ÜST AKIL
Dünyanın her yerinde devasa ve amansız bir gizli yapı tarafından durdurulmak isteniyoruz. Bu yapı nüfuz alanını genişletmek için örtülü araçlara dayanıyor: işgal yerine sızmaya, seçimler yerine ayak kaydırmaya, özgür tercih yerine yıldırmaya, gündüzün orduları yerine gecenin gerillalarına güveniyor. Bu öyle bir sistem ki ince ince örülmüş, çok etkili bir makinenin inşasına bolca insanî ve maddî kaynak tepiştirmiş durumda. Bu makine ise askerî, diplomatik, istihbarî, ekonomik, bilimsel ve politik operasyonları birleştirmekte. Hazırlıkları yayınlanmıyor, gizleniyor. Hataları manşete çekilmiyor, gömülüyor. Muhalifleri övülmüyor, susturuluyor. Hiçbir harcama sorgulanmıyor, hiçbir söylenti gazetede haber olmuyor, hiçbir sır ifşa edilmiyor. John F. Kennedy
Amerika Birleşik Devletleri’nin 35. başkanı J.F. Kennedy’nin bu konuşması son konuşması olarak tarihe geçti. Faili hala bulunamayan Kennedy suikastı, üst akıl diye adlandırılan küresel baskı ağının ne olduğunu ifşa etmek için bir başlangıç fişeği sayılacak nitelikte.
Amerika Birleşik Devletleri 35. başkanı, suikast sonucu hayatını kaybeden J. F. Kennedy 4 Haziran 1963 günü, başkan Kennedy, tarihe Executive Order 11110 olarak geçecek olan kanuna imza attı. Kanun, Amerikan dolarının basım yetkisini Rothcshild ailesine ait olan Federal Reserve Bank’ın elinden alarak Amerikan Merkez Bankasına verdi. Bu kanunla birlikte basılan dolarlarda artık Federal Reserve Note (1) değil United States Note (2) yazmaya başladı.
(1) Federal Reserve Note yazılı 5 Dolar (2) United States Note yazılı 5 dolar
5 ay sonra, 10$’lık ve 20$’lık banknotlar henüz basım aşamasındayken, 22 Kasım 1963’de Başkan Kennedy öldürüldü.
Eşiyle birlikte açık bir araba içinde Dallas’ta bir konvoyun arasında ilerlerken uzak noktadan ateş açıldı. Saldırı sonucu Kennedy, ensesinden, boğazından ve başından üç kurşun alarak yaşamını yitirdi.
J. F. Kennedy’nin vurulması ardından araçtan atlayarak kurtulan eşi
Cinayetten kısa süre sonra cinayetin sorumlusu olduğu düşünülen 24 yaşındaki Dallaslı Lee Harvey Oswald yakalandı.
Kennedy suikastının zanlısı olarak tutuklanan 24 yaşındaki Dallaslı Lee Harvey Oswald
Başkan Yardımcısı Baines Johnson aynı gün yemin ederek başkanlığı üstlendi.
Kennedy’nin ölmesi ile Başkanlık görevine gelen Başkan Yardımcısı Baines Johnson
Zanlı Lee Harvey Oswald, olaydan iki gün sonra Dallas Polis karakolu önünde öldürüldü.
JFK suikastı ardından 10$ ve 20$’lık banknotların basımı durduruldu. 2$ ve 5$’lık banknotlar ise dolaşımdan çekilmeye başlandı. Para basım yetkisi yeniden Rothschild ailesine ait olan Federal Reserve Bank’a verildi. Federal Reserve Bank’a karşı çıkan bir başkanın, JFK’nin, ölümü ise hala aydınlatılamadı. Üst akıl kavramını ifşa eden Amerikan Başkanı Kennedy’nin ölümü bir “üst akıl cinayeti” olarak tarihe geçti.
JFK, bankerlere savaş açan ilk Amerikan başkanı değildi. Öldürülen Amerika Birleşik Devletleri 16. başkanı Abraham Lincoln da bankerlere bu savaşı açmıştı.
Amerika Birleşik Devletleri 16. başkanı Abraham Lincoln
Lincoln 1800’lü yılların başında fakir bir ailede doğup, 1860’ta da başkan seçildi. Amerikan İç Savaşı’nda, Amerika Konfedere Devletleri’ne karşı büyük bir galibiyet elde etti. Ülkenin birliğini korudu ve köleliği bitirdi. Abraham Lincoln askerler ile
Lincoln başkanlığı döneminde bankerlere savaş açarak National Bank Act olarak anılan girişimi gerçekleştirdi. Lincoln’u buna iten bankerlerin devlete verdikleri borç karşılığı %24-36 arası faiz istemesiydi. Lincoln bu faizi halkın sırtında yük olarak görüyordu. National Bank Act olarak tarihe geçen girişim ile birlikte dolaşıma sokulan para için bankerlere faiz ödenmesinin önüne geçmek hedeflendi.
Bu yolda adımlar atmaya devam eden Lincoln, katıldığı bir tiyatro gösterisinde suikast sonucu öldürüldü. Saldırıyı gerçekleştiren J. W. Booth aynı gün yakalandı. 12 gün sonra JFK’nin katili gibi mahkeme önünde öldürüldü. Abraham Lincoln suikastını canlandıran bir çizim
Bankerlere savaş açan Lincoln’un da öldürülmesi tıpkı JFK’nin ölümü gibi bir sır olarak kaldı. Abraham Lincoln: Benim iki büyük düşmanım var. Biri karşımdaki Güneyliler Ordusu diğeri ise arkamda gizlenmiş bankerler.
Amerika’da faize savaş açan, para piyasasını halkın lehine düzeltmek isteyen iki lider benzeri bir şekilde öldürüldü. Kennedy’nin sözlerini haklı çıkaran ve üst aklın cinayetlerine örnek oluşturan bu iki olay geçmişte kalmış istisna örnekler değil. Yakın zamanda Brezilya’nın başına gelenler de Üst Aklın hala dünya çapında ne kadar etkin çalıştığına bir örnek. Dilma Rousseff, 2010’da %56’ya %44’lük oranla ve 2014’te %52’ye %48’le, yani 3.5 milyon oy farkıyla Brezilya Devlet Başkanı seçildi.
Dilma Rousseff halkı selamlarken (sol) Bu Üst Aklın çıkarlarına uymayan bir durum oldu. Çünkü Dilma’nın ikinci kez seçilmesi, önceki iki dönemde (2003- 2011) toplam 8 yıl ülkeyi yöneten Lula da Silva’nın da 2018’de tekrar başkan olması ihtimalini güçlendiriyordu. İşçi Partisi durdurulmazsa, ülkeyi en az 8 yıl daha yönetecek ve bürokratik oligarşinin de sonunu getirecekti.
Lula ve Dilma Lula-Dilma ikilisi ülkede çok sayıda reform yaparak alt sınıfların kalkınmasına yönelik çok büyük faydalar sağladı. Bir aşamadan sonra ise ikili yatırım ve üretimi arttırmak için finans sistemine faizlerin düşürülmesi için baskı yaptı. Üst aklı tehdit ettikleri aşama bu oldu.
2014’te, muhalefetteki partiye yakınlığı ile bilinen Savcı Sergio Moro, “Brezilya tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” dediği soruşturmasını başlattı. Türkiye’de FETÖ tarafından tertiplenen 17-25 Aralık’ın kurumsal hedefi HalkBank’tı, Brezilya’daki hedef ise devlete ait olan, dünyanın en büyük petrol şirketlerinden Petrobras idi.
Brezilya’yı faiz rantiyerlerinin elinden kurtarmaya çalışan Dilma, tüm bu davaların sonunda yönetimden çekilmek zorunda kaldı. Bu müdahale Üst Aklın hala ülkeleri işgal etme çalışması yürüttüğünü, kendi sistemine karşı gelen halk liderlerini nasıl hedefe koyduklarını göstermesi açısından önemli.
Türkiye, özellikle 2013-2016 yılları arasında Üst Aklın kendi sistemine biat etmesi için zorladığı ülkelerden biri. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da tıpkı katledilen Amerikan Başkanları ve kumpasla görevden uzaklaştırılan Dilma gibi ülkeyi rantiyer faiz lobilerinden ve Üst Aklın tahakkümünden kurtarmaya çalışıyor. Bununla ilgili düşüncelerini dile getirmeye devam ediyor, hem de pratiğe dökmek için mücadele ediyor.
Üst Akıl tarafından Türkiye’ye yapılan operasyonların sonuncusu 15 Temmuz Darbe girişimi oldu. Hedefinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olduğu bu darbe girişiminde kullanılan maşa Fethullahçı Terör Örgütü idi. NOT: FETÖ’cülerin 15 Temmuz darbe girişimindeki rolü için 15 Temmuz Darbe Teşebbüsünde FETÖ ve Darbe Teşebbüsünden Haberdar FETÖ’cüler adlı dosyalarımıza bakabilirsiniz. 1950’lerin başlarında, ABD “kamera arkasında” kalacak ağlar geliştirdi ve bu ağları kendi işlerinde kullanmayı seçti. ABD’nin kurduğu bu gizli ağlar CIA tarafından da desteklendi.
CIA’ın şefi John Brennan Kendisini “hizmet”, “cemaat” gibi isimler kullanarak kamufle etmeye çalışan ve de İslâmî unsurları araçsal bir surette kullanan FETÖ, ABD güdümlü bu ağların arasında yer aldı. FETÖ üyeleri, devlet kademelerinin en stratejik noktalarına ustalıkla sızdı ve devleti ABD’nin dış siyasetine uygun bir biçimde dönüştürmek için gizli bir ajanda takip etti.
Bu gizli siyaset, örgüt lideri Gülen’in şu sözleri ile özetlenebilir: “Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın. Bu açıdan, bir taraftan bu kanun ve kuralları kullanma, biraz önce anlattığım esneklik içinde, diğer taraftan bir kanun ve kural adamı olma imajını uyarmak, yani harfiyen riayet ediyor bunlar denmeli, denmeli ki muntazam terfilerin arkasında bir ölçüde bu vardır.” FETÖ ve CIA ilişkisi hakkında yalnızca Gülen değil, CIA yöneticilerinin de bir çok itirafı bulunmaktadır. Bu CIA yöneticilerinden biri ise 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından FETÖ’yü öven Graham Fuller.
Eski CIA yöneticilerinden Graham Fuller CIA, 2. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa üzerine özellikle yoğunlaştı. İki kapitalist savaş sonrası ortaya çıkan yıkım, bunalım ve savaş sonrası işgal deneyimine sahip Avrupalı aydınların ve sendikacıların büyük bir çoğunluğu kapitalizme karşıydı ve Amerika’nın hegemonik taleplerini eleştiriyordu. Soğuk savaşın iki devinin liderleri. ABD lideri Kennedy ve SSCB lideri Kruşçev
Komünizmin çekici hale gelmesine ve (özellikle Fransa ve İtalya gibi ülkelerde) Avrupalı komünist partilerin büyümesine karşı koymak için CIA iki aşamalı bir program geliştirdi. CIA kültür komiserliğinin uygun metinler için aradığı vasıflar, Sovyet dış politikasına ve bir hükumet biçimi olarak komünizme yönelik nesnel olduğunu düşünülen, ikna edici ve zamanlıca yapılmış her türden eleştiri şeklinde tanımlanıyordu. CIA, Silone, Koestler ve Gide gibi hayal kırıklığına uğramış eski komünistlerin yapıtlarını özellikle yayınlıyordu. Yazar Arthur Koestler
CIA, antikomünist yazarları Paris, Berlin ve (Como Gölü’ne nazır) Bellagio Oteli’nde büyük servet harcayarak düzenlediği konferanslarla teşvik etti; buralarda aynı zamanda Isaiah Berlin, Daniel Bell ve Czeslow Milosz gibi kendi değerlerini (CIA’den patronları tarafından belirlenmiş antikomünist ve Washington yanlısı patronları parametreler çerçevesinde Batı özgürlüğünün ve aydın bağımsızlığının erdemlerini) vaaz eden pek “nesnel” sosyal bilimci ve filozoflar vardı.
İngiliz filozof Isaiah Berlin CIA ile Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) arasında İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde istihbarat alanında sıklıkla işbirliği yapıldı. CIA, teşkilatı eğitme ve geliştirme faaliyetleri ile MİT’in donanımına önemli katkı sağladı. Soğuk Savaş boyunca, Sovyet askeri birliklerinin dinlenmesi amacıyla, Türkiye’de inşa edilen Amerikan üslerinde bulunan teçhizat ve bu üslerdeki hava alanlarına inen U-2 ve AWACS uçakları Amerikalılara çok önemli istihbarat imkânı sağlamışlardır. Türkiye’deki dinleme servisleri tamamen Amerikalıların eline geçmişti. Amerikalılar dinleme servislerinde çalışan, özellikle de telefon dinlemesinde görev yapan, memurları maaşa bağlamıştı.
Menderes’in telefonu dinleniyordu. Soğuk Savaş yıllarında CIA’in Türkiye’deki amacı “Doğu Bloku ülkelerinin misyon ve operasyonlarını” kontrol etmek, NATO ile bağlarını güçlendirmek ve Amerika’nın ülke içindeki ve bölgesel çıkarlarının devamını sağlamak oldu. Bu amaçların gerçekleşmesini garantiye almanın yolu olarak da her yerde olduğu gibi “Komünizm ve aşırı sol hareketi kontrol ederek” tehlike oluşturmalarını önleme stratejisi seçildi.
Soğuk Savaş döneminde ABD’nin çıkarlarının korunması için işbirlikçi yönetimler kurulması amacıyla her türlü darbe kışkırtıcılığı, hükumet değişiklikleri ve halkın bastırılması için kirli savaşlar yürütüldü. Soğuk savaş döneminde milyonlarca kişi CIA operasyonları sonucu hayatını kaybetti. İran’ın başına Şahı, Irak’ın başına Saddam’ı Mısır’ın başına Mübarek’i getirip Arap Baharı sürecinde hepsini yine kendileri ‘temizledi’.
Mısır’ın eski diktatörü Hüsnü Mübarek 2. Dünya Savaşı sonrası Nazi savaş suçluları Amerika’ya kaçırıldı, CIA tarafından Sovyetlere karşı kullanıldı. Richard Gehlen bunların arasında en bilinen isimdir. Gehlen örgütü, CIA adına Doğu Avrupa ile Sovyetler Birliği’ndeki istihbarat çalışmalarını sürdürdü. Ana fikri, ‘önleyici vuruş’ yaparak ülkeleri ele geçirmekti. 1953’de İran’da, seçilmiş lider Musaddık, petrolü millileştirince CIA operasyonuyla devrildi ve yerine Şah getirildi. CIA ve istihbarat örgütü SAVAK, yıllarca baskı, terör ve işkence ile İran’ı yönetti. İran’ın eski seçilmiş lideri Muhammed Musaddık
1954’de Guatemala’da CIA, Arbenz’i devirdi. Arbenz, Rockefeller’in meyve şirketlerini millileştirecekti. Arbenz’den sonra iktidara getirilen bir dizi CIA güdümlü diktatör, 40 yıl içinde 100 bin Guatemalalıyı yok etti. Guatemala eski başkanı Jacobo Arbenz Guzmán
1954- 1958 arası Kuzey Vietnam’da CIA ajanı Edward Lansdale hükumeti devirmek için her türlü katliama imza attı. Vietnam’a ABD müdahalesi için gerekli zemini hazırladı. Ekrana bakan kişi Edward Lansdale
1957’de Laos’da, CIA 16 yıl boyunca her yıl bir darbe gerçekleştirdi. Gizli bir CIA ordusu bir dizi katliam yaptı. Laos’daki milli güçlerle başa çıkamayınca Laos’u bombaladı. Laos’a atılan bombalar, 2. Dünya savasında kullanılanlardan fazlaydı. Laos halkının dörtte biri mülteci oldu.
1959’da Haiti’de 1961’de Küba’da, Ekvador’da, Kongo’da demokratik seçimle başa geçen liderler katledildi, darbeler yapıldı, bu ülkelerin toprağı kana boyandı.
1965’de Endonezya’da seçimle gelen Sukarno bir CIA darbesiyle devrildi. Yerine geçen CIA hizmetkarı diktatör, 1 milyona yakın sivili ‘komünist’ suçlamasıyla katletti. Endonezya’da seçimle iktidara gelen lider Sukarno
1967’de Yunanistan’da seçimlerden 2 gün önce bir CIA darbesi gerçekleşti. Papandreu seçimlerin favorisiydi, darbe sonucu cunta iktidara oturdu, geniş çaplı bir katliam başladı.
Yunanistan’ın eski lideri Papandreu ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan
GLADYO Gladyo, 2. dünya savaşı sonrası NATO’ya üye ülkelerde SSCB’nin etkinliklerine karşı kurulan devletin kurumlarını yönetmeyi hedefleyen, soğuk savaş mahsulü, paramiliter bir yapı, gizli bir eldir. NATO’nun üye ülkelerde kurduğu paralel bir devlet yapılanması olan
Gladyo 1990 yılında Berlin duvarının yıkılışıyla biten soğuk savaş döneminin akabinde birçok Avrupa ülkesinde deşifre edilmiş ve devlet kurumlarınca operasyonlar düzenlenmiştir.
İÇİMİZDEKİ OPUS DEİ: FETÖ FETÖ yapılanması bir tarikat yapısı olarak kurulmuştur. Dünyada bu tip örgütlenmenin ilki FETÖ değildir. Tıpkı FETÖ gibi tarikat biçiminde örgütlenip ticari ve siyasi güç elde eden başka tarikat örgütlenmeleri de bulunmaktadır. Bunlardan en meşhur iki tanesi Moon Tarikatı ve Opus Dei Tarikatıdır.
Opus Dei’nin ilk üyeleri Opus Dei’nin tam adı “Sociedad de la Santa Cruz de Opus Dei”dir. Latince kelimelerden oluşan Opus Dei’nin kelime anlamı “Tanrı’nın işi/yapıtı/ürünü”dür. 1928 yılında İspanya’da sıradan bir papaz olan Jose Maria Escriva tarafından kurulmuş, 1950 yılında papalık tarafından resmen onaylanmıştır.
Opus Dei tarikatının kurucusu Jose Maria Escriva Opus Dei tarikatı, kısa sürede büyüyerek İspanya iç savaşında Franco’nun büyük destekçilerinden biri oldu. Opus Dei’nin bir çok gayrimenkulü ve şirketi mevcut. Bunun yanında kendine biat eden üyelerinden aldığı belli bir katılım payı ile de sürekli serveti büyüyor.
İspanya kralı Franco kilise ziyaretinde Bugün Opus Dei dünyanın her yerinde örgütlü, yüz bini aşkın müridi olan çok büyük bir tarikat. Özellikle eğitim alanında büyük girişimleri bulunmakta. Dünyanın dört bir yanında okulları, üniversiteleri ve medya kuruluşları mevcut.
Örgütte “takiyye” diye bilinen gizlilik ilkesi üyeliğin temelini oluşturmaktadır. Üyeler bulundukları mevkilerde ya da görevlerde Opus Dei’ye üye olduklarını gizlemek için tarikat ile uyuşmayan şeyleri dahi yapabilir. Buna rağmen bazı önemli mevkilerdeki üyelerinin tarikata üye olduklarını söylemekten çekinmediği de bilinmektedir.
Opus Dei kurucusu Josemaria Escriva ve ölümünden sonra onun yerini alan Alvaro Del Portillo birlikte dua ederlerken Opus Dei karşıtlarının tarikata verdiği isim “Kutsal Mafya”. Tarikat dünyanın her ülkesinde atadıkları kardinallerle uluslararası bir mafya gibi çalışıyor ve ülkelerin yönetimlerinden ekonomilerine kadar bir çok alanında söz sahibi oluyor. Bu yanıyla uluslararası birçok örgütlenmeye de öncü durumdadır.
Josemaría Escrivá Opus Dei’nin ilk üç rahibiyle birlikte Opus Dei tarikatı FETÖ ile birçok benzerlik taşımaktadır. Öncelikle ikisinin de güçlendiği dönem soğuk savaş yılları ve ortaya çıkışları “komünizme karşı mücadele” olarak başlamıştır. Türkiye’de kurulan “Komünizmle Mücadele Dernekleri” FETÖ’nün etkin olduğu bir kurum olarak soğuk savaşta açık şekilde Amerika’nın yanında yer almıştır. Hatta yayınlarında CIA ve FBI gibi kurumları dahi açık açık övmekten çekinmemiştir.
FETÖ’nün çıkardığı Yeni İstiklal dergisinden bir FBI övgüsü Tüm bu gelişmelerle birlike FETÖ’nün elebaşı Fetullah Gülen tıpkı sıradan bir papazken “Aziz” ilan edilmeye kadar yükselen Jose Maria Escriva gibi hızla yükseldi ve hem ekonomik hem de siyasi bir güç haline getirildi. Müridleri gazeteleri ele geçirdi, televizyonlar kurdu, dünyanın her tarafında “Türk okulları” adı altında örgüte bağlı okullar açarak hızla yayıldı.
28 Şubat süreci öncesinde FETÖ lideri Gülen, “Dinler arası diyalog” ilkesi gereği kendi tabiriyle “Papa Hazretleri” ile görüştü. Bu görüşme gündemde çok yer tuttu ve akabinde Gülen “ideal Müslüman” olarak Batılılar tarafından lanse edilmeye başlandı. Bu gelişmenin ardından, 28 Şubat’ın gelmesi ile Gülen Amerika’ya yerleşti. Fethullah Gülen’in baş yardmcılarından Alaaddin Kaya Papa’nın elini öperken
Opus Dei’nin Katolik dünyada kurduğu hakimiyeti Müslüman dünyada kurmaya çalışan FETÖ diğer cemaat ve dini grupları tıpkı Opus Dei’nin de yaptığı gibi hedefine aldı. FETÖ için “Müslüman coğrafyanın Opus Dei’si” demek mümkündür.
© FETÖ Gerçekleri