CİNLERİN VE İNSANLARIN YARATILIŞ GÂYESİ OLAN TEVHÎD (3)
Hayata maddî açıdan bakış ve bu maddî bakışın zararları:
Hayat için iki bakış açısı )teorisi(vardır:
Birincisi: Hayata maddî açıdan bakış
İkincisi: Hayata doğru açıdan bakış
Her iki bakış açısının sonuçları vardır.
1. Hayata maddî açıdan bakışın tanımı:
İnsanın,sadece zevk aldığı şeyleri hemen elde etmeye çalışma düşüncesi ve işinin de bu alanla sınırlı kalmasından ibâret olan bir bakış açısıdır. Buna göre insanın düşüncesi, bu hayatın sonunu düşünemez, bunun için çalışmaz, buna önem vermez ve Allah Teâlâ'nın bu dünya hayatını âhiret için tarla kıldığını, dünyayı amel, âhireti de amelin karşılığının alındığı bir mükâfat veya cezâ yurdu olduğunu bilemez. Bu sebeple kim, güzel amellerde bulunarak dünyasını değerlendirirse, hem dünya, hem de âhirette kazanmış olur. Kim de dünyasını kaybederse, âhiretini de kaybetmiş olur.
Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَعۡبُدُ ٱللَّهَ عَلَىٰ حَرۡفٖۖ فَإِنۡ أَصَابَهُۥ خَيۡرٌ ٱطۡمَأَنَّ بِهِۦۖ وَإِنۡ أَصَابَتۡهُ فِتۡنَةٌ ٱنقَلَبَ عَلَىٰ وَجۡهِهِۦ خَسِرَ ٱلدُّنۡيَا وَٱلۡأٓخِرَةَۚ ذَٰلِكَ هُوَ ٱلۡخُسۡرَانُ ٱلۡمُبِينُ ١١ ﴾
[ سورة الحج الآية: 11 ]
"İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden ibâdet eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa, buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir )dinden yüz çevirir(O, hem dünyasını, hem de ahiretini kaybetmiştir. İşte bu, apaçık hüsrânın tâ kendisidir."[150]
Allah Teâlâ bu dünyayı boşuna yaratmamış, aksine büyük bir hikmet için yaratmıştır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ٱلَّذِي خَلَقَ ٱلۡمَوۡتَ وَٱلۡحَيَوٰةَ لِيَبۡلُوَكُمۡ أَيُّكُمۡ أَحۡسَنُ عَمَلٗاۚ وَهُوَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلۡغَفُورُ ٢ ﴾
[ سورة الملك الآية: 2 ]
")Ey insanlar!(Hanginizin daha güzel )ve daha ihlaslı(davranışta bulunacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O, güçlüdür ve çok bağışlayandır."[151]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ إِنَّا جَعَلۡنَا مَا عَلَى ٱلۡأَرۡضِ زِينَةٗ لَّهَا لِنَبۡلُوَهُمۡ أَيُّهُمۡ أَحۡسَنُ عَمَلٗا ٧ ﴾
[ سورة الكهف الآية: 7 ]
"Şüphesiz biz, insanların hangisinin daha güzel davranışta bulunacağını imtihan edelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyaya bir ziynet )güzellik, dünya ehline de bir fayda(kıldık."[152]
Bu dünya hayatında geçici zevkleri, mal, evlât, makam, yetki ve Allah'tan başka hiç kimsenin bilemediği diğer zevkler gibi görünen ziynetleri yoktan var eden Allah Teâlâ'dır.
İnsanlardan kimisinin dünyaya olan bakış açısı -ki bu kesim çoğunluktadır-, onun sadece dış görünüşü ve aldatıcı güzellikleriyle sınırlıdır. Dünyada kendi arzusunu tatmin eder, dünyanın yaratılışındaki sırrı düşünemez. Bu sebeple o, dünya hayatından sonraki hayattan gâfil olarak dünya malını elde etmek, biriktirmek ve onunla arzusunu tatmin etmekle meşgul olur. Aksine bu dünya hayatından başka bir hayatın varlığını inkâr eder.
Nitekim Allah Teâlâ onların ifâdesiyle şöyle buyurmuştur:
﴿ وَقَالُوٓاْ إِنۡ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا ٱلدُّنۡيَا وَمَا نَحۡنُ بِمَبۡعُوثِينَ ٢٩ ﴾[ سورة الأنعام الآية: 29 ]
"Onlar )ölümden sonraki dirilişi inkâr eden müşrikler('Hayat, şu yaşadığımız dünya hayatından başka bir şey değildir. Biz öldükten sonra diriltilecek de değiliz' dediler."[153]
Allah Teâlâ, hayata bu gözle bakanları tehdit ederek şöyle buyurmuştur:
﴿ إِنَّ ٱلَّذِينَ لَا يَرۡجُونَ لِقَآءَنَا وَرَضُواْ بِٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا وَٱطۡمَأَنُّواْ بِهَا وَٱلَّذِينَ هُمۡ عَنۡ ءَايَٰتِنَا غَٰفِلُونَ ٧ أُوْلَٰٓئِكَ مَأۡوَىٰهُمُ ٱلنَّارُ بِمَا كَانُواْ يَكۡسِبُونَ ٨ ﴾
[سورة يونس الآيتان: 7-8 ]
"Şüphesiz bizimle karşılaşmayı ümit etmeyen, )âhiret hayatının yerine(dünya hayatına râzı olan, bununla tatmin olan, )kevnî ve şer'î(âyetlerimizden habersiz olanlar var ya işte onların, )dünyada( kazandıkları sebebiyle barınacakları yer, cehennemdir."[154]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ مَن كَانَ يُرِيدُ ٱلۡحَيَوٰةَ ٱلدُّنۡيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيۡهِمۡ أَعۡمَٰلَهُمۡ فِيهَا وَهُمۡ فِيهَا لَا يُبۡخَسُونَ ١٥ أُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ لَيۡسَ لَهُمۡ فِي ٱلۡأٓخِرَةِ إِلَّا ٱلنَّارُۖ وَحَبِطَ مَا صَنَعُواْ فِيهَا وَبَٰطِلٞ مَّا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ١٦ ﴾ [ سورة هود الآيتان: 15- 16 ]
"Her kim, )ameliyle(dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara amellerinin karşılığını orada tam olarak öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. İşte onlar için âhirette ateşten başka bir şey yoktur. Onların dünyada yaptıkları )amelleri(boşa gitmiştir. Yapmakta oldukları şeyler de zaten bâtıl idi."[155]
Bu tehdit, hayata bu gözle bakanları kapsar. Bunlar, ister âhiret ameli işleyerek dünya hayatını isteyen münâfıklar ve amelleriyle gösteriş yapan kimseler olsunlar,isterse ölümden sonraki diriliş ve hesaba inanmayan câhiliyet dönemi insanları ile kapitalizm, komünizm ve inkârcı lâiklik gibi yıkıcı ekollere mensup kâfirler olsunlar, bu tehdit herkesi kapsar.Onlar, hayatın kıymetini bilememişler ve hayata bakışları, hayvanların hayata bakışları kadar olamamıştır. Hatta onlar, yol bakımından daha sapıktırlar. Zirâ onlar akıllarını geçersiz kılmış, güçlerini, kendilerine kalmayacak ve kendileri de ona kalmayacakları şeylerin hizmetine sunmuş ve vakitlerini boşa kaybetmiş, onları bekleyen ve kaçınılmaz olan âkibetleri için çalışmamışlardır.
Hayvanları bekleyen bir âkibet yoktur. Onların aksine, hayvanların, düşünebilen akılları da yoktur. Bunun için Allah Teâlâ onlar )kâfirler(hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ أَمۡ تَحۡسَبُ أَنَّ أَكۡثَرَهُمۡ يَسۡمَعُونَ أَوۡ يَعۡقِلُونَۚ إِنۡ هُمۡ إِلَّا كَٱلۡأَنۡعَٰمِ بَلۡ هُمۡ أَضَلُّ سَبِيلًا ٤٤ ﴾ [ سورة الفرقان الآية: 44 ]
")Ey Nebi!(Yoksa sen, onların pek çoğunun )Allah Teâlâ'nın âyetlerini düşünüp(işittiklerini veya anladıklarını mı sanıyorsun? Onlar, işittiklerinden istifâde etmeme konusunda ancak hayvanlar gibidirler. Hatta onlar, )izledikleri(yol bakımından )hayvanlardan(daha sapıktırlar."[156]
Allah Teâlâ, hayata böyle bakan kimseleri bilgisizlikle nitelendirerek şöyle buyurmuştur:
﴿ وَعۡدَ ٱللَّهِۖ لَا يُخۡلِفُ ٱللَّهُ وَعۡدَهُۥ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعۡلَمُونَ ٦ يَعۡلَمُونَ ظَٰهِرٗا مِّنَ ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا وَهُمۡ عَنِ ٱلۡأٓخِرَةِ هُمۡ غَٰفِلُونَ ٧ ﴾[سورة الروم الآيتان : 6-7]
")Bu(Allah'ın vaadidir. Allah asla vaadinden dönmez; fakat insanların çoğu )Allah'ın vaadinin hak olduğunu(bilmezler. Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü )ve süsünü(bilirler.Onlar, âhiret )ile ilgili kendilerine âhirette fayda verecek şeyler)den tamamen habersizdirler )âhireti düşünmezler)."[157]
Kâfirler, buluşlar ve teknoloji gibi alanlarda tecrübeli olsalar bile, onlar bilgisizlerdir ve bilimle nitelendirilmeyi hak etmezler. Çünkü onların işleri, dünya hayatının görünen yüzünü geçmez.Bu, noksan bilgidir.Bu noksan bilgiye sahip kimseler, bu şerefli vasfı ve kendilerine âlimler denilmesini hak etmezler. Bu şerefli vasıf, ancak Allah Teâlâ'yı bilen ve O'ndan gereği gibi korkan kimseler için kullanılır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ... إِنَّمَا يَخۡشَى ٱللَّهَ مِنۡ عِبَادِهِ ٱلۡعُلَمَٰٓؤُاْۗ ...﴾ [سورة فاطر من الآية: 28]
"Kulları içerisinde ancak âlimler, Allah'tan )gereği gibi(korkarlar."[158]
Kârun'un kıssasında Allah Teâlâ'nın kendisine verdiği hazineler, dünya hayatına maddî açıdan bakışa başka bir örnektir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ فَخَرَجَ عَلَىٰ قَوۡمِهِۦ فِي زِينَتِهِۦۖ قَالَ ٱلَّذِينَ يُرِيدُونَ ٱلۡحَيَوٰةَ ٱلدُّنۡيَا يَٰلَيۡتَ لَنَا مِثۡلَ مَآ أُوتِيَ قَٰرُونُ إِنَّهُۥ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٖ ٧٩ ﴾ [ سورة القصص الآية: 79 ]
"Derken Kârun, )büyüklüğünü ve malının çokluğunu göstermek için(ihtişâm içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını)n süsünü(arzulayanlar )onu bu hal üzere görünce(Keşke Kârun'a verilenin )mal, ziynet ve makam gibi(bir benzeri bizim de olsaydı. Doğrusu o, )dünyada(büyük nasip sahibidir, dediler."[159]
Kârun'un kavmi, hayata maddî açıdan baktıkları için, Kârun'un sahip olduğu malın bir benzerini temenni edip ona imrendiler ve onu büyük nasip sahibi olmakla nitelendirdiler.
Nitekim günümüzdeki kâfir devletler ve onların sahip oldukları endüstriyel ve ekonomik ilerleme, işte bunun örneğidir. Bazı îmânı zayıf müslümanlar, üzerinde bulundukları küfrü ve onları âhirette bekleyen kötü âkibete bakmaksızın onları takdir etmekte ve onlara hayranlıkla bakarlar. Bu yanlış bakış açısı onları, kâfirleri yüceltmeye, gönüllerinde onlara saygı duymaya, ahlâk ve kötü âdetlerinde onlara benzemeye sevk etmektedir. Ne var ki müslümanlar, ciddî olmak, güç ve kuvvet hazırlamak, buluşlar ve teknoloji gibi alanlarda kâfirleri taklit etmemişlerdir.
2. Hayata doğru olan ikinci açıdan bakış:
Bu bakış açısına göre, insanın bu dünya hayatındaki mal, yetki ve maddî güç gibi şeylerin, âhiret amelini yerine getirmede kendisinden yararlanılan birer vesile olduğunu bilmesidir. Hakikatte dünyanın kendisi yerilmez. Övgü ve yerme, ancak bir kulun dünyada işlediği şeylerde olur. Dünya, âhiret için bir geçit ve geçiş yeridir. Yine, cennetin azığı dünyadır. Cennet halkının elde edeceği en iyi yaşam, ancak dünyada ektiklerinden elde edilir. Bu sebeple dünya; cihad, namaz, oruç, Allah yolunda harcama gibi ibâdetler ve hayırlı ameller için yarışılan bir meydandır.
Nitekim Allah Teâlâ cennet halkına hitâben şöyle buyurmuştur:
﴿ كُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ هَنِيَٓٔۢا بِمَآ أَسۡلَفۡتُمۡ فِي ٱلۡأَيَّامِ ٱلۡخَالِيَةِ ٢٤ ﴾ [ سورة الحاقة الآية: 24 ]
")Cennet ehline denir ki: Dünyada(geçen günlerde işlediklerinize karşılık, )her türlü eziyetten uzak bir şekilde(âfiyetle yiyin ve için."[160]
% % % % %
Rukye[161] ve nazarlık:
1.Rukye:Ateşli hastalık )humma),sara ve buna benzer hastalıklara yakalanan kimsenin, hastalıktan kurtulmak için yaptığı ve muska diye adlandırılan hastalıktan korunma şeklidir ki, bu rukye iki çeşittir.
Birincisi: İçerisinde şirk olmayan rukye
Buna göre, hastanın üzerine Kur'an'dan bazı bölümlerin okunması ya da Allah'ın isim ve sıfatları ile hastanın korunmasıdır ki, bu mübahtır. Çünkü Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- rukye yapmış, yapmayı emretmiş ve yapılmasına da izin vermiştir.
Nitekim Avf b. Mâlik'ten -radıyallahu anh- rivâyet olunduğuna göre şöyle der:
(كُنَّا نَرْقِي فِي الْجَاهِلِيَّةِ، فَقُلْنَا: يَا رَسُولَ اللهِ! كَيْفَ تَرَى فِي ذَلِكَ؟ فَقَالَ: اعْرِضُوا عَلَيَّ رُقَاكُمْ، لاَ بَأْسَ بِالرُّقَى مَا لَمْ يَكُنْ فِيهِ شِرْكٌ.)[ رواه مسلم ]
"Biz, câhiliyet döneminde rukye yapardık. Ey Allah'ın elçisi! Bu konuda ne dersiniz? diye sorduk.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
-Rukyenizi bana arz edin )ona bakayım).İçerisinde şirk olmadıkça rukye yapmakta bir sakınca yoktur."[162]
İmam Suyûtî -rahimehullah- bu konuda şöyle der:
"İslâm âlimleri, üç şart bulunduğu takdirde rukyenin câiz olduğunda oybirliğine varmışlardır. Bu üç şart şunlardır:
1. Rukyenin Allah Teâlâ'nın kelâmı )Kur'an-ı Kerîm(veya O'nun isim ve sıfatları ile olması.
2. Rukyenin Arapça olması ve anlamı bilinen şeylerle yapılması.
3. Rukyenin bizzat kendisinin etkili olmadığına, aksine Allah Teâlâ'nın takdiri ile olduğuna inanması."[163]
Rukyenin Yapılışı:
Hastanın üstüne okuyup üflemek veya bir suya okuyup o suyu hastaya içirmekle olur.
Nitekim Sâbit b. Kays'tan -rahimehullah- rivâyet olunan hadiste şöyle der:
(ثُمَّ أَخَذَ )النَّبِيُّ H(تُرَابًا مِنْ بُطْحَانَ، فَجَعَلَهُ فِي قَدَحٍ، ثُمَّ نَفَثَ عَلَيْهِ بِمَاءٍ، وَصَبَّهُ عَلَيْهِ.)[ رواه أبو داود ]
"Sonra Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- Buthân'dan[164] toprak alarak bir kadehe koydu, üzerine su döküp üfledi ve ardından )suyla karışan toprağı hastanın(üzerine döktü )serpti)."[165]
İkincisi: İçerisinde şirk olan rukye
Bu rukye, Allah'tan başkasına yalvarmak, O'ndan başkasından yardım dilemek ve O'ndan başkasına sığınmak gibi, Allah Teâlâ'dan başkasından yardım istenen rukyedir.
Örneğin cinlerin, meleklerin, nebilerin ve sâlih kimselerin isimleriyle yapılan rukyeler, bu tür rukyelerdendir. Allah Teâlâ'dan başkasına yalvarmak olan bu davranış, büyük şirktir veya rukyenin Arapça olmaması ve anlamı bilinmeyen şeylerle yapılmasıdır. Böylelikle kişi küfür veya şirk rukyeye düşer de onun bundan habersiz olmasından korkulur. Dolayısıyla bu tür rukye dînen yasaktır.
Nazarlık: Göz değmesin diye çocukların boyunlarına asılan şeydir. Kadın olsun, erkek olsun, büyüklerin boyunlarına da asılan bu nazarlıklar iki çeşittir:
Birinci çeşit nazarlık: Kur'an-ı Kerîm'den bazı âyetleri veya Allah Teâlâ'nın bazı isim ve sıfatlarını yazıp ondan şifâ dilemek için boyunlara asılan nazarlıklardır ki, bunları asmanın hükmü konusunda âlimler iki görüştedirler:
Birinci görüş: Boyuna )bu tür(nazarlık asmak, câizdir.
Abdullah b. Amr b. Âs -radıyallahu anhuma- bu görüştedir. Âişe'den -radıyallahu anhâ- rivâyet edilen hadis bunu göstermektedir.
Ayrıca Ebû Câfer Bâkır ile -bir rivâyetinde de- İmam Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. Bu görüşteki âlimler, boyuna nazarlık asmanın yasak oluşu hakkında )Abdullah b. Mes'ud'dan(rivâyet edilen hadisi, şirk içeren nazarlıklar olarak yorumlamışlardır.
İkinci görüş: Boyunlara nazarlık asmak haramdır. Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbas bu görüştedir ki, Huzeyfe,Ukbe b.Âmir ve İbn-i Akîm'in -radıyallahu anhum- görüşleri bunu göstermektedir. İbn-i Mes'ud'un tâbiînden bazı öğrencileri de da bu görüştedirler. İmam Ahmed'in ashabının kendisinden rivayet ettiği başka bir görüşünde o da bunu yasak görmektedir. Daha sonraki âlimler de bu görüşü te'yid etmiş ve İbn-i Mes'ud'dan -radıyallahu anh- rivâyet edilen şu hadisi delil göstermişlerdir:
)إِنَّ الرُّقَى وَالتَّمَائِمَ وَالتِّوَلَةَ شِرْكٌ.)[ رواه أبو داود وابن ماجه وأحمد والحاكم ]
"Rukyeler )tılsımlı sözler(nazarlıklar[166] ve )kadını kocasına sevdiren(muhabbet muskaları şirktir )bunların her biri, ya açıktan ya da gizli olarak şirke götürür)."[167]
Hadiste geçen "Tivele" lafzı; kadını kocasına, kocasını da kadınına sevdirmek için koydukları ve böyle olduğunu iddiâ ettikleri şeydir.
İkinci görüş, şu üç yönden doğrudur:
1. Bu konudaki yasaklama geneldir. Bu genellemeyi )belirli bir olayla(sınırlı kılan herhangi bir delil yoktur.
2. Harama götüren her yolun tıkanması gerekir. Çünkü bu olay, mübah olmayan şeylerin boyuna asılmasına sebep olur.
3. İçerisinde Kur'an âyetleri yazılı bir şeyi boynuna asan kimse, tuvâlet ihtiyacını gidermek veya buna benzer durumlarda, boynuna astığı o şeyi, küçük düşürmesi ve ona saygısızlık yapması kaçınılmazdır.
İkinci çeşit nazarlık:
Kimi insanların taktıkları, boncuk, kemik, midye kabuğu, iplik, ayakkabı, çivi, şeytan ve cinlerin isimleri ile tılsımlı sözler gibi, içerisinde Kur'an âyetleri olmayan nazarlıklar, kesin olarak haram ve şirktir. Bu hareket, Allah Teâlâ, O'nun güzel isimleri, yüce sıfatları ve O'nun âyetlerinden başka şeylere bel bağlanıp güvenmeyi ifade eder.
Nitekim bir hadiste Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
)مَنْ تَعَلَّقَ شَيْئًا وُكِلَ إِلَيْهِ.)[ رواه أحمد والترمذي ]
"Muska, nazarlık ve buna benzer şey takan kimseyi, Allah Teâlâ o taktığı şeyle baş başa bırakır."[168]
Allah Teâlâ'ya güvenen, O'na tevekkül eden, O'na sığınan ve işlerini O'na havâle edene Allah Teâla yeter.Allah Teâla,ona uzak olan her şeyi yakın kılar,zor olan her şeyi ona kolaylaştırır.Kim, yaratılanlarla,nazarlıklarla, ilaçlarla veya kabirlerde yatan ölülerle Allah Teâlâ'dan başkasına güvenip bağlanırsa, Allah Teâlâ onu, kendisine hiçbir fayda vermeyen ve kendisinden bir zararı savuşturmaya veya kendisine bir fayda sağlamaya gücü yetmeyen o şeyle baş başa bırakır. İnancını kaybeden ve Rabbi ile ilişkisi kesilen kimseyi, Allah Teâlâ yüzüstü ve yardımsız bırakır.
Müslümanın, inancını bozan veya ona zarar veren şeylere karşı inancını koruması gerekir. Câiz olmayan ilaçları kullanmaması ve hastalıklardan tedâvi olmak için hurâfeci ve hokkabazların yanına gitmemesi gerekir. Çünkü onlar hastanın kalbini ve inancını hasta ederler. Allah Teâlâ'ya tevekkül eden kimseye, Allah Teâlâ yeter.
Kimi insan, kendisinde gözle görülen bir hastalığı olmadığı halde bu şeyleri asar. Oysa onun hastalığı, ancak vehmî )kuruntu(olan bir hastalıktır. Bu durum, onun nazar ve hasetten korkmasından ya da otomobiline, bineğine, evinin kapısına veya dükkanına bu şeyleri asması, onun inancından ve Allah Teâlâ'ya tevekkülünün zayıf oluşundan kaynaklanır. Tevhîdi ve doğru inancı öğrenmekle tedâvi edilmesi gereken gerçek hastalık, işte budur.
% % % % %
Allah Teâlâ'dan başkası adına yemîn etmenin, yaratılanla tevessülde bulunmanın ve ondan yardım dilemenin hükmü:
a(Allah Teâlâ'dan başkası adına yemîn etmek:
Yemîn: Azamet sahibini )Allah'ı(özel bir şekilde anarak bir hükmü pekiştirmek demektir.
Tâzim: Allah Teâlâ'nın hakkıdır. O'ndan başkası adına yemîn etmek, câiz değildir.Nitekim ilim ehli, yemînin ancak Allah Teâlâ, O'nun güzel isim ve yüce sıfatları ile olacağı, O'ndan başkası adına yemîn etmenin haram oluşunda görüş birliğine varmışlardır.[169]
Allah Teâlâ'dan başkası adına yemîn etmek, şirktir. Nitekim İbn-i Ömer'in -radıyallahu anhuma- rivâyet ettiği hadiste, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(مَنْ حَلَفَ بِغَيْرِ اللهِ فَقَدْ كَفَرَ أَوْ أَشْرَكَ.)
[ رواه الترمذي وحسنه، وصححه الحاكم ]
"Kim, Allah’tan başkası adına yemîn ederse, kâfir olur veya Allah’a şirk koşmuş olur."[170]
Allah Teâlâ'dan başkası adına yemîn etmek, küçük şirktir. Fakat adına yemîn edilen, yemîn eden tarafından yüceltilmiş ve kendisine ibâdet edilme noktasına ulaşmışsa, bu büyük şirktir.
Nitekim günümüzde kabirlerde yatanlara ibâdet edenlerin hâli buna örnektir.Zirâ kabirlerde yatan ölülere ibâdet eden bu insanlar, tâzim gösterdik-leri bu ölülerden, Allah Teâlâ'dan daha çok korkmakta ve onlara, Allah Teâlâ'dan daha çok tâzim göstermektedirler. Öyle ki onların birisinden, kendisine tâzim gösterdiği velînin adına yemîn etmesi istendiğinde, velînin adına yalan yere yemîn etmez. Fakat Allah Teâlâ adına yemîn etmesi istendiğinde, yalan da olsa Allah Teâlâ adına yemîn eder.
Yemîn, adına yemîn edilene tâzim göstermektir ki, buna Allah Teâlâ'dan başka hiç kimse lâyık değildir. Bu sebeple yemîne saygı göstermek ve çok yemîn etmemek gerekir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَلَا تُطِعۡ كُلَّ حَلَّافٖ مَّهِينٍ ١٠ ﴾ [سورة القلم الآية :10]
")Ey Nebi!(Çokça yemîn eden, her )yalancı(aşağılık kimseye itaat etme."[171]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ ... وَٱحۡفَظُوٓاْ أَيۡمَٰنَكُمۡۚ ... ﴾ [سورة المائدة من الآية: 89]
")Ey müslümanlar!(Yemînlerinizi koruyun."[172]
Yani "ancak gerektiğinde, doğruluk ve iyilik hâlinde yemin edin" demektir. Çünkü çok yemîn etmek veya yalan yere yemîn etmek, Allah Teâlâ'yı hafife almak ve O'na tâzim göstermemektir. Bu ise, tevhîdin kemâline aykırıdır.
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
(ثَلاَثَةٌ لاَ يُكَلِّمُهُمُ اللهُ [يَوْمَ الْقِيَامَةِ]، وَلاَ يُزَكِّيهِمْ، وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ: أُشَيْمِطٌ زَانٍ، وَعَائِلٌ مُسْتَكْبِرٌ، وَرَجُلٌ جَعَلَ اللهُ بِضَاعَتَهُ لاَ يَشْتَرِي إِلاَّ بِيَمِينِهِ وَلاَ يَبِيعُ إِلاَّ بِيَمِينِهِ.)[ رواه الطبراني بسند صحيح ]
"Üç sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ kıyâmet günü onlarla )hoşlarına gidecek bir sözle(konuşmayacak, onları )günahlarından(temizlemeyecek ve onlar için acıklı bir azap olacaktır.)Bunlar(Saçı-başı ağarmış yaşlı zinâkâr erkek, kibirli fakir ve satın alırken malının üzerine yemîn ederek satın alan ve satarken de malının üzerine yemîn ederek satan kimsedir."[173]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu hadiste, çok yemîn edeni tehdit etmesi, Allah Teâlâ'nın ismine saygı duyulması ve O'na tâzim gösterilmesi gerektiği için çok yemîn etmenin haram olduğuna delâlet eder.
Aynı şekilde, Allah Teâlâ'nın adına yalan yere yemîn etmek de haramdır ki, buna Yemîn-i Ğamûs[174] denir. Nitekim Allah Teâlâ münâfıkları, bilerek Allah Teâlâ'nın adına yalan yere yemîn etmekle nitelendirmiştir.
Bu konuyu şöyle özetlemek mümkündür:
1. Emânet veya Kâbe üzerine yemîn etmek veyahut da Nebi-sallallahu aleyhi ve sellem- adına yemîn etmek gibi, Allah Teâlâ'dan başkası adına yemîn etmek, haramdır. Bu yemîn, şirktir.
2. Allah Teâlâ adına bilerek ve kasten yalan yere yemîn etmek, haramdır. Bu yemîn, Yemîn-i Ğamûs'tur.
3. Gerek duyulmadığı takdirde -doğru olsa bile- Allah Teâlâ adına çok yemîn etmek, haramdır. Çünkü çok yemîn etmek, Allah Teâlâ'yı hafife almak demektir.
4. Doğru olduğu ve gerek duyulduğu takdirde Allah Teâlâ adına yemîn etmek, câizdir.
b(Yaratılanla Allah Teâlâ'ya tevessülde bulunmak:
Tevessül: Bir şeye yakınlaşmak, onu elde etmek ve ona ulaşmaktır. Vesîle ise yakınlık, yakın olma demektir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَٱبۡتَغُوٓاْ إِلَيۡهِ ٱلۡوَسِيلَةَ وَجَٰهِدُواْ فِي سَبِيلِهِۦ لَعَلَّكُمۡ تُفۡلِحُونَ ٣٥ ﴾ [سورة المائدة الآية: 35]
"Ey îmân edenler! Allah'tan korkun ve )itaat etmek ve râzı olduğu şeylere uymak sûretiyle(O'na yakınlaşmaya yol arayın. O'nun yolunda cihad edin ki )cennetini kazanıp(kurtuluşa eresiniz."[175]
Tevessül iki kısımdır:
Birinci kısım: Meşrû )câiz olan(tevessül.
Bu tevessül, altı türlüdür.
Birincisi: İsim ve sıfatlarıyla Allah Teâlâ'ya tevessülde bulunmaktır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَلِلَّهِ ٱلۡأَسۡمَآءُ ٱلۡحُسۡنَىٰ فَٱدۡعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُواْ ٱلَّذِينَ يُلۡحِدُونَ فِيٓ أَسۡمَٰٓئِهِۦۚ سَيُجۡزَوۡنَ مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ١٨٠ ﴾ [ سورة الأعراف الآية: 180 ]
"En güzel isimler, Allah’ındır. O halde o güzel isimlerle O’na duâ edin )O’ndan isteyin(O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar )dünyada iken(yapmakta olduklarının cezâsını )âhirette(göreceklerdir."[176]
İkincisi:Îmân ile tevessülde bulunan kimsenin yaptığı salih amellerle Allah Teâlâ'ya tevessülde bulunmaktır.
Allah Teâlâ îmân ehli hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ رَّبَّنَآ إِنَّنَا سَمِعۡنَا مُنَادِيٗا يُنَادِي لِلۡإِيمَٰنِ أَنۡ ءَامِنُواْ بِرَبِّكُمۡ فََٔامَنَّاۚ رَبَّنَا فَٱغۡفِرۡ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرۡ عَنَّا سَئَِّاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ ٱلۡأَبۡرَارِ ١٩٣ ﴾ [ سورة آل عمران الآية: 193 ]
"Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, )insanları('Rabbinize îmân edin, diye îmâna çağıran bir dâvetçiyi )Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i(işittik, hemen îmân ettik. Ey Rabbimiz! Artık günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı iyi kimselerle birlikte al."[177]
Yine, Buhârî ve Müslim’in sahihlerinde bulunan meşhur "Mağara Arkadaşları Kıssası" olarak bilinen kıssada, sağanak yağmurdan mağaraya sığınan üç arkadaş, dağdan yuvarlanan kayanın mağaranın ağzını kapatma-sıyla dışarıya çıkamamışlardı. Bunun üzerine herkes sâlih ameliyle Allah Teâlâ'ya tevessülde bulunmuş, Allah Teâlâ da onları bu sıkıntıdan kurtararak kayayı mağaranın ağzından uzaklaştırmış ve dışarı çıkarak gitmelerini sağlamıştı.
Üçüncüsü: Allah Teâlâ'yı birlemekle O'na tevessülde bulunmaktır.
Yunus -aleyhisselâm-, Allah Teâlâ'ya bu şekilde tevessülde bulunmuştu.
Nitekim Allah Teâlâ, Yunus -aleyhisselâm-'ın şöyle tevessülde bulunduğunu haber vermektedir:
﴿ وَذَا ٱلنُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَٰضِبٗا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقۡدِرَ عَلَيۡهِ فَنَادَىٰ فِي ٱلظُّلُمَٰتِ أَن لَّآ إِلَٰهَ إِلَّآ أَنتَ سُبۡحَٰنَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ ٱلظَّٰلِمِينَ ٨٧ ﴾ [ سورة الأنبياء الآية: 87 ]
")Ey Nebi!(Zünnûn )Yunus'un(kıssasını da hatırla. )Kavmi kendisine îmân etmeyince onların arasından(öfkeli bir şekilde çekip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. )Denizde balık onu yutup(karanlıklar içinde kalınca, 'Senden başka hak ilah yoktur. Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum' diye niyaz etti."[178]
Dördüncüsü: Âcizliğini, ihtiyacını ve affına muhtaç olduğunu göstermek sûretiyle Allah Teâlâ'ya tevessülde bulunmaktır.
Nitekim Allah Teâlâ, Eyyüb -aleyhisselâm-'ın şöyle tevessülde bulunduğunu haber vermektedir:
﴿ ۞وَأَيُّوبَ إِذۡ نَادَىٰ رَبَّهُۥٓ أَنِّي مَسَّنِيَ ٱلضُّرُّ وَأَنتَ أَرۡحَمُ ٱلرَّٰحِمِينَ ٨٣ ﴾
[ سورة الأنبياء الآية: 83 ]
")Ey Nebi! Kulumuz(Eyyub'u de hatırla. Hani o Rabbine: 'Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin )benden bu sıkıntıyı gider(diye niyaz etmişti."[179]
Beşincisi: Hayatta olan sâlih kimselerin duâsı ile Allah Teâlâ'ya tevessülde bulunmaktır.
Sahâbe -radıyallahu anhum-, yağmur yağmayıp kuraklık olduğunda Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'den Allah Teâlâ'ya kendileri için duâ edip yağmur yağdırmasını isterlerdi. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- vefat edince, amcası Abbas'tan -radıyallahu anh- isterler, Abbas da onlar için duâ ederdi.[180]
Altıncısı: Günahları itiraf etmek sûretiyle Allah Teâlâ'ya tevessülde bulunmaktır:
﴿ قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمۡتُ نَفۡسِي فَٱغۡفِرۡ لِي فَغَفَرَ لَهُۥٓۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡغَفُورُ ٱلرَّحِيمُ ١٦ ﴾
[ سورة القصص الآية: 16 ]
")Musa(Rabbim!Doğrusu ben, )öldürmemi emretmediğin cana kıyarak(kendime zulmettim. Beni bağışla, dedi. Allah da onu bağışladı. Çünkü Allah, )kullarının günahlarını(çok bağışlayıcıdır ve )onlara(merhametlidir."[181]
İkinci kısım: Meşrû )câiz(olmayan tevessül
Bu tevessül, ölülerden kendisi için duâ edip şefaat istemek veya Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in yüce makamı ile veya yaratılanın zâtı ile veyahut da hakkı ile tevessülde bulunmaktır.
Bunun açıklaması şöyledir:
1. Ölülere yalvarıp yakarmak câiz değildir:
Çünkü hayatta iken gücü yettiği gibi, öldükten sonra ölünün duâ etmeye gücü yetmez. Ölülerden şefaat istemek de câiz değildir. Çünkü Ömer b. Hattâb, Muâviye b. Ebî Süfyan ve onlarla birlikte sahâbe -radıyallahu anhum- ve onlara en güzel bir şekilde uyan tâbiîn, yağmur yağmadığında Abbas ve Yezîd b. Esved -radıyallahu anhuma- gibi hayatta olanlardan, Allah Teâlâ'nın yağmur yağdırması için duâ etmesini isteyerek onunla tevessülde bulunmuş ve ondan şefaatçi olmasını istemişlerdir.
Onlar ne Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in, ne de başkasının kabrinin yanında tevessülde bulunmuşlar veya şefaatçi olmasını istemişler veyahut Allah Teâlâ'nın yağmur yağdırması için duâ etmesini istemişlerdir. Aksine onlar, Abbas ve Yezîd gibi hayatta olanlara yönelmişlerdir.
Nitekim Ömer -radıyallahu anh- şöyle demiştir:
"Allahım! Biz, )hayattayken yağmur yağdırman için(senin nebinle sana tevessülde bulunur, sen de bize yağmur yağdırırdın. Artık nebimizin amcası Abbas ile sana )yağmur yağdırman için(tevessülde bulunuyoruz.Bize yağmur yağdır )Allahım!)."
Sahâbe -radıyallahu anhum-, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- vefat ettikten sonra onunla meşrû tevessülde bulunma imkânı ortadan kalkınca, onun yerine hayatta olan salih kimselerle tevessülde bulunmaya başlamışlardır. Şayet vefâtından sonra Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ile tevessülde bulunmak câiz olsaydı, sahâbe onun kabrine gelip onunla tevessülde bulunabilirlerdi.[182] Onların bu yola başvurmamaları, ölülerle tevessülde bulunmanın câiz olmadığına delâlet eder. Sahâbe, vefatından sonra Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'den kendileri için duâ etmesi veya şefaatçi olması için tevessülde bulunmamışlardır. Şayet hayatta iken olduğu gibi ölümünden sonra da Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'den duâ etmesini ve şefaatçi olmasını istemek câiz olsaydı, sahâbe ondan daha aşağı derecede olan başka birisinden değil de Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'den isterlerdi.
2. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in veya başka birisinin makamıyla tevessülde bulunmak, câiz değildir:
(إِذَا سَأَلْتُمُ اللهَ فَاسْأَلُوهُ بِجَاهِي، فَإِنَّ جَاهِي عِنْدَ اللهِ عَظِيمٌ.)
"Allah'tan bir şey istediğinizde, benim makamımla O'ndan isteyin.Çünkü Allah katındaki makamım büyüktür."[183]
Bu hadis, uydurmadır. Zirâ İslâm âlimlerinin kaleme aldıkları muteber kitapların hiçbirisinde bu hadisin aslı yoktur. İlim ehlinden hadis bilen hiç kimse de bu hadisi zikretmemiştir. Bir meselede delil sahih olmadığına göre, onunla amel etmek de câiz değildir. Çünkü ibâdetler, ancak sahih ve açık bir delille sâbit olur.
3. Yaratılanın zâtıyla tevessülde bulunmak câiz değildir:
Eğer Arapçadaki "Bâ" harfi, kasem )yemîn(için olursa, o takdirde Allah Teâlâ adına yemîn edilmiş olur. Yaratılanla yaratılanın üzerine yemîn etmek olursa, bu câiz değildir. Çünkü hadiste de belirtildiği gibi bu şirktir. O halde nasıl olur da yaratılanla Allah Teâlâ adına yemîn edilir.
Yok eğer "Bâ" harfi, "sebebiye" için ise, Allah Teâlâ, yaratılana yalvarıp yakarmayı, duâya icâbet etmek için sebep kılmamış ve kullarına da bunu meşrû saymamıştır.
4. Yaratılanın hakkıyla tevessülde bulunmak, iki sebepten dolayı câiz değildir:
Birincisi: Hiç kimsenin, Allah Teâlâ'nın üzerinde hakkı yoktur. Aksine yaratılana lütuf ve ihsanda bulunan O'dur.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ... وَكَانَ حَقًّا عَلَيۡنَا نَصۡرُ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٤٧ ﴾ [ سورة الروم من الآية: 47 ]
İtaat edenin mükâfatı hak etmesi, onun lütuf ve ikramı hak etmesidir. Yoksa onun bu mükâfatı hak etmesi, yaratılanın yaratılandan bir şey karşılığında almış olduğu hak gibi değildir.
İkincisi: Allah Teâlâ'nın lütuf ve ihsanda bulunarak kuluna verdiği bu hak, O'na has olan bir haktır ve buna hiç kimse karışamaz. Bir kimse Allah Teâlâ'ya hak etmediği bir şeyle tevessülde bulunduğunda, kendisiyle hiçbir alakası olmayan bir şeyle tevessülde bulunmuş olur ki bu, kendisine hiçbir fayda vermez.
(مَنْ خَرَجَ مِنْ بَيْتِهِ إِلَى الصَّلَاةِ فَقَالَ: اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ بِحَقِّ السَّائِلِينَ عَلَيْكَ، وَأَسْأَلُكَ بِحَقِّ مَمْشَايَ هَذَا، فَإِنِّي لَمْ أَخْرُجْ أَشَرًا وَلاَ بَطَرًا وَلاَ رِيَاءً وَلاَ سُمْعَةً، وَخَرَجْتُ اتِّقَاءَ سَخَطِكَ وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِكَ، فَأَسْأَلُكَ أَنْ تُعِيذَنِي مِنَ النَّارِ وَأَنْ تَغْفِرَ لِي ذُنُوبِي إِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ، أَقْبَلَ اللَّهُ عَلَيْهِ بِوَجْهِهِ وَاسْتَغْفَرَ لَهُ سَبْعُونَ أَلْفِ مَلَكٍ.)[ رواه أحمد وابن خزيمة وابن ماجه وحسنه الحافظ عن أبي سعيد الخدري ]
"Kim, namaza gitmek için evinden çıkarken: Allahım! Niyaz edenlerin senin üzerindeki hakkı ve bu )câmiye(gidişimin hakkı ile tevessülde bulunarak senden niyaz ediyorum. Zirâ ben, evimden iftihar etmek, kendimi beğenmek, gösteriş ve şöhret amacı ile çıkmadım. Gazabından sakınmak ve rızâna nâil olabilmek için )evimden(çıktım. Senden, beni cehennem azabından korumanı ve günahlarımı bağışlamanı diliyorum.Zirâ senden başka günahları bağışlayan yoktur' derse, Allah ona yüzünü çevirir ve yetmiş bin melek ona istiğfarda bulunur."[186]
Bu hadis, sâbit değildir. Zirâ hadisin isnadında Atıyye el-Avfî adında bir râvi vardır ki bu şahıs, bazı hadisçilerin de dediği gibi, zayıf olduğunda âlimler ittifak etmişlerdir.[187] Böyle olunca da akâidle ilgili konuda bu hadis delil olarak gösterilemez.
Sonra, yukarıdaki hadiste belirli bir şahsın hakkı ile Allah Teâlâ'ya tevessülde bulunma diye bir şey söz konusu değildir.Aksine genel olarak Allah Teâlâ'ya yalvarıp O'ndan isteyenlerin hakkı vardır. Allah Teâlâ'ya yalvarıp O'ndan isteyenlerin hakkı ise, Allah Teâlâ'nın onlara vadettiği gibi, duâlarına icâbet etmektir. Bu, hiç kimsenin Allah Teâlâ'ya farz kılmadığı, bizzat O'nun onlar için kendine farz kıldığı bir haktır. Bu ise yaratılanın hakkı ile değil de Allah Teâlâ'nın doğru vaadi ile tevessülde bulunmaktır.
c)Yaratılandan yardım ve imdat dilemenin hükmü:
İstiâne kelimesi, bir işte yardım ve destek istemek demektir.
İstiğâse kelimesi ise, sıkıntıyı gidermesini istemek, imdat dilemek demektir.
Yaratılandan yardım ve imdat dilemek iki türlüdür:
Birincisi: Gücünün yettiği şeylerde yaratılandan yardım ve imdat dilemektir ki, bu câizdir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ...وَتَعَاوَنُواْ عَلَى ٱلۡبِرِّ وَٱلتَّقۡوَىٰۖ وَلَا تَعَاوَنُواْ عَلَى ٱلۡإِثۡمِ وَٱلۡعُدۡوَٰنِۚ ... ﴾
[ سورة المائدة من الآية: 2 ]
")Ey mü'minler! Kendi aranızda(iyilik ve takvâda birbirinizle yardımlaşın. )Allah'a isyan ve haddi aşmak gibi(günah ve düşmanlıkta birbirinizle yardımlaşmayın."[188]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ ... فَٱسۡتَغَٰثَهُ ٱلَّذِي مِن شِيعَتِهِۦ عَلَى ٱلَّذِي مِنۡ عَدُوِّهِۦ ... ﴾
[ سورة القصص من الآية: 15 ]
"Kendi taraftarından )kavminden(olanı, düşmanına karşı ondan )Musa'dan(yardım etmesini istedi..."[189]
İkincisi: Allah Teâlâ'dan başkasının gücünün yetmediği şeylerde yaratılandan yardım ve imdat dilemektir.
Örneğin ölülerden yardım istemek, hastalara şifâ vermek, sıkıntıları gidermek ve başına gelen zararı savmak gibi, Allah Teâlâ'dan başka hiç kimsenin gücünün yetmediği bir konuda hayatta olan birisinden yardım istemektir. Yaratılandan yardım ve imdat dilemenin bu türü câiz değildir ve bu büyük şirktir.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında münâfıklardan birisi mü'minlere eziyet veriyordu.
)عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ I قَالَ: قَالَ أَبُو بَكْرٍ I: قُومُوا نَسْتَغِيثُ بِرَسُولِ اللهِ H مِنْ هَذَا الْمُنَافِقِ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ H: إِنَّهُ لاَ يُسْتَغَاثُ بِي، إِنَّمَا يُسْتَغَاثُ بِاللهِ عَزَّ وَجَلَّ.)[رواه الطبراني]
Ubâde b. Sâmit'ten -radıyallahu anh- rivâyet olunduğuna göre o der ki: Ebû Bekir -radıyallahu anh-:
"Haydi, bu münâfığa karşı Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den yardım isteyelim", dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
-Şüphesiz benden yardım istenmez, yardım ancak Allah -azze ve celle-'den istenir."[190]
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, hayatta iken gücünün yettiği şeylerden olmasına rağmen tevhîdi korumak, şirke götüren yolları tıkamak, Rabbine karşı edepli ve mütevâzi olmak, ümmetini şirke götüren söz ve fiillerden uyarmak adına kendisi hakkında bu sözün kullanılmasını çirkin görmüştür.
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- hayatta iken gücünün yettiği şeylerden olmasına rağmen ondan yardım istenmediğine göre, peki vefâtından sonra Allah Teâlâ'dan başkasının gücünün yetmediği şeylerde, o kimseden nasıl yardım istenebilir?[191]
Bu davranış, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında câiz olmadığına göre, onun dışındakiler hakkında câiz olmaması daha evlâdır.
% % % % %
3. BÖLÜM
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, O'nun âilesi ve ashâbı konusunda gerekenin açıklanması:
Bu bölüm şu fasıllardan meydana gelmektedir:
1. Fasıl: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmenin, O'na saygı göstermenin, O'nun hakkında aşırıya gitmekten ve O'nu aşırı şekilde övmekten yasaklamanın gerektiği ve O'nun Allah Teâlâ katındaki yüksek makamının açıklanması hakkındadır.
2. Fasıl: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e itaat etmenin ve O'nu örnek almanın farz oluşu hakkındadır.
3. Fasıl: Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâmda bulunmanın meşrûiyeti hakkındadır.
4. Fasıl: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in âile halkının fazîleti,onlardan nefret etmeden ve aşırıya gitmeden onlar hakkında yapılması gereken şeyler hakkındadır.
5. Fasıl:Sahâbenin fazîleti ve onlar hakkında inanılması gereken şeyler, Ehl-i sünnet vel-cemaat müslümanlarının sahâbe arasında meydana gelen olaylar konusunda izledikleri yol hakkındadır.
6. Fasıl:Sahâbe ve hidâyet önderi imamlara sövmenin yasak oluşu hakkındadır.
% % % % %
1. FASIL
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmenin, O'na saygı göstermenin, O'nun hakkında aşırıya gitmekten ve O'nu aşırı şekilde övmekten yasaklamanın gerektiği ve O'nun Allah Teâlâ katındaki yüksek makamının açıklanması:
1. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmek ve O'na saygı göstermek farzdır:
Kulun, ilk önce Allah Teâlâ'yı sevmesi gerekir. Çünkü bu, ibâdetlerin en büyüklerindendir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ ٱللَّهِ أَندَادٗا يُحِبُّونَهُمۡ كَحُبِّ ٱللَّهِۖ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَشَدُّ حُبّٗا لِّلَّهِۗ وَلَوۡ يَرَى ٱلَّذِينَ ظَلَمُوٓاْ إِذۡ يَرَوۡنَ ٱلۡعَذَابَ أَنَّ ٱلۡقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعٗا وَأَنَّ ٱللَّهَ شَدِيدُ ٱلۡعَذَابِ ١٦٥ ﴾ [سورة البقرة الآية: 165]
"İnsanlardan bazıları Allah’ı bırakıp birtakım putları Allah’a denk tutar ve onları, Allah’ı sevdikleri gibi severler. Ama îmân edenlerin Allah sevgisi, daha kuvvetlidir.)Allah’a ortak koşarak nefislerine(zulmedenler,şayet )âhirette(azabı gördükleri zaman, güç ve kuvvetin hepsinin Allah’a âit olduğunu ve Allah’ın azabının çok çetin olduğunu önceden bilmiş olsalardı, )Allah’ı bırakıp da putlara tapmazlardı.)"[192]
Çünkü kullarına, açık ve gizli her nimeti bol bol ihsan eden Rab yalnızca O'dur.O'nun sevgisinden sonra,elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sevgisi gelir.Zirâ Allah Teâlâ'nın dînine dâvet eden, onu haber veren, şeriatını tebliğ eden ve hükümlerini açıklayan,Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kendisidir. Dünya ve âhirette mü'minler için iyilik olarak bir şey hâsıl olmuşsa, bu elçinin eliyle olmuştur. Hiç kimse O'na itaat etmeden ve O'na tâbi olmadan cennete giremez.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
(ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ بِهِنَّ حَلاَوَةَ الإِيمَانِ: أَنْ يَكُونَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِمَّا سِوَاهُمَا، وَأَنْ يُحِبَّ الْمَرْءَ لاَ يُحِبُّهُ إِلاَّ لِلَّهِ، وَأَنْ يَكْرَهَ أَنْ يَعُودَ فِي الْكُفْرِ بَعْدَ أَنْ أَنْقَذَهُ اللَّهُ مِنْهُ كَمَا يَكْرَهُ أَنْ يُقْذَفَ فِي النَّارِ.)[ متفق عليه ]
"Şu üç haslet kimde bulunursa, o kimse îmânın tadına varmıştır. )Bu üç haslet(Allah ve elçisini her şeyden daha çok sevmek, bir kimseyi ancak Allah için sevmek ve Allah'ın kendisini küfürden kurtardıktan sonra küfre dönmeyi, ateşe atılmayı çirkin gördüğü gibi çirkin görmektir."[193]
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sevgisi, Allah Teâlâ'nın sevgisine bağlıdır ve O'nun sevgisinden ayrılamaz.Allah Teâlâ'nın sevgisinden sonra ikinci derecede Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sevgisi gelir.
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sevgisi ve onun sevgisinin -Allah Teâlâ'nın sevgisi hariç- herkesin sevgisinden daha önce gelmesi gerektiği konusunda Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَلَدِهِ وَوَالِدِهِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ.)
[ متفق عليه ]
"Ben sizden birinize çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevimli gelmedikçe, )tam anlamıyla(îmân etmiş sayılmaz."[194]
Hatta bir mü'minin, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i kendi nefsinden daha çok sevmesi gerekir.
Nitekim Ömer -radıyallahu anh-, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e:
"Ey Allah'ın elçisi! Andolsun ki sen, bana -nefsimden başka-, her şeyden daha sevimlisin" deyince, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
-Nefsim elinde olan Allah'a yemîn olsun ki, ben sana nefsinden daha sevimli olmadıkça, bana tam îmân etmiş olmazsın" buyurdu.
Bunun üzerine Ömer -radıyallahu anh-:
-Şüphesiz sen, bana nefsimden de sevimlisin )ey Allah'ın elçisi!(deyince, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-şöyle buyurdu:
-İşte şimdi oldu ey Ömer!"[195]
Bu hadis, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmenin farz olduğuna ve onun sevgisinin, -Allah Teâlâ'nın sevgisi hariç- her şeyin sevgisinden önce geldiğine delâlet etmektedir.Çünkü Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sevgisi, Allah'ın sevgisine bağlı olup O'nun sevgisinden ayrı tutulamaz. Zirâ onun sevgisi, Allah Teâlâ içindir.
Mü'minin kalbinde, Allah Teâlâ sevgisi arttıkça, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sevgisi de artar, Allah Teâlâ sevgisi azaldıkça, onun sevgisi de azalır. Allah Teâlâ'yı seven herkes, O'nu, ancak Allah Teâlâ ve O'nun rızâsı için sever.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmek, O'nu yüceltmeyi, O'na saygı göstermeyi, O'na uymayı, O'nun sözünü herkesin sözünün üstünde tutmayı ve onun sünnetini yüceltmeyi gerektirir.
Büyük âlim İbn-i Kayyim -rahimehullah- bu konuda şöyle der:
"Beşere duyulan her sevgi ve tâzim, Allah Teâlâ'ya duyulan sevgi ve tâzime bağlı olarak ancak câiz olur. Örneğin Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmek ve O'na saygı göstermek, O'nu gönderen Allah Teâlâ'ya gösterilen tâzimin tamamındandır. Çünkü Allah Teâlâ Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevdiği için ümmeti de O'nu sevmekte, Allah Teâlâ O'nu yücelttiği için ümmeti de O'nu yüceltmektedir. O'nu sevmek, Allah Teâlâ'yı sevmenin gereklerindendir. Bundan kasıt; Allah Teâlâ, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e bir heybet ve sevgi vermiştir. Bu sebeple sahâbenin -radıyallahu anhum- gönüllerinde Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'den daha sevimli, daha heybetli ve yüce hiç kimse olmamıştır."
Nitekim Amr b. el-Âs -radıyallahu anh- müslüman olduktan sonra şöyle demiştir:
"Şüphesiz bana, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'den daha sevimsiz hiç kimse yoktu. Ben müslüman olduktan sonra hiç kimse bana ondan daha sevimli gelmedi. Hiç kimse, gözümde ondan daha kıymetli olmadı. O'nu size vasfetmem istenseydi, buna güç yetiremezdim. Çünkü ben, O'na olan saygımdan dolayı O'na doyasıya bakamazdım."[196]
Urve b. Mes'ud,Kureyşin ileri gelenlerine şöyle dedi:
"Ey kavmim! Allah'a yemîn olsun ki ben, İran hükümdârı Kisrâ'nın, Bizans imparatorunun ve daha nice kralların huzuruna çıktım. Ancak Muhammed'in ashâbının, kendisine saygı gösterdikleri kadar hiçbir kralın ashâbının, kralına saygı gösterdiklerini görmedim. Allah'a yemîn olsun ki ashâbı, saygılarından dolayı Muhammed'e gözlerini dikip bakmıyorlardı. Tükürdüğünde daha henüz tükürüğü yere düşmeden ashâbından birisi avucunu açar ve onu yüzüne ve göğsüne sürerdi. Abdest aldığında abdest suyu üzerinde )onu alabilmek için(neredeyse birbirleriyle kavga ediyorlardı."[197]
2. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i övgüde aşırıya gitmek ve haddi aşmak haramdır:
"Ğuluv" kelimesi, haddi aşmak demektir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَهۡلَ ٱلۡكِتَٰبِ لَا تَغۡلُواْ فِي دِينِكُمۡ ...﴾ [سورة النساء من الآية: 171]
"Ey kitap ehli! Dîniniz konusunda )aşırıya giderek(haddi aşmayın."[198]
"İtrâ" kelimesi ise, övgüde haddi aşmak ve övgüde yalan söylemek demektir.
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında aşırıya gitmekten kasıt; O'nu kulluk ve elçilik mertebesinin üzerine çıkarmak ve O'na ulûhiyet özelliklerinden bir şeyler vererek Allah Teâlâ tarafından O'nun için takdir olunan sınırı aşmak demektir.
Örneğin Allah Teâlâ'ya değil de, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e yalvarıp yakarmak, ondan imdat ve yardım dilemek ve O'nun adına yemîn etmek gibi...
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında övgüde haddi aşmaktan kasıt; O'nu olduğundan fazla övmektir.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- kendisini aşırı bir şekilde övmekten yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
(لاَ تُطْرُونِي كَمَا أَطْرَتِ النَّصَارَى ابْنَ مَرْيَمَ، فَإِنَّمَا أَنَا عَبْدٌ، فَقُولُوا: عَبْدُ اللهِ وَرَسُولُهُ.)[ متفق عليه ]
"Beni, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı aşırı bir şekilde övdükleri gibi övmeyin. Ben ancak bir kulum. O halde benim için 'Allah'ın kulu ve elçisidir' deyin."[199]
Bunun anlamı; "Hıristiyanların Meryem oğlu İsa -aleyhisselâm- hakkında aşırıya giderek onun ilah olduğunu iddiâ ettikleri gibi, beni bâtıl bir şekilde övmeyin ve beni överken de haddi aşmayın. Beni, Rabbimin vasfettiği şekilde vasfedin. Benim için Allah'ın kulu ve elçisidir, deyin" demektir.
(عَنْ مُطَرِّفٍ قَالَ، قَالَ أَبِي: اِنْطَلَقْتُ فِي وَفْدِ بَنِي عَامِرٍ إِلَى رَسُولِ اللهِ H فَقُلْنَا: أَنْتَ سَيِّدُنَا، فَقَالَ: السَّيِّدُ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى، قُلْنَا:وَأَفْضَلُنَا فَضْلاً وَأَعْظَمُنَا طَوْلاً، فَقَالَ: قُولُوا بِقَوْلِكُمْ أَوْ بَعْضِ قَوْلِكُمْ وَلاَ يَسْتَجْرِيَنَّكُمْ الشَّيْطَانُ.)[ رواه أبو داود بسند صحيح ]
Mutarrif'ten rivâyet olunduğuna göre der ki:
Babam[200] dedi ki:
"Âmir oğulları heyetiyle beraber Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e gitmek üzere yola çıktım. )Yanına vardığımızda ona):
-Sen bizim seyyidimizsin )efendimizsin(dedik. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
-Seyyid, Allah Tebâreke ve Teâlâ'dır, buyurdu.
Biz:
-Sen, derece ve makam bakımından bizim en fazîletlimiz, güç ve kudret bakımından da en büyüğümüzsün, dedik.
Bunun üzerine o şöyle buyurdu:
-Bu sözünüzle veya bu iki sözden birisi ile yetinerek konuşun ve mübalağa etmeyin. Şeytan sizi câiz olmayan şeyi konuşmaya cesâret ettirmesin )veya şeytan sizi kendisine vekil kılıp kendi lisanı ile konuşturmasın)."[201]
(يَا سَيِّدَنَا وَابْنَ سَيِّدِنَا وَيَا خَيْرَنَا وَابْنَ خَيْرِنَا. فَقَالَ النَّبِيُّ H: يَا أَيُّهَا النَّاسُ! قُولُوا بِقَوْلِكُمْ وَلاَ يَسْتَهْوِيَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ. أَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللهِ وَرَسُولُ اللهِ. وَاللهِ مَا أُحِبُّ أَنْ تَرْفَعُونِي فَوْقَ مَا رَفَعَنِي اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ.)[ رواه الإمام أحمد ]
Enes b.Mâlik'ten -radıyallahu anh- rivâyet olunduğuna göre, bir adam Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e:
"Ey bizim efendimiz, bizim efendimizin oğlu, bizim en hayırlımız, bizim en hayırlımızın oğlu!" dedi.
Bunun üzerine Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
-Ey insanlar! Kendi sözünüzle söyleyin. Şeytan sizi câiz olmayan şeyi söylemeye cesâret ettirmesin )veya şeytan, sizi kendisine vekil kılıp kendi diliyle konuşturmasın(Ben, Abdullah oğlu Muhammed'im ve Allah'ın elçisiyim. Allah'a yemîn olsun ki ben, Allah -azze ve celle-'nin beni yücelttiği makamdan fazla yüceltmenizden hoşlanmıyorum."[202]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- tartışmasız yaratılmışların en fazîletlisi ve en şereflisi olduğu halde: "Sen, bizim efendimizsin" "Sen, bizim en hayırlımızsın", "Sen,bizim en fazîletlimizsin","Sen,bizim en büyüğümüzsün" gibi sözlerle, kendisini övmeyi ashâbına yasaklamıştır.Fakat Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ashâbını aşırıya gitmekten ve kendisi hakkında haddi aşmaktan uzak tutmak ve tevhîdi korumak adına bunu yasaklamıştır.Onları kulluk mertebelerinin en yüce makamı olan,içerisinde aşırıya gitme olmayan ve akîdeye zarar vermeyen "Allah'ın kulu" ve "Allah'ın elçisi" diye iki vasıfla vasıflandırmaya yönlendirmiştir.
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-, Allah Teâlâ'nın kendisini yücelterek uygun gördüğü makamdan daha yüksek makama yüceltilmekten de hoşlanmamıştır.
Birçok insan, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in bu yasağına aykırı davranarak O'na yalvarıp yakarır, O'ndan imdat ve yardım diler, O'nun adına yemîn eder ve Allah Teâlâ'dan başka hiç kimseden istenmeyen şeyleri O'ndan ister hale gelmiştir. Nitekim mevlid, kaside ve ilahîlerde bu şeyler yapılmış ve Allah Teâlâ ile elçisi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hakları birbirinden ayırt edilemez hale gelmiştir.
Büyük âlim İbn-i Kayyim -rahimehullah- "Nûniyye"sinde şöyle der:
"Hak, Allah'ındır, O'ndan başkasının olamaz,
Kulunun da hakkı vardır, bu ikisi iki haktır.
Siz, bu iki hakkı bir hak haline getirmeyin,
Birbirinden ayırt etmeden ve yaklaştırmadan."
3. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Allah Teâlâ katındaki yüksek makamının açıklanması:
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i Allah Teâlâ'nın övdüğü gibi övüp O'nun yüksek makamını açıklamak, Allah Teâlâ'nın üstün kıldığı makamını zikretmek ve buna inanmakta bir sakınca yoktur. Zirâ Allah Teâlâ'nın, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e verdiği bir yüksek makamı vardır.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-, Allah'ın kulu ve elçisi, tartışmasız yaratılmışların en hayırlısı ve fazîletlisidir. Cinler ve insanların hepsine birden gönderilen Allah Teâlâ'nın elçisidir.O, elçilerin en fazîletlisi ve nebilerin sonuncusudur.Ondan sonra )kıyâmete kadar(başka bir nebi ve elçi gelmeyecektir.
Allah Teâlâ, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in gönlünü açmış, adını yüceltmiş ve O'na aykırı davrananları zelîl kılıp alçaltmıştır.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- )kıyâmet günü Allah Teâlâ'nın huzurunda şefaat edeceği(Makam-ı Mahmûd'un sahibidir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ... عَسَىٰٓ أَن يَبۡعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامٗا مَّحۡمُودٗا ٧٩ ﴾[ سورة الإسراء الآية: 79 ]
")Ey Nebi! Kıyâmet günü insanlara şefaat etmen için(Rabbinin seni övülen makama göndereceğini umabilirsin."[203]
Yani Allah Teâlâ, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e kıyâmet gününün o dehşetli sahnesinden rahata kavuşturması için insanlara şefaat etme iznini vereceği makam, Makam-ı Mahmûd'dur.
Bu makam, Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'e has olan ve O'ndan başka hiçbir nebi ve elçiye verilmeyen makamdır. Çünkü O, yaratılmışların Allah Teâlâ'dan en çok korkanıdır.
Nitekim Allah Teâlâ, O'nun yanında seslerini yükseltmeyi mü'minlere yasaklamış ve seslerini kısanları överek şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ لَا تَرۡفَعُوٓاْ أَصۡوَٰتَكُمۡ فَوۡقَ صَوۡتِ ٱلنَّبِيِّ وَلَا تَجۡهَرُواْ لَهُۥ بِٱلۡقَوۡلِ كَجَهۡرِ بَعۡضِكُمۡ لِبَعۡضٍ أَن تَحۡبَطَ أَعۡمَٰلُكُمۡ وَأَنتُمۡ لَا تَشۡعُرُونَ ٢ إِنَّ ٱلَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصۡوَٰتَهُمۡ عِندَ رَسُولِ ٱللَّهِ أُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ ٱمۡتَحَنَ ٱللَّهُ قُلُوبَهُمۡ لِلتَّقۡوَىٰۚ لَهُم مَّغۡفِرَةٞ وَأَجۡرٌ عَظِيمٌ ٣ إِنَّ ٱلَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِن وَرَآءِ ٱلۡحُجُرَٰتِ أَكۡثَرُهُمۡ لَا يَعۡقِلُونَ ٤ وَلَوۡ أَنَّهُمۡ صَبَرُواْ حَتَّىٰ تَخۡرُجَ إِلَيۡهِمۡ لَكَانَ خَيۡرٗا لَّهُمۡۚ وَٱللَّهُ غَفُورٞ رَّحِيمٞ ٥ ﴾
[ سورة الحجرات الآيـات:2- 5 ]
"Ey îmân edenler! )Ona hitap ederken(seslerinizi nebinin sesinin üzerine yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gidiverir. Rasûlullah'ın huzurunda seslerini kısanlar var ya, işte onlar, Allah'ın kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için bağışlanması ve büyük bir mükâfat )cennet(vardır.)Ey Nebi!(Seni odaların arkasından )yüksek sesle(çağıranların çoğu, )sana nasıl davranacaklarını(akıl etmeyen kimselerdir. Şayet onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette bu onlar için )Allah katında(daha hayırlı olurdu.Allah )bilmedikleri için işledikleri günahları ve elçisine saygısız davranmalarını(çok bağışlayıcı ve )onları hemen cezalandırmayarak onlara(çok merhametlidir."[204]
İmam İbn-i Kesîr -rahimehullah- de bu konuda şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ, bu âyetlerde Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e saygı göstermek, O'na ihtiram duymak, hürmet etmek, O'nu yüceltmek ve O'nun huzurunda seslerini onun sesinin üzerine yükseltmemek gibi konularda mü'min kullarını eğitmiştir. Yine, Allah Teâlâ insanların birbirlerini çağırdıkları gibi, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i 'Ey Muhammed!' diye çağırmayı, mü'min kullarına yasaklamıştır. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-ancak risâlet ve nübüvvet sıfatıyla çağırılır ve ona: 'Ey Allah'ın elçisi! Ey Allah'ın nebisi!' diye seslenilir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ لَّا تَجۡعَلُواْ دُعَآءَ ٱلرَّسُولِ بَيۡنَكُمۡ كَدُعَآءِ بَعۡضِكُم بَعۡضٗاۚ ...﴾
[سورة النور من الآية: 63]
")Ey mü'minler!(Rasûlullah'ı, kendi aranızda çağırır gibi, )ey Muhammed! diye(çağırmayın. )Fakat O'nu ey Allah'ın nebisi! Ey Allah'ın elçisi! diyerek şereflendirin)."[205]
Yine Allah Teâlâ, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e "Ey Nebi", "Ey Rasûl" diye seslenmiştir.
Allah Teâlâ ve melekleri, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât[206] ve selâmda bulunmuş, kullarına da kendisine salât ve selâmda bulunmalarını emretmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ إِنَّ ٱللَّهَ وَمَلَٰٓئِكَتَهُۥ يُصَلُّونَ عَلَى ٱلنَّبِيِّۚ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ صَلُّواْ عَلَيۡهِ وَسَلِّمُواْ تَسۡلِيمًا ٥٦ ﴾ [سورة الأحزاب الآية: 56]
"Şüphesiz Allah ve O'nun melekleri, Nebi'ye salât getirirler. Ey îmân edenler! Siz de ona salât getirin ve ona )İslâm'ın selâmı ile(selâm verin."[207]
Fakat Kur'an ve sünnetten sahih bir delil getirmeden Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i övmek için, belirli bir vakit veya belirli bir şekil tahsis edilemez. Doğum günü olduğunu iddiâ ederek o günü O'na övgüye has kılıp Mevlid kandilini kutlayanların yaptıkları şey, çirkin bid'attır.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetini yüceltmenin, O'nun sünnetine göre hareket etmenin, ona göre hareket etmenin gerektiğine ve sünnetin, Kur'an-ı Kerîm'den sonra ikinci derecede geldiğine inanmak da, O'na olan saygıdandır.Çünkü Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti, Allah Teâlâ'dan gelen bir vahiydir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمَا يَنطِقُ عَنِ ٱلۡهَوَىٰٓ ٣ إِنۡ هُوَ إِلَّا وَحۡيٞ يُوحَىٰ ٤ ﴾ [سورة النجم الآيتان: 3-4 ]
"O )Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-(hevâsına göre konuşmaz. O )Kur'an ve sünnet(vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir."[208]
Sünnetten şüphe duymak,onu küçümseyip hafife almak veya sünnetin rivâyet edilen yolları, senedleri veya anlamlarının açıklanması hakkında bilgisizce ve ihtiyatsız konuşmak, câiz değildir.
Nitekim günümüzde câhiller, özellikle de eğitimin ilk merhalesindeki gençler, birkaç kitap okumalarının dışında ve bilgisizce, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine karşı pervasızca ve cüretkâr konuşmaya yeltenip hadisleri zayıf ve sahih, râvilerinin de doğruluğu hakkında tartışmaya başlamışlardır. Bu davranış, hem kendileri, hem de İslâm ümmeti için büyük bir tehlikedir. Bu kimselerin Allah Teâlâ'dan korkmaları ve haddi aşmamaları gerekir.
% % % % %
2. FASIL
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e itaat etmenin ve O'nu örnek almanın farz oluşu:
Emirlerini yerine getirip yasaklarını da terk etmek sûretiyle Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e itaat etmek, farzdır. Allah Teâlâ birçok âyette O'na itaat etmeyi emretmiş ve bazen O'na itaat etmeyi, kendisine itaat etmekle birlikte zikretmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَطِيعُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُواْ ٱلرَّسُولَ ... ﴾[ سورة النساء من الآية: 59]
"Ey îmân edenler! Allah'a itaat edin. Nebi'ye de itaat edin..."[209]
Bu âyet gibi, daha birçok âyet vardır.
Allah Teâlâ, bazen Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e itaati tek başına zikretmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ مَّن يُطِعِ ٱلرَّسُولَ فَقَدۡ أَطَاعَ ٱللَّهَۖ وَمَن تَوَلَّىٰ فَمَآ أَرۡسَلۡنَٰكَ عَلَيۡهِمۡ حَفِيظٗا ٨٠ ﴾
[سورة النساء الآية :80 ]
"Kim, elçiye itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de )Allah'a ve elçisine itaat etmekten(yüz çevirirse, )bil ki ey elçi!(Biz seni onların üzerine bir gözetleyici olarak göndermedik."[210]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ وَأَقِيمُواْ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُواْ ٱلزَّكَوٰةَ وَأَطِيعُواْ ٱلرَّسُولَ لَعَلَّكُمۡ تُرۡحَمُونَ ٥٦ ﴾
[سورة النور الآية: 56 ]
"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı )hak edene(verin ve elçiye itaat edin. Umulur ki merhamet olunursunuz."[211]
Allah Teâlâ, elçisine karşı gelenleri bazen )cehennem azabıyla(tehdit etmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ ... فَلۡيَحۡذَرِ ٱلَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنۡ أَمۡرِهِۦٓ أَن تُصِيبَهُمۡ فِتۡنَةٌ أَوۡ يُصِيبَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمٌ ٦٣ ﴾ [سورة النور من الآية: 63]
"O'nun )Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in(emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar."[212]
Allah Teâlâ, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e itaat ederek ona uymayı; kulunu sevmesi ve onun günahlarını bağışlaması için bir vesile kılmıştır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ قُلۡ إِن كُنتُمۡ تُحِبُّونَ ٱللَّهَ فَٱتَّبِعُونِي يُحۡبِبۡكُمُ ٱللَّهُ وَيَغۡفِرۡ لَكُمۡ ذُنُوبَكُمۡۚ وَٱللَّهُ غَفُورٞ رَّحِيمٞ ٣١ ﴾ [سورة آل عمران الآية: 31]
")Ey Nebi!(De ki: Allah'ı gerçekten seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir."[213]
Allah Teâlâ, elçisi Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'e itaat etmeyi; hidâyet, O'na karşı gelmeyi ise, dalâlet saymıştır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ قُلۡ أَطِيعُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُواْ ٱلرَّسُولَۖ فَإِن تَوَلَّوۡاْ فَإِنَّمَا عَلَيۡهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيۡكُم مَّا حُمِّلۡتُمۡۖ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهۡتَدُواْۚ وَمَا عَلَى ٱلرَّسُولِ إِلَّا ٱلۡبَلَٰغُ ٱلۡمُبِينُ ٥٤ ﴾ [سورة النور الآية: 54]
")Ey Nebi!(De ki: Allah'a itaat edin. Elçiye de itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, elçinin sorumluluğu kendisine yüklenen risâleti tebliğ etmek, sizin sorumluluğunuz ise, size yüklenen )emrolunduğunuz görev)leri yerine getirmenizdir.Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz. Elçiye düşen )görev(ancak )Rabbinden gelen risâleti(açık-seçik duyurmaktır."[214]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ فَإِن لَّمۡ يَسۡتَجِيبُواْ لَكَ فَٱعۡلَمۡ أَنَّمَا يَتَّبِعُونَ أَهۡوَآءَهُمۡۚ وَمَنۡ أَضَلُّ مِمَّنِ ٱتَّبَعَ هَوَىٰهُ بِغَيۡرِ هُدٗى مِّنَ ٱللَّهِۚ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يَهۡدِي ٱلۡقَوۡمَ ٱلظَّٰلِمِينَ ٥٠ ﴾ [سورة القصص الآية: 50]
")Ey Nebi!)Eğer sana )kitap getirmek sûretiyle(cevap vermezlerse, bil ki onlar, hevâlarına uymaktadırlar. Allah'tan bir doğru yolu gösterici olmaksızın kendi hevâsına uyan kimseden daha sapık kim olabilir? Şüphesiz Allah, )emrine aykırı hareket ederek haddi aşan(zâlimler topluluğunu asla doğru yola iletmez."[215]
Allah Teâlâ, ümmeti için O'nda alınması gereken güzel örnekler olduğunu haber vermiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ لَّقَدۡ كَانَ لَكُمۡ فِي رَسُولِ ٱللَّهِ أُسۡوَةٌ حَسَنَةٞ لِّمَن كَانَ يَرۡجُواْ ٱللَّهَ وَٱلۡيَوۡمَ ٱلۡأٓخِرَ وَذَكَرَ ٱللَّهَ كَثِيرٗا ٢١ ﴾ [ سورة الأحزاب الآية: 21 ]
")Ey mü'minler!(Andolsun ki sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça ananlar için Allah'ın elçisinde )O'nun söz, fiil ve her davranışında(güzel bir örnek vardır."[216]
İbn-i Kesîr -rahimehullah- bu konuda şöyle der:
"Bu âyetler, söz, fiil ve her davranışında Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i örnek alıp O'nu takip etme konusunda büyük bir esastır. Bu sebeple Allah Teâlâ insanlara,Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Hendek savaşındaki sabrı, sabırdaki metâneti, düşmana karşı cephede yılmadan duruşu, mücâhedesi ve Rabbinden sıkıntısını gidermesini beklemesi gibi konularda O'nu örnek almayı emretmiştir. Allah'ın salât ve selâmı, kıyâmete kadar dâimâ onun üzerine olsun."
Allah Teâlâ, Kur'an'da yaklaşık olarak 40 âyette elçiye itaat etmeyi ve O'na uymayı emretmiştir. İnsanlar, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in getirdiği dîni tanıyıp O'na uymaya, yeme ve içmeden daha muhtaçtırlar. Çünkü insan yemez ve içmezse, dünyada ölür. Fakat Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e itaat etmeyi ve O'na uymayı kaybederse, sürekli bir azaba ve bedbahtlığa maruz kalır.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, ibâdetlerin edâ edilmesi konusunda kendisinin örnek alınmasını ve kendisinin edâ ettiği şekilde edâ edilmesini emrederek şöyle buyurmuştur:
(وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي.)[ رواه البخاري ]
"Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi, )öyle(namaz kılın )yani namazı benim kıldığım şekilde kılın)."[217]
(خُذُوا عَنِّي مَنَاسِككُمْ.)[ رواه مسلم ]
"Hac ile ilgili ibâdetlerinizi benden alın )yani benim yaptığım şekilde hac yapın)."[218]
(مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ.)[ متفق عليه ]
"Her kim, işimiz )dînimiz(üzere olmayan bir amel işlerse, o işlediği şey reddolunmuştur )bâtıldır ve sahibine iâde olunur)."[219]
(فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي ([ متفق عليه ]
"Her kim, benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir."[220]
Bunlardan başka,Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i örnek almayı emreden ve O'na aykırı hareket etmeyi yasaklayan daha nice âyet ve hadisler vardır.
% % % % %
3. FASIL
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâm getirmenin meşrû oluşu:
Allah Teâlâ'nın, ümmetinin üzerine Nebi için meşrû kıldığı haklardan birisi de, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâm getirmektir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ إِنَّ ٱللَّهَ وَمَلَٰٓئِكَتَهُۥ يُصَلُّونَ عَلَى ٱلنَّبِيِّۚ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ صَلُّواْ عَلَيۡهِ وَسَلِّمُواْ تَسۡلِيمًا ٥٦ ﴾ [سورة الأحزاب الآية: 56]
"Şüphesiz Allah ve O'nun melekleri, Nebi'ye salât getirirler. Ey îmân edenler! Siz de ona salât getirin ve onu )İslâm'ın selâmı ile(selâmlayın."[221]
"Salât" kelimesinin ne anlama geldiği konusunda şu rivâyet edilmiştir:
Allah Teâlâ'nın kuluna salât etmesi; onu meleklerinin yanında övmesidir.
Meleklerin salât etmesi; ona duâ etmesidir.
İnsanların salât etmesi ise; onun için Allah Teâlâ'dan istiğfarda bulunmasıdır.[222]
Allah Teâlâ bu âyette, yüce katında yakın meleklerin yanında kulu ve elçisinin makamını övdüğünü, meleklerin de O'na istiğfarda bulunduğunu haber vermiştir. Sonra Allah Teâlâ aşağı âlem olan yeryüzü sakinlerine O'na salât ve selâm getirmelerini emretmiştir. Böylelikle hem göklerin, hem de yeryüzü sakinlerinin övgüleri birleşmiş olur.
﴿ ... وَسَلِّمُواْ تَسۡلِيمًا ٥٦ ﴾
Âyetin bu kısmı; "Yani onu İslâm'ın selâmı ile selâmlayın" anlamındadır.
Bir müslüman, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât getirdiği zaman, salât ve selâmı birlikte zikretmesi, sadece birisiyle yetinmemesi gerekir. Örneğin sadece: "sallallahu aleyh" veya "aleyhisselâm" dememesi gerekir. Çünkü Allah Teâlâ,her ikisini birlikte söylemeyi emretmiştir.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâm getirmenin meşrû olduğu yerlerde, salât ve selâm getirmek, bazen farz, bazen de müekked sünnettir.
Nitekim İbn-i Kayyim -rahimehullah- "Celâu'l-Efhâm" adlı eserinde salât ve selâm getirilen 41 yeri zikretmiş ve sözüne şöyle başlamıştır:
Birinci Yer: En önemlisi ve en müekkedi, namazın sonundaki son oturuşta olanıdır.
Nitekim İslâm âlimleri, namazın sonundaki son oturuşta salât ve selâm getirmenin meşrû olduğunda görüş birliğine, farz olup olmadığı konusunda ise görüş ayrılığına varmışlardır.[223]
İbn-i Kayyim daha sonra başka yerleri zikretmiştir.
Bu yerler: Kunut duâsının sonunda, Cuma ve bayram namazları ile istiskâ namazı hutbelerinde, müezzin ezânı bitirdikten sonra, duâ ederken, câmiye girerken, câmiden çıkarken ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in adı anıldığında salât ve selâm getirmek meşrûdur.
İbn-i Kayyim -rahimehullah- daha sonra Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâm getirmekten dolayı elde edilecek faydalardan 40 tanesini zikretmiştir.[224]
Bu faydalardan bazıları şunlardır:
1. Böylelikle Allah'ın emri yerine getirilmiş olur.
2.Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e bir defa salât ve selâm getiren, Allah Teâlâ tarafından on defa salât ve selâma nâil olur.
3. Duâ etmeye başlarken, duânın başında salât ve selâm getirirse, duânın kabul olunması umulur.
4.Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâm getiren ve onun için Allah Teâlâ'dan vesîleyi isteyen, O'nun şefaatine nâil olur.
5. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâm getirmek, günahların bağışlanmasına vesile olur.
6. Salât ve selâm getiren kimse, bu salât ve selâmı ile Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in onun selâmına karşılık vermesine vesile olur.
Allah Teâlâ'nın salât ve selâmı, bu kıymetli nebinin üzerine olsun.
% % % % %
4. FASIL
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in âile halkının fazîleti,onlardan nefret etmeden ve onlar hakkında aşırıya gitmeden yapılması gereken şeyler:
Ehl-i Beyt, kendilerine sadaka verilmesi haram olan Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in âilesidir ki bunlar: Ali, Câfer, Akîl ile Abbas'ın -radıyallahu anhum- âileleri, Abdulmuttalib oğlu Hâris oğulları, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hanımları ve kızlarıdır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَقَرۡنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجۡنَ تَبَرُّجَ ٱلۡجَٰهِلِيَّةِ ٱلۡأُولَىٰۖ وَأَقِمۡنَ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتِينَ ٱلزَّكَوٰةَ وَأَطِعۡنَ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥٓۚ إِنَّمَا يُرِيدُ ٱللَّهُ لِيُذۡهِبَ عَنكُمُ ٱلرِّجۡسَ أَهۡلَ ٱلۡبَيۡتِ وَيُطَهِّرَكُمۡ تَطۡهِيرٗا ٣٣ ﴾ [سورة الأحزاب الآية: 33]
")Ey Nebi hanımları!(Evlerinizde oturun (ve ihtiyaç dışında evlerinizden dışarı çıkmayın).Eski câhiliye kadınlarının açılıp-saçıldıkları gibi açılıp-saçılmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı )Allah'ın farz kıldığı şekilde hak edene(verin, )emir ve yasaklarında(Allah'a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor."[225]
İbn-i Kesîr -rahimehullah- bu konuda şöyle der:
"...Kur'an'ı düşünerek okuyan kimse, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hanımlarının Allah Teâlâ'nın şu sözüne dâhil olduklarında şüphe etmez:
﴿ ... إِنَّمَا يُرِيدُ ٱللَّهُ لِيُذۡهِبَ عَنكُمُ ٱلرِّجۡسَ أَهۡلَ ٱلۡبَيۡتِ وَيُطَهِّرَكُمۡ تَطۡهِيرٗا ٣٣ ﴾
[سورة الأحزاب من الآية: 33]
"...Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor."[226]
Zirâ sözün gelişi, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hanımlarından bahsetmektedir.
Nitekim bütün bunlardan sonra Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَٱذۡكُرۡنَ مَا يُتۡلَىٰ فِي بُيُوتِكُنَّ مِنۡ ءَايَٰتِ ٱللَّهِ وَٱلۡحِكۡمَةِۚ إِنَّ ٱللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا ٣٤ ﴾ [سورة الأحزاب الآية: 34]
")Ey Nebi hanımları!(Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti )Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetini(hatırlayın. Şüphesiz Allah,)her şeyin içyüzünü(hakkıyla bilendir, )her şeyden(haberdârdır."[227]
Katâde ve başkaları âyetin bu kısmını şöyle açıklamışlardır:
"Yani evlerinizde Allah Tebâreke ve Teâlâ'nın, Kur'an ve sünnetten, elçisi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirdiği şeyleri bilip öğrenin."
İnsanlar arasından sadece sizin sahip olduğunuz bu nimeti hatırlayın: Vahiy, diğer insanlar arasından sadece sizin evlerinize inmektedir. Ebû Bekir Sıddık'ın kızı Sıddıka Âişe -radıyallahu anhumâ- bu nimete en lâyık ve bu umûmî rahmete en has olandır. Çünkü -Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in de belirttiği gibi- onun yatağından başka hiçbir hanımının yatağında vahiy inmemiştir.
Bazı âlimler de şöyle demişlerdir:
"Çünkü Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- onun dışında bâkire bir kızla evlenmemiştir. Âişe'nin yatağında, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'den başkası uyumamıştır." )Yani Âişe, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'den başkasıyla evlenmemiştir).Bu sebeple bu meziyete sadece onun sahip olması ve bu yüce makamın yalnızca ona âit olması daha yerinde olur. Fakat Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in eşleri, kendi âilesinden olduğuna göre onlar, bu isme yakın olmaya daha lâyıktırlar."[228]
Ehl-i sünnet vel-cemaat, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in âilesini sever, onlara dostluk besler ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in onlar hakkındaki vasiyetini muhafaza ederler.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- Ğadîr Hûm denilen yerde bu konuda şöyle buyurmuştur:
)وَأَهْلُ بَيْتِي، أُذَكِّرُكُمُ اللهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي، أُذَكِّرُكُمُ اللهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي، أُذَكِّرُكُمُ اللهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي([رواه مسلم ]
"Ehli beytim. Ehli beytime iyi davranmanız konusunda size Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehli beytime iyi davranmanız konusunda size Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehli beytime iyi davranmanız konusunda size Allah’tan korkmanızı hatırlatırım."[229]
Ehl-i sünnet vel-cemaat, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in âilesini sever ve onlara kıymet verirler. Çünkü onları sevmek ve onlara kıymet vermek, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmek ve O'na kıymet vermektir. Bu ise Abbas ve oğulları, Ali ve oğulları ile ilk müslümanların izledikleri yol gibi, Ehli beytin sünnete uymaları ve İslâm üzere olmaları şartını yerine getirmeleri gerekir. Ehl-i Beytten olsa bile, sünnete aykırı hareket eden ve İslâm'a göre yaşamayana dostluk beslemek câiz değildir.
Ehl-i sünnet vel-cemaat, Ehl-i Beyte karşı itidalli ve insaflı bir tavır takınırlar. Ehl-i sünnet vel-cemaat, dîndâr ve doğru yolda olan kimselere dostluk besler, Ehli Beytten olsa bile, sünnete aykırı hareket eden ve dînden sapanlardan uzak dururlar. Çünkü Ehl-i Beytten ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in akrabası olması, Allah Teâlâ'nın dîni üzere olmadıkça kendisine hiçbir fayda sağlamaz.
Nitekim Ebû Hureyre'den -radıyallahu anh- rivâyet olunan bir hadiste göre, şöyle demiştir:
(قَامَ رَسُولُ اللهِ H حِينَ أَنْزَلَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ: ﴿ وَأَنذِرۡ عَشِيرَتَكَ ٱلۡأَقۡرَبِينَ ٢١٤ ﴾ قَالَ: يَا مَعْشَرَ قُرَيْشٍ! أَوْ كَلِمَةً نَحْوَهَا اشْتَرُوا أَنْفُسَكُمْ،لاَ أُغْنِي عَنْكُمْ مِنَ اللهِ شَيْئًا، يَا بَنِي عَبْدِ مَنَافٍ! لاَ أُغْنِي عَنْكُمْ مِنَ اللهِ شَيْئًا، يَا عَبَّاسَ بْنَ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ! لاَ أُغْنِي عَنْكَ مِنَ اللهِ شَيْئًا، وَيَا صَفِيَّةَ عَمَّةَ رَسُولِ اللهِ! لاَ أُغْنِي عَنْكِ مِنَ اللهِ شَيْئًا، وَيَا فَاطِمَةَ بِنْتَ مُحَمَّدٍ! سَلِينِي مَا شِئْتِ مِنْ مَالِي، لاَ أُغْنِي عَنْكِ مِنَ اللهِ شَيْئًا.)[رواه البخاري]
")Ey Nebi! Kendilerine azabımızın gelmezden önce(yakın akrabanı uyar.[230]' Âyeti nâzil olunca, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- )kavmini topladı ve onlara(şöyle dedi:
-Ey Kureyş topluluğu! -veya buna benzer bir söz söyledi- kendinizi )Allah'ın azabından(kurtarın )îmân edin, Allah'ın azabından kurtulun(Ben, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Ey Abdi Menâf oğulları! Ben, Allah-'tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Ey Abdulmuttalib oğlu Abbas! Ben, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden savamam. Ey Rasûlullah'ın halası Safiyye! Ben, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden savamam. Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Malımdan dilediğini benden iste, sana vereyim. Fakat ben, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden savamam."[231]
Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
(مَنْ بَطَّأَ بِهِ عَمَلُهُ لَمْ يُسْرِعْ بِهِ نَسَبُهُ.)[ رواه مسلم ]
"Kimin ameli, kendisini )saadet mertebesine ulaşmaktan(geri bırakırsa, onun soyu kendisini öne almaz )soy ve şerefi, onu Allah'a yaklaştırmaz. Ancak sâlih ameli onu Allah'a yaklaştırır )."[232]
Ehl-i sünnet vel-cemaat, Ehl-i Beytin bazıları hakkında aşırıya giden ve mâsum olduklarını iddiâ eden Râfızîlerin[233], dîni dosdoğru yaşayan Ehl-i Beyte düşmanlık eden, onları karalayan ve onlar hakkında kötü konuşan Nâsıbîlerin[234], Ehl-i Beyt ile tevessülde bulunarak onları Allah Teâlâ'nın dışında rabler edinen bid'atçılarla hurâfecilerin yolundan uzak dururlar.
Ehl-i sünnet vel-cemaat, bu ve diğer konularda, Ehl-i Beyt ve diğerleri hakkında ifrat ve tefrit, nefret ve aşırıya gitmenin olmadığı, itidalli bir metod ve dosdoğru bir yol izlerler.
İslâm üzere dosdoğru yaşayan Ehl-i Beyt, kendileri hakkında aşırıya gitmeyi reddeder ve aşırıya gidenlerden uzak dururlar.
Nitekim mü'minlerin emîri Ali -radıyallahu anh- kendisi hakkında aşırıya gidenleri ateşle yakmıştır.Abdullah b. Abbas -radıyallahu anh- onların öldürülmeleri gerektiği konusunda Ali'yi desteklemişti. Fakat ateşle yakmak yerine kılıçla öldürülmeleri gerektiği görüşündeydi. Ali -radıyallahu anh- aşırıya gidenlerin başı olan Abdullah b. Sebe'yi öldürmeyi istemiş, fakat o kaçıp gizlenmişti.
% % % % %
5. FASIL
Sahâbenin fazîleti, onlar hakkında îmân edilmesi gereken şeyler ve Ehl-i sünnet ve'l-cemaat müslümanlarının sahâbe arasında meydana gelen olaylar konusunda izledikleri yol:
Sahâbeden kasıt nedir? Onlar hakkında nasıl îmân edilmesi gerekir?
Sahâbe, sahâbî kelimesinin çoğuludur. Sahâbî; mü'min olarak Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ile karşılaşan ve bu hal üzere ölen kimsedir.
Sahâbe hakkında îmân edilmesi gereken şey; İslâm'a ilk giren, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte yaşayan ve onunla beraber cihad eden kimseler olmaları sebebiyle onlar, ümmetin en fazîletlileri ve dönemlerin en hayırlısıdır.
Nitekim Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de onları överek şöyle buyurmuştur:
﴿ وَٱلسَّٰبِقُونَ ٱلۡأَوَّلُونَ مِنَ ٱلۡمُهَٰجِرِينَ وَٱلۡأَنصَارِ وَٱلَّذِينَ ٱتَّبَعُوهُم بِإِحۡسَٰنٖ رَّضِيَ ٱللَّهُ عَنۡهُمۡ وَرَضُواْ عَنۡهُ وَأَعَدَّ لَهُمۡ جَنَّٰتٖ تَجۡرِي تَحۡتَهَا ٱلۡأَنۡهَٰرُ خَٰلِدِينَ فِيهَآ أَبَدٗاۚ ذَٰلِكَ ٱلۡفَوۡزُ ٱلۡعَظِيمُ ١٠٠ ﴾ [ سورة التوبة الآية: 100 ]
")Allah'a ve elçisine îmân konusunda insanları(geçen Muhâcirler ile Ensar ve onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah, )Allah'a ve elçisine itaatlarından dolayı(onlardan râzı olmuş, onlar da )itaat ve îmânlarına karşılık onlara bahşettiği büyük mükâfattan dolayı(O’ndan râzı olmuşlardır. Allah, içinde ebedî olarak kalmak üzere onlara altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur."[235]
Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ مُّحَمَّدٞ رَّسُولُ ٱللَّهِۚ وَٱلَّذِينَ مَعَهُۥٓ أَشِدَّآءُ عَلَى ٱلۡكُفَّارِ رُحَمَآءُ بَيۡنَهُمۡۖ تَرَىٰهُمۡ رُكَّعٗا سُجَّدٗا يَبۡتَغُونَ فَضۡلٗا مِّنَ ٱللَّهِ وَرِضۡوَٰنٗاۖ سِيمَاهُمۡ فِي وُجُوهِهِم مِّنۡ أَثَرِ ٱلسُّجُودِۚ ذَٰلِكَ مَثَلُهُمۡ فِي ٱلتَّوۡرَىٰةِۚ وَمَثَلُهُمۡ فِي ٱلۡإِنجِيلِ كَزَرۡعٍ أَخۡرَجَ شَطَۡٔهُۥ فََٔازَرَهُۥ فَٱسۡتَغۡلَظَ فَٱسۡتَوَىٰ عَلَىٰ سُوقِهِۦ يُعۡجِبُ ٱلزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ ٱلۡكُفَّارَۗ وَعَدَ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ مِنۡهُم مَّغۡفِرَةٗ وَأَجۡرًا عَظِيمَۢا ٢٩ ﴾ [ سورة الفتح الآية: 29 ]
"Muhammed, Allah’ın elçisidir. Beraberinde olanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları, )namazlarında(rükûya varırken, secde ederken görürsün. Onlar, Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ümit ederler. )Allah'a itaatlerinin(belirtileri, yüzlerindeki secde izindendir. Onların Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar, filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzer ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah, böylelikle onları )mü'minleri(çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah, onlardan îmân edip salih amel işleyenlere bir mağfiret ve büyük bir ecir )cennet(vadetmiştir."[236]
Yine başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ لِلۡفُقَرَآءِ ٱلۡمُهَٰجِرِينَ ٱلَّذِينَ أُخۡرِجُواْ مِن دِيَٰرِهِمۡ وَأَمۡوَٰلِهِمۡ يَبۡتَغُونَ فَضۡلٗا مِّنَ ٱللَّهِ وَرِضۡوَٰنٗا وَيَنصُرُونَ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥٓۚ أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلصَّٰدِقُونَ ٨ وَٱلَّذِينَ تَبَوَّءُو ٱلدَّارَ وَٱلۡإِيمَٰنَ مِن قَبۡلِهِمۡ يُحِبُّونَ مَنۡ هَاجَرَ إِلَيۡهِمۡ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمۡ حَاجَةٗ مِّمَّآ أُوتُواْ وَيُؤۡثِرُونَ عَلَىٰٓ أَنفُسِهِمۡ وَلَوۡ كَانَ بِهِمۡ خَصَاصَةٞۚ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفۡسِهِۦ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ ٩ ﴾ [سورة الحشر الآيتان: 8-9]
")Allah'ın verdiği bu ganimet malları, Kureyş kâfirleri tarafından(yurtları ve mallarından uzaklaştırılan, Allah’tan )dünyada(bir lütuf ve )âhirette ise(rızâ isteyen, )Allah yolunda cihad ederek(Allah’ın dînine ve Rasûlüne yardım eden, fakir muhacirleredir. İşte onlar, )söz ve fiillerinde( doğru olanların tâ kendileridir. Bir de önceden Medine'yi kendilerine yurt edinen ve )muhâcirlerin hicretinden önce(îmân eden kimseleredir.-Ki onlar kendilerine hicret edenleri sever ve onlara verilen şeylerden )ganimet mallarından(dolayı içlerinde hiçbir çekememezlik duymazlar. Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir."[237]
Allah Teâlâ, bu âyetlerde Muhâcirlerle Ensârı överek onları her türlü hayırlı işlerde öne geçmekle nitelendirmiş, onlardan râzı olduğunu haber vermiş ve onlara cennetleri hazırlamıştır.
Allah Teâlâ, onları kendi aralarında birbirlerine merhametli ve kâfirlere karşı çetin olmakla nitelendirmiştir.
Allah Teâlâ, onları çokça rükûya varmak, çokça secde etmek ve kalpleri düzgün olmakla nitelendirmiş, onların itaat ve îmân simâlarıyla tanındıklarını belirtmiştir.
Allah Teâlâ, kâfirleri öfkelendirmek için onları elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e arkadaş olarak seçmiştir.
Allah Teâlâ onları, dînine yardım etmek, O'nun lütûf ve rızâsını istemek için vatanlarını ve mallarını terk etmek ve )söz ve fiillerinde(doğru olmakla nitelendirmiştir.
Allah Teâlâ, Ensâr’ı hicret, yardım ve gerçek îmân yurdunun sakinleri olmakla nitelendirmiştir.
Allah Teâlâ, Ensâr’ı hicret eden kardeşlerini sevmek ve onları nefislerine tercih etmek, hicret eden kardeşlerini teselli etmek ve cimrilikten uzak olmakla nitelendirmiş, böylece onların kurtuluşa erdiklerini haber vermiştir. Bu sayılan şeyler,onların bazı genel fazîletleridir. Ayrıca onların özel fazîletleriyle mertebeleri vardır ki onlardan kimisi bazı hususlarda kimisinden daha üstündür. İslâm'a ilk girenler olmaları, Allah yolunda cihad etmeleri ve O'nun için hicret etmeleri sebebiyle Allah Teâlâ onlardan râzı olmuştur.
Buna göre sahâbenin en fazîletlileri, râşid halifeler Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali -radıyallahu anhum-, sonra da cennetle müjdelenen on sahâbîdir.