CİNLERİN VE İNSANLARIN YARATILIŞ GÂYESİ OLAN TEVHÎD (4)
Cennetle müjdelenen on sahâbî şunlardır:
İlk dört halife ile birlikte Talha, Zubeyr, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde el-Cerrâh, Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Saîd b. Zeyd'dir.
Muhâcirler, Ensâr, Bedir'de savaşanlar ve Rıdvân Bey'atında bulunanlardan daha fazîletlidirler. Mekke'nin fethinden önce müslüman olan ve Allah yolunda savaşan, Mekke'nin fethinden sonra müslüman olan ve Allah yolunda savaşandan daha fazîletlidir.
Sahâbe arasında meydana gelen olaylar ve fitne konusunda Ehl-i sünnet ve'l-cemaat müslümanlarının izledikleri yol:
Fitnenin Sebebi; Yahûdilerin, İslâm'a ve müslümanlara karşı çevirdiği entrika ve komplolardır. Yahûdiler, kurnaz ve hîlekâr, şerli ve hâin olan, yalan ve iftirâlarla müslüman olduğunu gösteren Yemen yahûdilerinden Abdullah b. Sebe'yi müslümanların arasına gizlice sokuşturdular. Bu yahûdi, kin, garez ve zehirini, râşid halifelerin üçüncüsü Osman -radıyallahu anh- aleyhine kusmaya ve onun aleyhine yalan ithamlarda bulunmaya başladı. Aldatılan dar görüşlü, zayıf îmânlı ve fitneyi sevenler, bu yahûdinin etrafında toplandılar. Nihâyet bu komplo, râşid halife Osman'ın -radıyallahu anh- mazlûm olarak öldürülmesiyle son bulmuştur.
Osman'ın -radıyallahu anh- öldürülmesinin ardından müslümanlar arasında ihtilaflar meydana gelmeye başladı. Bu yahûdi ve ona uyanların teşvik etmeleriyle fitne patlak verip yayılmaya başlamış ve içtihatlar sonucu sahâbe arasında savaşlar meydana gelmiştir.
"Tahâviye Akîdesi"ni şerh eden yazar bu konuda şöyle der:
"Râfizîlerin kökü, zındık bir münâfığın çıkardığı şeyden gelir. Onun kastı, âlimlerin de belirttikleri gibi, İslâm dînini ortadan kaldırmak, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i karalamak ve O'na iftirâ etmektir. Zirâ Abdullah b. Sebe, -Pavlus’un hıristiyanlık dînine yaptığı gibi-, müslüman olduğunu gösterince, hîle ve şerri ile İslâm dînini bozmayı istemiş, dîndâr olduğunu göstererek iyiliği emretmiş ve kötülükten yasaklamış, son olarak bu durum, Osman b. Affân olayına ve onun öldürülmesine kadar varmıştır. Abdullah b. Sebe daha sonra Kûfe'ye gelmiş ve burada emellerine ulaşabilmek için Ali hakkında aşırıya gitmeyi ve ona yardım etme gibi davranışlar göstermiştir. Bu durum Ali b. Ebî Tâlib'e ulaşınca, Ali -radıyallahu anh- onun öldürülmesini istemiş, bunun üzerine o kaçıp Kırkıs'a sığınmıştır. İslâm tarihinde bu şahıs ile ilgili haber verilenler çok iyi bilinmektedir."
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye de -rahimehullah- bu konuda şöyle der:
"Osman b. Affân -radıyallahu anh- öldürülünce, bir olan gönüllerin birlik ve bütünlüğü bozulup parçalandı, acı ve kederler büyüdü, şerli insanlar ortaya çıktı, iyi insanlar zelîl oldu, fitne çıkarmaktan âciz olanlar, fitne çıkardılar, iyilik ve doğruluğu ayakta tutmayı sevenler, iyilik ve doğruluğu ayakta tutmaktan âciz kaldılar. )Osman öldürülünce(müslümanlar, o vakitte hilâfete en lâyık ve kalanlar içerisinde en fazîletlisi Ali b. Ebî Tâlib'e -radıyallahu anh- bey'at ettiler. Ancak kalpler hâlâ bölük bölük, fitne ateşi yanmaya devam ediyordu. Sözbirliği sağlanamamış, müslümanların cemaati düzenli hale gelememiş, halife ve ümmetin en hayırlısı, onların her istedikleri iyiliği yerine getirmeyi başaramamış, nice topluluklar ayrılık ve fitneye girmiş ve olanlar olmuştu."[238]
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- sahâbeden Ali ve Muâviye ile savaşanların mazeretini şöyle açıklamaktadır:
"Muâviye -radıyallahu anh- hilâfet iddiâsında bulunmamış, Ali ile savaştığı zaman, ona halife olarak hiç kimse bey'at etmemiş, halife olduğu için onunla savaşmamış, kendisinin hilâfete daha lâyık olduğunu da söylememiştir. Aksine kendisine bu konuda soru sorana Muâviye bu şekilde cevap verirdi. Muâviye ve ashâbı, Ali ve ashâbına ilk önce kendileri savaş açan olmak istememişlerdi. Aksine Ali -radıyallahu anh- ve ashâbı, kendisine itaat edilmesi ve bey'at edilmesi gerektiğini -ki müslümanların sadece bir halifesi olması gerekir-, Muâviye ve ashâbının, kendisine itaatten dışarı çıktıklarını, kendileri güç ve kuvvet sahibi olmalarına rağmen Muâviye ve ashâbının bu görevden kaçındıkları görüşünde idiler. Bu sebeple Ali, bu görevi yerine getirinceye, itaat ve tek bir cemaat oluncaya kadar onlarla savaşılması gerektiği görüşüne vardı. Muâviye ve ashâbı, bunun )Ali'ye bey'at etmenin(farz olmadığını, bunun için Ali ve ashâbının kendilerine savaş açtıkları takdirde kendilerinin zulme uğramış olacaklarını söylediler. Yine şöyle dediler: Çünkü Osman, müslümanların ittifakı ile zulme uğramış olarak öldürülmüştür.Osman'ı öldürenler, Ali'nin ordusu içerisinde çoğunlukta olup güç ve kuvvet sahibi kimselerdir. Eğer bey’at edersek,onlar bize zulmeder ve üzerimize saldırırlar. Ali'nin onları savması mümkün değildir.Nitekim Osman'ı öldürmekten savamamıştır.Biz,ancak bize insaflı davranmaya gücü yetebilecek ve bizim için insaflı olmaya çalışacak bir halifeye bey'at ederiz."
Ehl-i sünnet ve'l-cemaatin, meydana gelen ihtilaf ve ardından sahâbe arasında savaşlar meydana gelen fitne konusundaki izlediği yol iki şeyde özetlenmektedir:
Birincisi: Ehl-i sünnet vel-cemaat, sahâbe arasında meydana gelen olaylar konusunda konuşmaz ve bunu araştırmaktan uzak dururlar. Çünkü böyle bir konuda en güvenli yol, susmak ve Allah Teâlâ'nın buyurduğu gibi,onlar hakkında şöyle duâ etmektir:
﴿ ... رَبَّنَا ٱغۡفِرۡ لَنَا وَلِإِخۡوَٰنِنَا ٱلَّذِينَ سَبَقُونَا بِٱلۡإِيمَٰنِ وَلَا تَجۡعَلۡ فِي قُلُوبِنَا غِلّٗا لِّلَّذِينَ ءَامَنُواْ رَبَّنَآ إِنَّكَ رَءُوفٞ رَّحِيمٌ ١٠ ﴾ [سورة الحشر من الآية: 10]
"Ey Rabbimiz! Bizi ve îmânda bizi geçen kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde îmân edenlere karşı hiçbir kin )ve haset(bırakma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen )kullarına(çok şefkatlisin, )onlara(çok merhametlisin."[239]
İkincisi: Sahâbenin kötü yönlerini rivâyet eden eserlere şu yönlerden cevap verilebilir:
1. Bu eserlerin kimisi yalandır. Onların şânını karalamak isteyen düşmanları bu iftirâları atmışlardır.
2. Bu eserlerin kimisinde ilâveler, kimisinde eksiltmeler olmuş, gerçek halinden değiştirilmiş ve böylece bu rivâyetlere yalan girmiştir. Tahrif edildiği için bunlara itibar edilmemesi gerekir.
3. Bu eserlerin doğru olanına gelince -ki bunlar pek azdır-, onlar bu konuda mâzur sayılırlar. Çünkü sahâbe ya içtihadında doğruyu bulan, ya da içtihadında hata eden müçtehidler konumundadırlar. Bu, içtihadında doğruyu bulursa iki ecir, hata ederse bir ecir kazanan müçtehidin dayandığı içtihad esaslarındandır. Hataları, Allah Teâlâ tarafından bağışlanmıştır.
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
)إِذَاحَكَمَ الْحَاكِمُ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ أَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ، وَإِذَا حَكَمَ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ أَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ وَاحِدٌ.)[ متفق عليه ]
"Hâkim, hüküm vermek istediğinde içtihad eder, sonra da içtihadında doğruyu bulursa )Allah ve elçisinin hükmüne uygun olursa(ona )içtihad ve doğruyu bulma ecri olarak(iki ecir vardır. Yine hüküm vermek istediğinde içtihad eder ve içtihadında hata ederse, ona )içtihad ecri olarak(bir ecir vardır."[240]
Dördüncüsü: Sahâbe de insandırlar. Onlardan birisi hata edebilir.Onlar, fert olarak günahtan masum değillerdir.Fakat onlardan vukû bulan günahları affettiren birçok sebep vardır ki bunların bazıları şunlardır:
1. Sahâbî, o günahtan tevbe etmiş olabilir. Tevbe ise, günah ne kadar büyük olursa olsun, onu siler. Nitekim bu konuda birçok delil gelmiştir.
2. İslâm'a ilk girenler ve birçok fazîletlere sahip olmaları gibi, sahâbeden vukû bulan -vukû bulmuş ise- günahları bağışlayan meziyetler vardır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَأَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَ طَرَفَيِ ٱلنَّهَارِ وَزُلَفٗا مِّنَ ٱلَّيۡلِۚ إِنَّ ٱلۡحَسَنَٰتِ يُذۡهِبۡنَ ٱلسَّئَِّاتِۚ ذَٰلِكَ ذِكۡرَىٰ لِلذَّٰكِرِينَ ١١٤ ﴾ [ سورة هود الآية: 114 ]
")Ey Nebi!(Gündüzün iki ucunda )sabah ve akşam(gecenin de ilk saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri )günahları(giderir. Bu, öğüt almak isteyenler için bir öğüttür."[241]
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte olmaları ve O'nunla beraber cihad etmeleri, sahâbenin yaptıkları ferdî hataları örter.
3. Sahâbenin yaptıkları iyiliklere, başkalarından kat kat daha fazla ecir verilir. Hiç kimse fazîlette onlara denk olamaz. Sahâbe, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sözüyle çağların en hayırlılarıdır.
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
)خَيْرُكُمْ قَرْنِي، ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ، ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ.)[متفق عليه]
"Sizin en hayırlınız, benim çağımda yaşayanlarınızdır. Sonra onlardan sonra gelenler )tâbiîn(sonra onlardan sonra gelenler )etbâut-tâbiîn)dir."[242]
Onlardan birisi bir müd[243] kadar sadaka infak etse, başkasının Uhud dağı kadar altın infak etmesinden, sevap bakımından daha fazîletlidir. )Allah onlardan râzı olsun, yaptıkları amellerden dolayı da onları râzı etsin).
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(لاَ تَسُبُّوا أَصْحَابِي، فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ أَنَّ أَحَدَكُمْ أَنْفَقَ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَبًا، مَا بَلَغَ مُدَّ أَحَدِهِمْ، وَلاَ نَصِيفَهُ.)[متفق عليه]
"Ashâbıma küfretmeyin. Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki sizden biriniz Uhud dağı kadar altını )Allah yolunda(infak etse )harcasa(yine de onlardan birisinin infak ettiği bir müd, hatta müddün yarısının sevabına bile erişemez."[244]
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- şöyle der:
"Ehl-i sünnet ve'l-cemaat ile dîn imamlarının hepsi, sahâbeden hiç kimsenin,hatta ne Ehl-i Beytin, ne de İslâm'a ilk giren hiçbir müslümanın mâsum olmadığına inanırlar. Aksine Ehl-i sünnet ve'l-cemaate göre, onlar da günaha düşebilirler.Allah tevbe ile onları bağışlar, derecelerini yükseltir, iyilikler veya başka sebeplerle onların günahlarını siler, bağışlar.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ وَٱلَّذِي جَآءَ بِٱلصِّدۡقِ وَصَدَّقَ بِهِۦٓ أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُتَّقُونَ ٣٣ لَهُم مَّا يَشَآءُونَ عِندَ رَبِّهِمۡۚ ذَٰلِكَ جَزَآءُ ٱلۡمُحۡسِنِينَ ٣٤ لِيُكَفِّرَ ٱللَّهُ عَنۡهُمۡ أَسۡوَأَ ٱلَّذِي عَمِلُواْ وَيَجۡزِيَهُمۡ أَجۡرَهُم بِأَحۡسَنِ ٱلَّذِي كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ٣٥ ﴾ [سورة الزمر الآيـات: 33-35]
")Söz ve fiilinde(doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte onlar bütün takvâ hasletlerini bir arada toplayanlardır. Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu, )Rabbine gereği gibi itaat ve ibâdet eden(iyilerin mükâfatıdır. Allah onların )dünyada(işledikleri en kötü amelleri affeder ve yaptıklarına karşılık olarak onları en güzel bir şekilde mükâfatlandırır."[245]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ وَوَصَّيۡنَا ٱلۡإِنسَٰنَ بِوَٰلِدَيۡهِ إِحۡسَٰنًاۖ حَمَلَتۡهُ أُمُّهُۥ كُرۡهٗا وَوَضَعَتۡهُ كُرۡهٗاۖ وَحَمۡلُهُۥ وَفِصَٰلُهُۥ ثَلَٰثُونَ شَهۡرًاۚ حَتَّىٰٓ إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُۥ وَبَلَغَ أَرۡبَعِينَ سَنَةٗ قَالَ رَبِّ أَوۡزِعۡنِيٓ أَنۡ أَشۡكُرَ نِعۡمَتَكَ ٱلَّتِيٓ أَنۡعَمۡتَ عَلَيَّ وَعَلَىٰ وَٰلِدَيَّ وَأَنۡ أَعۡمَلَ صَٰلِحٗا تَرۡضَىٰهُ وَأَصۡلِحۡ لِي فِي ذُرِّيَّتِيٓۖ إِنِّي تُبۡتُ إِلَيۡكَ وَإِنِّي مِنَ ٱلۡمُسۡلِمِينَ ١٥ أُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ نَتَقَبَّلُ عَنۡهُمۡ أَحۡسَنَ مَا عَمِلُواْ وَنَتَجَاوَزُ عَن سَئَِّاتِهِمۡ فِيٓ أَصۡحَٰبِ ٱلۡجَنَّةِۖ وَعۡدَ ٱلصِّدۡقِ ٱلَّذِي كَانُواْ يُوعَدُونَ ١٦ ﴾ [ سورة الأحقاف الآيتان: 15- 16 ]
"Biz insana, )hem hayatta, hem de öldükten sonra(ana-babasına iyilikte bulunmasını kesin bir şekilde emrettik. Annesi onu karnında )cenin iken(zahmet ve meşakkatle taşıdı ve )yine(onu zahmet ve meşakkatle doğurdu. Onu taşıması ve sütten kesmesi, otuz aydır.[246] Nihâyet insan, )akıl ve beden olarak(güçlü çağına erişip kırk yaşına geldiğinde )Rabbine yalvarıp şöyle(der: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi bana ilham eyle ve )gelecekte(râzı olacağın salih amel işlemeyi bana nasip eyle. Benim için zürriyetimi ıslah eyle.Ben, )günahlarımdan(sana döndüm ve muhakkak ki ben, müslümanlardanım. Kendilerinden )sâlih amellerden(yaptıklarının en iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler, cennetlikler arasındadırlar. Bu )verdiğimiz söz(onda şüphe olmayan doğru )ve hak(bir sözdür."[247],[248]
Allah düşmanları, fitne zamanında sahâbe arasında meydana gelen ihtilaf ve savaşları, onları çekiştirmeyi, onların arkasından konuşmayı ve onların saygınlığına leke sürmeyi bir vesîle edinmişlerdir.
Nitekim bazı çağdaş yazarlar, bu çirkin plan dahilinde hareket ederek bilmediklerini abartmış, kendilerini Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbı arasında hakem kılıp hiçbir delile dayanmaksızın, aksine bilgisizce ve hevâlarına uyarak kimisinin doğru, kimisinin de yanlış ve hatalı olduğunu söylemişlerdir. Bu yazarlar, önyargılı, oryantalist ve onların kuyrukları olan kimselerin tekrar edip durdukları şeyleri tekrar etmeye başlamışlardır. Öyle ki bu yazarlar, İslâm ümmetinin asil tarihi ve en fazîletli devri olan ilk müslümanlar hakkındaki kültürleri, yüzeysel ve kıt olan yeni yetişen bazı müslümanları şüpheye düşürmüşlerdir.Onlar, böylelikle İslâm'ı karalamaya,müslümanların birliğini bozmaya ve Allah Teâlâ'nın:
﴿ وَٱلَّذِينَ جَآءُو مِنۢ بَعۡدِهِمۡ يَقُولُونَ رَبَّنَا ٱغۡفِرۡ لَنَا وَلِإِخۡوَٰنِنَا ٱلَّذِينَ سَبَقُونَا بِٱلۡإِيمَٰنِ وَلَا تَجۡعَلۡ فِي قُلُوبِنَا غِلّٗا لِّلَّذِينَ ءَامَنُواْ رَبَّنَآ إِنَّكَ رَءُوفٞ رَّحِيمٌ ١٠ ﴾
[سورة الحشر الآية: 10]
"Onların )Ensâr ve Muhâcirlerin(arkasından gelen )mü'min)ler, Ey Rabbimiz! Bizi ve îmânda bizi geçen kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde îmân edenlere karşı hiçbir kin )ve haset(bırakma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen )kullarına(çok şefkatlisin, )onlara(çok merhametlisin, derler."[249]
Emri gereği, ilk müslümanları örnek almak yerine, onlara kin ve nefret duymak için bu ümmetin son müslümanlarının kalplerine kin ve nefret tohumları sokup emellerine ulaşmak istemişlerdir.
% % % %
6. FASIL
Sahâbe ve hidâyet önderi imamlara sövmenin yasak oluşu:
1.Sahâbeye sövmenin yasak oluşu:
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat inancının esaslarından birisi de, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbına dil uzatmamak, kalplerde kin ve haset beslememektir.
Nitekim Allah Teâlâ, Ehl-i sünnet ve'l-cemaati şöyle nitelendirmektedir:
﴿ وَٱلَّذِينَ جَآءُو مِنۢ بَعۡدِهِمۡ يَقُولُونَ رَبَّنَا ٱغۡفِرۡ لَنَا وَلِإِخۡوَٰنِنَا ٱلَّذِينَ سَبَقُونَا بِٱلۡإِيمَٰنِ وَلَا تَجۡعَلۡ فِي قُلُوبِنَا غِلّٗا لِّلَّذِينَ ءَامَنُواْ رَبَّنَآ إِنَّكَ رَءُوفٞ رَّحِيمٌ ١٠ ﴾
[سورة الحشر الآية: 10]
"Onların )Ensâr ve Muhâcirlerin(arkasından gelen )mü'min)ler, ey Rabbimiz! Bizi ve îmânda bizi geçen kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde îmân edenlere karşı hiçbir kin )ve haset(bırakma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen )kullarına(çok şefkatlisin, )onlara(çok merhametlisin, derler."[250]
Sahâbeye sövmemek, onlara kin ve haset beslememek, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e şu sözünde itaat etmektir:
(لاَ تَسُبُّوا أَصْحَابِي، فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ أَنَّ أَحَدَكُمْ أَنْفَقَ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَبًا، مَا بَلَغَ مُدَّ أَحَدِهِمْ، وَلاَ نَصِيفَهُ .)[ متفق عليه ]
"Ashâbıma küfretmeyin. Nefsim elinde olan Allah'a yemîn olsun ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar altını )Allah yolunda(harcasa, yine de onlardan birisinin harcadığı bir müd, hatta müddün yarısının sevabına bile erişemez."[251]
Ehl-i sünnet müslümanları, sahâbeye söven, onlara buğzeden, onların fazîletlerini inkâr eden ve onların çoğunu kâfir sayan Râfızîler ve Hâricîlerin yolundan uzak dururlar.
Ehl-i sünnet müslümanları, sahâbenin Kur'an ve sünnette haber verilen fazîletlerini kabul eder ve onların, dönemlerin en hayırlısı olduklarına inanırlar.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- onların fazîleti hakkında şöyle buyurmuştur:
(خَيْرُكُمْ قَرْنِي، ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ، ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ.)[ متفق عليه ]
"Sizin en hayırlınız, benim çağımda yaşayanlarınızdır. Sonra onlardan sonra gelenler )tâbiîn(sonra onlardan sonra gelenler )etbâut-tâbiîn)dir." [252]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ümmetinin yetmiş üç fırkaya bölüneceğini ve biri dışında hepsinin cehenneme gireceğini haber verdiğinde, sahâbe o kurtulan fırkayı )Fırka-i Nâciye(sorunca, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- :
"Benim ve ashâbımın bulunduğu yol üzere olanlardır."[253] diye buyurmuştur.
İmam Müslim'in kıymetli hocası olan Ebû Zur'a -rahimehullah- şöyle der:
"Sahâbeden birinin şânını eksilten birisini gördüğün zaman bil ki o zındıktır. Çünkü Kur'an haktır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve getirdiği şeyler haktır. Bütün bunları bize ancak sahâbe ulaştırmıştır. Kim onları karalarsa, bununla Kur'an ve sünneti ortadan kaldırmak istemiş demektir. O kimse karalanmaya daha lâyıktır. Onun zındık ve dalâlette olduğuna hükmetmek, daha doğru ve daha yerinde olur."
Büyük âlim İbn-i Hamdân -rahimehullah- "Nihâyetul-Mübtediîn" adlı kitabında şöyle der:
"Kim, sahâbeden birine sövmeyi helâl sayıp ona söverse, kâfir olur. Sövmeyi helâl saymazsa, fâsık olur. -Mutlak olarak kâfir olur, dediği de rivâyet edilmiştir.- Kim onları fâsık sayar veya dînlerinde onları karalarsa veya onları kâfir sayarsa, kâfir olur."[254]
2. Bu ümmetin âlimlerinden olan hidâyet önderi imamlara sövmenin yasak oluşu:
Sahâbeden sonra fazîlet, saygınlık ve makam bakımından dönemlerin en fazîletlisi olan tâbiîn, etbâut-tâbiîn ve onlardan sonra gelen ve sahâbeye en güzel bir şekilde uyan, hidâyet önderi imamlardır.
Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ وَٱلسَّٰبِقُونَ ٱلۡأَوَّلُونَ مِنَ ٱلۡمُهَٰجِرِينَ وَٱلۡأَنصَارِ وَٱلَّذِينَ ٱتَّبَعُوهُم بِإِحۡسَٰنٖ رَّضِيَ ٱللَّهُ عَنۡهُمۡ وَرَضُواْ عَنۡهُ وَأَعَدَّ لَهُمۡ جَنَّٰتٖ تَجۡرِي تَحۡتَهَا ٱلۡأَنۡهَٰرُ خَٰلِدِينَ فِيهَآ أَبَدٗاۚ ذَٰلِكَ ٱلۡفَوۡزُ ٱلۡعَظِيمُ ١٠٠ ﴾ [ سورة التوبة الآية: 100 ]
")Allah'a ve elçisine îmân konusunda insanları(geçen Muhâcirler ile Ensar ve onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah, )Allah'a ve elçisine itaatlarından dolayı(onlardan râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. Allah, içinde ebedî olarak kalmak üzere onlara altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur."[255]
Sahâbeyi ayıplamak ve onlara sövmek, asla câiz değildir. Çünkü onlar, hidâyet işaretleridir.
﴿ وَمَن يُشَاقِقِ ٱلرَّسُولَ مِنۢ بَعۡدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ ٱلۡهُدَىٰ وَيَتَّبِعۡ غَيۡرَ سَبِيلِ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ نُوَلِّهِۦ مَا تَوَلَّىٰ وَنُصۡلِهِۦ جَهَنَّمَۖ وَسَآءَتۡ مَصِيرًا ١١٥ ﴾ [ سورة النساء الآية: 115 ]
"Kim, kendisine doğru yol )hak(belli olduktan sonra Rasûle aykırı davranır ve mü'minlerin yolundan başka bir yolu izlerse, onu o yöneldiği şeyle baş başa bırakırız ve onu cehenneme girdiririz. Orası, ne kötü bir dönüş yeridir."[256]
"Tahâviye Akîdesi"ni şerh eden yazar bu konuda şöyle der:
"Her müslümanın, Kur'an-ı Kerîm'in de belirttiği gibi, Allah ve elçisinden sonra mü'minleri dost edinmesi gerekir. Özellikle nebilerin vârisleri olan ve Allah Teâlâ'nın, kara ve denizin karanlıklarında kendileriyle yol bulsunlar diye yarattığı yıldızlar konumuna getirdiği âlimleri dost edinmesi gerekir. Müslümanlar, onların )âlimlerin(hidâyet ve anlayış üzere oldukları konusunda ittifak etmişlerdir. Âlimler, ümmeti içerisinde Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in halifeleri ve ölmüş sünnetini yaşatanlardır. Öğretmek ve yaşatmak sûretiyle Kur'an-ı Kerîm onlarla ayakta tutulmuş, onlar da Kur'an-ı Kerîm ile yücelmiş ve ayakta kalmışlardır. Kur'an-ı Kerîm, onların fazîleti hakkında konuşmuş, onlar da Kur'an-ı Kerîm ile hüküm vermişlerdir. Onların hepsi, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e uymanın farz olduğunda kesin olarak ittifak etmişlerdir. Ancak âlimlerin birisinden, sahih hadise aykırı bir görüş bulunursa, mazeretinden dolayı onun görüşünü terk etmek gerekir."
Âlimlerin )hadislere aykırı davranma(mazeretlerini şu üç şekilde sınıflandırmak mümkündür:
Birincisi: Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in bunu söylediğine inanmamasıdır.
İkincisi:Bu sözle, o meseleyi kastettiğine inanmasındandır.
Üçüncüsü:Hükmün geçersiz kılındığına )ortadan kaldırıldığına(inanmasıdır. Her türlü iyilikte önde olmaları, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in getirdiği bu dîni bize ulaştırmada ve bize kapalı gelen şeyleri açıklamada, âlimlerin bizim üzerimizde fazîlet ve minnetleri vardır. Bu sebeple Allah Teâlâ onlardan râzı olsun, yaptıklarından dolayı da onları râzı etsin.
Bize düşen, onlar hakkında Allah Teâlâ'nın şöyle buyurduğu gibi duâ etmektir:
﴿ ... رَبَّنَا ٱغۡفِرۡ لَنَا وَلِإِخۡوَٰنِنَا ٱلَّذِينَ سَبَقُونَا بِٱلۡإِيمَٰنِ وَلَا تَجۡعَلۡ فِي قُلُوبِنَا غِلّٗا لِّلَّذِينَ ءَامَنُواْ رَبَّنَآ إِنَّكَ رَءُوفٞ رَّحِيمٌ ١٠ ﴾ [سورة الحشر من الآية: 10]
"Ey Rabbimiz! Bizi ve îmânda bizi geçen kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde îmân edenlere karşı hiçbir kin )ve haset(bırakma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen )kullarına(çok şefkâtlisin, )onlara(çok merhametlisin."[257]
Bazı âlimin içtihadında hata etmesi sebebiyle âlimlerin şânını düşürmek; bid'atçıların yolu ve İslâm'da şüphe uyandırmak, müslümanların arasına düşmanlık sokmak, İslâm ümmetinin başı ile sonunu birbirinden ayırmak isteyen, gençlerle âlimler arasında ayrılık tohumları yaymaya çalışan, İslâm ümmetinin düşmanlarının plan ve oyunlarındandır. Nitekim günümüzde bunun sonucu olarak gençlerle âlimler arasında ayrılık tohumları yayılmıştır. Fıkıh âlimleri ile İslâm fıkhının şânını düşüren, İslâm fıkhını okumaktan,ondaki hak ve doğru olanlardan faydalanmaktan geri duran, yeni yetişen bazı öğrencilerin buna dikkat etmeleri, fıkıhlarına azimle sarılmaları, âlimlerine saygılı olmaları, sapık ve aldatıcı propagandalara kanmamaları gerekir.
Başarı, Allah Teâlâ'dandır.
% % % % %
4. BÖLÜM
BİD'ATLAR
Bu bölüm, aşağıdaki fasılları içermektedir:
1. Fasıl: Bid'atın tanımı, çeşitleri ve hükümleri.
2. Fasıl: Bid'atların müslümanların hayatında ortaya çıkışı ve bu çıkışın sebepleri.
3. Fasıl: İslâm ümmetinin bid’atçılara karşı tutumu ve ehli sünnet vel-cemaatin bid’atçılara karşı izlediği yol.
4. Fasıl: Günümüzdeki bid'atlara örnekler.
1. Mevlid-i Nebevî’yi )Mevlid Kandilini(kutlamak.
2. Bazı mekânlar, eserler, ölüler veya buna benzer şeylerden bereket ummak )bunlarla teberrükte bulunmak).
3. İbâdetler alanında yapılan bid’atlar ve bu bid’atlarla Allah’a yakınlaşmaya çalışmak.
Bid'atın tanımı, çeşitleri ve hükümleri:
Bid'atın tanımı:
Bid’at kelimesi, Arapça’da "Bede’a" kelimesinden olup daha önce benzeri olmayan bir şeyi meydana getirmek, yaratmak anlamına gelir
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿ بَدِيعُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۖ ...﴾ [سورة البقرة من الآية: 117]
")Allah(gökleri ve yeri, daha önce benzeri olmayan )benzersiz(bir şekilde yaratandır."[258]
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ قُلۡ مَا كُنتُ بِدۡعٗا مِّنَ ٱلرُّسُلِ ... ﴾ [سورة الأحقاف من الآية: 9]
")Ey Nebi!(De ki: Ben, elçilerin ilki değilim. )Bilakis benden önce birçok elçi gelmiştir)."[259]
"Falanca bid’at çıkardı" denildiği zaman, o kimsenin daha önce olmayan, yeni bir yolu ortaya çıkardığı anlaşılır.
Bid'at iki kısımdır:
Yeni buluşlar ortaya çıkarmak gibi, günlük hayatta yeni şeyler icat etmek, dînimizce mübahtır. Zirâ günlük hayatta yeni şeyler ortaya çıkarmakta aslolan, mübah oluşudur. Dînde yeni şeyler ortaya çıkarmak ise, haramdır. Çünkü dînde aslolan, Kur’an ve sünnetle sâbit olmasıdır.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
)مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ.)[ متفق عليه ]
"Kim, bu işimizde )dînimizde(onda olmayan bir şeyi ona ihdâs eder )Kur'an ve sünnette aslı olmayan bir şey getirir)se, o ihdâs ettiği şey, reddolunmuştur )sahibine iâde olunur)."[260]
Başka bir rivâyette ise şöyle buyurmuştur:
(مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ.)[ متفق عليه ]
"Kim, işimiz )dînimiz(üzere olmayan bir iş işlerse, o işlediği şey reddolunmuştur )bâtıldır ve ona itibar edilmez)."[261]
Bid'atın çeşitleri:
Dîndeki bid’atlar iki türlüdür:
Birincisi: Cehmiyye, Mu’tezile, Rafizîler ve diğer sapık fırkaların söyledikleri sözler ve inandıkları inançlar gibi, sözlü ve itikâdî olan bid’attır.
İkincisi: Allah Teâlâ'ya, meşrû olmayan bir şekilde ibâdet etmek gibi, ibâdetlerde yapılan bid’attır ki bu, dört kısma ayrılır:
1. İbâdetin aslında yapılan bid’attır ki, bu, dînde aslı olmayan bir ibâdeti ihdâs etmek yani ortaya çıkarmaktır.
Örneğin dînen meşrû olmayan namaz,oruç veya doğum gününü kutlamak gibi yeni bayramlar ihdâs etmek.
2. Dînen meşrû olan bir ibâdetin özünde fazlalık yapmaktır.
Örneğin öğle veya ikindi namazının farzına bir rekât ekleyip onu beş rekat olarak kılmak gibi.
3. İbâdeti, dînen meşrû olmayan bir şekilde edâ etmektir.
Örneğin dînen meşrû olan duâ ve zikirleri, cemaat halinde tek bir ağızdan nağmelerle yapmak.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetinin dışına çıkacak şekilde ibâdetlerde aşırıya gitmek de bu kabildendir.
4. Dînen yapılması câiz olan bir ibâdeti, câiz olmayan bir vakitle sınırlandırmaktır.
Örneğin Şaban ayının 15. gününün gecesini ibâdet etmekle, gündüzünü de oruç tutmakla sınırlı tutmak. Zirâ oruç tutmak ve geceyi ibâdetle geçirmek, dînen meşrûdur. Fakat bu ibâdetleri belirli bir vakitle sınırlandırmanın dîni bir delîle dayanması gerekir.
Dînde yapılan bid'atların hükmü:
Dînde yapılan her türlü bid’at, haramdır, dalâlettir.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
(وَإِياَّكُمْ وَمُحْدَثاَتِ اْلأُموُرِ، فَإِنَّ كُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ، وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ.)
[رواه أبو داود والترمذي وقال:حديث حسن صحيح]
")Dîne sonradan sokulan(yeniliklerden sakının. Zirâ )dîne sonradan sokulan(her yenilik, bid’attır. Her bid’at ise dalâlettir."[262]
Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
)مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ.)[ متفق عليه ]
"Kim, bu işimizde )dînimizde(onda olmayan bir şeyi ona ihdâs eder )Kur'an ve sünnette aslı olmayan bir şey getirir)se, o ihdâs ettiği şey, reddolunmuştur )sahibine iâde olunur)."[263]
Başka bir rivâyette ise şöyle buyurmuştur:
(مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ.)[ متفق عليه ]
"Kim, işimiz )dînimiz(üzere olmayan bir iş işlerse, o işlediği şey reddolunmuştur )bâtıldır ve ona itibar edilmez)."[264]
Bu iki hadis, dînde yapılan her yeniliğin bid’at, her bid’atın da dalâlet olduğunu ve sahibine iâde olunacağını göstermektedir.
Bunun anlamı: İbâdet ve itikâtta yapılan bid’atlar, haramdır. Fakat bid’atların haram oluşu, çeşitlerine göre farklılık arz eder. Kabirlerde yatan ölülere yakınlaşabilmek için kabirlerin çevresinde tavaf etmek, kabirlerde yatanlara kurbanlar kesmek ve adaklar adamak, onlara yalvarıp yakarmak ve onlardan yardım dilemek gibi bid’atlar vardır. Bu bid'atlar, açık küfürdür. Cehmiyye’nin aşırı olanları ile Mu’tezile’nin görüşleri de, bu tür bid’atlardandır.
Kabirlerin üzerine kubbe gibi türbeler binâ etmek, kabirlere yönelip namaz kılmak ve ölülere yalvarıp yakarmak gibi bid’atlar da insanı şirke götürür.
Hâricîler, Kaderiyye ve Mürcie’nin şer’î delîllere aykırı olarak söyledikleri ve inandıkları bid’atlar da itikâdî fısktır.
Kendini sürekli ibâdete vermek, güneşin altında oruç tutmak ve şehveti kesmek amacıyla hadım )iğdiş(olmak gibi[265] bid’atlar da Allah’a ve elçisine isyandır.
UYARI:
Bid’at-ı Hasene )güzel bid’at(ve Bid’at-ı Seyyie )çirkin bid’at(diye, bid’atları iki kısma ayıran kimse, yanılgıya düşmüş ve:
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in: "Ve her bid’at, dalâlettir" emrine aykırı hareket etmiştir. Çünkü Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bütün bid’atların dalâlet olduğuna hükmetmiştir. Bid’atları iki kısma ayıran kimse, her bid’at dalâlet değil, aksine güzel bid’at da vardır, demektedir.
Hâfız İbn-i Receb, "Nevevî Kırk Hadis" şerhinde şöyle der:
"Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in:
(وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ.)
"Ve her bid’at dalâlettir", sözü Cevâmi’ul-Kelim'dendir.[266] Hadiste zikredilen hiçbir şey, Cevâmi’ul-Kelim ifâdesinin dışına çıkmaz. Bu hadis, İslâm dîninin büyük esaslarındandır.
Bu, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şu hadisine benzer:
)مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ.)[ متفق عليه ]
"Kim, bu işimizde )dînimizde(onda olmayan bir şeyi ona ihdâs eder )Kur'an ve sünnette aslı olmayan bir şey getirir)se, o ihdâs ettiği şey, reddolunmuştur )sahibine iâde olunur)."[267]
"Yeni şeyler ihdâs edip onu dîne mal eden her kim, ihdâs ettiği şeyin dînde bir delili yoksa ihdâs ettiği şey kendisine döner. Onun bu hareketi dalâlettir ve İslâm dîni bu ortaya atılan şeyden uzaktır. Bütün bunlar ister itikâdî, ister amelî, isterse gizli ve açık sözlü meselelerde olsun, hepsi aynıdır."[268]
Bid’at-ı Hasene diye bir bid’atın var olduğunu iddiâ edenlerin, Ömer’in -radıyallahu anh- terâvih namazı hakkında:
(نِعْمَتِ الْبِدْعَةُ هَذِهِ.)
"Bu, ne güzel bir bid’attır" sözünden başka bir gerekçeleri yoktur.
Yine, bu kimseler "Kur’an-ı Kerîm'in bir kitapta toplanması, hadislerin yazılıp kitaplar haline getirilmesi gibi birçok şey ihdâs edilmesine rağmen, seleften hiç kimse bu durumu çirkin görmemiştir" demektedirler.
Onlara şöyle cevap verebiliriz:
Bu amellerin hepsinin dînde bir aslı vardır. Sonradan ihdâs edilmemiştir. Ömer’in -radıyallahu anh- terâvih namazı hakkında:
"Bu ne güzel bir bid’attır" sözüne gelince,Ömer -radıyallahu anh- bununla bidatin sözlük anlamını kastetmiştir, terim anlamını kastetmemiştir.Dînde aslı olan bir şeyin aslına dönülür.Bu bid’attır,denilecek olursa, sözlük anlamındadır, terim anlamında değildir. Çünkü bid’at, terim olarak, dînde kendisine müracaat edilecek aslı olmayan şey demektir.
Kur’an’ın bir kitapta toplanması, dînde aslı olan bir şeydir. Çünkü Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- vahiy kâtiplerine Kur’an’ı yazmalarını emrederdi. Fakat sahâbe -radıyallahu anhum- ayrı ayrı yazılmış durumda olan Kur’an-ı Kerîm'i muhafaza etmek için bir mushafta toplamışlardır.
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bazı geceler ashâbına terâvih namazını kıldırmış ve onlara farz kılınmasından çekindiği için sonraki gecelerde geri kalmıştır. Sahâbe,Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in hem hayatında, hem de vefâtından sonra gruplar halinde ayrı ayrı terâvih namazını kılmaya devam etmişlerdir.
Nitekim Ömer -radıyallahu anh- sahâbeyi, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in arkasında kıldıkları gibi, bir imamın arkasında namaz kılmaları için bir araya getirmiştir. Onun bu davranışı, dînde bid’at sayılmaz.
Yine, hadislerin yazılmasının da dînde bir aslı vardır. Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ashâbından bazıları hadisleri yazmak istedikle-rinde, bazı hadisleri için onlara izin vermiştir. Fakat belirli bir dönem hadislerini yazmaktan sakındırmasının sebebi; hadislerin Kur’an âyetleriyle karıştırılma-sından endişe etmesinden dolayıdır. Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- vefât ettikten sonra bu sakıncalı durum ortadan kalkmıştır. Zirâ Kur’an-ı Kerîm, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in vefâtından önce tamamlanmış ve muhafaza edilmiştir. Müslümanlar daha sonra onun sünnetini kaybolup gitmekten korumak için kitaplar haline getirmişlerdir.
Allah'ın kitabı ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetini yok olup gitmekten ve onlarla oynamak isteyenlerden muhafaza ettikleri için Allah Teâlâ, bizden ve müslümanlardan yana onlara en güzel şekilde mükâfatlarını versin.
2. FASIL
Müslümanların hayatında bid'atların ortaya çıkışı ve bu çıkışın nedenleri:
1. Müslümanların hayatında bid'atların ortaya çıkışı:
Bu konu, iki mesele altında toplanmaktadır:
Birincisi: Bid'atların ortaya çıkış zamanı:
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- bu konuda şöyle der: *
"Bilmen gerekir ki, bu ümmet içerisinde ilim ve ibâdetlerle ilgili bid’atların geneli, bu ümmette râşid halîfelerin son dönemlerinde ortaya çıkmıştır. Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bunu şöyle haber vermektedir:
(مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْديِ فَسَيَرَى اخْتِلاَفاً كَثِيراً، فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتيِ وَسُنَّةِ الْخُلَفاَءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِييِّنَ مِنْ بَعْديِ.)[ مجموع الفتاوى:10/354 ]
"Sizden kim, benden sonra yaşarsa, )dînde(çok ihtilaflar görecektir. Bu sebeple benim sünnetime ve benden sonraki doğru yolu bulmuş râşid halîfelerimin sünnetine sarılın."[269]
İlk defa ortaya çıkan, Kader, İrcâ, Teşeyyu’ )Şiâlaşma(ve Hâricîlik bid’atlarıdır.
Osman b. Afvân'ın -radıyallahu anh- öldürülmesin-den sonra ayrılıklar meydana gelmiş ve ortaya Harûriyye/ Hâricîlik bid’âti çıkmıştır. İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer ve Cabir -radıyallahu anhum- gibi sahâbenin yaşadığı son dönemde kaderi inkâr edenler ortaya çıkmıştır. Mürcie de bu döneme yakın bir zamanda ortaya çıkmıştır. Cehmiyye ise, tâbiîn döneminin sonlarına doğru Ömer b. Abdulaziz’in vefatının ardından ortaya çıkmıştır.Ömer b. Abdulaziz’in onlar hakkında uyarılarda bulunduğu da rivâyet olunmuştur. Cehm b. Safvan’ın Horasan’da ortaya çıkışı ise, Hişam b. Abdülmelik dönemine denk gelir.
Bu bid’atlar, sahâbenin olduğu bir zamanda 2. asırda ortaya çıkmıştır. Nitekim sahâbe, bid’atçıları reddedip inkâr etmişlerdir.
Sonra Mu’tezile[270] bid’atı ortaya çıkmış, müslümanlar arasında fitneler meydana gelmiş, görüş ayrılıkları, bid’atlara, hevâ ve hevese meyletme hastalığı ortaya çıkmıştır.
Tasavvuf bid’atı ile kabirlerin üzerine kubbe gibi türbeler binâ etme bid’atı da, dönemlerin en hayırlısı olan sahâbe, tâbiîn ve etbâut-tâbiîn dönemlerinden sonra ortaya çıkmış ve bu fazîletli üç dönemden uzaklaştıkça bid’atlar çoğalarak yaygınlaşmıştır.
İkincisi: Bid'atların ortaya çıktığı yerler:
Bid’atların ortaya çıkışı konusunda İslâm ülkeleri çok çeşitlidir.
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -rahimehullah- bu konuda şöyle der:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbının oturduğu, ilim ve îmânın çıktığı büyük şehirler beştir. Bunlar:Mekke, Medine, Bağdat, Kûfe ve Şam’dır. Bu yerlerden Kur’an, hadis, fıkıh, ibâdet ve bunlara bağlı olarak İslâm ile ilgili şeyler çıkmıştır. Medine dışındaki şehirlerde ise köklü bid’atlar ortaya çıkmıştır. Kûfe’de Şiâ ve Mürcie bid’atları çıkmış ve diğer şehirlere yayılmıştır. Basra’da Kaderiyye, Mu’tezile ve tasavvufçu bidâtlar çıkmış ve diğer şehirlere kadar yayılmıştır. Şam’da Nevâsıb[271] ve Kaderiyye bid’atları vardı. Cehmiyye bid’atı ise Horasan’ın ücrâ kesimlerinde ortaya çıkmış ve bid’atların en şerlisi olmuştur. Bid’atların ortaya çıkışı, Medîne’ye uzak oluşuna göre farklılık arz etmiştir. Osman b. Affân -radıyallahu anh- öldürüldükten sonra müslümanlar arasında ayrılıklar meydana gelince, Harûrîyye[272] bid’atı ortaya çıkmıştır. Medine, bu bid’atların ortaya çıkmasından uzak bir şekilde emniyette idi. Medine’de Kaderiyye ve başka topluluklar, bid’atlarını içlerinde gizlemelerine rağmen, Kûfe’deki Şiâ ve Mürcie bid’atları, Basra’daki Mu’tezile ve tasavvuf bid’atları ve Şam’daki Nevâsıb bid’atının tersine bu kimseler, Medine halkı tarafından alçalmış ve baskı altında bırakılmışlardı. Nitekim Deccâl’in Medine’ye giremeyeceğine dâir Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’den rivâyet olunan sahih bir hadis vardır. İlim ve îmân, Medine’de İmam Mâlik’in hicrî 4. asırdaki ashâbının devrine kadar üstün bir durumdaydı."[273]
Dönemlerin en hayırlısı olan sahâbe, tâbiîn ve etbâut-tâbiîn dönemlerinde Medine’de kesinlikle gözle görülen herhangi bir bid’at yoktu.
Yine, diğer şehirlerde ortaya çıktığı gibi, Medine’de dînin esaslarında kesinlikle bir bid’at ortaya çıkmamıştır.
2. Bid'atların ortaya çıkış nedenleri:
Şüphesiz Kur’an ve sünnete sarılmak, bid’atlara ve dalâlete düşmekten bir kurtuluştur.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَأَنَّ هَٰذَا صِرَٰطِي مُسۡتَقِيمٗا فَٱتَّبِعُوهُۖ وَلَا تَتَّبِعُواْ ٱلسُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمۡ عَن سَبِيلِهِۦۚ ذَٰلِكُمۡ وَصَّىٰكُم بِهِۦ لَعَلَّكُمۡ تَتَّقُونَ ١٥٣ ﴾ [سورة الأنعام الآية: 153]
"Şüphesiz bu )İslâm(benim dosdoğru yolumdur. O halde o yola uyun, dalâlet yollarına uymayın. Çünkü o yollar, sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. Allah, )emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da kaçınmak sûretiyle azabından(sakınmanız için bunları emretmiştir."[274]
Nitekim Abdullah b. Mes’ud -radıyallahu anh-'dan rivâyet olunan hadiste, o şöyle der:
(خَطَّ لَنَا رَسُولُ اللهِ H خَطاًّ، ثُمَّ خَطَّ عَنْ يَمِينِهِ وَعَنْ شِماَلِهِ خُطُوطًا، ثُمَّ قَالَ: هَذاَ سَبيِلُ اللهِ، وَهَذِهِ السُّبُلُ عَلىَ كُلِّ سَبيِلٍ مِنْهاَ شَيْطاَنٌ يَدْعُو إِلَيْهِ، ثُمَّ تَلاَ: ﴿ وَأَنَّ هَٰذَا صِرَٰطِي مُسۡتَقِيمٗا فَٱتَّبِعُوهُۖ وَلَا تَتَّبِعُواْ ٱلسُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمۡ عَن سَبِيلِهِۦۚ ذَٰلِكُمۡ وَصَّىٰكُم بِهِۦ لَعَلَّكُمۡ تَتَّقُونَ ١٥٣ ﴾ [ أخرجه أحمد وابن حبان والحاكم ]
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yere bizim için bir çizgi çizdi. Sonra o çizginin sağına ve soluna çizgiler çizdi. Sonra da şöyle buyurdu:
-Bu yol, Allah’ın yoludur.Bu yollar ise, dalâlet yollarıdır.Her yolun üzerinde o yola çağıran bir şeytan vardır.Ardından şu âyeti okudu:
'Şüphesiz bu )İslâm(benim dosdoğru yolumdur. O halde o yola uyun, dalâlet yollarına uymayın. Çünkü o yollar, sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. Allah, )emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da kaçınmak sûretiyle azabından(sakınmanız için bunları emretmiştir."[275]
Kim, Kur’an ve sünnetten yüz çevirirse, dalâlet yolları ve sonradan ihdâs olunan bid’atlar arasında bocalayıp durur.
Bid’atların ortaya çıkmasına neden olan hususları şu şekilde özetlemek mümkündür:
İslâm dîninin hükümlerini bilmemek, nefsin arzu ve isteklerine uymak, görüş ve şahıslara körü körüne bağlanmak, kâfirlere benzemek ve onları taklit etmektir.
Şimdi bu nedenleri detaylı olarak ele alalım:
1.İslâm dîninin hükümlerini bilmemek:
Zaman uzadıkça ve insanlar risâletin )elçinin(izinden uzaklaştıkça ilim azalır ve cehâlet yaygınlaşır.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bunu şu sözü ile haber vermektedir:
(مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْديِ فَسَيَرَى اخْتِلاَفاً كَثِيراً، فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتيِ وَسُنَّةِ الْخُلَفاَءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِييِّنَ مِنْ بَعْديِ.)[ رواه أبو داود والترمذي ]
"Sizden kim benden sonra yaşarsa, )dînde(çok ihtilaflar görecektir. Bu sebeple benim sünnetime ve benden sonra gelecek olan doğru yolu bulmuş râşid halîfelerimin sünnetine sarılın."[276]
Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
(إِنَّ اللهَ لاَ يَقْبِضُ الْعِلْمَ حَتىَّ يَنْتَزِعَهُ مِنَ الْعِبَادِ، وَلَكِنْ يَقْبِضُ الْعِلْمَ بِقَبْضِ الْعُلَمَاءِ حَتىَّ إِذاَ لَمْ يُبْقِ عاَلِماً اتَّخَذَ النَّاسُ رُؤُوسًا جُهَّالاً فَسُئِلوُا فَأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا.)[ متفق عليه ]
"Şüphesiz Allah, kulları arasından ilmi çekip )kaldırıp(almayacaktır. İlmi âlimlerin ruhlarını alarak ilmi kaldıracaktır. Taki yeryüzünde bir âlim bile bırakmayacaktır. Böylece insanlar, câhil kimseleri önder edinecekler ve bu âlimlere sorular soracaklar, onlar da bilgisizce fetvâ vereceklerdir. Böylelikle hem kendileri, hem de )fetvâ verdikleri(insanlar sapıtacaklardır."[277]
İlim ve âlimler olmadıkça, bid’atlara karşı konulamaz. İlim ve âlimler yok olunca da bid’atların ortaya çıkarak yaygınlaşmasına, bid’at ehlinin de etkin hale gelmesine fırsat tanınmış olur.
2. Nefsin arzu ve isteklerine uymak:
Kur’an ve sünnetten yüz çeviren kimse, hevâsına uyar.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ فَإِن لَّمۡ يَسۡتَجِيبُواْ لَكَ فَٱعۡلَمۡ أَنَّمَا يَتَّبِعُونَ أَهۡوَآءَهُمۡۚ وَمَنۡ أَضَلُّ مِمَّنِ ٱتَّبَعَ هَوَىٰهُ بِغَيۡرِ هُدٗى مِّنَ ٱللَّهِۚ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يَهۡدِي ٱلۡقَوۡمَ ٱلظَّٰلِمِينَ ٥٠ ﴾ [سورة القصص الآية: 50 ]
")Ey Nebi!(Şayet onlar, sana )senin çağrına(cevap vermezlerse, bil ki onlar, sadece hevâlarına uymaktadırlar. Allah’tan doğru yolu gösteren birisi olmaksızın hevâsına uyandan daha sapık kim olabilir? Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez."[278]
Başka bir âyette ise şöyle buyurmuştur:
﴿ أَفَرَءَيۡتَ مَنِ ٱتَّخَذَ إِلَٰهَهُۥ هَوَىٰهُ وَأَضَلَّهُ ٱللَّهُ عَلَىٰ عِلۡمٖ وَخَتَمَ عَلَىٰ سَمۡعِهِۦ وَقَلۡبِهِۦ وَجَعَلَ عَلَىٰ بَصَرِهِۦ غِشَٰوَةٗ فَمَن يَهۡدِيهِ مِنۢ بَعۡدِ ٱللَّهِۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ٢٣ ﴾
[ سورة الجاثية الآية: 23 ]
")Ey Nebi!(Hevâsını ilâh edinen ve kendisine bilgi erişip huccet ikâme edildiği halde, öğüt dinlemeyip ibret almadığı için Allah’ın kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üzerine de perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan başka kim onu doğru yola iletebilir. Siz hâlâ düşünmüyor musunuz?"[279]
Bid’atlar, ancak nefsin arzu ve isteklerine uymanın sonucunda ortaya çıkar.
3. Şahısların görüş ve düşüncelerine körü körüne bağlanmak:
Şahısların görüşlerine körü körüne bağlanmak, kişinin delile uymasına ve hakkı öğrenmesine engel olur.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ٱتَّبِعُواْ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ قَالُواْ بَلۡ نَتَّبِعُ مَآ أَلۡفَيۡنَا عَلَيۡهِ ءَابَآءَنَآۚ أَوَلَوۡ كَانَ ءَابَآؤُهُمۡ لَا يَعۡقِلُونَ شَيۡٔٗا وَلَايَهۡتَدُونَ ١٧٠ ﴾ [ سورة البقرة الآية: 170 ]
"Onlara: Allah’ın indirdiği şeye uyun, denildiğinde onlar, ‘Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ dediler.Onlar, )Allah hakkında(hiçbir şey anlamamış ve doğruyu da bulamamış idiyseler, )hâlâ atalarının yoluna mı uyuyorlar?)"[280]
Bu davranış, günümüzdeki bazı mezhep mensuplarının, tasavvufçuların ve türbelere ibâdet edenlerin hâlidir. Kur’an ve sünnete uymaya dâvet edildikleri ve onlardan Kur’an ve sünnete aykırı şeyleri terk etmeleri istendiğinde mezheplerini, şeyhlerini ve atalarını gerekçe gösterirler.
4. Kâfirlere benzemek:
Kâfirlere benzemek, bid’atlara düşüren hususların en tehlikelisidir.
Nitekim Ebû Vâkid el-Leysî’den -radıyallahu anh- rivâyet olunan hadiste, şöyle der:
(خَرَجْنـَا مَعَ رَسُولِ اللهِ H إِلىَ حُنَيْنٍ وَنَحْنُ حُدَثَاءُ عَهْدٍ بِكُفْرٍ، وَلِلْمُشْرِكِينَ سِدْرَةٌ يَعْكِفُونَ عِنْدَهاَ وَيَنُوطُونَ بِهاَ أَسْلِحَتَهُمْ، يُقاَلَ لَهاَ ذَاتُ أَنْواَطٍ، فَمَرَرْناَ بِسِدْرَةٍ فَقُلْناَ: يَا رَسُولَ اللهِ اجْعَلْ لَناَ ذاَتَ أَنْواَطٍ كَماَ لَهُمْ ذاَتُ أَنْواَطٍ، فَقاَلَ رَسُولُ اللهِ H : اللهُ أَكْبَرُ، إِنَّهاَ السُّنَنَ، قُلْتُمْ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ كَماَ قاَلَتْ بَنوُ إِسْرَائِيلَ لِمُوسَى: ﴿ قَالُواْ يَٰمُوسَى ٱجۡعَل لَّنَآ إِلَٰهٗا كَمَا لَهُمۡ ءَالِهَةٞۚ قَالَ إِنَّكُمۡ قَوۡمٞ تَجۡهَلُونَ ١٣٨ ﴾[الأعراف: 138] (لَتَرْكَبُنَّ سَنَنَ مَنْ كاَنَ قَبْلَكُمْ.)
[ رواه الترمذي وقال حديث حسن صحيح ]
"Biz, daha yeni müslüman olduğumuz bir halde, )savaşmak için(Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte Huneyn’e çıktık. Müşriklerin, yanında konaklayıp tâzim gösterdikleri ve bereket ummak amacıyla silahlarını astıkları Zât-u Envât denilen Sidre ağacının yanından geçtik.
Biz:
-Ey Allah’ın elçisi! Onların Zât-u Envât ağacı gibi, bize de bir Zât-u Envât ağacı yapsan’, dedik.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
-Allahu Ekber! Sizden öncekilerin izledikleri kötü yolu siz de izlediniz. Nefsim elinde olan Allah’a yemîn olsun ki İsrâiloğullarının Musa’ya söylediklerinin aynısını siz de söylediniz. Onlar Musa’ya:')Ey Musa!(Onların ilâhları olduğu gibi, sen de bizim için bir ilâh yap! Musa: Siz, gerçekten câhil bir topluluksunuz, dedi.’ Muhakkak ki siz, sizden öncekilerin izlemiş oldukları yola )adım adım(uyacaksınız."[281]
Bu hadiste, İsrâiloğullarının kendi elçilerinden Allah Teâlâ'nın dışında kendilerine ibâdet etmek ve onlardan bereket ummak için ilâhlar edinmesini istedikleri gibi, onları böyle çirkin bir istekte bulunmalarına sevk eden şeyin, kâfirlere benzemek olduğu anlaşılmaktadır ki, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in )yeni müslüman olan(ashâbından bazılarını, Allah Teâlâ'nın dışında birisinden bereket ummak için kendilerine bir ağaç edinmesini istemelerine sevk eden şey de, kâfirlere benzemek olmuştur.
İşte bu, günümüzde olanların aynısıdır. Zirâ müslümanların çoğu, doğum gününü kutlamak, özel günler ve haftalar düzenlemek, dînî münâsebet ve hâtıralarla şenlikler düzenlemek, heykel ve anıtlar yaptırmak, yas törenleri düzenlemek, cenâze bid’atları ve kabirlerin üzerine binâ yapmak gibi bid’at ve şirk olan şeylerde kâfirleri taklit etmişlerdir.
% % % % %
3. FASIL
İslâm ümmetinin bid'atçılara karşı tutumu ve Ehl-i sünnet ve'l-cemaatin bid'atçılara karşı izlediği yol:
İslâm ümmetinin bid'atçılara karşı tutumu:
Ehli sünnet ve'l-cemaat, bid’atçılara karşı koymaya devam etmiş, bid’atlarını kabul etmeyip onları inkâr etmiş ve onların bid’atlarını sürdürmelerine her zaman engel olmaya çalışmışlardır.
İşte bunlardan bazıları:
1. Ümmü Derdâ’dan -radıyallahu anhâ- rivâyet olunduğuna göre, şöyle der:
"Ebû Derdâ, )bir gün(hiddetlenmiş bir halde eve girince, ona:
-Sana ne oldu? diye sordum.
Bana:
-Allah’a yemîn olsun ki, namaz kılmalarından başka onlarda Muhammed’in dîninden hiçbir şey bilmiyorum )görmüyorum)."[282] dedi
2. Amr b. Yahya’dan rivâyet olunduğuna göre, şöyle der:
"Babamı, babasından şöyle rivâyet ederken işittim: Biz, sabah namazından önce, Abdullah b. Mesud’un evinin kapısının önünde oturur, onun dışarı çıkmasını beklerdik. Dışarı çıkınca da onunla birlikte câmiye kadar yürürdük. Yanımıza Ebû Musa el-Eş’arî geldi ve:
-Abdurrahman'ın babası! )Abdullah b. Mesud(hâlâ dışarı çıkmadı mı? diye sordu.
Biz de:
-Hayır, daha çıkmadı’ deyince, Abdullah b. Mesud dışarı çıkıncaya kadar yanımıza oturdu. Dışarı çıkınca hep birlikte ona doğru ayağa kalktık.
Ebû Musa ona:
-Ey Abdurrahman'ın babası! Ben, az önce camide bir olay gördüm ve bunu kabul etmeyip reddettim. Ancak Allah’a hamd olsun ki hayırdan başka bir şey görmedim.
Abdullah b. Mesud:
-Nedir o? diye sordu.
Ebû Musa:
-Yaşarsan onu görürsün', dedi.
Daha sonra şöyle dedi:
-Mescitte namazı bekleyen halkalar halinde oturmuş bir topluluk gördüm. Her halkanın ortasında bir adam, halkanın çevresinde de ellerinde taşlar olan insanlar vardı.
Adam:
-Yüz defa Allahu Ekber' deyin, dedikten sonra halkanın çevresindekiler yüz defa 'Allahu Ekber' diyorlar.
Adam:
-Yüz defa Lâ ilâhe illallah' deyin, dedikten sonra halkanın çevresindekiler yüz defa ‘Lâ İlâhe İllallah’ diyorlar.
Adam:
-Yüz defa Subhânallah' deyin, dedikten sonra halkanın çevresindekiler yüz defa ‘Subhânallah’ diyorlar.
Abdullah b. Mesud, Ebû Musa’ya:
-Onlara günahlarını saymalarını emredip sevapların-dan da bir şey eksilmeyeceğini garanti edip söylemedin mi? diye sordu.
Ardından o yürüdü, biz de onunla beraber camideki halkalardan birine gelinceye dek yürüdük. Halkanın başında durup onlara:
-Yapmakta olduğunuzu gördüğüm şey nedir? diye sordu.
Onlar:
-Ey Abdurrahman'ın babası! Bunlar, 'Allahu Ekber, Lâ ilâhe illallah, Subhânallah ve Elhamdulillah' derken, dediklerimizi saymakta kullandığımız taşlardır' dediler.
Abdullah b. Mesud onlara:
-O halde günahlarınızı sayın. Çünkü ben, size sevaplarınızdan hiçbir şeyi kaybetmeyeceğinizi garanti ederim. Yazıklar olsun size ey Muhammed ümmeti! Ne kadar da erken helâk oldunuz! İşte bunlar, hayatta olan O’nun ashâbıdır. İşte bu, O’nun henüz eskimemiş elbisesi, işte bu da kırılmamış kaplarıdır. Nefsim elinde olan Allah’a yemîn olsun ki siz, ya Muhammed’in dîninden daha doğru bir dîn üzeresiniz, ya da dalâlet kapısı açan kimselersiniz!
Onlar:
-Ey Abdurrahman'ın babası! Allah’a yemîn olsun ki biz, hayırdan başka bir şey arzu etmedik’ dediler.
Abdullah b. Mesud onlara:
-İyilik arzuladığı halde, iyiliği bulamayan nice insan vardır’ dedi.
Daha sonra şöyle dedi.
-Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-, Kur’an okudukları halde, okudukları Kur’an’ın gırtlaklarından aşağıya inmediği bir topluluğu bize haber verdi. Allah’a yemîn olsun ki o topluluğun çoğu herhalde sizlersiniz’ deyip oradan ayrıldı.
Amr b. Seleme şöyle der:
-Bu kimselerin çoğunu, Nehravân savaşında Hâricîlerle birlikte bize karşı vuruşurken )savaşırken(gördük."[283]
3. Adamın birisi,İmam Mâlik b.Enes’e -rahimehullah- gelerek şöyle der:
"İhrama nereden gireyim?"
İmam Mâlik ona:
-Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in mîkât olarak tayin edip ihrama girdiği yerden ihrama girersin' dedi.
Adam:
-Daha uzaktan ihrama girsem olmaz mı’ diye sordu. İmam Mâlik:
-Daha uzaktan ihrama girmeni uygun görmüyorum' deyince, adam:
-Bunu kerih mi görüyorsun' diye sordu.
İmam Mâlik:
-Fitneye düşmeni kerih görüyorum' dedi.
Adam:
-Fitne,iyiliğin )sevabın(fazla olmasının neresindedir?' deyince, İmam Mâlik:
-Çünkü Allah Teâlâ buyuruyor ki:
﴿ ... فَلۡيَحۡذَرِ ٱلَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنۡ أَمۡرِهِۦٓ أَن تُصِيبَهُمۡ فِتۡنَةٌ أَوۡ يُصِيبَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمٌ ٦٣ ﴾ [سورة النور من الآية: 63]
"O'nun )Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in(emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar."[284]
İmam Mâlik:
-Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in tayin etmediği bir şeyi, senin fazîlet olarak tayin etmenden daha büyük fitne mi olur?"[285] dedi.
Bu saydıklarımız, birer örnektir. Allah’a hamd olsun her asırda İslâm âlimleri, bid’atçıları inkâr edip reddetmişler ve hâlâ onları inkâr edip reddetmektedirler.
Ehl-i sünnet ve'l-cemaatin bid'atçılara karşı izlediği yol:
Ehli sünnet ve'l-cemaatin bid’atçılara karşı izlediği yol, iknâ edici ve karşısındaki insanı cevap veremeyecek durumda bırakan Kur’an ve sünnet üzere olan bir yoldur.
Ehli sünnet ve'l-cemaat, öncelikle bid’atçıların ileri sürdükleri şüpheleri arz eder, sonra da bu şüpheleri geçersiz kılar. Bu konuda, sünnetlere sıkı sıkıya sarılmanın, bid’atları ve dîne sokulan yenilikleri yasaklamak gerektiğine dâir Kur’an ve sünnetten delil gösterir. Bu konuda birçok eser yazarak akâidle ilgili kitaplarda Şiâ, Hâricîler, Cehmiyye, Mu’tezile ve Eş’arîlerin îmân ve inanç esasları konusunda söyledikleri makalelere reddiyeler verdi ve bununla ilgili kitaplar yazdı.
Nitekim İmam Ahmed -rahimehullah- "Cehmiyye'ye Reddiye" diye bir kitap yazmıştır. Yine, İmam Ahmed’den başka, Osman b. Saîd ed-Dârimî -rahimehullah- gibi imamlar da bu konuda kitaplar yazmışlardır.
Ayrıca Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye, öğrencisi İbn-i Kayyim, Muhammed b. Abdulvahhâb -rahimehumullah- ve diğer âlimler, kitaplarında bu bâtıl gruplara, kabircilere ve tasavvufçulara reddiyeler vermişlerdir.
Bid’at ehline reddiyeler vermek için bu konuda yazılmış özel kitaplara gelince, bunlar pek çoktur.
Bu konuda eskiden yazılan kitaplar şunlardır:
1. Şâtibî’nin; "el-İ’tisâm" adlı kitabı.
2. Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye’nin "İktidâus-Sırâtıl-Mustakîm" adlı kitabı. Bu kitabın büyük bir bölümü, bid’atçılara reddiyeler vermekle geçmiştir.
3. İbn-i Vaddâh’ın "İnkârul- Havâdisi vel-Bide’" adlı kitabı.
4. Tartûşî’nin "el-Havâdisu vel-Bide’" adlı kitabı.
5. Ebû Şâme’nin "el-Bâisu alâ İnkâril-Bide’i vel-Havâdis" adlı kitabı.
Günümüzde bu konuda yazılan kitaplar şunlardır:
1. Ali Mahfûz’un "el-İbda’u fî Medârril-İbtida’ " kitabı.
2. Muhammed b. Ahmed Şukayrî Havâmidî’nin "es-Sünen vel-Mubtedeâtul-Muteallika bil-Ezkâri ves-Salavât" adlı kitabı.
3. Abdulaziz b. Baz’ın "et-Tehzîr minel-Bide’" adlı risâlesi.
Allah Teâlâ'ya hamd olsun, günümüzde İslâm âlimleri, müslümanları bilgilendirip aydınlatma, bid’atları ortadan kaldırma ve bid’atçıları da kontrol altına alma konusunda büyük etkisi olan gazete, dergi, radyo, Cuma hutbeleri, sempozyum ve konferanslar yoluyla bid’atları reddetmekte ve bid’atçılara reddiyeler vermektedirler.
% % % % %
3. FASIL
Günümüzdeki bid'atlara örnekler:
Zamanın ilerlemesi, ilmin azalması, bid’atlara, dînin emir ve yasaklarına aykırı olan şeylere çağıran dâvetçilerin çoğalması ve Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in:
(لَتَتَّبِعُنَّ سَنَنَ مَنْ كاَنَ قَبْلَكُمْ.)[رواه الترمذي و صححه]
"Muhakkak ki siz, sizden öncekilerin izledikleri yola )adım adım(uyacaksınız."[286]
Sözü gereği, geleneklerde ve dîni merasimlerde kâfirlere benzemenin hızla yayılması sebebiyle günümüzde bid’atlar çoğalmıştır.
Günümüzdeki bazı bid’atlara örnekler:
1. Mevlid-i Nebevî’yi )Mevlid Kandilini(kutlamak.
2. Bazı mekânlardan, eserlerden, ölülerden veya bunun gibi şeylerden bereket ummak )bunlarla teberrükte bulunmak).
3. İbâdetler alanında yapılan bid’atlar ve bu bid’atlarla Allah Teâlâ'ya yakınlaşmaya çalışmak.
1. Rebiül-Evvel ayında Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in doğum gününü )Mevlid Kandilini(kutlamak:
Bu davranış, İsa -aleyhisselâm-'ın doğum gününü kutlama merasimi olarak bilinen hususta hıristiyanlara benzemektir. Câhil müslümanlar ya da sapıtmış âlimler, her yıl Rebîul-Evvel ayında Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in doğumu münâsebetiyle O’nun doğum gününü kutlamaktadırlar.Kimi müslümanlar, bu merâsimi câmilerde, kimisi evlerde, kimisi de bu iş için hazırlanan yerlerde düzenlemektedirler. Bu merâsimlere ayak takımı ve birçok câhil insan iştirak ederek hıristiyanların İsa -aleyhisselâm-’ın doğum gününü kutladıkları gibi kutlayarak onlara benzemektedirler.
Genellikle bu kutlamalarda, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında aşırıya gidilen kasîdeler okunan, Allah'a değil de Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e yalvaracak ve O’ndan yardım dileyecek dereceye varacak şekilde şirke götüren ameller ve çirkin şeylerle doludur. Oysa Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- aşırı bir şekilde övülmeyi yasaklaya-rak şöyle buyurmuştur:
(لاَ تُطْرُونيِ كَماَ أَطْرَتِ النَّصاَرىَ ابْنَ مَرْيَمَ، إِنَّماَ أَناَ عَبْدٌ فَقُولُوا: عَبْدُ اللهِ وَرَسُولُهُ.)[ متفق عليه ]
"Beni, hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı bir şekilde övdükleri gibi övmeyin.Ben, ancak bir kulum ve )benim için(Allah’ın kulu ve elçisidir, deyin."[287]
Mevlid-i Nebevî’yi kutlayanlar, kutlamalarında Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in hazır bulunduğuna bile inanmaktadırlar.
Bu kutlamalarda çalgılar çalınıp topluca kasîdeler söylenmekte, defler çalınmakta ve bid’atçı tasavvufçuların yaptığı zikirler gibi çirkin şeyler vukû bulmaktadır.
Yine, )bazı ülkelerde(erkeklerle kadınlar bu kutlamalarda bir arada gelmektedir ki, bu davranış, fitne ve hayâsızlığa kadar götürmektedir.
Bu kutlamalarda, -iddiâ ettikleri gibi- bu sakıncalı durumlar olmasa ve sadece toplanmak, yemek yemek ve sevinmek için bile olsa dîne sonradan sokulan bir yeniliktir. Dîne sonradan sokulan her yenilik ise, bid’attır.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
")Dîne sonradan sokulan(her yenilik, bid’attır, her bid’at da dalâlettir."
Yine, başka kutlamalarda yapılan çirkin şeyler, bu kutlamalarda da ileri gidilerek aynı şeyler yapılabilir.
Mevlid-i Nebevî’yi kutlamak, bid’attır, dedik. Çünkü bunun Kur’an ve sünnette hiçbir delili yoktur. Sahâbe, tâbiîn, etbâut-tâbiîn ve selef-i sâlih’ten hiç kimse bunu yapmamıştır. Mevlid-i Nebevî, hicrî 4. asırdan sonra kutlanmaya başlanmış ve ilk defa ortaya çıkaranlar da şiânın bir kolu olan Fâtımîler olmuştur.
İmam Ebû Hafs Tâcuddîn Fâkihânî -rahimehullah- şöyle der:
"Cemaatten bazı kimselerin -Allah onları mübârek kılsın-, Rebîul-Evvel ayında toplanıp yaptıkları ve adına mevlid dedikleri iş hakkında tekrar tekrar soru soruyorlar. Bu amelin dînde bir aslı ve esası var mıdır? Meselenin açıklanıp bu konudaki cevabın doyurucu olmasını istiyorlar.
Derim ki:
Başarı Allah’tandır. Bu doğum gününü kutlamakla ilgili olarak Kur’an ve sünnetten ne bir delil, ne de dînde bize örnek olan ve ilk müslümanların izledikleri şeylere sımsıkı sarılan bu ümmetin âlimlerinden böyle bir şeyin nakledildiğini biliyorum. Aksine bu kutlama, işsiz-güçsüz ve nefislerinin hevâsına uyan yiyicilerin ihdâs ettiği şeylerdir."[288]
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye de -rahimehullah - şöyle der:
"Bazı insanların çıkardıkları bu şeyde, ya İsa-aleyhisselâm-’ın doğum gününü kutlayan hıristiyanlara benzeme vardır ya da Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e sevgi duymak ve saygı göstermek için yapılır. İnsanlar, doğum gününü kutlama konusunda farklı olmalarına rağmen, her kim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in doğum gününü bayram edinirse, )bilsin ki(ilk müslümanlardan hiç kimse bunu yapmamıştır. Bu işte hayır olsa veya bunu yapmak tercihli bir görüş olsaydı, onlar Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’i bizden daha çok sever ve ona saygı duyarlardı. Zirâ onlar, hayra bizden daha düşkün idiler. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’i sevmek ve ona saygı göstermek, ancak O'nun yaptığı gibi yapmak, O'na itaat etmek, O'nun emirlerine uymak, gizli ve açık olarak sünnetini yaşatmak, gönderildiği bu dîni yaymaya çalışmak ve bu uğurda kalp, el ve dil ile cihâd etmektedir. Çünkü bu yol,Muhâcir, Ensâr ve onlara en güzel şekilde uyan ilk müslümanların yoludur."[289]
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in doğum gününü kutlama bid’atını reddetme konusunda eskiden olduğu gibi, günümüzde de çeşitli risâle ve kitaplar yazılmıştır. Bunun bid’at ve hıristiyanlara benzeme oluşunun yanında bu olay evliyâ, şeyh ve liderlerin doğum günlerini kutlama gibi, başka doğum günlerini kutlamaya kadar götürür ki bu, birçok şer kapısının açılmasına sebep olur.
2. Mekanlardan, nebilerden ve salihlerden geriye kalan eserlerden, ölü veya hayatta olan şahıslardan bereket ummak:
Dînde sonradan çıkarılan yeniliklerden birisi de, yaratılanlardan bereket ummaktır ki bu hareket, putperestliğin başka bir şekli ve saf insanların mallarını bu yolla avlayan kiralık insanlar şebekesidir.
Teberrük kelimesi, bereket istemek demektir ki bu, bir şeyde iyiliğin sâbit olması ve ziyâdeleşmesidir. Bir şeyde iyiliğin sâbit olması ve ziyâdeleşmesini istemek, ancak bu iyiliğe sahip olan ve ona güç yetiren tarafından mümkündür ki o da Allah Teâlâ'dır. Bereketi indiren ve onu sâbit kılan sadece O’dur. Yaratılan kimse bereket vermeye, onu yoktan var etmeye, bereketin kalmasını sağlamaya veya onu sâbit kılmaya güç yetiremez.
Mekânlardan, nebilerden veya sâlihlerden geriye kalan eserlerden,sağ veya ölü kimselerden bereket ummak, câiz değildir. Çünkü o şeyin bereket verdiğine inanılırsa, bu şirktir. O mekânı ziyâret edip oraya el-yüz sürmekle, Allah Teâlâ tarafından bereketin hâsıl olunacağına inanılırsa, bu da şirke götüren bir yoldur.
Sahâbenin, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in saçı, tükürüğü ve bedeninden geriye kalan şeylerden bereket umulmasına gelince bu, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- sağ ve sahâbe ile birlikte iken kendisine has olan bir durumdu. Bunun en açık delili sahâbe, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in vefâtından sonra ne O'nun odasından ve kabrinden bereket ummuş, ne onun namaz kıldığı yerlere yönelmiş, ne de O'nun oturduğu yerlerden bereket ummuşlardır. Onlar bunu yapmadıklarına göre, evliyânın makamından bereket ummamak daha önce gelir. Onlar, Ebû Bekir ve Ömer gibi sahâbenin en fazîletlileri olan sâlih kimselerden ne hayatta, ne de vefât ettikten sonra bereket ummuşlardır.Sahabe, namaz kılmak veya duâ etmek için Hirâ mağarasına da gitmemişlerdir.
Yine, namaz kılmak veya duâ etmek için Allah Teâlâ’nın, Musa -aleyhisselâm- ile konuştuğu Tûr dağına gitmemişlerdir. Bunun dışında evliyâ makamlarının olduğu söylenen dağlara veya herhangi bir nebinin ayak izinin üzerine inşâ edilen bir türbeye de gitmemişlerdir.
Aynı şekilde seleften hiç kimse, ne Mescid-i Nebevî, ne Mekke, ne de başka bir yerde Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in devamlı olarak namaz kıldığı hiçbir yeri istilâm edip öpmemiştir.
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in mübârek ayaklarını bastığı ve namaz kıldığı yerlere el-yüz sürüp öpmek, ümmeti için câiz olmadığına göre, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’den başkasının namaz kıldığı veya uyuduğu yerin öpülüp oradan bereket umulacağı nasıl söylenebilir?
İslâm âlimleri, ayak basılan ve namaz kılınan buralara el-yüz sürüp öpmenin, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şeriatından olmadığını, bunun islâm dininde asla yerinin olmadığını kesinlikle ifade etmişlerdir.[290]
3. İbâdetler ve Allah'a yakınlaşma alanında yapılan bid'atlar:
İbâdetler alanında günümüzde çıkarılan birçok bid’at vardır. Zirâ ibâdetlerde aslolan, Kur’an ve sünnet ile sâbit olmasıdır. Kur’an ve sünnetten uzak, delilsiz olarak yapılan bir ibâdet, câiz değildir. Delilsiz yapılan her amel de bid’attır.
Çünkü Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-:
(مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ.)[ متفق عليه ]
"Kim, işimiz )dînimiz(üzere olmayan bir iş işlerse, o işlediği şey reddolunmuştur )bâtıldır ve kendisine itibar edilmez)."[291] buyurmuştur.
Günümüzde yapılan ve hiçbir delîli olmayan ibâdetler pek çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Namaz kılarken açıktan niyet etmek.
Örneğin: ")Allah rızâsı için(falanca namazı kılmaya niyet ettim" demek, bid’attır. Çünkü açıktan niyet etmek, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetinden değildir.
Oysa Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ قُلۡ أَتُعَلِّمُونَ ٱللَّهَ بِدِينِكُمۡ وَٱللَّهُ يَعۡلَمُ مَا فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِي ٱلۡأَرۡضِۚ وَٱللَّهُ بِكُلِّ شَيۡءٍ عَلِيمٞ ١٦ ﴾ [سورة الحجرات الآية: 16]
")Ey Nebi! Onlara(de ki: Siz, dîninizi )ve içinizde olanları(Allah’a mı öğretiyorsunuz )haber veriyorsunuz(Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir."[292]
2. Farz namazlardan sonra topluca tesbih çekmek. Çünkü bu hususta câiz olan şey, vârid olan bu tesbihatı tek başına herkesin kendisinin çekmesidir.
3.Bazı münâsebetlerde veya duâdan sonra veyahut da ölünün ardından Fâtiha sûresinin okunmasını istemek )el-Fâtiha demek).
4. Ölünün arkasından yas töreni düzenlemek, yemek yapmak, tâziye olduğunu veya bunun ölüye fayda verdiğini iddiâ edip ücret karşılığında Kur’an okuyan kimseler kiralamak )Kurân okutmak(işte bütün bunlar bid’attır. Dînde aslı olmayan ve Allah Teâlâ’nın hakkında hiçbir delil indirmediği ağır şeyleri yüklenerek sorumluluk almak ve boyna zincir vurmaktır.
5. İsrâ ve Mîrâç gecesini, hicreti kutlamak gibi, dînî günleri kutlamak. Bu günlerde kutlamalar yapmanın dînde hiçbir aslı yoktur.
6. Receb ayında, bu aya has olmak üzere Recebiye umresi, nâfile namaz ve oruç gibi ibâdetleri yerine getirmek. Umre yapmak, oruç tutmak, namaz kılmak, ibâdet amacıyla kurban kesmek veya başka yönlerden bu ayın diğer aylara göre hiçbir ayrı üstün özelliği yoktur.
7. Tasavvufçuların yaptıkları duâ ve zikirlerin her türlüsü, bid’at ve dîne sonradan sokulan yeniliklerdir. Bu duâ ve zikirler, câiz olan duâ ve zikirlerden, yapılış olarak, görünüş ve yapıldığı vakitler olarak tamamen farklıdır.
8.Şaban ayının 15.gecesini ibâdete, gündüzünü ise oruç tutmaya has kılmak. Oysa Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’den bu gün ve geceye has olan herhangi bir şey sâbit olmamıştır.
9. Kabirlerin üzerine kubbe gibi şeyler yapmak ve buraları namaz kılınan mescitler haline getirmek, bereket ummak için buraları ziyâret etmek, kabirlerde yatan ölülerle Allah Teâlâ'ya tevessülde bulunmak ve şirke götürecek başka şeyler yapmak. Kadınların kabirleri ziyâret etmeleri de böyledir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kabirleri ziyâret eden kadınlara, kabirleri namaz kılınan mescitler edinen ve kabirlerin üzerinde kandiller yakan kimselere lânet etmiştir.
% % % % %
SONUÇ:
Sonuç olarak diyebiliriz ki bid’atlar, küfre götüren ve Allah Teâlâ ile elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in meşrû kılmadığı fazla bir dîndir.
Bid’at, büyük günahtan daha şerlidir. Çünkü şeytan, bid’at işlenmesine, büyük günah işlenmesinden daha çok sevinir. Zirâ günah işleyen kimse, günah işlerken onun günah olduğunu bilir ve o günahı işledikten sonra tevbe edebilir. Ancak bid’at işleyen kimse, işlediği bid’atın dîn olduğuna ve yaptığı şeyin kendisini Allah'a yaklaştırdığına inandığı için o işten tevbe etmez. Bid’atlar, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetlerini ortadan kaldırır, onları yaşamayı ve Ehl-i sünneti bid’atçılara çirkin gösterir.
Bid’atlar, bir mü’mini Allah'tan uzaklaştırır, O’nun gazabını, acıklı azabını gerekli kılar ve kalplerin haktan saparak bozulmasına sebep olur.
% % % % %
Bid'atçılara nasıl davranılması gerekir?
Nasihat etmek ve yaptığı bid’atları reddetmenin yanında, bid’atçının ziyâret edilmesi ve onunla oturulması haramdır. Çünkü bid’atçı ile bir arada bulunmak, onunla bir arada bulunan kimseyi kötü yönde etkiler ve onun bu hastalığının başkasına yayılmasına sebep olur.
Bid’atçıların, bid’atları işlemelerine engel olmak ve onları bid’atlardan alıkoymak mümkün olmadığı takdirde,onlardan ve onların şerrinden sakınılması gerekir.Böyle yapılmazsa, müslüman âlimlerle yöneticilerin bid’atları yasakla-maları, bid’atçıları engellemeleri ve şerlerini yaymalarına engel olmaları gerekir. Zirâ onların İslâm dîni üzerindeki tehlikeleri çok büyüktür. Ayrıca bilinmesi gerekir ki, kâfir devletler, bid’atlarını yaymaları için bid’atçıları teşvik edip onlara her türlü yollarla yardım etmektedirler. Çünkü onlar, bu yolla İslâmı ortadan kaldırmak ve onu çirkin göstermek istemektedirler.
Allah Teâlâ’dan dînine yardım etmesini, sözünü yüceltmesini, düşmanlarını yardımsız ve yüzüstü bırakmasını dileriz.
Allah Teâlâ, Nebimiz Muhammed’e, âilesine ve ashâbına salât ve selâm eylesin.
% % % % %
[1] Zâriyât Sûresi: 56-58
[2] Rûm Sûresi:30
[3] Buhârî ve Müslim
[4] Bakara Sûresi:213
[5] Nisâ Sûresi:163
[6] İğâsetul-Lehfân, cilt:1, sayfa:102
[7] Yunus Sûresi: 19
[8] Zümer Sûresi:3
[9] Yûsuf Sûresi:106
[10] Neml Sûresi:14
[11] Lokman Sûresi:13
[12] Nisâ Sûresi:48
[13] Mâide Sûresi: 72
[14] Zümer Sûresi:65
[15] Tevbe Sûresi: 5
[16] İslâm'ın hakkı ile olması yani öldürülmesi gerekenler: Zinâ eden evli erkek veya kadın recmedilerek, kasten adam öldüren kısas uygulanarak, dîninden dönen ise boynu vurularak öldürülür. (Çeviren)
[17] Buhârî ve Müslim
[18] Buhârî ve Müslim
[19] "el-Cevâbu'l-Kâfî", sayfa:109
[20] Hadîd Sûresi:25
[21] Lokman Sûresi:13
[22] İbn-i Kayyim’in sözü burada bitmektedir.
[23] Yûnus Sûresi:18
[24] Tirmizî rivâyet etmiş ve "hadîs, hasendir" demiştir. Hâkim de hadîsin sahîh olduğunu belirtmiştir.
[25] Nesâî
[26] Tekvîr Sûresi:29
[27] Kehf Sûresi:110
[28] İmam Ahmed Müsned'inde, Taberânî Mu'cem'inde, Beğavî de ‘Şerhus-Sünne’de rivâyet etmişlerdir.
[29] Buhârî
[30] Âl-i İmrân Sûresi:85
[31] İbn-i Kayyim: “el-Cevâbu'l-Kâfî”, sayfa:115
[32] İbn-i Teymiyye Külliyâtı, cilt: 12, sayfa: 335
[33] Ankebût Sûresi:68
[34] Bakara Sûresi:34
[35] Kehf Sûresi: 35-38
[36] Ahkâf Sûresi:3
[37] Minâfikûn Sûresi:3
[38] Nahl Sûresi:112
[39] Buhârî ve Müslim
[40] Buhârî ve Müslim
Not: Âlimler, hadisin anlamı hakkında 7 görüş belirtmişlerdir:
Birincisi: Haksız yere kan akıtmayı helal sayan kimse için bu küfürdür.
İkincisi: Hadisteki küfürden kasıt, nimete ve İslâm'ın hakkına nankörlük etmektir.
Üçüncüsü: Birbirinin boynunu vurmak, insanı küfre yaklaştırır ve küfre iletir.
Dördüncüsü: Birbirinin boynunu vurmak, kâfirlerin fiiline benzer.
Beşincisi: Buradan kastedilen küfrün gerçek anlamıdır.Anlamı, kâfir olmayın, aksine müslümanlar olarak kalmaya devam edin.
Altıncısı: Hattâbî'nin de dediği gibi, hadiste geçen kâfirlerden kasıt, silah kuşananlardır. Ezherî "Tehzîbu'l-Luğa" adlı eserinde şöyle der: 'Silah kuşanan kimseye kâfir denir.'
Yedincisi: Hattâbî yine şöyle der: 'Bunun anlamı, sizden kiminiz, kiminizi kâfir sayıp birbiriyle savaşmayı helal saymasın.' (Çeviren)
[41] Tirmizî rivâyet etmiş ve hadîs hasen'dir demiştir. Hâkim de "hadîs sahîhtir" demiştir.
[42] Bakara Sûresi:178
[43] Bakara Sûresi:178
[44] Hucurât Sûresi:9-10
[45] İbnul-Esîr: “en-Nihâye”, cilt:5. sayfa:98
[46] Tevbe Sûresi:67
[47] Nisâ Sûresi:145
[48] Nisâ Sûresi:142
[49] Bakara Sûresi:9-10
[50] İbn-i Kayyim’in münâfıkların özellikleriyle ilgili olarak yazdığı risâleden alınmıştır.
[51] “Mecmûat'ut-Tevhîd en-Necdiyye”, sayfa:9
[52] Buhârî ve Müslim
[53] İbn-i Teymiyye: "Îmân Kitabı", sayfa:238
[54] Ahmed ve Müslim
[55] Bakara Sûresi:18
[56] Tevbe Sûresi:126
[57] Bknz: “İbn-i Teymiyye Külliyâtı”.Cilt:28. Sayfa:434-435
[58] Bknz: İbn-i Esîr: "en-Nihâye", cilt:1, sayfa:323
[59] Müslim
[60] Buhârî ve Müslim
[61] İbn-i Teymiyye: “İktidâus-Sırâtil-Mustakîm” Cilt:1.Sayfa: 254-257. Tahkik: Prof. Dr. Nâsır b. Abdulkerîm el-Akl.
[62] Kehf Sûresi: 50
[63] Secde Sûresi: 20
[64] Secde Sûresi: 20
[65] Nûr Sûresi: 4
[66] Bakara Sûresi: 197
[67] Geniş bilgi için bknz: Şeyhul-İslâm İbn-i Teymiyye'nin "Îmân" adlı kitabı, sayfa: 278.
[68] İsrâ Sûresi: 15
[69] Nisâ Sûresi: 136
[70] Nisâ Sûresi: 116
[71] Şuarâ Sûresi: 20
[72] Bakara Sûresi: 282
[73] Mâide Sûresi: 21
[74] Bakara Sûresi: 217
[75] Buhârî, Ebû Dâvûd ve başkaları rivâyet etmişlerdir.
[76] Neml Sûresi: 65
[77] Cin Sûresi: 26-27
[78] Bknz: "Mecmûatu't-Tevhîd en-Necdiyye". Sayfa: 797-801.
[79] Buhârî ve Müslim
[80] Bakara Sûresi: 102
[81] Bakara Sûresi: 102. âyetin devamı
[82] Şuarâ Sûresi: 221-223
[83] Hadis âlimleri bir görüşe göre,"Bu sayılan haramları yapan kimse, bunları helâl sayararak yaparsa, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e indirileni inkâr etmiş olur" demişlerdir. Diğer bir görüşe göre ise, 'Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e indirileni inkâr etmiş olur sözü, tehdit etmek ve korkutmak içindir' demişlerdir. Yani 'Bu sayılanları yapan kimse, inkâr edenin yaptığı şeyleri yapmış gibi olur.' (Çeviren)
[84] Ebû Dâvûd ve İbn-i Mâce.
[85] İbn-i Teymiyye Külliyâtı (Mecmû'ul-Fetâvâ).Cilt: 11.Sayfa:446-465
[86] İmam Ahmed, Tirmizî ve İbn-i Mâce
[87] Buhârî ve Müslim
[88] Ebul-Heyyâc el-Esedî'nin adı, Hayyân b. Husayn'dır. (Çeviren)
[89] Müslim
[90] Müslim
[91] Buhârî ve Müslim
[92] Müslim
[93] Buhârî
[94] İmam Mâlik ve İmam Ahmed
[95] Buhârî
[96] Bunlar, Nuh -aleyhisselâm-'ın kavminin, Allah'ın dışında ibâdet ettikleri putların isimleri olup sâlih insanlardı. Onlar ölünce şeytan, onların resimlerini gördüklerinde daha dinç bir şekilde ibâdet edebilmeleri için bunların heykel ve resimlerini dikmelerini onlara telkin etti.Onlar öldükten ve aradan uzun bir zaman geçtikten sonra şeytan onların ardından gelen nesile, atalarının bu heykellere ibâdet ettiklerini ve onlarla Allah'a teves-sülde bulunduklarını fısıldadı.Bunun üzerine onlar da bu heykellere ibâdet etmeye başladılar. İşte heykelleri dikmenin ve kabirlerin üzerine kubbe gibi şeyler binâ etmenin haram kılınmasının hikmeti budur.Çünkü bu şeyler, zamanın ilerlemesiyle câhil kimseler için kendisine ibâdet edilen ilâhlar haline gelir. (Çeviren)
[97] Nûh Sûresi: 23
[98] Tevbe Sûresi: 65-66
[99] Furkân Sûresi: 41-42
[100] Bakara Sûresi: 165
[101] İbn-i Teymiyye Külliyâtı, cilt: 15, sayfa: 48-49
[102] Tevbe Sûresi: 65-66
[103] 'Mecmûatu't-Tevhîd en-Necdiyye', sayfa: 409
[104] Nisâ Sûresi: 58
[105] Nisâ Sûresi: 59
[106] Nisâ Sûresi: 60-65
[107] Mâide Sûresi: 44
[108] Mâide Sûresi: 45
[109] Mâide Sûresi: 47
[110] Bakara Sûresi: 208
[111] Bakara Sûresi: 85
[112] Tevbe Sûresi: 31
[113] Nisâ Sûresi: 60
[114] Nisâ Sûresi: 60
[115] Bakara Sûresi: 256
[116] Fethul-Mecîd.Sayfa: 467-468
[117] Nûr Sûresi: 48-49
[118] Mâide Sûresi: 44
[119] Tahâviyye Akîdesi Şerhi. Sayfa: 363-388
[120] İbn-i Teymiyye Külliyâtı. Cilt: 35. Sayfa: 388
[121] Kasas Sûresi: 88
[122] Fetih Sûresi: 28
[123] "Minhâhus-Sünnetin-Nebeviyye".
[124] Şeyh Muhammed b. İbrahim Âl-i Şeyh'in Fetvâları. Cilt: 12. Sayfa: 280.
[125] A'râf Sûresi: 54
[126] Nisâ Sûresi: 59
[127] Şûrâ Sûresi: 10
[128] Şûrâ Sûresi: 21
[129] Buhârî ve Müslim
[130] Buhârî ve Müslim
[131] Mâide Sûresi: 50
[132] En'âm Sûresi: 121
[133] Tevbe Sûresi: 31
[134] Tirmizî, İbn-i Cerîr ve başkaları rivâyet etmişlerdir.
[135] Fethul-Mecîd, sayfa: 107
[136] Bakara Sûresi: 14
[137] Nisâ Sûresi: 141
[138] Bakara Sûresi: 14
[139] Bakara Sûresi: 15
Bu konuda İbn-i Kayyim'in -Allah ona rahmet etsin-; "Münâfıkların Sıfatları" adlı risâlesinin 19. sayfasına bakınız.
[140] Tevbe Sûresi: 119
[141] Hucurât Sûresi: 13
[142] Ebû Dâvûd.
Müslim'in rivâyet ettiği hadis ise şöyledir:
(( مَنْ خَرَجَ مِنَ الطَّاعَةِ وَفَارَقَ الْجَمَاعَةَ فَمَاتَ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً، وَمَنْ قَاتَلَ تَحْتَ رَايَةٍ عِمِّيَّةٍ يَغْضَبُ لِعَصَبَةٍ أَوْ يَدْعُو إِلَى عَصَبَةٍ أَوْ يَنْصُرُ عَصَبَةً فَقُتِلَ فَقِتْلَةٌ جَاهِلِيَّةٌ، وَمَنْ خَرَجَ عَلَى أُمَّتِي يَضْرِبُ بَرَّهَا وَفَاجِرَهَا، وَلاَ يَتَحَاشَى مِنْ مُؤْمِنِهَا، وَلاَ يَفِي لِذِي عَهْدٍ عَهْدَهُ، فَلَيْسَ مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُ.)) [ رواه مسلم ]
"Kim, itaatten çıkar ve müslümanlardan ayrılırsa, câhiliye ölümü üzerine ölmüş olur. Kim, kör bir dâvâ uğruna kavmi için hiddetlenir veya kavmiyetçiliğe çağırır veyahut da akrabalarına yardım etmeye çağırırken öldürülürse,câhiliye ölümü üzerine ölmüş olur.Kim, ümmetime isyan eder, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmeden, mü'min olanına dikkat etmeden ve ahid (emân) verilen muâhhidi vefâ göstermeden vurup öldürürse, o benden değildir, ben de ondan değilim." (Çeviren)
[143] Tirmizî ve başkası rivâyet etmiştir.
[144] Âl-i İmrân Sûresi: 103
[145] Ebul-Hasen en-Nedevî'nin-Allah ona rahmet etsin- "Riddetun ve Lâ Ebâ Bekr'in Lehâ" adlı risâlesinden alınmıştır.
[146] En'âm Sûresi: 65
[147] İbn-i Mâce rivâyet etmiş, Elbânî de 'hadis, hasendir' demiştir.
[148] Bakara Sûresi: 91
[149] Bakara Sûresi: 170
[150] Hac Sûresi: 11
[151] Mülk Sûresi: 2
[152] Kehf Sûresi: 7
[153] En'âm Sûresi: 29
[154] Yunus Sûresi: 7-8
[155] Hûd Sûresi: 15-16
[156] Furkân Sûresi: 44
[157] Rûm Sûresi: 6-7
[158] Fâtır Sûresi: 28
[159] Kasar Sûresi: 79
[160] Hâkkâ Sûresi: 24
[161] Kur'an-ı Kerîm âyetleri ve hadîs-i şerîflerde bildirilen duâları okumak sûretiyle yapılan tedâvidir. (Çeviren)
[162] Müslim
[163] Fethu'l-Mecîd, sayfa: 135
[164] Buthân: Medine-i Münevvere'de bir vâdinin adıdır. (Çeviren)
[165] Ebû Dâvûd
[166] Câhiliyet devrinde kadınlar, göz değmesinden korumak için çocuklarının boyunlarına nazarlık asarlardı. İslâm gelince, müşriklerin bu bâtıl geleneğini ortadan kaldırmıştır. (Çeviren)
[167] Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce, İmam Ahmed ve Hâkim rivâyet etmişlerdir.
[168] İmam Ahmed ve Tirmizî
[169] İbn-i Kasım'ın "Tevhîd Kitabı Hâşiyesi". Sayfa: 303
[170] Tirmizî rivâyet etmiş ve hadîs hasen’dir demiş, Hâkim ise hadîsin sahîh olduğunu belirtmiştir.
[171] Kalem Sûresi:
[172] Mâide Sûresi: 89
[173] Taberânî sahih bir senedle rivâyet etmiştir.
[174] Bu yemîn, sahibini günaha, sonra da cehenneme daldıran yemîndir. Bu yemînin sahibi, geçmişte olan bir şey üzerine bildiği halde yalan söyleyerek yemîn etmiştir. (Çeviren)
[175] Mâide Sûresi: 35
[176] A’râf Sûresi: 180
[177] Âl-i İmrân Sûresi: 193
[178] Enbiyâ Sûresi: 87
[179] Enbiyâ Sûresi: 83
[180] Buhârî
[181] Kasas Sûresi: 16
[182] İbn-i Teymiyye, "Mecmû'ul-Fetâvâ", c: 1, s:318
[183] Bu hadisin başka bir rivâyeti vardır ki, o da şöyledir:
(( تَوَسَّلوُا بِجَاهِي، فَإِنَّ جَاهِي عِنْدَ اللهِ عَظِيمٌ.))
"Benim makamımla tevessülde bulunun. Çünkü Allah katındaki makamım büyüktür." Bu hadis de uydurmadır.(Çeviren)
[184] Bu hak, Allah Teâlâ'dan bir lütuf ve ihsan olmak üzere kulları için kendi üzerine farz kıldığı bir haktır.Nitekim buna benzer bir âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Rabbiniz (kullarına bir lütuf ve ihsan olmak üzere) merhamet etmeyi kendine farz kıldı...." En'am Sûresi: 54 (Çeviren)
[185] Rûm Sûresi: 47
[186] Ebû Saîd el-Hudrî'den Ahmed, İbn-i Huzeyme ve İbn-i Mâce rivâyet etmişler, Hâfız İbn-i Hacer ise hadisin hasen olduğunu söylemiş, ancak Elbânî 'hadisin senedi zayıftır', der.
[187] İbn-i Hacer'in Atıyye el-Avfî hakkında, "Sadûk, fakat çok hata eden, hadisleri tedlis eden ve şiî birisiydi" dedikten sonra Elbânî şöyle der: "Ben de derim ki: Atıyye el-Avfî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bu hadisi an an (den...den) yaparak rivâyet etmiştir. Ebû Saîd el-Hudrî'den işittiğini açıkça beyan etmemiştir. Bu da hadisin zayıf olması için ikinci bir illettir ki bu şahsın hadisi nasıl hasen olabilir ki? (Çeviren)
[188] Mâide Sûresi: 2
[189] Kasas Sûresi: 15
[190] Taberânî rivâyet etmiştir.Hadisin râvileri, Buhârî ve Müslim'in râvileri gibi sahihtir.Ancak râvilerden birinin İbn-i Lehîa olması sebebiyle hadis zayıftır.Fakat İmam Ahmed bu hadisi başka bir lafızla rivâyet etmiştir.
[191] "Fethul-Mecîd", sayfa: 196-197
[192] Bakara Sûresi: 165
[193] Buhârî ve Müslim
[194] Buhârî ve Müslim
[195] Buhârî
[196] Buhârî ve Müslim
[197] Buhârî ve Müslim
[198] Nisâ Sûresi: 171
[199] Buhârî ve Müslim
[200] Mutarrif'in babasının adı, Abdullah b. Şihhîr'dir. (Çeviren)
[201] Ebû Dâvûd sahih bir senedle rivâyet etmiştir.
[202] İmam Ahmed ve Nesâî
[203] İsrâ Sûresi: 79
[204] Hucurât Sûresi: 2-5
[205] Nûr Sûresi: 63
[206] Şüphesiz Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâm getirmek, en fazîletli ve mü'mini Allah'a yaklaştıran en büyük amellerden birisidir.Bir müslüman, O'na salât ve selâm getirmekle, Rabbinden de salât ve selâma, cennette derecesinin yükselmesine, sevaplarının artmasına, günahlarının bağışlanmasına, dünya ve âhirette mutluluğa nâil olur. (Çeviren)
[207] Ahzâb Sûresi: 56
[208] Necm Sûresi: 3-4
[209] Nisâ Sûresi: 59
[210] Nisâ Sûresi: 80
[211] Nûr Sûresi: 56
[212] Nûr Sûresi: 63
[213] Âl-i İmrân Sûresi: 31
[214] Nûr Sûresi: 54
[215] Kasas Sûresi: 50
[216] Ahzâb Sûresi: 21
[217] Buhârî
[218] Müslim
[219] Buhârî ve Müslim
[220] Buhârî ve Müslim
[221] Ahzâb Sûresi: 56
[222] Buhârî, Ebul-Âliye'den zikretmiştir.
[223] "Celâu'l-Efhâm", sayfa: 222-223
[224] "Celâu'l-Efhâm", sayfa: 302
[225] Ahzâb Sûresi: 33
[226] Ahzâb Sûresi: 33
[227] Ahzâb Sûresi: 34
[228] İbn-i Kesîr'in sözü burada bitmiştir.
[229] Müslim
[230] Şuarâ Sûresi: 214
[231] Buhârî ve Müslim
[232] Müslim
[233] Râfizîler: Râfiza mezhebine mensup kimselerdir.Bunlar Şiânın aşırıları olup,Ebû Bekir ve Ömer’in halifeliğini kabul ettiği için Zeyd b.Ali Hüseyin’i terk etmişler ve daha önce dedesinden yardımı esirgedikleri gibi, Kûfe’de yardımı ondan da esirgemişlerdir.Böylece onlara Râfiza veya Revâfız denilmiştir. Bunlar Zeydiyye, İmâmiyye ve Keysâniyye olmak üzere üç gruba ayrılmışlardır.Bu üç grup da kendi aralarında birçok gruba ayrılmış-lardır.Râfiza kelimesi, bazı âlimler tarafından Şiâ anlamında kullanılmıştır. Akâid meselesinde Şiânın çok azı ehli sünnete olmak üzere, bir kısmı Müşebbihe’ye, bir kısmı da Mu’tezile’ye uyar. (Çeviren)
[234] Nevâsıb ya da Nâsıbe (Nâsıbîler): Ali ve Ehli Beyt’e karşı düşmanlık eden, onlara dil uzatan, söz ve hareketleriyle onlara eziyet veren, bununla da yetinmeyerek onların kâfir olduklarını söyleyip kanlarını akıtmayı helâl görenlerdir. Bunlar, Râfızîlerin karşıtlarıdırlar. (Çeviren)
[235] Tevbe Sûresi: 100
[236] Fetih Sûresi: 29
[237] Haşr Sûresi: 8-9
[238] "İbn-i Teymiyye Külliyâtı" (Mecmu'ul-Fetâvâ), cilt: 25, sayfa: 304-305
[239] Haşr Sûresi: 10
[240] Hadisi, Buhârî ve Müslim, Amr b. Âs'tan rivâyet etmişlerdir.
[241] Hûd Sûresi: 114
[242] Buhârî ve Müslim
[243] Müd: Hububat ürünlerinde kullanılan 20 kileli bir ölçektir. (Çeviren)
[244] Buhârî ve Müslim
[245] Zümer Sûresi: 33-35
[246] Babanın değil de, sadece annenin katlandığı bu zahmet ve meşakkatlerin zikredilmesi, annenin hakkının babanın hakkından önce geldiğine açık delildir. (Çeviren)
[247] Ahkâf Sûresi: 15-16
[248] Bknz: "Mecmû'ul-Fetâvâ", cilt:35, sayfa:69
[249] Haşr Sûresi: 10
[250] Haşr Sûresi: 10
[251] Buhârî ve Müslim
[252] Buhârî ve Müslim
[253] İmam Ahmed ve başkasının rivâyet ettiği hadis ise şöyledir:
(( اِفْتَرَقَتِ الْيَهُودُ عَلىَ إِحْدىَ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً، وَافْتَرَقَتِ النَّصاَرَى عَلىَ اثْنَتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً، وَسَتَفْتَرِقُ هَذِهِ اْلأُمَّةُ عَلىَ ثَلاَثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كُلُّهاَ فيِ النَّارِ إِلاَّ وَاحِدَةً. قَالَ الصَّحَابَةُ: مَنْ هِيَ يَا رَسُولَ اللهِ؟ قَالَ: مَنْ كاَنَ عَلىَ مِثْلِ مَا أَناَ عَلَيْهِ وَأَصْحَابيِ.))
“Yahudiler, yetmiş bir fırkaya, hıristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi cehennemdedir, buyurunca, sahâbe:
-O fırka hangisidir Ey Allah’ın elçisi? diye sordular.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
-Benim ve ashâbımın bulunduğu yol üzere olanlardır." buyurdu. (Çeviren)
[254] "es-Sefârînî Akîdesi Şerhi", cilt: 2, sayfa: 388-389
[255] Tevbe Sûresi: 100
[256] Nisâ Sûresi: 115
[257] Haşr Sûresi: 10
[258] Bakara Sûresi: 117
[259] Ahkâf Sûresi: 9
[260] Buhârî ve Müslim
[261] Buhârî ve Müslim
[262] Hadîsi, Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivâyet etmiş, Tirmizî “hadîs, hasen sahîh” demiştir.
[263] Buhârî ve Müslim
[264] Buhârî ve Müslim
[265] Şâtibî’nin “el-İ’tisâm (2/37)” adlı kitabına bakınız.
[266] Cevâmi’ul-Kelim: Birçok anlam ifâde eden özlü söz demektir ki Kur’an ve Sünnette bunun örneği sayılamayacak kadar pek çoktur.
[267] Buhârî ve Müslim
[268] "Câmi’ul-Ulûm vel-Hikem", sayfa: 223
* "İbn-i Teymiyye Külliyâtı", cilt:10, sayfa:354
[269] Ebû Dâvûd ve Tirmizî’nin rivâyet ettikleri hadisin bir kısmıdır.Tirmizî, “hadis, hasen sahihtir” demiştir.
[270] Mu’tezile: Hasan Basrî’nin talebelerinden Vâsıl b. Atâ el-Ğazzâl, Ebû Huzeyfe el-Mahzûmî’nin hocasını terk ederek kurduğu akâid mezhebine mensup kimselerdir. Kaderiyye olarak da bilinirler. Önceleri Ebû Hâşim Abdullah b.Muhammed b.el-Hanefiyye’nin derslerine devam eden Vâsıl b. Atâ daha sonra Hasan Basrî’nin derslerine devam etmiştir. Sessiz kişiliği ve uzun boynuyla bilinen Vâsıl b.Atâ, günah işleyen kimse hakkında; “fâsıktır, ne mü’min, ne de kâfirdir” dediği için Hasan Basrî kendisini meclisinden kovmuştur. Amr b. Ubey de kendisine katılarak Hasan Basrî’nin derslerin-den çekilmişlerdir. Böylece kendilerine “çekilenler, ayrılanlar”anlamına gelen "Mu’tezile" adı verilmiştir. İnanç konusundaki görüşleri, beş esasta toplanmaktadır:
1. Menzile Beynel-Menzileteyn: Büyük günah işleyen kimse, dünyada îmân ve küfür arasında bir yerdedir.
2. Tevhîd:Kadîm, Allah Teâlâ’nın zâtına nisbet edilen en önemli sıfat olup ondan başka müstakil ve kadîm sıfatlar O’na nisbet edilemez. Buna göre onlar, Cehmiyye gibi Allah’ın sıfatlarını inkâr etmişlerdir.
3. Adl: Kul, kendi fiillerini kendine ait müstakil bir irâde ile yapar. Yani kendi fiilini kendisi yaratır. Allah’ın bunda herhangi bir müdahalesi ve etkisi yoktur. Buna göre onlar, kader konusunda Kaderiyye ile aynı görüştedirler.
4.Va’d ve Vaîd: Mü’minlerin mükâfatlandırılması (va’d) ve fâsıkların cezâlandırılması (vaîd) Allah’ın üzerine vâciptir.
5. Emri bil-Ma’rûf ve Nehyi anil-Münker: İyiliği emredip kötülükten alıkoymak, farzdır.
Bu beş esasın dışında Kur’an’ın yaratılmış olduğu, mü’minlerin kıyâmet günü Rablerini göremeyecekleri ve aklın, nakilden önce geldiği ve aklın nakilden daha üstün olduğu gibi birçok sapık fikirlere sahiptirler. (Çeviren)
[271] Nevâsıb veya Nâsıbe (Nâsıbîler): Ali -radıyallahu anh- ve Ehli Beyt’e karşı düşmanlık besleyen, onlara dil uzatan, söz ve hareketleriyle onlara eziyet veren, bununla da yetinmeyerek onların kâfir olduklarını söyleyip kanlarını akıtmayı helâl görenlerdir. Bunlar, Râfızîlerin karşıtlarıdır. (Çeviren)
[272] Hârûriye: Ali’nin -radıyallahu anh- kendisi ile Muâviye -radıyallahu anh- arasındaki hakem olayını kabul etmesi üzerine karşı çıkan ve Ali’den ayrılarak Harûra denilen Kûfe’ye iki mil mesafedeki bir köyde toplanıp biraraya gelmişlerdir. Bu köye nispetle Harûrîler olarak bilinirler. Bunlara göre kalbiyle tasdik edip, dili ile ikrar eden ve bütün farzları yerine getirmekle birlikte bütün günahlardan kaçınan kimseler dışında hiç kimse îmân ismine lâyık değildir. Yine bunlar, büyük günah işleyen kimseye kâfir derler, kanını ve malını helâl kabul ederler. Bundan dolayı Ali, Muâviye ve onlarla birlikte olanlara kâfir demişlerdir. (Çeviren)
[273] "İbn-i Teymiyye Külliyâtı", cilt: 20, sayfa:300
[274] En’am Sûresi: 153
[275] İmam Ahmed, 1/435,465. İbn-i Hıbbân,1/105, hadis no:6-7.Hâkim, 2/318.Hâkim, hadisin isnâdı sahihtir, ancak Buhârî ve Müslim hadisi tahriç etmediler, demiştir.Heysemî, "Mecmeu’z-Zevâid" adlı eserinin 7/22’de şöyle der: "Hadisi, Ahmed ve Bezzâr rivâyet etmiştir.Hadisin isnâdında Âsım b. Behdele vardır. Bu kişi sika (güvenilir), ancak zayıftır." (Çeviren)
[276] Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivâyet etmişlerdir. Tirmizî, "hadis, hasen sahiîhtir’ demiştir.
[277] Buhârî ve Müslim
[278] Kasas Sûresi: 50
[279] Câsiye Sûresi: 23
[280] Bakara Sûresi: 170
[281]Tirmizî, hadis no:2181.Ahmed, 5/218.Tirmizî, "hadis, hasen sahiîhtir” demiştir.
[282] Buhârî
[283] Dârimî bunu, süneninin önsözünde rivâyet etmiştir. Hadis no:210
[284] Nûr Sûresi: 63
[285] Ebû Şâme, “el-Bâis'ul-Hasîs alâ İnkâril-Bide’ vel-Havâdis” adlı kitabında Ebû Bekir Hallâl’den nakletmiştir.Sayfa:14
[286] Tirmizî rivâyet etmiş ve ‘hadis, sahîhtir’ demiştir.
[287] Buhârî ve Müslim
[288] “Risâletul-Mevrid fî Amelil-Mevlid”
[289] İbn-i Teymiyye: “İktidâus-Sırâtıl-Mustekîm” cilt:2. sayfa: 615. Tahkîk: Prof. Dr.Nâsır el-Akl
[290] İbn-i Teymiyye: “İktidâus-Sırâtıl-Mustekîm” cilt: 2, sayfa:795-802 Tahkîk: Prof. Dr. Nâsır el-Akl
[291] Buhârî ve Müslim
[292] Hucurât Sûresi: 16