29 Haziran 2018

İLMİ KELAM

İLMİ KELAM 
İlmi Kelam Kelam ilminin tanıtımı, konusu ve gayesi: 
 1- Kelamın sözlükteki manası: Kelam, lügatte tesir, yaralama ve söz manasına gelir. Bir mana ifade etsin etmesin her söz ve laf kelamdır. Söz ve sesten soyutlanmış zihindeki fikre ve manaya da kelam denir. 
 2- Kelamın konusu: a- Eski (Kudema) kelamcılara göre kelamın konusu: “Allah Teala ve onun ilahi sıfatlarıdır” 
 b- Sonraki (müteahhirin) kelamcılara göre kelamın konusu: “Mevcut olması itibariyle tüm varlıklardır”. 
 c- Daha sonra gelen kelamcılara göre ise: “Malumdur”. 
 3- Kelamın Gayesi ve Faydaları: 
 a) İmanı taklit bataklığından tahkik zirvesine çıkarmak, 
 b) Allah, sıfatları ve diğer itikadi hükümler ve hakkında delile dayanan, doğru ve sarsılmaz malumat vermek, 
 c) Doğruyu ve gerçeği arayan mütereddit kimseleri irşat etmek, 
 d) Diğer dini ilimlere temel olma vazifesi görmek v.s. 
 4- Kelamın Tarifi: “Kelam, Allah Teala ve onun sıfatlarından mebde ve mead ile ilgili olan mümkinatın çeşitli hallerinden İslam esaslarına göre bahseden tevhid ve sıfat ilmidir” 
 5- Kelamın Önemi: a) Kelam, ilimlerin en şereflisidir (Eşref-i Ulumdur) 
 b) Kelam, İslam dininin esaslarını inceleyen bir bilimdir (İlm-i Usul-i Din’dir) 
 c) Kelam, baş ve başkan olan ilimdir. (Re’sul-Ulum, Reisü’l Ulumdur) 
 d) Kelam ele aldığı konuları akli ve nakli delillerle en açık ve en sağlam şekilde ispat eder. 
 e) Kelam, farz-ı kifayedir. İtikadi Hükümler Amel, fiil ve hareketle ilgili olmayan, sadece inanç ve vicdanla alakalı olan hükümlere denir. 

İtikadi hükümlerden bazıları şunlardır:
 a) Allah vardır “Allah birdir”, Allah yaratıcıdır. 
 b) Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir. 
 c) Melekler vardır. 
 d) Öldükten sonra dirilmek haktır. 
 e) Kur’an Allah’ın sözüdür v.s. Bu önermenin her biri bir akidedir. 
 İtikadi Hükümlerin Genel Vasıfları 
 a) Kat’iyet (kesinlik) prensibi: İtikadi hükümlere inanma mecburiyeti olması için delilin kat’i olması lazımdır. Örneğin; Eş’arilere göre peygamberlik için erkek olmak şart değildir. Maturidilere göre ise erkeklik şarttır. Bu konu itikadi bir mevzu olmasına rağmen bu hususta elimizde kat’i delil olmadığından bir Müslüman iki şıktan birine inanabilir. 
 b) Behadet (Açıklık) prensibi: İtikadi hükümlerin gayet açık ve herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilir olması lazımdır. Allah’ın varlığı gibi. Eş’arilere göre irade-i cüz’iyye mahluktur. Maturidilere göre ise mahluk değildir. Bu kolay anlaşılır bir hüküm olmadığı için şöyle veya böyle inanmakta mahzur yoktur. 
 c) Zarurilik prensibi: İtikadi hükümlerin behemehal bulunması şarttır. Aksi halde Müslüman olmaya imkan yoktur. Mesela; Haram olduğuna inanarak içki içen bir kişi günaha girse de kafir olmaz. Fakat Kur’an’a iman etme hükmünü nefsinde taşımayan bir kimse Müslüman olamaz. 
 d) Kül ve layetecezza (Bütün ve bölünmezlik) prensibi: İtikadi hükümler bir bütündür, kül olarak kabul edilmesi lazımdır. Birini inkar, hepsini inkardır. Mesela: Kur’an’ı inkar, bütün itikadi hükümleri inkar sayılır. Fakat Allah’a inanma tüm itikadi hükümlere inanma manasına gelmez. 
 e) Layeteğayyer olma (Değişmezlik) prensibi: İtikadi hükümler katiyen değişmezler. Tüm peygamberler ümmetlerine aynı itikadi hükümleri tebliğ etmişlerdir. Ameli Hükümlerin İtikadi Yönü “Namaz farzdır”, “Yalan söylemek haramdır”, “Selam vermek minnettir” gibi mesele ve kaziyeler ameli hükümlerdir. 
Bu hükümlerin iki yönü vardır. İtikadi yönü, amel yönü. 
 a) Namaz kılmanın farz, yalan söylemenin haram olduğuna inanmak itikadi hükümdür. Bunlara inanmak mecburidir. Allah’a imanla bu hükümlere inanmak birdir. 
 b) Ameli hükümlere inanmakla iş bitmez. Bu hükümlerin icra edilmeleri, fiil ve amel haline getirilmeleri gerekmektedir. Fakat bu gerçekleşmediği takdirde, günah kazanılmasına ve azabın hak edilmesine sebep olmakla beraber Müslüman ve mümin olmaya mani değildir. Zannı Olan İtikadi Hükümler İtikadi hükümlerin hepsi kati değildir. 

İrade-i cüziyyenin mahluk olup olmaması, peygamberlikte erkekliğin şart olup olmaması gibi hükümler kati olmayıp zanni hükümlerdir. Yukarıda bahis konusu yapılan itikadi hükümlerin umumi vasıfları bunlara tatbik edilemez. İtikadi hükümlerin zanni oluşu demek, bu husustaki delilin kati ve açık olmaması demektir. Maturidilerle Eş’ariler arasındaki zanni itikadi hükümlerin sayısı elliden fazladır. 

 Mezheplerin Doğuşunu Hazırlayan Sebepler 
 1- Kelami düşüncenin birinci özelliği: AKLI ÖN PLANA ALMA: Kelam daha il doğuşunda rasyonalist bir düşünme ve inanma tarzı olarak ortaya çıkmıştır. Akla, mantığa birinci derecede önem verilmiş, his, vicdan ve insan fıtratı ikinci derecede müteala edilmiştir. Fahreddin Razi, Taftazani, Amidi gibi kelamcıların eserlerine baktığımızda bunların akla ve akli deliller ene kadar önem verdikleri görülür. 

 Te’vil, kelamcıların akla birinci derecede değer vermelerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Kelamcılar yalnızca kelam kitaplarında değil, yazdıkları tefsir kitaplarında da bir çok nasları te’vil etmişlerdir. Kelamcıların aklı ön planda tutma ile ilgili olan kanatlarını birkaç külli kaide halinde ifade edersek; – Aklen caiz olmayan şey, şer’an da caiz değildir. – İlahi tekliflerin temeli akıldır. – Aklı olmayanın dini de yoktur.  

2- Kelami Düşüncenin İkinci Özelliği: TEVİL VE YORUM Te’vil’in lugat manası bir şeyin akıbeti, neticesi ve işin dönüp dolaştıktan sonra varacağı yer demektir. Istılahta te’vil: Bir sözü zahiri manada olarak ihtimali bulunduğu herhangi bir manaya nakletmektir. Fakat bu yapılırken ikinci mananın kitap ve sünnete uygun olması şarttır. Misal: Bir ayet-i kerimede “Cenab-ı Hak ölüden diri çıkarır” buyurmuştur. (Al-i İmran: 27) 

Ölüden diri çıkarılmasının yumurtadan kuş çıkarır şeklinde anlaşılması tefsirdir. Sözün zahiri manası budur. Ancak bu ayet: “Allah cahil bir insandan alim bir kimse çıkarır” Şeklinde anlaşılması mümkün ve muhtemeldir. Bu da te’vildir. Muhkem ve Müteşabih Al-i İmran suresinin 7. Ayetinde Kur’an ayetlerinden bir kısmının muhkem, diğer kısmınınsa müteşabih olduğundan bahsedilir. Muhkem ayetlerin manası gayet açık olup te’vile muhtaç değildir. Herkesçe kolaylıkla anlaşılır. Müteşabih ayetler böyle değildir. 
Bu ayetlerin ifade tarzından iki ayrı görüş meydana gelmiştir: 
 1- Bu ayetlerin manasını Allah’tan başkası bilemez 
 2- Allah’tan başka mütehassıs büyük din alimleri de bu ayetlerin manasını bilir ve münasip bir şekilde te’vil ederler. 
 Müteşabih ayetler iki türlüdür: 
 a) Lafız bakımından müteşabih: Taha, Kaf, Yasin, Hamim gibi. 
 b) Mana bakımından müteşabih: Allah’ın emi, yüzü, gözü gibi Kelamcılar lafız bakımından müteşabih ayetleri te’vil etmemişlerdir. 
Genelde mana bakımından müteşabih olan ayet ve hadisleri tevil etmişlerdir. 

Müteşabih Naslar ve Kelamcıların Te’villeri Te’vil’in Çeşitleri: Kelamcılar genel olarak “Allah’ın misli gibi bir şey yoktur, O her şeyi işiten ve bilendir” mealinde olan ayeti inançlarına esas olarak almışlardır. Hiçbir şeyin Allah’a benzememesine tenzih denir. Tenzih Allah’ın fani varlıklara ve onlara ait olan vasıflara benzememesi, her türlü eksik ve ayıptan beri olmasıdır. Cenab-ı Hakkın Selbi sıfatları tenzih akidesiyle ilgilidir. Halbuki Kur’an’da ve hadislerde Allah’a el, yüz, göz, ayak, parmak, sağ, kabze, suret gibi organlar, inme gelme, görme, öfkelenme, istiva gibi hareket ve fiiller isnad edilmiştir. 

Bu gibi organ ve fiillerden Selef ve Kelamcılar arasında en çok münakaşa konusu olan ikisini örnek olmak üzere zikredelim: Yedullah (Allah’ın eli) 
 a) Kelamcıların görüşü: “Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir” (Feth:10). Bilindiği üzere el ihtiyaçların görülmesini sağlayan bir alettir. Kelama göre Allah, eli olmaktan münezzehtir. Allah’ın ele muhtaç olması imkansızdır. O halde ayetteki el kelimesini mecazi manada anlamak lazımdır. Burada elden maksat Allah’ın kuvvet ve kudretidir. “Kudüs, İsrail’in elindedir” dendiği zaman bu şehrin İsrail’in kuvvet ve hakimiyeti altında olduğu anlaşılır. Yoksa bu gerçekte İsrail devletinin organik bir eli olduğu manasına gelmez. Buna göre ayetin manası “Allah’ın kudreti onların kudretinin üstündedir” demek olur. El kelimesi aynı zamanda da nimet, ihsan manasına gelir. (“Allah’ın elleri açıktır”) 
 b) Selefiyenin görüşü: Allah’ın eli vardır, elinin olduğunu bizzat kendi söylemiştir. Elin kuvvet ve nimet ile te’vili doğru değildir. Zira kitap ve sünnet Allah’ın kuvvet, kudret ve nimetinden ayrıca ve açık bir şekilde bahsetmiştir. Allah’ın nasıl ilmi, iradesi ve kelamı varsa, öyle de eli vardır. Bu ise elinin insana benzediğine ve ona muhtaç olduğuna delalet etmez. Biz bu ele inanırız fakat bu elin nasıl olduğunu bilemeyiz. Bilmek içinde uğraşmayız. 

Yedullah tabirinin aslı malum, keyfiyeti meçhuldür. “Aslına iman eder vasfı ile meşgul olmayız” İstiva (Oturtmak) 
 a) Kelamcıların görüşü: Allah’ın arz üzerine cülusu mümkün değildir. Böyle bir şey kesinlikle tasavvur edilemez. Çünkü arş yok iken Allah vardı. Arş üzerine cülus, Allah’ın bir cihette ve bir yerde olduğunu gösterir. Halbuki Allah hiçbir cihette değildir. Onun bir yeri ve mekanı yoktur. O her yerde hazır ve nazırdır. Arş üzerinde olsaydı her yerde değil bir yerde olması icap ederdi. O’nun cülus etmesi, hareket ettiğini ifade ederdi. Hareket etmesi ise daha önce bulunduğu yerden bulunmadığı bir yere geçmesi demektir ki bu da imkansızdır. Ayetin bu manada olması imkansız olunca başka türlü anlaşılması icap ederdi. Şöyle ki; Arş padişah ve sultanların tahtı manasına gelir. Bir kimse tahta çıkınca “Falan adam arşa istiva etti” denir. Bir kimsenin arşa istiva etmesi memleket idaresini eline alması ve devlet başkanı olması demektir. Bu nedenle “Rahman arşa istiva etti” demek aleme ve kainata hakim oldu demektir. Demek oluyor ki burada cülus, istiva ve istikrar zahiri manada değil tedbir, tasarruf ve hakimiyet gibi Batıni ve mecazi manadadır. 
 b) Selefin görüşü: İstivanın te’vil edilmesini asla caiz değildir. Rahman’ın arş üzerine istivası bir gerçektir. Allah’ın arşa istivası nasıldır? Şeklinde bir soru sorulunca, nasıl olduğunu bilmiyoruz, bilemeyiz de, ancak bu istivanın padişahların istivası ve tahta oturması gibi olmadığı muhakkaktır. Biz istivaya iman ederiz. Fakat keyfiyetiyle meşgul olmayız. Kelamcılar bu nevi nasları te’vil ettikleri için ehl-i te’vil ve ehl-i tenzih, Selefiye bu nevi ayetlerle hadisleri te’vil etmedikleri için ehl-i teslim ve ehl-i ispat adını almışlardır. 

Kelam İlminin Ortaya Çıkışı Asrı Saadette Kelamın Olmamasının Sebepleri: Hz. Peygamber ve sahabe zamanında kelam ilmi yoktu. Bu ilim, İslam’ın doğuşundan bir asır sonra ancak bir ilim haline gelebilmiştir. Şimdi akla şöyle bir soru gelmektedir; Kelam, İslam inanç ve hükümlerini akli ve nakli delillerle ispat eden bir ilim olduğuna göre kelam ilmi kurulmadan önce İslam inanç ve hükümleri hasımlara karşı nasıl müdafaa ediliyor, bu itikatların doğruluğu nasıl ispat ediliyordu. 

Bu soruya kelam alimleri şöyle cevap vermişlerdir. 
 a- Hz. Peygamber etrafında toplanan Müslümanlar O’na gönülden inanıyorlar, her sözü itiraz edilmeden, münakaşası yapılmadan kabul ediliyordu. O da etrafında toplanan Ashaba, onların anlayacağı dil ile hitap ediyor, seviyelerine uygun delillerle onları irşad ediyordu. 
 b- Buna rağmen Ashab arasında ihtilaf çıkarsa Hz. Peygambere başvuruluyor o da herkesi tatmin edecek şekilde bu ihtilafı bir sonuca bağlıyordu. 
 c- Ashab arasında çıkan ihtilafların bir kısmı da Allah’tan gelen vahiy ile hallediliyordu. 
 d- Bidatçı ve batıl mezheplerin olmayışı kelama ihtiyaç bırakmıyordu. 
 e- Ashab ve tabiin ihtilaftan, kendilerini ilgilendirmeyen şeyleri araştırmaktan menedilmişti. 
 f- Ashab ve tabiin zamanında ihtilafları halledecek bir çok alim bulunuyordu.  
Mezheplerin Doğuşunun Önemli Sebepleri 

 A- İç Sebepler: – Hz. Peygamberin zamanından uzaklaşılması, ihtilafların çoğalması, bidatçı ve batıl mezheplerin türemesi, vahyin kesilmesi. – Zamanla İslam dinine çeşitli din, felsefe ve mezheplerden gelen hücum ve itirazlar çoğaldıkça, Kur’an’daki örneklere uyularak onlara yeni ve mantıki cevaplar verilmiştir. Muhaliflerin hücumlarını arttırmaları ve delillerini yenilemeleri paralel olarak İslam alimlerinin de müdafaalarını arttırmışlar, örnekleri Kur’an’da bulunan delilleri çoğaltmışlardır. 
Bu durum kelam ilminin doğmasını gerektiren sebeplerden biri olmuştur. – Kısa zamanda Müslümanların çok geniş memleketleri fethetmeleriyle elde edilen mal ve ganimetler Müslümanların yaşam standartını arttırmalarına ve refah içinde yaşamalarına neden olmuştur. Böylece Müslümanlar geçim sıkıntısından kurtularak daha iyi ve daha çok düşünmeye başlamışlardır. Böylece de önceleri sebeplerini bilmeye ihtiyaç hissetmedikleri şeylerin sebeplerini öğrenmek için araştırmalara koyulmuşlardır. Bu nedenle yeni görüş ve düşünüş farkları kelam ilminin doğuşuna tesir etmiştir. – Kelam ilminin doğuşuna neden olan en büyük etkenlerden biride siyasi sebeplerdir ki bu sebeplerin başında hilafet meselesi gelir. 

 B- Dış Sebepler: – Dış tahrikler – Fikri ve itikadi sebepler – İslam inançlarını savunma zarureti – Felsefe bilmeye duyulan ihtiyaç Delil Delil, hakikati ve doğruyu ele geçirmek için bize vasıta olan şeydir. 
 Delilin Çeşitleri
 A- Nakli ve dini deliller: Nakil delillerin kaynağı kitap ve sünnettir. 
Kitap ve sünnetin kaynağı ise akıl değil vahiydir. Sünnetse Mevlüt (Nazil) olmayan vahiydir. 
Dini inanç ve amellerin ispatlanmasında çok önemlidir. 
Namaz, Oruç gibi ibadetler, cennet, cehennem ve Melek gibi akideler sadece nakli deliller ile bilinebilirler.
 Akıl bunları hiçbir şekilde bilemez. 
Nakli deliller kesin olup olmadıklarına göre ikiye ayrılırlar: 

 1- Kat’i Deliller: Kesin olan gösterdiği gerçeği şek ve şüphesiz bir şekilde ifade edilen delillerdir. Kesinlik ve katiyet ya sübutta; bize nakledilmede veya delalette; gerçeği açıkça ifade etmede aranır. Tevahür yoluyla nakledildiği için Kur’an’ın sübutu kat’idir. Ancak nesh, tahsis, mecaz, kinaye gibi ihtimaller sebebiyle delaleti kat’i olmayan ayetler vardır. Tevatüren nakledilen hadisler içinde durum aynıdır. Sübut ve delaleti kat’i olan ve ayet ve hadisler tereddütsüz kabul edilir. Bu gibi deliller kat’i olduğundan kelamda kullanılır. 

 2- Zanni Deliller: Bu çeşit deliller kat’i değildir. Bu nedenle kelamda ölçü olarak kullanılmazlar. Kur’an’ı Kerimin bir çok ayetlerinin delaleti zannidir. Mütevatir hadisler içinde durum aynıdır. 

 Nakli delillerin zan ve katiyet bakımından çeşitleri: 
 a) Sübutu ve delaleti kat’i olan nakli deliller: “Allah birdir”, “Namaz kılınız” gibi deliller tevatürle nakledildikleri için sübut bakımından kesindir. Maksadı açık ve te’vil edilmeleri de mümkün olmadıkları için delalet bakımından kesindir. Bu gibi açık ve kesin delilleri inkar küfürdür. 

 b) Sübutu kat’i, delaleti zanni olan nakli deliller: Kevser suresinde “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” buyrulmuştur. Burada ki (namaz kıl) sözünün delaleti kesin değildir. Bazıları bunun Hz. Peygambere has bir emir olduğunu, bazıları bu ayette bayram namazı kılmanın emredildiğini, bazıları da bunun sabah namazı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onun için Bayram namazı Hanefilere göre vacip, Hanbelilere göre farz, Maliki ve Şafiilere göre de müekked sünnet olmuştur. Aynı durum kurban kesilmesi olayında da mevcuttur. 
 c) Sübutu zanni, delaleti kat’i olan nakli deliller: Maide 89. Ayetine göre yemin eden sonra da bu yeminini bozan kimse ya 10 fakire yemek yedirecek, ya 10 fakire elbise alacak ya da bir köle azad edecektir. Bunlara gücü yetmeyen ise üç gün oruç tutacaktır. Ebu Hanifeye göre bu orucun peş peşe tutulması şarttır. İmam Malik ve İmam Şafiiye göre peş peşe tutmak müstehaptır, ama vacip değildir. 
 d) Sübutu ve delaleti zanni olan nakli deliller: Bu gibi nakli deliller hadislerle bulunur. 
Örneğin; 
 – Cuma namazından evvel gusletmek. Cumhur’a göre sünnettir. Fakat bazıları bunun farz olduğunu söylemişlerdir. 
 – Cumhura göre el bağlamak (namazda) sünnettir. Fakat nafile namazlarda bunun caiz olduğunu söyleyen İmam Malik farzlarda mekruh olduğunu ileri sürmüştür. 
 – Cumhura göre namaza başlarken elleri kaldırmak ve kulaklara değdirmek sünnettir. Bazılarına göre ise farzdır. 
 – İmam Azam’a göre namazda ta’dil-i erkan vacip değildir. İmam Şafii bunun vacip olduğunu söylemiştir. 

 B- Akli Deliller Akli delillerin kaynağı akıl olmakla beraber duygularında bunda tesirleri vardır. 

Deney ve gözlemlerden elde edilen deliller bu kısma dahildirler. 1- Burhan ve Hüccet: Kat’iyyet ifade eden akli deliller ve burhanlar ilgili bulundukları gerçekleri, hakikatleri, delilliğini yaptıkları gayeleri hiçbir tereddüde, şüpheye ve ihmale yer vermeden ifade ederler. 

Kesinlik bakımından aynı olmalarına karşın açıklıklarına göre şu sınıflardan birine girerler: 
 a) Apaçık ve bedihi bilgiler: (Bedihiyyat) İki, iki daha dörttür. Bütün parçasından büyüktür v.b. 
 b) Beş duyu vasıtasıyla elde edilen bilgiler: (Müşahedat) Ateş yakıcıdır, buz soğuktur, kar beyazdır v.b. 
 c) Hislerin tekrarıyla elde edilen bilgiler: (Mücerrebat) Hint yağı ishal yapar, aspirin baş ağrısını keser v.b. 
 d) Bazı yardımcı fikirlere dayanarak aklin süratli intikali ile elde edilen bilgiler: (Hadsiyyat) Ay ışığını güneşten alır v.b. 
 e) Tevatür yoluyla elde edilen bilgiler: (Mütevatirat) Washington Amerika’da, Kahire Afrika’dadır v.b. 
 f) İsdidlal yapılarak elde edilen bilgiler: (Nazariyat) Alem hadistir. Her hadisin bir muhdisi vardır O halde aleminde bir muhdisi vardır. O da Allah’tır. Kelamda kullanılan bilgilerin çoğu bu türdendir. Bu tür bilgiler ve deliller halk için değil ulema içindir. Çünkü halk bu delil ve bilgilerden daha çok vecize, nasihat, atasözü, vaaz gibi şeylerden anlar. 

 2- Hatabe ve İknai Deliller: Bu deliller zanni olup kat’iyet ifade etmezler. Herkes kendi kültür ve anlayışına göre değerlendirme yaptığından ihtilaflara düşülür. 
 a) Doğruluğu halk arasında yaygın olan fikirler: (Meşhurat) Bu da iki çeşitten müteşekkildir. Ya tüm insanlar tarafından kabul edilen doğrular: 

Adalet iyidir, zulüm kötüdür. 
Ya da çoğunluğu tarafından kabul edilir: Allah birdir. Mecusiler tanrının iki, Hıristiyanlar üç olduğuna inandıkları için Allah’ın bir oluşu fikri bunlara karşı delil olarak kullanılamaz. 
 b) Halk tarafından makbul sayılan fikirler: (Makbulat) Halk arasında sevilip sayılan alimlerin, filozofların, velilerin vecizeleri bu kısma girer. Mevlana’nın “Ya göründüğün gibi ol veya olduğun gibi görün” sözleri bu kısma örnek teşkil eder. 
 c) Muayyen kimseler veya zümreler tarafından müşterek doğru kabul edilen fikirler: (Müsellemat) Usul-i Fıkıh ilminin meseleleri tamamen böyledir. Kelam ilminin bazı bahisleri de bu kısma girer. Hasmı, hasmın kabul edeceği delillerle mağlup etmek manasına gelen müselleme en güzel örneklerden biri: Yahudiler Hz. Adem’in anasız ve babasız yaratıldığını kabul ettikleri halde Hz. İsa’nın babasız yaratıldığını imkansız ve garip bulmuşlar. Bu fikri reddetmek için: “ Hz. Adem’i anasız ve babasız yaratan Allah, Hz. İsa’yı babasız yaratmaya kadir olmaz mı hiç?” (Al-i İmran: 59) buyrulmuştur. 

 d) Bazı karine ve işaretlerle bir şeyin doğruluğuna hükmetmek: Yoğunlaşmış bulutlar görünce yağmur yağacak, namaz kılan bir adam görünce bu iyi bir kimsedir demek böyledir. Hal böyle iken yağmur yağmayabilir, adam iyi olmayabilir. İstidlal İstidlal, nazar, muhakeme ve kıyas manalarına gelir. 
İki hükümden yeni hüküm çıkarılmasıdır. Bir istidlalde üç kaziye (önerme) bulunur. 
Birinci ve ikinci önermeye mukaddime (öncül), üçüncüye netice (dava, matlub-u haberi) denir. 

 Örneğin; Mukaddime: Bütün insanlar fanidir. Mukaddime: Hz. İsa bir insandır. Mukaddime: O halde Hz. İsa bir fanidir. 

İstidlalin Çeşitleri: 
 a) Ta’lil: Ta’lil (dedüksiyon, tümden gelim) Allah’ın menettiği her şey haramdır. Tembelliği Allah menetmiştir. O halde tembellik haramdır. Gibi dini hükümler bu yoldan öğrenilir ve tatbik edilirler. Ta’lilin esası: “Bütün için doğru (öğreti kitap ve sünnete uygun olacak) olan parçaları içinde doğrudur” prensibidir. Kelamda daha çok ta’lile önem verilmiştir. 
 b) İstikra: İstikra (endüksiyon, tüme varım) tal’ilin zıddıdır. Cüz’iden külliye intikal etmedir. Zina, yalan, içki Allah tarafından yasaklanmıştır. Zina, yalan, içki günahtır. O halde Allah tarafından yasaklanan her şey günahtır. İstikranın prensibi: “Parçalar için doğru olan bütün içinde doğrudur” önermesidir. 
 c) Temsil: Temsil (Aoaloji_Benzeme) Sarhoşluk verdiği için şarap haramdır. Votkada şarap gibi sarhoşluk verir. O halde votkada haramdır. Fıkıhta anlatılan ve dini delillerden biri olan kıyas temsilden ibarettir. Zaruri Bilgilerin Üç Derecesi Bir arkadaşımızın annesinin vefat ettiğini duyarsak arkadaşımızın ne kadar üzgün olduğunu düşür ve üzülürüz. 

Annenin ölümünün acı ve zor olduğunu biliriz; üzülmemiz bunu bilmemizdendir. (İlme’l Yakin) Annesi ölen arkadaşımızın ağladığını, benzinin solduğunu, iştahının kesildiğini, takatsiz kaldığını gözümüzle görürsek ona daha çok acırız. Anne ölümünün ne kadar zor olduğunu daha iyi öğreniriz. (Ayne’l Yakin) Şimdi bizzat annemizin öldüğünü tasavvur edelim. O zaman daha çok üzülür, anne acısının ne demek olduğunu daha iyi öğreniriz. 

Önceki bilgilerimizin ne kadar eksik olduğunu o zaman anlarız. (Hakka’l Yakin) Tüm haz ve elemler, felaketler, saadetler, sevinme, cennet nimetleri, cehennem azapları bu üç şekilden biriyle bilinirler. 
Resim, müzik gibi tatbiki ilimler ve çeşitli sanatlar bu yolla öğrenilirler. Kelamın gayesi ve hedefi böyle bilgiler elde etmek ve öğrenmektir. 
 Aklın Hükümleri Ahkam-ı Akliyye: Vacip: Aklın başka türlü olmasını kabul etmediği hükümlerdir. 

Buzun soğuk, ateşin sıcak olduğuna hükmetmek zaruridir. Onun yarısı beş eder hükmü de böyledir. Vucup bir zarureti bildirir. Mümkün: Tasavvufu bir tenakuz teşkil etmeyen var olması da yok olması da kabil olan şeylere mümkün veya caiz denir. 

Ateşin sönmesi, buzun erimesi, onun ikiye ve beşe bölünmesi mümkündür. 
Müstahil: Vucubun zıddıdır, olmaması zaruridir. 
Buzun sıcak, ateşin soğuk, onun yarısının on beş olması muhaldır. 
Lizatihi mustahil olan şeylere Allah’ın ilmi taalluk eder ama iradesi taalluk etmez. 
“Allah kendi gibi bir Allah yaratmaya kadir midir? 
Sorusuna 
“Allah’ın buna iradesi taalluk etmez, zira bu lizatihi müstahildir” 
şeklinde cevap verilir .

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...