04 Haziran 2018

KORUMADAKİ ESTETİK

GÖZÜN KORUMADAKİ ESTETİK ile ilgili görsel sonucu
KORUMADAKİ ESTETİK

Gözün çok hassas bir yapısı vardır. İşte bu yüzden vücudun en iyi korunan organlarından biridir. Burada dikkat çeken nokta korumanın aynı zamanda son derece estetik bir görünüm içerisinde sağlanmasıdır. Düşünün ki; gözün korunması için etrafında son derece sert, zırhımsı bir kabuk da olabilirdi. Oysa, gözün çevresinin kemik yapısı, gözkapakları, kaşlar, kirpikler son derece estetik ve simetrik bir görünüm meydana getirirler. Bu, Allah'ın yaratmasındaki güzelliğin eşsiz örneklerinden yalnızca biridir. Bir ayette yaratılıştaki kusursuzluk şöyle ifade edilmiştir:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca varedendir, "şekil ve suret" verendir... (Haşr Suresi, 24)
Göz kapağının sınırından çıkan kirpikler gözü toz ve yabancı maddelerden korurlar. Koptukları veya kesildikleri zaman tekrar uzarlar. Uzama kirpik eski boyutuna geldiğinde biter.

Göz sahip olduğu hareket kabiliyeti sayesinde bütün açılarda hareket edebilir.
Kirpikler düzgün, yumuşak ve yukarı doğru hafifçe kıvrıktırlar. Bu şekil hem kullanışlı hem de son derece estetiktir. Kirpiklerin bu şekli kazanmaları elbette rastlantı sonucu değildir. Zeis adlı bezlerin salgıladıkları yağlı bir salgı ile kirpikler yağlanır, kavisli elastik bir yapı kazanırlar. Eğer bu ince bakım yapılmasaydı kirpikler son derece sert, fırça gibi olacak, her göz kırpmada rahatsızlık verici bir karışma ve takılma hissi meydana gelecekti.8
Kaşlarımız da alnımızdan akan terlerin gözün içine girmesine engel olur. Ayrıca güneş ışınlarını kırarak gözün içine yansımasını engeller. Bunun yanı sıra insan gözünün estetik görünümünü tamamlayan çok önemli birer unsurdurlar.

De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (Ra'd Suresi, 16)
Yıpranmayan Kaslar
Göz kasları vücudun en çok çalışan kaslarındandır. Bu kaslar sayesinde göz, günde yaklaşık 100.000 kere hareket eder. İnsanın yaşam süresi düşünüldüğünde bu sayı milyarları bulur. Fakat kaslar bu kadar ağır ve sürekli bir iş yapmalarına rağmen hiç kimse görmekten dolayı yorgunluk duymaz. Değil bu kasların yorgunluğunu hissetmek insanların çoğunun bu kaslardan haberleri bile yoktur. Yaşlı kimselerde bile bu kaslar genç bir insandaki gibi işlevlerini görürler.

Göz kaslarının önden görünüşü.
Göz çevresinde 6 kas bulunur. Bu kaslar gözlerin sağa-sola, aşağı-yukarı ve diğer açılara dönmesini sağlar. Her gözdeki 6 kas, 3 kas çiftinden oluşur. Her çift, kendi içinde zıt yönlere hareketi sağlar. Bir cismin kusursuz ve net olarak algılanabilmesi için görüntünün retinanın merkezine odaklanması gerekir. Bunun için gözdeki kaslar, birlikte mükemmel bir uyum içinde çalışmalıdırlar. Bu yüzden iki göz aynı anda aynı noktaya doğru bakar. Gözlerin ortak çalışmasında bir problem olması halinde görüntü çift olur. (Bunun ne kadar sıkıntı verici olabileceğini anlamak için, gözünüzün kenarına parmağınızla bastırarak bir nesneye bakmaya çalışın.)
Bu kasların birbirleriyle uyum içinde çalışmaları sağlanamazsa, çift görmenin yanısıra, yüzün ifadesinde de birçok bozukluklar meydana gelebilir. Örneğin, gözde şaşılık veya kayma olduğu zaman yüz ifadesinin değişmesi gibi.
Eğer bu kaslar hiç olmasalardı göz hareketsiz donuk bir cam gibi kalacak ve yüzde anlamsız bir ifade olacaktı. Bir şeye bakmak için kafanın tamamen o yöne dönmesi gerekecek, günlük yaşamda sahip olduğumuz hareket kabiliyeti büyük oranda azalacaktı.
Konjonktiva, Ömür Boyu Bakım
Gözü sürekli yıkayan ve mikroplardan arındıran bir gözyaşı sisteminin yanısıra gözde bir yağlama sistemi de mevcuttur. Bu sistem günde yaklaşık yüzbin defa, dört ayrı yöne dönen gözün, bu hareketlerin sonucunda yıpranmasını engeller. Bu sayede göz sürekli yağlanarak sürtünme etkisine ve yabancı maddelere karşı korunmuş olur.

Göz kaslarının yandan görünüşü. Kaslar gözün her yöne kolaylıkla hareket edebilmesini sağlayacak bir tasarıma sahiptir. Böylesine özel bir yapının kendi kendine, tesadüfen oluşma ihtimali yoktur. Gözü kusursuz olarak yaratan Allah'tır.
Göz küresi, üst üste birçok doku katından oluşur. Bu dokulardan konjonktiva gözün üst tabakasını yağlama görevi yapar. Konjonktiva, göz kapağının altından gözün en üst tabakasına kadar olan aralıkta yer alır ve göz küresinin büyük bir bölümünü kaplayan sert beyaz bir zar olan sklera (göz akı) ile birleşir. Bu iki tabaka da canlıdır ve gözü besleyen minik kan damarlarıyla beslenirler. Şeffaf bir tabakanın canlı olması ve gözle görülemeyen damarlarla beslenmesi dikkat çekicidir.
Bu tabaka göz küresinin alt ve üst kısımlarına kadar uzar, böylece göz kırpıldığında veya hareket ettiğinde konjonktivanın iki yüzeyi birbiri üstüne geçer.
Konjonktiva gözyaşı bezleriyle temel gözyaşı salgılanmasını yapar. Aynı zamanda göz kapaklarının iç yüzeyini ve göz küresini örter. Bu ince tabaka mukus (mukoza salgısı) üreten küçük bezeler de içerir. Mukus gözyaşıyla birleşerek yağlama işlemini gerçekleştirir. Bu yağ o kadar kaygandır ki göz hareket ettiğinde hiçbir rahatsızlık hissedilmez.
En basit mekanik aletlerde bile düzenli bir yağlama olmadan verim alınamaz. Kapı menteşesinden son model bir arabanın motoruna kadar, hareketli mekanizmaların sürtünme etkisine karşı korunmaları ve yıpranmamaları için düzenli olarak yağlanmaları gerekir. Gün boyu yaklaşık yüz bin hareket yapan göz de yukarıda anlatılan sistem sayesinde otomatik olarak sürekli yağlanır.
Eğer konjonktivanın çalışmasında ciddi bir aksaklık olup da bu yağlanma işlemi gerçekleşmezse gözün her hareketinde çok büyük ve dayanılmaz ağrılar meydana gelirdi. Oysa sağlıklı bir insan, Allah'ın yarattığı bu kusursuz sistem sayesinde hayatı boyunca böyle bir rahatsızlık çekmez.
Kornea, Gözün Penceresi
Göz, ışığın girdiği öndeki çıkıntı dışında, küre biçimindedir. Bu kürenin en dışında göz akı (sklera) denen sert, çok dayanıklı ve süt gibi donuk beyaz renkli bir katman bulunur. Göz akı gözü çepeçevre kuşatır ve göz içindeki dokuların korunmasını sağlar. Gözün ortasındaki renkli bölümü çevreleyen beyazlık da bu katmanın görünen bölümüdür.
Göz akı, yumuşak ve jölemsi bir yapıya sahip olsaydı gözün korunması gerektiği gibi sağlanamayacaktı. Ayrıca göze toz veya herhangi bir yabancı madde kaçtığında bu cisim göze yapışacağı için çıkarması zorlaşacak, büyük zararlar verecekti. Oysa göz akı sert olduğu için gözyaşının da yardımıyla yabancı maddeler kolaylıkla gözden temizlenir.
Göz üzerindeki sert ve dayanıklı beyaz dokunun yapısı, gözün önündeki çıkıntılı bölüme gelince değişir. Bu çıkıntılı bölüm kornea denilen, ışığı geçiren saydam bir tabakadan oluşur. Birbirlerinin devamı oldukları halde göz akı ve korneanın yapıları tamamen farklıdır ve kesin bir sınırla ayrılırlar. Göz akı bir binanın dış cephesini kaplayan sert granit kaplamaya, gözün önündeki şeffaf kornea da bu binanın penceresine benzetilebilir.
Eğer korneayı oluşturan ince doku gözün bütününü kaplasaydı göz dış etkilere karşı son derece savunmasız ve güçsüz kalacak, sonuç körlük olacaktı.
Eğer göz akını oluşturan sert ve mat doku gözün önündeki saydam tabaka üzerinde devam etseydi, ışık merceğe ulaşamayacak ve görüntü oluşamayacaktı. Nasıl olur da aynı tabakada bulunan ve birbirlerinin devamı olan iki farklı doku, kesin bir sınır ile ayrılmışlardır? Bu yuvarlak sınırı kim çizmiştir?
Gözümüzün önündeki bu küçük pencereyi incelemeye devam edelim. Kornea denen saydam bölüm ışık ışınlarını kırarak, bu ışınların mercekten geçip, gözün arkasındaki retinaya ulaşmalarını sağlar. Odaklama için gerekli olan ışığın kırılımının üçte ikisi bu sayede sağlanır. Kırılmanın geri kalan üçte birlik bölümünü ise, gözün iç kısmında bulunan mercek gerçekleştirir.
Nesneleri net görebilmek için korneanın her zaman saydam ve çok duyarlı olması gerekir. Çünkü saydamlığını yitirdiği anda göze yeterince ışık giremediği için görüntü bulanıklaşır. Gözün dışarıya açık olan bölümündeki bu katmanın çok duyarlı olması da göze kaçan küçük bir toz parçasının bile hemen fark edilip temizlenmesini sağlar.
Korneanın bu derece saydam olmasının sebebi, kendisini oluşturan liflerin hassas bir düzen içerisinde sıralanmalarıdır. Bu sıralanmaya yapılacak herhangi bir müdahale korneanın kararmasına ve görüntünün bulanıklaşmasına sebep olur.
Fotoğraf makinesi için objektif ne kadar önemliyse göz için de kornea aynı önemi taşır. Dahası kornea o kadar şeffaftır ki, ancak çok yakından dikkatle bakıldığında görülebilir. Aynı zamanda vücuttaki en hassas yapılardan biridir.
Kornea yüzeyi gözle görülmeyen sinirlerden ve lenf damarlarından oluşur. Ancak bunlar görüntüyü bozmazlar. Bu sinirler en hafif dokunuşa veya dokunma tehlikesine karşı harekete geçip, reflekslerle göz kapağı gibi koruyucu mekanizmaları yardıma çağırırlar. Göz kapağı, kornea üstüne yapışan herhangi bir şeyi derhal dışarı atar ve göz kapağının kapanması korneayı diğer muhtemel tehlikelerden korur.
Kornea bir anlamda arkasında gözün çalıştığı bir penceredir. Rüzgarın savurduğu bir kum tanesi veya talaş parçası korneayı çizebilir. Kornea bu tür sebeplerle çizilirse ya da hasara uğrarsa kendi kendini tamir edebilir. Gözün hızlı bir kendini yenileme kabiliyeti vardır.
Korneayı oluşturan hücreler gözyaşındaki glikoz ve havadaki oksijen ile beslenirler. Burada kan damarları bulunmaz. Gece ise uykuda, göz kapaklarının altındaki zengin kılcal damarlardan beslenirler.
Korneanın netliği tam olarak sağlanmasaydı hiçbir zaman düzgün bir görüntüyle muhatap olunamayacak, insan devamlı olarak bulanık görecekti. Böyle bir görüntü olsaydı dünya, elbette şu anda olduğundan çok farklı olacak, herşey puslu bir perde arkasından izlenecekti. Bu yüzden dış dünyayı bu incecik canlı tabakanın izin verdiği netlikte izleyebiliriz.
Kornea vücuttan tamamen izole edilmiştir. Bu özelliği korneanın bir vücuttan diğerine naklini kolaylaştırır. Nakledilen doku vücut tarafından reddedilmez. Çünkü kanda üreyen antikorlar buraya ulaşamazlar.
Buraya kadar anlatılan teknik bilgileri bir kez daha gözden geçirmekte yarar vardır. Kornea, gözün ön tarafının en dış kısmında bulunan son derece saydam bir tabakadır. Işığın yaklaşık yüzde doksan sekizini geçirir ki bu, pencere camının şeffaflığına yakındır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta korneanın canlı bir doku olduğu, düzenli olarak beslendiği ve hücrelerden oluştuğudur.
Nasıl olur da canlı bir et parçası tıpkı bir cam kadar şeffaf olabilir? Bu saydamlığı nasıl kazanmıştır? Dünyaya liflerden ve damarlardan oluşan canlı bir varlığın arkasından baktığımız halde nasıl olur da herşeyi bu kadar net görebiliriz?
Vücudumuzdaki bütün hücreler tek bir hücrenin çoğalmasıyla oluşur. Gözdeki son derece ince, şeffaf ve narin olan bu canlı zarı oluşturan hücreler de, sert kemikleri oluşturan hücreler de, bağırsak dokularını oluşturan hücreler de, kan hücreleri de hepsi tek bir hücrenin bölünmesi ve çoğalması sonucunda var olmuşlardır. Hangi güç, aynı hücrenin bölünmesi sonucunda, bir yanda taş gibi sert olan kemikleri, bir yanda da cam kadar şeffaf olan korneayı meydana getirmiştir? Nasıl olup da hücreler birbirlerinden bu kadar farklı olmuşlardır? Hücrelerin plan yapma, karar verme, uygulama gibi yetenekleri var mıdır?
Elbette ki cansız ve şuursuz atomlardan oluşmuş hücrelerin böyle yetenekleri yoktur. Hücrelere neler yapacaklarını hangi organı oluşturup, ne gibi görevler yapacaklarını ilham eden Allah'tır.
Korneayı oluşturan liflerin ve sinirlerin son derece hassas olmaları yine üstün bir yaratılışın delilidir. Çok narin olan bu tabaka gelişmiş bir erken uyarı sistemi sayesinde, en ufak bir tehlikede dahi göz kapağını savunmaya çağırır. Peki bu nasıl gerçekleşir? Acaba korneayı oluşturan hücreler, hayatta kalmak için böyle bir sistem geliştirip, sonra beyinle anlaşıp, göz kapağını kendi hizmetlerine mi almaya karar vermişlerdir?
Gözdeki başka bir başka mucizevi yapı da korneanın şeklidir. Işığın kırılmasını hesaplamak son derece güç ve optik alanda uzmanlık gerektiren bir iştir. Ancak anne karnındaki bir hücrenin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan kornea dokusu bu hesaplamayı kusursuz bir şekilde yapar. Çünkü kornea ışığı tam retinanın üstüne düşürecek açıya sahiptir. Acaba kornea bu açıyı kendisi mi hesaplamıştır, yoksa korneayı oluşturan hücreler bu bilgiye ayrı ayrı mı sahip olmuşlardır? Son derece ince bir hesaplama gerektiren korneanın şekli elbette ki kendiliğinden tesadüflerle bu hale gelmemiştir.
Kornea ile ilgili detayları bir kere daha kısaca gözden geçirelim. Korneanın ışığı retinaya düşüren objektife benzer şekli, liflerin ardından dünyayı görmemizi sağlayan olağanüstü yapısı, korneayı besleyen göz kapağı ve lenf damarları, erken uyarı sistemini oluşturan sinirler ve daha birçok özel ayrıntı. Bunlarnı tümü tesadüfen oluşması mümkün olmayan birbirine bağlı kusursuz mekanizmalardır.
Buraya kadar anlatılanlarda da açıkça görüldüğü gibi korneada çok üstün bir tasarım vardır. Böyle bir yapı ancak üstün akıl gerektiren bir yaratılış sonucunda gerçekleşir. Bu benzeri olmayan aklın sahibi ise Allah'tır.
Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti. (İnfitar Suresi, 6-8)
Gözdeki Sıvılar
Gözün iç boşluğu üç bölüme ayrılmıştır. Gözün önünde iki oda vardır. Bunlardan ön oda göz akının ön parçası olan korneanın arka yüzü ile iris arasındadır. Arka oda ise irisle göz merceği arasında kalan dar bir aralıktır. Gözün ortasında ve göz merceği arkasında geniş bir boşluk bulunur. Bu odaya karanlık oda denir. Burası saydam, renksiz, parlak bir sıvı ile doludur. Bu sıvı camsı sıvı olarak adlandırılır.
Jelatinimsi kıvamlı bu sıvı, retina ile mercek arasındaki boşluğu doldurarak merceğin yerinde kalmasını sağlar. Yine irisle mercek arasındaki arka odacıkla, irisle kornea arasındaki ön odacık da sıvı ile doludur. Bu sıvı ise kirpiksi cisim tarafından devamlı salgılanır. Odacıklardaki sıvının görevlerinden biri, kan damarlarından yoksun olan kornea ve merceğin beslenmesini sağlamaktır.
Göz içi sıvısı gözün içindeki organellerin beslenmesi için gerekli maddeleri (tuzlar, şekerler, mikrop öldürücü maddeler gibi) içerir. Bu maddeler kirpiksi yapı içerisinde bulunan mikroskobik pompalar aracılığıyla damarlardan emilir ve sıvının içine karışır.
Göze hayat veren bu besin kaynağı sıvı, durağan ve hareketsiz değildir. Aksine, sürekli bir dolaşım halindedir. Ufacık boşluktaki bu sıvı aynen okyanuslardaki temel su akıntısı prensibi doğrultusunda bir sirkülasyon gerçekleştirir. (Soğuk akım aşağıdan, sıcak akım yukarıdan akar.)
Bu muhteşem mekanizma sadece besini ve mikrop öldürücüleri eşit olarak dağıtmakla kalmaz. Aynı zamanda son derecede hassas ve mikroskobik bir kontrolle atıkların dışarı atılmasını sağlar. Odacıklardaki sıvının ikinci görevi ise iç basınç oluştururak göz küresinin şeklinin sabit kalmasını sağlamaktır.
Göz İçi Basıncı
Göz, esnekliği çok sınırlı bir küre gibi düşünülebilir. İçerdiği peltemsi sıvı küreye bir miktar iç basınç yapar. Bu iç basıncın şiddetini ise saydam sıvının miktarı belirler.
Saydam sıvı, kirpiksi cisim tarafından salgılanır. Sıvı, kirpiksi cisimden arka odaya (saydam tabakaya), daha sonra da gözbebeğinden geçerek ön odaya gelir ve korneanın arka yüzüyle irisin ön yüzü arasındaki dokular tarafından geri emilir. Bu salgılama ve boşaltım işlemlerinde dengesizlik olması göz içi basıncını etkiler.
Üretilen ve emilen saydam sıvı miktarı eşit olduğunda, sürekli bir sıvı akışı sağlanır, böylece gözün içindeki sıvı hacmi değişmez. Ama saydam sıvının üretimi artar, emilimi azalır ya da akışı engellenirse göz içi basıncı yükselir.
Mevcut sistemi bir kez daha gözden geçirelim. Sözü edilen sıvı çok hassas bir denge ile üretilmekte, fazla sıvı aynı hassas denge sayesinde geri emilmektedir. Dikkat edilmesi gereken, bu döngünün bütün insanların gözlerinde her an süregeldiğidir.
Gözün içi, suyu bir taraftan doldurulurken bir taraftan da boşaltılan bir akvaryuma benzer. Eğer suyun tahliyesi engellenirse akvaryum taşar veya suyun eklenmesi aksarsa akvaryum boşalıp kurur. Benzer şekilde birçok sanayi tesisinde, kimyasal tesislerde bulunan sıvı tanklarının içerdikleri sıvı miktarları bilgisayarlarla yönetilen son derece hassas elektronik kontrol sistemleri sayesinde dengede tutulur. Çok ince ölçüm ve hesaplamalar gerektiren bu kontrol sistemleri uzman mühendisler tarafından programlanır ve denetlenir. Sistemde meydana gelen aksaklıklar ise büyük facialara neden olabilir.
Göz içi sıvısı gibi milimetrik hacimlerin denge mekanizmasını sağlamak ise çok daha büyük ve hassas hesaplamaları gerektirir. Çünkü bu hesaplamalarda milimetreden çok daha küçük birimlerde yapılacak bir yanlışlık gözün kör olmasıyla sonuçlanır. Ancak sağlıklı bir göz içindeki sıvının bu döngüsü bir ömür boyu hiç şaşmadan sürer gider. Yalnızca böyle bir sıvının göz içerisinde bulunması bile büyük bir mucize iken bu sıvının aynı zamanda kusursuz bir döngü içinde olduğunu bilmek, insanın üzerinde düşünmesini gerektiren bir durumdur.
Peki son derece hassas bir dengesi olan göz içi sıvısının hacminde bir değişim olursa, yani akvaryum taşacak kadar suyla dolarsa ne olur? Bu sıvının emiliminde bir yavaşlama ya da üretiminde gereksiz bir artış olursa sonuç son derece acı verici olur. Glokom hastalığı adı verilen bu durumda göz içi basıncı hızla artar. Patlamak üzere olan bir balon gibi şişen göz, insana dayanılmaz acılar verir, sonuç genellikle körlüktür. İyice gerilen ve şişen göz en küçük bir darbe sonucunda yırtılır.
Doğal olarak bu yazıyı okuyuncaya kadar gözünüzün içine bir sıvının doldurulup boşaltıldığını bilmiyordunuz. Tıpkı diğer insanlar gibi. Ama bazı insanlar böyle bir mucizenin gözlerinin içerisinde olduğunu çok acı bir şekilde öğrenirler: glokom hastalığına yakalanarak. Glokoma yakalanan bir insan, çektiği büyük acılar yüzünden sağlığının ne kadar önemli bir nimet olduğunu anlar. Genellikle ağır hastalık geçiren her insan gibi son çare olarak kendisini yaratan Allah'a yalvarır.
Sizin bu hastalardan farkınız, bu mucizenin varlığını acı çekerek değil yalnızca bir kitap okuyarak öğrenmiş olmanızdır. Ama bu, ömür boyu acı çekmeyeceğiniz anlamına gelmez. Eğer Allah dilerse böyle bir hastalık veya çok daha acı verici bir başka hastalığı vesile kılarak sağlığınızın değerini ve şükretmeniz gerektiğini size hatırlatabilir. Ancak asıl makbul olan insanın, başına bir sıkıntı gelmesini beklemeden Allah'a yönelip dönmesi, O'na şükretmesi, Allah'ı sürekli anarak O'nu en içten bir saygıyla övüp yüceltmesidir.
Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerin kıyamet günü zanları nedir? Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan (Fazl) sahibidir, ancak onların çoğu şükretmezler. (Yunus Suresi, 60)
İris, Gözün Işık Ayarlayıcısı
Korneanın (saydam tabakanın) arkasında yer alan iris, retinayı gereksiz ışınlardan korur. Çevresinde bulunan iki kas sayesinde gözbebeğinin boyutunu ışık şiddetine göre ayarlar. Kaslardan biri tıpkı bir kese bağı gibi gözbebeğini daraltır. Göz bebeğinin etrafında papatya yaprakları gibi dışa uzanan diğer kaslar ise ışığın şiddeti azaldığında göz bebeğini büyütürler. Bu sayede gözün içine giren ışık miktarı sabit tutulur.
Aksini düşünelim. Eğer böyle bir mekanizma olmasaydı göz kendisini değişen ışık miktarına göre ayarlayamayacaktı. Normalde, çok küçük orandaki bir ışık değişiminde bile göz, uzun süre kamaşacak, görme ile görememe arasında uzun bir zaman geçecekti.
Uzun süre aydınlık bir ortamda bulunduktan sonra karanlık bir ortama geçildiğinde gözde meydana gelen kamaşmanın iki nedeni vardır. Birincisi, karanlıkta retina duyarlılığının artmasıdır; ikincisi ise, iristeki kasların harekete geçmeleri için kısa bir sürenin gerekmesidir. Karanlık bir yerden birden aydınlık ortama geçildiğinde, göz bebeği kısa bir süre genişliğini korur. Göz ışıkta kaldıktan ancak 0.04-0.05 saniye sonra göz bebeği iristeki kasların yardımıyla daralmaya başlar ve bu daralma 0.1 saniyede maksimuma ulaşır.
İristeki kasların yardımıyla göz bebeğinin daralma süresi 0.1 saniye değil de daha uzun bir zaman alsaydı o süre yarı kör olarak geçirilir ve bu büyük bir rahatsızlık meydana getirdi. Ancak böyle olmamaktadır. Gözdeki mükemmel tasarım sayesinde her an zorlanmadan ve rahatsızlık duymadan çevremizi görebiliriz.
İris, sahip olduğu pigmentli hücreler sayesinde aynı zamanda göze rengini veren organdır. İrisin rengi tıpkı deride olduğu gibi mevcut pigment çeşidine ve miktarına bağlıdır. Açık renk derili insanların gözleri mavi, yeşil ya da açık gridir. Koyu renk derili insanların gözleri ise genelde koyu kahverengi veya siyahtır.
8   Jillyn Smith, Sense and Sensebilities, Wiley Science Edition, s. 54. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...