MUAVİYE GERÇEĞİ
FİTNE DÖNEMİNDE MUAVİYE GERÇEĞİ
Efendimiz’e (sas) nübüvvet geldiğinde ona cephe alanlar arasında Ebu Süfyân da vardı. Nihayet oğlu Muâviye ile birlikte Mekke’nin fethi sırasında Müslüman oldu. Muâviye’nin, Resulullah’a kâtiplik ve onun vefatının ardından Suriye üzerine gönderilen dört ordudan birinde komutan yardımcılığı yaptığını biliyoruz.
Hz. Ömer (ra) zamanında önce Ürdün, sonra Şam valiliğine getirilen Muâviye, Hz. Osman (ra) döneminde Suriye genel valiliğine atandı. Hz. Ali (ra), hilafetinin başlangıcında Hz. Osman’ın diğer valileri gibi onu da görevinden azledecekti. Ancak Muâviye, Hz. Osman’ın katilleri cezalandırılmadıkça Hz. Ali’ye biat etmeyeceğini belirtiyor, üstelik bu tavrından taviz verecek gibi de görünmüyordu.
Yazışmalar bir sonuca bağlanamayınca iki liderin kuvvetleri Sıffin’de karşı karşıya geldi. Küçük çaplı çatışma ve ateşkeslerin ardından Hz. Ali’nin ordusu toplu taarruza geçti (miladi 657 yılındayız).
Gece gündüz aralıksız devam eden çarpışmalar Amr b. el-Âs’ın teklifiyle Muâviye tarafının Hz. Ali’nin ordusunu Kur’an’ın hakemliğine davet etmesi ve ardından meselenin tahkime götürülmesi (ihtilafın Kur’an’a göre çözülmek üzere hakemlere havalesi) kararıyla sona erdi. Bundan sonra mücadele diplomatik kanallarla ve zaman zaman sıcak temaslarla devam edecekti.
FİTNE DÖNEMİNDE MUAVİYE GERÇEĞİ
Emevî Devletinin kurucusu Muaviye b. Ebî Süfyan’ın muhaliflerini
bertaraf etme yöntemleri konusu, onun hem iktidara uzanış öyküsündeki
başarısını hem de iktidar yıllarındaki istikrarını sağlayan
ilkelerini anlamak, dolayısıyla onun siyaset anlayışını ve
hatta dünya görüşünü kavramak açısından önem arz etmektedir.
Muaviye’nin hilafeti elde edişi, ardından da ikame edişi, kendinden
önceki halifelere pek benzememesi açısından da dikkat çekicidir.
Muhaliflerini veya muhalif olarak gördüğü kimseleri etkisiz
hale getirme noktasında o, genel anlamda her yolu caiz gören bir
anlayış ekseninde hareket etmiştir.
İşlerinde aklı ölçü kıldığını söyleyen Muaviye, muhaliflerine karşı
bilinçli ve sistemli bir yaklaşım sergileyerek onlara uzlaşmadan
şiddete doğru giden tedricî metotlarla yaklaşmıştır. Para, mal,
makam-mevki gibi türlü vaatleri kullanarak muhalifleriyle diyalog
kurmayı veya onları ikna etmeyi öncelikle deneyen Muaviye,
bunların işe yaramadığı yerde gözdağı, tehdit, sindirme, maaşlarını
kesme gibi psikolojik, politik ve ekonomik baskı yöntemlerini
devreye sokmuş, bunların da yetersiz kaldığı durumlarda muhalifleriyle
savaşmak veya onları bir şekilde öldürmek suretiyle bertaraf
etmeyi bilmiştir.
Giriş
Muaviye b. Ebî Süfyan’ın, muhaliflerini veya muhalif olarak
gördüğü kimseleri bertaraf etme yöntemlerine geçmeden evvel, kısaca
onun hayatından bahsetmek, onu tanımamıza yardımcı olacak bazı
özelliklerine değinmek, konunun sağlıklı bir şekilde anlaşılması ve
anlatılması açısından uygun olacaktır.
Muaviye b. Ebî Süfyan, 602 veya 603 yılında1 Mekke’de doğmuş
olup, gerek annesi Hind binti Utbe b. Rabîa, gerekse babası Ebû
Süfyan b. Harb b. Ümeyye tarafından şehrin en muteber kabilesi
sayılan Kureyş’e mensuptur. Böyle bir aile içerisinde dünyaya gelen
Muaviye, hem iyi bir eğitim alarak okur-yazar olan sayılı kişiler arasına
girmiş hem de babasının yanında özellikle siyasî ve askerî idare
hakkında tecrübe kazanma fırsatı bulmuştu. Büyük olasılıkla Mekke’nin
Fethi esnasında m. 630 yılında Müslüman olduktan sonra2
Hz. Peygamber’e katiplik yapmaya başladı.3 Hz. Peygamber’in ardından
Suriye’ye gönderilen orduda ağabeyi Yezid ile birlikte ordunun
komutasında görev aldı.4 Başarılarıyla göz doldurmaya başlayan
Muaviye, halife Hz. Ömer tarafından önce Ürdün5, ardından da ağabeyi
Yezid’in vefatından sonra onun yerine Dımaşk valiliğine getirildi.6
Bu dönemde de başarılı fetihler gerçekleştiren Muaviye, yakın
akrabası olan Hz. Osman’ın halife olmasıyla Suriye genel valiliğine
atandı7 ve asıl nüfuzunu bu süreçte kazanmaya başladı. Ayrıca Suriye’nin
en güçlü kabilesi Kelb’e mensup Meysun ile yaptığı evlilikle
kazandığı potansiyelin yanı sıra “kendine has bir ordu” da oluşturan
Muaviye, sağladığı bu düzen ile bölge halkının takdir ve desteğini
kazanmayı bildi. 8
Suriye valiliği boyunca kendi bölgesinde adeta halife gibi davranan
Muaviye, Hz. Osman döneminin “fitne” sıfatıyla anılan ve Halifenin
öldürülmesine kadar varan olayların yaşandığı ikinci altı yıllık
bölümünde Ümeyyeoğulları ailesinin de arzuladığı şekilde bu ailenin
yeni reisi ve belki de zihinlerinde, devletin müstakbel lideri konumuna
yerleşti.9
Muaviye b. Ebî Süfyan, Hz. Osman’ın şehid edilmesinin ardından
Medine’de halife seçilen Hz. Ali’ye beyat etmediği gibi, onu Hz.
Osman’ın katli sürecinde sessiz kalmanın ötesinde onun katillerini
koruduğu, dolayısıyla bu cinayetin sorumlularından biri olduğunu
belirterek Hz. Ali’yi hedef gösterdi. Kendisini de maktul halifenin velisi
ilan ederek, onun hakkını savunmak adına Şam halkından beyat
alan Muaviye,10 Hz. Ali’ye karşı yürüttüğü mücadeleye yeni bir boyut
daha kazandırarak halifenin meşruiyetini tartışmaya açtı. Hz. Ali’nin
sayısız beyat çağrılarına cevaben o, halifeye katillerin derhal cezalandırılması,
sonra da şura ile yani bir halife seçilmesi gerektiğini
ısrarla dile getirdi.11 Bu uzlaşmazlık, tarafları savaş meydanına götürdü.
Neticede kesin bir şekilde mağlup olmasına ramak kalan
Muaviye, akıllı danışmanlar edinmesinin meyvesini aldı. Nitekim
iktidar hayallerini savaş meydanında yitirme noktasına gelen
Muaviye, valisi Amr b. el-Âs’ın kurnazlığı sayesinde, Suriye askerle-
rinin mızraklarının uçlarına Kur’an sahifelerini takmaları12 şeklinde
sembolleşen hakem tayini talebi ile hezimetten kurtulduğu gibi, bu
durum sayesinde halifeyi de iki tarafı keskin bıçak hükmünde bir
karar vermeye ve içinden çıkılmaz bir karmaşanın içine sokmaya
muvaffak oldu. Halifenin ordusu bu noktada ikiye bölündü ki, bir
tarafta onu öldürmekle dahi tehdit ederek bu teklifi kabule zorlayanların,
öte yandan da şiddetle karşı çıkanların baskıları karşısında Hz.
Ali, bunun apaçık bir hile olduğunu defalarca belirtse de bu işe evet
demek zorunda kaldı. Üstelik ilginçtir ki, ilk başta Hz. Ali’yi hakem
konusunda kabule zorlayanlar daha sonra fikir değiştirerek onu bu
konuda suçlamış, halifeye karşı isyan bayrağı açmak suretiyle, Hz.
Ali’ye halifeliğini neredeyse Muaviye kadar zehir edecek bir grup haline
gelmişlerdir. 13
Hz. Ali’nin, Haricîler denen bu grupla uğraşmasından doğan
fırsatı iyi değerlendiren Muaviye, halifeye bağlı merkezlere saldırılar
düzenleyerek halifeyi iyice yıprattı. Nihayetinde 40/660 senesine
gelindiğinde, halifeliği boyunca enerjisinin büyük kısmını harcadığı
Haricîlerden İbn Mülcem adlı kişi tarafından şehid edildi.14 Bundan
sonra, Hz. Ali taraftarlarınca beyat edilen oğlu Hz. Hasan’ın da halifeliğini
tanımayan Muaviye, onunla savaşmak üzere Irak’a yöneldi.15
Ancak, Muaviye’nin Hz. Hasan’ın her türlü talebini kabule hazır anlaşma
teklifleri bir yana, babasını yarı yolda bırakan ve sürekli renk
ve ton değiştiren bir meşrebe sahip16 insanlardan oluşan ordusuna
güvenmeyişi gibi sebeplerle Hz. Hasan, halifeliği zaten onu elde edeceği
aşikar olan Muaviye’ye teslim etti.17 Böylece h.41/m.661 yılında
gerçekleşen anlaşmanın ardından Kufe’ye girerek halktan beyat alan
Muaviye, yaklaşık bir asır sürecek Emevî Devleti’ni kurarak halife
ünvanını almış oldu.18
“Onun için halife ünvanı, 20 yıllık gayretlerinin ve emektar Suriyeli
memurlarının sadakati sayesinde elde ettiği bir emr-i vâki’nin
resmî tasdikinden ibaret idi.”19
Hz. Ali döneminde Haricî ve Şiîler’in yurdu haline gelen Irak’a20
girerek beyat alan Muaviye, Şam’a dönmek üzere yola çıkmamıştı ki,
Haricîler Kufe’de ayaklanmalara başladılar. Üstelik ilk karşılaşmalarında
Suriye ordusunu mağlup eden Haricîler,21 muhalefetlerinde ne
kadar kararlı olduklarının ve kendi bildiklerini okuyacaklarının da
mesajını verdiler. Bu yenilgi karşısında Muaviye, Kufe halkına yaşadıkları
şehirdeki her karmaşadan onları sorumlu tutacağını, içlerindeki
asileri dizgin altında tutmalarını aksi takdirde başlarına geleceklerin
sonuçlarına katlanacaklarını kesin ve keskin bir dille ifade
etti.22
İktidarı boyunca halkı nabzını tutmaya çalışan Muaviye, Şiî ve
Haricî taraflar arasındaki soğukluğu, bilhassa Şiîler’in Haricîler’e
karşı beslediği intikam duygusunu kendi menfaatleri doğrultusunda
kullanarak, ordusunu yıpratmaya gerek kalmadan bu iki baş muhalif
grubu birbirine kırdırdı. Nitekim Haricî isyanlarının pek çoğu bu
hissiyat ve Muaviye’nin tehditlerinin oluşturduğu baskı neticesinde
halifeyle işbirliği yapan Şiîlerce bastırıldı.23
Muaviye’nin, hem muhaliflerine karşı en büyük kozu, hem de
devlet otoritesinin teminatı, yetenekli valileriydi. Nitekim dört Arap
dehasından24 biri olan Muaviye, diğer üç deha olarak anılan Amr b.
el-Âs,25 Mugîre b. Şu‘be26 ve Ziyad b. Ebîh’i27 bir şekilde kendi safla-
rına katarak onların idare kabiliyetlerinden sonuna kadar faydalanmayı
bildi.28 Büyük eyaletlerin idaresini bu güçlü valilerin ellerine
emanet eden Muaviye, bu geniş yetki teslimine rağmen ipleri kendi
ellerinde tutma konusunda asla taviz vermedi.
Kurucusu olduğu Emevî Devleti’ni yaklaşık 20 yıl istikrarlı bir
düzeyde yöneten Muaviye, iktidarının son yıllarına doğru, aklının bir
köşesinde beklettiği ve uğruna yoğun bir faaliyet içine giriştiği, oğlu
Yezid’i kendi yerine veliaht tayin etme planını da gerçekleştirmiş bir
şekilde, h.60/m.680 yılında vefat ettiğinde yerini oğlu Yezid’e bırakmış
oldu.
Tarihte, dört Arap dehasından biri olarak kabul edilen
Muaviye,29 hitabet gücünün yüksekliği, insanlara, anlayacakları dilden
konuşarak onları kazanmayı bilmesi, siyasetteki kurnazlığı, işleri
nasıl gerekiyorsa öyle halletmesi, çevresini iyi tanıyan, gözlemleyen
ve ileriyi gören bir idareci olması, onu deha yapan en önemli özellikleridir.
30
Muaviye’nin dehasını, icraatlarının yanı sıra, hayata bakışını
ifade eden ve idare tarzına da yansıyan sözlerinde de görmek mümkündür.
O’na göre, akıl bir ölçektir; üçte biri meseleleri kavrayabilme
kabiliyeti, üçte ikisi de bazen hataları görmezden gelebilme becerisidir.
Yine, “akıllı kişi, sonunda girdiğine pişman olacağı hiçbir işe bulaşmayandır”31
diyen Muaviye’ye göre, insanların en sabırlısı da, görüşleri,
fikirleri ve kanaatleri, duygularına, arzularına ve heveslerine
galip gelen kişidir.32
İnsanlarla arasındaki ilişkiler konusunda hassas olan Muaviye,
“İnsanlarla aramda koparmadığım bir bağ vardır; onlar ipi gerdiklerinde
ben gevşetirim, onlar ipi gevşetirse ben gererim” diyerek bu
husustaki denge anlayışını yansıtmıştır.33 İlişkilerinin sağlıklı yürümesi
adına özellikle kabile reislerine büyük önem veren Muaviye,
belki de en fazla dikkati kendi kabilesiyle arasına koyduğu mesafenoktasında göstermiştir. Kendi kabilesinin etkisi altında kalmamayı
ilke edinen Muaviye, önemli eyaletlere başta Sakîf olmak üzere başka
kabilelerden valiler gönderirken, kendi akrabalarını, Mekke, Medine,
Taif valilikleriyle hac emirliği gibi daha sembolik görevlerle sınırlamıştır.34
Yaptığı cömert bağışlar ve vaatlerle pek çok muhalifini susturmayı
da bir metot olarak benimseyen Muaviye’nin35 siyasî hayatta
başarılı olmasını sağlayan en dahice davranışlarından biri de, kendisi
gibi dahi olan kişileri kendi saflarına çekerek onların yeteneklerinden
faydalanmasıdır. Zira Muaviye, karşılaştığı en önemli zorlukları,
Amr b. el-Âs, Mugîre b. Şu’be, Ziyad b. Ebîh gibi dâhi isimler sayesinde
aşmış ve hedeflediği birçok noktaya onların güçlü idare kabiliyetleriyle
ulaşmıştır.
Bütün bu özellikleriyle Muaviye, tarih sahnesinde, savaş meydanlarının
anlı-şanlı bir kahramanı olarak parlamaktan ziyade, nadir
yetişen bir diplomat, çevresini iyi tanıyan, tahlil eden ve dolayısıyla
masa başı mücadelelerden hep zaferle ayrılan bir politikacı olmuştur.36
Böylece Muaviye b. Ebî Süfyan’ın, kısa biyografisiyle beraber,
idare sanatını şekillendiren kişilik özelliklerine ana hatlarıyla değindikten
sonra, onun, muhaliflerini bertaraf etme yolunda kullandığı
yöntemleri, kişilik özellikleriyle bütünleştirdiği siyaset ilkelerini, genel
başlıklar halinde izah etmek mümkün olacaktır.
1. Vaat
Muaviye b. Ebî Süfyan, muhaliflerini etkisiz hale getirme noktasında
genel bir prensip olarak benimsediği çeşitli vaatlerle ikna
yöntemini, siyasi hayatının her safhasında kullanmıştır. Bu vaatler,
bazen mal veya para, bazen makam-mevki bazen de af-eman teklifi
şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Muaviye’nin idari hayatına hakim olan ilkeleri, kendi ifadelerinde
açık bir şekilde bulmak mümkündür. O, paranın iş gördüğü
yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kılıca gerek görmediğini
söylemiştir. Kendisine, cömertçe dağıtmış veya harcamış olduğu
paraların çokluğundan yakınıldığında O, “muhtemel bir savaş
bundan çok daha fazlasına mal olur” demiştir.
Gerek iktidara gelişi ve gerekse yaklaşık 20 yıl sürecek olan iktidar
sürecinde Muaviye, yapmış olduğu maddi ikram ve taltiflerlehem muhaliflerini hem de kendisinden bazı beklenti veya talepleri
olan taraftarlarını memnun etmeyi bilmiştir.
Muaviye’nin türlü vaatler yoluyla muhalif gördüğü kimseleri
bertaraf etme girişimleri, siyasi arenada hükmetmeye başladığı Hz.
Osman döneminin son yıllarından itibaren göze çarpar. Nitekim Hz.
Osman’ın idaresi karşısında gün geçtikçe hoşnutsuzlukları artan ve
tepkilerini muhalefet hareketine dönüştüren bazı Kufeliler’in
Muaviye’nin idaresindeki Şam’a sürgüne gönderildiklerinde, Muaviye
onları tesirsiz hale getirmek adına ilk çare olarak cömertçe ikram ve
iltifatlarda bulunmayı tercih etmişti.37 Bu yöntem, Hz. Osman’ın
görevi başında öldürülmesinin ardından halife olarak kısmi beyat
alan Hz. Ali karşısında yürüttüğü mücadelede de Muaviye tarafından
uygulanmıştır. Bu mücadelenin askeri boyuta dönüştüğü Sıffîn Savaşı’nın
daha başlangıç safhasında Muaviye ile yazışan ve onun türlü
vaatlerine kapılıp savaşı bırakanlar olmuştu.38
Muaviye, hilafeti savaşsız bir şekilde Hz. Hasan’dan alabilmek
için bazı maddi bedeller ödemeye çoktan hazırdı ki, Hz. Hasan’a, ne
talep ediyorsa yazmasını istediği boş bir kağıt göndermesi buna işaret
etmektedir. Sonuçta Muaviye Hz. Hasan’a geçimini temin etmesi
ve borçlarını kapatması amacıyla Beytülmalden önemli bir meblağ
ödemeyi; ayrıca Faris’teki bazı toprakların haracını da ona vermeyi
taahhüt etti.39 Bundan önce Muaviye, Hz. Hasan’ı kendisine karşı
direnmeye ve onunla mücadeleye ısrarla teşvik eden Kays b. Sa’d ve
Hz. Hasan’ın öncü kuvvetleri komutanı olan Ubeydullah b. Abbas’a
da yolundan çekilmeleri için önemli maddî vaadlerde bulunmuştu.
Onun bu cazip teklifleri Kays tarafından kesin bir şekilde reddedilse
de, Ubeydullah’ın taraf değiştirmesini sağlamıştı.40
Muaviye b. Ebî Süfyan, uzun yıllar sürecek olan iktidarını sağlam
temeller üzerine kurmak ve istikrarla yürütmek adına, Araplar
arasında deha olarak nam salmış olan kişileri kazanmak uğruna da
oldukça cömert davranmış; güçlü bir kadro kurmak isteyen Muaviye,
bazen mal, bazen makam bazen de eman vaatleriyle onları yanına
çekmiş, iktidarını onlarla zirveleştirmiştir. Bunun ilk örneği de Amrb. el-Âs’tır. Hz. Osman’ın evinin kuşatma altına alınmasının ardından
Medine’yi terk eden Amr da siyasî istikbalinin Muaviye’nin yanında
olduğunu görerek41 Hz. Ali’ye karşı verdiği gizli iktidar mücadelesinde
Muaviye’yle beraber çalışma konusunda anlaşmıştı. Aralarındaki
anlaşma gereğince Muaviye idareyi ele almasından sonra
Mısır bölgesinin yönetimini iktidara ulaşması yolunda kendisine büyük
yardımları dokunan Amr’a teslim edecekti. Mısır, ölünceye kadar
Amr’ın idaresinde kaldı; ayrıca askerî harcamalardan geride kalan
gelir de Amr’ın idi.42
Muaviye’nin, muhaliflerini kendi saflarına çekme yolunda attığı
adımların kararlılığı, muhalifinin deha özelliği nedeniyle kat kat artmaktadır.
Bu noktada tıpkı Amr b. el-Âs gibi Arapların dahi olarak
kabullendiği Ziyad b. Ebîh’i kazanma yolundaki ısrarı da bir diğer
örnek olarak göze çarpar. O, bu hususta bir başka deha namlı valisi,
Basra valiliği ile kadrosuna kattığı Mugire b. Şube’den faydalanmıştır.
Hz. Ali’nin güçlü Faris valisi Ziyad’ın Hz. Ali taraftarları
nezdindeki nüfuzundan endişe eden Muaviye, baskı ve tehditlere
boyun eğmeyen Ziyad’a karşı, ortak dostları Mugîre b. Şu’be’yi devreye
sokarak bu sorunu halletmeye çalıştı. Bu doğrultuda Muaviye, bir
mektupla ona ve bazı arkadaşlarına eman göndermiş, beyat etmesi
karşılığında yanındaki devlet malları hususunda Ziyad’ın verdiği ifadenin
üzerine gitmeyerek yaptığı beyanı kabul etmiş43, karşısında
Ziyad gibi bir muhalifin cephe oluşturmasını engellemiştir. Muaviye,
kadrosuna katma uğruna ciddi uğraşılar verdiği Ziyad’ı önce Basra
(665) sonra da Kufe (670) valiliği ile44 taltif etmek suretiyle, güçlü bir
muhalifi, sadık bir hizmetkâra dönüştürmeye muvaffak olmuştur.
“Muaviye, iktidara gelmek için en önemli adım olarak Arab’ın üç
dahisini yanına çekmiştir. Bunlar, Amr b. el-Âs, Mugîre b. Şu’be ve
Ziyad b. Ebîh’tir. Eğer bunlar olmasaydı, Muaviye hilafeti elde etmeye
muvaffak olamayacaktı.”45
Muaviye sadece birey bazındaki muhaliflerine karşı değil, grup
muhalefetine karşı da vaat yöntemine başvurmuştur ki, bunun belli
başlı örnekleri Haricî ve Şiî gruplara karşı tutumlarında ortaya çıkar.
Yaklaşık 20 yıllık iktidarı boyunca Muaviye’nin başını ağrıtan enönemli meselelerin başında Haricî hareketi gelir. Sıffin Savaşı esnasında
gelişen Hakem olayından sonra hem Hz. Ali’yi hem de kendisini
düşman olarak kabul eden Haricîler’e karşı Muaviye’nin kullandığı
yöntemlerden biri af/eman dileyenlerin cezalandırılmayacağı vaadidir.46
Aynı yöntemi Muaviye, Hz. Ali taraftarlarının aykırı seslerini
susturmak ve öfkelerini bastırmak için de kullanmıştır.47 Bu noktada
kabile reislerini de devreye sokarak, devlete karşı isyan hareketine
karışan mensuplarına sahip olmaları, onları vazgeçirmeleri halinde
asilere eman verileceği şeklinde uzlaşma vaadinde bulunmuştur.
Bununla birlikte zaman zaman da kabile reislerinin ricasıyla muhaliflerine
af kapılarını açan Muaviye, bilhassa destek tabanını oluşturan
Yemenli kabileleri darıltmamak adına, pişman olup beyatlarını
bildirdikleri takdirde kendilerinin güvende olacaklarını belirtmiştir.48
2. Merkeziyetçi Yönetim- Muktedir Vali İşbirliği
Muaviye b. Ebî Süfyan, Suriye haricindeki yerlerde, toplumda
oluşturduğu tabandan ziyade şahsî kabiliyetleriyle temayüz etmiş
olan kimselerden istifade etmiş ve bu kişilere bulundukları bölgelerde
geniş imkanlar tanımıştır. Ancak o, şartların oluşmasıyla birlikte
zamanla merkeziyetçi bir idareye yönelerek, vilayetleri belli ellerde
toplamıştır.49 Halifeliği boyunca kendi kabilesinin nüfuzu altına girmemeye
çalışan Muaviye, bu anlamda maktul halife Hz. Osman’ın
durumuna düşmemek için de önemli eyaletlere başka kabilelere –
özellikle idare sanatında ehil olan- Sakîf kabilesine mensup güçlü ve
tecrübeli valiler tayin etmiş50, ayrıca kendi uygulamalarında hilm ve
teenniyi tercih etse de görevlendirdiği valilerin sertlik yanlısı icraatlarının
açık-gizli destekçisi olmuştur.
Tam bir diplomat olup çevresini iyi tanıyan, ileriyi gören bir
idareci olarak Muaviye, düşmanlarının en ağır sözleri karşısında dahi
kendini tutup soğukkanlılığını korusa da aynı hoşgörüyü valilerinin
göstermelerine pek de sıcak bakmamış hatta bu noktada ılımlı bir
tavır takınan valisi Mugîre b. Şu‘be’yi azletmeyi dahi düşünmüştür.51
Merkezî otorite-muktedir vali güç birliğinin en gözde ismi,
Muaviye’nin gücüne güç katan ve devletin bekası adına, hala büyük
tenkitler alan bazı işler yapan Ziyad b. Ebîh’tir. Ziyad, halifeye beyati
reddeden gerek Haricî, gerekse bir zamanlar arkadaşları olan Şiîlerekarşı en katı tedbirleri almış, en sert hutbeleri irad etmiş, gerekli
gördüğünde de en ibretlik infazları gerçekleştirmiştir. Halk arasında
fitneye yol açarak devlet otoritesini zedelemekle itham ettiği herkese
karşı amansız bir savaş açan Ziyad, bu özellikleriyle Muaviye’nin en
etkili ve baskın valisi olmuştur. Halifeden aldığı destekle, şehirde
gece sokağa çıkma yasağı ilan etmiş, uyarılara rağmen yasağı ihlal
edenleri derhal öldürmüş, şehrin emniyeti için sürekli muhafız birliği
oluşturmuş, isyancıları, o zamana dek görülmemiş yöntemlerle cezalandırmıştır.52
Böylelikle Ziyad’ın, idaresi altındaki yerleri, eşi benzeri
görülmemiş bir disiplinle yöneterek, sadece dinî ve siyasî anlayış
farkından kaynaklanan isyanları değil, aynı zamanda soygun, fuhuş,
gasp, yağma gibi, otorite boşluğundan ortaya çıkan adi suçları da
önleme konusunda başarılı olduğunu53, halifeye rahat nefes aldırdığını
söylemek mümkündür.
Ziyad’dan sonra Basra valiliğine getirilen oğlu Ubeydullah b.
Ziyad da devletin baş problemi olan Haricîler’e karşı ılımlı yaklaşmış
ve hatta hapistekileri serbest bırakmışsa da, Haricîler’in açık muhalefeti
karşısında tamamen tavır değiştirerek babasını aratacak yollara
başvurmuştur. Bu doğrultuda o, şüphe ve zan üzerine adam öldürmekten
sakınmamış,54 hapsettiği Haricîler’e, arkadaşlarını öldürdükleri
takdirde serbest bırakılacaklarını vaad ederek onları birbirlerine
düşürmek suretiyle Haricîler’den kurtulmaya çalışmıştır.55
Burada son olarak şunu da yinelemek gerekir ki, valilerinin
baskı ve şiddet içeren politikalarından pek de rahatsız olmayan
Muaviye, gerek Şiî gerekse Haricî muhaliflerini büyük ölçüde onların
insafına bırakmışsa da, geniş yetkiler tanıdığı muktedir valilerinin
üzerinden, merkezin (denetim) gölgesini eksik etmemiş, valilerce isyancılara
karşı alınacak tedbirler, verilecek cezalar ona sorulmaksızın
hayata geçirilmemiştir.56
3. Tedrîcilik
Muaviye b. Ebî Süfyan, ulaşmak istediği noktalara sağlam
adımlarla, hesaplı bir şekilde ulaşma hususunda siyasî hayatının
hemen her safhasında başarılı bir örnek olmuştur. Bu konuda en
bariz misal olarak iktidar olma sürecindeki politikası zikredilmelidir.
Siyaset sahnesinde küçük rollerle yetinmeyi sevmeyen
Muaviye, daha Hz. Ömer döneminde, Suriye bölgesi fetihleri esna-sında önce ordu komutanlığına57 daha sonra da Şam valiliğine tayin
edilmişti.58 Bu süreçte Suriye bölgesi fetihlerinin başarıyla tamamlanmasının
ardından, Kıbrıs’ın fethi için halifeden onay alamayan
Muaviye,59 bölgedeki hem devlet hem de şahsî otoritesini sağlamlaştırmak
adına rotasını Anadolu’ya çevirdi. Buralara yaptığı seferler
sonucunda bol ganimet elde ederek hızlı yükselişini sürdüren
Muaviye, bir yandan ekonomik olarak güçlenirken öte yandan devletten
çok kendisine bağlı sağlam bir ordu oluşturmayı başarmıştı.60
Üstelik, bölgenin köklü kabilesi Kelb’e mensup Meysun ile evlenerek
bu maddi ve askeri nüfuzuna bir de toplumsal boyutu eklemiş oldu.61
Böylece emin adımlarla iktidar yolunda ilerleyişini sürdürdü.
Nitekim Muaviye’nin devlet kademelerinde görevlendirilişinin ordu
komutanlığı veya valilik ile sınırlı kalamayacağı, bunların sadece bir
başlangıç olduğu Emevî ailesi mensuplarınca da dile getirilmekteydi.
Hz. Ömer döneminde Muaviye’ye Şam valiliği kapısı açılınca, onların
Muaviye’ye, idareye uygun hareket etmesini, idarenin rahatsız olacağı
işlerden uzak durmasını, dolayısıyla eline geçen bu fırsatı iyi değerlendirmesini
tavsiye etmeleri, Muaviye’nin iktidara yürüyüşünü
de içine alan sonraki dönemlere ışık tutması açısından dikkate değerdir.62
Bu bağlamda, Hz. Ömer döneminde Emevî ailesinin
Muaviye ile yeşermeye başlayan iktidar umutları, aynı aileye mensup
Hz. Osman’ın iş başına gelmesiyle beklenti boyutunu aşarak belli bir
ivme kazanacaktır.
Hz. Osman zamanında dilediği gibi hareket etme imkanı bulan
ve Suriye bölgesi valisi olarak yetkileri iyice genişleyen Muaviye’nin
Hz. Osman’ın muhasara ve daha sonra şehit edilişi sürecinde takındığı
tavır, onun iktidara yürüyüşünün ayak sesleri görünümündedir.
Nitekim Muaviye’nin halifeyi Şam’a götürme teşebbüsü, muhalefetin
başı olarak itham ettiği Muhacirîn’i bilhassa Hz. Ali’yi hedef göstererek
tehditlerde bulunması, Emevî ailesinin diğer fertleri gibi, halifenin
katledilmesini engelleyecek bir kaç etkisiz hareket dışında hiçbir
ciddî girişimde bulunmayışı üzerinde düşünülmesi gereken noktalardır.
Halifenin, hasta yatağında değil de muhalifleri tarafından katledilerek
ölmesi, Muaviye ve diğer Ümeyyeoğulları’na iktidar davala-rını sürdürmeleri için sağlam bir bahane olacaktı.63 Tam da bu noktada
meşru zemin oluşmuşken, önünde büyük bir engel onu bekliyordu
ki, o da hilafetin en güçlü adayı olarak görülen Hz. Ali idi. Bunun
farkında olan Muaviye, daha Hz. Osman hayatta iken muhalefetin
sorumlusu olarak işaret ettiği Hz. Ali’yi etkisiz hale getirmenin
peşine düştü. Hz. Osman’ın katline göz yumduğu, hatta katillerine
destek olup onları yanında barındırdığı, dolayısıyla suçluları cezalandırma
vazifesini yerine getirmediği, binaenaleyh bunları yapmadıkça
Hz. Ali’ye beyat etmelerinin mümkün olmadığını dillendirerek
gerekçelerini ortaya koydu. Muaviye, bir yandan “katiller bir an evvel
cezalandırılsın, hilafet işi de şuraya bırakılsın” derken, öte yandan
“biz hilafeti istemiyoruz; bizim arzumuz, akrabası olarak, mazlum
halifenin kanını müdafaa etmektir”64 gibi ifadeleri sözlerine eklemek
suretiyle masum ve meşru bir üslup kullanmayı tercih ediyordu.
Hz. Ali tarafından defalarca beyata davet edilen Muaviye, bu
çağrıları dikkate almadığı gibi, hilafetinin meşru olmadığı gerekçesiyle
halife olarak tanımadığı Hz. Ali’ye karşı bir dizi faaliyete girişti. O,
bir yandan ashabın önde gelenlerine mektuplar göndererek Hz.
Ali’nin halifeliğinin meşruiyetini sorgularken65 öte yandan halifeye
olan hislerini ona savaş bayrağı açacak derecede ileriye götüren, başını
Hz. Aişe, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’ın çektiği ve
bazı Ümeyyeoğullarının da saflarında yer aldığı muhalefet hareketinin
sonucunu bekliyordu.66 Bu muhalefetin bir sonucu olan Cemel
Savaşı’ndan halifenin galip çıkmasından sonra, halife ile asi vali
Muaviye arasında askerî mücadele kaçınılmaz hale gelmişti. Neticede,
Sıffîn’de cereyan eden savaşta, danışmanı Amr b. el-Âs’ın telkiniyle
Suriye askerlerinin mızrak uçlarına taktıkları Kur’an sahifeleri
ile Allah’ın hakemliğine sığınmaları şeklinde bir savaş hilesi ile yenilgiden
son anda kurtulan Muaviye, sadece askerî bir zafer elde etmedi,
ayrıca halifenin ordusunun parçalanmasına zemin hazırladı.67
Bundan sonra Hz. Ali, bir taraftan bu karara karşı çıkarak ordusundan
ayrılan Haricîlerle öte taraftan hakemler toplantısında gündeme
gelen, mevcut halifenin azli, Muaviye’nin ise halife ilan edilmesi68
şeklindeki hileli kararın sancılarıyla uğraşmak durumunda kalmıştır.
Bu tarihten sonra Hz. Ali’nin kan kaybetme süreci hızlanırken,
Muaviye iktidara koşar adımlarla yaklaşmaya başlamıştır. Hz. Ali’niniçinde bulunduğu sıkıntılı ortamdan istifade etmeyi bilen Muaviye,
son planlarını devreye sokarak Hz. Ali’nin elinde bulunan Mısır, Irak,
Hicaz ve Yemen’i ele geçirdi. Hz. Ali daha sonra buraları geri alsa da
halifeliği boyunca etrafını saran ateş çemberi, Muaviye’nin organize
hamleleriyle içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Bir süre sonra da,
40/660 yılına gelindiğinde Hz. Ali’nin, kendi ordusundan çıkan Haricilere
mensup İbn Mülcem tarafından öldürülmesi69 ile Muaviye,
önündeki en önemli engelden kurtulmuş oldu.
Bütün bu olayların ardından Kudüs’te “emîru’l-mü’minîn” sıfatıyla
beyat alan Muaviye70 için, Iraklılar’ın başına geçen Hz. Hasan’ı
bertaraf etmek hiç de zor değildi. Gerek askerî, gerek malî ve gerekse
ictimaî güç açısından iki taraf arasında uçurumlar vardı. Bu durumun
farkında olan ve sonu olmayan bir mücadeleye girmenin, daha
fazla kan dökmekten başka bir işe yaramayacağına kanaat getiren
Hz. Hasan, bazı şartlar doğrultusunda hilafeti, zaten neredeyse onu
elde etmiş olan Muaviye b. Ebî Süfyan’a bıraktı. Böylece, yıllardır
aşama aşama, sabır ve bir o kadar da kararlılıkla71 yürüttüğü mücadelesinin
sonucunda Muaviye muradına erdi; başkent Kufe’ye girerek
halkın beyatını alarak Müslümanların yeni halifesi oldu.72
Muaviye’nin, hedefine ulaşmada genel tavır haline getirdiği tedriciliğin
en bariz örneklerinden biri de oğlu Yezid’in veliahtlığını gerçekleştirme
sürecidir. O, Yezid’e veliaht olarak beyat alabilmek için
yaklaşık yedi yıl uğraşmış; bu süre zarfında müsait ortamı hazırlamak
için valileriyle birlikte dört koldan faaliyetlere girişmiştir.
Yezid’in imajını tazelemek uğruna onu cihada göndermesi, yine itibar
kazanması için onu hac emirliği ve Bizans seferi ile görevlendirmesi,
halkın gönlünü kazanmak, şair ve hatipleri tarafına çekmek gibi çeşitli
sebeplerle cömertçe para dağıtması73, farklı şehirlerden gelen
heyetleri ikna görüşmeleri74 onu hedefine ulaştıran hesaplı adımlar
olmuştur. Nitekim Muaviye, siyasî hayatta ilerlemenin temel yöntemi
olarak gördüğü ve uygulamalı olarak benimsediği tedricî yaklaşımı,
meşhur bir sözünde şöyle ifade etmiştir: “Paranın iş gördüğü yerdekonuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü
yerde kılıca gerek yoktur. Son çare olarak kılıca başvurulur.”75
4. Psikolojik Baskı / Sindirme Faaliyetleri
Muaviye b. Ebî Süfyan’ın, muhaliflerini bertaraf etme yöntemlerinden
biri olarak uyguladığı ve valilerine de sıkı sıkıya uygulattırdığı
psikolojik baskı, hatta taciz uygulamalarının başta gelen örneklerini,
onun Hz. Ali’ye karşı giriştiği mücadele sürecinde görmek
mümkündür.
Muaviye, Müslümanların üçüncü halifesi Hz. Osman’ın görevi
başında iken öldürülmesinin ardından hilafeti devralan Hz. Ali’ye,
Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmadan maktul halifenin velisi
ve varisi olarak, ona beyat etmeyeceğini her platformda gündeme
getirmekteydi. Mevcut karmaşık ortam da Muaviye’nin söylemleri
için uygun bir zemin sağlıyordu.
Hz. Osman’ın kendi çocukları hayatta iken, Muaviye’nin onun
velisi olup olamayacağı tartışmaları bir yana, Muaviye bu işi hukukî
boyuttan çıkararak siyasî zemine taşımış76; halifeyi, katilleri bir an
önce cezalandırıp, layıkıyla yerine getiremediği hilafet işini de şuraya
havale etmesi gerektiği yönündeki taktik tutumuyla Hz. Ali’nin zaten
henüz oluşmamış olan otoritesini sarsmayı başarmıştır. Bir başka
ifade ile Muaviye’nin, üzerinden muhalefet yaptığı, katillerin cezalandırılması
konusunun, hukukî bir hak talebinden ziyade, Hz. Ali’yi
yıpratarak onun gücünü zayıflatma amacını taşıdığını söylemek yanlış
olmayacaktır. Muaviye açısından Hz. Ali’nin halifenin katillerinin
destekçisi ve dolayısıyla katili olduğuna dair öne sürdüğü delili ise,
katillerin Hz. Ali’nin yanında yer alması ve bazı devlet görevlerine
getirilmesinden çıkardığı yorumlardı. Bu ithamlarıyla Muaviye, hem
kendi iddiasına destek bulabiliyor hem de Hz. Ali’yi büyük bir baskı
altına sokarak sindirmeye gayret ediyordu.77
Muaviye b. Ebî Süfyan, Hz. Ali’yi bertaraf etme sürecinde kullanmış
olduğu bu etkili yöntemi, daha sonra kendi iktidarı süresince
bu defa Hz. Ali taraftarlarını sindirme amacıyla kullanmıştır.
Her ne kadar ortak düşmanları olan Haricîler’in etkisiz hale getirilmesi
uğruna ortaya çıkan zorunlu işbirliği, iktidar ve Hz. Ali taraftarları
arasında belli bir sükunet ortamı oluşturmuş olsa da,
Şam’da başlatılan bir gelenek, ilişkilerin her daim gergin kalmasına
sebep olmuştur. “Sebb” şeklinde ifade edilen, Hz. Ali ve taraftarlarının
kötülenmesi, Hz. Osman ve taraftarlarının ise övülmesi temelinedayanan bu uygulama78, Muaviye tarafından kararlılıkla işlenmiştir.
Öyle ki Muaviye, bu uygulamanın aksatılmamasını valilerine de sıkı
sıkı tembih ederek, sebbi resmî bir devlet politikası haline getirmiştir.
Aslında böyle olacağının ilk işaretleri, Muaviye tarafından halifeliğinin
daha ilk zamanlarında verilmişti. O, halife olduğunda Hz. Ali
taraftarlarının yoğun olarak yaşadığı önce Kufe, ardından da Basra’dan
beyat aldıktan sonra buradan ayrılışı sırasında Hz. Ali’ye lanet
okuyup durmuştu.79 Bir anlamda, iktidarın muhalefet üzerindeki
koyu gölgesini temsil eden, serin nefesini hissettiren bu uygulama,
Muaviye iktidarının güçlü valileri Mugîre b. Şu‘be ve Ziyad b. Ebîh
dönemlerinde de istikrarla sürdürülmüştür. Her ne kadar Mugîre’nin
Kufe valiliği esnasında herkes fikirlerini –eyleme dönüştürmedikçe80-
açıkça söyleyebilecek ve savunabilecek kadar müsamahalı bir ortam81
oluşmasına rağmen, Hz. Osman’ın yüceltilirken, Hz. Ali ve sevenlerine
lanet okunması şeklindeki sindirme kampanyasında bir
aksama olmamıştır.
Muaviye, siyasî muhaliflerine karşı yürüttüğü bu psikolojik
baskı ve karalama kampanyasına bir de ekonomik kısıtlamaları ekleyince,
Hz. Ali taraftarları üzerindeki baskı bir kat daha artmıştır.
Bunun açık bir örneği, Hz. Ali taraftarlarının önde gelen ismi Hucr b.
Adiy ile Kufe valisi Mugîre b. Şu‘be arasında geçen bazı konuşmalarda
görülür. Vali Mugîre’nin Kufe mescidinde Hz. Ali aleyhinde cümleler
sarfettiği sırada, Hucr’un ona karşı çıkarak “Sen ihtiyarlıktan
kimi seveceğini şaşırmışsın. Sen önce bize, kestiğin maaşlarımızı ver.
Senin bunu yapmaya hakkın yok; senden öncekilerin yapmadığı bir
şeye çok düşkün oldun” diye bağırmış, diğerleri de “ bizim boş lafa
karnımız tok; biz kesilen maaşlarımızı istiyoruz” diyerek üzerlerindeki
baskının yükünden şikayetlerini ve nasıl mağdur edildiklerini
yüksek sesle dile getirmişlerdir.82
Muaviye, kitle veya grup psikolojisi üzerinde uyguladığı bu
baskı yöntemini, elbette bireysel bazdaki muhaliflerini sindirme noktasında
da kullanmıştır. Örneğin, Muaviye, Haricîler’in önde gelenlerinden
Havsere b. Vedda’yı faaliyetlerinden vazgeçirmek için babasını
Havsere’ye gönderdi. Babası da, oğluna içinde bulunduğu durumun
duygusallığını, zorluğunu göstermek için Havsere’ye oğlunu getirdi.Bu baskı hali karşısında dahi Havsere’nin verdiği cevap, Haricîler’in
psikolojisini ve fikir dünyasını göstermesi açısından manidardır: “Bir
kafirin mızrağının ucunda sallanmak, bana oğlumdan çok daha sevimlidir.”83
Muaviye benzer bir yöntemi, Hz. Ali’nin Faris varisi olup, nüfuzu
ve elindeki, beytülmale ait mallar nedeniyle iktidarı için potansiyel
bir muhalif olarak gördüğü Ziyad b. Ebîh’i kendi saflarına çekme
sürecinde de kullanmıştır. Ziyad’ı önce tehditkar sözlerle84 ardından
elindeki malların kendisine bırakılacağı vaadiyle beyat etmeye çağıran
Muaviye, olumlu cevap alamayınca Ziyad’ın Basra’da yaşayan
aile fertleri üzerinde baskı kurma yoluna gitmiştir. Bu işle ilgili olarak
görevlendirdiği Busr b. Ebî Ertat’a, Ziyad’ın oğullarını ve bazı
akrabalarını tutuklattırmış, ayrıca Ziyad’a, Muaviye’ye gitmesini aksi
takdirde çocuklarını öldüreceğini ifade eden bir de mektup yazdırmıştır.
Gelişmelerden endişeye kapılan Ziyad’ın üvey kardeşi Ebû
Bekre, bizzat halifenin huzuruna çıkarak ondan hapisteki akrabalarının
serbest bırakılmasını talep etmiştir. İktidar-kabile ilişkilerini
dengede tutmayı tercih eden Muaviye, onun bu talebini reddetmemiştir.85
5. Propaganda
Muaviye b. Ebî Süfyan’ın siyaset sahnesinde başarılı olabilmek
amacıyla başvurduğu yöntemlerin başta gelenlerinden biri de, gerek
birey ve gerekse toplum psikolojisi üzerinde yüksek bir etki gücüne
sahip olan “bilinçli propaganda”dır. İfade etmek gerekir ki Muaviye,
muhalif olarak gördüğü kişileri bertaraf etme yolunda yoğun olarak
kullandığı bu propaganda yöntemini, sindirme ve karalama faaliyetleri
ile iç içe yürütmüştür.
Hz. Osman’ın katledilmesi ve ardından Hz. Ali’nin halife olmasından
sonra, hilafet hususunda daha net adımlar atan Muaviye, bu
süreçte yoğun bir propaganda faaliyeti yürüterek halifeye karşı tahrik
ettiği halkın desteğini kazanmak için büyük çaba sarfetti. Örneğin,
Hz. Osman’ın, eşi Naile tarafından Şam’a gönderilen kanlı gömleği,
yine Naile’nin olay sırasında kılıç darbesi ile kesilen parmakları86,
halifenin katilleri veya fitnenin sebepleri olarak afişe edilen isimlerin
yazılı olduğu mektup87, özellikle Şam halkını galeyana getirmeye
yetmişti. Bu malzemeleri Şam Camii’nde teşhir ederek halkı de-rinden etkileyen Muaviye, önemli bir taraftar desteği sağladı ki, özellikle
Şamlılar, Muaviye’nin argümanlarından etkilenmeye çoktan
hazırdı.88 Muaviye, bu yolla bir yandan Hz. Ali’nin halifeliğinin meşruiyetini
ortadan kaldırmaya çalışırken, öte yandan kendi davasında
ne kadar haklı ve meşru olduğunun propagandasını yapmaktaydı.
Sonuç olarak bu propaganda öyle boyutlara ulaşmıştı ki, Şamlılar,
Hz. Osman’ın katili olarak Hz. Ali’yi öldüreceklerine dair yemin ettiler.89
Nitekim, Hz. Ali’nin Muaviye’den beyat alması için ona gönderdiği
elçisinin geri döndüğünde ona Hz. Osman’ın kanlı gömleği altında
ağlaşıp intikam almaya yemin eden elli bin90 veya altmış bin kişiden
bahsetmesi91 Muaviye’nin ne denli etkili bir propaganda yaptığını
göstermesi açısından dikkat çekicidir. Üstelik, Muaviye’nin Hz. Ali’yi
hedef göstermesi, onu halifeye isyan eden bir vali olarak algılanmaktan
kurtarmış, bir başka ifade ile kendisi ile Hz. Ali arasındaki bir
mesele olmaktan çıkarıp Hz. Ali ile Hz. Osman arasındaki bir duruma
dönüştürmüştür.92
Hz. Osman’ın öldürülmesini, adeta siyasî bir kan davasına dönüştüren
Muaviye, bu konuyu işleyerek, Suriye’deki varlığını iktidara
alternatif kılma yolunda büyük çaba harcadı. Bu doğrultuda işe,
maktul halifenin katillerinin derhal bulunup cezalandırılması propagandasıyla
başlayan Muaviye, bir süre sonra yeni bir tartışma açarak
Hz. Ali’nin halifeliğinin meşruluğunun sorgulanması ve halifenin bir
şura tarafından seçilmesinin gerekliliğini telkin etti ki,93 özellikle bu
ikinci adım, Muaviye’nin iktidar hesaplarına delalet eder demek
mümkündür. Zira başlangıçta Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması
veya kendilerine teslim edilmesi durumunda beyat edeceği
şeklinde daha temkinli bir üslup kullanan Muaviye94, daha sonra
iddialı bir üslup ile, katiller teslim edilse bile beyat etmeyeceğini ve
şura talebini dillendirmişti.95 Görünen o ki bu durum, mücadelesinin
başından beri Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasından başka
bir hedefi olmadığını ileri sürerek insanları etrafında toplayan
Muaviye’nin gerçek maksadını ortaya koymaktadır ki, bu da Hz.Ali’nin yeri olan hilafet makamını elde etmekten başka bir şey değildir96
şeklindeki yorumları desteklemektedir. Nitekim ileriki yıllarda,
oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi de, onun şura ile halife tayini ısrarında
pek de samimi olmadığını göstermiştir.97
Muaviye, bu süreçte iki önemli yol takip etmiştir ki, bunlardan
biri, her türlü siyasî çareye başvurarak insanları kendi saflarına
çekmek, diğeri de, mücadelesinde haklı olduğunu gösterecek ayetlerin
veya hadislerin desteğine başvurmaktır.98 Nitekim Muaviye, Hz.
Osman’ın velisi olarak onun kanını talep ederken, kendisine “Sen
kim, Hz. Osman kim! Sen sadece Ümeyyeoğulları’ndan birisin; Osman’ın
çocukları bunu talep etmeye senden çok daha layıktırlar”
diyenlere, şu ayeti delil getirerek akrabalık hakkını kullandığını belirtiyordu:
“Allah’ın haram kıldırdığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim
haksız yere öldürülürse, onun velisine (hakkını alması için) yetki
verdik.(Fakat o da) öldürmede aşırı gitmesin (katil yerine, katilin akrabasını
veya katille beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü kendisine
yardım edilmiş(yetki verilmiş)tir.”99
Öte yandan, Ümeyyeoğulları ve onların liderleri konumundaki
Muaviye’nin, maktul ve mazlum halifenin yakınları olarak, ondan
sonra hilafetin kendilerinin hakkı olduğunu düşündüklerini gösteren
bir takım rivayetlerin yanı sıra,100 hadis olduğu belirtilen bazı haberler
de gelen rivayetler arasındadır. Buna göre Muaviye şöyle demiştir:
“Birgün Rasûlullah’ın (s.a.v.) abdest suyunu döküyordum. Kafasını
kaldırdı ve bana şunları söyledi: “Benden sonra ümmetimin işlerini
sen yükleneceksin; o zaman geldiğinde onların iyiliklerini taltif et, kötülüklerini
affet” buyurdu. Muaviye konuşmasının devamında, “Ben
bu makamı elde edene kadar ümit içinde yaşadım” demişti.101
Muaviye’nin, Hz. Peygamber’e yakınlıklarını ileri sürerek Hz.
Ali’nin hilafete layık olduğunu savunanlara karşılık, kendisinin de
Hz. Peygamber’e onlar kadar yakın olduğunu ifade ettiği haberlere
göre, Muaviye, bunu kanıtlamak için şu görüşlerin propagandasını
yapmıştır: Hz. Peygamber’e katiplik yapması, kardeşi Ümmü Habibe’nin
Hz. Peygamber’le evli olması, Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafından
vali olarak tayin edilmesi, anne ve babasının toplumdaki yeri,
Hz. Ali’ye Hicaz ve Iraklılar’ın beyat etmesine karşın, Şamlılar’ın dakendisine beyat etmesi, dolayısıyla hilafet işinde onunla denk olduğu.102
Muaviye, siyasî hayatı boyunca yürüttüğü propaganda faaliyetlerinde,
toplumu yönlendirme konusunda etkili bir güce sahip olan
şair, hatip ve hatta müzisyenleri de değerlendirmeyi bilmiştir. O,
kendi fikirlerini yaymak ve arzu ettiği doğrultuda bir kamuoyu oluşturmak
için onlara hayli cömert davranmıştır.103 Öyle ki, bu aşırı
cömertliği karşısında kendisine hayret edenlere o, “Bir savaş bundan
çok daha fazlasına mâl olur” derdi.104
Muaviye’nin şair ve hatiplerden istifade ettiği yerlerin başında,
Hz. Osman’ın katlinden sonra öfke, intikam, hüzün gibi hislerin öne
çıktığı, toplumun duygusallığının zirve yaptığı dönem gelir. Hz. Osman’ın
kanlı gömleğinin Şam Camii’nde sergilenerek adeta bir ağlama
duvarı haline getirildiği o günlerde105 şairler ve hatipler, coşturucu
şiir ve konuşmalarıyla halkı, halifenin katillerini bir an evvel cezalandırmaya
davet ederek106, konunun halkın vicdanında her daim
sıcak kalmasını sağladılar.
Yine, Hz. Osman’ın katledilmesinin ardından
Ümeyyeoğulları’nın ve liderleri konumundaki Muaviye’nin, maktul
halife Hz. Osman’a olan akrabalıkları, onun varisleri olmaları hasebiyle
halifeliğin onlara verilmesi gerektiğini savunan görüşler,
Muaviye’nin çevresindeki en yakın şairlerden olan Ferazdak ve Ahtal
tarafından halkın beynine adeta nakşedilmiştir.107
6. Asabiyetten Faydalanması ve Kabileler Arası Denge Politikası
Kendisi de geniş bir aile ve kabileye mensup olan Muaviye, güçlü
bir idareci olabilmek ve gerçek bir otorite kurabilmek için kabileciliğin
öneminin farkındaydı. O, evvela kendi kabilesi olan
Ümeyyeoğulları ile olan ilişkisini bir denge ve düzen içerisine soktu.Bununla birlikte yaşadığı toplumda ağırlığı olan nüfuzlu kabilelerle
evlilikler gerçekleştirerek, gücüne güç kattı.
Muaviye b. Ebî Süfyan, Suriye valiliği sırasında gerçekleştirdiği
fetihler, elde ettiği ganimetlerle kurduğu disiplinli, sağlam bir ordu
ve yürüttüğü dengeli siyasetle Suriye’de başlı başına bir düzen
oturtmuştu. Hz. Ömer’in vefatının ardından Hz. Osman’ın iş başına
gelmesi ile, bu düzenin gücü, ağırlığı gün yüzüne çıktı. Şüphesiz ki,
Muaviye’nin Suriye bölgesindeki bu mutlak otoritesinin arkasında,
kendi kabilesinden ziyade, sırtını dayamış olduğu Kelb kabilesinden
aldığı kuvvet gelmekteydi. Önce kendisi bu kabileden biriyle evlendi,
sonra da Hz. Osman’ı evlendirdi.108 Bunun yanı sıra, Suriye bölgesinin
tamamı Şam valiliğine yani Muaviye’ye bağlanınca o,
Temimoğulları, Kaysoğulları, Esedoğulları, Rabîa ve Mudar kabilelerini
de belli yerlere yerleştirerek durumunu kuvvetlendirdi ve artık
Hicaz’dan gelen Müslümanların muhalefetlerine pek itibar etmez
oldu.109
İktidar olduğu dönem boyunca Muaviye, sabık halife Hz. Osman’ın
içine düştüğü sıkıntıları gördüğü için, idaresinin iplerini hiçbir
zaman kendi kabilesinin ellerine teslim etmedi. Bir başka ifadeyle
onları, sembolik sayılabilecek görevlerle yetinmeye mecbur etti. Asıl
kadroları ise ehliyet ve liyakat sahibi olduklarına inandığı tecrübeli
kişi ve kabilelere teslim etti ki, bunlar arasında Sakif kabilesinin yeri
büyüktür. Geçmişten gelen köklü ilişkiler ağının110 ve Sakîf kabilesinin
fitne hadiselerinde tarafsızlığını korumasının111 verdiği deneyimle
Muaviye, en önemli şehirlerini Mugîre b. Şu‘be ve Ziyad b. Ebîh gibi
Sakifli kimselere emanet ederek, iktidarını zinde tuttu.
İktidarının selameti açısından kabilelerin doğru ve dengeli bir
şekilde istihdamını hedefleyen Muaviye, muhalifetin başını çeken
Haricî ve Şiî grupları etkisiz hale getirme noktasında da kabilelere
başvurmuştur ki, gönüllü veya gönülsüz olarak kurulan bu menfaat
ortaklığı, Muaviye’nin hedeflerine hizmet etmiştir.
Tıpkı Hz. Ali’ye olduğu gibi, Muaviye’ye de açıktan isyan eden
ve devletin en önemli iç sorunlarından biri olan Hariciler, halifeliğinin
daha ilk günlerinde Suriye ordusunu mağlup edince, bu duruma
sinirlenen Muaviye, bunun hesabını Kufe’deki kabilelerden sormuş;
“içinizden çıkan bu aşırılarınızı halletmedikçe size benim yanımda neeman ne de rızık vardır”112 diyerek bu işi onlara havale etmişti.
Muaviye’nin bu konuşması Kufeliler’i hayli endişelendirmiş olacak ki,
bazı kabileler, Haricîler arasında bulunan mensuplarını onlardan
uzaklaştırdılar. Bunlar arasında, Eşca kabilesi Haricî liderlerden
olan Ferve b. Nevfel, Tay kabilesinden Ka’kaa b. Nefr, Benî Şeyban
kabilesinden İtris b. Urkub gibi isimler vardı.113
Muaviye’nin idare ile kabileler arasında işbirliği oluşturma gayreti,
onun valilerinin politikalarına sirayet etmiştir. Gerek Mugîre b.
Şu’be, gerekse Ziyad b. Ebîh kendi bölgelerinde, bir yandan, Haricîler’e
yardım ve yataklık eden kişileri kastederek bu işin daha fazla
uzamaması konusunda halkını uyarırlarken, öte yandan kabile reislerini
toplayarak onlara, kabile fertlerine sahip çıkmaları, asayişi
bozmamaları, bozanları da aralarında barındırmamaları şeklindeki
taleplerini net bir dille ifade etmişlerdir.114
Haricîler’in bertaraf edilmesi noktasında iktidar ile Haricî mensupları
olan kabileler arasında kurulan zorunlu işbirliğinden çok
daha fazlası, iktidar ile Şia arasında kurulmuştur. Zira, Haricîler
hem Muaviye’nin hem de Şia’nın ortak düşmanıydı. Bilindiği gibi Hz.
Ali, bir Haricî tarafından öldürülmüştü. Şia’nın gönlünde yanan bu
intikam ateşinin farkında olan ve onu iktidarının menfaatleri doğrultusunda
yönlendirmeyi, Haricîler’le baş etme yöntemi haline getiren
Muaviye, bu sayede hem iki ana muhalifinin gücünü birbiri eliyle
zayıflatmış hem de kendi ordusunun bu süreçte yıpranmasına izin
vermemiş oluyordu.
Sonuç olarak, Muaviye’nin kabilelere karşı yürüttüğü siyaset
hakkında özetle şunları söylemek mümkündür: Muaviye b. Ebî
Süfyan, her ne kadar nüfuzlu bir kabileye mensup olsa da, bunun
yeterli olmadığını; zira sınırları sürekli genişleyen ve dolayısıyla sosyal
yapısı da çeşitlenen bir ülkenin sağlıklı bir şekilde yönetilebilmesi
için yönetimini daha geniş toplum kesimleri üzerine kurması gerektiğinin
farkındaydı. Bu farkındalığın ışığında kurduğu kadro ile, kabileler
üstü bir konum elde etmiş; ayrıca, kazandığı bu sosyal meşruiyetle
asabiyetin tesirinde kalmak bir yana, asabiyeti yönetmeyi, yönlendirmeyi
başarmıştır. Nitekim zaman zaman kabilecilikten doğan
problemler ortaya çıktığında, bu kabileler üstü statüsü ile sorunların
üstesinden gelmiştir. Örnek vermek gerekirse, iktidar oluş sürecinde
kendisine koşulsuz destek veren, bu nedenle de Şam’daki
Mudarîler’den daha fazla maaşla taltif edilen Yemenîler’in, bu konumlarını
istismar ederek Mudarlılar’ı bölgeden süreceklerine dair
tehditkâr sözleri gündeme gelince, Muaviye, onlara göz dağı vermekve böyle bir kararın ancak kendisine ait olabileceğini göstermek için,
dört bin Kayslı’ya bir defada maaş vermekle kalmamış, Kayslılar’ı
kolay kara seferleriyle vazifelendirirken, Yemenliler’i daha zor ve riskli
olan deniz savaşlarına göndermiştir.115
7. Politik Girişimler ve Siyasî Komplolar
Muaviye b. Ebî Süfyan’ın, hayatının gerek siyasî gerekse askerî
mücadele safhalarında stratejik hile veya politik tuzaklara başvurduğuna
dair pek çok belirgin örnek vardır. Bunlardan biri, Muaviye’nin,
Mısır valisi Kays b. Sa’d b. Ubade ile halife Hz. Ali’nin arasını açması
olayıdır.
Muaviye, Hz. Ali’ye karşı mücadelesinde rakibini zayıflatmak
için, onun en başarılı valilerinden olan Mısır valisi Kays b. Sa’d’ı hedef
olarak belirledi. Zira Kays, Mısır’da Hz. Ali adına başarılı bir idare
sergileyerek halkın beyatını almıştı; sadece Hz. Osman taraftarlarının
bulunduğu Heribta bölgesi halkı beyat etmeseler de Hz. Ali’ye itaat
edeceklerini beyan etmişlerdi. Bu uzlaşma neticesinde Kays da onların
üzerine gitmedi, hatta sorun çıkmaması açısından onlara izzet-i
ikramda bulundu. Aslında bu durum, sıkıntılı günler yaşayan Hz. Ali
adına, Mısır’da belli bir sükunetin sağlanması demekti. Nitekim bunu
fırsata dönüştüren Muaviye, harekete geçti. Önce, Kays’a Irak
valiliğini vaad ederek onu kendi tarafına çekmeye çalıştı, fakat başarılı
olamayınca devreye yeni bir plan soktu. Bu plan doğrultusunda
Kays’ın aslında kendisinin tarafında olduğu, bunun işareti olarak da
Heribta halkına nasıl da ikramlarda bulunduğunu söylemekle kalmadı,
Kays’tan mektuplar aldığı şayiasını yayarak Kays’ı görevinden
aldırmak için türlü girişimlerde bulundu.
Kulağına gelen bu haberler karşısında Hz. Ali, söylenenlerin
doğru olup olmadığını anlamak için valisini sınama yoluna gitti ve
Kays’a, Heribta halkına karşı mücadele ve savaş emri verdi. Ancak
Kays, bunun yeni sorunlar doğurmaktan başka hiçbir işe yaramayacağı
şeklindeki kanaatinde sabitti. Halifenin ısrarı karşısında, şayet
kendisine güvenilmiyorsa azledilmesini talep eden Kays, nihayetinde
Hz. Ali tarafından görevinden alındı.116 Böylece Muaviye, Kays’ı Mısır’ın
idaresinden uzaklaştırarak, oranın ele geçirilmesi konusundabüyük bir adım atmış olurken117, Hz. Ali, Muaviye’nin gerçekleştirdiği
siyasî entrika ile, Mısır’da her yönden Muaviye’ye denk ve onunla baş
edebilecek kabiliyette önemli bir bürokratını kaybetmiş oldu.118
Stratejik hileler yoluyla ve yerinde yaptığı müdahalelerle sürece
yön verebilen Muaviye, benzer bir yöntemi Sffîn Savaşı’nda devreye
sokmuştur. Buna göre Muaviye, Sıffîn Savaşı’nda tam anlamıyla hezimete
uğramak üzereyken, vali ve danışmanlarından olan Amr b. elÂs’ın
teklifiyle kolay kolay kimsenin aklına gelmeyecek bir fikri devreye
soktu. Muaviye’nin emri ile Suriyeli askerler, mızraklarının
ucuna Kur’an sayfalarını takmak suretiyle119, savaşı askerî boyuttan
çıkararak başka mecralara taşımış oldu. Suriye ordusunun bu fotoğrafının
bir tuzak olduğu, ordusunun çoğunluğu tarafından fark
edilmiş olsa da Hz. Ali, geri kalan kısmı bu tuzağa düşmemeleri konusunda
ikna edemedi.120
Hz. Ali’nin öldürülmesinin ardından ise Muaviye için işler iyice
kolaylaşmıştı. Zira karşısında, kendisine rakip olabilecek denklikte
bir lider yoktu. Bugüne kadar aştığı engeller düşünülürse, Hz. Hasan’ın
hakkından gelmek, onun için “tereyağından kıl çekmek” mesabesindeydi.121
Nitekim, Kudüs’te “emiru’l-mü’minîn” olarak halktan
beyat alan Muaviye122, Iraklılar’ın da Hz. Hasan’a beyat ettiklerini
öğrenince, büyük bir ordu ile son hamlesini yapmaya koyuldu. Hz.
Hasan da onları karşılamak amacıyla bir ordu hazırlayıp Medain’e
kadar geldi123 ancak iki ordu arasında bir savaş cereyan etmedi. Bunun
sebepleri arasında zikredilen ve Muaviye’nin kurnazlık dolu bir
başka stratejik hilesine delalet eden bu haberlere göre Muaviye, Hz.
Hasan’ı kendisiyle anlaşmaya değil savaşmaya teşvik eden Kays b.
Sa’d’ın, kendisiyle para karşılığı anlaşarak savaş fikrinden vazgeçtiği124
veya Kays’ın öldüğü125 şeklindeki sahte haberlerle Irak ordusunun
dağılmasına sebep olmuştur.Stratejik girişimler noktasında Muaviye’nin dehasını gösteren
istisnâî bir örnek vardır ki o da, “istilhâk” yani Ziyad b. Ebîh’i kendi
nesebine katarak onu “anne ayrı baba bir kardeşi” ilan etmesidir.
Şöyle ki, kendisine beyati reddeden, Hz. Ali döneminin güçlü Faris
valisi Ziyad b. Ebîh, Hz. Ali taraftarlarını etrafında toplayarak kendisine
karşı ciddi bir hareket başlatacağı endişesi taşıyan Muaviye’nin
uykularını kaçırmaktaydı. O, başlangıçta hiçbir teklifine yanaşmayıp
tehdidine aldırmayan Ziyad hususunda yakın dostu Mugîre b.
Şu‘be’nin devreye girmesiyle onun beyatını almaya muvaffak oldu.126
Bu gelişmenin ardından Muaviye, kendi ailesi başta olmak üzere pek
çok kişinin tepkisine rağmen radikal bir kararla Ziyad’ın, kardeşi
yani, “Ziyad b. Ebî Süfyan” olduğunu ilan etti ve onu bir de Basra
valiliği ile ödüllendirdi.127
8. Tehdit/Gözdağı
Muaviye b. Ebî Süfyan, muhaliflerini sindirmek maksadıyla, hitabet
yeteneğiyle birleştirdiği tehdit ve gözdağı yöntemini de etkili bir
şekilde kullanmıştır. Bunun ilk örneklerini, onun siyasî hayatının
daha başlangıç yıllarında görmek mümkündür.
Hz. Osman döneminin sonlarına tekabül eden, ülkenin her tarafından
gelen şikayetlerin arttığı ve halifenin bu durumun baş sorumlusu
olarak gösterildiği çalkantılı yıllarda 33/653 senesi haccında
Hz. Osman’ın gözde valisi Muaviye, halifeden aldığı yetki ile Hicazlılar’a
açıkça gözdağı veren net bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmasında
Muaviye onlara, Allah’ın onları İslam ile nimetlendirdiğini, sonraki
neslin onları örnek aldıklarını, Mekke ve Medine’nin de kutsal
mekanlar kılındığını, ancak onların bu nimetlerle şımararak idareye
karşı yanlış işler yaptıklarını ifade ettikten sonra, eğer böyle giderse
ne sonraki nesillerin örnek alacağı kişilerin ne de diğer şehirlerin
ardından gideceği kutsal şehirlerin ayakta kalacağını net bir dille
söyleyerek muhalif gördüğü kişilere açıkça gözdağı vermişti.128
Hz. Osman’ın Medine’de gün geçtikçe yalnızlaştığının ve yaklaşmakta
olan tehlikeli şeylerin farkında olan Muaviye, halifeyi Şam’a
götürmek niyeti ile Medine’ye geldi, ancak teklifi halife tarafındankabul görmedi.129 Halifeyi Şam’a götüremeyen Muaviye, ona karşı
yürütülen muhalefetin başı olarak gösterdiği ve aralarında Hz. Ali’nin
de bulunduğu Muhacirîn’i tehdit ederek onlara, halifeye herhangi bir
şey olması durumunda kılıcını eline alacağını130, halifeye bir zarar
gelirse bunun onlar için bir felaket olacağını söylemekten geri durmadı.
Bunun üzerine Hz. Ali’nin, Muaviye’nin bu itham dolu sözlerine
karşı çıkarak onunla tartıştığı rivayet edilmektedir. 131 Burada
önemli olan bir diğer husus da, Muaviye’nin daha o zamandan kendini
halifenin velisi konumuna oturttuğu ve daha halife hayatta iken
onun haklarının hamisi rolünü üstlenerek siyaset sahnesinde Şam’a
başrol oynatmaya çalıştığıdır.132
Muaviye’nin, tehdit ve gözdağı ile sindirme yönteminin bir diğer
örneği de, Muaviye’nin kendisi için ciddî tehlike olarak gördüğü
Ziyad b. Ebîh’i kontrol altına alma çabaları sırasında karşımıza çıkar.
O, daha Hz. Ali hayatta iken, çöküntü sürecine giren halifeye,
başarılı valiliği sayesinde taze kan getireceği endişesi ile Ziyad’ı tehdit
etmeye başlamıştı.133 Bu tehditler karşısında Ziyad’ın cevabı da en az
Muaviye’nin sözleri kadar tehdit dolu idi: “Şaşılacak şey, şu ciğer
yiyen kadının oğlu beni tehdit ediyor! Rasulullah’ın amcasının oğlu,
Muhacirler ve Ensar onunla benim aramdadır. Eğer Emîru’lMü’minîn
izin verirse, ciğer yiyen kadının oğlunun hakkından gelirim”.134
Muaviye, kendi iktidarı yıllarında da gerekli gördükçe, özellikle
Haricîler’e karşı Şiîler’in kullanılması sürecinde tehdit silahını kullanmıştır.
Daha işin başında Kufe halkına hitaben Haricîler’i kastederek,
“Bu aşırılarınızı halletmedikçe, size benim yanımda eman ve
rızık yoktur” diyerek hem can hem mal varlıkları açısından genel bir
tehditte bulunmuş, bu sözlerini de iktidarı boyunca bilhassa valileri
vasıtasıyla icraata geçirmiştir.135
9. Askerî Mücadele/Müdahaleler
Muaviye’nin, muhaliflerini bertaraf etme noktasında son çare
olarak uyguladığı yöntemlerden biri de askerî mücadele ve müdahalelerdir.
Bu konudaki örnekleri, Hz. Ali’ye karşı giriştiği mücadelesürecinde olduğu gibi, hilafeti Hz. Hasan’dan devralışı ve daha sonra
kendi iktidarı döneminde özellikle Haricîler’e karşı verdiği mücadele
safhasında da açıkça görmek mümkündür.
Hz. Ali’nin halifeliğini tanımayarak, hilafetinin meşru olmadığı
iddiasıyla ona karşı mücadele süreci başlatan Muaviye, mücadelesinin
sonlarına doğru rakibiyle sıcak savaşa girmekten kaçınmamıştı.136
Zira bu karşılaşma, Muaviye’nin onca zamandır Hz. Ali’ye karşı
yürüttüğü isyan hareketinin nihaî noktasıydı.
Yenilgiyle sonuçlanmakta olan askerî bir hezimetin, kendi lehine
siyasî bir zafere dönüştüğü Sıffîn Savaşı’ndan sonra da askerî
faaliyetlerini sistematik bir şekilde sürdüren Muaviye, Hz. Ali’yi iyice
yıpratacak olan bir dizi askerî faaliyete girişti. Önce Mısır, daha sonra
da Irak, Hicaz ve Yemen’i ele geçirdi.137 Her ne kadar Hz. Ali buraları
geri aldıysa da çok zor bir duruma düşmüş138 ve iyice kan kaybetmişti.
Muaviye, kendi iktidarı boyunca uğraşmak zorunda kaldığı ve
üstesinden gelmek için iyi-kötü her yolu denediği iki ana muhalif
grup olan Haricîler’i ve Şia’yı bertaraf etme noktasında da, çoğu kez
son safha olarak, askerî müdahaleye başvurmuştur.
Bir yandan, kendisine beyat etmeleri için daha önce bahsedilen
her türlü metodu denediği ancak olumlu cevap alamadığı Haricîler139,
diğer yandan beyatlarını aldığı halde devlet düzenini bozarak
halkı isyana teşvik etmekle itham ettiği Şiîler’le140, askerî zeminde de
sonuna kadar mücadele etmiştir. Örneğin, hiçbir şekilde idare ile
uzlaşmaya ikna olmayıp yaklaşık on altı defa ayaklanan Haricî gruplar,
ancak askerî müdahale ile sindirilmiştir141. Yine iktidara karşı Şiî
muhalefetin temsilcisi ve giderek yükselen sesi olan Hucr b. Adiy ve
arkadaşları, toplumsal huzurun sağlanması adına uzun süren polis
takibatı neticesinde ölüme mahkum edilmiştir.142
O, ilk etapta bazen vaadlerle süslediği hoşgörülü tavrı, diyalog
arayışları, bazen psikolojik, ekonomik baskılar, bazen de gözdağı ve
tehdit suretiyle ikna yolunu sonuna kadar kullanmış, bu yolların
tıkandığı noktada da askerî müdahaleyi kaçınılmaz görmüştür. Nite-kim Muaviye bu anlayışını, daha önce de zikredildiği üzere, “Paranın
iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca,
kırbacın iş gördüğü yerde kılıca gerek yoktur”143, “Ziyad’ın kılıcıyla
kazandığından çok daha fazlasını, ben dilimle kazandım”144 gibi sözleriyle
de ifade etmiştir.
10. Öldürme/Siyasî İnfaz ve Suikastler
Kaynaklarımızda, Muaviye’nin, doğruluğuna inandığı hedeflerini
gerçekleştirebilme uğruna, zaman zaman çeşitli şekillerde gerçekleştirilen
siyasî infazlarla, muhalif gördüğü kimseleri yolunun üzerinden
kaldırdığına dair rivayetler mevcuttur.
Daha önce de bahsedildiği üzere, Hz. Ali’nin halife olduğu yıllarda,
Mısır’ın başarılı valisi Kays b. Sa’d’ın aralarında Hz. Osman
taraftarlarının da bulunduğu tüm halkı kucaklayan uzlaşmacı siyasetine,
yerinde bir müdahale ile son vermeyi hedefleyen Muaviye, iyi
planlanmış bir hamle ile halife ile valinin arasını açmayı ve nihayetinde
vali Kays’ı azlettirmeyi başarmıştı.145 İşte, Hz. Ali’nin Kays’tan
sonra, maktul halife Hz. Osman’ın katillerinden sayılan Muhammed
b. Ebî Bekr’i vali tayin etmesi ile daha müsait şartlara kavuşan
Muaviye, eline geçen bu kozla iyice rahatlamıştı ki, Hz. Ali bu başarısız
tayininden vazgeçerek onun yerine Eşter’i Mısır’a tayin etti.146
Eşter gibi dişli bir kimsenin Mısır’a vali olması ise Muaviye açısından
tehlikeli idi. Bu yüzden Eşter’in tayin haberi Muaviye’ye ulaştırıldığında
ondan kurtulmanın çaresi arandı.147 Sonunda, bazı maddî
vaadler karşılığında bir gayri müslim ile anlaşılarak infazına karar
verilen Eşter, kendisine sunulan zehirli bal şerbetini içmek suretiyle
öldürüldü.148
Muaviye, kendi halifeliği döneminde de benzer icraatlarla anılmıştır
ki bunlardan biri, Hıms valisi Abdurrahman b. Halid b
Velid’in zehirlenmesi olayıdir. Bu infazın sebebi olarak
Abdurrahman’ın, Bizans topraklarına yaptığı seferlerde gösterdiği
başarıların, ona, Suriyeliler nezdinde giderek artan bir itibar kazandırması149
veya Yezid’in veliahtlığı için bir tehlike arz etmesi gösteril-se de her iki durumda da Abdurrahman’ın Suriye halkı nezdinde
hayli muteber hale gelmesi ve dolayısıyla bu durumdan Muaviye’nin
rahatsızlık duyması sonucu ortaya çıkmaktaydı.150 Dolayısıyla bu
durum karşısında Muaviye’nin, İbn Âsâl ismindeki kişiyle, yine bir
takım maddî vaadler karşılığında anlaşarak Abdurrahman’ı zehirlettiği
rivayet edilmektedir.151
Muaviye’nin, iktidarının ve devlet otoritesinin sarsılmazlığı adına
yaptığı benzer bir uygulamayı da Hz. Ali taraftarlarının önde gelen
ismi Hucr b. Adiyy’in öldürülmesi olayında görmekteyiz. Muaviye’nin
Kufe valisi Ziyad b. Ebîh, huzursuzluk çıkararak devlet ve milletin
birlik-bütünlüğünü bozan faaliyetlere giriştiği gibi gerekçelerle, uzun
bir kovalamacadan sonra Hucr b. Adiyy ve beraberindeki bir grubu
yakalamıştı. Tutuklanan bu gruptan bir kısmı, kabile büyüklerinin
araya girmeleri ve Muaviye nezdindeki kredilerini kullanmaları suretiyle
serbest bırakılmıştı. Hucr’un da affı için devreye girildiyse de
Muaviye bu teklife sıcak bakmamış, Hucr’un tehlikeli bir ele başı
olup serbest kaldığı taktirde yeniden şehirde fitne çıkarabileceğini
sebep göstererek idam edilmesini emretmişti.152
Bu noktada yinelemek gerekir ki, Muaviye, hilm ve teennî ile
hareket ederek mecbur kalmadıkça şiddete başvurmamayı kendi
uygulamalarında tercih etse de, aynı müsamahayı valilerinin göstermesinden
hoşnut olmamış, onların merkezî otoriteye güç katacak her
türlü icraatlarına, sertlik ve şiddet dolu olsalar da, ses çıkarmamış,
hatta destek olmuştur.153
Sonuç
Muaviye b. Ebî Süfyan, gerek iktidara uzanış sürecinde ve gerekse
kararlı, bilinçli adımlarla elde ettiği iktidarı süresince, kendi
kişilik özellikleriyle de bütünleştirdiği belli başlı siyaset ilkelerini,
riyaset metodlarını kullanarak muhaliflerini veya muhalif olarak gördüğü
kimseleri yolundan atmayı, önündeki engelleri kaldırmayı hedeflemiştir.
Kimi zaman her türlü maddî-manevî teklif ve vaadlerle uzlaşma
yolları arayan ve müsamahasının öne çıktığı yöntemler, kimi zaman
da zikredilen bu yöntemlerin işe yaramadığı, yeterli olmadığı veya
amaca hizmet edemediği yerde devreye sokmaktan hiç de çekinmediği
tehdit, baskı, sindirme, yıldırma, hatta öldürerek ortadan kaldırmgibi metodlarla Muaviye, ister birey, ister grup, isterse kitle bazındaki
muhaliflerini bertaraf etmeyi bilmiştir.
Esasen Muaviye, doğduğu aile ve yaşadığı çevrenin ikramı olan
riyaset ortamının getirdiği tecrübenin yanı sıra, Hz. Ömer ve Hz. Osman
döneminde Suriye bölgesinde uzun müddet yapmış olduğu valiliği
süresince elde ettiği siyasî nüfuz, askerî ve ekonomik gücünü,
siyasî zekasıyla harmanlamıştır. Böylece o, olayların karşısında edilgen
bir pozisyona düşmemiş, bilakis onları kendi amaçlarına hizmete
edecek bir seyre sokmayı başarmıştır. Siyasî hayatındaki bu başarıyı,
tesadüflere veya şansa borçlu olmayacak şekilde iyi yapılmış plan ve
gözlemlerle temellendiren, ayrıca kendi artılarının yanı sıra muhaliflerinin
eksilerini de görüp değerlendirebilen Muaviye, bu özellik veya
kriterlerin süzgecinden geçmiş olan çeşitli –meşru veya gayrı meşruyöntemler
sayesinde muhaliflerini bertaraf etmiş, nevi şahsına münhasır
bir lider olarak İslam Tarihi’ndeki yerini belirlemiştir.
Kaynakça
Ahmed b. Hanbel, Müsned, I-VI, İstanbul, 1982.
Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasî Hadiselerin Kelamî Problemlere
Etkileri, İstanbul, 1992.
Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul, 1991.
Apak, Adem, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara, 2001.
…….., Anahatlarıyla İslâm Tarihi-3 [Emeviler Dönemi], İstanbul, 2008.
Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, Ankara,
2001.
………, “Muaviye b. Ebu Süfyan”, DİA, c. XXX, s. 332-334.
………, İrfan - Sarıçam, İbrahim, Emevîler, Ankara, 1993.
Belâzurî, Ensâb, IV, (thk. İhsan Abbas), Beyrut, 1979,
…………, Futûhu’l-Büldân, (thk. Rıdvan Muhammed Rıdvan), Beyrut,
1983.
Cahız, el-Beyân ve’t-Tebyîn, (thk. A. Muhammed Harun), I-IV, Kahire,
1948.
Demircan Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul, 2002.
Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, (thk. Ömer Faruk Tübba), LübnanBeyrut,
ts.
Dural, Osman Nuri, Muaviye b. Ebî Süfyan’a Yöneltilen Eleştiriler,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), S.Ü.S.B.E., Konya, 2007.
Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar fi Tarihi’l-Beşer, I-IV, İstanbul, 1286.
Gadban, Münir Muhammed, Muaviye b. Ebâ Süfyan, Dımaşk, 1980.Halife b. Hayyat, Tarih, (thk. Ekrem Ziya el-Ömerî), Riyad, 1985.
İbn A’sem, Kitâbü’l-Fütûh, I-IV, Beyrut, 1986.
İbn Abdilberr, el-İstîâb fî Marifeti’l-Ashâb, I-IV, Beyrut, 1940.
İbn Abdirabbih, el-İkdü’l-Ferîd, (thk. Müfid Muhammed Gamiha ve
ark.), I-IX, Beyrut, 1987.
İbn Asâkir, Tarihu Medineti Dımaşk, (thk. Ali Şîrî), I-LXXVIII, Beyrut,
1977.
İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahabe, I-IV, Beyrut, 1940.
İbn Hibbân, Kitâbü’s-Sikât, I-II, Haydarabad, 1975.
İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sekka ve ark.), III,
Kahire, 1955.
İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, (thk. Ahmed Ebû Mülhem ve ark.),
I-XV, Beyrut, 1988.
İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyase, (thk. Taha Muhammed ez-Zeynî),
I-II, Kahire, 1967.
……….., Kitâbü’l-Meârif, Beyrut, 1970.
……….., Uyûnu’l-Ahbâr, (thk. Yusuf Ali Tavil), I-II, Beyrut, 1986.
İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-IX, Beyrut, 1957-1960.
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk, I-XVIII, (thk.
Muhammed Abdülkadir Ata-Mustafa Abdülkadir Ata), Beyrut,
1992.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-X, Beyrut, 1986.
Kutluay, Yaşar, İslâmiyette İtikadî Mezheplerin Doğuşu, Ankara,
1995.
Lammens, H., Muâviye, İA, VIII, 438-444.
Makrizî, Hıtat, I-II, Bağdat, 1970.
Mes’ûdî, Murûcü’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, (thk. M. Muhyiddin
Abdülhamid), I-IV, Kahire, 1964.
Minkarî, Vak’atu Sıffin, (thk. Abdüsselam Harun), Beyrut, 1990.
Onat, Hasan, Emevîler Dönemi Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, Ankara,
1993.
Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim),
I-XI, Beyrut, 1967.
Varol, M. Bahaüddin, “Emevîler’in Hz. Ali ve Taraftarlarına Hakaret
Politikası Üzerine”, İSTEM, yıl: 4, sy. 8, (2006), s. 83-107.
Ya’kûbî, Tarih, I-II, Beyrut, ts.
Yakut, Mu’cemu’l-Buldân, I-V, Beyrut, 1979.Yiğit, İsmail, “Emeviler”, DİA, XI, 87-104.
Zehebî, el-İber fî Haberi Men Gaber, (thk. Selahaddin Müneccid), I-V,
Kuveyt, 1960.
………., Siyeru A`lâmi’n-Nübelâ, (thk. Şuayb el-Arnaût), I-XXV, Beyrut,
1988.
………., Tarihu’l-İslâm, (thk. Ömer Abdüsselam Tedmürî), I-XX, Beyrut,
1987.
Zeydan, Corci, İslam Medeniyeti Tarihi, I-V, çev. Zeki Megamiz, İstanbul
1970.
Muâviye Hz. Ali Yanlısı Sahabeyi Niçin İdam Ettirdi?
İslam tarihinin en tartışmalı kişiliklerinden Muâviye’nin halifeliği döneminde yaşanan bir hadise kendisi hakkındaki eleştirilere bir yenisini daha eklediği gibi fıkhî tartışmalara da kapı aralamıştır. Bu, faziletleri dolayısıyla “Hucrü’l-hayr” diye anılan Hucr b. Adî ve bir grup arkadaşının Hz. Ali (ra) taraftarlığı nedeniyle idam cezasına çarptırılması olayıdır.
Hucr b. Adî, Kinde kabilesinden bir sahabîdir. Kardeşi Hâni b. Adî ile beraber Hz. Peygamber’i (sas) ziyaret ettiğini ve Kâdisiye Harbi’ne katıldığını biliyoruz. Hz. Ali ile beraber Cemel ve Sıffîn savaşlarında bulunmuştu. “Düşmanına karşı seninle beraber savaşan, sana sadık ve ileri görüşlü kırk bin kişiyi bıraktın” diyerek Hz. Hasan’ı (ra) da tenkit etmiş bir sahabeydi. Muâviye’yi zalim olmakla suçlar, hakkında ağır ifadeler kullanmaktan çekinmezdi.
Muğîre b. Şu’be Kûfe valisiyken Hz. Ali’yi tenkit ettiğinde Hucr’un mescitte ayağa kalkarak ona cevap verdiğini kaynaklardan öğreniyoruz. Muğîre fiile dönüşmediği sürece sözlü muhalefete müdahale etmeyeceğini söylerdi. Ancak o vefat ettikten sonra Muâviye, Basra Valisi Ziyâd b. Ebih’i Kûfe valiliğine tayin ederek iki eyaletin valisi yaptı. Ne var ki Ziyâd, Muğîre kadar müsamahakâr değildi; muhalefete tahammülü yoktu. Kûfe’ye vali tayin edildiği zaman Hucr b. Adî’ye söyledikleri bu husustaki hassasiyetini gösteren çarpıcı ifadeler içerir:
“Biliyorsun ki seni tanıyorum. Ben ve sen -bildiğin konuda- Ali b. Ebû Tâlib’in sevgisi ve taraftarlığı konusunda beraberdik. Ancak durum başka şekilde gelişti. Allah aşkına bilirsin ki benim için kanından bir damla akıtırsan ben kanımın tamamını boşaltırım. Dilini tut ve evinde otur. Meclisime istediğin zaman gelip oturabilirsin. Benim yanımda bütün ihtiyaçların görülecektir. Beni kendine yeterli gör. Aceleci olduğunu biliyorum. Allah aşkına, ey Ebû Abdurrahman! Kendi hâlinde olasın. Bu alçak, akılsız ve ahmakların seni görüşlerinden caydırmaları konusunda dikkatli ol. Eğer sen bana karşı adileşirsen veya ben senin hakkını hafife alır ve ihmâl edersem bunu hem sana, hem kendime yakıştıramam.”