilgili hassasiyetlerini de anlamak zorundayız. Onlar, sertliğin sağlamlık olduğuna inanarak bugünlere geldiler. Yumuşak dokuların, en güvenli kaleler olduğu onlara söylenmedi. Onlara, katı olun, dininize yapabileceğiniz en büyük katkı budur dendi. Onlar da denileni yaptılar. Kişiler, dinî koruma noktasında değildir. Rab, indirdiği dinî bizzat kendisi korur çünkü. Kişilere düşen dinî koruma içgüdüsü içinde olmak değil, onu geliştirme arayışında olmaktır. Namazı anladım, abdestin manası nedir? Abdest, İslam ın 600 lü yıllarda hayata kazandırdığı temizlik kültürüdür. Avrupa da temizlik kavramının ortaya çıkışının 1600 lerde gerçekleştiğini hatırlatmalıyım. Oruç hakkında ne diyeceksin? Oruç, detokstur. Metabolizman, günlük sindirime bu kadar çok enerji harcarken, senin bedeninden yükselmen güçleşir. Ramazan ın mukaddes enerjisi içinde bedenini hafifletmen, ruhsallaşmana çok değerli bir katkı sağlar. Oruç, ruhun üzerindeki beden yükünün hafifletilmesidir. Detoks kulağa daha trendy geliyor değil mi? Kadir Gecesi, meleklerle insanların buluşma gecesidir. Muhammed in Cebrail le buluşması da bu gecede olmuştur. Bir yıl boyunca meditasyon yapman gereken tek bir gece varsa, o gece Kadir Gecesi dir. Her yıl Kadir Gecesi nde, dünyanın nurası değişir. Hayallerine ulaşmak için bir yol arıyorsan, hayatınla ilgili radikal kararlar almak niyetindeysen, yeni bir hayat yaşamak istiyorsan senin gecen Kadir Gecesi dir. Kadir Gecesi, karmik yılların yılbaşıdır, semavi bir kutlama gecesidir. Kur an neden kurban kesin diyor peki? Kur an ın teşvik ettiği, zâten kesilecek olan hayvanların, Allah adına kesilmesidir. Ona adanmasıdır. Kaderi kesilmek olan hayvanların etlerinin yoksullara sunulmasıdır. Çöl koşulları nedeniyle tarımın çok kısıtlı olduğu, bu yüzden nüfusun önemli bir bölümünün hayvancılıkla geçindiği bir coğrafyada kişilerin Tanrı ya yakınlaşması için bir vesiledir kurban. Bir tür hayvancılık vergisidir. Çöl coğrafyasında Tanrı ya sunulabilecek en ideâl hediye, hayvandır.
20 Kur an ruhuna aykırı olmayan her güzellik kültür olarak yaşanabilir. Örneğin Kur an da Ramazan vardır. Ama Ramazan Bayramı yoktur. Olmaması, Ramazan Bayramı nın bir güzellik olduğunu yadsımaz. Bu, Müslümanların İslam a kültürel bir katkısıdır. Kültürün felsefeye paralel olarak oluşturulmasına da güzel bir örnektir. Ramazan a bayram eklemek gerçekten de güzel bir fikirdir... Ancak ne yazık ki Kurban Bayramı için aynı şeyi söyleyemiyorum. Bu geleneğin, yeniden ele alınması gerekiyor. İvedilikle. Bu kültür, İslam a her yıl büyük zarar veriyor. Hayvanlara da zarar veriyor. Bu kanlı sahneleri izleyen çocuklara da zarar veriyor. Bu sahneleri meydana getirenlere de zarar veriyor. Peki ele alınıp ne yapılacak? Bayram iptal mi edilecek? İslâm ruhuna uygun daha hayırlı bir kültüre dönüştürülebilir. El-hedye Bayramı, yoksullara hediye verilen bir festival olarak yaşanabilir. Zâten, yoksulları sevindirmenin tek yolu ona protein değeri yüksek besinler sunmak da değildir. Yılın bir haftasında vücuda olağandışı ölçülerde protein yüklemesi yapmanın yoksula bir katkısı yoktur. Sence 21. yüzyılın Müslümanları üzerlerine düşen sorumluluğun farkındalar mı? Şahsen benim bir şeyden haberim yok! Yoksul ya da zengin, dünyanın nimetlerinden bir şekilde yararlanan... İnsan aklının yarattığı bu dünya nimetlerinden yararlanan insanlar... Acaba ahiretin nimetlerine ulaşmanın yolunun da aklı kullanmaktan geçtiğinin farkındalar mı? Cennet in yolunun ezberlenmiş adımlarla bulunamayacağının bilincindeler mi? Cennet in ancak akıl yürütülerek çözülebilecek bir bulmaca olduğunu biliyorlar mıdır sence? Sana kutsal bir kitap verdim. İçerisindeki kelimelerin hepsi dendi. Onu anlamak için akıl yürütmedin. Cep telefonunu bir üst modelle değiştirmek için aklını fazlasıyla kullandın. Paranı değerlendirirken de öyle. Alışveriş tarihlerinle kredi kartı hesap kesim tarihlerini denk getirmemek konusunda çok başarılıydın. Ticaret yaparken de aklını kullanıyordun. Sen dünyanın nimetlerinden daha fazla yararlanmak için hep aklını kullandın. Çünkü, nimetlere ulaşmanın yolunun akıldan geçtiğini biliyordun. Şimdi, aklınla sorgulamadığın eylemlerin karşılığında sana Cennet in sonsuz nimetlerini vermemi mi istiyorsun? Daha fazla devam edemeyeceğim. İçim daraldı. Verecek cevap yok. 21. yüzyılda Cennet e girmek gerçekten de zor işmiş. Şükürler olsun ki böyle bir mahkemeye çıkmıyorum. çıkabilir. Cennet bir labirenttir küçüğüm. Onun içinden sâdece aklını kullananlar Kura an tümüyle senin yazdığın bir metinse bu süreçte peygamberin rolü gerçekten nedir? Senin sözlerinin kayda alınmasından ibaret midir katkısı? Bunun yanıtını bilmen için, kozmozun ilham mekanizmasının nasıl işlediğini bilmen gerekir. İlham, Rabb ın frekansıdır. Kozmosun yasalarına göre melekler, topluma görünemezler. Rab, kitlelere sunacağı yeni açılımların ilhamını vermek üzere insanları seçer. Kur an da peygambere kitabı getiren de, balarısına o balı ürettiren de aynı kelimedir: Vahy.
21 Bu, Kur an dilinde bildiğin ilham kavramına karşılık gelir. Vahy, sanatsal yaratıcılık için de geçerlidir. Kimi sanatçılar, ilhama kanal olarak seçildiğinin farkında bile değildir. Yeryüzünün tüm sanatsal güzelliklerinde Rabbın gizli imzası vardır. Vahy ya da ilham, minik ışık zerrecikleridir. Bunlar, sezgi çakraları açık olanlara ulaşır. Sana düşen bu ışık zerreciklerini, insanların anlayabileceği bir biçimde somutlaştırmaktır. Rabb ın fısıldadığı fikirleri, bir eser biçimine sokmadaki başarısı kişiye kalmıştır. Muhammed e gelince... O hem ilhamın kaynağı tarafından insanlık tarihinin en büyük kitabına kanal olarak seçilmiştir, hem de ona bu kitabı yazdıran ilhamın kaynağı ile bir araya gelmiştir. Kalp gözü mutlak açık olduğu için ilham zerreciklerini ilâhî orijinaliyle birebir aynı şekilde somuta dökmeyi başarmıştır. O, bu kitabın yazarı olmayı hak ettiği için seçilmiştir. O hem hiçbir şey yapmamıştır hem de her şeyi yapmıştır. Hayatında hiç kitap okumamış biri, sığındığı mağaralardan bir gün tüm kitapların en üstünü ile çıkagelmiştir. Muhammed in öyküsünde, yaratıcılığın peşine düşmüş sanatçılar için çok güzel bir örnek gizlidir. Şu haramlar ve helaller konusuna da girsek diyorum. İslamiyet, raramlar ve helaller listesi haline getirilmiş. Çalışan akıl, her şeyi sorgular. Benim varlığımı bile... Tanrı olarak ben varım ve buradayım. Sorgulanmak beni yok etmez. Bu yüzden Tanrı, insanların aklını hareket ettirmesinden çekinmeyecek kadar yüksek bir özgüven içindedir. Zihninin çarkları harekete geçmiş insan, im sözümü dinlemiştir. Bu çarkları şimdilik durdurun ve size denileni yapın. Düşünmeyin sâdece yapın Bu sözler aklı yücelten Rabb a ait olamaz. Kur an ın hedefi özgürlüktür küçüğüm. İslâm sevgi dolu bir radyo yayınıdır küçüğüm. Gericiler bu berrak yayına parazit sokma çabası içindedir. Bu çabalarında en çok başvurdukları frekans İslami haramlar konusudur. Onlar, Genişletilmiş haramlar listesi hazırlar ve sunarlar... Listenin orijinal hali nasıl ki? O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Kur an-ı Kerim Nahl Suresi 115. Ayet İçkiye nasıl bakıyorsun gerçekten? Benim aram iyi değildir, içkiyi pek sevmem ama gene de merak ediyorum. Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Anlarda hem büyük günah, hem insanlar için yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür... böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; Kur an-ı Kerim Bakara Suresi 219. Ayet Yararları da olmakla birlikte içki, zihni etkiler. Harekete geçirmeye çalıştığımız zihin, içkiden zarar görür. İçki, sezgi çakrasının dönüş hızını azaltır. Alkollüyken muhakeme bu yüzden azalır. Mistik meditasyonlarla ilgili ilk gün anlatılan, içkiliyken meditasyon yapılmamasıdır.
22 Bilincin yerinde olmazsa, tefekkür mood una giremezsin. İçki, kumar ve faizden uzak durmak için dindar olmaya gerek yoktur. Hâttâ, bir dine bağlı olmaya bile gerek yoktur. Bunlar, kişiler için evrensel risklerdir. Kişiler, bu riskler konusunda uyarılmaktadır. İçkinin sağlığa zararları tıbbın tıbbın son yüzyıldaki keşiflerindendir. Biliyorsun eskilerde ne gazeteler vardı ne de onların sağlık köşeleri. İçkinin zararlarının da olabileceği fikrini insanlara sunan ilk kaynak Kur an olmuştu. Amaç, içkinin yasaklanması değil kişinin içkinin zararlarından haberdar edilmesidir. Hayır işlerine kendilerini adamış insanlar, tekâmülün sonlarına yaklaşmış insanlardır. Onlar kendi cennetlerine yakınlaştırılmış kişilerdir. Dünya büyük bir partinin verildiği bir yerdir küçüğüm. Partinin ev sahibi olduğu bilincinde olan kişiler bilgelerdir. Bu yüzden parti sonrası herkes eve uyumaya giderken, bilgeler bulaşıkları yıkamak için mutfağa gider. Alacakları ödül, dünyanın tüm bulaşıklarını yıkamaya değecek kadar büyüktür. Sevdiğin işi yapmak, yaptığın işi sevmek ekosisteme sunabileceğin en büyük katkıdır. Hayvanların dünyasına bir bak... Doğada yaptığı işten mutlu olmayan tek bir hayvan yoktur. Ayağını sürüye sürüye işe giden bir ceylan göremezsin. Dizi dizi uçan kuşlar, bir sürünün parçası olarak da özgür olunabileceğinin anlatımıdır... (Dua konusunda araya girip bir şey sormak istiyorum) NLP hakkında ne düşünüyorsun bu arada? (NLP, Amerikalıların yükselen doğu mistisizmine karşılık geliştirdiği bir kişisel gelişim metodudur. Laboratuar ortamında yaratılmış, sentetik bir mistisizm.) Anladım. Duaya geri dönebiliriz. Duaların senin hayallerindir. Hayalini gerçekleştirmemi istiyorsan, öncelikle senin kendinin o hayali bir gerçek gibi yaşaman gerekir. Sen hayaline inanırsan, ben de sana inanırım ve istediğini veririm. Tüm hayallerin, Tanrı için çok değerlidir. Meleklerin yaratılış sebebi, insanları hayallerine taşımaktır. Senin hayallerini gerçekleştirmene yardımcı olmak için emrine amade durumda, hazır beklerler. Arapçada yapabilme gücünün kelime karşılığı Meleke dir... Hayal etmek benim ruhuma çok iyi geliyor. Neden? İnsan ruhu, soyuttur. Hayaller de öyledir. Hayali kuran, ruhtur. Hayalperestlik, ruhsallaşmaktır. Şimdi, sana hayal etmekle ilgili bir teknik öğreteceğim. Bu yolla, göklerin ve yerin malikinden daha çok şey alabileceksin. N apmam gerekiyor? Benden bir şey isteyeceğin zaman, onu imgelemen yeterli olacak. Olmasını istediğin şeyi, beyninde canlandırmaktan bahsediyorum. Haftaya bir toplantın var ve onun çok iyi geçmesini istiyorsun. O toplantıyı hayal et. İnsanları, toplantı odasına birer birer yerleştir. Kendini onlara kampanyanı anlatırken, onları da mutlulukla seni dinlerken resmet. İstiyorsan abartabilir, toplantının sonunda hep birlikte şampanya patlatabilirsiniz. O toplantının nasıl
23 yaşanmasını istiyorsan öyle hayal et. Göreceksin, beynin bunu gerçekleştirmek için gereken bütün düzenlemeleri yapacaktır. Beyin, hayallerle hatıraları da ayırt edemez. Beyin, hayalleri çok ciddiye alır. Beyin, geçmişle geleceği de ayırt edemez. Sen olayı detaylı bir şekilde canlandırdıkça, beynin o olayı hafızandaki gerçek bir yaşanmışlık olarak addeder. Kader insanın kendisinin elindedir. Varoluş, bu ilke altında kurulmuştur. Beynin de hayatını seçimlerin doğrultusunda değiştirmekle görevli bir işçidir. Olumsuz düşüncelerini de gerçekleştirir, olumlularını da. İnsanlar korktuğum başıma geldi derler. Çünkü beyin korkuyu bir ihtimâl olarak değil gerçek olarak kabul eder. Ve korktuğunu hayata geçirmek için 24 saat yol arar, durur. Ve bir gün onu mutlaka başarır. İstediğin her şeyi hayal edebilirsin. Bunda bir sınır yoktur. Bilmen gereken, hayal etmenin, bir alışveriş olduğudur. Ödemeleri nakit mi yapacağız? Tanrı nın, senden bir şey almaya ihtiyacı yoktur. Ancak, sistemin ilkeleri almayı istediklerine karşılık bir bedel ödemeni şart kılar. Tanrı katı, sana her istediğini vermeye hazırdır. Sana gönderilen ilâhî hediye paketlerinin hepsinden şu kelimeyle başlayan bir hediye kartı çıkacaktır: Ama... Tanrısal her hediyenin bir AMAsı olacaktır. Çok büyük bir başarıyı isteyebilirsin. Bu başarı sana verilecektir AMA paketin içinde o başarının altından kalkmanın zor olduğu günler de olacaktır. Çok büyük bir aşk isteyebilirsin. Çok büyük aşk sana verilecektir AMA paketin içinde aşkın büyüklüğü ölçüsünde bir ayrılık acısı da olacaktır. Hayallerin, senin tekâmülünün bir parçasıdır. İşte bu nedenle, onların gerçekleştirilmesi Tanrı ya aittir. İmanın bir önceki evresi, sorgulama evresidir. Sorgulama olmamışsa, iman da gelişmemiştir. Sorgulanmadan kabul edilmiş inançlar, kaskatıdır. Güçlü görünse de gerçekte kırılacağı anı beklemektedir. Sormamış, sorgulamamışsan, seçmemişsindir de. Tutuculuk, en korkulan şeyin başa gelmesidir. Tutuculuk, risk altındaki inançtır. Bir insan hem bilge hem çılgın olabilir mi? İki imaj birbirine hiç oturmuyor bende. Bilge dediğin ağır abi dir. Çılgınsa zırzop bir tiptir. Bu durumda bilgenin de imajıyla oynamamız gerekecek. Hadi bilgenin kravatını biraz gevşetelim. Sen bilgeyi aksakallı bir dede zannediyorsun. Kentte değil dağlarda yaşayan, gündelik koşturmacılardan uzakta sessiz sakin bir hayat süren kırsal bir adam... Müslümanların zihnindeki ideâl insan tipi yâni mümin de böyledir. Müminlerle ilgili anlatılan hikâyeler hep bu yüzden köylerde geçer. Doğu toplumlarını ideâl insan tipi birbirinin kopyasıdır. İçe dönük, hayattan beklentisi düşük, kendi halinde insan tiplerinin idealize edilmesi, dünyayı değiştiren insanların
24 çoğunlukla Batılı olması sonucunu doğurmuştur. Batı, maneviyatı silik, buna karşın agresif ve girişimci insanları idealize eder. Felsefe olarak Doğu nun çok gerisinde olan Batı nın dünyaya yön vermesinin altındaki neden de budur. Gerçek bilge, bir Doğulu kadar derin, bir Batılı kadar girişkendir. Peki İslam felsefesi gerçekte kadına nasıl bakıyor? İslâm ın kadına biçtiği rol, kendisini neslin devamına adamak değildir. İnsan neslinin devamı tehlikede değildir ki... İslam, kadınlara bir giyim biçimini ayakta tutma görevini de vermemiştir. Müslüman genç kızların diğer herkes gibi, bu dünyaya gelmelerinin amacı kendilerini gerçekleştirmek, kimliklerini bulmaktır. Hayaller ve hedefler, sâdece erkekler için değildir. Dinin olması gerektiği gibi yaşanmadığı toplumlarda insanlar, Tanrı dan beklediklerini devletten beklemeye başlarlar. Devletin sırtına bindirilen bu yük, altından kalkılamaz bir yüktür. İnsanlar, kuraklıktan, doğal afetlerden, topraklarının verimsizliğinden, arazinin sarp koşullarından kısacası olumsuz her şeyden devleti sorumlu tutmaya başlar. Hastanede kuyrukta beklerken onun isyanı aslında Tanrı nın ona o hastalığı vermesinedir. Bu isyanı, kuyrukta bekletilmesine tepki veriyormuş gibi dışa vurur. Bu bir bakıma laikliğin yanlış uygulanmasının bir sonucudur. Din, devlet işlerinden uzaklaştırılırken, ölçü kaçırılmış ve din toplumdan da uzaklaştırılmıştır. Tanrı yı devletle ikame etmek... Hiçbir devlet bu yükün altından kalkamaz. Çünkü devlet, sınırlı kaynaklarından verir. Tanrı ise sonsuz hükümranlığından. Dindar olmak bir zorunluluk değil, bunu unutma. dindarım diyorsan, bu senin seçimindir. Dindarı olduğun dinin ilkelerine aykırı bir yol çizersen, üzgünüm ama din karşıtlarıyla aynı safta yer alırsın. yoluna girer. İslâm ve Müslümanlık, kavramsal düzlemde birbirlerinden ayrılırsa her şey Gerçek İslam birdir. Müslümanlık ise çoğuldur. Dünyada pek çok farklı Müslümanlık modeli vardır. Mezheplere bu şekilde bakarsan, bu bir bölünmüşlük değil bir çeşitlilik olarak konumlanır. Bir felsefe olan İslam da kültürleşmeye yer yoktur. Ama diğer yanda toplumların da kültüre ihtiyacı vardır. İşte ihtiyaç duyulan o kültürün filizlenebileceği kavram saksısı Müslümanlıktır. Müslümanlık, zaman, mekân ve koşullara göre oluşur. Müslümanlık, İslam ın somut halidir. Kültür, İslam özüne şekil vermemelidir. İhtiyaçlara göre bir İslam oluşturulamaz. İhtiyaçlara göre oluşturulacak şey Müslümanlıktır. Müslüman her toplum, İslam felsefe ve ilkelerine göre kendi Müslümanlığı nı yaratmalı ve yaşatmalıdır. Modernist Müslümanlık da İslami bir modeldir. Dinî terk etmek anlamına gelmez. Terk edilen sâdece Müslüman kültürlerden biridir. Dinler, insanların sorunlarını çözmek için gönderilirler. Bu yüzden dinler, melekler için değil insanlar içindir. İçinden çıkamadığın bir sorunun varsa, bu aynı zamanda Rabb ın da sorunudur.
25 İslâm felsefesinin içinde bulunulan çağdaki duruşunu Rabb ın bizzat kendisi belirler. Kişilerin İslam özü üzerindeki inisiyatifleri (üstünlük-öncelik) sıfırdır. İstediği Müslüman modelini yaşayabilir ama İslam felsefesine kendi istediği biçimi veremez. Bu, kendisine verilmemiş bir yetkidir. Bu yetkiyi kullanmasına izin verilen tek âdemoğlu, Muhammed dir. Ebubekir, Osman, Ömer ve Ali... Her biri birer Hazret olmalarına karşın, böylesi büyük bir inisiyatif kullanmamışlardır. İslâm, gayrimüslimlere kapalı tutulamaz. Diğer dinden olanlara kapalı olan dinler, Hıristiyanlık ve Yahudiliktir. Hak din olmanın anlamı da budur. İslâm özü, modern insanın ruhsal gereksinimlerine en doyurucu karşılığı veren yeryüzünün en tutarlı mistik felsefesidir. İslâm, sâdece Müslümanların konusu değildir. Müslümanlar, islâm ı bir felsefe değil yaşayış şekli olarak konumlandırmaya devam ettikleri müddetçe, yeryüzü gömüldüğü Filistin, Lübnan sessizliğinde yaşamaya devam edecektir. Budizm... Budist olmayanlara da açık tutulmuş bir dindir Budizm. Tibet e gittiğinde, Budist rahipler seni öteki olarak karşılamazlar. Ona göre aranızdaki terk fark giysilerin ve geldiğin yerdir. Ruhunu Budizm le rahatlatmak için, yaşam biçimini değiştirmen gerekmez. Cat Stevens ın İslam olması için Yusuf İslam olması gerekirken, Richard Gere Budizmi seçtiğinde kendisi gibi olmasının önünde hiçbir engel yoktur. Dünyanın hangi köşesine gidersen git, bulunduğun ortamda en az bir tane Mevlânâ hayranı bulursun. Bu sevginin nedeni Mevlânâ nın kim olursan ol, gel demesindendir. Mevlânâ ya kapılarını bu denli açmasına olanak sağlayan, İslâm özüdür. Mevlânâ nın Batılıları buyur ettiği yerde, açık bir İslam kapısı yoktur. Doğu mistisizmine yönelenlerin girebilecekleri tek felsefe kapısı, biraz ötedeki Budizm kapısıdır. Müslümanlar, dünyanın Filistin e karşı kayıtsızlığına isyan ederken, dünya Tibet te yaptıkları için Çin e karşı tavrını çok net olarak koymuştur. İslam dinî, peygamberin ölümünden bugüne uzanan süreçte, tümüyle erkekler tarafından yönetildi ve şekillendirildi. İslâm ın bu kadar sert bir imaja bürünmesinde şüphesiz bu erkeksi duruşun da çok büyük etkisi var. Modern dünya da, eskilerde kadını ikincil değerde görüyordu. Onlar değiştiler. Müslümanlarsa bu manevrayı gerçekleştiremediler. İslâm ın yeni imajında dişi yumuşaklığına da büyük bir ihtiyacın olduğunu söylemeliyim. Neden ezan hiç kadın sesinden duyulmaz hiç düşündün mü? Ezan, Müslüman bilinçaltında Tanrı nın sesidir. Tanrı nın imajı, korku, kudret ve azamet üzerine kurulu olunca onun sesi de bu denli kalın olmak durumundadır. Belki de erkeklerin dikkatini toplaması zor olur diye böyle olmuştur. İnsanları ibadete çağıran bir kadının sesi, erkekleri şeytani düşüncelere sürükleyecek öyle mi? Kadın, ezanı erkeklerden dinlerken dikkatini rahatlıkla toplayabiliyorsa, bunu erkekler neden yapamasın? Müslüman erkeklere yüklenen bu zaaflarla dolu insan anlamı neyin nesidir? Gerçek nedenin bu olmadığını sen de ben de onlar da biliyoruz. Müslüman ülkelerin kentli kadınları ile ilgili bir tespitim var. Onların sana kırgın olduklarını düşünüyorum. Kadın özgürlük bilinci yükseldikçe, senden uzaklaşıyor.
26 Bu tespitine ben de katılıyorum. Sana kadın ve erkek eşitliği ile ilgili ayet göstermek isterdim ama bunu yapamıyorum. Böyle bir ayet, ne yazık ki yok. İslâm, ulema sınıfını Müslümanlara kesin reçeteler dayatmaktan men etmiştir. Nasıl men etmiş ki? Ulema sınıfını tanımayarak! Kur an, hiçbir bilgine Müslümanların inançları üstünde tahakküm kurma yetkisi vermemiştir. İslam uleması, İslam ın kendisi tarafından hiçbir şekilde akredite edilmemiş, yetkilendirilmemiştir. Din, ruhun yaralarını sarmak içindir küçüğüm... Bedenlerin ihtiyaçları nasıl farklıysa, ruhlarınkiler de öyledir. Her ruh kendi derdini yüklenir. Ve bu yüzden ruhlara sunulabilecek, tek tip bir deva da yoktur. İşte dinler bu yüzden kişiselleşmek zorundadır. İslâm-Müslüman ilişkisinin önündeki en temel sorun, kifayetsiz ulemaların ailelerini geçindirebilecekleri tek meslek olarak İslam ı görmeleridir. Ulema, ondan istifade etmek yerine İslam dan istifa etmek zorundadır. Gayba iman etmek. Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Kur an-ı Kerim Bakara Suresi 3. Ayet Gayba iman? Gayb bilinmeyendir. Gayba inanan insan, bilemediği bâzı gerçeklerin varlığına iman etmiştir. Bilge, bilemediklerinin bilincinde olan insandır. Gayb felsefesi, Kur an ın denge merkezidir... Kadim bilgiler üzerine kurulu bir tedrisat, sanıldığından çok daha zorlu bir iştir. Kişiye öğretilen bilgiler, kesin ve tartışılmazdır. Diğer anda da kişinin mümin yâni bilge olabilmesi için gerektiğinde tartışabilmesi ve müspet değişime açık olabilmesi gerekir. Gayb, Kur an daki kesin ve tartışılmaz bilgilerin arasına serpiştirilmiş kara deliklerdir. Kur an gayb ile bireye şunu öğretmektedir: Şu anda vakıf olduğun bilgi kesin ve nettir. Ama bu, vakıf olacağın son kesin ve net bilgi değildir. Rabbinin sana öğrettiklerinin gerçekliğinden emin ol, ama bir gün sana yeni şeyler öğretebileceğini de hiçbir zaman aklından çıkarma. Bu özelliğiyle gayb, sonsuzluğa aralık bırakılmış bir zihin kapısıdır. İnsanlar, Ortadoğu ülkelerinin bilimde, sanatta, kalkınmada Batı dan daha geri olmalarının nedeninin İslam olduğunu zanneder. Bilinmeyen şey İslamiyet öncesinde de Batı nın Ortadoğu ülkelerinden ileride olduğudur. Hadi gel biraz tarihte yolculuk yapalım seninle. Muhammed in Arabistan ına gidelim... Gezmeye bayılırım.
27 Bulunduğumuz yerde yâni o yılların Arabistan ında göreceğimiz ilk şey, kötü diyebileceğimiz bir devlet yapısının bile olmadığıdır. Arabistan da durum böyleyken, yüzümüzü Batı ya çevirdiğimizde, Roma nın devamı olan Bizans İmparatorluğu nun oldukça medeni bir devlet yapısı içinde olduğunu görürüz. Zaman yolculuğumuzda yılları ileriye sardığımızda daha ilginç gelişmelerle karşılaşırız. Ne gibi? İslamiyet in doğuşundan sonra dünyaya yön veren icatlarda-senin deyiminle-müslüman imzalarını görmeye başlarız. 900 lü yıllarda İbn el-haitham ın, ilk kamera prototipini yarattığını, kamera kelimesinin arapça karanlık oda anlamına gelen kamara dan geldiğini görürüz. Paraşüt, yeldeğirmeni, ilk kimya laboratuarının kurulması, neşter, pens ve makas gibi 200 e yakın cerrahi alet, bir ödeme şekli olan çek, dolmakalem ve ilk diyet listesi... Bunların hepsi, İslam ın imajının henüz bozulmadığı dönemlerin meyvesi olan Müslümanların imza attığı buluşlardan bazılarıydı. Gerçek İslam, bir kalkınma projesiydi. Önce yerel, sonra küresel. İlk robotun atasının da Da Vinci nin mekanik şövalyesi olduğunu sanıyorsun. Adını yeni duyduğun Diyarbakırlı El-Jazari, Da Vinci den yaklaşık 250 yıl önce doğmuş ve güvercin i tasarlamıştı. Rakamları 800 lerde Müslümanların icat ettiğini biliyordum. Bilime bu kadar katkı getirdiklerini öğrenmek sürpriz oldu. Sanata da büyük katkı getirdiler. Bildiğin Klâsik Batı Müziği enstrümanlarının pek çoğu, Müslümanların enstrümanlarından esinlenerek üretildi. Duvarında asılı olan gitar, ud dan ilham alınarak geliştirilmişti. Flütün neyden esinlenerek geliştirildiği gibi. Müzikte bugün kullanılan notalama sistemine 800 lü yıllarda imza atmışlardı. Her toplumun, tarihinde bedevi olduğu bir dönem mutlaka vardır. Batı dünyasının başarısı, medeni olmayan geçmişinin izlerini silecek yeni imajlar yaratabilmesidir. Viking dendiğinde senin aklına sempatik çizgi film kahramanları ve burnunu kaşıyınca buluş yapan küçük Viki gelir. Viking kelimesinin içinden vahşet, yağmacılık ve hunharlık anlamları profesyonel yöntemlerle çekilip alınmıştır.
28 Müslüman Araplar, göz alıcı gökdelenler, palmiye adaları inşa etmelerine rağmen göçebe kültür algısını değiştiremiyorlar. Bedevi imajının izlerini silecek, yeni yerleşik kültür imajının eksikliği yaşanıyor. Muhammed in yaşamının önemli bir bölümü, Bedevi kültürünü yerleşik kültüre dönüştürebilme çabasıdır. Unutma ki hicret, Mekke den Medine ye yâni Medeni kelimesinin köküne doğru gerçekleşti. Mekke yi terk ettiğinde, Muhammed e kucak açanlar şehirliler oldu. Adab-ı muaşeret ilkelerini tarihte ilk ortaya koyan metin Kur an-ı Kerim dir. Tüm bunlar, Rotterdamlı Erasmus un Adab-ı Muaşeret Risaleleri nin yayınlanmasından 900 yıl öncesinde ortaya konmuştur. Tarihin akışı içinde Tanrı, zaman zaman gözden kaybolur. İnsanlık, yalnız başına olduğu o günlerde kendi yeteneklerini keşfeder. Gözle görülmeyeni yok sayan materyalizm, görünmeyenlerin dünyasını yâni felsefeyi öldürdü bu doğru. Diğer yandan da bilimi yeniden yarattı ki, bu dünya için çok önemli bir kazanç oldu. Gözle görülmeyen hiçbir şey yoktur. Bu yüzden, Tanrı da yoktur. Varoluşun tek ışığı bilimdir. Bilim adamları, Tanrı dan arındırılmış bu yenidünyada gerçekten de çok büyük bir motivasyonla çalıştılar. Tanrı dan boşalan kürsüyü doldurmak noktasında olmaları, onlara büyük bir sorumluluk yüklüyordu. Elle tutulan, gözle görülen üzerinde çok hızlı ilerlemeler kaydettiler. 1933 yılında çok büyük bir buluşa imza attılar. Maddeyi 400 kere büyütebilen elektron mikroskobunu geliştirdiler. 1938 e gelindiğinde madde, 2 milyon kere büyütülmüştü. Elektron mikroskobunun icadıyla başladıkları serüvende o kadar yol almışlardı ki, artık atomun bile içine bakabiliyorlardı. Ne vardı içeride? Sâdece küçük bir not: Sürpriiiz! Gene Tanrı Materyalizm, bilime Tanrı nın yerini alma görevini vermişti. Bilim bu görevi ifa ederken, laboratuarda minik bir iş kazası olmuş, kuantum fiziğini ortaya çıkarmıştı. Bilimin en kısık sesiyle haber verdiği buluşuydu kuantum. Çünkü atomun kara kutusunu çözen kuantum, elle tutulur-gözle görülür maddenin yapıtaşının, aslında elle tutulmaz-gözle görülemez bir enerji olduğunu ortaya koymuştu.
29 Bu benim, yâni Tanrı nın yeryüzüne geri dönüşüydü. Giderken geride bana inananlar sâdece muhafazakârlarken, dönüşümde çok sayıda bilim insanı tarafından havaalanında karşılanmak beni mutlu etmişti. Materyalizmin mezar taşında, kuantum fiziği yazıyordu. Kuvantum, materyalizmin gerçekten sonu olmuştu. Bu aslında tam da istenilen kıvamdı. Tanrı nın varlığı bir inanç meselesi olmaktan çıkıyor, aklın, mantığın ve düşüncenin konusu haline geliyordu. Hastalanmayan insan ütopya mı? Boşuna ümitle bekliyorum bu kadar zaman? Dünyada hastalığın olmaması, ilaç firmaları için hiç de sağlıklı bir durum değildir küçüğüm. Kapitalist dünya düzeninde, mistik şifacılığın ya da alternatif tıbbın teşvik edildiğine asla tanık olamazsın. Hasta bir müşteridir ve onun hep müşteri kalması gerekir. Sen kendini ait hissetsen de hissetmesen de dinin ve ırkın senin sosyal genlerinde kayıtlıdır. Amerikalı bir ateist ile Ürdünlü bir ateistin düşünceleri bu yüzden birbirinden farklıdır. Ürdünlü ateist, kaderden kaçarak ateizme sığınmıştır. Amerikalı ise, ikonik İsa dan uzaklaşma ihtiyacı içindedir. Buluştukları yer aynı olsa da, geldikleri yol farklıdır. Çünkü sosyal gen haritaları farklıdır. Sen başka bir ülkeye yerleşip, yerleştiğin ülkenin insanlarıyla yüzde yüz uyum sağlasan da onlar gibi hissedemezsin. Sosyal genler değişmezler çünkü... New Yorklular kadar New Yorklu olmuşsundur. 56 ncı cadde Madison Bulvarı nda binlerce insan yürüyordur. Ama Türk Günü nde kırmızı-beyaz o bayrağı gördüğünde gözleri dolan tek New Yorker sensindir... Ateizm bir felsefedir ve bu yüzden düşünce üretmeyi gerektirir. Ben Tanrı ya inanmıyorum ateist olmak demek değildir. Bu sâdece inanmamaktır. Eğer kendini Latince kökenli kelimelerle ifâde ederek karizmatik olmak niyetindeysen, yeni şeyler düşünmek zorundasın sevgili dostum. İnanışlar zamanla körelir. İnanmayışlar da öyle... Tanrım bana verdiğin nimetler için sana şükürler olsun. Ağzından dökülen bu cümleyi duyması gereken kişi aslında sensin. değilim... Tanrı, insanın üzerindeki nimetlerinin zâten farkındadır. Tanrı olmak, nimetleri teşekkür beklemeksizin karşılıksız vermektir. Şükretmek, Tanrı ya teşekkür etmek değildir. Şükretmek, mutluluğu elinde olmayanlarda aramamaktır. Şükretmek, hemen şimdi mutlu olmaktır. Şükretmek bilgeliktir. Şükretmek, sana yukarıda anlattığım mutluluğun sırrıdır. Şükretmek, koşulsuz mutluluk boyutudur.
30 Önemli bir konu var önümüzde. Sana Kur an ın tüm dinlerin ve felsefelerin kavşak noktası olacağını söyledim. Dünya buna hazır, Müslümanların da öyle olması gerekiyor. Eskiden Kur an sâdece onların kitabıydı. Bundan sonra herkesin kitabı olacak. En mukaddes değerlerini, dünyayla paylaşmaya hazır olmaları gerekiyor. Onlar artık, tenha bir sokağın sakini değiller. Onların evleri, işlek bir kavşağın kenarında artık. Doğu mistisizmindeki tekâmülle Kur an ın tekâmül felsefesindeki benzerliklerden rahatsız olmamaları gerekiyor. Bu kavşaktan herkes farklı nedenlerle geçecek. Hıristiyan, İsa buradaymış de geldim diyecek. Budist Kur an ın ahiret kavramı, bizim reenkarnasyonun mantıksal çelişkilerini ortadan kaldırıyormuş. de bunun için geldim diyecek. Müslümanlık eskiden özgün ve herkesten farklı bir inanç olmakla övünürken, artık tüm inançların kendi kavşağında kesişmesiyle övünecek. Bu kavşağın inşa edilmesi için ümmetçiliğin eski binalarının yıkılması gerekecek. Ümmetçilik tam olarak nedir? Ümmetçilik, din temelli Arap milliyetçiliğidir. Ötekileri potansiyel tehlike olarak gören ve Müslümanları içine kapalı bir toplum yapısına büründüren unsurdur ümmetçilik. Küreselleşmemiş bir dünyanın koşullarında ortaya çıkmıştır. İslâm âleminin küresel dünyaya ayak uydurmasının önündeki en büyük engel, ümmetçi bakış açısıdır. Müslümanlar, Doğu mistisizmine bir şeyler verirken, Kur an a uygun yeni ilimleri içine almaktan da çekinmemelidir. Jüpiter in halkaları, gezegenin manyetik alanının ve uydularının oluşturduğu karmaşık bir yapıdır bilgisine, Amerikan malı bilgi diyerek sırtını dönmüyorsan, hakikatle ilgili açılımların da hangi coğrafyadan geldiğine bakmamalısın. Çünkü bilginin milliyeti olmaz. Muhammed, ümmetine bu bilgiyi miras bırakmıştır. İlim Çin de bile olsa gidip bulunuz. -Hz. Muhammed- Türkçede bence karmayı anlatan çok güzel bir laf vardır etme-bulma dünyası diye. Şimdi düşünüyorum da aslında ilkokulda bize bilmeden karma felsefesini anlatıyorlarmış. İyilik yap iyilik bul Kim kazanmış kötülükten Kötünün başına gelmedik olmaz Kimsenin ettiği kimseye kalmaz Çocuk Şarkısı
31 Karma felsefesi de Tanrı nezdinde cezanın olmadığını anlatır. Sâdece geri-dönüşler vardır. Seçimini yaparsın. Ve karmanda bunun geri dönüşlerini yaşarsın. İyi ya da kötü, yaptığın her şey sana geri döner. Karma, ruhun etki-tepki yasasıdır. Bir insanı öldüren, bir katil karması yüklenmiştir ki, ona Tanrı nın ceza vermesine hiç gerek yoktur. Kimsenin ettiği kimseye kalmamış, katil karması kişisel cehennemde temizlenene dek onu rahat bırakmayacak ağır bir kader yükü haline gelmiştir. Günah kazanan onu kendi nefsi aleyhine kazanır. Allah Âlim ve Hâkim dir. Kur an-ı Kerim Nisa Suresi 111. Ayet Kader, geçmişten geleceğe baktığında bir defterdir. İçi senin tarafından doldurulmayı bekleyen boş sayfalarla doludur. Kader, gelecekten geçmişe baktığında ise bir kitaptır. Çünkü senin hakkındaki hüküm zamansızlık boyutunda çoktan verilmiştir. Tüm yaşamlarının bütün anlarının kayıtlı olduğu o kitabın kapağı hologramlıdır. Gelecekten bugüne baktığında kapakta Nasıl tekâmül ettim yazar. Bu günden geleceğe bakıldığında ise kapakta okunan Bir şekilde tekâmül edeceğim dir. Er ya da geç tekâmül etmen... Bütün senaryo, bu amacın bir aracıdır. Yanlış bilinen kader inancında insan, hazır bir senaryoyu oynamakla görevli bir aktördür. Senaryoda bir değişiklik yapma imkânı bile yoktur. Gerçek olansa, insanın kendi filminin senaristi olduğudur. bu filmin prodüktörüyüm... Filmin çekileceği platoyu, teknik ekipmanı özetle senaryoyu perdeye yansıtacak tüm altyapıyı sağlıyorum. Şansla ilgili bir sorum var. Onlarca piyango bileti aldım bugüne kadar. Ya bir tanesine bile bir şey çıkmaz mı? Neden, neden, neden? Piyangoda ikramiye, bilete değil kişiye çıkar. 10 tane bilet alman bir şey değiştirmez. Sana çıkacaksa, sana çıkacaktır zâten. Para, sana öğretmen olarak tayin edilmediyse büyük bir servete ihtiyacın da yoktur. Uzakdoğu bilgeleri karmanın Sanskritçe yapmak olduğunu anlatarak başlıyorlardı derse. Ders bittiğinde, tüm öğrenciler yaşamlarının anahtarlarının kendi ellerinde olduğunu biliyordu. Kader felsefesi, Müslümanlara doğru anlatılamadı. İşte bu yüzden Müslümanlar, kaderci bekleyişin toplumları oldular. Hıristiyan Batı nın, elinde yanlış anlaşılabilecek bir kader
32 bilgisi bile olmadığı için onlar, mukadderat dersini atlayarak yollarına devam ettiler. İyi de ettiler. Gerçek kader, kaderci bekleyişe çok uzaktır. İşte bu yüzden küçüğüm, Batı ve Uzakdoğu kendi otomobillerini yarattılar. Ortadoğu, onların yarattığı otomobillerin deposunu petrolle doldurmakla yetindi. Tanrı sonsuzdur ve insanın fani yanıyla arasında hiçbir benzerliği yoktur. Benzerlik, ruhtadır. Kur an okuduğunda kafanda beliren Tanrı imajı, bir kişi gibidir. Tıpkı senin gibi ama senden çok daha güçlü biridir. Allah, güçlüdür ve intikam alıcıdır 1 ifadesini ele alalım. Bana söyler misin? Hangi insan Tanrı nın intikam almasını gerektirecek bir şeyi yapma gücüne sahiptir? İntikam rövanştır ve intikam alacağım demen için ilk maçı kaybetmiş olman gerekir. Tanrı hiç kaybeder mi? Peki, neden bana kendinden bahsederken Allah kelimesini değil de Tanrı kelimesini tercih ediyorsun. Tanrı genel, Allah ise özel ismim. Allah ve İlah kelimeleri kökleri itibârıyla birbirleriyle iç içeler. Allah kelimesinin anlamı birlenmiş ilah tır. Çok Tanrılı ortamdan tek Tanrılı inanç sistemine geçiş İbrahim le başlamış, Elohim in Musa ya Tevrat ı vermesiyle devam etmiştir. Kur an la birlikte doğan Allah kelimesinin geliş amacı, çok tanrılı dinlerin çoğalttığı ilahları teke indirgemektir. Birlenmiş ilah aynı zamanda Hıristiyanlığın üçlemesine de bir cevaptır. Çok tanrılı dinlerin popülerliğini koruduğu dönemde Allah kelimesi, stratejik bir hamledir. Tek Tanrılı dinler bugün dünyaya zâten hâkim. Bugün konumuz, tek olduğundan şüphe duyulmayan o ilahın korku veren imajını değiştirmek, onun sevgi dolu yanını sana tanıtmak. Halifelik, İslam toplumları nezdinde gücün simgesi haline geldikten sonra Osmanlılar bu makamı, kutsal emanetlerle birlikte Abbasi Ailesi nden devralmışlardı. Osmanlılar, devrin en büyük simgesel gücünü ele geçirmişlerdi. Halifeliğin tarihin en güçlü Müslüman devleti olan Osmanlılara geçmesi, stratejik bir manevradır. Bu gelişmeyle birlikte hiçbir İslâm ülkesi, ne Osmanlı ya ne de bir başka İslam ülkesine hilafet sembolü üzerinden bir tahakküm kurabilir olmuştur. Allah ın Adıyla değil sâdece kendi adıyla konuşmanın çağıdır bu. Halifelik güç makamı olmuştur ve o şu anda en güçlü ellerdedir. Arap ümmetçilerinin Türklere olan antipatisinin nedeni de budur. Halifelik forsunu, ümmetlerinden almış olmaları... Halifelik, gerçekte Osmanlılar tarafından pasifize edilmiştir ki bu Müslüman toplumların kendi özgürlüklerini kazanmaları yolunda en büyük engelin de ortadan kaldırılması sonucunu doğurmuştur. Selim, halifeliği hangi nedenden dolayı aldıysa Kemal de aynı nedenle bu makama son verdi. Fanatiklerin iddia ettiğinin aksine, bu İslamiyet in aleyhine değil lehine bir gelişme
33 olmuştur. İslâm ın kendi Vatikan ını yaratmasına hiç ama hiç gerek yoktur. İslâm, bir özgürlük projesidir. Türker in İslam karmasındaki rolü, özgürlüğün öncülüğüdür. Türkler İstiklal Savaşı nı kaybetselerdi olacakları bir düşün... Bu mücadele kaybedilseydi, dünyanın karanlık yüzü halifelik sembolüne de sâhip olacaktı. Elbette onu kendi ülkelerine götürmek yerine, ruhunu satın aldıkları emin ellere teslim edeceklerdi. Hıristiyanlığa Vatikan üzerinden hükmettikleri gibi Müslümanlara da İslam halifesi üzerinden hükmedeceklerdi. Halife bugün yaşıyor olsaydı, makamını dünyanın karanlık yüzünün kendisine icazet vermesine borçlu olacaktı. Büyük Ortadoğu Projesi nin İslam halifesinin himayesi altında yürüyor olduğunu bir düşün. Ulu, Müslümanların Allah ı tasvir etmek için kullandıkları bir sıfattı ve Mustafa Kemal i, Ulu Önder diye adlandırmaya başladılar. Dahi bir asker, büyük bir devlet adamı, devrimci Cumhurbaşkanı... O bütün bu sıfatları sonuna kadar hak etmişken, zâten dine bakışı konusunda gizemli bir duruşu olan bir lider üzerinden dinî hassasiyetleri kaşıyorlardı. Zâten, Ulu Önder bir devlet adamı değil daha çok ruhani lider çağrışımı yapıyor. Ruhani lider olmak isteseydi, kendisini halife ilan ederdi. Zâten, ne olduysa onun sağlığında asla kabul etmeyeceği yakıştırmalar, ölümünden sonra gıyabında yapılmaya başlandığında oldu. im naçiz bedenim... diyen bir insanın on binlerce büstünü diktiler. Heykel, İslami hassasiyetleri alarma geçiren bir sanat dalıydı. Biliyorsun ki Muhammed Kâ be ye girdiğinde, orada ilk işi tapınılan heykelleri yıkmak olmuştu. Samimi dindarlar büyük bir imtihandan geçiriliyordu. Bu heykeller sanat adına dikildiyse, -Michelangelo veya Rodin eserleri kadar olmasa dasanatsal bir yaratıcılık beklemek hakkımızdı. Sanatsal bir yaratıcılık olamıyorsa da, o büstler onun olumlu enerjiyle dolu neşeli ruh halini ve nurasını biraz olsun yansıtabilirdi. Fotoğraflarında bu kadar gülen, heykellerinde ise yüzünü bu kadar asan dünyada ikinci bir örnek daha bulamazsın. Laikliğe bir de sen tanım getirsen meselâ. Laikliğin, dine alerjisi olan insanların savunma mekanizması olduğu yönündeki imajın ivedilikle değiştirilmesi gerekir. Dinlere alerjisi olan insanlar lâik olamazlar. Çünkü laiklik dünyada dinler var olduğu için var olmuştur. Dünyada dinler olmasaydı, dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması diye bir konu da olamazdı. Lâik bir kişinin hayatında en çok duymak durumunda olduğu kelimelerin başında din kelimesi gelecektir. Bu yolu seçtiyse, bu gerçekle barışık olması gerekir.
34 Milletin, bölünmez bir bütün olabilmesi için ortak inançlara ihtiyaç vardır. Ülkeye dair bir vizyonun, hem dinsiz, hem lâik, hem de ulusalcı olma şansı bu yüzden yoktur. Dinsizliğin ve laikliğin bir araya gelmesi ulusalcılığın aleyhine bir durumdur. Ulusalcı laiklik, İslam ın varlığına isyan etmeyi değil onu yerli yerine oturtmayı esas almak durumundadır. Tanrı, sonsuzdur ve yeryüzünde onun adının ağırlığını taşıyabilecek bir devlet yapısı yoktur. Olamaz da... Sana Suudi Arabistan dan bir örnek verebilirim. Bu ülkenin bayrağında bir kılıç var. Kılıcın üzerinde de şu yazmakta: La ilahe İllallah Muhammeden Rasulullah. Suudi Arabistan, lâik olmadığı için bir din devletidir ve bu yüzden Allah ın adını taşımaktadır. Daha doğrusu, kurucularının isteği üzerine Allah ı temsil eden bir konumlamada kurulmuştur. Arabistan, dünya arenasında Tanrı yı temsil etmektedir. Şimdi sana bir soru: Suudi Arabistan ın da millî bir futbol takımı vardı ve 2006 Dünya Kupası na katılmışlardı. Sence Arabistan Millî Takımı Dünya Kupası nda nasıldı? Çok vasatlardı. Ukrayna dan 4 gol yediler. Gördün mü bak Tanrı maç kaybetti. Hem de Hıristiyanlara karşı! Hıristiyanlarla Müslümanların yaptıkları o maçta, ikili mücadelelerden galip çıkan hep Hıristiyanlar olmuştu. Gördüğün gibi Allah ın adını yüceltmek adına yapılmış bir isimleme, O nun kendisinin ve dininin fenomenine zarar verdi. Tanrı logosunu, dünyevi olguların üzerine koymak, Tanrı nın sonsuz hükümranlığına sınır çizmektir. Tanrı gerçekte hiç kaybetmez. Kendini onunla özdeşleştirirsen, ona yenilgi duygusunu tattıran sen olursun. Devletlerin dinî sembollerden arındırılması Tanrı yı yüceltir. İnananlara baskı yapan asıl düzen lâik değil Şeriat düzenidir. Din devletlerinde, bireylerin inancı gerçekten çok büyük baskı altındadır. Bu yüzden din devletlerinde gizli ateizm çok hızlı yol alır. Şeriat devletlerinde olumsuz her şeyin faturası Tanrı ya ödettirilir. Lâik devletlerde yaşanan eksikler ise tümüyle yöneticilere mal edilir. Doğru olan da budur. Din devletlerinde demokrasi bu yüzden zor işler.
35 Din, çok güçlü bir karmadır. Eğer, Hıristiyan bir toplumda yaşıyorsan Hıristiyanlığın, Müslüman bir toplumda yaşıyorsan da İslam ın senin hayatında bir yeri vardır. Gölgeye sığınman, tepede bir güneşin olduğu gerçeğini değiştirmez. Tevbe, insanın kendisini affedip, acı tatlı tüm yaşadıklarını sevgiyle kabul edebilmesidir. Kader temizliğidir. Tevbenin mekanizmasının işlememesi, yeryüzünün en önemli sorunudur. Küresel ısınma, kuraklık, yoksulluk, kanser... tevbesizlik bunların hepsinden ve toplamından daha önemli bir sorundur. İnsan arınırsa, dünyasını sorunlarından arındıracak gücü ancak o zaman bulur. Bugün, insanlığın en büyük sorunu kendisini ve karşısındakini affedememesidir. Dinler dinleri... Devletler devletleri... Milletler milletleri... Fertler fertleri... Affedememekte. Korku ve savaş kültürü kaynağını affedememekten alır. Savaşların ve savaşımların olduğu bir dünyada, bolluğa yer yoktur. Tevbe, bolluğa bir davettir. Dünyayı barışa erdirecek olan da budur. Kişinin günahkar olması nasıl gerçekleşiyor? Günahkâr, üstündeki kader yükü ağır olan kişidir. Günah, geçmişte yüklendiğindir. Günah, gelecekte karşına çıkacak olandır. Günah, Tanrı ya değil, kişinin kendisine karşı işlenmiştir. Kim bir günah kazanırsa, o ancak kendi nefsi aleyhinde onu kazanmıştır. İnsan, kumsalda kumdan kaleler yapan çocuktur. Yaz tatilinde o kaleleri inşa ederken aslında okul hayatı devam ediyordur. Çocuklar, kalelerden çok şey öğrenir. Bu sırada üstü başı elbette kirlenecektir. Günah, tekâmül kumsalındaki çocuğun üzerine bulaşan kumdur. Tevbe de çocuğun eve dönmeden önce plajda aldığı duştur. Duşun altına giren kişinin arınamaması için hiçbir neden yoktur. Tanrı, günahların bağışlanması konusunda herhangi bir koşul getirmemiş, sınır çizmemiştir. De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.
36 Kur-an ı Kerim Zümer Suresi 53. Ayet Bir yerde hayat varsa, orada günah da vardır. Günahsız hiçbir hayat yoktur. Peygamber olarak yaşansalar bile... İnsanlığa günah işlemenin cezası ebedi Cehennem dir mesajının verilmesinden sonra olanlara bir bakalım... Bir grup insanın içi Allah korkusu ile doldu. Bugün yaptıklarının yarın ona getireceklerinden içi ürperdi ve bu onu yumuşak bir kalbe kavuşturdu. Yâni, Cennetliklerin arasında günah azaldı. Peki, Cehennemlikler tarafında durum nasıldı? Hayatında ilk defa büyük bir suç işleyen kişi, Cennet e girme şansını ebediyen kaybettiğine inanır. Bu yüzden ilk suçu, yeni suçlar takip eder. Çünkü o artık Cehennemliktir tir. Kaybedeceği hiçbir şey kalmamıştır. Onu durdurabilecek, kötülükten men edebilecek hiçbir neden yoktur. Bugünün tadını iyi çıkarmalıdır. Gelecek, onun için azap çağıdır. Azaba kadar geçecek zaman ise tümüyle onundur. Bir mekân olarak Cehennem in bugün misyonunu doldurmuş olmasının nedeni de budur. Cennet in toplu taşıma aracı Tevbe dir. Tevbe, bağışlanma değil arınmadır. Kişinin geçmişin üzerinde bıraktığı kirden arınmasıdır. Tanrı insanı affetmiştir. Sıra, insanın kendisini affetmesindedir... Ruhun tekâmülünde cinsel geçiş dönemleri vardır. Erkek-kadın-erkek-kadın olarak doğmazsın. Üst üste aynı cinsiyette bedenleşmek, fiziksel bedenine alışmanı daha kolaylaştırır çünkü. Örneğin eşcinsel erkekler, kadın-kadın-kadın enkarnasyonlarından erkeklik dönemine geçişte ortaya çıkarlar. Eşcinsellik, kişinin bu dönüşüme uyum sağlamakta zorlanmasıdır. Eşcinsellik genetiktir diyenlerin haklı oldukları ama doğru ifâde edemedikleri nokta da budur. Eşcinsellik genetik değil, karmiktir. Kişi, geçmiş yaşamlarını hatırlamıyor olsa bile, eski yaşantılarının izlerini üzerinde taşımaktadır. Giydiği erkek bedeni ni aynada bir türlü kendine yakıştıramıyordur. O hâlâ ilgi ve sevgiyle şımartıldığı kadın günlerini özlemektedir. Eşcinsellik, sapıklık değildir. Yanlış yollardan sâdece biridir. Fanatik dindarlığın, eşcinselliği sapık olarak konumlandırması onları karşı cinse yakınlaştırmaz. Dinden uzaklaştırır. Kimsenin ama hiç kimsenin din adına, ruhsal sıkıntı içindeki bu insanları sapıklıkla suçlamak gibi bir hakkı yoktur. Kendi cinsine ilgi duymaktan kendini alamayan bir kişi, bu nedenden ötürü İslam dan dışlanamaz. İslâm, ideâl aşkı kadın-erkek ilişkisi olarak tanımlasa da o kişi eşcinsel bir Müslüman dır. Dinler, kişileri yüklerinden arındırmak, dertlerini çözmek için vardır. Feminist değilim çünkü ben, kadının üstünlüğünü kimseyle tartışmam.
37 Doğurgan bir cins, tanrısallığı da en yakından hisseden cinstir. Tekâmülünü tamamlamış bir ruh, yaşamlarının birinde anneliği mutlaka yaşamıştır. Gebelik, sâdece fizyolojik bir süreç değildir. Bundan daha da fazla ruhsal bir süreçtir. Tüm hormonal değişimler, tüm sancılar ruhsal bir hazırlık ve ruhsal bir ilerlemedir. Göbek bağı, doğumdan hemen sonra kesilirken, anne ile bebek arasındaki ruh bağı en güçlü hâliyle 2 yıl devam eder. 2 yıldan sonra da anne ile çocuk arasındaki özel ruhsal bağ var olmaya bir ömür boyu devam eder. İkisi arasındaki mesâfe ne kadar uzak olursa olsun. İnsanın üç temel ruh hali vardır. Mutlu, mutsuz ve beklentisiz. Tekâmüldeki ilk basamaklar beklentisizdir. Beklentisizler, hiçbir şeyi umursamaz, hiçbir şey ummaz. Mutsuzluk, mutluluk boyutuna geçiş dönemidir. İnsanın mutsuz olmaya başlaması, mutluluğun varlığını keşfetmesiyle başlar. Mâdem bu kadar güzel bir şey var, ben buna neden sâhip değilim? diyen kişi, beklentisizlik boyutunu geride bırakmış, gözünü tam da olması gerektiği gibi yukarılara dikmiştir. Mutsuzluk mutluluğun hemen öncesidir. Televizyonda asık suratlı bir psikiyatrist gördüğüm zaman hep düşünürüm. Mutluluğuna katkı sağlaması için gittiğin kişinin yüzündeki o mutsuz ifâde, yanlış adreste olduğunun bir göstergesidir. Diyetisyene gidiyorsun, adam şişmanlıktan kıpırdayamıyor! Bunun gibi bir şey bu. İnsanı psikiyatrist olmaya iten, kendi ruhunu iyileştirme arayışıdır. Belki bunu başarmıştır. Belki de başaramamıştır... Peki, bu ruh nasıl bir şeydir? Nasıl görünür? Hangi renktedir meselâ? Senin aklına ruh deyince hep tek renkte, flu bir imaj geliyor değil mi? Aynen öyle. Ruhu hayalinde canlandırabilmen için renk ayarlarınla biraz oynamamız gerekli. Dünyada gördüğün tüm o cıvıl cıvıl renkler, üç ana renkten doğuyor. Öyle değil mi?
38 Sana ruhun, sonsuz sayıda ana renkten meydana geldiğini söylesem... Ruh, Tanrı nın bir parçası ise bana tarif ettiğin şey yoksa... Evet Tarif ettiğin bu şey aslında Tanrı nın görüntüsü! Sonunda neye benzediğin hakkında fikir sahibi oluyorum. Bize kendini neden göstermiyorsun? Ben göstermediğim için değil, sen algılayamadığın için beni göremiyorsun. Ruhun sonsuz ana renkten olduğunu az önce öğrendin. Tek bir ruhun sonsuz renkliliğini, sonsuzla çarparsan cevap sana Tanrı yı verecektir. 3 ana rengin ötesini algılayamayan sen, beni şu anda bu yüzden göremiyorsun. Zâten beni görmen, her şeyi hatırlaman olur ki, bu da tekâmülde erken finaldir. Bunun yerine ben, algılayabildiğin renklerdeki eserlerimle kendimi sana hatırlatıyorum. Peki, bu ruh sabit mi durur? Ruh, görkemli devinimler içindedir. Asla durmaz. Şu anda senin ruhunu, Taksim Meydanı nda sergiliyor olsaydık, o kadar büyük bir ışıma içinde olurdu ki, uydudan çekilmiş dünya fotoğrafları daha açık bir tonda çıkmaya başlardı. İnsanlar, ruhun dansını gördükten sonra, hiçbir havai fişek ve su perdesi gösterisine dönüp bakmazlardı. En çok merak ettiğim şeylerden biri de ruhun insanın neresinde olduğu. Nerdedir ruh tarif edebilir misin? Kolayda bir yerdeyse tabi... Bu sana bağlı. Eğer, kendini 3 değil 2 boyutlu olarak düşünmeyi başarabilirsen sana ruhunu gösterebilirim. Sana matematik üzerinden Tanrı nın varlığını ve tanrısallığı anlatmama ne dersin?
39 Bunu nasıl yapacağını çok merak ediyorum. 1,2,3,4,5,6,7,8,9... Bütün rakamların sonu Tanrı dır. Tanrı nın matematikteki karşılığı sonsuz işareti olan º dır. İnsanoğluna, sonsuzluğun içinden 3 ana renk veya 12 nokta verildiği gibi 10 âdet de rakam verilmiştir. Ve o, bu rakamları yan yana koyarak sonsuza ulaşmaya çalışır. Matematikteki º Tanrı nın makamıdır. Sıfır, tanrısal bir rakamdır. Hacmi yoktur. 1 gibi de değildir 2 gibi de... Maddelerin fiziksel dünyasında sıfır, bir hiçtir. Önce ruh yâni sıfır vardı. Fizikselleşmeyle birlikte 1,2,3,4,5,6,7,8 ve 9 doğdu. 1 ve diğer rakamlar, sıfırın ete kemiğe bürünmüş haliydi. 1 senin bedenindi. Sıfır ise ruhsallığın. Sıfır ile sonsuz arasında çok yoğun bir bağ vardı. Sonsuz, sıfırın tanrısıydı. Sıfırda, sonsuzluğun izleri vardı. Nasıl izler bunlar? Matematikte sonsuz iki türlüdür. Artı sonsuz ve eksi sonsuz. 123456789 º º -9 8 7 6 5 4 3 2 1 Sorgulayan genç beyinlerin matematik öğretmenlerine en çok sorduğu sorular, sonsuz ve sıfır üzerinedir. Gerçekte rakam alfabesi, tekâmül merdivenleridir. 1 in 2 olması, 3 ün de 4 olması tekâmüldür. Rab, matematik oyununu yaratırken kendisini sonsuz (º) olarak kodlamıştır. 123456789 rakamları çok önceden beri bilinmesine karşın sıfır yeni bir keşiftir. Roma rakamlarında sıfır bu yüzden yoktu çünkü sıfırın gayb olduğu zamanlarda oluşturulmuş bir rakam alfabesiydi. Şaşırmak için henüz erken... Çünkü sıfırın tarihçesinin, İslamiyet in tarihi ile eşzamanlı olduğunu henüz bilmiyorsun. Bugünkü sıfırla ilgili eldeki en eski yazılı kaynak, onun ilk kez 628 de (Bu, İslamiyet te Hudeybiye Anlaşması nın imzalandığı tarihtir) Arabhatiya isimli, Hintli olduğu zannedilmiş bir matematikçi tarafından kullanıldığıdır. Sıfırın insanlığa
40 bahşedilmesi, Kur an ın indirilmesiyle aynı dönemde ve aynı bölgede olmuştur. Bu bir tesadüf değildir. Kur an ın matematik örgüsü 57 üzerine de kurulabilirdi 28 üzerine de... Bu benim için çok kolaydı. Ne var ki ben 19 u seçtim. Çünkü varoluşu, tekâmülü, tanrısallaşmayı anlatacak yeryüzündeki en ideâl rakam 19 du. Neden? Bir-dokuz (19) Rakamlar merdiveninin en küçük üyesi olan 1 le başlar. Rakam merdiveninin son basamağı olan 9 la biter de ondan... Tanrı nın doğum günü işte böyle şatafatlı bir gündür küçüğüm. İnsanlar, Tanrı nın yeryüzünü değiştirmesini zor bir şey olarak hayal eder. Değiştirmek onun için o kadar kolaydır ki... Tanrı, meleklerin yeryüzüne inmesine karar vermiş midir, vermemiş midir? Mesele bundan ibarettir. Değişim, Tanrı nın bir kararından ibarettir. Ol demişse, tek bir melek bile dünyayı onun istediği kıvama getirmek için yeterlidir. Tek bir melek bile, dünyanın yazgısını deiştirme gücüne sahiptir. Tanrı nın doğum günü, şatafatlı bir gündür küçüğüm. O gün, kalkış günüdür... Rab, doğruyu yanlış üzerinden anlatır küçüğüm. Rab, üçleme yanlışı üzerinden insanları bir doğruyla tanıştırdı. Baba-Oğul eşleştirmesi, Tanrı-İnsan ilişkisini yakınlaştıracaktı. Baba- Oğul, bir metafordu ve insanların ufkunu geliştirdi. İnsanların daha önce hiç olmadığı kadar Tanrı yı kendilerine benzer biri olarak hayal etmelerini sağladı. İsa nın birinci misyonu da zâten buydu. Uzaklarda bir yerdeki Tanrı yı yakınlara getirmek. Kur an, üçlemeyi yalanlarken aslında Tanrı ile insanın birbirlerine Baba-Oğul dan daha yakın olduklarını anlatıyordu. Hıristiyanların üçleme yanılgısı, insanın tanrısal bir öz olduğu hakikatini açıklayan Kur an ayetleri için zemin hazırlamıştır. Ve o, ırzını titizlikle koruyan kadın. Onun bağrına ruhumuzdan üfledik de kendisni ve oğlunu alemler için bir mucize yaptık. Kur an-ı Kerim enbiya Suresi 91. Ayet İnsana Tanrı nın ruhundan üflendiği ifadesi, Kur an ın en stratejik mesajıdır. Kitapta 3 insanın ruhuna üflendiğinden bahsedilir. Âdem, Meryem ve İsa... Âdem in ruhuna üflendiği söylenen ayet, yaşam-öncesi-yaşam zamanlarıdır. İnsanın özünün yâni ruhunun şekillendiği zamanlardır. Meryem ve İsa ya ise dünyevi yaşamın ortasında üflenmiştir. Bu, öze dönüşün zamanının geldiğinin temsili anlatımıdır.
41 Kur an daki kullanılış biçimiyle Rahman, rahmet in isimleşmiş halidir. Allah gibi Rahman da, onun isimlerinden biridir. Kur an da Rahman kelimesi sâdece Tanrı yı anlatmak için kullanılır. Aynı Kur an da, Rahim tanrısal olan; için de kullanılmaktadır. Rahmet, saf sevgidir. Sevgi, Tanrı nın ruhunu oluturan biricik moleküldür. İnsanlığın 9. tekâmül evresine gelmesi, Tanrı nın sonsuz sevgi dolu varlığıyla buluşmak üzere olduğu anlamına gelir. Kur an bu yüzden içindeki sevgi düzlemini bu döneme dek saklamıştır. Ama aslında varoluşun kodları, Besmele de gizli. Aslolan Besmele, içeridekiler sâdece Besmele nin gerçekleşmesi için birer araç olan sure ler. Rahman amaç, Rab ise araç. Rahman olan, içeride Rab kimliğine bürünüp Rahim olanı yetiştiriyor. Her şey Rahim olanın tekâmülü için... Yâni Besmele, Kur an ın ana fikrî. Varoluşu tek bir kelimeyle özetleyebilecek kadar kelimelere iyi hükmedebilmek... Bunu nasıl başarabiliyorsun? Bu konuda yalnız değilim. Kelimelere hikmetle hükmetmek konusunda bâzı İslam bilgeleri gerçekten de çok başarılıydı. Kur an Fatiha dan, Fatiha Besmele den, Besmele Ba harfinden ibarettir. Bense, o Ba harfinin altındaki noktayım. Kur an a göre varoluş Rahman ın Rahim ler yaratma projesiydi. Ne ilginçtir ki Arapça Kur an, hayatın başladığı, insanın canlandığı yere, yâni annenin doğurganlık organına Allah ın isimlerinden birini vermişti. Ana rahmi, Rahim olma serüveninin ilk durağı. Tanrı nın ruhunun, tanrısala üflendiği yer. Besmele, Kur an dan işe neden diğer ayetler gibi numaralı değil? Besmele, Kur an dan değilse neden orada? Sonradan mı eklendi? Hani kitap asla değiştirilemeyecekti? Bu soruları değil İslam âlimleri soruyor. Kur an indirildiğinde Besmele nin yanında ayet numarası yazmıyordu. Çünkü yanında yazması gereken rakam henüz icat edilmemişti...
42 Yaşam, üzerinde adının yazdığı boyama kitabındır. Tanrısalların yapmadığı şey, tapınmaktır. Tanrısallar, hiçbir şeye tapmazlar. Tanrı nın ruhundan üflenmiş olmanın sorumluluğu budur. Hiçbir şeyden korkmazsan hiçbir şeye tapmazsın. Tanrı, korkmamaktır. Tanrısal olduğun için, bana bile tapmamanı söyledim sana, bu doğru. Bana tapmayan sen, paraya da tapmamalısın. Güce de tapmamalısın. Ve en önemlisi, kendine de tapmamalısın. Egon seni kendine tapındırdıkça sen daha da küçülürsün. Sonsuzluk boyutundan koparılırsın. Tanrısal olmak işte budur. Egon seni, diyerek büyütmeye çalışır. Oysa sen dediğin anda, içindeki sonsuz tanrısal ruhu tek bir benlikle sınırlamış olursun. Onu yalnızlaştırırsın. dediğinde sen ve birbirimizden kopmuş oluruz. Sen, ancak değil biz dediğin anlarda büyüyebilirsin. Kendine tapındığın an, dünyevi özelliklerinle sınırlı biri olursun. Bu yaşamdaki amacımız, senin egonu öldürmek değil, egonu özgürleştirmektir. Peki alimler İslam ın mezheplere bölünmesine nasıl bir açıklama getiriyorlar? Soru: İslamiyet bir olduğuna göre mezhep ne için dört olmuştur? Cevap: El bir tane olduğu halde, parmakların beş tane oluşu nasıl bizim iş görmemizi kolaylaştırmakta ise, mezheplerin durumu da aynen öyledir. O çok güçlüydü. Ondan çok çekinirlerdi. O varken, böyle bir mücadele mümkün değildi. O yüzden, doğru bir zamanda işe koyuldular. Peygamber, vefat eder etmez... Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah kitabı Kur an dır. -Hz. Muhammed in veda hutbesinden- Hutbedeki bu ifâde, peygamberin ölümünden sonra çok küçük bir revizyona uğramıştı. Emanet birken, birden iki oluvermişti. Benden sonra yolunuzu sapıtıp dalalete düşmemeniz için size iki emanet bırakıyorum. Onlar: Allah ın Kitabı ve Peygamberin Sünnetidir. Benim sünnetim değil peygamberin sünneti... Bir insan kendisinden 3. bir kişi olarak bahseder mi? Bu hutbeye üçüncü kişilerin elinin değdiği çok açık!
43 Muhammed e gelince... O, kitap getiren bir elçidir. Beraberinde, asla değiştirilemeyeceği baştan açıklanmış bir kitapla, varoluşun son kutsal kitabı olan Kur an-ı Kerim le gelmiştir. İşte bu yüzden Kur an ın yanında Sünnet ini emanet bırakamaz. Allah ın elçileri ya Sünnet lerini ya da kitaplarını emanet bırakırlar. İkisini aynı anda bırakamazlar. Çünkü Sünnet ve kitap bambaşka iki mesaj kanalıdır. İki farklı stratejiye aittirler. Bir gün o iki kanalın, birbiriyle çelişeceği çok açıktır. Kur an ın, insanlığa dünyanın son gününe kadar eşlik edeceği daha en baştan bellidir. Bu, bin yıldan daha fazla bir süre Muhammed in varoluşun anahtar insanı olacağı anlamına gelir. Hiçbir Sünnet, kulaktan kulağa aktarılarak bu kadar yıl yaşayamaz. Sünnet in değişime uğraması ve aslından uzaklaşması muhtemeldir. Bu basit gerçeği, Rab da bilmektedir. Sünnet, çağlar geçtikçe aslından çok farklı yerlere gelir. Nitekim Kur an, eski elçilerin aslından sapmış hikâyelerine bu yüzden sık sık açıklık getirme ihtiyacı duymuştur. İslâm ın Kur an dan Sünnet e kaydırılması aslında, dinin yeni den eski ye kaydırılmasıdır. Farklı bir konumlandırma stratejisidir ve onların amaçları için son derece yerindedir. Hiçbir sünnet kendini yenileyemez. O, geçmişten alınmış bir kesit olarak kalacaktır. Kur an toprağında yeşeren bir bitkidir. Sünnet ise, dalından koparılıp kurutulmuş bir çiçektir... İslam ın sünnet merkezine yerleştirilmesi eski nin aldığı bin yıllık derin bir nefestir. Kur an daki mümin modeli, düşüncenin gücü üzerine kuruludur. Kur an, insanları, sürüleştirmek isteyenlere, ihtiyaç duydukları hiçbir sloganı vermez. Kitap, kişilerin diğer kişiler üzerindeki tüm imtiyazlarını yerle bir eder. Düşünebilen insan tipi mümin, efendilere hayal ettikleri bir iktidar alanını bırakmaz. Düşünmek, inanmaktan daha çok gayret gerektirir. İnanmak insanlara daha kolay geldiği için stratejilerini bunun üzerine kurarlar. Biz sürekli düşünürüz. Sizin yerinize de... Müslüman bilinci, düşünme eylemini başka insanlara delege edince, şeyhlik endüstrisi de en kârlı sektörlerden biri haline gelir. İslamiyet in kendisi arapça dilini yaygınlaştırma projesi değil, bunu unutma. Biz hiç bir elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Kur an-ı Kerim İbrahim Suresi 4. Ayet Ayetten anlayacağın gibi, Tanrı nın kişilerle kurduğu ilişkinin iletişim dili, kişinin kendi anadilidir. İnsanın yeni bir dil öğrenmesi, zorlu bir süreçtir. Bir yanda hakikatin zâten meşakkatli olan yolu... Diğer yanda da bu yolun kendi dilinde olmayan yönlendirme tabelaları... Yükün üzerine bindirilen, fazladan bir yüktür bu. İslâm da amaç, Kur an ın manasına erişmektir. Tanrı, bu yüzden insanları ikinci bir dile yöneltmez. O, yeryüzündeki bütün dilleri zâten bilir. Dilsizleri duyar, sağırlara sesini duyurur. Dil, onun için sâdece bir araçtır. Amaç, indirdiği dinin içeriğinin anlaşılmasıdır. İnsan beyninin en yaratıcı olabildiği
44 dil de anadilidir. İnsan zihni, anadilde çalışır. Düşünceler, hayaller, şüpheler, duygular bunların hepsi anadildedir. Din de bu yüzden anadilde yaşanması gereken bir olgudur... O zaman Kur an-ı hatmetmenin ve ezberden okumanın bir manası yok. Ezber, beynin hafıza lob larıyla ilgili bir konudur. Akıl, yaratıcı düşünce, hayal gücü, bunlar hafızadan daha farklı bir beyin lobunun görevidir. Bilgisayar dilinden konuşacak olursak, Kur an ın ezberlendiği yer hard disk tir. Hard disk sâdece bir arşiv görevlisidir. Ezberlenenlerden çıkarımlar yapabilecek tek yer bilgisayarın işlemcisi yâni RAM idir. Kitabı, dışarıdan taktığın bir CD den ya da bilgisayarın kendi hard diskinden yüklemen bir şey değiştirmez. Asıl iş RAM de başlayıp RAM de bitmektedir. Yahudilerle Müslümanlar arasındaki tatlı rekabet tam olarak nasıl olacak? Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez. Kur an-ı Kerim Maide suresi 51. Ayet Kur an daki Yahudi şifresi, gericiliğin enerjisini simgeler. Yahudilere dönük ayetlerin amacı, gerici Yahudi felsefesine karşı Müslümanları temkinli olmaya çağırmaktır. Amaç, İslam ın kaderinin Hıristiyanlığın kaderi gibi olmamasıdır. İslâm ın sonunu Hıristiyanlığın sonundan farklı kılacak olan, Kur an felsefesidir. Ahir zamanda insanların karartılmış dünyalarını aydınlatacak tek ışık Kur an dır. İslâm ın orta yerine kadar sızan gericilik enerjisinden arınmak, Müslümanların birincil konusudur. Bu sorun çözülmeden, İslam la ilgili hiçbir sorun çözüme kavuşturulamaz. Gericilik, 1000 yıllık bir fitnedir. Bugün, İslam ile terörist kavramlarının yan yana gelmesini organize edenler her kimse, İslâm ı gerici bir din olarak konumlayanlar da onlardır. Krallıkları krallar yönetmedi. İmparatorlukları da imparatorlar yönetmedi. Devletleri hükümdarlar, hükümdarları ise yanlarındaki bilgeler ve bilginler yönetti. Bilginin ve bilgeliğin gücü, sandığından daha büyüktür küçüğüm... Dünya tarihi, tezlerin tarihidir. Tezleri, hükümdarlar değil geri plandaki düşünce platformları oluşturur. Hükümdarlar sâdece uygularlar. Amerika daki think-tank ler, bu süper gücün gizli yöneticileridir. Hiçbir iktidar, arkasında ideoloji desteği olmadan savaş gibi ağır yüklerin altına giremez.
45 Çok iyi biliyorsun ki, yeniden konumlandırma projelerinde trade-off lar kaçınılmazdır. Yâni, sana katma değeri olmayan, istediğin sonuçları alamadığın sektörlerden çekilmek ve asıl işine odaklanmak... İslam ın asıl işi, bir kıyafet biçimini hâkim kılmak değildir. İslâm bir moda değildir ki... Bütün dünya örtünse İslam bundan hiçbir şey kazanmaz. Bir gün bütün dünya içkiyi bırakırsa bu, İslâm ın dünyaya hâkim olduğu anlamına da gelmez. İslâm ın dünyaya hâkim olması, barışın yerküreye egemen olması ve mazlumların özgürlüklerini kazanmasıdır. Putperestlik, somut ve elle tutulur olana dönük bir inanç. Aksesuarlara kutsal anlamlar yüklemeye, semboller yaratmaya çok yatkın bir inanç. Camiye sağ ayakla girmek gibi ritüeller, aslen putperestlerin kendi mabetleri ile ilgili oluşturdukları kültürden gelir. İslâm felsefesi çok köklü ve bir o kadar da ağır bir zihniyet dönüşümüdür. Bir putperest, kelime-i şahadet getirdiğinde, bir anda bir paradigm shift2 yaşayamaz. Onun dünyasının İslam a göre yeniden oluşturulması zaman alacaktır. Giyim kuşam konusu da böyle mi? Müslüman tarikatlarda, İslami zannedilerek sürdürülen dış görünüş biçimi, Müslümanlığa yatay geçiş yapan Yahudilerin eseridir. Bunu yerinde görebilmek için tek ihtiyacın olan bir âdet Tel-Aviv e gidiş-dönüş uçak biletidir. Şehre vardığında koyu dindar Yahudilerin dış görünüşleri, sana oldukça tanıdık gelecektir. Yahudileri lanetli ırk olarak gören koyu dindar, Müslümanlarla, düşman Yahudilerin dış görünüşleri neredeyse birebir aynıdır. Sarkık sakal İsrail de değişmez bir modadır. Onu tamamlayan takke İsrail de de en çok satan aksesuarlardandır. Değişen tek şey takkelerin ebadı ve desenleridir. Peki, bilge ile entelektüel aynı kişi midir? İslâm tarihi, bilgelerle ile bilginlerin birbirine karıştırılmasının tarihidir. Çok bilgi insanı bir alanın bilgini yapar, bilge yapmaz. Bilge, okuma-yazma bilmiyor bile olabilir. Bilge, çok okumuş da olabilir hiç okumamış da olabilir. Kesin olan, onun çok düşünen biri olduğudur. Bilgi iyidir ancak okumuşlukla bilgelik arasında doğru orantı yoktur. İslâm, bilginle bilgenin ayrımını daha en baştan koymuştur. İslâm ın peygamberi bilgin değil bilgedir... Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı. Kur an-ı Kerim Ankebut Suresi 48. Ayet Bilgiden fikir üretmeyen kişi entelektüel değildir. İnsanları fikirle değil, bilgiyle etkileme çabasıdır bu. Müslüman entelektüellerin arasında da bu tipte pek çok insan vardır. Kur an-ı ezbere bilirler. Bir ayet aktaracakları zaman, söze aksanlı Arapçalarıyla başlarlar. Herkesin Türkçe konuştuğu bir ortamda, insanların bilmediği bir deli, Arapçaya bu ani gidişin bir amacı vardır. Karşısındaki zâten Arapça bilmiyordur. Kur an-ı ezbere de bilmiyordur. Hâttâ belki
46 hayatında Kur an-ı Kerim i hiç okumamıştır. Aradaki bu tezat, Kur an ı ezbere bileni bir anda entelektüel makamına oturtur. Onlardan her şeyi bilmelerini beklemek de yanlıştır, onların takındıkları Tanrı nın ilim denizinde baştan sona yüzmüş edası da yanlıştır. Kur an, bilmekle ilgili değildir. Kur an, öğrenmekle ilgilidir. Kur an varmak da değildir. Kur an, yol almaktır. Bilemiyorum demek bir erdemdir. Erdemsizlik olan Asla bilemeyiz. Kimse de bilemez demektir. Bu sâdece insan aklını kısıtlamak değildir. Bu, Rabbın ilmini de kısıtlamaktır. Emin olmanı istediğim şey, hakikat ile şüphenin mücadelesinde hakikatin her zaman galip geleceğidir. Bilge, her şeye şüpheyle yaklaşan, şüphesinden kazançla çıkan kişidir. Şüphe bu yüzden iyidir. Bilgeler, Tanrı nın mevcut düzeni devam ettirmek için ayet indirmediğini bilirler. Ayetlerin tek görevi, değişimlerin, devrimlerin, dönüşümlerin kıvılcımını yakmaktır. İnsanların tümü tekâmül ettiğinde, yeryüzünde hayat da sona erecektir. Bugün dünyada hayat devam ediyorsa, bunun nedeni daha öğrenecek ve değiştirecek şeylerin olmasıdır. Bilgi, en büyük güçtür. Bu söz sana çok teorik geldi değil mi? Peki ya buna ne dersin? Entegre devreler, elektronik fonksiyonların verimliliğini artırabilir 1950 lerde ortaya çıkan bu basit ve teknik bilginin yarattığı devrim sayesinde bugün seninle bilgisayarda yazışabiliyoruz. Büyük devrimlerin arkasında küçük bilgiler yatar. Ayetlerin de durumu böyledir. Tek bir ayetin, yorumlanış biçimi tüm dünyanın kaderini değiştirebilir. İslâm entelektüel sermayesinin veznesinde Biz bilemeyiz, onu Allah bilir diyen insanlar oturdular yüzyıllarca. Ulema sınıfı, yaşamı araştırmanın Tanrı ya meydan okumak ve onun varlığını sorgulamak olarak görüyordu. Biz bilemeyiz den başka bir söz bilmeyen insanların bilgin olarak adlandırıldığı tek dünya Müslümanların dünyasıdır küçüğüm. Bilginin tanımı bilememek üzerine kurulunca, öğrenme ateşiyle yanıp tutuşan Müslüman gençlere düşen de oturmak ve boyun eğmek olmuştur. O gün statükoculuğun gönderine İslam bayrağının çekildiği gündür. İslâm ın devrimci ruhu gitmiş ve Müslümanlık tutuculuğun yeni adresi haline getirilmiştir. Dinlerin benim ilham ettiğim orijinal hali felsefe formundadır. Zaman ilerledikçe, felsefe bir kültüre dönüşür. Din, ne zaman bir kültür halini alsa, ben hep yenisini göndermişimdir. Tanrı nın gönderdiği dinler birer kitaptır küçüğüm. İnsanlar onu sonradan televizyonlaştırırlar. Her şeyin görüntülere ve sembollere indirgenmesi, dindeki derinliğin sığlaştırılmasıdır.
47 Eğer bir yerde peygamber kelimesini duyuyorsan durman ve düşünmen gerekir. Tanrı nın yeryüzünde olup bitenden memnun olmadığının ve değişime karar verdiğinin simgesidir peygamberler. Peygamber, müspet değişim demektir. Devrimciler, artlarında asla tutuculuğu Sünnet olarak bırakmazlar. Son peygamber Muhammed in bıraktığı tek bir Sünnet vardır o da Kur an ın rehberliğindeki müspet değişimdir. Aleviler hakkında ne düşünüyorsun? Ali, İslamiyet in ilk bilgelerindendi ve peygamberin de en büyük yardımcısıydı. Ali nin peygamber sonrası dönemde İslam da hak ettiği ölçüde ön plana çıkmadığı konusundaki rahatsızlıkları ilk bakıştı doğru ve yerindedir. Oysa bu da peygamberin kurduğu strateji oyununun bir parçasıdır. Peygamber dört halifenin en sonuncusu olarak en güvendiği ismi, Ali yi seçmiştir. İslâm ın kendi kurgusunda bir değil iki asr-ı saadet vardır. Birinci mutluluk yüzyılı Muhammed dönemidir. İkincisi ise dünyanın son yüzyılı olan ahirzaman dır. Ahir yüzyıl aynı zamanda beklenen Mehdi nin ve İsa Mesih in çağıdır. İslâm ın gerçek ve nihai tarihi bu son yüzyılda yaşanacaktır. Tüm oyun planı ve tüm hazırlıklar bu döneme dönük yürütülmüştür. Ali ye dönecek olursak. Ali, bu iki saadet yüzyılının arasındaki geçişi sağlayan ehil eldir. Ali den sonraki dönem, her ne kadar İslam dünyada büyük bir yayılım göstermiş olsa da gerçekte bir uykuya dalış dönemidir. İslâm felsefesinin özünü gizlediği dönem, Ali sonrasındaki geçiş dönemidir. İslâm ın birinci perdesi Ali yle kapanmıştır. İslâm ın ikinci perdesi, bu genç bilgeye şükranlarını yakışır bir şekilde sunacaktır. Alevilerin Ali ile karmik bir bağlarının olduğu da bir gerçektir. Tanrısallaşmayı konuşuyorsak Alevilere tek mesajımız İçindeki Ali yi bul olur. Böbreklerin sağlıklıysa, vücudundaki sıvı dengesini sağlamak için diyaliz makinesine bağlanman anlamsızdır. Kendi beynin dururken, başka beyinlerle düşünce diyalizi içine girmen de anlamsızdır. Düşünme, devredilemez. Düşünme, düşünürlerin konusu değildir. Her zihin kendi limitleri içinde, sürekli çalışmak zorundadır. İşte bilge, sana bunları anlatandır. Bilmediklerini sana vererek senin zihnini ateşliyorsa, düşündürüyorsa o bilgedir. Bu arada misyonerlik faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsun? Bedava İnciller Müslümanları çileden çıkarıyor. Bence, Müslümanlar da bedava İncil dağıtmalılar. Bir Kur an la birlikte... İnsanlar İncil i de okusunlar, Kur an ı da. Aradaki farkı, en bilgisiz olarak kabul edilen insanlar da görecektir. Kutsal bir kitapla, kutsallığını yitirmiş bir kitap rekabete girdiğinde, hangisinin kazanacağı çok açıktır.
48 Bir kişi, insanlığın en büyük düşmanı olduğu ortaya çıksa bile tanrısal masum bir ruha sahiptir. Senin de bir ruh olduğun gerçeğini unutmazsan, tartışma olması gerektiği gibi yürür. Bir yanınla onun derinliğinde yatan sonsuz masumiyeti dikkate alırsın. Diğer yanınla da onu kötü adam rolünden uzaklaştırmaya çalıştırırsın. Sinirlenmek zorunda kalırsan, böyle sinirlenmeni tavsiye ederim. İslâm da zorlama yoktur. Diğer inanç sistemlerinde de öyle olması gerekir... Peygamberin savaşmasının nedeni, dönemin egemen inanç sistemi olan putperestliğin İslam inancına dönük baskılarını ortadan kaldırmak ve kişileri özgür kılmaktır. İslâm da kişileri dine katmak adına savaş bu yüzden yoktur. İman, özgür iradenin konusudur. İslâm, Müslüman olma özgürlüğüne sâhip olabilmek adına savaşmıştır. Bu konudaki samimiyetini de fethettiği yerlerde insanlara Müslüman olmama özgürlüğünü tanıyarak ispat etmiştir. İman tam olarak ne oluyor? Kur an da bahsedilen iman, inanç değildir. İnançların kaçınılmaz kaderi, bir tarihte başına batıl sıfatının gelmesidir. İnanışlar zayıftır ve zamana karşı direnci çok düşüktür. Metallerin bile yorulduğu bir kozmozda, inanç varoluşun baskısı altında eriyip yok olmaya mahkûmdur. Gerçek iman, düşüncenin gücüdür. Katı olmadığı, şüpheye açık olduğu için düşünceler, hep diridir. Düşünceler katı değildir, şüpheye açıktır ve bu durum onları hep dinç kılar. Tanrı ya İnanç mı düşünce mi? Hangisine sâhip olmamı daha çok istersin? diye soracak olursan alacağın cevap düşünce olacaktır. İnanç ezberlenir, düşünce geliştirilir. Ezber kolaycılıktır. Akıl yürütmek bu yüzden daha değerlidir. O zaman iman, ancak özgür düşüncenin ulaşabileceği bir yer. Sürekli doğru davranma ve doğru hareket etme baskısı, imanın aleyhinde bir durumdur. İman ın içinde yanlış yapmak, yanılmak da vardır. Yanılma fırsatın olmazsa, doğru davranışı sen seçmiş olmazsın. İman, kalple ilgili bir konudur. İçtedir ve içtendir. İman, dış görüntüye değer vermez. Rabbın kamerası, insanın fizikî bedenini kaydetmez. O sâdece, yürekteki duyguyu ve zihindeki düşünceyi kaydeder. Dışarıya değil içeriye bakar.
49 Şüphe ile bilgeliğin ilişkisi nedir? bilge, kuşkularıyla nasıl başa çıkar? Kuşku, bir öğrenme metodudur. Kuşku, merakı yaratan mekanizmadır. Kaşif, merakının ardına düşen kişidir. Keşifle kuşku arasında bu yüzden, çok güçlü bir ilişki vardır. Müslümanlık kültürünün en büyük eksiklerinden biri şüpheyi reddetmektir. Şüphe insanlar içindir. Bastıramıyorsak n apıcaz? Şüpheye onun kendi diliyle cevap verebilirsin. Yâni, kafanı kemiren şüpheyi kemirecek karşı bir şüphe geliştirebilirsin. Ki bunun yolu da felsefeden geçer. Felsefe, fetva vericilerinin asla kalkışmadıkları bir şeydir... Şüphenin lanetlenmesinin tek bir geçerli sebebi olabilir: Onu giderecek gücü kendinde bulamamak. Şüphe ancak düşünerek giderilebilir. İnsanlardaki en üst düzey İslami vesvese şudur: Ya Kur an Allah katından değilse? Bundan nasıl emin olacağım? Dikkat ediyorum da, bana her şeyi sorgulatıyorsun. Bir şey hariç: Kur an! Sahi neden onu sorgulamıyoruz? Haklısın. Sana Kur an ın benden olduğunu asla sorgulatmadım. Sorgulatmayacağım da... Sana İstanbul-Ankara treninin makinistliğini yapmak ister miydin diye sorsam bana ne cevap verirdir? Hiç bana göre değil der, yazdıysan bozmanı rica ederdim. İstanbul dan Ankara ya arabanla gazlaya gazlaya gitmeye bayılıyorsun. Aynı yolculuğu bir tren makinisti olarak yapmanın hoşuna gitmeyen yanı nedir?
50 Çok basit. Ben önceden çizilmiş bir çizginin üzerinde gidip gelemem. İntihar ederim herhalde. Çok sıkıcı. Ben hata yapma ihtimalim olmazsa yaşayamam! Arabayla da trenle de aynı yere gidiyorsun. Arabanı kullanırken hız yapma, frene basma, risk alma, gerekli yerde sollama ve başarılı bir sollamadan sonra derin bir nefes almanın hazzını yaşıyorsun. Çünkü otobanda pek çok şerit var. Raylarda ise birileri tarafından önceden çizilmiş takip etmen gereken tek bir çizgi var. Er ya da geç gitmen gereken yere ulaşacaksın. Hangi yoldan, hangi hızla geçeceğin tamamen senin elinde... Şimdi düşün ve lütfen bana cevap ver. Kaderinin çizgilerini çizmeyi sana bırakmam, sana sunulmuş değerli bir armağan değil mi? Beni kader konusunda kıstırdın kabul. Tren makinisti kariyeriyle tehdit ederek de olsa... Sezgilerine kulak vermeyi niye denemiyorsun? Sezgiler, sâdece olgularla ilgilenir. Sezgilerinin dilini öğrenmelisin. İnsanlara karşı hissettiğin o duygunun adı, önsezi değil önyargı dır. Sezgilerim bana neyi sezdirtmeye çalıştığını da sezdirtse keşke. Anne karnında dokuz ay on gün bunun eğitimini almıştın. Hayata ilk bakışın üçüncü gözünle olmuştu. Büyüdükçe, herkes gibi iki gözle yetinmeyi öğrendin. Nasıl bir şeydir bu üçüncü göz? Üçüncü gözün senin gece görüş gözlüğündür. Zifiri karanlıklarda yolunu alnından çıkan o ışık aydınlatır. Kaybolduğunda iki gözünle bulamadığın yolları aydınlatmak için oradadır. Bana hangisi daha zordur; kör olmak mı üçüncü göz tembeli olmak mı diye sorarsan, cevabım her zaman ikincisi olacaktır. Önce Musa nın Rab ile konuşması konusunda herkesin düştüğü yanılgıyı düzeltelim. Musa nın duyduğu, kendi içinden gelen kısık bir sestir. Ona Ey Musa, gerçekten ben, güçlü ve üstün, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah ım diyen sese, bir içsestir. Dış ses değil... Tanrı nın sesini, sezgilerine kulak verebildiği için duyabilmiştir. Musa, o ateşi görebildiği için peygamber olmuştu. Muhammed i Hira ya getiren sesle, Musa yı ateşle buluşturan ses aynıydı.
51 Şimdi durmalı ve düşünmelisin. Kim bilir sen, bugüne dek senin için tutuşturulmuş hangi ateşlerin önünden geçip gittin ve neler kaybettin... Yoksa sen hepimizle konuşuyorsun da biz mi farkında değiliz? Tanrı herkesle konuşur küçüğüm. Sezgiler Tanrı nın fısıltısıdır. Ancak bilge insanlar bu gerçeğin farkındadır. Bunun nedeni sezgi cümlelerinde Tanrı nın senden diye bahsetmesidir. Aramakta tereddüt ettiğin birini aradığında cep telefonunun kapalı olması bir işaret olabilir. Sorman durumunda sana telefonunu hiç kapamadığını söyleyecektir. O konuşmanın olmaması senin için daha hayırlı olabilir. Zorlarsan ona elbette ulaşabilirsin. Zorlayarak yaptığın o konuşma, istediğin gibi neticelenmeyecektir. İyi de bazen zorlamak gerekiyor bâzı şeyleri. Bunda yanılıyorsun. Doğru kapı senin için her zaman açıktır. Dokunduğunda seni içine almaya hazırdır. Önünde olduğun kapı kapalıysa, ona gelinceye kadar pek çok kapıyı çaldıysan ve açılmadılarsa, kabul etmen gerekir ki senin kapın başka bir kapıdır. Seni bekleyen, sâdece senin için aralık bırakılmış sana ait, senin kapın... o kapıyı bulana dek aramaya devam etmelisin. Kapalı olan kapı yanlış kapıdır. Doğru olan kapı her zaman aralıktır. Ve etrafı işaretler le doludur. Filmlerin mutlu veya mutsuz sonla bitmesinin, yapımcı açısından hiçbir farkı yoktur. İkisi de aynı bütçeye mal olacaktır. Güzellikle sıkıntının yaratılmasının da Tanrı açısından bir farkı yoktur. Tanrı nın sana hayal ettiklerini yaşatması onun için çok kolaydır. Tanrı katında zor diye bir kavram yoktur çünkü. Sana sunulan güzellikler, Tanrı için asla bir yük değildir. Seni seven Tanrı, seni hep mutlu etmek ister. O zaman ver işte istediklerimi. Neden vermiyorsun? Her istediğine, kolay bir biçimde kavuşabildiğin bir dünyanın sana öğretecekleri çok ama çok azalır. İnsan, yapısı gereği sıkıntı ortamında kendini daha çok açar, öğrenmeye daha istekli olur. İyiye kavuştuğunda, kendini kapar ve iyiyi sürekli kılmak adına kendini korumaya geçer.
52 Hıristiyanlar dünde, Müslümanlar yarında yaşarlar. Bugünü yaşayanlar Yahudilerdir. Kafama takıldı. Gerçek İncil ortaya çıkıyor. Neden bir de Kur an var İsa nın elinde? Hıristiyanlığa gerçek İncil e göre şekil verse, her şey aslına dönse. Nasıl buldun senaryomu? Microsoft, Windows 98 e neden artık destek vermiyor? İnsanlar XP kullansınlar diye. 98 mi kaldı artık? İşte de güncelleme hizmetlerimi, İncil için değil Kur an için geliştiriyorum. Bilmek istersen diye söylüyorum. Ömrü uzatmanın, yaşam kalitesini yükseltmenin asıl yolu, özündeki çocuğu bulmaktır. Kendi mağaranın karanlıklarındaki çocuğu bulabilirsen çok uzun yaşarsın. Eğer bulamıyorsan... Bu durumda, Tanrı ya ve onun meleklerine düşen seni dünyaya yeniden getirmektir. Her kitabın bir özü vardır. Kur an ın özü Mukatta harflerdir. -Hz. Ali- seni Son Tefsir i kaleme alman için tuttum. Tefsir ve! Şaka mı bu? Korkarım hayır Yahu uçuk bir adamım. Küpem var benim! nasıl tefsir yazarım? Hadi yazdım, insanlar bana nasıl inanır?
53 Tefsirler hep didaktik ve öğretici olmak zorundadır. Bu, insanların Rabbı tanımamasından kaynaklanan bir önyargıdır. Rab dümdüz anlatmaz. Rab renk ve heyecan katar. Rab, dersleri en zevkli geçen öğretmendir. Bak o zaman tefsir, roman şeklinde olsun. Mistik bir roman... Bu fikir gerçekten hoşuma gitti. Mâdem formatı sen belirledin, kitaba ismini benim vermeme ne dersin? Elbette. İstersen önsöz bile yazabilirsin! Romanımızın adı nedir? Tanrı nın Doğum Günü. Kitabın kapağını da bir hediye paketi olarak tasarlamanı istiyorum. Tefsiri kaleme almaya karar verdiğinde sonsuz bir özgüvene ihtiyacın olacak. Kibirli insanların sözlerine aldırış etmeden, sırtına ne yüklerlerse yüklesinler yoluna devam etmelisin. Sen de kim oluyorsun? Çıldırmış bu? Bize dinî anlatmak sana mı düştü? bu sözlere hiç aldırış etmemelisin. KAYNAKÇA Tanrı nın Doğum Günü / Burak ÖZDEMİR Üçüncü Basım: Mayıs 2007 GÜZEL DÜNYA Yayınevi *** ASUR YASALARI, KADIN ÖRTÜLMESİ VE TÜRBAN Fahişe örtülü değil, başı açıktır (Asur yasaları) Mü'min kadınlara da söyle; gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: Görünmesi zaruri olanların dışında ziynetlerini açmasınlar ve (baş) örtülerini yakalarının üzerine vursunlar; ziynetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından
54 yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. (Kuran-Nur Suresi) 18.12.2003 Şimdi sadece folklorik değer kabul edilen eski toplum giyim-kuşam biçimleri, tarihte bireyin, konumuz bakımından kadının, hangi toplum birim aidi ve sosyal konumunun ne olduğu sorularına doğrudan yanıt sunan belirlenim araçları olarak kullanılmıştır. Saç, sakal, bıyık biçimleri; boyun, kol ve ayak takıları; giysi renkleri ve giyiniş tarzları vb. eski toplumda bir bakıma günümüzün modern kimlik kartları anlamı taşımaktadır. Hızma, küpe, alındaki döğme, kolye, bilezik, alınlık, şapka, yaşmak, madeni takılar, el, tırnak, yanak, göz boya ve kınaları vb. sonraki bozulmuş halleriyle süs ve ziynet araçları haline gelmeden önce, eski toplumun her bireyi bakımından kullanımı zorunlu ve bu bakımdan kader ve belirleme sembolleriydi. Geçen yüzyılın sosyoloji araştırmaları, henüz bir örtünme duygusu ve olanağı bulunmayan Amazon, Avustralya ve Afrika yerli topluluklarının birbirlerini bu tür belirleme araçları üzerinden tanıdıklarını doğrulamıştır. Bu belirleme sembolleri, hem bireyin hangi toplum birimine ait olduğunu ve hem de o toplum birim içyapısı bakımından bireyin sosyal hak ve yükümlülüklerini anlatıyordu. Şimdiki (torun) bireyler, kuş tüyü, hayvan kemikleri veya ulusal özellik taşıyan renklerde manevi, metafizik anlamlar bulsalar da, bu araçların hepsi geçmişte, her bir (gerçek) topluluğu ve onun erkek ve kadınlarını belirleyen sembollerdi. Daha gelişmiş hallerde ise genç kız ve delikanlıyı, yurttaş (o toplum birimin aidi) erkek ve kadından; dul ile kaynanayı öteki kadınlardan vb. ayıran, sınıflayan ayraçlardı. Kimi Afrika kabilelerinde bir kadının kaç kez dul kaldığını kesilmiş parmak sayısından anlamak mümkündür; çünkü her dul kalışı, bir parmağını adamasını gerektiriyordu. Sonradan birer ceza yaptırımı halini alacak olan el, parmak, burun ve kulak kesmek, göz oymak (bunlara erkek ve kadın sünneti ve bekaret zarının korunması da dâhil olacaktır); toplum birime geçiş (iniciation*) törenlerinin başlangıçtaki kutsal adak eylemleri olarak, bireyin sosyal konumunun belirlenmesini sağlayan unsurlardı. Toplum birimlerin bu tür belirleme araçları, eski insanın karşılıklı ilişkisinde kullanılmaları zorunlu araçlardır da... Çünkü bu belirlenimlerden yoksun birey, hiçtir. Günümüzün bazı modern topluluklarında, sokağa çıkmadan önce kadının süslenmesi, takıp takıştırmadan evden çıkmama alışkanlığı, geçmişin, uygulaması zorunlu bu tür geleneklerinden güç alır. Turuva lı Paris in kaçırdığı Hellen, evlendiği gün tanrıça Afrodit in verdiği altın işlemeli yaşmağı başına geçirmişti; tarihte kadının evlenmesi ile başının bağlanması arasında bir ilişki vardı. Bu tür araç-semboller, ya kadının aidi olduğu eski birimin belirlenme göstergelerini (örneğin saç biçimini) gizlemek için veya artık şimdi aidi olduğu yeni birimi vurgulamak için kullanılıyordu. Aynı zamanda da, o kadının, üzerinde diğer erkeklerin cinsel ilişki hakkı olan bir genç kız değil de, artık bir erkekle evli bir kadın olduğunu da anlatıyordu. Anglosakson cermenik boylarda da şapkanın ve değişik şapka biçimlerinin (veya üzerindeki farklı sembollerin) kadının aidi olduğu birimin ve toplumsal konumunun belirleyicilerinden biri olarak kullanıldığına pek şüphe yok. Törenlere neredeyse şapkasız çıkmayan şimdiki İngiliz kraliyet kadınlarının ünlü şapka çeşitleri, eski cermenik toplum kadınlarının aidiyet belirleyicisi olarak kullanmış oldukları şapkaların devamı olmalıdır. Latin Amerika kimi
55 yerlileri arasında da şapkasız bir kadın, neredeyse çıplak bir kadınla eş tutulur. Dinsel hüviyetin bir çok farklı toplum birimini toparlamaya başladığı noktada, eskiden açıkça gösterilmesi zorunlu olan geçmiş toplumun bu tür belirlenim araçları artık gizlenilmesi gereken ağırlık halini almaya başlar. Başlangıçtaki zorunluluk, şimdi artık birleştirici değil, ayrımcıdır ve dini semboller, eski toplum birim sembollerini ya açıkça ya da gizleyerek ortadan kaldırmalıdır. Yalnızca kadınlar bakımından değil, erkekler için de geçerli bu kapanma süreci (İslam da takva giysisi), tanrıların tekleşme sürecine koşut olarak gelişmiştir ve yazılı veya sözlü kurallarla da yönetim tarafından da zorlanır. Dolayısıyla, kapanma bu tarihsel dönem bakımdan, özünde sadece, toplumbirim ve bireyin farklılık sembollerinin gizlemesinden başka bir anlam taşımaz. Bu işlemin doğrudan erkek şehvet ve cinsellik bağıntısı, (aydınlarımız, zinet ve süs ün gizlenmesinin ne anlama geldiğini sorgulamamışlardır genellikle!) farklılık sembollerinin, kabileler arası eski ilişkilerden kaynaklanan, kadın ve erkek arası evlilik-cinsel ilişki hak ve yükümlülüklerini anımsatması bakımındadır ve Muhammed, kendi döneminde bu bağlantıyı son derece net ifade etmiştir: Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! (Görünmesi zaruri olanların dışında ziynetlerini açmasınlar...) Bu, onların tanınma (ma) larına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. (Ahzab ve Nur Sureleri) Kadının kapanması ile erkek şehveti arasındaki ilişkisinin yanlış gerekçelendirildiği, eski tapınak erkek giysisi kukuletalı pelerinlerin de kutsal giysi olarak kullanıldığı dikkate alınırsa, çok açıktır. Kapalı kutsal, dini erkek giysileri, geçmişi Sümer-Babil dönemine dayanan ve Hıristiyan kilise ve manastırlarında da kullanılan bir giyim tarzıydı ve erkeğin eski toplum birim nişanelerini gizleme giysisi olarak öne çıkmış olmalıdır. Hıristiyan Hacı sı olmak, Fıransızca da " pelerine bürünmek" anlamına gelen pélérinage dır; İslam da da hacı olunduğu sırada bütün erkek ve kadınlar ortak ak kutsal giysilere (ihram) bürünerek farklılık belirleyen araç-sembollerden arındırılırlar. Hacı olmak, eski dar toplum birim aidiyetinden kurtulmanın ve yeni bir din aidiyet birliği içinde (Müslüman, Hıristiyan, Budist olmak gibi) yer almanın sembolik ifadesidir. Mason localarının, şimdi bile kullandıkları, ceketleri çıkaralım deyişi, oturup anlaşalım, kardeşleşelim, aidi olduğumuz birimlerden, onun sembollerinden kopalım çağrısının bulanık bir anlatımı olarak günümüze ulaşmıştır. Mason birliklerinin dinsizlik le itham kaynağı da budur. Öte yandan, Sümer tablet yazımlarından (onların doğru yorumu ile) öğreniyoruz ki, eski toplum birimler arası, tipik biçimi ile kardeşleşme süreci, bir toplum birimin kendi kadınlarını kendi erkeklerine yasaklayarak öteki toplum birimin erkeklerine (ve tersi) ayırması üzerine tam barışçı zemine oturtulabilmiştir. Hiç olmazsa, kendi biriminden kız alma yasağı bulunan Sümer-Babil toplumlarında bu böyle olmuş olmalıdır. Bunun izlerini, pirenseslerini yabancı dan seçerek onlarla ittifak kurup dost olan yakınçağ kıral-pirens
56 evliliklerinde bile izleriz. Fakat bu ilişkiler, eski toplumda sanıldığı kadar kolaylıkla töre ler haline getirilemez. Uruk tanrıçası İnanna, geçmişte oluşturduğu çözümle, bütün Sümer ve Babil topluluklarının gönlünü fethetmiş ve binlerce yıl boyunca değişik isimler altında tapılan tanrıça haline süreç içinde gelmiştir. (Belki de insanlığın Havva anası Tanrıça İnanna dır). İnanna, büyük olasılıkla Eridu, Ki-Enki, Dingir-ra, Tanrı şehri nin Balık birimi erkekleri için Uruk ta bir aşk evi inşa ederek, onların ölüm korkusu duymadan, oraya gelişleri bir savaş nedenine çevirmeden Uruk a girebilmelerini sağlamıştı. Sümer İnanna'sı, Babil in İştar ı, Balık erkeklerinin "gün geçip de gece gelince, ay ışığında " Uruk lu kadınlarla buluşabilmeleri için korkusuzca ve güven içinde bu eve gelebilmelerine olanak yaratmıştı. Eski Sümer tabletleri bu nedenle Uruk tan sürekli olarak "gönül okşayan güzel kız ve fahişeler şehri" olarak bahseder. Bu basit aşk evi, giderek kutsal tapınakların içine girecektir ve İnanna ile Uruk tapınak modeli; aşk, evlilik, üreme tanrıçaları ve kutsal tapınaklar çoğalacak, önce Sümer sonra da Babil de evlilik-cinsel ilişki, dokunulmazlığı olan bu kutsal tapınaklarda gerçekleştirilmeye başlanacaktır. Avrupalı uzmanlarımızın, M.Ö. 2500-2000 li yıllarda Sümer ve Babil topraklarında keşfettikleri sahipleri kadın olan Taverna lar, eski yasaların özel bir kategori olarak bahsettiği meyhaneci kadın kurumu, bu kez tapınakların aşk evleri olma özelliğini kendisinden ayrıştırmaya başladığı süreci yansıtmaktadır. Toplum birim yöneticilerinin, kutsal fahişe olmayacak olan kızlarını evlilik tercihlerinde özgür kılabilmek için, bir bölümünü kutsal fahişe olarak tanrı ve tanrıçalar adına tapınaklara adamaları; yabancı erkeklerin eski cinsel ilişki haklarını sadece bu adanmış kutsal fahişeler üzerinden kullanmaları sonucunu getirmiş olmalıdır. Sümer ve Babil döneminde topluma iyice yerleşen ve başlangıçta yalnızca yabancı erkeklere sunulmuş kutsal fahişeler, kutsal fahişe olmayan öteki kadınları yeni tür evlilik ilişki biçiminde bir bakıma özgürleştiren güçlerinden ötürü, başlangıçta toplumdan büyük destek görmüşlerdi. Süreç içinde de kendi içinde çeşitli kademelere sahip yasal hiyerarşilerini yaratmışlardı. Eski yasalarda ve özellikle Hammurabi yasalarında, farklı tapınaklara adanmış ve daha o zamandan farklı düzeylere çoktan ayrışmış bir dizi kutsal fahişelik kurumuna ( tanımına ) rastlıyoruz. Sümer ce Nin. dingir. ra (başrahibe) Akkadca Entum; Ga. gi. a (Rahibe), Lu. kur, Nu. nig, entum, Naditum, Sal. Zikrum, kadiştum, kulmaşitum gibi farklı sıfatlar altında, bir bölümünün evlenme hakkı da bulunan, fakat henüz yasal olarak evlenmemişlerse, bu bakımdan kız sayılan farklı tapınaklara adanmış bu kutsal fahişeler tapınaklara veya baba evine ait olan (evlenilen kocaya verilmeyen) ( tanrısal ) çocuklar da doğurabiliyorlardı. Günümüzde, henüz yasal olarak evlenmemiş oldukları için 70 yaşında da olsalar hukuken kız (mademoiselle) sayılan Fransız bayanların bakire olmaları nasıl mutlaka gerekli değilse, eski Tapınak görevlisi kutsal fahişelerin çocuk sahibi olmaları da 'kız sayılmalarına engel çıkarmaz. Akkad ve Sümer kıralı Sargon, Sar-u-kanu, Yasal Sar, kutsal Tapınak görevlisi bir anadan olduğunu bir üstünlük belirtisi olarak açıklamıştı. Zeus da, babalarının kendisi olduğu, yani Zeus adına açılmış tapınaklardaki kutsal rahibe-fahişe ler tarafından doğrulmuş ve sonra ünlü olmuş, ölümlü ve ölümsüz birçok çocuğu olduğunu açıklamıştı. Örneğin, Tanrılara denk bilici-danışman Peirithos'un babası Zeus'tu ve anası daha sonra İksion'la evlenmişti; Danae isimli kadından da üstün yiğit Perseus doğmuştu; Semele,
57 Dionysos u; Thebai'de oturan Alkemene de üstün yürekli Herakles'i hep Zeus'tan doğurmuşlardı. Musa ve İsa nın annelerinin de kutsal Tapınak görevlileri olduğu anlaşılmaktadır. Meryem in bakireliği, kutsal fahişelerin evlenmedikleri sürece kız olarak değerlendirilmesine bağlı bir bakire lik; kız olmak ile bakire kavramının süreç içinde eşitlenmesinden kaynaklanmış olmalıdır. Sümer-Babil toplumlarında ödevi yabancı erkekle yatmak olan Tapınak görevlisi kadınlar, başlangıçta, kendi toplum birimlerinde aşağılanmak şöyle dursun, kutsaldırlar ve örneğin miras hakkından yoksun tapınak fahişesi olmayan kız kardeşlerinin tersine, evlenmedikleri sürece (veya doğurduğu erkek çocukları üzerinden) erkek kardeşiyle birlikte baba mirasından pay alabilme hak üstünlüğü taşımaktadırlar. Tapınak fahişeleri, evlenmedikleri sürece, kendilerini o tapınağa adayan toplum birimin parçası olarak kabul ediliyordu. Bu süreçte kutsal fahişe lerin bir bölümü, tapınaklar içinde kutsallaşıp, giderek tanrı (sı) yla evli lik yolunda fahişe olmaktan çıkarken, ötekiler, sahipleri o dönemde ancak kadın olabilen, Avrupalı uzmanlarımızın kabare, taverna dedikleri buluşma ve aşk yuvalarının sokak kadını haline dönüşmeye ve aşağılanmaya başlarlar. İşte Assur yasaları devreye, tarihsel sürecin tam bu noktasında girmiştir. Ve Türban a veya daha anlamlı haliyle, kadınların İslami giyiniş tarzlarının temellerine ilişkin tarihteki ilk yazılı kaynakları bu Asur toplumunda buluyoruz. Orada çok net bir şekilde Fahişe örtülü değildir, başı açık (olmalıdır) diye yazan Assur yasalarının 40 ve 41. maddelerinde, (tanrılara adanmış) fahişe olmayan kadınların kapanması kuralı yasal zorunluluk noktasına çıkarılır. Demek ki, fahişelerin örtünmemesi ve fahişe olmayanların kapanması kuralı böyle bir tarihsel sürecin ifadesidir ve Sümer-Babil topluluklarında, kadının, kutsal fahişe ve kutsal fahişe olmayan biçimindeki ayrışma sürecine bağlı olarak şekillenmiş bir konudur. O toplumlarda bir kadının kutsal fahişe olup olmadığının, açık veya örtülü olmasıyla anlaşılması için Assur yasaları bu ayrışmayı zorlamakta; eski dönemin kutsal varlığı tapınak fahişelerinin, öteki kadınlardan belirgin kılınması için çaba harcamaktadır. Anadolu da başörtüsüz, başı açık kadının, kötü kadın olarak damgalanması eğilimi, anlaşılıyor ki, temelleri günümüzden hiç olmazsa 32-35 asır öncesine uzanan, bu tür eski toplum değerlerine dayanmaktadır. Assur yasalarının ilgili maddeleri şöyleydi: 40) - İster evli kadınlar, ister dul kadınlar veya Assur'lu kadınlar olsun sokağa çıkarlarken başlarını açmayacaklardır. Adamın kızları Ya bir şal, ya bir... Veya bir gulinu ile örtüneceklerdir. Sahibi ile sokağa giden esirtu 'lar (cariye, esire) örtülüdürler. Kocaya varan Kadiştu'lar, (bir kutsal fahişe kategorisi) sokakta örtünmelidirler. Kocaya varmamış Kadiştu'ların sokakta başları açıktır, örtünmemelidir. Fahişe örtülü değildir, başı açıktır. Örtülü bir fahişeyi gören olursa, onu tutuklayacak, şahitler bulacak; onu saray mahkemesine götürecek, ziynetlerini almayacaklar, onu yakalayan (sadece) elbisesini alacaktır. (Örtülü fahişeye) elli sopa vuracaklar, başına zift dökecekler. Eğer bir adam örtülü bir fahişeyi görür, onu serbest bırakır (yakalamaz) ve saray mahkemesine götürmezse o adama elli sopa atılacaktır. (Adamı) ihbar eden elbisesini alacak,
58 (Adamın) kulaklarını delecekler, iplik geçirecekler, arkasına bağlıyacaklar. Bir ay süreyle kıralın hizmetini yapacaktır. Esire ler örtünmeyecekler, örtülü esire yi gören yakalayacak ve onu saray mahkemesine götürecektir. Kulaklarını kesecekler. Onu yakalayan elbisesini alacaktır. Eğer bir adam, örtülü bir esire görür ve onu serbest bırakır (da) o, yakalanmaz ve saray mahkemesine götürülmezse, onu (adamı) suçlayıp, ispat ettikten sonra, ona(adama) elli sopa atacaklar. Kulaklarını kesecekler, iplik geçirecekler, ensesine bağlayacaklar. Onu ihbar eden elbisesini alacak, o adam bir ay süreyle kıralın hizmetini yapacaktır. 41)- Eğer bir adam esire'sini(esirtu) örtmek isterse, beş veya altı arkadaşını oturtup, onların önünde onu örtecek ''0 benim karımdır'' diyecek, 0, onun karısı olacaktır. (Başka) adamların önünde örtülmeyen ve kocası ''bu karımdır'' denmiyen esire, eş değildir. esirtu'dur. Eğer adam ölürse, örtülü karısının evlatları yoksa esire'lerin evlatları, (öz) evlattırlar ve (mirastan) hisselerini alacaklardır. (Kadriye YALVAÇ-Mebrure TOSUN. Sümer, Babil, Assur Kanunları. TDK. Ankara) Burada, eski toplumun işleyiş ve yapılanmasına ilişkin bir dizi önemli nokta bulunuyor. Fakat Assur yasalarında dikkat çeken en önemli yan, bütün kadınların örtünmesi doğrultusunda değil, bir bölüm kadının örtünmesi ve fakat bir bölüm kadının da (fahişe ve esire lerin) özellikle 'açık' olması için çabalamasıdır; 'örtünen' fahişeler yasalarda şiddetle cezalandırmaktadır. Demek ki, örtünme fahişelerin (ve esire lerin) tanınmasını önleyen, gizleyici bir unsur olmuş ve tam da bu nokta, eski toplumun fahişe olmayan kadınlarının örtünmesini istemesinin temel gerekçesini oluşturmuştur. Assur yasaları, kesin bir şekilde, eski kutsallıklarını artık giderek tartışmalı hale getirdiği fahişe leri öteki kadınlardan giyim-kuşam tarzıyla tam olarak ayırmaya, onları belirgin kılmaya çalışıyor. Fahişe lerin veya esire lerin evlenmesi, onların şahitler huzurunda örtünmesiyle eşitlenmekte; örtülü kadın, kocası dışındaki erkeklerden korunmaya çalışılmaktadır. Alındaki dövme, burundaki hızma, koldaki künye, boyundaki kolye, o kadının hangi kabile ve boya ait olduğunu gösteren bir belirlenim aracıydı. Çarşaf burada gizleyici ve dolayısıyla koruyucu olarak ortaya çıkar; herhangi bir erkeğin, yalnızca kadının ait olduğu toplum birimini öğrenmesiyle cinsel ilişki hak talebinde bulunabilmesini önler. Zinet ve süs ler, bir kabile mensubu erkeğe, o kadın (veya erkek) üzerinde cinsel ilişki hakkı veren toplum biriminin göstergelerinden yola çıkan bir erkek, eski cinsel ilişki haklarını kullanmak isteyebilirdi ve zinet ve süs ler bu noktada kadınların tanınıp da eziyet edilmelerine yol açabilirdi. Hızma kullanan ve döğme yaptıran Arap topluluklarında tüm yüzü örten peçe ilke tam 'kapanma' zorunluluğu da buradan kaynaklanır. İslam, ortaya çıkış döneminde, kadınları genel olarak kapanmaya zorlayarak ( ziynet ve süslerini de kapsayacak şekilde) eski toplumun, örneğimizde Asur toplumunun, binlerce yıl önce başlayan bir süreci devam ettirmektedir ve eski geleneksel evlilik haklarının kullanılmasına set çekmeye çalışmaktadır. Muhammed in kutsal uydurmaları olmayan bu
59 gerçek toplumsal olgu, bize aynı zamanda, toplumsal değer ve uygulama dönüşümlerinin nasıl derin ve zamana yaygın olarak ilerlediğini de gösteriyor. 18.12.2003 Safa Kaçmaz (*Iniciation; Bireyin bir sosyal durumdan ötekine geçiş hali... Eski toplumda, doğum öncesinden ölüme değin birey, içinde yer aldığı toplum birim ile ilişkişinde farklı nitelikte bağlantılar kurma dönemlerinden geçer. Bu bakımdan Iniciation, tek bir geçiş hali değil, genel olarak farklı geçiş hallerinin ortak paydası anlamında kullanılmaktadır.) ***** YARATILIŞ EFSANESİ http://www.koreus.com/video/animateur.html