Levhi Mahfuz üzerinedir.
‘Levh’’, geniş yassı tahta, düz satıh, kürek kemiği, üzerine yazı yazılan şey ve hava (atmosfer) manalarına gelmektedir.
Terkip olarak manası, ‘‘korunmuş levha’’ demektir.
Kur’an’da sadece bir ayette geçmektedir. Müfessirlerin Levh -i Mahfuz hakkında dikkatimizi çeken bazı yorumları şöyledir:
1-Levh- i Mahffüz, yedi kat göğün üzerinde bulunan ve şeytana yasaklanan bir tabakadır.
2- Allah Taala’nın yanında bulunan üzeri yazılı levhadır.
3- İçerisinde mahlukatın eceli, rızkı ve yapacakları işleri gibi hususların yazılı olduğu asıl kitaptır, üzerinde herşeyin yazılı olduğu varlık sayfasıdır. Olmuş olacak herşey burara önceden kayıtlıdır.
4-Kur’an’ın ve bütün vahiylerin asıl kaynağı Levh-i Mahfuzdur .
5-Uzunluğu sema ile yer arası, genişliği mağribden meşrika kadar varan beyaz bir incidir ve her şey onun üzerinde kayıtlıdır .
6- Levh-i Mahfuzdan maksat, Hz. Peygamber ve onun varisleri durumunda olan veliler, arifler ve aşıkların kalpleridir.
Aşağıda verdiğimiz ayetlerde geçen ‘‘İmam-ı mübin’’, ‘’Kitab-ı mübin’’, ve ‘’Kitap’’ gibi kavramlar da, genel kabul olarak Levh-i Mahfuz anlamında yorumlanmaktadır ve mahiyet ve hakikatini Allah Taala’nın bildiği, ilahi bilgi hazinesi demektir.
(Ey Muhammed!) Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’an’dan ne okursan oku ve (ey insanlar, sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi mutlaka görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitaptadır
Mûsâ şöyle dedi: “Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katında bir kitaptadır.
Rabbim yanılmaz ve unutmaz.”.
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a âit olmasın.
Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de o bilir.
Bunların hepsi açık bir kitapta dır
Bilmez misin ki kuşkusuz Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Kuşkusuz bunların hepsi bir kitaptadır. Şüphesiz bu Allah’a göre çok kolaydır. İnkar edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler.
De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”
Allah sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) eşler yaptı. Allah’ın ilmine dayanmadan hiçbir dişi ne hamile kalır ne de doğurur.
Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta olmasın. Şüphesiz bu Allah’a kolaydır. Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta bir bir kaydetmişizdir. Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.
Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın.
Tanımlamalardan ve ayetlerden anlayacağımız gibi Levh -i Mahfus evrende gelmiş geçmiş ve gelecek olan tüm olayların en ince ayrıntısına kadar bilgisinin kayıtlı olduğu yerdir. Bu ifadeler insanı şaşırtmakta ve yüce Allah’ın gücünü de gözler önüne sermektedir. İman edenler Kur’an’da geçen bu ifadelere kayıtsız şartsız inanmaktadırlar.
Enbiya suresi 21/104 ayetinde geçen göğün kağıt tomarları gibi dürülmesi, katlanması ifadesi de ilk muhattapların algılayamayacağı , anlamlandıramayacağı ama Allah’tan geldiği için iman ettikleri örnek bir ayettir. Yirminci yüzyıl fiziği sayesinde biz bu ayetin nasıl bir gerçeklik ihtiva ettiğini kavramış bulunmaktayız.
Acaba bu durum Levh - i Mahfuz kavramı için de geçerl midir? Bilgisel- bilimsel altyapımız bu kavramı aydınlatabilecek düzeye ulaşmış mıdır? Bu konu hakkında yorum yapabilmek için çağdaş fiziğin en son kuramlarına göz atmamız gerekmektedir. Hologram şekil verilmiş iki boyutlu bir plastik parçasıdır. Uygun bir lazer ışığıyla aydınlatılınca üç boyutlu bir görüntü verir.
Hollandalı Nobel ödüllü Fizikçi Geradt’Hooft ve sicim kuramının yaratıcılarından Leonard Susskind 1990’ların başında evrenin kendisinin holograma benzer bir şekilde işliyor olabileceğini öne sürdüler.
Gündelik hayatta gözlediğimiz üç boyutlu olguların uzak, iki boyutlu bir
yüzey üzerinde yer alan fiziksel süreçlerin hologram benzeri izdüşümleri olabileceği yönünde şaşırtıcı bir fikir ortaya attılar.
Bu durum açıkça, yaşadığımız herşeyin aslında bir hayal olabileceğini, daha uzak bir yerdeki gerçekliğin yansıması olabileceğini anlatmaktadır. Ünlü fizikçi Brian Greene Platon’un gölgeleri ile holografik evren arasında benzerlik kurmakta ve bu bağlantıyı şu şekilde ifade etmektedir: ‘‘ Platon ortak algıları yalnızca gerçekliğin gölgeleri olarak yorumlarken holograf ilkesi de benzer bir yapı sergiler ama benzetmeyi tersine çevirir.
Gölgeler ( yassı yapıları nedeniyle ancak daha düşük boyutlu yüzeylerde hayat bula n şeyler) gerçektir, ama çok daha zengin yapılı gibi duran, daha yüksek boyutlu varlıklar (bizler;çevremizdeki dünya) yalnızca gölgelerin uçucu izdüşümleridir.’’
Hatırlayacak olursak Platon’un mağara benzetmesinde insanlar dışarıdaki üç boyutlu gerçek hayatı görememekte, ancak bu hayatın mağara duvarına yansıyan gölgelerini algılamakta ve gerçek dünyayı gölgelerden ibaret sanmaktaydılar. Holograf ilkede ise durum tam tersidir. Yani üç boyutlu evren, aslında daha gerçek olan iki boyutlu evrenin yansımasıdır.
Bu ilkeye göre evrenin üç boyutlu mekanında yaşadıklarımız, fiziksel olaylar, tıpkı holografik bir resimde gördüklerimizin çevreleyen bir plastik parçası üzerine kazınmış olan bilgi tarafından belirlenmesi gibi, evreni çevreleyen yüzeyde olup bitenler tarafından belirlenir . Yani yaşadığımız tüm bu gerçeklik, öncesiyle sonrasıyla, evrenin dış katmanındaki iki boyutlu yüzeyde kayıtlıdır ve asıl olan iki boyutlu gerçekliktir.
Bizim üç boyutta yaşadıklarımız ise yanılsamadan ibarettir. Fizik yasaları evrenin lazeri gibi çalış arak evrendeki gerçek süreçleri –ince uzak bir yüzeyde yer alan süreçleri - aydınlatır ve gündelik hayatımızın holografik yanılsamasını üretir Greene, Holografik İlkenin bilimsel temellerinin çok güçlü olduğunu yazmaktadır.
1997’de Arjantinli Fizikçi Juan Maldacena ’nın holografideki soyut şeylerin matematik yoluyla somut ve kesin hale getirilebildiği varsayımsal bir bağlam –varsayımsal bir evren - buldu ğunu anlatan Greene şöyle devam etmektedir: ‘‘Maldacena son derecede inandırıcı bir şekilde bu evrende yaşayan bir gözlemcinin tanık olduğu fiziğin evreni çevreleyen yüzeyde olup -biten fizikle tanımlanabileceğini gözler önüne serdi.’’ Bu kuram sicim kuramıyla, kuantum kuramıyla, termodinamik yasalarıyla, görelilik kuramıyla uyum içindedir ve karadelikl erden elde edilen bilgiler de kuramın ciddiyetini kuvvetlendirmektedir.
Greene konuyu şöyle özetlemektedir: ‘‘Holografi İlkesinin gelecekteki araştırmalarda baskın rolü üstleneceğini söyleyebilirim. Bu sağlam kanıtlara dayandığı konusunda fizikçilerin üzerinde fikir birliğinde oldukları kara deliklerin temel bir özelliğinden – entropilerinden- kaynaklanıyor.’’ Hologramı daha kolay anlayabilmek için gerçekte Ankara stüdyolarında olan bir spikerin üç boyutlu görüntüsünün İstanbul’da bir stüdyoya nakledildiğini düşünebiliriz.
Spiker gerçekte Ankara’dadır ancak orjinalinden yola çıkılarak İstanbul’daki bir stüdyoda üç boyutlu görüntüsü oluşturulabilir. İlerleyen teknoloji sayesinde bu öyle gerçekçi bir şekilde sunulabilir ki stüdyodaki izleyiciler bu görüntünün hologram olduğunu anlamayabilirler. Daha önce Hawking’in öngörüsüyle karadeliklerin içinden haber alınamayacağı ve karadeliğe düşen bir maddenin- ışığın bilgisinin sonsuza dek kaybolacağı düşünülüyordu.
Ancak yapılan çalışmalar bu bilginin karadeliğin ufkunda kopyalandığını ortaya çıkarmıştır. Raphael Bousso evreni içi dışına çıkmış bir karadeliğe benzetmektedir ve evrendeki tüm geliş - gidişlerin (yaşananların, olan herşeyin) bilgisinin evrenin ilk oluşumu aşamasında evrenin dış katmanındaki iki boyutlu yüzeyde kayıtlı olduğunu belirtmektedir
Tüm bu bulgular uzay - zamanın biçiminin gerçekliğin temel bir öğesi değil de ikincil bir ayrıntısı olduğunu göstermektedir. İşin ilginç yanı , ‘holografik evren’ tanımlamasını daha önce çoğunlukla mistik düşünce sahibi fizikçiler kullanırlarken son zamanlarda ateist fizikçilerin de elde edilen veriler ışığında bu tanımlamayı kabul ettikleri ve konu üzerine ciddiyetle eğildikleri dikkat çekmekte dir.
Sonuç olarak bu veriler sayesinde yaşadığımız herşeyin aslında bi r il lüzyon olabileceği ortaya çıkmaktadır. Yaşadığımızı sandığımız gerçekliğin aslında yanılsama olduğu ve tüm bunların bilgisinin kayıtlı olduğu başka bir yer hatta daha gerçek bir yer olduğunu bilim gösterme aşamasına yaklaşmıştır .
‘‘Gördüğümüz gibi, bu ilke, şahit olduğumuz olguların uzak, ince bir sınır yüzeyden yansıdığını ileri sürmektedir. Geleceğe baktığımızda, holografik ilkenin yirmi birinci yüzyılda fizikçilere yol gösteren bir fener olacağını düşünüyorum.
’’ Einstein’in öğrencisi , fizikçi Davi d Bohm , Geradt’Hooft ve Leonard Susskind’in çalışmalarından önce, gördüğümüz herşeyin bir illüzyon olduğunu, yaşadıklarımızın üçboyutlu sinemadan ibaret olduğunu , evrenin bir hologram o lduğunu ilk anlatanlar içindedir. Ona göre bizim realite dediğimiz şey , her şeyin altında yatan bir düzenin , ikinci kademedeki ortaya çıkış şeklinden başka bir şey değildir. Bohm maddenin ve hareketin illüzyon olduğunu söylemektedir ve bu yanılsamayı ‘’holohareket’’ olarak tanımlamaktadır.
Ancak bu fikirler doksanlı yıllardan önce fizikçiler tarafından pek de ciddiye alınmamıştır . Hatta bu bilim insanları fiziğe metafizik katmakla suçlanmışlardır . Doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren özellikle karadeliklerden elde edilen bilgiler ister istemez tüm f izikçileri konuyu ciddiye almak mecburiyetinde bırakmıştır Bu anlatılanların Kur’an’da neye karşılık geleceğini konuya hakim olan birçok kişinin tahmin edebileceğini varsayabiliriz: Levhi Mahfuz. R ahatlıkla görebileceğimiz gibi Kur’an fizikçilerin üzerinde durduğu ve ciddiyetle araştırdığı konuları net şekilde anlatmaktadır.
Kaldığımız yerden devam edecek olursak Greene ve meslektaşları yorumlamayı daha farklı açıdan ele alarak evrenin aslında bir bilgisayar programı olabileceğini öne sü rmektedirler.
Gerçeğinin dış evrende saklı olduğu ya da evrenin dış yüzeyinde kayıtlı olduğu , bizim evrenimizin gerçek evrenin bir benzetimi olabileceğini belirtiyorlar. ‘’Eğer bir benzetimde yaşıyorsanız, bunu anlayabilir misiniz? Bunun yanıtı büyük ölçüde benzetimi kimin yönettiğine - bu varlığın adı benzetimci olsun - ve benzetimin nasıl programlanmış olduğuna bağlıdır.
Örneğin, Benzetimci bir gün sizle bu gizemi paylaşmaya karar verebilir. Bir sabah duş alırken göz lerinizdeki köpüğü elinizle şöyle bir sıyırıp karşınızda size gülümseyerek bakan ve kendini tanıtan Benzetimci’yi görebilirsiniz. Ya da bu gizem, çok daha geniş çaplı biçimde, dünyadaki herkese yüksek sele açıklanabilir; işte gökyüzünde her şeyi programlamaya kadir olan bir benzetimci var, denilebilir. Benzetimci daha geri planda kalarak kendini ifşadan kaçınsa bile, size daha dolaylı ipuçları da verebilir. ’’
Ayrıca ‘’Yeterince iyi yapılandırılmış bir program, benzetimli insanların zihinsel süreçlerinin ve niyetlerinin bir kaydını tutabilir, böylece daha sonraları ne türden tepkiler verebileceklerini öngörebilir ve gelecekte ona uygun müdahelelerde bulunabilir.’ ’
Demektedir ve şunu da eklemektedir ‘‘Benzetimli canlılar gerçek dünyaya göç edebilir….’’
Tüm bilimsel teorilerin, ilkelerin ya öncelikle matematiksel altyapıları oluşturulur ve daha sonra onların varlığına dair kanıtlar aranır ya da gözlemler teorilerle uyuşmazsa gözlemlere u ygun yeni modeller oluşt urulur . Bu konuya ilişkin çalışmalar da karad eliklerden elde edilen çözümlemelerden ve fiziğin birçok alanıyla uyuşan kantlanmış matematik modellemelerden elde edilmiştir.
Nobel ödüllü fizikçi Steven Weinberg üzerinde çalışılan matematik modellemeler hakkında şunları söylemektedir: ‘’Hatamız, kuramlarımızı fazla ciddiye almak değil, yeterince ciddiye almamaktır. Üzerinden kağıt kalemle masa başında çalıştığımız rakamların ve denklemlerin aslında gerçek dünyayla ilgili olduklarını anlamamız hep zor olmuştur.’’
SONUÇ
Şu iğreti dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka şey değil.
Âhiret yurduna gelince, asıl hayat işte odur. Ah, bilebilselerdi!
Bilim insanları yukarıda bahsettiğimiz açıklamalar dahilinde durumu hemen kavrayarak rahatlıkla gelişmelerin Platon’un gerçek dünyasını çağrıştırdığını ifade etmişlerdir ve bundan çekinmemişlerdir.
Bu benzerliği ortaya koymak onları rahatsız etmemiş tersine durumun bu kadar benzer olmasına şaşırmışlardır .
Eğer biraz samimi olarak konuyu incelersek, Kur’an’da anlatılan ifadelerin tartışma kabul etmeyecek kadar çok daha açık şekilde bu durumu ortaya koyduğunu görürüz.
Hem yaşanmış - yaşanacak herşeyin bilgisinin kayıtlı olması hem de bu evrenden çok daha gerçek , birbaşka alemin varlığı konusunda Kur’an’da bulunan anlatımlarda bunu rahatlıkla görürüz.
Ayrıca Levh - i mahfuz kavramı çevresinde yapılan tanımlamalar onun iki boyutlu yüzeyi temsil ettiği izlenimini de vermektedir (geniş yassı tahta, düz satıh, kürek kemiği, üzerine yazı yazılan şey ve hava (atmosfer)).
Kur’an’da birçok kez kullanılmış bu kavram insanlara üstüne basa basa yaşadığımız evrenin bir yanılsama olduğunu ve bu evrene dair herşeyin önceden kayıtlı olduğunu anlatmaktadır. Holografik ilkenin çok kuvvetli kanıtları olsa da ve ilerleyen zamanlarda bu ilke bir gerçek olarak kabul edilecek olsa bile bize öyle geliyor ki yine birçok insan inanmamayı sürdürecektir.
Zira sonsuz evrenler, paralel evrenler, sonsuz hologramlar vb. teoriler ortaya atarak verilen ilahi mesajdan kaçınmaya çalışmaktadırlar. Aslında inananlarla inanmayanların bu felsefi ve bilimsel çatışmalarıdır ki bu , bilimi ileriye taşımaktadır.
Unutmamamız gereken bir şey vardır ki bilim gerçeklik arayışıdır. Bulunan her gerçeklik de bize Kur’an’ın anlattığı şeyleri sunacaktır. Hangi teori ortaya atılırsa atılsın doğruysa güçlenecek yanlışsa zamanla zayıflayacak ve silinecektir. Doğru olan ise Kur’an’la çelişmeyecektir.
Yeter ki biz ayetleri yanlış yorumlamayalım ve katı bir tutuculuk içine girmeyelim. Bir teori ne ateistler ortaya attı diye yanlış olabilir ne de müslümanla r savunuyor diye doğru olabilir. Teoriler doğru ya da yanlış olabilir ler önemli olan bu değildir.
Önemli olan her teorinin yanlışlansa da ayakta kalsa da bilime birşeyler kattığı, gerçeklik arayışındaki yola bir taş daha döşediğidir. Müslüman bilim insanlarının bu konularla ilgilenmesi, alternatif teoriler üretmesi, üretilen teorileri geliştirmesi dinimizin daha doğru anlaşılması hususunda önemlidir.
İslam felsefesini modern fizik ve bilim ile buluşturmak için geç kalınmış olsa bile İslam dünyasının artık kendisine gelmesi ve kutsal kitabına yakışır şekilde ilerlemesi gerekmektedir.
Ortaya hiçbir bilimsel kanıt sunmadan teorilere düşmanı olmak, onları İslam ile çatıştırmak doğru bir yaklaşım değildir.
Ateist bilim insanlarının da kaçmalarına rağmen bu tür kuramları (eski öğretilerle ya da dinsel metinlerle örtüşen ve mistik yanı olan kuramları) kabul etmek zorunda kalmaları hatta onlara yönelmeleri işin diğer boyutunu göstermektedir.
Elbette ileride kan ıtları çok kuvvetli olan bu ilkenin değişmesi farklı yorumlanması ihtimali de mevcuttur. Bu durumda Kur’an’ın bilimle çeliştiğini söylemek doğru değildir.
Bizim bu ayetleri yanlış yorumladığımızı, yeni verilerin şaşırtıcı doğasından dolayı heyecana kapılıp elde edilen bilimsel verileri erken yorumladığımızı söylemek en doğrusu olacaktır. Hakikatten fizikçilerin bile hemen aklına Platon’un gerçek dünyasını getiren bu ilkenin bizleri de heyecanlandırdığını söylemek yanlış olmaz.
Şu konuyu da belirtmek isteriz ki Kur’an elbette bir bilim kitabı değildir ancak sunduğu sembolik anlatımların karşılık geldiği gerçekliklerin olduğunu asla unutmamak gerekir. Zaten kutsal kitaplarda sembolik anlatımların olmasının en büyük nedenlerinden birisi de zamanın insanını aşan kavramsal- bilimsel altyapıya sahip olmasıdır.
Sembolik anlatımların mecburi doğası hakkında Nobel ödüllü ünlü bilima adamı Werner Heisenberg, ‘ ’Bütün zamanların dinlerinde imgelerle, misallerle ve paradokslarla konuşuluyorsa, burada amaçlanan doğruluğu anlamak için başka hiçbir olanak olmadığı anlamına gelir. Ama bu, doğruluğun gerçek doğruluk olmadığı anlamına gelmez .’’ Demektedir. Kur’an bu evreni ve Levhi Mahfuz da evrenin yüzeyindeki iki boyutlu ama daha gerçek olan kayıtlı kaynak bilgiyi temsil ediyor olmasın
‘‘Bence, insanlığın düşünce tarihine bakı ld ığında, en verimli sonuçları n, iki farkl ı düşünce sisteminin birbirleriyle temas ettikleri yerlerde ortaya çı kt ı klar ı fikri gerçekten de doğrudur.
Bu sistemler, köklerini insan kültürünün çok çeşitli ve değişik biçimlerine, değişik zamanlarına ya da değişik dinsel geleneklerine
salış olabilirler. Ancak buna rağmen birbirleriyle temasa geçtiklerinde, yani gerçek bir etkileşim ortaya çıktığında, yeni ve ilginç gelişmelerin de bunun takipçisi olacağını ümit edebiliriz.’’
Werner HEISENBERG