CİNLERİN VE İNSANLARIN YARATILIŞ GÂYESİ OLAN TEVHÎD (2)
Avuç içine veya fincana okuyarak, yıldızlara ve başka şeylere bakarak gayptan haber verdiğini iddiâ etmek:
Gayptan kasıt: İnsanlardan uzak ve onların göremedikleri, geçmiş ve gelecekle ilgili şeylerdir. Gaybı bilmek, yalnızca Allah Teâlâ'nın yetki ve tasarrufundadır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ قُل لاَّ يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ الْغَيْبَ إِلاَّ اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ65 ﴾ [سورة النمل الآية: 65]
")Ey Nebi! Onlara(De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka gaybı hiç kimse bilemez. Onlar ne zaman )yeniden(diriltileceklerini de bilemezler."[76]
Gaybı, yalnızca Allah bilir. Fakat O, bazen bir hikmet ve maslahat gereği, elçilerinden dilediğine gaybı haber verebilir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ عَٰلِمُ ٱلۡغَيۡبِ فَلَا يُظۡهِرُ عَلَىٰ غَيۡبِهِۦٓ أَحَدًا ٢٦ إِلَّا مَنِ ٱرۡتَضَىٰ مِن رَّسُولٖ فَإِنَّهُۥ يَسۡلُكُ مِنۢ بَيۡنِ يَدَيۡهِ وَمِنۡ خَلۡفِهِۦ رَصَدٗا ٢٧ ﴾ [سورة الجن الآيتان: 26- 27 ]
"Gaybı bilen, yalnızca O'dur. Hiç kimseyi gaybından haberdar etmez. O'nun seçip râzı olduğu elçi bundan müstesnâdır. Onun )elçinin(önünden ve arkasından, onu cinlerden koruyup gözetlemesi için gözcüler )melek ve şihâb adlı gök taşlarını(gönderir."[77]
Yani Allah Teâlâ, elçilik görevini tebliğ etmesi için seçtiği ve dilediği kimseye gaybın ancak bir kısmını gösterir. Zirâ bir elçi, elçi olduğunu ancak mucizelerle ispatlayabilir. Gayptan haber vermek de, işte bu mucizelerden biridir.Gaybı o elçiye gösteren de, yalnızca Allah Teâlâ'dır.
Allah Teâlâ'nın gaybı haber verdiği elçi, bir insan olabileceği gibi, bir melek de olabilir. Bunların dışında hiç kimseye gaybı haber vermez.
Kim, avuç içine veya fincana okuyarak, kehânette bulunarak, sihir ve falcılık yaparak veya başka hangi yolla olursa olsun, Allah Teâlâ'nın bildirdiği elçilerin dışında gaybı bildiğini iddiâ ederse, o yalancı bir kâfirdir.
Bazı hokkabaz,yalancı, şarlatan ve sahtekâr kimseler, kaybolan ve bulunamayan eşyaların yerlerini haber vermek ve bazı hastalıkların sebeplerini bildirmek gibi davranışlarda bulunurlar.
Bu kimseler: "Falanca kimse, sana şunu şunu yaptı da o yüzden sen hastalandın" derler. Oysa onlar, cinleri ve şeytanları kullanarak bunu yaparlar ve hileyle bâtılı hak gösterip bunların kendileri tarafından olduğunu insanlara gösterirler.
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- bu konuda şöyle der:[78]
"Örneğin bir kâhinin, şeytanlardan bir arkadaşı olur ve kulak hırsızlığı yaparak çaldığı pek çok gaybî şeyleri ona haber verir. Kâhin de doğru olan bu habere, yalan karıştırır."
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- devamla şöyle der:
"Şeytan, kâhinlerden kimisine yiyecek, meyve, tatlı ve o bölgede bulunmayan şeyleri getirir. Kimisini de Mekke veya Beytul-Makdis'e )Kudüs'e(veyahut da başka bir yere uçurur."
Kâhinler, yıldızlara bakarak falcılık yoluyla gayptan haber verebilirler. Rüzgârın ne zaman eseceği, yağmurun ne zaman yağacağı, fiyatların ne zaman değişeceği ve bunun gibi yıldızların yörüngelerinde hareket etmesi, bir araya gelmesi ve birbirinden ayrılması gibi şeylerin bilinebileceğini iddiâ ederler.
Yine, kâhinler şöyle derler:
"Her kim şu şu burç zamanında evlenirse, onun için şöyle şöyle şeyler olur."
"Her kim, şu burç zamanında sefere çıkarsa, onun için şöyle şöyle şeyler olur."
"Her kim, şu burç zamanında dünyaya gelirse, onun için şöyle mutluluk veya bahtsızlık olur."
Nitekim bazı müstehcen ve ahlaksız dergilerde bu burçlar ve bu burçlarda cereyan eden şanslar hakkında hurâfeler ilân edilmektedir.
Bazı câhil ve îmânı zayıf kimseler, bu gibi falcılara giderek geleceğini, hayatta kendisi ve evliliği hakkında neler cereyan edeceğini sorabilir. Her kim, gaybı bildiğini iddiâ eder veya gaybı bildiğini iddiâ eden kimseyi tasdik ederse, o müşrik ve kâfir olur. Çünkü o, Allah Teâlâ'nın özelliklerinden olan bir konuda O'na ortak olduğunu iddiâ etmektedir. Yıldızlar, insanların hizmetine sunulan, yaratılmış varlıklardır. Dolayısıyla yıldızların hiçbir işte etkileri yoktur. Uğursuzluğa veya mutluluğa veya ölüme veyahut da yaşamaya delâlet edemezler. Bütün bunlar, ancak kulak hırsızlığı yapan şeytanların işleridir.
% % % % %
2. FASIL
Sihirbazlık, kâhinlik ve falcılık:
Bütün bu ameller, akîdeyi bozan veya ona zıt ve haram olan şeytânî şeylerdir. Çünkü bunlar, ancak Allah’a şirk koşularak meydana gelen şeylerdir.
1. Sihir )büyü(
Görünmeyen ve sebebi çok gizli olan şeylerden ibârettir. Böyle adlandırılması; gizli ve gözle görülemeyen şeylerde meydana gelmesi sebebiyledir.
Sihir; muska, rukye söylenip konuşulan bazı sözler, ilaç ve tütsü gibi şeylerde olur. Sihrin gerçek olanı da vardır. Kimi sihir, kalplere ve bedenlere tesir eder ve sahibini hasta edip öldürür. Kimisi karı ile kocanın arasını açar. Sihir,Allah Teâlâ'nın izni ve kevnî kaderiyle tesirli olur.Sihir, şeytânî bir ameldir. Sihrin çoğu, Allah'a şirk koşmak ve kötü ruhlara sevdiklerini yerine getirerek onlara yakınlaşmakla elde edilir. Allah'a şirk koşmakla da kötü ruhlar, )kendisine hizmette(kullanılır.
Bu sebeple Allah Teâlâ ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-sihri şirkle birlikte zikretmiştir.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
(اجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ. قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ! وَمَا هُنَّ؟ قَالَ: الشِّرْكُ بِاللهِ، وَالسِّحْرُ، وَقَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ، وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ، وَأَكْلُ الرِّبَا، وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ، وَقَذْفُ الْمُحْصِنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ.)[ متفق عليه ]
"İnsanı helâk eden yedi şeyden kaçının.
)Sahâbe):
-Ey Allah'ın elçisi! O yedi şey nedir? dediler.
Buyurdu ki:
-Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah'ın haksız yere öldürmeyi haram kıldığı cana kıymak, yetim malı yemek, fâiz yemek, savaşta cepheden kaçmak ve iffetli gâfil mü'min kadınlara zinâ isnadında bulunmaktır."[79]
Sihir, iki yönden şirk sayılır:
1.Sihir işinde şeytanları kullanma, onlara bel bağlama ve hizmet adına sihirbaza sevdiği şeyleri sunarak şeytanlara ibadet etmek vardır. Şeytanlar, bunun için sihri öğretirler.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿...وَلَٰكِنَّ ٱلشَّيَٰطِينَ كَفَرُواْ يُعَلِّمُونَ ٱلنَّاسَ ٱلسِّحۡرَ ... ﴾
[سورة البقرة من الآية: 102]
"Fakat şeytanlar, insanlara sihri öğreterek kâfir oldular."[80]
2. Sihir işinde gaybı bildiğini iddiâ etme ve bu işte Allah Teâlâ'ya ortak olma vardır. Bu ise, küfür ve dalâlettir.
Nitekim Allah Teâlâ âyet-i kerîmenin devâmında şöyle buyurmuştur:
﴿ ...وَلَقَدۡ عَلِمُواْ لَمَنِ ٱشۡتَرَىٰهُ مَا لَهُۥ فِي ٱلۡأٓخِرَةِ مِنۡ خَلَٰقٖۚ ... ﴾
[سورة البقرة من الآية: 102]
"Onlar )yahûdiler(sihri satın alanın âhirette )hayırdan yana(hiçbir nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler."[81]
O halde sihrin küfür, şirk ve akîdeye aykırı olduğu, sihir yapanın öldürülmesi gerektiği konusunda hiç şüphe yoktur. Nitekim sahâbenin ileri gelenlerinden bir kesim, sihir yapanları öldürmüşlerdir. Günümüzde insanlar, sihir ve sihirbazları hafife almışlar, öyle ki iftihar edilen ve yapanlara ödüller verilerek teşvik edilen bir sanat olarak kabul etmişler, sihirbazlar için kulüplerde merasimler ve yarışmalar düzenlemişlerdir. Bu gibi yerlere binlerce seyirci gelmekte ve bunu da "Sirk" olarak adlandırmaktadırlar.Bu durum, İslâm'ı bilmemek, akîdeyi hafife almak ve boş şeylerle uğraşanları, söz sahibi kılmak demektir.
2. Kâhinlik ve falcılık:
Kâhinlik ve falcılık; gökteki haberleri çalan şeytanları kullanarak yeryüzünde nelerin meydana geleceğini, neyin olacağını ve kaybolan şeyin nerede olduğunu haber vermek gibi, gaybı bildiğini iddiâ etmek ve görünmeyen şeyleri haber vermektir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ هَلۡ أُنَبِّئُكُمۡ عَلَىٰ مَن تَنَزَّلُ ٱلشَّيَٰطِينُ ٢٢١ تَنَزَّلُ عَلَىٰ كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٖ ٢٢٢ يُلۡقُونَ ٱلسَّمۡعَ وَأَكۡثَرُهُمۡ كَٰذِبُونَ ٢٢٣ ﴾ [سورة الشعراء: 221-223]
")Ey insanlar!(Şeytanların kime ineceğini haber vereyim mi? Onlar, her yalancı ve çok günah işleyen )kâhinler)e inerler. Şeytanlar, )meleklere(kulak vererek onlardan duyduklarını )kâhinlere(bildirirler. Onların )kâhinlerin(çoğu yalancıdırlar."[82]
Çünkü şeytan, meleklerin konuşmalarına kulak verip bir sözü çalar ve onu kâhinin kulağına fısıldar. Kâhin de doğru olan bu söze yüz yalan söz daha ilâve ederek onu insanlara söyler. İnsanlar da şeytanın meleklerden işitip haber verdiği söz nedeni ile onu tasdik ederler. Oysa gaybı yalnızca Allah Teâlâ bilir. Her kim, kâhinlik veya benzeri yollarla gaybı bildiğini iddiâ ederek o işte Allah Teâlâ'ya ortak olur veya gaybı bildiğini iddiâ eden kimseyi tasdik ederse, Allah Teâlâ'nın husûsiyetlerinden olan bir konuda O'na şirk koşmuş olur.
Kâhinlik şirkten uzak değildir.Zirâ kâhinlik,sevdikleri şeyleri şeytanlara sunarak onlara ibâdet etmek demektir.
Kâhinlik, şirktir. Çünkü ilim sıfatı hususunda Allah Teâlâ’ya ortak olunmayı iddiâ etmek vardır.Bunu elde etmek için O'ndan başkasına ibâdet edilmesin-den dolayı da ulûhiyette Allah Teâlâ'ya şirk koşmak vardır.
Nitekim Ebû Hureyre'den -radıyallahu anh- rivâyet olunduğuna göre, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(مَنْ أَتَى حَائِضًا أَوْ امْرَأَةً فِي دُبُرِهَا أَوْ كَاهِنًا فَصَدَّقَهُ بِمَا يَقُولُ فَقَدْ كَفَرَ بِمَا أُنْزِلَ عَلَى مُحَمَّدٍ H.)[ رواه أبو داود وابن ماجه ]
"Kim, hayızlı )eşi(ile cinsel ilişkide bulunur veya hanımına arkasından )anüsünden(yaklaşır veyahut da bir kâhine gider de onun söylediği şeyi tasdik ederse, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirileni inkâr etmiş olur[83]."[84]
Bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi de sihirbaz, kâhin ve falcılar, kendilerine doktor süsü vererek insanların inançlarıyla oynarlar.
Örneğin onlar, hastalara Allah Teâlâ'dan başkası için belli özellikte olan bir koyun veya tavuğu kurban olarak kesmelerini emrederler. Boncuk şeklinde şirk içeren tılsımlar ve şeytânî muskalar yazıp onların boyunlarına asarlar veya bunu onların sandıklarına veyahut da evlerine koyarlar.
Sihirbaz, kâhin ve falcılardan kimisi de kendisine gayptan ve kayıp eşyaların yerlerinden haber veren kimse süsü vererek kendisine gelen câhillere, kaybolan eşyalarını haber verir veya kendisi için çalışan şeytanlar aracılığıyla o eşyaları getirirler.
Kimisi de kendisine olağanüstü hal ve kerâmetler olan velî görüntüsü verir.
Örneğin ateşe girdiği halde ateşin kendisini yakmaması, kendisini silahla vurması, kendisini arabanın altına atması ve üzerinden araba geçtiği halde arabanın kendisini hiç etkilememesi veya buna benzer hokkabazlıklar,gerçekte şeytanın amellerinden sihir olan bu davranış, imtihan için bu kimselerin ellerinde vukû bulan hokkabazlık veya bu gibi şeyler gerçek olmayıp hayâlîdir. Aksine bunlar, Firavun'un sihirbazlarının ip ve sopalarla yaptıkları şeyler gibi, insanların gözleri önünde el çabukluğuyla yapılan hîlelerdir.
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- Rufâî tarikatının bir kolu olan Betâihiye-i Ahmediye'ye mensup sihirbazlarla yaptığı münâzarasını şöyle anlatır:
"Betâihiyye şeyhi sesini yükselterek şöyle dedi:
-Bizim şöyle şöyle hallerimiz )kerâmetlerimiz(vardır. Ateşe girmek ve buna benzer hârikulade haller gibi şeylere sadece kendilerinin sahip olduklarını ve bu sebeple kendilerine teslim olunmasını iddiâ etti."
-Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye devamla der ki:
"Bunun üzerine ben sesimi yükseltim ve hiddetlenerek şöyle dedim:
-Ben, yeryüzünün doğu ve batısında bulunan her Ahmediye mensubuna sesleniyorum ve diyorum ki:
-Ateş konusunda ne yapmışlarsa, ben de sizin yaptığınızı yapacağım. Ateş kimi yakarsa, o mağluptur.-Belki de ateş kimi yakarsa,Allah'ın lâneti onun üzerine olsun, demişimdir-. Fakat vücutlarımızı sirke ve sıcak suyla yıkadıktan sonra ateşe gireceğiz. Bunun üzerine yöneticiler ve halk, niçin bunu istediğimi sorunca, ben de onlara şöyle dedim:
-Çünkü onlar, ateşe girmeden önce bazı hileler yaparlar ve ateş kendilerini yakmasın diye vücutlarına kurbağa yağı, turunç kabuğu ve talk )sabun(taşı gibi şeyleri sürerler. İnsanlar bunu duyunca bir gürültü kopardılar.Betâihiyye şeyhi gücünü göstermeye başladı ve şöyle dedi:
-Ben ve sen, vücudumuzu kükürtle sıvadıktan sonra bir elbiseyi kendimize dolayacağız.
Bunun üzerine ben:
-O halde ayağa kalk, dedim ve sürekli ayağa kalkmasını ona tekrarlamaya başladım. Elini uzattı ve gömleğini çıkarır gibi yaptı.
Ben ona:
-Hayır, sıcak su ve sirke ile yıkanmadan olmaz, dedim.
Bunun üzerine her zamanki alışkanlıkları gibi aldatmaya başladı ve:
-Kim emiri seviyorsa, ağaç veya bir bağ odun getirsin, dedi.
Bunun üzerine ben:
-Bu, işi uzatmaya ve toplanan halkı dağıtmaya yöneliktir ve bununla arzulanan şey hâsıl olmaz, dedim. Aksine bir kandil yakılsın, ellerimizi yıkadıktan sonra ben ve sen, parmaklarımızı yanan kandile sokacağız. Allah'ın lâneti, parmağı yananın üzerine olsun veya parmağı yanan, mağluptur, dedim. Ben böyle deyince yüzü değişti ve zelîl oldu."[85]
Buradan kasıt; bu yalancı sahtekârlar, böyle görünmeyen, gizli hîlelerle insanlara yalan söylerler.
% % % % %
3. FASIL
Türbe ve kabirlere kurban kesmek, adak adamak, bu yerlere hediyeler sunmak ve buraları yüceltmek:
Şüphesiz Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şirke götüren bütün yolları tıkamış ve ümmetini şirkten şiddetle sakındırmıştır.
İşte şirke götüren yollardan birisi de kabirler meselesidir ki, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirlere ibâdet etmemek ve kabirlerde yatan ölüler konusunda aşırıya gitmemek için şirkten korumak için bazı ölçüler koymuştur.
Bu koruyucu ölçülerden bazıları şunlardır:
1. Nebimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- evliyâ ve sâlihler hakkında aşırıya gitmekten şiddetle sakındırmıştır. Çünkü bu, onlara ibâdet etmeye kadar götürür.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
(إِيَّاكُمْ وَالْغُلُوَّ، فَإِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِالْغُلُوِّ فِي الدِّينِ.)
[ رواه أحمد والترمذي وابن ماجه ]
"Dînde aşırılığa gitmekten sakının. Zirâ sizden önceki ümmetleri, ancak dînde aşırıya gitmek helâk etmiştir."[86]
Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
(لاَ تُطْرُونيِ كَماَ أَطْرَتِ النَّصاَرىَ ابْنَ مَرْيَمَ، إِنَّماَ أَنَا عَبْدٌ فَقُولُوا: عَبْدُ اللهِ وَرَسُولُهُ.)[ متفق عليه ]
"Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı bir şekilde övdükleri gibi beni de övmeyin. Ben ancak bir kulum ve )benim için(Allah’ın kulu ve elçisidir, deyin."[87]
2.Kabirlerin üzerine )kubbe gibi şeyler(yapmaktan şiddetle sakındırmıştır.
Nitekim Ebul-Heyyâc el-Esedî[88] -rahimehullah- der ki:
"Ali b. Ebî Tâlib -radıyallahu anh- bana şöyle dedi:
(أَلاَ أَبْعَثُكَ عَلَى مَا بَعَثَنِي عَلَيْهِ رَسُولُ اللهِ H أَنْ لاَ تَدَعَ تِمْثَالاً إِلاَّ طَمَسْتَهُ، وَلاَ قَبْرًا مُشْرفًا إِلاَّ سَوَّيْتَهُ.)[رواه مسلم]
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in beni onunla görevlendirip, gönderdiği şey için seni de göndereyim mi? Yok edip ortadan kaldırmadığın hiçbir canlı resim ve yer seviyesine getirip düzlemediğin yerden yükseltilmiş hiçbir mezar bırakma."[89]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirleri kireçle sıvayıp boyamayı ve kabirlerin üzerine binâ yapmayı yasaklamıştır.
Nitekim Câbir b. Abdullah'tan -radıyallahu anhumâ- rivâyet olunduğuna göre şöyle der:
(نَهَى رَسُولُ اللهِ H عَنْ تَجْصِيصِ الْقَبْرِ، وَأَنْ يُقْعَدَ عَلَيْهِ، وَأَنْ يُبْنَى عَلَيْهِ بِنَاءٌ.)[ رواه مسلم ]
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kabri kireçle sıvayıp boyamayı, kabrin üzerine oturmayı ve kabrin üzerine binâ yapmayı yasakladı."[90]
3. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirlerin yanında namaz kılmayı yasaklamıştır.
Nitekim Âişe'den -radıyallahu anha- rivâyet olunduğuna göre şöyle demiştir:
(لَمَّا نَزَلَ بِرَسُولِ اللهِ H طَفِقَ يَطْرَحُ خَمِيصَةً لَهُ عَلَى وَجْهِهِ، فَإِذَا اغْتَمَّ بِهَا كَشَفَهَا عَنْ وَجْهِهِ، فَقَالَ وَهُوَ كَذَلِكَ: لَعْنَةُ اللهِ عَلَى الْيَهُودِ وَالنَّصَارَى اتَّخَذُوا قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ، يُحَذِّرُ مَا صَنَعُوا، وَلَوْ لاَ ذَلِكَ أُبْرِزَ قَبْرُهُ غَيْرَ أَنَّهُ خَشِيَ أَنْ يُتَّخَذَ مَسْجِداً.)[ متفق عليه ]
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in vefâtı yaklaşınca, elbisesini yüzüne örter, acıları artmaya başlayınca da yüzünü açardı. O, bu hal üzere iken şöyle buyurdu:
-Allah’ın lâneti, yahûdi ve hıristiyanların üzerine olsun. Zirâ onlar, nebilerinin kabirlerini mescidler edindiler. Böylelikle o, yahûdi ve hıristiyanların yaptıklarından )ümmetini(sakındırıyordu. Eğer böyle olmasaydı,onun kabri de yükseltilirdi.Fakat o, kabrinin mescit edinilmesinden korkmuştu."[91]
Cündüb'den -radıyallahu anh- rivâyet olunduğuna göre, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'i şöyle derken işittim,dedi:
(أَلاَ وَإِنَّ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ كَانُوا يَتَّخِذُونَ قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ وَصَالِحِيهِمْ مَسَاجِدَ, أَلاَ فَلاَ تَتَّخِذُوا الْقُبُورَ مَسَاجِدَ، إِنِّي أَنْهَاكُمْ عَنْ ذَلِكَ.)[ رواه مسلم ]
"Dikkat edin. Sizden önceki )ümmet)ler, nebilerinin ve sâlih kimselerinin kabirlerini mescitler edinirlerdi. Sakın ha! Siz de kabirleri mescitler edinmeyin. Ben onu size yasaklıyorum."[92]
Kabirleri mescitler edinmek; kabirlerin üzerine mescitler yapılmış olmasa bile, kabirleri, yanında namaz kılınan yerler haline getirmek demektir. Bu sebeple namaz için tahsis edilen her yer, mescit edinilmiş demektir.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(جُعِلَتْ لِيَ اْلأَرْضُ مَسْجِدًا وَطَهُوراً.)[ رواه البخاري ]
"Yeryüzü bana mescit )namaz kılınan yer(ve temiz kılındı."[93]
Kabrin üzerine mescit yapıldığı takdirde, bunun durumu daha çetin ve daha şiddetli olur.
Şüphesiz birçok insan, bu yasaklara aykırı hareket edip Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in yapmaktan şiddetle uyardığı şeyleri yaparak büyük şirke düşmüşlerdir. Öyle ki kabirlerin üzerine mescit, türbe, kümbet ve makamlar yaparak kabirlerin yanında kurbanlar kesmek, kabirlerde yatanlara yalvarıp yakarmak, onlardan yardım istemek ve onlara adak adamak gibi her türlü şirkin işlendiği yerler haline getirmişlerdir.
Büyük âlim İbn-i Kayyim -rahimehullah- şöyle der:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kabirler hakkındaki sünnetini, bu konudaki emir ve yasaklarını, ashâbının üzerinde bulunduğu durum ile günümüzdeki insanların çoğunun üzerinde bulunduğu durumu kıyaslayan biri, kesinlikle bir araya gelemeyecek şekilde birinin diğerine zıt ve aykırı olduğunu görecektir. Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirlere yönelerek namaz kılmayı yasaklamış, günümüzdeki bu kimseler ise kabirlerin yanında namaz kılmaktadırlar.
Hâlbuki Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirlerin mescitler haline getirilmesini yasaklamış, bu kimseler ise kabirlerin üzerine mescitler yapıp buralara türbeler adını vererek bu yerleri Allah'ın evleri durumunda olan camilere benzetmişlerdir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirlerin üzerinde kandiller yakılmasını yasaklamış, bu kimseler ise kabirlerin üzerinde mum ve kandiller yakmak için kabirlerin yanında vakıflar kurmuşlardır.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirlerin sürekli ziyâret edilen yerler haline getirilmesini yasaklamış, bu kimseler ise kabirleri ziyâretgâh ve ibâdet edilen yerler haline getirmiş, buralarda bayramlarda olduğu gibi veya daha fazla toplanır hale gelmişlerdir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirlerin yer seviyesine getirilmesini emretmiştir.
Nitekim Müslim, sahihinde şu hadisi rivâyet eder:
Ebul-Heyyâc el-Esedî -rahimehullah- dedi ki:
"Ali b. Ebî Tâlib -radıyallahu anh- bana şöyle dedi:
(أَلاَ أَبْعَثُكَ عَلَى مَا بَعَثَنِي عَلَيْهِ رَسُولُ اللهِ H أَنْ لاَ تَدَعَ صُورَةً إِلاَّ طَمَسْتَهاَ وَلاَ قَبْرًا مُشْرِفًا إِلاَّ سَوَّيْتَهُ.)[ رواه مسلم ]
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in beni kendisiyle görevlendirip gönderdiği şey için seni de göndereyim mi? Yok edip ortadan kaldırmadığın hiçbir canlı resim ve yer seviyesine getirip düzlemediğin yerden yükseltilmiş hiçbir mezar bırakma."
Yine Müslim, sahihinde şu hadisi rivâyet eder:
(عَنْ ثُمَامَةَ بْنِ شُفَيٍّ قَالَ: كُنَّا مَعَ فُضَالَةَ بْنِ عُبَيْدٍ بِأَرْضِ الرُّومِ بِرُودِسَ فَتُوُفِّيَ صَاحِبٌ لَنَا فَأَمَرَ فُضَالَةُ بْنُ عُبَيْدٍ بِقَبْرِهِ فَسُوِّيَ ثُمَّ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ H يَأْمُرُ بِتَسْوِيَتِهَا.)[ رواه مسلم ]
"Sümâme b. Şufeyy'den rivâyet olunduğuna göre şöyle dedi:
-Bizler, Fudâle b. Ubeyd ile birlikte Rûm diyarında Ravdes denilen yerde iken arkadaşlarımızdan birisi vefât etti. Bunun üzerine Fudâle, ölen arkadaşımızın kabrinin yer seviyesine getirilmesini emretti. Sonra:
-Ben, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i kabrin yer seviyesine getirilmesini -yani kabrin yükseltilmemesini- emrederken işittim' dedi."
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirlerin yer seviyesine getirilmesini emretmiş, bunlar ise bu iki hadise aykırı davranıp aşırıya giderek kabirlerin üzerini ev gibi yerden yükseltmekte, üzerine de kubbeler yapmaktadırlar."
İbn-i Kayyim -rahimehullah- devamla şöyle der:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in meşrû kıldığı ve kabirler hakkında yukarıda geçen şeyleri yasaklamaktan kastettiği anlam ile bu kimselerin meşrû kıldıkları ve kastettikleri şeyler arasındaki farkın ne kadar büyük olduğuna bakın. Şüphesiz bunun, bir insanın sayamayacağı kadar zararları vardır."
-Sonra İbn-i Kayyim -rahimehullah- bu zararları saymaya başlar ve devamla şöyle der:
"Bu zararlardan birisi de şudur; Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-, kabir ziyaretini meşru kılmış, bununla âhiretin hatırlanması, ölüye duâ etmek, ona rahmet okumak, onun için Allah'tan istiğfarda bulunmak, ona âfiyet dilemek ve ihsanda bulunmak kast edilmiştir. Böylelikle kabirleri ziyâret eden kimse, hem kendine, hem de ölüye iyilikte bulunmuş olur ki günümüz müşrikleri, bu işi tersine çevirerek dînî emirlerin aksine davranıp ziyâretin amacını, ölüye yalvarıp yakarmak, onunla Allah'a tevessülde bulunmak, ondan ihtiyaçlarını gidermesini, bereketler indirmesini ve düşmanlarına karşı onlara yardım etmesini istemek gibi, Allah'a ortak koşmak kılmışlardır. Böylelikle onlar hem kendilerine, hem de ölüye kötülükte bulunmuşlardır. Bu müşrikler, böyle davranarak, ölüye duâ etmek, ona rahmet okumak ve onun için istiğfarda bulunmak gibi, Allah'ın meşrû kıldığı şeylerden ölüyü mahrum bırakmışlardır."
Bütün bunlardan sonra türbe ve kabirlere adaklar adamanın ve onlara kurbanlar kesmenin, büyük şirk olduğu açıkça ortaya çıkar. Bunun sebebi ise; kabirlerin üzerine binâ yapmamak ve çevresini mescitler edinmemek gibi, kabirlerin olması gereken halde değil de Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine aykırı davranılmasından dolayıdır.Zirâ mezarların üzerine kubbeler, çevresine mescitler ve türbeler yapıldığında câhil kimseler, buralarda yatanların insanlara fayda veya zarar verebileceklerini, onlardan yardım isteyenlere, yardım edeceklerini, onlara sığınanların ihtiyaçlarını gidereceklerini zannederek türbelerde yatan ölülere adaklar adamış ve kurbanlar kesmişlerdir. Öyle ki bu türbeler, Allah'ın dışında ibâdet edilen putlar haline gelmiştir. Oysa Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(اللَّهُمَّ لاَ تَجْعَلْ قَبْرِي وَثَنًا يُعْبَدُ، اشْتَدَّ غَضَبُ اللهِ عَلَى قَوْمٍ اتَّخَذُوا قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ.)[ رواه مالك وأحمد ]
"Allahım! Kabrimi ibâdet edilen bir put haline getirme. Nebilerinin kabirlerini mescitler haline getiren kavme Allah'ın gazabı çok çetin olmuştur."[94]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- kendi kabrinden başka kabirlerin yanında bunların vukû bulacağını bildiği için böyle duâ etmiştir. Nitekim birçok İslâm ülkesinde bu olay vukû bulmuştur. Onun kabrine gelince, onun duâsının bereketiyle Allah Teâlâ onu bundan korumuştur. Mescid-i Nebevî'de câhil ve hurâfeci kimselerden bazı şeyler vukû bulmuş, fakat onlar Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kabrine ulaşamamışlardır. Çünkü onun kabri, Mescid-i Nebevî'de değil de evinin içinde olup, etrafı duvarlarla çevrilidir.
Nitekim İbn-i Kayyim -rahimehullah- "Nûniyye"sinde şöyle der:
Âlemlerin Rabbi O'nun duâsına icâbet etti
Kabrinin etrafını üç duvarla çevreledi.
% % % % %
Heykel ve anıtları yüceltmenin hükmü:
Temâsîl:
Sözlük olarak Arapçada timsâl kelimesinin çoğuludur ki insan, hayvan veya herhangi bir canlının heykeline verilen isimdir.
Nusub:
Nusub kelimesi, asıl olarak müşriklerin, lider veya saygı gösterilen birisinin hatırasını yaşatmak için suretleri üzerinde kurban kestikleri işâretler ve dikili taşlardır.
Şüphesiz Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- canlı varlıkların, özellikle âlim, kral, âbid, komutan ve devlet başkanı gibi, kendilerine saygı gösterilen insanların resimlerini çizmeyi veya çekmeyi şiddetle yasaklamıştır. Bu resim çizme olayı, ister bir tablonun, kâğıdın, duvarın veya elbisenin üzerine veyahut da günümüzde fotoğraf makinası olarak bilinen cihaz aracılığıyla veyahut da büst şeklinde bir taşın üzerine resim işlemek sûretiyle olsun hepsi aynı hükümdedir.
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- duvar ve benzeri yerlere canlı resimleri asmayı şiddetle yasaklamıştır.
Yine, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- heykel ve anıt gibi şeylerden şiddetle yasaklamıştır. Çünkü bu, şirke götürür. Zirâ yeryüzünde ilk defa şirkin meydana gelmesi, resim yapmak ve resimleri duvarlara asmakla olmuştur.
Nitekim Nuh -aleyhisselâm-'ın kavminde sâlih insanlar vardı. Bu sâlih insanlar ölünce,kavimleri onlara çok üzüldüler.Bunun üzerine şeytan, oturdukları meclislere o sâlih insanların resim ve heykellerini yapıp asmalarını ve yaptıkları bu resim ve heykelleri de onların isimleriyle isimlendirmelerini telkin etti. Onlar da bunu yaptılar, fakat o resim ve heykellere ibâdet etmediler. Onlar öldükten ve ilim unutulduktan sonra, o resim ve heykellere ibâdet edilmeye başlandı.[95]
Nitekim Allah Teâlâ, elçisi Nûh -aleyhisselâm-'ı gönderip asılı duran bu resim ve heykeller sebebiyle meydana gelen şirkten onları yasaklamaya başlayınca kavmi, Nûh-aleyhisselâm-'ın dâvetini kabul etmekten kaçınmış, asılı duran ve putlar haline getirilen resimlere ibâdet etmekte ısrar ederek şöyle demişlerdi:
﴿ وَقَالُواْ لَا تَذَرُنَّ ءَالِهَتَكُمۡ وَلَا تَذَرُنَّ وَدّٗا وَلَا سُوَاعٗا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسۡرٗا ٢٣ ﴾
[ سورة نوح الآية: 23 ]
"Onlar dediler ki: Sakın ilâhlarınıza )ibâdet etmeyi(bırakmayın. Hele Ved'den, Suvâ'dan, Yeğûs'tan,Ye'ûk'tan ve Nesr'den[96] asla vazgeçmeyin."[97]
Bu isimler, anılarını yaşatmak ve onları yüceltmek için kendi sûretlerinde resimleri yapılan kimselerin isimleri idi.
Allah'a ortak koşmak ve nebilerine karşı direnip inat etmek, bu anıtlar yüzünden olay sonunda nereye gelip dayandı, bir bakın. Öyle ki durum, kendileri tufan ile helâk olmalarına ve Allah Teâlâ ile kullarının nefretine sebep olmuştur. Bu ise, resim yapmanın ve resimleri duvarlara asmanın ne kadar tehlikeli olduğunu gösterir. Bundan dolayı Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- resim yapanlara lânet etmiş, kıyâmet günü insanlar içerisinde en çetin azaba onların mâruz kalacağını haber vermiş ve resimleri silip ortadan kaldırmayı emretmiştir.
Yine, içinde resim bulunan eve meleklerin girmediğini haber vermiştir. Bütün bunlar, İslâm ümmetinin inancına zarar ve tehlikelerinin şiddetli olmasından dolayıdır. Zirâ yeryüzünde şirkin ilk defa vukû bulması, meclislerin duvarlarına resimler asmanın sonucunda olmuştur ki meclislere, meydanlara, park ve bahçelere resim ve heykeller dikmek, dînen haramdır. Çünkü bu durum, şirke götürür ve akîdenin bozulmasına sebep olur. Günümüzde kâfirler bu işi yapıyorlarsa, onların muhafaza ettikleri bir inançları olmadığından dolayıdır. Bundan dolayı müslümanların güç ve saadet kaynağı durumundaki inançlarını korumaları için, kâfirlere benzemesi ve bu işte onlara iştirak etmesi, câiz değildir.
% % % % %
Dîn ile alay etmenin ve dînin mukaddes değerlerini hafife almanın hükmü:
Dîn ile alay etmek; İslâm'dan dönmek ve dînden tamamen çıkmak demektir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَلَئِن سَأَلۡتَهُمۡ لَيَقُولُنَّ إِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلۡعَبُۚ قُلۡ أَبِٱللَّهِ وَءَايَٰتِهِۦ وَرَسُولِهِۦ كُنتُمۡ تَسۡتَهۡزِءُونَ ٦٥ لَا تَعۡتَذِرُواْ قَدۡ كَفَرۡتُم بَعۡدَ إِيمَٰنِكُمۡۚ إِن نَّعۡفُ عَن طَآئِفَةٖ مِّنكُمۡ نُعَذِّبۡ طَآئِفَةَۢ بِأَنَّهُمۡ كَانُواْ مُجۡرِمِينَ ٦٦ ﴾ [ سورة التوبة الآيتان: 65-66 ]
")Ey Nebi!(Eğer onlara )sen ve ashâbınla(niçin alay ettiklerini sorarsan, ‘Biz sadece lafa dalmış, şakalaşıyorduk’ derler. De ki: Siz, Allah ile O’nun âyetleri ile ve O’nun elçisi ile mi alay ediyordunuz? )Boşuna(özür dilemeyin. Çünkü siz, îmân ettikten sonra )tekrar(kâfir oldunuz. Sizden )tevbe eden(bir grubu bağışlasak bile, başka bir gruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz."[98]
Bu âyet-i kerîme, Allah ile elçisi -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Allah'ın âyetleri ile alay etmenin küfür olduğuna delâlet etmektedir. Kim, bu sayılan şeylerden herhangi birisiyle alay ederse, hepsiyle alay etmiş sayılır.
Yukarıdaki âyet-i kerîmenin inmesine; münâfıkların, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve onun ashâbıyla alay etmeleri sebep olmuştur.Dolayısıyla bu sayılan şeylerle alay etmek,birbiriyle bağlantılıdır.)Biriyle alay etmek, hepsi ile alay etmektir(Tevhîdi hafife alan ve Allah'ın dışındaki ölülere yalvaranlar, kendilerine Allah'ı birlemeleri ve şirki terk etmeleri emredildiği zaman onu hafife alırlar.
Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ وَإِذَا رَأَوۡكَ إِن يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَٰذَا ٱلَّذِي بَعَثَ ٱللَّهُ رَسُولًا ٤١ إِن كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنۡ ءَالِهَتِنَا لَوۡلَآ أَن صَبَرۡنَا عَلَيۡهَاۚ وَسَوۡفَ يَعۡلَمُونَ حِينَ يَرَوۡنَ ٱلۡعَذَابَ مَنۡ أَضَلُّ سَبِيلًا ٤٢ ﴾ [سورة الفرقان: 41-42]
")Ey Nebi!(Onlar seni gördüklerinde: 'Bu mu Allah'ın )kendisini bize(elçi olarak gönderdiği)ni iddiâ eden(Diyerek seni alaya alırlar. Şayet ilâhlarımıza )putlarımıza(ibâdette sebât göstermeseydik, gerçekten neredeyse o )güçlü delili ve beyânı ile(onlara ibâdetten bizi saptıracaktı. Onlar azabı gördüklerinde kimin yolunun daha sapık olduğunu bileceklerdir."[99]
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-,Allah Teâlâ'ya ortak koşmayı yasaklayınca, müşrikler onu alaya aldılar. Elçiler, tevhîde dâvet ettikleri zaman müşrikler, içlerinde şirke saygı gösterdikleri için elçileri ayıplamaya ve onları akılsızlık, sapıklık ve delilikle itham etmeye devam ettiler.
Aynı şekilde içerisinde şüphe olan, kendisini tevhîde dâvet eden birisini gördüğü zaman, içerisinde bulunduğu şirkten dolayı dâvet eden kimseyi alaya aldığını görürsün.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ ٱللَّهِ أَندَادٗا يُحِبُّونَهُمۡ كَحُبِّ ٱللَّهِۖ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَشَدُّ حُبّٗا لِّلَّهِۗ وَلَوۡ يَرَى ٱلَّذِينَ ظَلَمُوٓاْ إِذۡ يَرَوۡنَ ٱلۡعَذَابَ أَنَّ ٱلۡقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعٗا وَأَنَّ ٱللَّهَ شَدِيدُ ٱلۡعَذَابِ ١٦٥ ﴾ [سورة البقرة الآية: 165]
"İnsanlardan bazıları Allah’ı bırakıp birtakım putları Allah’a denk tutar ve onları, Allah’ı sevdikleri gibi severler. Ama îmân edenlerin Allah sevgisi, daha kuvvetlidir.)Allah’a ortak koşarak nefislerine(zulmedenler, şayet )âhirette(azabı gördükleri zaman, güç ve kuvvetin hepsinin Allah’a âit olduğunu ve Allah’ın azabının çok çetin olduğunu önceden bilmiş olsalardı, )Allah’ı bırakıp da putlara tapmazlardı.)"[100]
Kim, Allah Teâlâ'yı sever gibi yaratılanı severse, O'na şirk koşmuş olur. Allah Teâlâ için sevmekle, Allah Teâlâ ile birlikte bir başkasını sevmenin birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Kabirleri putlar haline getirenleri, Allah'ı birlemek ve yalnızca O'na ibâdet etmek gerektiği konusunda alay ettiklerini ve Allah Teâlâ'nın dışında şefaatçiler edindikleri kimseleri yücelttiklerini, hatta onlardan birisini, Allah adına kolaylıkla yalan yere yemîn ettiğini, fakat şeyhinin adına yalan yere yemîn etmeye cesâret etmediğini görürsün.
Yine, birçok fırkalara mensup olanlardan birisinin, şeyhinin kabrinin yanında veya başka bir yerde şeyhinden medet ve imdat dilemenin, seher vaktinde mescitte Allah Teâlâ'ya yalvarıp yakarmaktan daha faydalı bulduğunu ve izlediği yoldan kendisini tevhîde döndürmeye çalışan kimseyle alay ettiğini görürsün.
Onlardan birçoğunu, Allah'ın evleri olan mescitleri tahrip edip türbe ve kabirleri imar ettiklerini görürsün. Bütün bunlar, onların Allah'ı, O'nun âyetlerini ve elçisini hafife aldıklarını ve şirki yücelttiklerini göstermiyor mu?[101]
Bu davranışlar günümüzde, türbelerde yatanlara yalvarıp yakaran ve onlardan medet dileyen kimselerden daha çok vukû bulmaktadır.
Dîn ile alay etmek iki türlüdür:
Birincisi: Dîn ile açıkça alay etmek.
Örneğin Tevbe sûresinin 65. ve 66. âyetlerinin nâzil olmasına sebep olan bir münâfığın olayıdır ki o münâfık,sahâbe hakkında şöyle demişti:
(مَا رَأَيْنَا مِثْلَ قُرَّائِنَا هَؤُلاَءِ أَرْغَبُ بُطُونًا، وَلاَ أَكْذَبَ أَلْسُنًا، وَلاَ أَجْبَنَ عِنْدَ اللِّقَاءِ، فَقَالَ رَجُلٌ فيِ الْمَسْجِدِ كَذَبْتَ، وَلَكِنَّكَ مُنَافِقٌ، لَأُخْبِرَنَّ رَسُولَ اللهِ H، فَبَلَغَ ذَلِكَ رَسُولَ اللهِ H، نَزَلَ الْقُرْآنُ، فَقَالَ عَبْدُ اللهِ بْنُ عَمْرٍو: أَنَا رَأَيْتُهُ مُتَعَلِّقًا بِحُقْبِ نَاقَةِ رَسُولِ اللهِ H تَنْكُبُهُ الْحِجَارَةُ،وَهُوَ يَقُولُ: يَا رَسُولَ اللهِ! إِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُ وَرَسُولُ اللهِ Hيَقُولُ: ﴿ قُلۡ أَبِٱللَّهِ وَءَايَٰتِهِۦ وَرَسُولِهِۦ كُنتُمۡ تَسۡتَهۡزِءُونَ ٦٥ لَا تَعۡتَذِرُواْ قَدۡ كَفَرۡتُم بَعۡدَ إِيمَٰنِكُمۡۚ إِن نَّعۡفُ عَن طَآئِفَةٖ مِّنكُمۡ نُعَذِّبۡ طَآئِفَةَۢ بِأَنَّهُمۡ كَانُواْ مُجۡرِمِينَ ٦٦ ﴾
[ سورة التوبة الآيتان: 65-66 ]
"Bizim kurrâmızdan midesi daha iştahlı )obur(dili daha yalancı ve düşmanla karşılaştıkları zaman onlardan daha korkak kimseler görmedik.
Mescitte bulunan sahâbeden birisi ona:
-Yalan söyledin, fakat sen münâfıksın, söylediklerini Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e mutlaka haber vereceğim, dedi.
Bu olay, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e ulaşınca, âyetler nâzil oldu.
Abdullah b. Amr der ki:
-Ben, onu, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in devesinin yularına asılmış ve yerdeki çakılların ayaklarını yaralar bir halde şöyle derken gördüm:
-Ey Allah'ın elçisi! Biz, sadece lafa dalmış, şakalaşıyorduk, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ise şu âyetleri okuyordu:
'De ki: Siz, Allah ile O’nun âyetleri ile ve O’nun elçisi ile mi alay ediyordunuz? )Boşuna(özür dilemeyin. Çünkü siz, îmân ettikten sonra )tekrar(kâfir oldunuz. Sizden )tevbe eden(bir grubu bağışlasak bile, başka bir gruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz."[102]
Bu ve buna benzer alaya alanların söylediği sözler, açıkça alay etmeye örnektir.
Örneğin bazı kimselerin söylediği şu sözler de bu kabildendir:
"Sizin dîniniz, beşinci dîndir.",
"Dîniniz, saçmalıklarla doludur."
"İyiliği emreden ve kötülükten alıkoyanları gördüklerinde onlarla alay ederek: 'Size dîn ehli geldi'
Bu ve buna benzer zor sayılabilecek kadar çok olan ve haklarında âyet nâzil olanlardan daha büyük olan açıkça alay ifâde eden sözler vardır.
İkincisi: Açıkça değil de kinâyeli sözlerle alay etmek.
Dîn ile açıkça olmayan, kinâyeli sözlere gelince bu, kıyısı olmayan okyanusa benzer.
Örneğin kaş göz işâreti yapmak, dil çıkarmak, dudak bükmek, Allah'ın kitabı veya elçisi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti okunurken veyahut da iyiliği emredip kötülükten alıkoyarken elle işâret etmek, bu kabildendir.[103]
Bazı kimselerin söyledikleri şu söz de buna benzer:
"İslâm, 21. asır için geçerli olamaz. İslâm, ancak orta çağlar için geçerlidir."
"İslâm, gerilemek ve geriye dönüştür."
"İslâm, katı ve acımasız olup, had ve tâzir cezâlarında vahşidir."
"İslâm, boşanmayı ve birden fazla evlenmeyi mübâh kılmak sûretiyle kadına zulmetmiştir."
"İnsanlar için beşerî kanunlarla hükmetmek, İslâm ile hükmetmekten daha iyidir."
Bazı kimseler tevhîde dâvet eden, türbe ve kabirlere ibâdet edenlere karşı çıkan kimse için şöyle derler:
"Bu kimse, radikâldir."
"Müslümanların birliğini parçalamak istiyor."
"Bu kimse, vahhâbîdir."
"Bu kimse, beşinci mezheptendir."
Bu gibi sözler, İslâm'a ve müslümanlara küfretmek ve doğru inançla alay etmek demektir.
Bu durumu Allah Teâlâ'ya havâle ederiz.
Yine, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine sımsıkı sarılan kimseyle alay edip, "Dîn, sakalda değildir" diyerek sakal ile alay edenlerin sözleri ile buna benzer çirkin sözler, bu kabildendir.
% % % % %
Allah Teâlâ'nın indirdiği hükümlerden başka hükümlerle hükmetmek:
Allah Teâlâ'nın hükmüne boyun eğmek ve şeriatına râzı olmak, söz, esas, çekişme ve anlaşmazlıklarda, kan ve mal gibi hukûkî konularda ayrılığa düşüldüğünde Allah'ın kitabı ile elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine dönmek, Allah'a îmân ve O'na ibâdet etmenin gereklerindendir. Çünkü hakem, yalnızca Allah Teâlâ'dır ve hükümde yalnızca O'na başvurulur. Bu sebeple devlet başkanlarının, O'nun indirdiğiyle hükmetmeleri, halkın da hakemlik konusunda Allah Teâlâ'nın,kitabında indirdiğine ve elçisinin sünnetine başvurmaları gerekir.
Nitekim Allah Teâlâ devlet başkanları hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ ۞إِنَّ ٱللَّهَ يَأۡمُرُكُمۡ أَن تُؤَدُّواْ ٱلۡأَمَٰنَٰتِ إِلَىٰٓ أَهۡلِهَا وَإِذَا حَكَمۡتُم بَيۡنَ ٱلنَّاسِ أَن تَحۡكُمُواْ بِٱلۡعَدۡلِۚ إِنَّ ٱللَّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِۦٓۗ إِنَّ ٱللَّهَ كَانَ سَمِيعَۢا بَصِيرٗا ٥٨ ﴾
[سورة النساء الآية: 58]
"Şüphesiz Allah, emânetleri sahiplerine vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emretmektedir.Allah'ın size verdiği öğüt )ve size gösterdiği(şey, ne kadar güzeldir. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten ve hakkıyla görendir."[104]
Allah Teâlâ, vatandaşlar hakkında ise şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَطِيعُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُواْ ٱلرَّسُولَ وَأُوْلِي ٱلۡأَمۡرِ مِنكُمۡۖ فَإِن تَنَٰزَعۡتُمۡ فِي شَيۡءٖ فَرُدُّوهُ إِلَى ٱللَّهِ وَٱلرَّسُولِ إِن كُنتُمۡ تُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِ وَٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِۚ ذَٰلِكَ خَيۡرٞ وَأَحۡسَنُ تَأۡوِيلًا ٥٩ ﴾ [سورة النساء الآية: 59]
"Ey îmân edenler! Allah’a itaat edin. Elçiye itaat edin Sizden olan idârecilere )Allah’a isyanı emretmedikçe(itaat edin.Aranızda herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, o konuda hüküm vermek için, onu Allah')ın kitabı Kur’an)a ve elçisi )Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti)ne götürün. Allah')ın kitabı Kur’an)a ve elçisi )Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti(ne götürmek; sizin için daha hayırlı, sonuç bakımından da daha güzeldir."[105]
Allah Teâlâ, daha sonra îmân ve hakemlik konusunda indirdiği hükümlerden başka hükümlere başvurmanın birlikte olamayacağını açıklayıp şöyle buyurmuştur:
﴿ أَلَمۡ تَرَ إِلَى ٱلَّذِينَ يَزۡعُمُونَ أَنَّهُمۡ ءَامَنُواْ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيۡكَ وَمَآ أُنزِلَ مِن قَبۡلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُوٓاْ إِلَى ٱلطَّٰغُوتِ وَقَدۡ أُمِرُوٓاْ أَن يَكۡفُرُواْ بِهِۦۖ وَيُرِيدُ ٱلشَّيۡطَٰنُ أَن يُضِلَّهُمۡ ضَلَٰلَۢا بَعِيدٗا ٦٠ وَإِذَا قِيلَ لَهُمۡ تَعَالَوۡاْ إِلَىٰ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ وَإِلَى ٱلرَّسُولِ رَأَيۡتَ ٱلۡمُنَٰفِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُودٗا ٦١ فَكَيۡفَ إِذَآ أَصَٰبَتۡهُم مُّصِيبَةُۢ بِمَا قَدَّمَتۡ أَيۡدِيهِمۡ ثُمَّ جَآءُوكَ يَحۡلِفُونَ بِٱللَّهِ إِنۡ أَرَدۡنَآ إِلَّآ إِحۡسَٰنٗا وَتَوۡفِيقًا ٦٢ أُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ يَعۡلَمُ ٱللَّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمۡ فَأَعۡرِضۡ عَنۡهُمۡ وَعِظۡهُمۡ وَقُل لَّهُمۡ فِيٓ أَنفُسِهِمۡ قَوۡلَۢا بَلِيغٗا ٦٣ وَمَآ أَرۡسَلۡنَا مِن رَّسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذۡنِ ٱللَّهِۚ وَلَوۡ أَنَّهُمۡ إِذ ظَّلَمُوٓاْ أَنفُسَهُمۡ جَآءُوكَ فَٱسۡتَغۡفَرُواْ ٱللَّهَ وَٱسۡتَغۡفَرَ لَهُمُ ٱلرَّسُولُ لَوَجَدُواْ ٱللَّهَ تَوَّابٗا رَّحِيمٗا ٦٤ فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤۡمِنُونَ حَتَّىٰ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيۡنَهُمۡ ثُمَّ لَا يَجِدُواْ فِيٓ أَنفُسِهِمۡ حَرَجٗا مِّمَّا قَضَيۡتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسۡلِيمٗا ٦٥ ﴾
[سورة النساء الآيات: 60-65]
")Ey Nebi!(Sana ve senden önceki )elçi)lere indirilenlere îmân ettiklerini iddiâ edenleri )münâfıkları(görmedin mi? Tâğût'u inkâr etmekle emrolundukları halde, kendi aralarında hüküm vermesi için, Tâğût'a )Allah'ın indirdiğinden başkasına(başvurmak isterler. Oysa şeytan onları hak yoldan tamamen saptırmak ister. Onlara: Gelin, Allah'ın indirdiğine ve elçiye )sünnetine(başvuralım, denildiğinde münâfıkların senden tamamen yüz çevirdiklerini görürsün. Onlar, elleriyle işledikleri yüzünden başlarına bir belâ gelince, sonra sana gelip özür dilemeleri ve 'Biz )bu amelimizle(sadece iyilik etmek ve arayı bulmak istedik' diyerek Allah'a yemîn ettiklerinde onların hâli nice olur? İşte onlar, Allah'ın kalplerinde olanı )nifâkı(bildiği kimselerdir. )Ey Nebi! Sen(onlara aldırma, )bulundukları kötü durumdan dolayı(onları uyar ve onlara etkileyici söz söyle. Biz, her elçiyi Allah'ın emriyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. )Ey Nebi! Sen hayatta iken(şayet onlar, )günah işleyerek(nefislerine zulmettiklerinde tevbe edip Allah'ın kendilerinin günahlarını bağışlamasını isteyip sana gelseler ve elçi de onlar için istiğfarda bulunsaydı, mutlaka Allah'ı çok affedici ve merhamet edici bulurlardı. Hayır! Rabbine yemîn olsun ki, onlar kendi aralarında çıkan anlaşmazlıklarda )hayatta iken(seni, )vefatından sonra da sünnetini(hakem kılıp sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan ve ona tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar."[106]
Allah Teâlâ, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hükmüne başvurmayan ve onun hükmüne râzı olup ona teslim olmayanın îmânını kesin bir şekilde yemîn edip kabul etmeyip reddetmiştir.
Allah Teâlâ, kendisinin indirdiğiyle hükmetmeyen yöneticilerin de kâfirler, zâlimler ve fâsıklar olduklarına hükmederek şöyle buyurmuştur:
﴿ ... وَمَن لَّمۡ يَحۡكُم بِمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡكَٰفِرُونَ ٤٤ ﴾
[سورة المائدة من الآية: 44]
"Kim, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin tâ kendileridir."[107]
﴿ ... وَمَن لَّمۡ يَحۡكُم بِمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلظَّٰلِمُونَ ٤٥ ﴾
[سورة المائدة من الآية: 45]
"Kim, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar, zâlimlerin tâ kendileridir."[108]
﴿ ... وَمَن لَّمۡ يَحۡكُم بِمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡفَٰسِقُونَ ٤٧ ﴾
[سورة المائدة من الآية: 47]
"Kim, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar, fâsıkların tâ kendileridir."[109]
Âlimler arasındaki içtihada dayalı görüşler, her anlaşmazlıklarda Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmedilmesi ve hüküm vermek için de Allah'ın indirdiğine başvurulması gerekir. Herhangi bir mezhebe taassup etmeden ve hiçbir âlimin taraftarı olmadan Kur'an ve sünnetin gösterdiği içtihatlar ancak kabul edilir. İslâm'a nispet edilen bazı ülkelerde olduğu gibi, sadece kişiler hukuku ile sınırlı kalmayıp muhâkeme ve anlaşmazlıklar gibi hukûkî konularda da Allah'ın kitabı Kur'an'a ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine başvurulması gerekir. Çünkü İslâm dîni, bir bütündür, parçalara bölünemez.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱدۡخُلُواْ فِي ٱلسِّلۡمِ كَآفَّةٗ وَلَا تَتَّبِعُواْ خُطُوَٰتِ ٱلشَّيۡطَٰنِۚ إِنَّهُۥ لَكُمۡ عَدُوّٞ مُّبِينٞ ٢٠٨ ﴾ [سورة البقرة الآية: 208]
"Ey îmân edenler! Toptan İslâm'a girin.Sakın şeytanın yollarına uymayın. Çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır."[110]
Başka bir âyette ise şöyle buyurmuştur:
﴿ ... أَفَتُؤۡمِنُونَ بِبَعۡضِ ٱلۡكِتَٰبِ وَتَكۡفُرُونَ بِبَعۡضٖۚ فَمَا جَزَآءُ مَن يَفۡعَلُ ذَٰلِكَ مِنكُمۡ إِلَّا خِزۡيٞ فِي ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَاۖ وَيَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِ يُرَدُّونَ إِلَىٰٓ أَشَدِّ ٱلۡعَذَابِۗ وَمَا ٱللَّهُ بِغَٰفِلٍ عَمَّا تَعۡمَلُونَ ٨٥ ﴾ [سورة البقرة من الآية: 85]
"Yoksa siz, Kitab )Kur'an)'ın bir kısmına îmân ediyor, bir kısmını da inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında alçalmak ve utanç bir duruma gelmek, kıyâmet gününde de en şiddetli azaba uğratılmaktır. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir."[111]
Yine, dört mezhebe mensup kimselerin, imamlarının söz ve görüşlerini, Kur'an ve sünnete götürmeleri, özellikle de inançla ilgili konularda Kur'an ve sünnete mutabık olanı almaları, aykırı olanları ise, körü körüne onlara bağlanmadan ve tarafgir davranmadan reddetmeleri gerekir. Zirâ mezhep imamları bunu tavsiye etmişlerdir. Bu, mezhep imamlarının izlediği yoldur. Buna aykırı hareket edenler, imamlara mensup olsalar bile,onlara tâbi olmuş sayılmazlar. Onlar, Allah'ın haklarında buyurduğu şu kimselerdendir:
﴿ ٱتَّخَذُوٓاْ أَحۡبَارَهُمۡ وَرُهۡبَٰنَهُمۡ أَرۡبَابٗا مِّن دُونِ ٱللَّهِ وَٱلۡمَسِيحَ ٱبۡنَ مَرۡيَمَ وَمَآ أُمِرُوٓاْ إِلَّا لِيَعۡبُدُوٓاْ إِلَٰهٗا وَٰحِدٗاۖ لَّآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَۚ سُبۡحَٰنَهُۥ عَمَّا يُشۡرِكُونَ ٣١ ﴾ [سورة التوبة الآية :31]
")Yahûdiler(Allah'ı bırakıp hahamlarını ve )hıristiyanlar da(rahiplerini )Allah'ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını da haram kılmak sûretiyle hükümlerde onlara itaat ederek onları(Rabler edindiler. Meryem oğlu Mesîh'i )İsa'yı(da ilah edinerek ona ibâdet ettiler. Oysa onlara tek ilah olan )Allah)a ibâdet etmeleri emrolunmuştu. O'ndan başka hak ilah yoktur. O )Allah(onların ortak koştuklarından münezzehtir."[112]
Bu âyet, sadece yahûdi ve hıristiyanlara has değildir. Aksine onların yaptıkları şeyi yapan herkesi kapsar. Kim, Allah'ın indirdiği hükümlerden başka hükümlerle insanlar arasında hükmetmek veya hevâsına uyarak bunu istemek gibi, Allah Teâlâ ve elçisinin emrettiği şeylere aykırı hareket ederse, mü'min olduğunu iddiâ etse bile o, boynundan İslâm ve îmân bağını çıkarmıştır. Çünkü Allah Teâlâ, böyle isteyen kimseleri reddetmiş ve îmân ettiklerini iddiâ etmelerinde onları yalanlayarak şöyle buyurmuştur:
﴿ أَلَمۡ تَرَ إِلَى ٱلَّذِينَ يَزۡعُمُونَ أَنَّهُمۡ ءَامَنُواْ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيۡكَ وَمَآ أُنزِلَ مِن قَبۡلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُوٓاْ إِلَى ٱلطَّٰغُوتِ وَقَدۡ أُمِرُوٓاْ أَن يَكۡفُرُواْ بِهِۦۖ وَيُرِيدُ ٱلشَّيۡطَٰنُ أَن يُضِلَّهُمۡ ضَلَٰلَۢا بَعِيدٗا ٦٠ ﴾ [سورة النساء الآيـة:60]
")Ey Nebi!(Sana ve senden önceki )elçi)lere indirilenlere îmân ettiklerini iddiâ edenleri )münâfıkları(görmedin mi? Tâğût'u inkâr etmekle emrolundukları halde, kendi aralarında hüküm vermesi için, Tâğût'a başvurmak isterler. Oysa şeytan onları hak yoldan tamamen saptırmak ister."[113]
Nitekim ﴿ يَزۡعُمُونَ ﴾ "iddiâ ediyorlar" lafzı, onlarda îmânın olmadığını )îmânı reddetmeyi(içerir. Çünkü "iddiâ ediyorlar" lafzı, bir şeyin gereğine aykırı olması ve ona aykırı bir hareket edilmesinden dolayı genellikle bir şeyi iddiâ eden ve o şeyde yalancı olan birisi için söylenir. Allah Teâlâ'nın âyetin devamındaki sözü bunu doğrulamaktadır:
﴿... وَقَدۡ أُمِرُوٓاْ أَن يَكۡفُرُواْ بِهِۦۖ ... ﴾ [سورة النساء من الآية :60]
"Tâğût'u inkâr etmekle emrolundukları halde..."[114]
Çünkü Tâğût'u inkâr etmek, Bakara sûresinin 256. âyetinde olduğu gibi, tevhîdin bir rüknüdür. Bu rükün olmazsa, muvahhid olunamaz.
Olduğu takdirde her ameli geçerli kılan, olmadığında ise, her ameli ifsad eden îmânın esası, tevhîddir.
Nitekim bu durum, Allah Teâlâ'nın şu sözünde açıkça bellidir:
﴿ ... فَمَن يَكۡفُرۡ بِٱلطَّٰغُوتِ وَيُؤۡمِنۢ بِٱللَّهِ فَقَدِ ٱسۡتَمۡسَكَ بِٱلۡعُرۡوَةِ ٱلۡوُثۡقَىٰ لَا ٱنفِصَامَ لَهَاۗ وَٱللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ٢٥٦ ﴾ [ سورة البقرة من الآية :256 ]
"Kim, Tâğût'u inkâr eder ve Allah'a îmân ederse, kopmayan sağlam kulpa sarılmıştır.Allah, )kullarının konuştuklarını(hakkıyla işiten ve )yaptıklarını(hakkıyla bilendir."[115]
Çünkü kendi aralarında hüküm vermesi için Tâğût'a başvurmak, ona îmân etmek demektir.[116]
Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen kimseden îmânın reddedilmesi, Allah'ın şeriatı ile hükmetmenin îmân, itikât ve ibadet olduğuna delildir.Müslüman kimsenin din olarak bunu benimsemesi gerekir.
Sadece, insanlar için en iyisi ve emniyet bakımından da en disiplinlisi olduğundan dolayı Allah'ın şeriatı ile hükmedilmemelidir. Zirâ bazı kimseler, şeriatın sadece bu yönüne ağırlık verip birinci yönünü unutmaktadırlar.Oysa kendisine ibâdet amacı olmaksızın sadece kendi menfaati için Allah Teâlâ'nın şeriatı ile hükmeden kimseyi Allah Teâlâ kötüleyerek şöyle buyurmuştur:
﴿ وَإِذَا دُعُوٓاْ إِلَى ٱللَّهِ وَرَسُولِهِۦ لِيَحۡكُمَ بَيۡنَهُمۡ إِذَا فَرِيقٞ مِّنۡهُم مُّعۡرِضُونَ ٤٨ وَإِن يَكُن لَّهُمُ ٱلۡحَقُّ يَأۡتُوٓاْ إِلَيۡهِ مُذۡعِنِينَ ٤٩ ﴾ [سورة النور الآيتان: 48- 49]
"Onlar aralarında )çıkan anlaşmazlıklarda(hüküm vermesi için Allah)ın kitabın)'a ve elçisi)nin sünneti)ne dâvet edildikleri zaman, bir bakarsın ki onların bir kısmı )Allah ve elçisinin hükmünü kabul etmeyip(yüz çevirirler. Ama eğer hak kendi menfaatlerine ise,)hak ile hükmedeceğini bildikleri için(onun )elçinin(hükmüne boyun eğerek gelirler."[117]
Onlar )münâfıklar(hevâlarına uyan şeylerle ilgilenirler. Hevâlarına aykırı olan şeylerden yüz çevirirler. Çünkü onlar, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hükmüne başvurarak Allah Teâlâ'ya ibâdet etmezler.
Allah Teâlâ'nın indirdiği hükümlerden başka hükümlerle hükmeden kimsenin hükmü:
Allah Teâlâ buyuruyor ki:
﴿ ... وَمَن لَّمۡ يَحۡكُم بِمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡكَٰفِرُونَ ٤٤ ﴾
[سورة المائدة من الآية: 44]
"Kim, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin ta kendileridir."[118]
Bu âyet, Allah Teâlâ'nın indirdiği hükümlerden başka hükümlerle hükmetmenin küfür olduğuna delâlet eder. Bu küfür, kimi zaman dînden çıkaran büyük küfür,kimi zaman da dînden çıkarmayan küçük küfürdür.Bu ise,hükmeden kimsenin durumuna bağlıdır.Zirâ bu kimse, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmenin farz olmadığına ve bu konuda hür olduğuna inanır veya Allah'ın hükmünü hafife alır, beşerî kanun ve nizamların Allah'ın hükmünden daha iyi olduğuna ve Allah'ın hükmünün bu zamanda geçerli olmadığına inanırsa veyahut da kâfirlerle münâfıkları râzı etmek için Allah'ın indirdiği hükümlerden başka hükümlerle hükmetmek isterse, bu davranış dînden çıkaran büyük küfür olur.
Azabı hak edeceğini itiraf etmekle beraber, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmenin gerektiğine inanır ve bunun böyle olduğunu bilir de Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, bu kimse günahkâr olur ve bu küfür, dînden çıkarmayan küçük küfür diye adlandırılır.
Hükmü öğrenmek için gayret sarf edip bütün gücünü harcamakla beraber, bu meselede Allah'ın hükmünü bilemeyip hata ederse, o kimse hatalıdır. İçtihadından dolayı kendisine bir ecir vardır, hatası da bağışlanmıştır.[119]
Bu, özel dâvâ ile ilgili hükümdür. Genel dâvâlarla ilgili hüküm ise farklıdır.
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- bu konuda şöyle der:[120]
"Eğer hâkim )hükümdâr, yönetici, devlet başkanı(dîndâr olur da )bir dâvâda(bilgisizce hüküm verirse, o cehennemliktir. Eğer bilgili olur da, hak olarak bildiğinin zıddına hüküm verirse,o da cehennemliktir.Eğer adâletsizce ve bilgisizce hüküm verirse, onun cehennemlik olması daha önce gelir.Bu, bir şahsın dâvâsı hakkındaki hükümdür. Ancak hâkim, genel olarak müslümanların dîni hakkında hüküm verir de hakkı bâtıl, bâtılı da hak, sünneti bid'at, bid'atı da sünnet, mârufu münker, münkeri de mâruf kılar, Allah ve elçisinin emrettiklerini yasaklar, yasakladıklarını da emrederse, işte bu küfrün başka bir türüdür.
Dünya ve âhirette hamd kendisine âit olan âlemlerin Rabbi, elçilerin ilahı, dîn gününün sahibi olan Allah Teâlâ, bu kimse hakkında hükmünü verecektir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَلَا تَدۡعُ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَۘ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَۚ كُلُّ شَيۡءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجۡهَهُۥۚ لَهُ ٱلۡحُكۡمُ وَإِلَيۡهِ تُرۡجَعُونَ ٨٨ ﴾ [سورة القصص الآية: 88]
"Allah ile birlikte başka bir ilaha ibâdet etme )yalvarıp yakarma(O'ndan başka hak ilah yoktur. O'nun vechinin dışında başka her şey yok olacaktır. Hüküm, yalnızca O'nundur ve )yalnızca(O'na döndürüleceksiniz."[121]
Başka bir âyette ise şöyle buyurmuştur:
﴿ هُوَ ٱلَّذِيٓ أَرۡسَلَ رَسُولَهُۥ بِٱلۡهُدَىٰ وَدِينِ ٱلۡحَقِّ لِيُظۡهِرَهُۥ عَلَى ٱلدِّينِ كُلِّهِۦۚ وَكَفَىٰ بِٱللَّهِ شَهِيدٗا ٢٨ ﴾ [ سورة الفتح الآية: 28 ]
"Bütün dînlere üstün kılmak için elçisini )Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i(hidâyet ve hak dîn ile gönderen O'dur.)Ey Nebi! Sana yardım eden ve senin dînini bütün dînlere üstün kılan(Allah, sana şâhit olarak yeter."[122]
Yine, Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- bu konuda şöyle der:
"Allah Teâlâ'nın, elçisi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirdiğiyle hükmetmenin farz olduğuna inanmayanın kâfir olduğunda şüphe yoktur. Kim, insanlar arasında Allah'ın indirdiğine uymayıp da kendi arzusunun adâlet olarak gördüğüyle hükmetmeyi helal sayarsa, o kâfirdir. Çünkü adâletle hükmetmeyi emretmeyen hiçbir millet yoktur. O milletin dîninde ileri gelenlerin uygun gördüğü şey, adâlet olabilir. Aksine İslâm'a mensup birçok millet, daha önce kendilerine itaat edilen emirler gibi, Allah'ın indirmediği öncekilerin gelenekleriyle hükmetmektedir.Bu emirler, Kur'an ve sünnetin dışında hükmedilmesi gerekenin bu olduğunu uygun görüyorlardı. Bu davranış, küfürdür. Çünkü insanların çoğu İslâm'a girmelerine rağmen, kendilerine itaat edilen, ileri gelenlerin emirleri sebebiyle yürürlükteki uygulamalarla hükmederler. Kur’an ve sünnetle değil, ancak bunlarla hükmetmenin gerekliliği görüşündedirler. İşte bu, küfrün tâ kendisidir. İnsanların çoğu müslüman olsalar dahi, toplumlarda kendilerine itaat edilen kimselerin emrettikleri uygulamalarla hükmederler. Onlar, Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin câiz olmadığını bildiklerinde bunu yerine getirmezler. Aksine Allah'ın indirdiği hükümlerin tersine hükmetmeyi helal sayarlar. Bu sebeple onlar, kâfirlerdir."[123]
Değerli âlim Muhammed b. İbrahim -rahimehullah- der ki:
"Hakkında: Dînden çıkarmayan küfür denilen küfre gelince, bir kimse Allah'ın indirdiği hükümlerden başkası ile hükmettiğinde günahkâr olacağına ve Allah'ın hükmünün hak olduğuna inanmakla beraber O'nun indirdiği hükümlerden başkasıyla hükmederse, bu kendisinden bir veya birkaç defa sâdır olan küfür sayılır. Fakat düzene koymak ve boyun eğdirmek için kanunlar koyan kimseye gelince, hata ettik, şeriatın hükmü daha âdildir, dese bile bu küfürdür ve bu küfür sahibini dînden çıkarır."[124]
Değerli âlim Muhammed b. İbrahim -rahimehullah- tekrarlanmayan kısmî hükümle hükümlerin hepsinde veya çoğunda başvurulan merci konumundaki genel hükmü birbirinden ayırmış ve bu küfrün, mutlak olarak insanı dînden çıkaran küfür olduğuna karar vermiştir. Çünkü bir kimse, İslâm şeriatını bir kenara bırakıp onu geçersiz kılar ve onun yerine beşerî bir kanun koyarsa, bu kimse koyduğu kanunun şeriatten daha güzel ve daha uygun gördüğüne delil olur ki bunun dînden çıkaran ve tevhîde zıt olan büyük küfür olduğunda şüphe yoktur.
% % % % %
7. FASIL
Kanun koyma, helal ve haram kılma hakkına sahip olduğunu iddiâ etmek:
İbâdetler, sosyal ilişkiler ve diğer alanlarda birbiri ile olan anlaşmazlıkları gideren ve düşmanlıkları sona erdiren konular gibi, insanların üzerinde gittikleri yol olan hükümleri koyma yetkisi, insanların Rabbi ve yaratıcısı Allah'a aittir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿...أَلَا لَهُ ٱلۡخَلۡقُ وَٱلۡأَمۡرُۗ تَبَارَكَ ٱللَّهُ رَبُّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ٥٤ ﴾[سورة الأعراف من الآية: 54]
"Biliniz ki yaratma ve emretme, yalnızca O'na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, )her türlü noksanlıklardan(münezzehtir."[125]
Kullarının yararına olan şeyi en iyi bilen ve onlara bunu meşrû kılan Allah Teâlâ'dır. Allah Teâlâ onların Rabbi olduğu için bunu onlara meşrû kılmakta, onlar da O'na ibâdet ettikleri için O'nun hükümlerini kabul ederler. Bu konuda fayda yine kullarının lehine dönecektir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَطِيعُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُواْ ٱلرَّسُولَ وَأُوْلِي ٱلۡأَمۡرِ مِنكُمۡۖ فَإِن تَنَٰزَعۡتُمۡ فِي شَيۡءٖ فَرُدُّوهُ إِلَى ٱللَّهِ وَٱلرَّسُولِ إِن كُنتُمۡ تُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِ وَٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِۚ ذَٰلِكَ خَيۡرٞ وَأَحۡسَنُ تَأۡوِيلًا ٥٩ ﴾ [سورة النساء الآية: 59]
"Ey îmân edenler! Allah’a itaat edin. Elçiye itaat edin Sizden olan idârecilere )Allah’a isyanı emretmedikçe(itaat edin.Aranızda herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, o konuda hüküm vermek için, onu Allah')ın kitabı Kur’an)a ve elçisi )Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti)ne götürün. Allah')ın kitabı Kur’an)a ve elçisi )Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti(ne götürmek; sizin için daha hayırlı, sonuç bakımından da daha güzeldir."[126]
Başka bir âyette ise şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمَا ٱخۡتَلَفۡتُمۡ فِيهِ مِن شَيۡءٖ فَحُكۡمُهُۥٓ إِلَى ٱللَّهِۚ ذَٰلِكُمُ ٱللَّهُ رَبِّي عَلَيۡهِ تَوَكَّلۡتُ وَإِلَيۡهِ أُنِيبُ ١٠ ﴾ [سورة الشورى الآية: 10]
")Ey insanlar! Dîniniz konusunda(ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a âittir. İşte bu Allah, benim Rabbimdir. Ben )her işimde yalnızca(O’na dayandım ve ben, )her işimde yalnızca(O’na dönerim."[127]
Allah Teâlâ, kullarının kendisinden başkasını kanun koyan ve meşrû kılan kimse edinmelerini kınayarak şöyle buyurmuştur:
﴿ أَمۡ لَهُمۡ شُرَكَٰٓؤُاْ شَرَعُواْ لَهُم مِّنَ ٱلدِّينِ مَا لَمۡ يَأۡذَنۢ بِهِ ٱللَّهُۚ وَلَوۡلَا كَلِمَةُ ٱلۡفَصۡلِ لَقُضِيَ بَيۡنَهُمۡۗ وَإِنَّ ٱلظَّٰلِمِينَ لَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمٞ ٢١ ﴾ [سورة الشورى الآية: 21]
"Yoksa onların )müşriklerin(Allah'ın izin vermediği bir dîni meşrû kılan ortakları mı var? Eğer Allah'ın süre tanıyarak onlara dünyada azap etmeyeceğine dâir kazâ ve kaderi olmasaydı, onların aralarında azap etmek sûretiyle derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz zâlim )kâfir)ler için )kıyâmette(acıklı bir azap vardır."[128]
Kim, Allah Teâlâ'nın kanun koyduğu ve meşrû kıldığından başkasının kanun koymasını ve meşrû kılmasını kabul ederse, şüphesiz O'na şirk koşmuş olur. Allah Teâlâ ve elçisinin ibâdetlerde meşrû kılmadığı şeyler, bid'attır. Her bid'at ise dalâlettir.
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
(مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ.)[متفق عليه ]
"Her kim, bu işimizde )dînimizde(onda olmayan bir şeyi ona ihdâs ederse, o ihdâs ettiği şey, reddolunmuştur )bâtıldır)."[129]
Başka bir rivâyette ise şöyle buyurmuştur:
(مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ.)[ متفق عليه ]
"Her kim, işimiz )dînimiz(üzere olmayan bir amel işlerse, o işlediği şey reddolunmuştur )bâtıldır ve ona itibar edilmez)."[130]
Siyâset ve insanlar arasında hüküm vermede Allah Teâlâ ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kanun koymadığı ve meşrû kılmadığı her şey, Tâğût ve câhiliyetin hükmüdür.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ أَفَحُكۡمَ ٱلۡجَٰهِلِيَّةِ يَبۡغُونَۚ وَمَنۡ أَحۡسَنُ مِنَ ٱللَّهِ حُكۡمٗا لِّقَوۡمٖ يُوقِنُونَ ٥٠ ﴾
[ سورة المائدة الآية:50 ]
"Yoksa onlar )yahudiler, aralarında hüküm vermesi için(câhiliye hükmünü mü istiyorlar? )Allah'ın şeriatını akıl edip(îmân eden bir topluluk için, hüküm bakımından Allah'tan daha güzel kim olabilir?"[131]
Yine helal ve haram kılma yetkisi, Allah Teâlâ'ya aittir ve bu konuda hiç kimse O'na ortak olamaz.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَلَا تَأۡكُلُواْ مِمَّا لَمۡ يُذۡكَرِ ٱسۡمُ ٱللَّهِ عَلَيۡهِ وَإِنَّهُۥ لَفِسۡقٞۗ وَإِنَّ ٱلشَّيَٰطِينَ لَيُوحُونَ إِلَىٰٓ أَوۡلِيَآئِهِمۡ لِيُجَٰدِلُوكُمۡۖ وَإِنۡ أَطَعۡتُمُوهُمۡ إِنَّكُمۡ لَمُشۡرِكُونَ ١٢١ ﴾
[سورة الأنعام الآية: 121 ]
")Ey müslümanlar!(Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanların etinden yemeyin. Şüphesiz )o hayvanların etinden yemek(fısktır. Şüphesiz şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için )leş etini yemenin haramlılığı konusunda şüphelerle(telkinde bulunurlar. Eğer )leş etini helal kılma konusunda(onlara itaat ederseniz,siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz."[132]
Allah'ın haram kıldığını, helal kılma konusunda şeytanlara ve dostlarına itaat etmeyi, Allah Teâlâ kendisine ortak koşmak olarak saymıştır. Aynı şekilde, Allah Teâlâ'nın helal kıldığını haram kılma veya haram kıldığını helal kılma konusunda âlimlere ve emirlere itaat eden kimse, onları Allah Teâlâ'nın dışında Rabler edinmiş olur.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ ٱتَّخَذُوٓاْ أَحۡبَارَهُمۡ وَرُهۡبَٰنَهُمۡ أَرۡبَابٗا مِّن دُونِ ٱللَّهِ وَٱلۡمَسِيحَ ٱبۡنَ مَرۡيَمَ وَمَآ أُمِرُوٓاْ إِلَّا لِيَعۡبُدُوٓاْ إِلَٰهٗا وَٰحِدٗاۖ لَّآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَۚ سُبۡحَٰنَهُۥ عَمَّا يُشۡرِكُونَ ٣١ ﴾ [سورة التوبة الآية :31]
")Yahûdiler(Allah'ı bırakıp hahamlarını ve )hıristiyanlar da(rahiplerini )Allah'ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını da haram kılmak sûretiyle hükümlerde onlara itaat ederek onları(Rabler edindiler. Meryem oğlu Mesîh'i )İsa'yı(da ilah edinerek ona ibâdet ettiler. Oysa onlara tek ilah olan )Allah)a ibâdet etmeleri emrolunmuştu. O'ndan başka hak ilah yoktur. O )Allah(onların ortak koştuklarından münezzehtir."[133]
İmam Tirmizî ve başkalarının rivâyet ettikleri hadiste, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-, Tâi kabilesinden Adiyy b. Hâtim'e -radıyallahu anh- bu âyeti okuyunca, Adiyy:
-Ey Allah'ın elçisi! Biz onlara ibâdet etmiyoruz ki" dedi.
Bunun üzerine Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ona:
-Onlar size, Allah'ın haram kıldığını helal kıldığında siz de onu helal kılmıyor ve Allah'ın helal kıldığını da haram kıldığında siz de onu haram kılmıyor muydunuz? diye sordu.
Adiyy b. Hâtim -radıyallahu anh-:
-Evet, dedi.
Bunun üzerine Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-:
-İşte bu, onlara yapılan ibâdettir"[134] buyurdu.
Helal ve haram kılma konusunda onlara itaat etmek; onlara ibâdet etmek ve Allah'a ortak koşmak sayılmıştır. Bu şirk, kelime-i şehâdetin delâlet ettiği tevhîde aykırı olan büyük şirktir. Çünkü kelime-i şehâdetin delâlet ettiği anlamlardan birisi de helal ve haram kılma yetkisinin, sadece Allah Teâlâ'nın hakkı olmasıdır.[135]
Allah Teâlâ'nın şeriatına aykırı olarak verilmiş helal ve haram kılma meselelerinde âlimlere ve âbid kimselere itaat eden kimsenin durumu böyledir. Zira bu âlim ve âbid kimseler, ilme ve dîne daha yakın şahsiyetlerdir. Ayrıca âlimler bir konuda içtihad ederek doğruyu bulamazlarsa, hatalarına karşılık bir ecir alırlar. Bütün bunların yanında bir de kâfirlerin ve inkârcıların çıkardıkları beşerî kanunları, İslâm ülkelerine getirip onlarla hükmedene itaat edenlerin hükmü vardır ki, bu kimselerin hali gerçekten nicedir?
Bu durumu, Allah Teâlâ'ya havâle ederiz.
Hiç şüphe yok ki kâfirlerin ve inkârcıların çıkardıkları beşerî kanunları,İslâm ülkelerine getirip bunlarla hükmeden kimse, kendisince hükümler koymak, haramı helal kılmak ve insanlar arasında bu hükümlerle hükmetmekle, kâfirleri Allah Teâlâ'nın dışında Rabler edinmiş olmaktadır.
% % % % %
8. FASIL
İnkârcı ideoloji ve hareketlere, câhilî partilere üye olmanın hükmü:
1. Küfrün ideolojilerinden olan komünizm, laiklik ve kapitalizm gibi inkârcı ideolojilere üye olmak, İslâm dîninden dönmektir. Bu ideolojilere üye olan kimse, müslüman olduğunu iddiâ ederse, bu büyük nifaktır. Çünkü münâfıklar, içten kâfir olmalarına rağmen dış görünüşleriyle İslâm'a bağlı olduklarını söylerler.
Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ وَإِذَا لَقُواْ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ قَالُوٓاْ ءَامَنَّا وَإِذَا خَلَوۡاْ إِلَىٰ شَيَٰطِينِهِمۡ قَالُوٓاْ إِنَّا مَعَكُمۡ إِنَّمَا نَحۡنُ مُسۡتَهۡزِءُونَ ١٤ ﴾ [سورة البقرة الآية: 14]
")Münâfıklar(îmân edenlerle karşılaştıklarında: 'Biz de )sizin gibi(îmân ettik' derler. Şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise: 'Biz sizinle beraberiz, biz sadece )onlarla(alay edicileriz!' derler."[136]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ ٱلَّذِينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمۡ فَإِن كَانَ لَكُمۡ فَتۡحٞ مِّنَ ٱللَّهِ قَالُوٓاْ أَلَمۡ نَكُن مَّعَكُمۡ وَإِن كَانَ لِلۡكَٰفِرِينَ نَصِيبٞ قَالُوٓاْ أَلَمۡ نَسۡتَحۡوِذۡ عَلَيۡكُمۡ وَنَمۡنَعۡكُم مِّنَ ٱلۡمُؤۡمِنِينَۚ فَٱللَّهُ يَحۡكُمُ بَيۡنَكُمۡ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِۗ وَلَن يَجۡعَلَ ٱللَّهُ لِلۡكَٰفِرِينَ عَلَى ٱلۡمُؤۡمِنِينَ سَبِيلًا ١٤١ ﴾
[ سورة النساء من الآية: 141]
")Ey mü'minler!(Onlar )münâfıklar(sizi gözetlerler de eğer size Allah’tan bir fetih gelse: 'Biz sizinle beraber değil miydik?' derler. Kâfirlerin nasibi olursa da: 'Biz size galip gelemez miydik? Sizi mü’minlerden biz korumadık mı?' derler. Artık Allah kıyâmet gününde aranızda hükmedecektir. Doğrusu Allah, mü’minler aleyhine kâfirlere asla bir yol vermeyecektir."[137]
Bu hilekâr ve düzenbaz münâfıklardan her birinin iki yüzü vardır:
Mü'minlerle karşılaştığı zaman bir yüzü, inkârcı kardeşlerine döndüğü zaman başka bir yüzü vardır.
Yine bu münâfıklardan her birinin iki dili vardır:
Birisi; müslümanlar dış görünüşüyle onu müslüman kabul ederler. Diğeri ise, onun içinde gizli olan sırrı açıklar.
Nitekim Allah Teâlâ onları şöyle açıklamaktadır:
﴿ وَإِذَا لَقُواْ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ قَالُوٓاْ ءَامَنَّا وَإِذَا خَلَوۡاْ إِلَىٰ شَيَٰطِينِهِمۡ قَالُوٓاْ إِنَّا مَعَكُمۡ إِنَّمَا نَحۡنُ مُسۡتَهۡزِءُونَ ١٤ ﴾ [سورة البقرة الآية: 14]
")Münâfıklar(îmân edenlerle karşılaştıklarında: 'Biz de )sizin gibi(îmân ettik' derler. Şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise: 'Biz sizinle beraberiz, biz sadece )onlarla(alay edicileriz!' derler."[138]
Münâfıklar, Kur'an ve sünnete bağlı müslümanlarla alay ederek onları hakir görüp Kur'an ve sünnetten yüz çevirmişler, güyâ kendilerindeki ilmin çokluğuyla böbürlenerek şer ve kibirleri sebebiyle Kur'an ve sünnetin hükmüne boyun eğmeyi kabul etmemişlerdir. Vahyin de belirttiği gibi, onları, alay etmekte kesinlikle kararlı olduklarını görürsün.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ ٱللَّهُ يَسۡتَهۡزِئُ بِهِمۡ وَيَمُدُّهُمۡ فِي طُغۡيَٰنِهِمۡ يَعۡمَهُونَ ١٥ ﴾[سورة البقرة الآية: 15]
"Allah da onlarla alay eder ve azgınlıkları içerisinde bocalar bir halde onlara süre verir."[139]
Oysa Allah Teâlâ mü'minlere katılmayı, onlarla birleşmeyi ve onlara mensup olmayı emretmektedir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَكُونُواْ مَعَ ٱلصَّٰدِقِينَ ١١٩ ﴾
[ سورة التوبة الآية: 119]
"Ey îmân edenler! )O'na karşı gelmeyi bırakıp(Allah'tan korkun ve sâdıklarla birlikte olun."[140]
Bu inkârcı ideoloji ve hareketler, birbirleri ile çatışan ideoloji ve hareketler olup bâtıl üzere kurulmuşlardır.
Örneğin komünizm, yaratıcı olan Allah Teâlâ'nın varlığını inkâr eder ve bütün semâvî dînlere savaş açar. Hangi akıl sahibi, inançsız yaşamaya ve herkesçe çok iyi bilinen şeyleri inkâr ederek aklını yok saymaya râzı olur?
Laiklik, bütün dînleri inkâr eder, bu dünya hayatında hayvan gibi yaşamaktan başka bir şeyi olmayan, onu yönlendiren ve bir gâyesi olmayan maddî şeylere dayanır.
Kapitalizmin tek gâyesi ise, helal ve haram olduğuna bakmaksızın, fakir ve düşkünlere iyilikte bulunmaksızın ve onlara şefkat göstermeksizin hangi yoldan olursa olsun, mal biriktirmektir.
Kapitalizm ekonomisinin temeli, Allah ve elçisine savaş açmak, devletleri ve fertleri yıkmak, fakir toplumların kanlarını emmek olan fâiz üzerine kurulmuştur.
Kalbinde zerre kadar îmân olan kimse bir tarafa, hayatını dîn, akıl ve doğru bir gâyeden yoksun yaşamayı kendine hedef olarak seçen ve bu uğurda mücâdele eden, bu ideoloji ve hareketler üzere yaşamaya hangi akıl sahibi râzı olur? Müslüman ülkelerin çoğunda gerçek İslâm kaybolup müslümanlar kendi öz benliklerini kaybetmiş bir halde yetişerek başkalarının himâyesi altında yaşamaya başlayınca, ancak o zaman bu bâtıl ideoloji ve hareketler onlara üstün gelmiştir.
2. Milliyetçi ve ırkçı câhilî partilere üye olmak, yine küfür ve İslâm'dan dönmektir. Çünkü İslâm, câhiliyet döneminin taassup ve şovenizmini şiddetle reddeder.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ إِنَّا خَلَقۡنَٰكُم مِّن ذَكَرٖ وَأُنثَىٰ وَجَعَلۡنَٰكُمۡ شُعُوبٗا وَقَبَآئِلَ لِتَعَارَفُوٓاْۚ إِنَّ أَكۡرَمَكُمۡ عِندَ ٱللَّهِ أَتۡقَىٰكُمۡۚ إِنَّ ٱللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٞ ١٣ ﴾ [ سورة الحجرات الآية: 13]
" Ey insanlar! Gerçekten biz, sizi bir erkek )Âdem(ve bir dişiden )Havvâ'dan(yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi )birçok(halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır )takvaca en ileride olanınızdır(Şüphesiz Allah, )takvâ sahiplerini(hakkıyla bilendir, )onlardan(haberdârdır."[141]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:
(لَيْسَ مِنَّا مَنْ دَعَا إِلَى عَصَبِيَّةٍ، وَلَيْسَ مِنَّا مَنْ قَاتَلَ عَلَى عَصَبِيَّةٍ، وَلَيْسَ مِنَّا مَنْ مَاتَ عَلَى عَصَبِيَّةٍ.)[ رواه أبو داود ]
"İnsanları ırkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık adına savaşan bizden değildir. Irkçılık dâvâsı üzere ölen bizden değildir."[142]
Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
(إِنَّ اللهَ قَدْ أَذْهَبَ عَنْكُمْ عُبِّيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ، وَفَخْرَهَا بِالْآبَاءِ، إِنَّمَا هُوَ مُؤْمِنٌ تَقِيٌّ وَفَاجِرٌ شَقِيٌّ، النَّاسُ كُلُّهُمْ بَنُو آدَمَ، وَآدَمُ خُلِقَ مِنْ تُرَابٍ، وَلاَ فَضْلَ لِعَرَبِيٍّ عَلَى عَجَمِيٍّ إِلاَّ بِالتَّقْوَى.)[ رواه الترمذي ]
"Şüphesiz Allah, câhiliyet döneminin kibirlenmesini, atalarla iftihar edilmesini sizden gidermiş ve üzerinizden kaldırmıştır. İnsanlar iki türlüdür: Ya dîndâr ve takvâlıdır ya da )kâfir ya da(fâcir ve bedbahttır.Bütün insanlar, Âdem'in evlâtlarıdır.Âdem ise,topraktan yaratılmıştır.Arabın, Arap olmayana takvâdan başka hiçbir üstünlüğü yoktur."[143]
Bu partizanlıklar,müslümanları böler.Oysa Allah Teâlâ, toplanıp bir araya gelmeyi, iyilik ve takvâda yardımlaşmayı emreder, parçalanıp ayrılığa düşmeyi yasaklar.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَٱعۡتَصِمُواْ بِحَبۡلِ ٱللَّهِ جَمِيعٗا وَلَا تَفَرَّقُواْۚ وَٱذۡكُرُواْ نِعۡمَتَ ٱللَّهِ عَلَيۡكُمۡ إِذۡ كُنتُمۡ أَعۡدَآءٗ فَأَلَّفَ بَيۡنَ قُلُوبِكُمۡ فَأَصۡبَحۡتُم بِنِعۡمَتِهِۦٓ إِخۡوَٰنٗا ... ﴾ [سورة آل عمران من الآية: 103]
")Ey mü'minler!(Hep birlikte Allah'ın ipine )Kur'an ve sünnete(sarılın ve ayrılığa düşmeyin! Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini de hatırlayın. Hani siz )İslâm'dan önce birbirinize(düşmanlar iken, Allah kalplerinizin arasını birleştirdi de O’nun lütfuyla kardeşler oldunuz..."[144]
Şüphesiz Allah Teâlâ, bizden tek bir grup ve hizip olmamızı ister. O kurtuluşa eren de O'nun dostlarıdır.
"Avrupa, siyâsî ve kültürel yönden İslâm dünyasına saldırdıktan sonra, İslâm dünyası milliyetçilik, ırkçılık ve yurtseverlik gibi akımlara boyun eğmiş ve bunlara bilimsel, doğruluğu kabul edilen ve kaçınılmaz gerçek bir dava gibi inanmaya başlamıştır. İslâm dünyasının toplulukları da İslâm dîninin ortadan kaldırdığı bu ırkçılıkları yeniden yaşatmak için hayret edilecek bir şekilde atağa geçmiş, bu ırkçılıkları terennüm etmeye, sloganlarını yaşatmaya ve İslâm'dan önceki dönemleri ile iftihar etmeye başlamıştır ki İslâm, bu döneme ısrarla câhiliyet adını vermiştir.
Allah Teâlâ müslümanları, bu câhiliyet karanlığından çıkmayı lütfedip bu nimete )İslâm nûruna çıkma nimetine(şükretmeye teşvik etmiştir. Mü'minin, zamanı geçen veya geçmeye yakın olan câhiliyeti hatırlamak istememesi, ondan nefret etmesi, onu çirkin görmesi, ondan hoşnut olmaması ve ondan ürpermesi doğaldır.
Bir mahkûm, serbest bırakıldığında tutuklanıp işkence gördüğü ve aşağılandığı günleri hatırladığında tüyleri ürperiyorsa, o günleri hatırlamak ister mi?
Yine, şiddetli ve uzun süren bir hastalığa yakalanıp ölümle burun buruna gelen kimse, hastalık günlerini hatırladığında hali kötüleşip rengi değişiyorsa, hastalıktan iyileştikten sonra hastalandığı o günleri hatırlamak ister mi?"[145]
Bilinmesi gerekir ki bu partizanlıkların, Allah'ın şeriatından yüz çeviren ve O'nun dînine kötülük edenlere, Allah Teâlâ'nın gönderdiği bir azaptır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ قُلۡ هُوَ ٱلۡقَادِرُ عَلَىٰٓ أَن يَبۡعَثَ عَلَيۡكُمۡ عَذَابٗا مِّن فَوۡقِكُمۡ أَوۡ مِن تَحۡتِ أَرۡجُلِكُمۡ أَوۡ يَلۡبِسَكُمۡ شِيَعٗا وَيُذِيقَ بَعۡضَكُم بَأۡسَ بَعۡضٍۗ ٱنظُرۡ كَيۡفَ نُصَرِّفُ ٱلۡأٓيَٰتِ لَعَلَّهُمۡ يَفۡقَهُونَ ٦٥ ﴾ [سورة الأنعام الآية: 65]
")Ey Nebi!(De ki: O, size üstünüzden )taş yağdırmak gibi(ya da ayaklarınızın altından )deprem veya yerin dibine geçirmek gibi(azap göndermeye ya da sizi birbirinize düşürüp kiminizin kiminizi öldürmesine ve kiminizin kiminize hıncını tattırmasına gücü yeter. )Ey Nebi!(Bak! İyice anlamaları için âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!"[146]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:
(يَا مَعْشَرَ الْمُهَاجِرِينَ! خَمْسٌ إِذَا ابْتُلِيتُمْ بِهِنَّ وَأَعُوذُ بِاللهِ أَنْ تُدْرِكُوهُنَّ، لَمْ تَظْهَرِ الْفَاحِشَةُ فِي قَوْمٍ قَطُّ حَتَّى يُعْلِنُوا بِهَا إِلاَّ فَشَا فِيهِمُ الطَّاعُونُ وَالْأَوْجَاعُ الَّتِي لَمْ تَكُنْ مَضَتْ فِي أَسْلاَفِهِمْ الَّذِينَ مَضَوْا، وَلَمْ يَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِلاَّ أُخِذُوا بِالسِّنِينَ وَشِدَّةِ الْمَئُونَةِ وَجَوْرِ السُّلْطَانِ عَلَيْهِمْ، وَلَمْ يَمْنَعُوا زَكَاةَ أَمْوَالِهِمْ إِلاَّ مُنِعُوا الْقَطْرَ مِنَ السَّمَاءِ، وَلَوْلاَ الْبَهَائِمُ لَمْ يُمْطَرُوا، وَلَمْ يَنْقُضُوا عَهْدَ اللهِ وَعَهْدَ رَسُولِهِ إِلاَّ سَلَّطَ اللهُ عَلَيْهِمْ عَدُوًّا مِنْ غَيْرِهِمْ، فَأَخَذُوا بَعْضَ مَا فِي أَيْدِيهِمْ، وَمَا لَمْ تَحْكُمْ أَئِمَّتُهُمْ بِكِتَابِ اللهِ وَيَتَخَيَّرُوا مِمَّا أَنْزَلَ اللهُ إِلاَّ جَعَلَ اللهُ بَأْسَهُمْ بَيْنَهُمْ.)
[ رواه ابن ماجه وقال الألباني: الحديث حسن ]
"Ey Muhâcirler topluluğu! Beş şey vardır, onlarla imtihan olunduğunuzda )o toplumda hiçbir hayır kalmamış demektir.)Siz hayatta iken onların ortaya çıkmasından Allah'a sığınırım. )Bu beş şey şunlardır:(
l. Zina: Bir toplumda zina ortaya çıkar ve açıktan işlenecek bir hale gelirse, o toplumda mutlaka vebâ ve onlardan önce gelmiş-geçmiş hiçbir millette görülmeyen hastalıklar yayılır.
2. Ölçü ve tartıda hile: Bir toplum, ölçü ve tartıyı eksik yaparsa, o toplum mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın )yöneticinin(zulmüne uğrar.
3. Zekât vermemek: Bir toplum, mallarının zekâtını vermezse, mutlaka gökten yağmur kesilir. Şayet hayvanlar da olmasaydı, tek damla yağmur bile yağmazdı.
4. Ahdin bozulması: Bir toplum, Allah ve elçisinin ahdini bozarsa )düşmanla yaptığı anlaşmayı ihlal ederse(Allah Teâlâ, kendilerinden olmayan bir düşmanı o topluma musallat eder ve ellerindeki )servet)lerin bir kısmını onlar alırlar.
5. Allah'ın kitabı Kur'an ile hükmetmeyi terk etmek: Bir toplumun önderleri )yöneticileri(Allah'ın kitabı Kur'an ile hükmetmeyi terk edip Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah Teâlâ onları kendi aralarında savaştırır )onları birbirine düşürür)."[147]
Bu partizanlıklar için bağnaz davranmak, -yahûdiler gibi- başkalarında olan hakkı reddetmeye sebep olur.
Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ وَإِذَا قِيلَ لَهُمۡ ءَامِنُواْ بِمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ قَالُواْ نُؤۡمِنُ بِمَآ أُنزِلَ عَلَيۡنَا وَيَكۡفُرُونَ بِمَا وَرَآءَهُۥ وَهُوَ ٱلۡحَقُّ مُصَدِّقٗا لِّمَا مَعَهُمۡۗ قُلۡ فَلِمَ تَقۡتُلُونَ أَنۢبِيَآءَ ٱللَّهِ مِن قَبۡلُ إِن كُنتُم مُّؤۡمِنِينَ ٩١ ﴾ [سورة البقرة الآية: 91]
"Onlara )yahûdilere(Allah’ın indirdiğine )Kur'an'a(îmân edin, denildiğinde )onlar:(Biz )sadece(biz)im nebilerimiz)e indirilenlere îmân ederiz, derler. )Allah'ın(ondan sonra indirdiğini ise, onlarla beraber tasdik edici olanı hak olduğu halde inkâr ederler. )Kendilerine indirilen kitaplara gerçekten îmân etselerdi, o kitapları tasdik edici olan Kur'an'a îmân ederlerdi. Ey Nebi! Onlara(De ki: Eğer siz, )Allah'ın size indirdiğine(îmân ediyorsanız, daha önce Allah'ın nebilerini niçin öldürdünüz?"[148]
Yine, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hak olarak getirdiği şeyi, atalarını üzerinde buldukları şeye bağnazlıkları sebebiyle reddeden câhiliyet dönemi insanları da böyle yapmışlardır.
Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ٱتَّبِعُواْ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ قَالُواْ بَلۡ نَتَّبِعُ مَآ أَلۡفَيۡنَا عَلَيۡهِ ءَابَآءَنَآۚ أَوَلَوۡ كَانَ ءَابَآؤُهُمۡ لَا يَعۡقِلُونَ شَيۡٔٗا وَلَايَهۡتَدُونَ ١٧٠ ﴾ [سورة البقرة الآية: 170]
"Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun, denildiğinde )onlar, kendilerinden önceki müşrikleri taklit etmekte ısrar ederek şöyle dediler: Sizin dîninize uymayız,(aksine biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız! derler. Onlar, )Allah hakkında(hiçbir şey akıl etmeyen ve doğru yolu idrâk edemeyen atalarına mı uyuyorlar?"[149]
Bu partizancılar, Allah Teâlâ’nın insanlığa lütfettiği İslâm nimetinin yerine bu partizanlıkları getirmek isterler.