23 Kasım 2018

Böyle tefsir okumadınız C.G. Jung’dan Kehf Suresi tefsiri…







Böyle tefsir okumadınız 
C.G. Jung’dan Kehf Suresi tefsiri…


Carl Gustav Jung
, tıp ve psikiyatri kökenli bir ruh çözümlemecisi. 
Ancak onu bir okul yapan, sembol-bilim alanındaki çalışmaları ve bir de bilinç dışının dinamik ve yansımalarını çözümlemeye adanmış hayat-eseri. Jung, “ruh”un tanımını Freud’un öğretilerine sığmayacak kadar genişletmiştir. 

Bunun için Jung Freud’dan ‘fazla’dır. Bir bilinç-lilik fanatiği olmayan, karanlıksız aydınlığın mümkün olmayacağını vurgulayan, modernist ‘akılcı’ zihniyeti ürkütmüş bir alacakaranlık seyyahıdır. 

Ona göre  insan hayatının esas gailesi, kenidi tedavisidir. 
Eksiklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek, zedellenmişliklerinin ıztırabını azaltmak ve dünyayı, yeniden, merkezinde ‘kendisi’ olmak kaydıyla ‘tamam’ etmektir.  


Yaratıcılık dediğimiz ufkuna varılmaz eylemin Jung lugatinde karşılığı budur: Dünyayı tamam eyleme eylemi. İnsan, yaratılışın tamalanması için gereklidir, çünkü dünyaya nesnel varlığını kazandıran odur. 

Hem rehber olarak görülecek hem de zındık olarak dışlanacak fikirlerin babasıdır Jung. 
Ferdi kurtuluşun her insanın kendiliğinde bulacağı ‘dinî’ bir merkezde bütünleşmeyle mümkün olacağını söyler ve der ki: “Tüm düşüncelerim, güneşin çevresinde dolaşan gezegenler gibi Tanrı’yı merkez alıyor. 

Bu çekim gücünü inkar edersem en büyük günahı işlemiş olurum.”
Jung elbette ki bir bilim adamıdır, bir modernite kahramanı olduğunu da kabil edebiliriz. 

Kuramlarını, hayat deneyimleriyle birebir uyumlayabileceğimiz ve bunu kendi ifadeleriyle doğrulayabileceğimiz az sayıdaki eser sahiplerinden biridir. 

“Kendimi ruhun hizmetine adadığımda beni o bataklıktan çıkarabilecek tek yol bilimimdi. Ruhsal dağarcığımda olan her şeyi tek tek anlamaya ve olabildiğince bilimsel  sınıflara ayırmaya özen gösterdim.”

Bu anlamlı çıkarımlar, Jung’un, Metis Yayınlarıtarafından Dört Arketip adı altında toplanan bağımsız yazılardan oluşan kitabının girişindeki M.Bilgin Saydam’ın nefis sunum yazısına ait. 
Bu toplama-kitabın bizim kültürümüz açısından önemli bir özelliği var. İslam’la pek ilgilenmemiş olmasına rağmen ‘Yeniden Doğuş’ adı altında Kur’an’ın 18. suresi olan Kehf Suresi’ne dair kapsamlı bir psiko-mitolojik değerlendirme yer alıyor kitapta. Mağara Suresi

Dönüşüm sürecini canlandıran bir sembol olarak ‘Yeşillenen adam” Hızır’ı seçmiştir Jung. 
Bunun üzerinden Kur’an’ın yeniden doğuş sırrını nasıl işlediğini anlatır:
“Kur’an’ın yeniden doğuş gizemi, ‘Mağara’ adındaki 18. Sure’sinde karşımıza çıkar. 

Mağara, yeniden doğuşun gerçekleştiği yer, insanın kuluçkaya yatıp yenilenmek üzere kapatıldığı gizli bir oyuktur. 
Yedi Uyurlar mağaranın geniş bir yerindedir. 

Ortadaki ‘geniş yer’ mücevherin bulunduğu yada dönüşümün gerçekleştiği merkezdir. 
Yedi kişi, 309 yıl uyuduktan sonra uyanmışlardır. 
Bu efsanenin anlamı şudur: 
Her kim mağaraya yani herkesin kendi içinde taşıdığı bilincin dışındaki girerse, kendini önce bilinçdışı bir dönüşüm sürecinin içinde bulur. 

Bilinçdışına girmesi, bilinci ile bilinçdışının içerikleri arasında bağ 
kurmasını sağlar. 
Bunun sonucunda, kişiliğinde olumlu yada olumsuz anlamda kökten bir değişim olabilir. 
Dönüşüm genellikle hayat süresinin uzaması ya da ölümsüzlüğe adaylık olarak yorumlanır. 
Uyurların yedi kişi olması onların kutsallığına, uykuda dönüşüm geçiren  veebedi gençliğe kavuşan kahramanlar olduğuna işaret eder. 
Uyanınca ilk baştaki duruma dönülmesi, gençliğin tazeliğine yeniden kavuşulduğu anlamına gelir. 

Kur’an’daki Yedi Uyurlar hikayesini görünüşte bununla alakası olmayan ahlaki düşünceler izler. 
Fakat bu alakasızlık yanıltıcıdır. 
Gerçekte bu aydınlatıcı bilgiler, yeniden doğamadıkları için ahlak kurallarına yani yasaya bağlılıkla yetinmek zorunda olanların  gereksindiği malzemedir. 
Kurallara uygun davranışın ruhsal dönüşümün yerine geçişine sık sık rastlanır. 

Musa ve hizmetçisi Yeşua ben Nun’un öyküsü

Bu ahlaki düşünceleri Musa ve hizmetçisi Yeşua ben Nun’un öyküsü izler. Bu hikaye, Yedi Uyurlar efsanesinin yeniden doğuş sorununun daha net ve ayrıntılı versiyonudur. 

Musa, arayan, arayış içinde olan insandır. Bu yolculukta ona ‘gölge’si, hizmetçisi ya da alt benliği eşlik eder. Yeşua, Nun’un oğludur. 

Nun bir balık adıdır ve Yeşua’nın kökeninin derin sularda, karanlıkta, gölgeler âleminde olduğuna işaret eder. 
Hayati noktaya ‘iki denizin birleştiği yer’de ulaşılır. 

Burası madde âleminde Süveyş'dir yani ‘orta yer’dir. 
Ama insan ve onun gölgesi, bu ‘orta yer’in önemini kavrayamamışlardır. Çünkü mütevazı besin kaynağını temsil eden balıklarını unutmuşlardır. 

Balık, Yaratan’ın karanlık dünyasından gelen gölgenin, bedensel insanın babası Nuna işaret eder. 

Balık yeniden canlanmış ve yurduna, denize geri dönmek için sepetten dışarı sıçramıştır. 

Yani baba, hayvan ata ve hayatın yaratıcısı bilinçli insandan ayrılır. 

Bunun anlamı, insanın içgüdüsel ruhunu kaybetmiş olmasıdır. 

Bu süreç, nevroz psikopatolojisinde çok iyi bilinen ve daima bilincin tek yönlülüğüyle ilgili olan çözülme semptomudur. 

Fakat nevrotik süreçler, normal olayların abartılmasından başka bir şey olmadığı için, benzer şeylerin normallik yelpazesinde görülmesine şaşmamak gerekir. 

Burada ilkel insanın ‘ruh kaybı’ dediğimiz olgu söz konusudur. 
Musa ve hizmetçisi çok geçmeden ne olduğunu anlarlar.  

Musa, yorgun argın aç biilaç oturur. 
Önce fizyolojiyle açıklanan bir eksiklik hissetmiştir belli ki. 
Enerji (libido) kaybının en önemli belirtisi yorgunluktur. 

Bütün bu süreç, çok tipik bir şeyi, hayati önem taşıyan bir anın farkına varılmamasını anlatır. 

Musa, farkına varmadan hayat kaynağını bulduğunu ve yeniden kaybettiğini anlar ki bu dikkate şayan bir sezgi olarak nitelendirilebilir. 

Yemeyi düşündükleri balık, bilinçaltının bir içeriğidir ve ilk kökenle bir bağlantı kurulmasını sağlar. 
Balık, yeniden doğmuş, yeni bir hayata kavuşmuştur. 
Balık denize atladığında yeniden bilinçaltının içeriği olur.

Hızır yüksek bilinçtir
Kur’an yorumlarında balığın kaybolduğu yerdeki denizin sert kabuğa dönüştüğü ve toprakta balğını izlerini hala görülebildiğinden söz edilir. Orada oluşan adada, orta yerde Hızır oturur. 

Hızır’ın görülmesi ve balığın kaybolması arasında bir bağ vardır. 
Sanki balık, Hızır’ın ta kendisidir. Hızır, ‘kendilik’i temsil ediyor olabilir. O kendini yeniden diriltebilme özelliğine sahiptir. 

İkinci Adem gibi o da bir danışman, kutsal ruh, ‘Hızır Kardeş’tir. 
Her halükarda Musa onu yüksek bilinç olarak kabul eder ve onun tarafından eğitilmek ister. 
Bunu, yazgının iniş çıkışlarında ‘Kendilik’in üstün rehberliğini Ben-bilincinin nasıl algılandığını anlatan o kavranması güç olaylar izler.  

Dönüşün yeteneği olan sâlik için rahatlatıcı bir hikayedir bu. 
İtaatkar kul için ise Allah’ın kadiri mutlaklığına karşı dil uzatılamayacağını gösteren bir uyarıdır. 
Hızır  yalnızca yüce bilgiliği değil, bilgelik olmasına rağmen insan aklının eremeyeceği davranışları temsil eder. 

Karakteristik olan, dönüşüm geçirenin Musa ya da Yeşua değil, unutulan balık olmasıdır. 
Balığın kaybolduğu yer, Hızır’ın doğum yeridir. 
Ölümsüz varlık, göze çarpmayan, unutulan, hatta tümüyle olağandışı bir şeyden doğar. 

Balık sembolü, kendi enerjisini kendisi üretemeyen bilincin hayat aktivitesini sürekli bir enerji akışıyla sağlayan bilinçdışı içeriklerin ‘besleyici’ etkisidir. 

Musa halkına Zülkarneyn’in öyküsünü anlatıyor
Hızır’ın dostluğunun niteliği de bu surede anlatılmıştır. 
Hızır ile Zülkarneyn ayrılmaz bir ikili, büyük dostturlar. 
Kur’an’da nadir olduğu söylenemeyecek tutarsızlıklar burada da vardır. Birden Zülkarneyn’in öyküsüne geçiş, tutarsızlık değil de nedir? Yine de bunun psikolojik bağlantısı şöyle olabilir: Musa Kendilik ile ilgili sarsıcı bir deneyim yaşamış ve bilinç dışı süreçleri muazzam bir açıklıkla görmüştür. 

Daha sonra imansızlardan sayılan kavminin, Yahudilerin yanına gittiğinde ve yaşadığı deneyimi sırlı bir öykü biçiminde anlatmış, kendin söz etmek yerine Zülkarneyn’den söz etmiş olabilir. 

Musa, güneşin ölümden ve karanlıktan geçerek yeniden doğuşunu anlatır. 
Bununla Hızır’ın insanın yalnızca bedensel sıkıntılarda yanında olmadığını, yeniden doğuşuna da yardımcı olduğu ima edilmektedir. 

Musa, halkına iki dostun başından geçenleri kişisel olmayan bir sırlı öyküyle anlatır. 
Psikolojik olarak bunun anlamı, dönüşümün ‘ötekinde’ olmuş biçimde anlatılması ya da hissedilmesi gerektiğidir. 
Kudüs kendiliktir

Metnin diğer ayrıntılarını atlayıp Ye’cüc ve Me’cüc’e karşı inşa edilen sura dikkat çekmek istiyorum. 
Bu motif, Hızır’ın bir önceki kısımda yaptığı işin yani kent duvarını inşa etmesinin bir tekrarıdır. 
Burada Hızır’ın rolünü Zülkarneyn üstlenmiş, ‘iki dağ arasında yaşayan’ halka yıkılması imkansız bir duvar inşa etmiştir. 
Psikolojik açıdan bakıldığında 'orta yer’de kurulan ve Vahil’de ‘sevgili şehir’ (Kudüs) diye anılan Kendilik’tir. 
Kendilik, henüz doğumunda bile haset ortak güçler tarafından tehdit edilen kahramandır. 
Herkesin sahip olmak istediği kıskançlık kavgalarına yol açan mücevherdir. 
Yardımsever iki dostun sırlı efsanesi, arayışında mücevheri bulan kişiye korunma muştular. 
Allah’ın takdiriyle bir gün gelecek demirden sur da yıkılacaktır. 
O gün kıyamet günüdür. Psikoloji dilinde söylersek, bireysel bilincin karanlığın sularına gömüldüğü ,öznel kıyametin gerçekleştiği gündür. Ölüm anıdır. 

18. Sure, görünüşte kopuk kopuk, sembolik bir yapıda olsa da, bugün psikoloji bilgimizin artmasıyla bireyleşme süreci olarak nitelediğimiz ruhsal dönüşümün neredeyse mükemmel bir tasviridir. 
Efsanin çok eski, İslamiyetin peygamberinin ilkel bir zihin yapısına sahip olması sebebiyle, bu süreç bilincin alanının dışında işler ve bir çok şey sadece ima edilerek bırakılır. 
Öykü, mantıklı bir kurgudan yoksundur fakat dönüşümün karanlık arketipini öyle mükemmel biçimde ifade eder ki Arabın dinsel Eros’u tümüyle tatmin olur. 
Hızır figürünün İslam mistisizminde rol oynamasının sebebi de budur.” 
Netice
Bu değerlendirmenin eksik, yanlı, hatta önyargılı olduğunu söyleyebiliriz. 
Sözlü bir metin olarak inen Kur’an’ın bir kitap kurgusunda olmasını beklemek gibi yanılgı da söz konusudur. 
peygamberinin ilkel bir zihin yapısına sahip olması” ifadesi ise, bunca derin anlayışlara müsait bir zihin için çok şaşırtıcı bir durumdur. 

Yine de bu kültürel yansımalardan bir çok şey öğrenmemiz de mümkün olabilir. Jung’un hükümlerini sorgulamak ve yorumlarına karşı tavır almak bile zenginleştiricidir. Jung, uyarıcı ve dönüştürücüdür. 

Binlerce sayfalık eserlerinin her satırı yenidir ve özeldir. Kendi kendimize sorsak, hangimiz Kehf Suresi hakkında bu zenginlikte bir anlayış gösterebiliriz? 
Ve bu yazılanları okuduktan sonra bize her Cuma tekrarında büyük hikmetler olduğu buyrulan bu sureyi daha bir heyecanla takip etme isteği duymayacak mıyız?  “İslamiyetin 

Demem o ki: “Hayatım, yazdıklarımın özünü oluşturuyor, yazdıklarım hayatımın özünü değil. Yazdığım her şey bir iç zorunluluğun sonucuydu. Kaynakları kaderimde olan bir zorlama. Yazdıklarım bana içimden saldıran şeylerdi. Beni harekete geçiren ruhun konuşmasına izin verdim.” 
diyen bu yaşayan-adama kızmak çok da mümkün değil. Çünkü o sadece “içinden geleni” yaşamış ve yazmıştır. Taşları ayıklamak ve pirinçleri değerlendirmek de bizim üzerimize düşendir.

Ayrahan

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...