28 Şubat 2019

CİNLERİN VE İNSANLARIN YARATILIŞ GÂYESİ OLAN TEVHÎD (1

CİNLERİN VE İNSANLARIN YARATILIŞ GÂYESİ OLAN TEVHÎD (1)


   | 

 CİNLERİN VE İNSANLARIN YARATILIŞ GÂYESİ OLAN TEVHÎD

 ÖNSÖZ


Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.Salât ve selâm, Allah Teâlâ’nın elçisi, doğru sözlü ve emîn insan, Nebimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’e, O'nun âile halkına ve ashâbına olsun.
Tevhîd ile ilgili bu kitabın kolayca anlaşılmasına, kısa ve öz olmasına özen gösterdim.
Kitabı yazarken de birçok tanınmış âlimin, özellikle Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye, onun öğrencisi İbn-i Kayyim ve Muhammed b. Süleyman Temîmî ile onun mübârek dâvetinin öğrencileri olan âlimlerin kaleme aldıkları kitaplardan alıntı yaptım.
Şüphesiz İslâm akidesi, öğrenilip öğretilmesi ve kendisiyle amel edilmesi gereken en temel ilimdir. İşlenilen ameller, Allah katında onunla makbul olur ve bu amellerin onu işleyenlere faydası ancak onunla hâsıl olur. Özellikle inkârcılık, tasavvuf, ruhbanlık, kabirlerde yatan ölülere yalvarıp yakarmak ve Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetine aykırı her türlü bid’atların çoğalıp yayıldığı bir zamanda yaşamaktayız.
Müslüman, buna karşı Kur’an, sünnet ve ilk müslümanların sahip olduğu doğru akîde silahı ile silahlanmazsa, bu akımlar onun için çok tehlikeli olur. Zirâ bu sapık akımların onu sürüklemesi kaçınılmazdır. Bu sebeple müslümanların doğru inancı çocuklarına asıl kaynaklarından öğretmeleri zorunlu bir hâl almıştır.
Allah Teâlâ, Nebimiz Muhammed’e, O'nun âile halkına ve ashâbına salât ve selâm eylesin.
Prof. Dr. Sâlih el-Fevzân
% % % % %

 BÖLÜM

 İnsanlık tarihinde yaşanan sapmalar, küfür, inkâr, şirk ve nifak konularına tarihi bakış:

Bu bölüm aşağıdaki fasılları içermektedir:
1. Fasıl: İnsanlık tarihinde yaşanan sapmalar.
2. Fasıl: Şirkin tanımı ve çeşitleri.
3. Fasıl: Küfrün tanımı ve çeşitleri.
4. Fasıl: Nifâkın tanımı ve çeşitleri.
5.Fasıl:Câhiliye,Fısk,Dalâlet ve Riddet terimlerinin hakikatinin açıklanması, Riddetin kısımları ve hükümleri.

 1. Fasıl: İnsanlık tarihinde yaşanan sapmalar:

Bütün varlıkları yalnızca kendisine ibâdet etsinler diye yaratan Allah Teâlâ, bu ibâdeti yerine getirirken de yardımcı olsun diye onlara rızıklar hazırlayıp bahşetmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمَا خَلَقۡتُ ٱلۡجِنَّ وَٱلۡإِنسَ إِلَّا لِيَعۡبُدُونِ ٥٦ مَآ أُرِيدُ مِنۡهُم مِّن رِّزۡقٖ وَمَآ أُرِيدُ أَن يُطۡعِمُونِ ٥٧ إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلرَّزَّاقُ ذُو ٱلۡقُوَّةِ ٱلۡمَتِينُ ٥٨ ﴾[سورة الذّاريات الآيـات: 56-58]
"Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.Onlardan ne bir rızık,ne de beni doyurmalarını istiyorum. Şüphesiz  )yarattıklarına(rızık veren, güç ve kuvvet sahibi )yalnızca(Allah’tır."[1]
İnsan, fıtrat üzere bırakıldığı takdirde Allah Teâlâ’nın yegâne ilâh olduğunu kabul edecek, O'na severek ibâdet edecek ve O'na hiçbir şeyi şirk koşmayacaktır. Ancak ondaki bu fıtratı bozan ve onu bu yoldan saptıran insan ve cin şey­­­­tanları, ona bâtıl şeyleri güzel ve süslü göstererek onu aldatmak için birbirine yaldızlı sözler fısıldarlar.
Tevhîd inancı, insanın fıtratında yerleşik, şirk ise ârızî olup sonradan meydana gelmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ فَأَقِمۡ وَجۡهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفٗاۚ فِطۡرَتَ ٱللَّهِ ٱلَّتِي فَطَرَ ٱلنَّاسَ عَلَيۡهَاۚ لَا تَبۡدِيلَ لِخَلۡقِ ٱللَّهِۚ ...﴾ [سورة الروم من الآية :30 ]
")Ey Nebi!(Allah'ın insanları fıtrat üzere yarattığı dîne )İslâm'a(yüzünü hanîf olarak çevir. Allah’ın yarattığında hiçbir değişme yoktur )bulamazsın)."[2]
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:
(كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلىَ الْفِطْرَةِ، فَأَبَواَهُ يُهَوِّداَنِهِ أَوْ يُنَصِّراَنِهِ أَوْ يُمَجِّساَنِهِ.)  [ متفق عليه ]
"Her yeni doğan çocuk, fıtrat )İslâm(üzere doğar. Ancak anne ve babası, onu ya yahûdî, ya hıristiyan, ya da mecûsî yapar."[3]
Âdemoğlunda aslolan, tevhîd inancıdır.
Âdem -aleyhisselâm- ile ondan sonra asırlar boyu gelen nesillerin dîni, İslâm’dır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ كَانَ ٱلنَّاسُ أُمَّةٗ وَٰحِدَةٗ فَبَعَثَ ٱللَّهُ ٱلنَّبِيِّ‍ۧنَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ ...﴾ [سورة البقرة من الآية: 213]
"İnsanlar, )tevhîd konusunda(tek bir ümmet idiler. )Sonra ayrılığa düştüler(Bunun üzerine Allah müjdeleyici ve uyarıcı olsunlar diye nebiler gönderdi."[4]
Şirk, ilk defa Nûh -aleyhisselâm-'ın kavminde meydana gelmiş ve insanlar doğru inançtan sapmaya başlamışlardır. Bu sebeple, Allah Teâlâ’nın insanlara gönderdiği ilk elçi, Nûh -aleyhisselâm- olmuştur.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ۞إِنَّآ أَوۡحَيۡنَآ إِلَيۡكَ كَمَآ أَوۡحَيۡنَآ إِلَىٰ نُوحٖ وَٱلنَّبِيِّ‍ۧنَ مِنۢ بَعۡدِهِۦۚ ... ﴾ [سورة النساء من الآية: 163]
")Ey Nebi!(Şüphesiz biz, Nûh’a ve ondan sonraki nebilere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik."[5]
İbn-i Abbas -radıyallahu anhumâ- bu konuda şöyle demiştir:
"Âdem -aleyhisselâm- ile Nûh -aleyhisselâm-'ın arası on asır idi. Hepsi de İslâm üzere idiler."
İbn-i Kayyim -rahimehullah- bu konuda şöyle demiştir[6]:
"Bu görüş, tartışmasız doğru olan tek görüştür. Çünkü Ubeyy b. Ka’b’in Bakara Sûresi 213. âyetindeki şu kırâatı bu görüşü doğrulamaktadır:
(فَاخْتَلَفُوا فَبَعَثَ اللهُ النَّبِيِّينَ... )
")Onlar dînlerinde(ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Allah nebiler gönderdi."
Yukarıdaki kırâatın anlamını pekiştiren başka bir delil ise, Allah Teâlâ’nın şu sözüdür:
﴿ وَمَا كَانَ ٱلنَّاسُ إِلَّآ أُمَّةٗ وَٰحِدَةٗ فَٱخۡتَلَفُواْۚ ...﴾ [سورة يونس من الآية: 19]
"İnsanlar, tek bir ümmet idiler. )Aynı dîn üzereydiler, o dîn de İslâm idi(Sonra ayrılığa düştüler."[7]
İbn-i Kayyim -rahimehullah- yukarıdaki sözüyle elçilerin gönderiliş sebebinin, insanların üzerinde bulundukları doğru dîn hakkında ayrılığa düşmeleri olduğunu belirtmek istemiştir.
Nitekim Amr b. Luhay el-Huzâ'î, Arap yarımadasına, özellikle de Hicâz bölgesine put getirerek İbrahim -aleyhisselâm-’ın dînini değiştirip Allah Teâlâ-'dan başkasına ibâdet edilmesine ve bu kutsal belde ile diğer beldelerde şirkin yayılmasına sebep olmazdan önce Araplar, İbrahim -aleyhisselâm-’ın dîni üzereydiler. Nihâyet Allah Teâlâ'nın, nebilerin sonuncusu olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’i göndermesiyle bu durum sona ermiş,                O -sallallahu aleyhi ve sellem- insanları tevhîd inancına ve İbrahim                  -aleyhisselâm-’ın dînine uymaya dâvet etmeye başlamıştır.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-, tevhîd inancı ve İbrahim           -aleyhisselâm-’ın dîni Arap yarımadasına tekrar dönünceye, putlar yerle bir edilinceye, onunla Allah dînini kemâle erdirinceye ve âlemlere nimetini tamamlayıncaya kadar Allah yolunda hakkıyla mücâdele etmiştir.
Bu ümmetin en fazîletli üç döneminde yaşayan sahâbe, tâbiîn ve onlara en güzel bir şekilde uyanlar, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yolundan gittiler. Son asırlarda cehâlet yayılıp diğer dînlerden İslâm dînine başka şeyler sızmaya başlayınca, dalâlet dâvetçileri ve kabirlerin üzerine binâ yapılması sebebiyle ümmetin çoğuna şirk yeniden dönmüştür. Evliyâ ve sâlihleri yüceltmek, onlara sevgi ve muhabbet beslemek iddiâsı ile kabirlerin üzerine binâlar yapılmış, böylece kabirlerde yatanlara yalvarıp yakarmak, onlardan yardım istemek, türbelerinde kurbanlar kesmek ve onlara adaklar adamak gibi, yalnızca Allah'a yapılması gereken ibâdetler, O'ndan başkasına yapılarak Allah ile birlikte ibadet edinilen putlar edinilmiş oldu. Bu kimseler, işledikleri bu şirkin adına da tevessül dediler. Güyâ bunu yapmakla onlara sevgilerini gösterdiklerini, onlara ibâdet etmediklerini ileri sürdüler. Oysa iddiâ ettikleri bu şeyin, İslâm'dan önceki müşriklerin söyledikleri sözün aynısı olduğunu unuttular.
Nitekim ilk müşrikler şöyle demişlerdi:
﴿ ... مَا نَعۡبُدُهُمۡ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَآ إِلَى ٱللَّهِ زُلۡفَىٰٓ ... ﴾ [سورة الزمر من الآية: 3]
"Biz, onlara )putlara(ancak bizi Allah’a iyice yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz."[8]
Geçmişte ve günümüzde meydana gelen şirke rağmen insanlığın çoğu, Allah'ın yegâne yaratıcı olduğuna îmân etmekte, ancak ibâdette O'na ortak koşmaktadırlar.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمَا يُؤۡمِنُ أَكۡثَرُهُم بِٱللَّهِ إِلَّا وَهُم مُّشۡرِكُونَ ١٠٦ ﴾ [سورة يوسف الآية:106]
"Onların çoğu, ancak Allah’a )ibâdette putları(ortak koşarak îmân ederler."[9]
Firavun ve günümüzdeki inkârcı ateist ve komünist kimseler gibi, pek az bir kesimin dışında, hiç kimse Allah'ın varlığını inkâr etmemiştir. Bu kimselerin inkârları da, büyüklük taslamaları ve kibirlenmelerinden dolayıdır. Yoksa onlar vicdanlarına ve kendi hallerine bırakmış olsalar, O'nun varlığını kabul etmek zorunda kalacaklardır.
Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ وَجَحَدُواْ بِهَا وَٱسۡتَيۡقَنَتۡهَآ أَنفُسُهُمۡ ظُلۡمٗا وَعُلُوّٗاۚ فَٱنظُرۡ كَيۡفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلۡمُفۡسِدِينَ١٤﴾ [سورة النمل الآية: 14]
"Kendileri de bunlara kalpten inandıkları halde, zulûm ve kibirlerinden onları inkâr ettiler. )Ey Nebi! Allah'ın âyetlerini inkâr ederek yeryüzünde(bozgunculuk yapanların sonlarının nice olduğuna bir bak!"[10]
Yaratılan her şeyin bir yaratıcısı, kâinattaki her şeyi var eden birisinin olması gerektiğini onlar da bilmektedirler.Kâinatın ahenkli ve kusursuz düzenini idâre eden,hakîm, her şeye gücü yeten ve her şeyi hakkıyla bilen birinin olması gerekir. Bunu inkâr eden, ya aklını yitirmiş ya da kibrinden dolayı aklını iptal etmiş kendini bilmez bir kimsedir. Böyle kimseye de zaten itibar edilmez.
% % % % %

 2. Fasıl: Şirkin tanımı ve çeşitleri:

 Şirkin Tanımı:

Şirk: Rubûbiyet ve ulûhiyette Allah'a ortak koşmak demektir. Şirk, genel olarak ulûhiyette vukû bulur. Örneğin Allah ile birlikte başkasına yalvarıp yakarmak, O'ndan başkasına kurban kesmek ve adak adamak, O'ndan başkasından korkmak, ümit etmek ve O'ndan başkasını sevmek gibi ibâdet çeşitlerinden herhangi birini O'ndan başkasına yapmak şirktir.

 Şirk, şu sebeplerden dolayı günahların en büyüğüdür:

1. Şirk; ulûhiyete has meselelerde yaratılanı yaratana benzetmektir. Her kim, birisini Allah'a ortak koşarsa, onu Allah'a benzetmiş olur ki, bu en büyük zulûmdür.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿...إِنَّ ٱلشِّرۡكَ لَظُلۡمٌ عَظِيمٞ ١٣ ﴾ [سورة لقمان من الآية: 13]
"Şüphesiz şirk, büyük bir zulûmdür."[11]
Zulûm, anlam olarak bir şeyi olması gereken yere koymamaktır. Kim, Allah'tan başkasına ibâdet ederse,ibâdeti yapılması gereken yere yapmamış ve hak etmeyen birine yapmış olur ki bu, en büyük zulûmdür.
2. Allah Teâlâ, şirkten tevbe etmeyeni asla bağışlamayacağını haber vermiştir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يَغۡفِرُ أَن يُشۡرَكَ بِهِۦ وَيَغۡفِرُ مَا دُونَ ذَٰلِكَ لِمَن يَشَآءُۚ وَمَن يُشۡرِكۡ بِٱللَّهِ فَقَدِ ٱفۡتَرَىٰٓ إِثۡمًا عَظِيمًا ٤٨ ﴾ [ سورة النساء الآية: 48 ]
"Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını )ve küfrü(asla bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları dilediğine bağışlar.Kim, Allah'a ortak koşarsa, büyük bir günahla iftirâ etmiş olur."[12]
3. Allah Teâlâ, kendisine şirk koşana cenneti haram kılmıştır. Bu kimse ebedi olarak cehennemde kalacaktır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ... إِنَّهُۥ مَن يُشۡرِكۡ بِٱللَّهِ فَقَدۡ حَرَّمَ ٱللَّهُ عَلَيۡهِ ٱلۡجَنَّةَ وَمَأۡوَىٰهُ ٱلنَّارُۖ وَمَا لِلظَّٰلِمِينَ مِنۡ أَنصَارٖ ٧٢ ﴾ [سورة المائدة من الآية: 72]
"Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır. Onun barınağı ateştir. Zâlimler için )ateşten kurtaracak(yardımcılar yoktur."[13]
4. Şirk, bütün amelleri boşa çıkarır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَلَقَدۡ أُوحِيَ إِلَيۡكَ وَإِلَى ٱلَّذِينَ مِن قَبۡلِكَ لَئِنۡ أَشۡرَكۡتَ لَيَحۡبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ ٱلۡخَٰسِرِينَ ٦٥ ﴾ [سورة الزمر الآية: 65]
")Ey Nebi!(Şüphesiz sana ve senden önceki )elçi)lere şöyle vahyolundu: ‘Şayet )Allah’a(ortak koşarsan, amelin boşa çıkar ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun."[14]
5. Allah Teâlâ'ya şirk koşanın kanı ve malı helâldir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿...فَٱقۡتُلُواْ ٱلۡمُشۡرِكِينَ حَيۡثُ وَجَدتُّمُوهُمۡ وَخُذُوهُمۡ وَٱحۡصُرُوهُمۡ وَٱقۡعُدُواْ لَهُمۡ كُلَّ مَرۡصَدٖۚ ...﴾ [سورة التوبة من الآية: 5]
"Müşrikleri nerede bulursanız öldürün, )kaldıkları yerlerde(onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerinde onları bekleyin."[15]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:
(أُمِرْتُ أَنْ أُقاَتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَقُولُوا:لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ ، فَإِذاَ قاَلوُهَا عَصَموُا مِنِّي دِماَءَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ إِلاَّ بِحَقِّ اْلإِسْلاَمِ.)[ متفق عليه ]
"Lâ ilâhe illallah deyinceye kadar, insanlarla )müşriklerle(savaşmakla emrolundum. Bu sözü söylerlerse, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İslâm’ın hakkı[16] ile olması gereken bundan müstesnâdır."[17]
6. Şirk, büyük günahların en büyüğüdür.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
(أَلاَ أُخْبِرُكُمْ بِأَكْبَرِ الْكَبَائِرِ؟ قُلْنَا: بَلَى يَا رَسُولَ اللهِ ! قاَلَ: الْإِشْرَاكُ باِللهِ وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ.)[ متفق عليه ]
"Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?
)Sahâbe(
-Evet, ey Allah’ın elçisi, dedik.
Buyurdu ki:
-Allah’a ortak koşmak ve ana-babaya itaatsizlik etmektir."[18]
Büyük âlim İbn-i Kayyim -rahimehullah- şöyle demiştir:[19]
"Allah Teâlâ, yaratmak ve emretmekten kastının; isim ve sıfatlarının bilinmesi, sadece kendisine ibâdet edilmesi, kendisine ortak koşulmaması ve insanların, göklerin ve yerin yaratılış sebebi olan adâleti kendi aralarında uygulamaları olduğunu haber vermektedir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ لَقَدۡ أَرۡسَلۡنَا رُسُلَنَا بِٱلۡبَيِّنَٰتِ وَأَنزَلۡنَا مَعَهُمُ ٱلۡكِتَٰبَ وَٱلۡمِيزَانَ لِيَقُومَ ٱلنَّاسُ بِٱلۡقِسۡطِۖ ... ﴾ [سورة الحديد من الآية: 25]
"Şüphesiz biz, elçilerimizi apaçık delîllerle gönderdik ve insanlar adâleti ayakta tutsunlar diye onlarla )elçilerle(birlikte Kitab’ı ve Mîzân’ı indirdik."[20]
Allah Teâlâ, bu âyet-i kerîmede adâleti ayakta tutsunlar diye insanlara elçiler gönderip kitaplar indirdiğini haber vermektedir. Bu sebeple tevhîd en büyük adâlettir. Çünkü tevhîd, adâletin başı ve esası, şirk ise zulmûn tâ kendisidir. Nitekim şirk hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿...إِنَّ ٱلشِّرۡكَ لَظُلۡمٌ عَظِيمٞ ١٣ ﴾ [سورة لقمان من الآية: 13]
"Şüphesiz şirk, büyük bir zulûmdür."[21]
Şirk; zulûmlerin, tevhîd ise adâletlerin en büyüğüdür. Bu sebeple şirk, bu amaca en aykırı olduğu için büyük günahların en büyüğü sayılmıştır."
İbn-i Kayyim -rahimehullah- devamla şöyle demiştir:
"Şirk, bu gâyeye bizzât aykırı olunca tartışmasız en büyük günah sayılmıştır. Bu sebeple Allah Teâla, ibâdette kendisine şirk koşanlara cenneti haram kılmış, canlarını, mallarını, âilelerini ve kendisine ibâdet etmeyi terk ettikleri için onları köleler edinmelerini tevhîd ehline helâl kılmıştır. Allah Teâlâ kendisine şirk koşanın amelini kabul etmekten, ona şefaat edecek olandan, âhirette duâsını kabul etmekten ve duâsının kabul edilmesi için ricâcı olandan yüz çevirmiştir. Çünkü yarattığı şeylerden birini Allah Teâlâ'ya eş ve benzer kıldığından dolayı müşrik kimse insanların câhilidir. Bu durum, zulüm olduğu gibi, cehâletin de en büyüğüdür. Hakikatte müşrik, Rabbine zulmetmemiş, aksine kendine zulmetmiştir."[22]
7. Şirk, bir noksanlık ve kusurdur. Allah Teâlâ ise kendisini bundan tenzîh etmiştir. Kim, Allah'a şirk koşarsa, Allah'ın kendisinden tenzîh ettiği şeyi, O’na isnat etmiş olur ki bu, Allah Teâlâ'ya yapılan en büyük düşmanlık, O’na başkaldırmak ve O'na en büyük karşı gelmedir.

 Şirkin çeşitleri:

Şirk iki çeşittir:

 1.Büyük şirk:

 İnsanı dînden çıkaran, tevbe etmediği takdirde sahibinin ebedî olarak cehennemde kalmasına sebep olan şirktir. Allah'tan başkasına yalvarıp yakarmak, kabirlerde yatan ölülere veya cinlere ve şeytanlara yaklaşabilmek için onlara kurbanlar kesmek ve adaklar adamak gibi, )sadece Allah'a yapılması gereken(ibâdetleri O'ndan başkasına yapmak büyük şirktir. Ölüler, cinler ve şeytanların kendisine zarar vermesinden veya kendisini hasta etmesinden korkmak, ihtiyaç ve sıkıntıların giderilmesi için Allah'tan başkasının gücünün yetmediği şeyleri, O'ndan başkasından beklemek de şirktir. Günümüzde evliyâ ve sâlihlerin kabirlerinin üzerine yapılan türbelerin çevresinde bunların çoğu yapılmaktadır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَيَعۡبُدُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُمۡ وَلَا يَنفَعُهُمۡ وَيَقُولُونَ هَٰٓؤُلَآءِ شُفَعَٰٓؤُنَا عِندَ ٱللَّهِۚ...﴾ [سورة يونس من الآية: 18]
"Onlar )müşrikler),Allah’ı bırakıp kendilerine zarar ve fayda vermeyen şeylere ibâdet ediyor ve: ‘Bunlar, bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir’ diyorlar."[23]

 2. Küçük şirk:

  İnsanı dînden çıkarmayan, ancak tevhîdi noksanlaştıran şirktir ki, bu şirk, insanı büyük şirke götürebilir.

Küçük şirk iki kısma ayrılır:
Birincisi: Söz ve fiillerdeki açık şirktir.
Sözlü şirke örnek: Allah Teâlâ’dan başkası adına yemîn etmek gibi.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(مَنْ حَلَفَ بِغَيْرِ اللهِ فَقَدْ كَفَرَ أَوْ أَشْرَكَ.)
    [ رواه الترمذي وحسنه، وصححه الحاكم ]
"Her kim, Allah’tan başkası adına yemîn ederse, kâfir veya müşrik olur."[24]
Şu söz de sözlü şirke örnektir:
"Allah ve sen diledin )de bu iş oldu)."
Bir adam Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e:
"Allah ve sen dilediniz )de bu iş oldu(deyince, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ona:
"Beni Allah’a eş ve benzer mi kıldın? Sadece Allah diledi, de."[25] buyurmuştur.
"Allah ve filanca olmasaydı, )bu iş olmazdı(gibi söz de sözlü şirke örnektir.
Doğrusu:
"Önce Allah, sonra da filanca diledi )de bu iş oldu(veya "Önce Allah, sonra da filanca olmasaydı )bu iş olmazdı(şeklinde söylenmesidir.       
Çünkü (ثُمَّ ("sonra" lafzı, Allah'ın irâdesi ile kulun irâdesinin aynı anda olmadığını, kulun irâdesinin, Allah'ın irâdesinden sonra geldiğini gösteren bir edâttır. Nitekim şu âyet de buna örnektir:
﴿ وَمَا تَشَآءُونَ إِلَّآ أَن يَشَآءَ ٱللَّهُ رَبُّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ٢٩ ﴾ [سورة التكوير الآية: 29]
"Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz )hiçbir şey(dileyemezsiniz."[26]
(وَ ("ve" bağlacı ise,Allah’ın irâdesi ile kulun irâdesinin birlikte olduğunu gösteren bir atıf edâtıdır.Bu edât, o fiilin sıra ile gelmesini veya sonra olmasını gerektirmez.
Şu iki söz de sözlerde yapılan şirke bir örnektir:
"Benim, Allah ve senden başka kimsem yoktur."
"Bu )nimet(Allah ve senin bereketindendir."
Fiilî şirke örnek: Belâyı gidermek veya savmak için halka ve ip bağlamak gibi.
Nazar değmesinden korktuğu için muska takmak da bunun gibidir. Bu gibi şeylerin belâyı gideren veya savuşturan sebeplerden olduğuna inanmak, küçük şirktir. Çünkü Allah Teâlâ, bu gibi şeyleri sebep kılmamıştır. Bu sebeple belâyı gideren veya savuşturan şeyin bizzat muska olduğuna inanmak, büyük şirktir. Çünkü bu durum, Allah Teâlâ'dan başkasına bağlanmak demektir.
Küçük şirkin ikinci kısmı: Gizli şirktir ki bu şirk, riyâ ve şöhret gibi, irâde ve niyetlerde olur. Buna örnek olarak şunları verebiliriz:
"İnsanlar kendisini övsünler diye Allah'a yakınlaşmak için bir işi yapmak, namazını güzelleştirerek kılmak, insanlar kendisini methetsinler diye sadaka vermek, sesli zikir çekmek veya insanlar işitsin de kendisini methetsinler diye sesini güzelleştirerek Kur’an okumak gibi."
Bir amele riyâ karıştığı zaman, riyâ o ameli boşa çıkarır ve onu geçersiz kılar.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ... فَمَن كَانَ يَرۡجُواْ لِقَآءَ رَبِّهِۦ فَلۡيَعۡمَلۡ عَمَلٗا صَٰلِحٗا وَلَا يُشۡرِكۡ بِعِبَادَةِ رَبِّهِۦٓ أَحَدَۢا ١١٠ ﴾ [سورة الكهف من الآية :110]
"Her kim, )azabından korkarak ve sevabını ümit ederek(Rabbine kavuşmayı arzu ederse, sâlih amel işlesin ve ibâdette Rabbine hiç kimseyi ortak koşmasın."[27]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- de küçük şirk hakkında şöyle buyurmuştur:
(أَخْوَفُ مَا أَخَافُ عَلَيْكُمُ الشِّرْكَ اْلأَصْغَرَ. قاَلوُا: ياَ رَسُولَ اللهِ! وَماَ الشِّرْكُ اْلأَصْغَرُ؟ قَالَ: الرِّيَاءُ.)[ رواه أحمد والطبراني والبغوي في شرح السنة]
"Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirktir.
 )Sahâbe(
- Ey Allah’ın elçisi! Küçük şirk nedir? dediler.
Buyurdu ki:
-Riyâdır."[28]
Yine, dünyalık menfaatler elde etmek için hac yapan, müezzinlik veya insanlara imamlık yapan, dînî ilim öğrenen veya mal elde etmek için cihâd eden kimselerin yaptıkları da küçük şirke örnektir.
Yine,-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(تَعِسَ عَبْدُ الدِّينَارِ، تَعِسَ عَبْدُ الدِّرْهَمِ، تَعِسَ عَبْدُ الْخَمِيصَةِ ، تَعِسَ عَبْدُ الْخَمِيلَةِ إِنْ أُعْطِيَ رَضِيَ، وَإِنْ لَمْ يُعْطَ سَخِطَ.)[ رواه البخاري ]
"Dînara köle olan helâk olsun. Dirheme köle olan helak olsun. İpek elbiseye köle olan helak olsun. Kadife elbiseye köle olan helak olsun.)Bu kimse(kendisine istediği verildiğinde râzı olur, verilmediğinde ise öfkelenir."[29]
İmam İbn-i Kayyim -rahimehullah- şöyle demiştir:
"İrâde ve niyetlerde olan şirke gelince, bu şirk sâhili olmayan okyanusa benzer ki, bundan çok az kimse kurtulur. Kim, ameliyle Allah'ın rızâsından başka bir şeyi ister, O’na yaklaşmanın yollarından başka bir şeye niyet eder ve karşılığını ondan isterse, hiç şüphe yok ki niyet ve irâdesinde Allah'a şirk koşmuş olur. İhlâs; davranış ve sözlerinde, irâde ve niyetinde, Allah Teâlâ için samimîyet göstermektir. Bu, Allah Teâlâ'nın bütün kullarına uymalarını emrettiği ve ondan başka bir dîni asla kabul etmeyeceği, İslâm dîninin hakîkati olan İbrahim -aleyhisselâm-’ın hanîf dînidir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمَن يَبۡتَغِ غَيۡرَ ٱلۡإِسۡلَٰمِ دِينٗا فَلَن يُقۡبَلَ مِنۡهُ وَهُوَ فِي ٱلۡأٓخِرَةِ مِنَ ٱلۡخَٰسِرِينَ ٨٥ ﴾
 [ سورة آل عمران الآية: 85 ]
"Her kim, İslâm’dan başka bir dîn ararsa, bilsin ki o dîn ondan aslâ kabul olunmayacak ve o âhirette hüsrâna uğrayanlardan olacaktır."[30]
Âyette geçen İslâm, İbrahim -aleyhisselâm-’ın  dînidir ki, o dînden ancak kendini bilmezler yüz çevirir."[31]

 Büyük şirk ile küçük şirk arasındaki farkları şöyle özetlemek mümkündür:

1. Büyük şirk, insanı dînden çıkarır. Küçük şirk ise, dînden çıkarmaz.
2. Büyük şirk, sahibinin cehennemde ebedî olarak kalmasına sebep olur. Küçük şirk ise, sahibi cehenneme girse bile, ebedî olarak orada kalmasına sebep olmaz.
3.Büyük şirk, bütün salih amelleri boşa çıkarır. Küçük şirk ise, bütün amelleri boşa çıkarmaz. Riyâ, dünyalık bir menfaat için yapılan amele karışırsa, sadece o ameli boşa çıkarır.
4. Büyük şirk, kanı ve malı mübâh kılar. Küçük şirk ise, kanı ve malı mübâh kılmaz.
% % % % %

 Küfrün tanımı ve çeşitleri:

 Küfrün Tanımı:

Küfür, sözlük olarak, örtmek ve gizlemek demektir.
Terim olarak ise, îmânın zıddıdır. Çünkü küfür, ister yalanlama ile olsun, isterse olmasın, Allah'a ve elçilerine îmân etmemek demektir. Aksine şek ve şüphe duymak, yüz çevirmek, kibirlenmek veya risâlete uyma konusunda alıkoyucu hevâya uymak da küfür sayılır.
Yine, elçilerin doğru olduklarına kalbiyle îmân ettiği halde hasedinden dolayı onları yalanlayan da aynıdır.[32]

 Küfrün çeşitleri:

Küfür iki çeşittir.

 1. Büyük küfür:

İnsanı dînden çıkaran küfürdür ki, bu küfür beş kısımdır:

 Birincisi: Yalanlama )tekzîb etme(küfrüdür.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمَنۡ أَظۡلَمُ مِمَّنِ ٱفۡتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا أَوۡ كَذَّبَ بِٱلۡحَقِّ لَمَّا جَآءَهُۥٓۚ أَلَيۡسَ فِي جَهَنَّمَ مَثۡوٗى لِّلۡكَٰفِرِينَ ٦٨ ﴾ [ سورة العنكبوت الآية: 68 ]
"Allah’a iftirâ eden ya da kendisine hak geldiğinde onu yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Cehennemde kâfirlere barınak mı yok!"[33]

 İkincisi: Kaçınma ve büyüklük taslama küfrüdür.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَإِذۡ قُلۡنَا لِلۡمَلَٰٓئِكَةِ ٱسۡجُدُواْ لِأٓدَمَ فَسَجَدُوٓاْ إِلَّآ إِبۡلِيسَ أَبَىٰ وَٱسۡتَكۡبَرَ وَكَانَ مِنَ ٱلۡكَٰفِرِينَ ٣٤ ﴾ [ سورة البقرة الآية: 34 ]
"Hani biz meleklere; Âdem’e secde edin, dedik. İblis’in dışında bütün melekler hemen secde ettiler. O secde etmekten kaçındı ve büyüklük tasladı. Böylece kâfirlerden oldu."[34]

 Üçüncüsü: Şüphe ve zannetme küfrüdür.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَدَخَلَ جَنَّتَهُۥ وَهُوَ ظَالِمٞ لِّنَفۡسِهِۦ قَالَ مَآ أَظُنُّ أَن تَبِيدَ هَٰذِهِۦٓ أَبَدٗا ٣٥ وَمَآ أَظُنُّ ٱلسَّاعَةَ قَآئِمَةٗ وَلَئِن رُّدِدتُّ إِلَىٰ رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيۡرٗا مِّنۡهَا مُنقَلَبٗا ٣٦ قَالَ لَهُۥ صَاحِبُهُۥ وَهُوَ يُحَاوِرُهُۥٓ أَكَفَرۡتَ بِٱلَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٖ ثُمَّ مِن نُّطۡفَةٖ ثُمَّ سَوَّىٰكَ رَجُلٗا ٣٧ لَّٰكِنَّا۠ هُوَ ٱللَّهُ رَبِّي وَلَآ أُشۡرِكُ بِرَبِّيٓ أَحَدٗا ٣٨ ﴾ [ سورة الكهف: 35-38 ]
")Yeniden dirilişi inkâr ederek kıyâmetin kopacağından şüphe edip(kendine zulmetmiş olarak bağına girdi ve şöyle dedi: Bu bağın yok olacağını ebedîyyen zannetmem. Kıyâmetin kopacağını da zannetmem. )Senin iddiâ ettiğin gibi kıyâmetin kopacağı ve(Rabbime döndürüleceğim )farz olunsa bile(hiç şüphe yok ki onun yanında bundan daha hayırlı bir âkıbet bulurum. )Mü’min olan(arkadaşı ona şöyle dedi: Seni topraktan, sonra bir damla sudan )spermden(yaratan, daha sonra da seni düzgün bir adam biçimine sokan Allah'ı inkâr mı ettin? Fakat ben )derim ki(O Allah, Rabbimdir ve ben kimseyi Rabbime ortak koşmam."[35]

 Dördüncüsü: Yüz çevirme küfrüdür.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ... وَٱلَّذِينَ كَفَرُواْ عَمَّآ أُنذِرُواْ مُعۡرِضُونَ ٣ ﴾[سورة الأحقاف الآية: 3] 
"İnkâr edenler, )Kur’an tarafından(uyarıldıkları şeylerden yüz çevirirler."[36]

 Beşincisi: Nifâk )ikiyüzlülük(küfrüdür.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمۡ ءَامَنُواْ ثُمَّ كَفَرُواْ فَطُبِعَ عَلَىٰ قُلُوبِهِمۡ فَهُمۡ لَا يَفۡقَهُونَ ٣ ﴾
 [ سورة المنافقون الآية: 3 ]
"Bu, şu sebeptendir: Onlar )görünüşte(îmân ettiler, sonra inkâr ettiler. Bu yüzden onların kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar anlamazlar."[37]

 2. Küçük küfür:

İnsanı dînden çıkarmayan amelî küfürdür. Bu, Kur’an ve sünnette küfür diye adlandırılan günahlardır. Büyük küfür derecesine ulaşmaz. Bu küfür, şu âyette olduğu gibi, nimete nankörlük etmek anlamındadır.
﴿ وَضَرَبَ ٱللَّهُ مَثَلٗا قَرۡيَةٗ كَانَتۡ ءَامِنَةٗ مُّطۡمَئِنَّةٗ يَأۡتِيهَا رِزۡقُهَا رَغَدٗا مِّن كُلِّ مَكَانٖ فَكَفَرَتۡ بِأَنۡعُمِ ٱللَّهِ... ﴾ [سورة النحل من الآية: 11]
 "Allah bir beldeyi )Mekke'yi(örnek verdi: Burası huzur ve güven içerisindeydi. Ona her yerden bol bol rızık gelirdi. Derken onlar )Mekke halkı(Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler."[38]
Müslüman ile savaşmak küçük küfürdür.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(سِباَبُ الْمُسْلِمِ فُسُوقٌ، وَقِتاَلُهُ كُفْرٌ.)[ متفق عليه ]
"Müslümana sövmek, fısk )Allah’a itâatten çıkmak(onunla savaşmak ise, )amelî(küfürdür."[39]
(لاَ تَرْجِعُوا بَعْدِي كُفَّارًا يَضْرِبُ بَعْضُكُمْ رِقَابَ بَعْضٍ.)[ متفق عليه ]
"Benden sonra kâfirlerin yaptıkları gibi birbirinizin boynunu vurmayın."[40]
Allah'tan başkası adına yemîn etmek küçük küfürdür.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(مَنْ حَلَفَ بِغَيْرِ اللهِ فَقَدْ كَفَرَ أَوْ أَشْرَكَ.)
[ رواه الترمذي وحسنه، وصححه الحاكم ]
"Her kim, Allah’tan başkası adına yemîn ederse, kâfir veya müşrik olur."[41]
Nitekim Allah Teâlâ, büyük günah işleyeni mü’min sayarak şöyle buyurmuştur:
﴿ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ كُتِبَ عَلَيۡكُمُ ٱلۡقِصَاصُ فِي ٱلۡقَتۡلَىۖ ...﴾
[سورة البقرة من الآية: 178]
"Ey îmân edenler! Öldürülenler hakkında size kısâs )misilleme(farz kılındı."[42]
Allah Teâlâ, öldüren kimseyi, îmân edenlerin dışında tutmamış ve onu, öldürülenin kısâstaki velîsine kardeş saymıştır.
Nitekim âyetin devamında şöyle buyurmuştur:
﴿ ... فَمَنۡ عُفِيَ لَهُۥ مِنۡ أَخِيهِ شَيۡءٞ فَٱتِّبَاعُۢ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَأَدَآءٌ إِلَيۡهِ بِإِحۡسَٰنٖۗ ... ﴾   
[سورة البقرة من الآية: 178]
"Ancak kimin cezâsı, kardeşi )öldürülenin velîsi(tarafından affedilir )ve diyet almakla yetinir)se, her iki taraf da hakkaniyete uysun, )öldüren(de ona )öldürülenin velîsine(hakkını )diyetini(güzelce versin."[43]
Âyette geçen kardeşlikten kastın, dîndeki kardeşlik olduğunda şüphe yoktur.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَإِن طَآئِفَتَانِ مِنَ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٱقۡتَتَلُواْ فَأَصۡلِحُواْ بَيۡنَهُمَاۖ فَإِنۢ بَغَتۡ إِحۡدَىٰهُمَا عَلَى ٱلۡأُخۡرَىٰ فَقَٰتِلُواْ ٱلَّتِي تَبۡغِي حَتَّىٰ تَفِيٓءَ إِلَىٰٓ أَمۡرِ ٱللَّهِۚ فَإِن فَآءَتۡ فَأَصۡلِحُواْ بَيۡنَهُمَا بِٱلۡعَدۡلِ وَأَقۡسِطُوٓاْۖ إِنَّ ٱللَّهَ يُحِبُّ ٱلۡمُقۡسِطِينَ ٩ إِنَّمَا ٱلۡمُؤۡمِنُونَ إِخۡوَةٞ فَأَصۡلِحُواْ بَيۡنَ أَخَوَيۡكُمۡۚ وَٱتَّقُواْ ٱللَّهَ لَعَلَّكُمۡ تُرۡحَمُونَ ١٠ ﴾ [سورة الحجرات :9 - 10]
")Ey mü’minler!(Şayet mü’minlerden iki grup birbiri ile çarpışırsa, aralarını düzeltin. İkisinden birisi )bu dâvete uymayıp(diğer gruba saldırırsa, Allah'ın hükmüne dönünceye kadar saldıran gruba karşı savaşın. Şayet dönerse, aralarını adâletle düzeltin ve )verdiğiniz hükümde, Allah ve elçisinin hükmünü geçmeyecek şekilde(adâletli davranın. Şüphesiz Allah, )kulları arasında adâletle hüküm vererek(adâletli davrananları sever. Ancak mü’minler )dînde(kardeştirler. Şu halde )birbirleri ile savaştıkları zaman(iki kardeşinizin arasını düzeltin ve )her işinizde(Allah’tan korkun ki merhamet olunasınız."[44]

 Özetle büyük küfür ile küçük küfür arasındaki farklar:

1. Büyük küfür, insanı dînden çıkarıp amelleri boşa çıkarır. Küçük küfür ise, dînden çıkarmaz, amelleri de boşa çıkarmaz. Fakat miktarına göre amelleri eksiltir, sahibini Allah'ın azabına maruz bırakabilir.
2. Büyük küfür, sahibinin ebedî olarak cehennemde kalmasına sebep olur. Ancak küçük küfrün sahibi cehenneme girse bile ebedî olarak orada kalmaz. Ayrıca Allah onu bağışlayıp cehenneme hiç de koymayabilir.
3. Büyük küfür, kanı ve malı mübâh kılar. Küçük küfür ise, kanı ve malı mübâh kılmaz.
4. Büyük küfür, sahibi ile mü’minler arasında gerçek düşmanlığı gerektirir. Müslümanın en yakını bile olsa kâfiri sevmesi ve ona dostluk beslemesi câiz değildir. Küçük küfür ise, mutlak anlamda sahibine dostluk beslemeye engel teşkil etmez. Aksine îmânı oranınca sevilir ve ona dostluk beslenir, isyan ve günahı oranınca da ona buğzedilir ve düşmanlık beslenir.
% % % % %

 Nifâkın tanımı ve çeşitleri:

 Nifâkın Tanımı:

Nifâk, sözlük olarak  )نَافَقَ)"Nâfeka" kelimesinin mastarı olup )نَافِقَاءُ("Nâfikâ" kelimesinden gelmektedir. "Nâfikâ", çöl faresinin girip-çıktığı iki delikten birisine denir. Çünkü çöl faresi bir delikten yakalanmaya çalışıldığında diğer deliğe kaçar ve oradan dışarıya çıkar.
Nifâk, sözlük olarak  )نَفَقٌ)"Nefâk" kelimesinden geldiği de söylenir ki bu kelime, gizli yol ve tünel anlamına gelmektedir.[45]
Nifâk, terim olarak müslüman olduğunu göstermek, küfrü ve şerri gizlemektir. Böyle adlandırılması; dînen bir kapıdan girip, diğer bir kapıdan çıkması sebebiyledir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿... إِنَّ ٱلۡمُنَٰفِقِينَ هُمُ ٱلۡفَٰسِقُونَ ٦٧ ﴾ [سورة التوبة من الآية: 67]
"Şüphesiz münâfıklar, fâsıkların )dînden çıkanların(ta kendileridir."[46]
Allah Teâlâ, münâfıkları kâfirlerden daha şerli sayarak onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ إِنَّ ٱلۡمُنَٰفِقِينَ فِي ٱلدَّرۡكِ ٱلۡأَسۡفَلِ مِنَ ٱلنَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمۡ نَصِيرًا ١٤٥ ﴾   
  [ سورة النساء الآية: 145 ]
"Şüphesiz münâfıklar, )kıyâmet günü(cehennemin en alt tabakasında olacaklardır."[47]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ إِنَّ ٱلۡمُنَٰفِقِينَ يُخَٰدِعُونَ ٱللَّهَ وَهُوَ خَٰدِعُهُمۡ ... ﴾[سورة النساء من الآية:  142]
"Şüphesiz münâfıklar, )müslüman olduklarını gösterip kâfir olduklarını gizleyerek(Allah’ı aldatmaya çalışırlar,oysa O, onların hilelerine hile ile karşılık verendir."[48]
Yine onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ يُخَٰدِعُونَ ٱللَّهَ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَمَا يَخۡدَعُونَ إِلَّآ أَنفُسَهُمۡ وَمَا يَشۡعُرُونَ ٩ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٞ فَزَادَهُمُ ٱللَّهُ مَرَضٗاۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمُۢ بِمَا كَانُواْ يَكۡذِبُونَ ١٠ ﴾
 [سورة البقرة الآيتان: 9- 10]
"Onlar )müslüman olduklarını gösterip kâfir olduklarını gizleyerek(Allah’ı ve îmân edenleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar, sadece kendilerini aldatırlar da onlar bunun farkında bile olmazlar. Onların kalplerinde hastalık vardır. Bu sebeple Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlar için acıklı bir azap vardır."[49]

 Nifâkın çeşitleri:

Nifâk iki çeşittir:

 1.İtikâdî nifâk:

Bu, büyük nifâktır ki sahibi kendisini müslüman olarak gösterir, fakat kâfir olduğunu gizler. Bu nifâk, insanı dînden çıkarır. Sahibi cehennemin en alt tabakasında olacaktır. Allah Teâlâ, büyük nifâkın sahibini küfür, îmân etmemek, İslâm ve müslümanlarla alay ederek onlarla dalga geçmek ve İslâm dinine düşmanlık hususunda din düşmanlarına meyledip, bu konuda onlarla ortak davranmak gibi, bütün kötü sıfatlarla vasfetmiştir.
Münâfıklar her zaman vardır.Özellikle İslâm'ın güçlü olduğu ve İslâm'a karşı açıktan koyamadıkları zamanda ortaya çıkarlar, gizli olarak İslâm'a ve müslümanlara zarar vermek, onlarla beraber yaşamak, kanları ve mallarından emîn olabilmek için İslâm’a girdiklerini gösterirler. Münâfık, Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, elçilerine ve âhiret gününe îmân ettiğini gösteren, fakat kalbi bütün bunlardan sıyrılıp bunları yalanlayan ve Allah'a îmân etmeyendir.
Nitekim Allah,izniyle insanları doğru yola iletmek ve çetin azabı ile uyarıp korkutmak için elçisine indirdiği kelâmı ile münâfıkları haber vermiştir. Allah, münâfıkların sır perdelerini ortadan kaldırıp onların gizli taraflarını ortaya çıkarmış, kullarının nifâk ve münâfıklara karşı dikkatli olmaları için onların hallerini mü’minlere açıklamıştır.
Allah Teâlâ, Bakara sûresinin başında üç grup insanı yâni mü’minleri, kâfirleri ve münâfıkları zikretmiş, müminlerde dört, kâfirlerde iki, münâfıklarda ise on üç haslet olduğunu belirtmiştir. Bu, münâfıkların çokluğu, genel olarak bütün belâların onlardan geldiği ve İslâm ve müslümanların üzerinde kurdukları fitnelerin çok çetin olması sebebiyledir. İslâma mensup olarak kabul edilip ona yardım ediyor ve onu seviyor görünmelerine rağmen gerçekte onlar İslâm’a düşmandırlar. Câhil birisi, münâfığı âlim ve ıslah edici zanneder, oysa münâfık en büyük câhil ve bozguncudur.[50]

 Büyük nifâk altı çeşittir:[51]

1. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’i yalanlamak.
2. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in getirdiklerinin bir kısmını yalanlamak.
3. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e buğzetmek, ona kin beslemek, ondan hoşlanmamak ve ondan nefret etmek.
4. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in getirdiklerinin bir kısmına buğzetmek, ondan hoşlanmamak ve ondan nefret etmek.
5. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in dînine uyanların azalmasına sevinmek ve bundan hoşnut olmak.
6. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in dîninin üstün gelmesini çirkin görmek ve bundan hoşnut olmamak.

 2. Amelî nifâk:

Bu nifâk, kalpte îmânın varlığıyla birlikte münâfıkların amellerinden birisini işlemekle olur. Amelî nifâk insanı dînden çıkarmaz, fakat büyük nifâka götürebilir. Amelî nifâkın sahibinde îmân ile nifâk birlikte olabilir. Fakat bu ameller arttıkça, sahibi hâlis münâfık olur.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
(أَرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ كَانَ مُناَفِقاً خاَلِصاً، وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كاَنَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتَّى يَدَعَهَا: إِذاَ ائْتُمِنَ خاَنَ، وَإِذاَ حَدَّثَ كَذَبَ، وَإِذاَ عاَهَدَ غَدَرَ، وَإِذاَ خاَصَمَ فَجَرَ.)[ متفق عليه ]  
"Dört haslet kimde bulunursa, o kimse hâlis bir münâfık olur. Kimde de bu hasletlerden birisi bulunursa, onu terk edinceye kadar onda nifâk hasletlerinden birisi bulunmuş olur.)Bunlar: Kendisine bir şey(emânet edildiğinde emânete ihânet eder, konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, münakaşa ettiğinde haktan meyledip bâtıl ve yalan söyler, küfreder ve çirkin şeylerle suçlar."[52]
Kimde bu dört haslet bir araya gelirse, o kimsede şer toplanmış ve münâfıkların özellikleri tam olarak kendisinde gerçekleşmiş olur. Kimde de bunlardan birisi bulunursa, o kimse de münâfıkların hasletlerinden birisi gerçekleşmiş olur. Zirâ bir kulda hayır ve şer hasletleri, îmân ve küfür veya nifâk hasletleri bir arada bulunabilir. Kendisinde bu hasletler bulunan kimse, iyilik işlediği kadar sevap, şer işlediği kadar da günah kazanır. Cemaatle namaz kılmakta tembellik göstermek, münâfıkların hasletlerindendir. Bundan dolayı nifâk, kötü ve ciddî bir tehlikedir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbı -Allah onlardan râzı olsun- nifâka düşmekten çok korkarlardı.
Nitekim )tâbiînden(İbn-i Ebî Muleyke -Allah ona rahmet etsin- şöyle der:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbından otuz kişiye kavuştum )aynı asırda yaşadım(Hepsi de nifâka düşmekten korkarlardı."

 Büyük nifâk ile küçük nifâk arasındaki farklar:

1.Büyük nifâk insanı dînden çıkarır.Küçük nifâk ise,insanı dînden çıkarmaz.
2. Büyük nifâk,itikat konusunda gizli hâlin,gözüken durumdan farklı olması demektir. Küçük nifâkta ise, gizli ve açık hâl sadece amellerdedir, itikatta değildir.
3. Büyük nifâk, mü’minden vukû bulmaz. Fakat küçük nifâk mü’minden vukû bulabilir.
4.Büyük nifâkın sahibi genel olarak tevbe etmez.Tevbe etse bile, hâkimin huzurunda tevbesinin kabulü konusunda âlimler arasında ihtilaf vardır. Fakat küçük nifâk öyle değildir.Sahibi tevbe edebilir, tevbe ettiği takdirde Allah Teâlâ tevbesini kabul edip onu bağışlayabilir.
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- şöyle der:[53]
"Çoğu zaman nifâkın şubelerinden birisi mü’minin başına gelebilir. Allah Teâlâ sonra onu bağışlar. Mü’minin kalbine nifâkı gerektiren haller gelebilir. Fakat Allah Teâlâ bunu kulundan savabilir. Mü’min, şeytanın vesveseleri ve gönlünde olması halinde sıkıntı hissedeceği küfrün vesveseleriyle imtihan olunur.
Nitekim sahâbe -radıyallahu anhum-:
-Ey Allah’ın elçisi! Bizden birisi, kendi içinde öyle )çirkin(şeyler hissetmektedir ki, ona gökten yere düşüp, çakılmak, bu içinden geçen )çirkin(şeyleri dili ile açığa vurmaktan daha sevimlidir.'
Dediklerinde, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
-İşte o, katıksız )gerçek(îmândır"[54] buyurdu.
Başka bir rivâyette sahâbe -radıyallahu anhum-:
 ")Ey Allah’ın elçisi! Bizden birisi(o çirkin şeyi konuşmayı, büyük )günah(olarak görmektedir, deyince, Rasûlullah  -sallallahu aleyhi ve sellem-:
-Şeytanın hîlesini, vesveseye çeviren Allah'a hamd olsun." buyurdu.
Yani bu büyük çirkinliğe rağmen bu vesvesenin olması ve bu vesvesenin kalpten kovulması, saf ve katıksız îmândandır.
Büyük nifâkın sahibine gelince, Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ صُمُّۢ بُكۡمٌ عُمۡيٞ فَهُمۡ لَا يَرۡجِعُونَ ١٨ ﴾ [ سورة البقرة الآية: 18 ]
"Onlar )hakkı işitmekten(sağır, )onu konuşmaktan(dilsiz ve )hidâyet nûrunu görmekten(kördürler. Bu sebeple onlar, )İslâm’a(geri dönemezler."[55]
Başka bir âyette ise şöyle buyurmuştur:
﴿ أَوَلَا يَرَوۡنَ أَنَّهُمۡ يُفۡتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٖ مَّرَّةً أَوۡ مَرَّتَيۡنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمۡ يَذَّكَّرُونَ ١٢٦ ﴾ [ سورة التوبة الآية: 126 ]
"Onlar )münâfıklar(her yıl bir veya iki defa )Allah tarafından kıtlık ve gizledikleri nifâkın ortaya çıkarılmasıyla(imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra onlar )bununla birlikte küfür ve nifâklarından(ne tevbe ediyorlar, ne de )gözleriyle gördükleri Allah’ın âyetlerinden(ibret alıyorlar."[56]
Yine, Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- şöyle der:
"İslâm âlimleri, münâfıkların görünüşte yaptıkları tevbenin hakikatte bilinememesi sebebiyle kabul edilip- edilmemesi konusunda ihtilaf etmişlerdir. Zirâ münafıklar, her zaman müslüman olduklarını gösterirler."[57]
% % % % %

 Câhiliyet,fısk,dalâlet ve riddet terimlerinin hakikatinin açıklaması,riddetin kısımları ve hükümleri:

 1. Câhiliyet:

Allah'ı, elçilerini ve dînin hükümlerini bilmemek, soyuyla övünmek ve kibirlenmek gibi şeyler,İslâm'dan önceki Arapların içinde bulundukları hallerdir.[58]
Câhiliyet, bilgisizlik veya ilme uymamak anlamına gelen cehâlet kelimesine nispettir.
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- şöyle der:
"Hakkı bilmeyen birisinin câhilliği, basit bir câhilliktir. Hakkı bildiği halde, onun aksine inanan kimse ise, katmerli câhildir. Bu apaçık belli olduktan sonra, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in nebi olarak gönderilişinden önce insanlar câhiliyete nispet edilen bir cehâlet içindeydiler. Üzerinde bulundukları söz ve davranışları onlar için câhil birisi ortaya çıkarmıştı. Zaten bunları da ancak câhil birisi yapardı.
Yine, yahûdîlik ve hıristiyanlık gibi nebilerin getirmiş oldukları şeriatlara aykırı olan her şey cehâlettir. Bu cehâlet, genel anlamdaki bir cehâlettir. Fakat Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in nebi olarak gönderilişinden sonra bir memlekette cehâlet yaygın iken, başka bir memlekette olmayabilir. Nitekim küfür diyarında da durum böyledir. Yine, bir kimsede cehâlet olabilir, başka bir kimsede olmayabilir. Örneğin bir kimse, müslüman olmadıkça, İslâm diyarında yaşamış olsa bile cehâlettedir. Fakat Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in nebi olarak gönderilişinden sonra mutlak anlamda bir câhiliyet yoktur. Çünkü O'nun ümmetinden bir grup, kıyâmete kadar hak üzere muzaffer olacaktır. Sınırlı anlamda bir câhiliyet ise, bazı müslüman ülkelerle birçok müslümanda olabilir.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadiste şöyle buyurmuştur:
(أَرْبَعٌ فِي أُمَّتِي مِنْ أَمْرِ الْجَاهِلِيَّةِ لاَ يَتْرُكُونَهُنَّ: الْفَخْرُ   فِي اْلأَحْسَابِ وَالطَّعْنُ فِي اْلأَنْسَابِ وَاْلاِسْتِسْقَاءُ بِالنُّجُومِ وَالنِّيَاحَةُ، وَقَالَ:النَّائِحَةُ إِذَا لَمْ تَتُبْ قَبْلَ مَوْتِهَا تُقَامُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَعَلَيْهَا سِرْبَالٌ مِنْ قَطِرَانٍ وَدِرْعٌ مِنْ جَرَبٍ.)[ رواه مسلم ]
"Ümmetimde dört haslet, câhiliyet işlerindendir. )Ümmetim(bu hasletleri bırakmayacaktır. )Bu hasletler:(Şerefiyle övünüp iftihar etmek, )başkasının(soyunu karalamak, yıldızlar aracılığıyla yağmur yağmasını istemek ve ölünün ardından ağıt yakmaktır.
)Sonra(buyurdu ki:
Ölünün ardından ağıt yakan kadın, tevbe etmeden ölürse, kıyâmet günü üzerinde katrandan bir elbise ve kor ateşten bir gömlek olduğu halde kıyama durdurulacaktır."[59]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- Bilâl'i, anası )siyahî bir köle olduğu)ndan dolayı ayıplayan Ebû Zer’e -radıyallahu anh- şöyle demiştir: 
(إِنَّكَ امْرُؤٌ فِيكَ جـَاهِلِيـَّةٌ.)[ رواه البخاري ومسلم ]
")Yâ Ebâ Zer!(Şüphesiz sen, üzerinde câhiliyet ahlâkı olan bir kimsesin."[60]
Ömer ve Âişe’den -radıyallahu anhumâ- bunun gibi câhiliyet hakkında rivâyetler vardır.[61]
Bu saydıklarımızı şöyle özetleyebiliriz:
Câhiliyet, bilgisizlik anlamına gelen cehâlete nispettir ki, bu câhiliyet iki kısımdır:
Birincisi: Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in elçi olarak gönderilişinden önceki genel câhiliyettir ki, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in elçi olarak gönderilişinden sonra bu durum sona ermiştir.
İkincisi: Bazı devletlere, milletlere ve şahıslara has olan câhiliyettir ki, bu câhiliyet günümüze kadar kalmıştır. Böylelikle günümüz câhiliyetini "Bu yüzyılın câhiliyeti" veya buna benzer şekilde genelleştirenin hata ettiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Doğrusu, "Bu yüzyıldaki bazı insanların câhiliyeti" veya "Bu yüzyıldaki birçok insanının câhiliyeti" şeklinde olmasıdır. Câhiliyeti genelleştirmek câiz değildir. Zirâ Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in elçi olarak gönderilişinden sonra genel anlamdaki câhiliyet ortadan kalkmıştır.

 2. Fısk )Fâsıklık):           

Fısk kelimesi, sözlük olarak çıkmak demektir. Terim olarak ise, Allah'a itaatten çıkmak demektir.
Fısk kelimesi, dînden tamamen çıkmayı içerdiği gibi tam olarak çıkmamayı da içerir.
Nitekim kâfire "fâsık" denildiği gibi, büyük günah işleyen mü’mine de "fâsık" denilmiştir.

 Bu sebeple fısk )fâsıklık(iki türlüdür:

Birincisi: Dînden çıkaran ve küfür anlamına gelen fısktır. Bu nedenle kâfire fâsık denilmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ İblis hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿... فَفَسَقَ عَنۡ أَمۡرِ رَبِّهِۦٓۗ ...﴾ [سورة الكهف من الآية: 50]
")İblis, kibir ve hasedinden Âdem'e secde etmeyerek(Rabbinin emrinden çıktı."[62]
İblis'in Rabbinin emrinden çıkması ise, küfür idi.
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ وَأَمَّا ٱلَّذِينَ فَسَقُواْ فَمَأۡوَىٰهُمُ ٱلنَّارُۖ ...﴾ [سورة السجدة من الآية:20]
"Fâsıklara )Allah'a itaatten çıkan kâfirlere(gelince, onların barınağı cehennemdir."[63]
Âyette geçen fâsıkların, kâfirler olduğuna âyetin devamı delâlet etmektedir:
﴿ ... كُلَّمَآ أَرَادُوٓاْ أَن يَخۡرُجُواْ مِنۡهَآ أُعِيدُواْ فِيهَا وَقِيلَ لَهُمۡ ذُوقُواْ عَذَابَ ٱلنَّارِ ٱلَّذِي كُنتُم بِهِۦ تُكَذِّبُونَ ٢٠ ﴾ [سورة السجدة من الآية:20]
"Onlar )kâfirler(cehennemden her çıkmak istediklerinde geri çevrilirler ve onlara: )Dünyada(yalanlamakta olduğunuz cehennem azabını tadın! denilir."[64]  
Günah işleyen müslüman, fâsık diye adlandırılır. Fakat fâsık olması, onu İslâm'dan çıkarmaz.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَٱلَّذِينَ يَرۡمُونَ ٱلۡمُحۡصَنَٰتِ ثُمَّ لَمۡ يَأۡتُواْ بِأَرۡبَعَةِ شُهَدَآءَ فَٱجۡلِدُوهُمۡ ثَمَٰنِينَ جَلۡدَةٗ وَلَا تَقۡبَلُواْ لَهُمۡ شَهَٰدَةً أَبَدٗاۚ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡفَٰسِقُونَ ٤ ﴾ [ سورة النور الآية: 4 ]
"İffetli kadınlara zinâ isnadında bulunup, sonra )bunu ispat etmek için(beraberinde dört )âdil(şâhit getirmeyenlere, seksen kırbaç vurun ve onların şâhitliğini asla kabul etmeyin. Onlar, fâsıkların )Allah'a itaatten çıkanların(ta kendileridir."[65] 
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ ... فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ ٱلۡحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي ٱلۡحَجِّۗ ... ﴾
[ سورة البقرة من الآية: 197 ]
"Her kim, o aylarda )hac aylarında ihrama girerek(hacca niyetlenirse, hac sırasında cimâ etmek, günah işlemek )sûretiyle Allah'a itaatten çıkmak(ve )öfkeye götüren faydasız şeyleri(tartışmak yoktur."[66]
Tefsir âlimleri, âyette geçen "Fusûk"  kelimesinin "günahlar" anlamında olduğunu belirtmişlerdir.[67]

 3. Dalâlet )Sapıklık):

Sırât-ı Müstakîm'den sapmak demek olan dalâlet, hidâyetin zıddıdır.
Nitekim Allah Teâlâ'nın şu sözü buna örnektir:
﴿ مَّنِ ٱهۡتَدَىٰ فَإِنَّمَا يَهۡتَدِي لِنَفۡسِهِۦۖ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيۡهَاۚ ...﴾
[سورة الإسراء الآية: 15]
"Her kim, hidâyet yolunu seçerse, sevâbı ancak kendisinedir. Her kim de hidâyetten saparsa, onun cezâsı ancak kendisinedir."[68]
Dalâlet kelimesi, birçok anlama gelmektedir:
1.Dalâlet kelimesi, bazen "küfür/inkâr" anlamına gelir.
Nitekim Allah Teâlâ'nın şu sözü buna örnektir:
﴿ ... وَمَن يَكۡفُرۡ بِٱللَّهِ وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ وَكُتُبِهِۦ وَرُسُلِهِۦ وَٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِ فَقَدۡ ضَلَّ ضَلَٰلَۢا بَعِيدًا ١٣٦ ﴾ [سورة النساء الآية: 136]
"Kim, Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse, )dinden çıkmış ve hak yoldan(büsbütün uzaklaşmıştır."[69]
 2. Dalâlet kelimesi, bazen "şirk" anlamına gelir.
Nitekim Allah Teâlâ'nın şu sözü buna örnektir:
﴿ ... وَمَن يُشۡرِكۡ بِٱللَّهِ فَقَدۡ ضَلَّ ضَلَٰلَۢا بَعِيدًا ١١٦ ﴾[سورة النساء من الآية: 116]
"Kim, )ibâdette başkasını(Allah'a ortak koşarsa, )hak yoldan(büsbütün uzaklaşmıştır )şirke düşmüştür)."[70]
3. Dalâlet kelimesi, bazen küfür dışında olan, "aykırı/ muhâlif" anlamına gelir.
Örneğin "Dalâlet Fırkaları" demek, "Kur'an ve Sünnete Muhâlif Fırkalar" demektir.
4. Dalâlet kelimesi, bazen "hata" anlamına gelir.
Nitekim Musâ -Aleyhisselâm-'ın şu sözü buna örnektir:
﴿ قَالَ فَعَلۡتُهَآ إِذٗا وَأَنَا۠ مِنَ ٱلضَّآلِّينَ ٢٠ ﴾ [سورة الشعراء الآية:20]
"Musa )Firavun'a(dedi ki:Ben, o işi o anda )Allah bana vahyetmeden ve beni nebi olarak göndermeden önce(hata ederek )kasıtsız olarak(yaptım."[71]
5. Dalâlet kelimesi, bazen "unutmak" anlamına gelir.
Nitekim Allah Teâlâ'nın şu sözü buna örnektir:
﴿ ... أَن تَضِلَّ إِحۡدَىٰهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحۡدَىٰهُمَا ٱلۡأُخۡرَىٰۚ ... ﴾
 [سورة البقرة من الآية: 282]
"İki kadından biri unutursa, diğerinin ona hatırlatması için..."[72]
6. Dalâlet kelimesi, bazen "kaybetmek" anlamına gelir.
Örneğin Arap dilinde "Dâlletul-İbil"; "Kayıp Deve" anlamına gelir.
% % % % %

 Riddetin anlamı, kısımları ve hükümleri:

Riddet kelimesi, sözlük olarak geri dönmek demektir.
Nitekim Allah Teâlâ'nın şu sözü buna örnektir:
﴿ ... وَلَا تَرۡتَدُّواْ عَلَىٰٓ أَدۡبَارِكُمۡ فَتَنقَلِبُواْ خَٰسِرِينَ ٢١ ﴾ [سورة المائدة من الآية:21]
")Kâfirlerle savaşırken(arkanıza geri dönmeyin. Yoksa hüsrana uğrayanlar olarak dönersiniz."[73]
Riddet kelimesi, terim olarak İslâm'dan sonra küfre dönmek yani kâfir olmak demektir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ ... وَمَن يَرۡتَدِدۡ مِنكُمۡ عَن دِينِهِۦ فَيَمُتۡ وَهُوَ كَافِرٞ فَأُوْلَٰٓئِكَ حَبِطَتۡ أَعۡمَٰلُهُمۡ فِي ٱلدُّنۡيَا وَٱلۡأٓخِرَةِۖ وَأُوْلَٰٓئِكَ أَصۡحَٰبُ ٱلنَّارِۖ هُمۡ فِيهَا خَٰلِدُونَ ٢١٧ ﴾[سورة البقرة من الآية: 217]
")Ey müslümanlar!(Sizden kim dîninden döner de kâfir olarak ölürse, işte onların hem dünyada, hem de âhirette yapmış oldukları boşa gitmiştir.Onlar cehennemliktir ve onlar orada ebedî kalıcıdırlar."[74]

 Riddetin )dînden dönmenin(kısımları:

Riddet, insanı dînden çıkaran hususlardan birini işlemekle meydana gelebilir ki, bu hususlar pek çoktur.
Bu hususlar dört kısma ayrılmaktadır:

 Birincisi: Söz sebebiyle dînden dönmek.

Allah'a, O'nun elçilerine, meleklerine veya herhangi bir elçisine küfretmek, gaybı bildiğini iddiâ etmek, peygamberlik iddiâsında bulunmak, bu iddiâda bulunanı tasdik etmek, Allah'tan başkasına yalvarıp yakarmak, O'ndan başka hiç kimsenin gücünün yetmeyeceği bir konuda O'ndan başkasından yardım istemek veya O'ndan başkasına sığınmak için söylenen sözler, insanı dînden çıkaran hususlardır.

 İkincisi: Davranış ve fiillerle dînden dönmek.

Puta,ağaca, taşa ve kabirlere secde etmek, kabirlerde yatan ölülere )yakınlaşmak için(kurban kesmek, Kur'an-ı Kerîm'i pis yerlere atmak, sihir yapmak, sihir öğrenmek ve öğretmek, helâl olduğuna inanarak Allah'ın indirdiği hükümlerden başka hükümlerle hükmetmek gibi davranış ve fiiller, dînden çıkaran hususlardır.

 Üçüncüsü: İnanç sebebiyle dînden dönmek.

Allah'ın bir ortağı bulunduğuna inanmak, zinâ, içki ve fâizin helâl olduğuna, ekmeğin haram olduğuna veya namazın farz olmadığına inanmak ve bunun gibi İslâm âlimlerinin helâl, haram veya farz olduğu konusunda kesin görüş birliğine vardıkları ve herkesin bildiği hususlardan helâl olanın haram, haram olanın da helâl veyahut farz olanın farz olmadığına inanmak, dînden çıkaran hususlardır.

 Dördüncüsü: Yukarıda belirtilen hususların herhangi birisinde şüphe etmek sebebiyle dînden dönmek.

Şirk, zinâ ve içkinin haram veya ekmeğin helâl olduğu konusunda şüphe etmek, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in veya Allah tarafından gönderilen bir elçinin, elçiliği konusunda şüphe etmek veyahut da onun elçiliğinde doğru olup olmadığı konusunda şüphe etmek ve İslâm'ın bu devirde geçerli olup-olmadığı konusunda şüphe etmek gibi davranışlar, dînden çıkaran hususlardır.

 Riddet )dînden dönme(sâbit olduktan sonra ne yapılması gerekir?

1. Dînden dönen kimseden tevbe etmesi istenir. Eğer üç gün içerisinde tevbe eder de İslâm'a dönerse, tevbesi kabul edilir ve serbest bırakılır.
2. Tevbe etmeyi kabul etmezse, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in şu emri gereği öldürülür:
(مَنْ بَدَّلَ دِينَهُ فَاقْتُلُوهُ.)[ رواه البخاري ]
"Kim, dînini değiştirirse, onu öldürün."[75]
3. Tevbe etmesi istendiği süre içerisinde malını kullanmasına engel olunur. Tevbe eder de İslâm'a dönerse, malı kendisine geri verilir. Aksi takdirde dînden dönmüş olarak öldürüldüğü veya öldüğü andan itibaren malı ganimet olarak devlet hazinesine kalır. Bazı âlimler dînden dönen kimsenin malının, dînden döndüğü andan itibaren müslümanların yararına olan yerlerde kullanılması gerektiği görüşüne varmışlardır.
4. Dînden dönen kimse ile akrabaları arasındaki verâset durumu ortadan kalkar. Zirâ ne o akrabasından, ne de akrabası ondan miras alabilir.
5. Dînden dönen kimse, bu hal üzere öldürülür veya ölürse, cenâzesi yıkanmaz, cenâze namazı kılınmaz ve cenâzesi, müslümanların değil de kâfirlerin kabristanına defnedilir veya müslümanların kabristanının dışında başka bir yerde toprakla üzeri örtülür.
% % % % %

 2. BÖLÜM

 Tevhîde aykırı olan veya Tevhîdi noksanlaştıran söz ve davranışlar:

Bu bölüm, şu fasıllardan meydana gelmektedir:
1. Fasıl: Avuç içi ve fincana okuyup yıldızlara ve başka şeylere bakarak gayptan haber verdiğini iddiâ etmek.
2. Fasıl: Sihirbazlık, kâhinlik ve falcılık.
3. Fasıl: Türbe ve mezarlara kurbanlar kesmek, adaklar adamak, bu yerleri yüceltmek ve onlara tâzim göstermek.
4. Fasıl: Yontu, heykel ve anıtlara tâzim göstermek.
5. Fasıl: Dînle alay etmek, dînin kutsal değerlerini hafife almak ve bu kutsal değerleri küçümsemek.
6. Fasıl: Allah Teâlâ'nın indirdiği hükümlerden başka hükümlerle hükmetmek.
7.Fasıl: Kanun koyma )yasama(helâl ve haram kılma hakkına sahip olduğunu iddiâ etmek.
8. Fasıl: İnkârcı ideolojilere, doktrinlere ve câhilî ekollere üye olmak.
9. Fasıl: Materyalistlerin açısından hayata bakmak.
10. Fasıl: Nazarlık ve muskalar.
11. Fasıl: Allah'tan başkası adına yemîn etmek, Allah'tan başkasıyla tevessülde bulunmak ve O'ndan başkasından yardım istemek.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...