CÜNEYD BAĞDADÎ
A- CÜNEYD BAĞDADÎ’NİN HAYATI
El-Cüneyd ibni Muhammed Ebu’l-Kasım el-Hazzaz el-Kavarîrî, Bağdat’ta doğmuş ve yetişmiştir. Soyu Nehavent’ten gelmiştir. Nehavent halkı ticaretle meşgul olurdu. Cüneyd’in dedeleri de ticaret maksadı ile geldikleri Bağdat’a yerleşmişlerdir.[1]
Ailesi cam ticareti ile meşgul olduğundan “Kavarîrî” nisbesiyle tanınmaktaydı. Bizzat Cüneyd de ipek ticareti ile uğraştığından “Hazzaz” lakabı ile tanınmıştır.[2]
Dayısı Serî Sakâtî de önemli bir mutasavvıftır ve ilk tasavvuf eğitimini ondan almıştır.
Cüneyd el-Bağdadî’nin doğum tarihi kaydedilmemiştir.
Fakat ölümü hakkında 296, 297, 298 verilir ki, miladi; 908, 909, 910 yıllarına tekabül eder.
Cüneyd’in doğumu ile ilgili genelde 210 tarihinin muhtemel olabileceği belirtilir.
Hucvîrî ondan bahsederken Şeyhlerin şeyhi diye bahseder. [3]
Ebu Said el-Arabî de Tabakâtu’n-Nussâk adlı eserinde; marifet hakkında söz edenlerin sonuncusunun El-Bağdadî olduğunu, onun bu alanda basiret ve ehliyet sahibi biri olduğunu, ondan sonra ise meclislerin kin ve buğz dolu kimselere kaldığını belirtir. [4]
B- CÜNEYD-İ BAĞDADÎ’NİN ÖĞRENİMİ
a) Fıkıh ve Hadis:
İmam-ı Şafi’nin talebesi Ebu Sevr’den fıkıh öğrenen Cüneyd, Hasan i. Arefe’den ve başkalarından hadis dinlemiştir.
Ebu Sevr’in mezhebinde fakih olup kendinin de hazır bulunduğu meclislerde fetva verebiliyordu.[5]
Şerî ilimlerde iyice yetiştikten sonra tasavvufa dönmüş, dayısı Serî Sakâtî’nin Haris el-Muhâsibî’nin ve Ebu Hamza el-Bağdadî’nin sohbetlerinde bulunmuştur.
Cüneyd-i Bağdadî başta hadis ve sünneti iyice öğrendikten sonra zühd ve tasavvufa çalışarak tasavvuf bilgisinde ilerlediğini, bildiğini tatbik eden bir sûfî olduğunu belirtir.
Bunun aksi olarak ise şeraiti iyice öğrenmeden herkesin kavrayamayacağı tasavvufi bilgileri öğrenmeye kakışmanın tehlikeli olacağını söyler. [6]
Önce şerî ilimleri öğrenmenin gerekliliği hakkında şöyle der; “Bizim yolumuz kitap ve sünnete mazbuttur, kim Kuran ezberlemez, hadis yazmaz, fıkıh öğrenmezse (tasavvuf yolunda) ona itikad edilmez.”
Ebu Ubey ve Ebu Sevr gibi hadis erbabından hadis öğrendiğini, Haris el-Muhâsibî’nin ve Seri i. Muğallis’in sohbetinde bulunduğunu ve ilminin kitap ve sünnete mazbut olduğunu söyler. [7]
Cüneyd tasavvufta aşırıya gidilmesinden pek hoşlanmazdı.
El-Bağdadî Hallac-ı Mansur’u öğrenciliğine kabul etmemiştir. Onun hakkında da herhangi bir hüküm vermemiştir.[8]
Cüneyd-i Bağdadî doğru düşünce ve doğru düşüncenin doğru bir şekilde ifade edilmesine oldukça önem verir.
Doğru düşüncenin ilk şartı olarak şeri ilimlerin doğru bir şekilde öğrenip anlamak olarak görür.
Ebu Talip el-Mekki Kûtu’l-Kulûb’ta şöyle nakleder: Meşayıhtan birisi; Cüneyd Bağdadî’ye “Ya Ebe’l-Kasım bazılarında lisan var kalp (düşünce) yok.” dedim, Cüneyd “böyleleri çoktur” dedi.
“bazılarının kalbi var dili yok” dedim, Cüneyd “ evet, bazen öyle olur” dedi. “
Fakat bir kimsede düşüncesiz dil olursa bu beladır, düşünce olur dil olmazsa bu da nimettir.” dedi.
Ben “Hem hakkı konuşan bir dil, hem de tefekkürle düşünen bir kalp olunca nasıl olur” deyince, “ Bu bal gibi(en iyisi)dir” dedi. [9]
Cüneyd-i Bağdadî İslami ilimlerde kendini çok iyi yetiştirmiştir.
Devrin önemli hocalarından ders almış, çalışkanlığı ve yüksek zekâsı ile temayüz etmiştir. Henüz yirmi gibi çok erken sayılabilecek bir yaşta hocası Süfyân-ı Sevrî’nin ders halkasında ders vermeye başlamıştır. Süfyanı Servi İmam Şafi’nin talebesi olup meşhur fakih ve sikalardan biridir.
Muhammed i. Abdillah el-Münadî Cüneyd hakkında şöyle der; “Cüneyd i. Muhammed şeyhlerden çok hadis dinlemiş, salihleri ve marifet ehlini görmüştür, kendisi zamanında ne kendi akranlarında ne de ondan yaşça büyüklerde görülmeyen bir zeka ve çeşitli ilimlerde sorulan sorulara doğru cevap verme yeteneği ihsan edilmiştir. [10]
İslami ilimlere olan derin vukufiyeti kendi tasavvufi düşüncesini tekâmülünde ve üslubunda onun sağlam temellere dayanmasını sağlamıştır. Onun tasavvufi hayatının kökleri şeri ilimlerde yatmaktadır.
Şeri ilimlere tam bir vukufiyetle vakıf olduktan sonra tasavvuf ilimlerine dönmüştür.
Ebu Abbas i. Süreya onun bütün sûfî ulemaya tercih edildiğini çok derin bir fakih olduğunu belirtir.
Zehebî onu hicri üçüncü yüzyıldaki müceddidlerden biri olarak görür. [11]
b) Kelam İlmi:
Cüneyd-i Bağdadî kelama da vakıf olmakla birlikte skolastik bir mütekellim değildir. Bir gün Cüneyd bir grup mütekellimin yanından geçiyordu, bunlar yaratıcıyı insana mahsus sıfatlardan tenzih etme babında münakaşa ediyorlardı. Cüneyd bunların kimler olduğunu sordu. Dediler ki; “Bunlar Allah’ı yaratılmış sıfatlardan ve eksikliklerden tenzih etmek için konuşuyor, deliller ileri sürüyorlar.” Cüneyd hemen şu cevabı verdi; “kendisinde kusur olması mümkün olmayanı kusurdan tenzih kusurdur.” [12]
Dönemin kelamcılarının ona saygı duydukları belirtilmiştir. Ayrıca o yeryüzündeki mevcut her ilimde kendisi için ir pay bulunduğunu belirtir. [13]
Cüneyd gençliğinde ibadet taat ve virdini hiç aksatmamıştır. Yaşanınca ona artık yaşlandığını nafilenin bir kısmından el çekmesini isterler. O şu şekilde cevap veriri: “ bunlar öyle şeylerdir ki; başlangıçta ne buldumsa ve elde ettimse, bu sayede buldum ve elde ettim. Allah ihtiyacımı gördükten sonra bunlardan el etek çekmem imkânsızdır. [14]
C- CÜNEYD-İ BAĞDADÎ’NİN TASAVVUFTA ŞEYHLERİ
a- Seri Sakâtî
Cüneyd ilk defa dayısı Seri Sakâtî’nin yanında tasavvufla temasa geçmiştir.
Henüz yedi yaşında idim, dayım Seri önünde oyun oynuyordum.
Yanında bir topluluk vardı şükür üzerine konuşuyorlardı. Seri bana sordu “ey çocuk şükür nedir?” “Allah’ın nimetleri ile Allah’a isyan etmemektir” dedim.
Seri korkarım ki senin Allah’tan nasibin dilin olacaktır.” dedi.
Hala dayımın bana söylediği o sözü hatırladıkça ağlarım. [15]
Aynı olayı Kuşeyrî ve Hucvîrî de nakleder.
Tezkiratü’l-Evliya’da Kâbe’de geçtiği ve 400 pirin ona dua ettiği ve Cüneyd’in bu ilmi Sakâtî’nin sohbetinde bulduğu rivayet edilmektedir.[16]
Serî Sakâtî 98 yıl yaşamıştır. Sülemî onun hakkında; “o Bağdat’ta ilk defa tevhit ve hallerin hakikatleri dilince konuşan kimsedir. Bağdatlıların İmamı vaktinde onların şeyhiydi” der. [17]
Sakati Bağdat tasavvuf okulunun kurucusudur. Bu Suriye ve Horasan’da kurulan tasavvuf okullarından farklı idi. Bağdat tasavvuf okulunun üzerinde durduğu temek konu tevhit idi. Bu okul sembolik ifadeleri ile sûfînin tasavvuf vaziyeti üzerindeki münakaşalarıyla temayüz etmiştir. Bundan dolayı bu okulun temsilcilerine “Erbabu’t-Tevhit” denir. [18]
Hocalar Maruf el-Kerhi
Serî Sakâtî’nin diğer hocasıdır. 200 veya 2001de vefat etmiştir. Sakâtî: “Ne öğrendimse Maruf ile buluşmamdan öğrendim” der.
b- Haris el-Muhâsibî
Muhâsibî hicri 165 yıllarında Basra’da doğmuş bir Arap’tır. Daha sonra Bağdat’a gelip yerleşmiştir. Cüneyd ile sık sık bir araya gelirdi. Muhâsibî kendisi uzlet hayatı yaşamasına karşın Cüneyd’in topluma karışmasında bir sakınca görmezdi. Muhâsibî Mutezile ile münakaşada aktif bir yol tutmuştur. Bu münakaşalarda açık bir dil kullanmıştır. Ancak onun asıl şöhreti ruhaniyetçiliği ve ahlakiyatçılığı ile ilgili orijinalliğidir. [19]
c- Muhammed İbni Ali el-Kassab
Cüneyd bu zattan pek bahsetmemekle birlikte asıl hocasının olduğunu söyler. O halk beni Serîye nispet eder ama benim asıl hocam Muhammed el-Kassab’tır.
d- İbnnü’l-Keranbi
e- El-Kantari
f- Ebul-Hafs el-Haddad
g- Yahya b. Muaz
h- Yusuf el-Hüseyin er-Razi
D- BAĞDAT TASAVVUF OKULU
Bağdat tasavvuf okulunu en büyük temsilcisi ve kurucusu Muhasibî’dir. Bağdat okulundan faydalanan sûfîler, Muhâsibî veya talebeleri ile sohbet etmişler, doğrudan veya dolaylı yoldan kendisinden tarikat almışlardır. Bunların başında Cüneyd, (298), Ebu Hazma El-Bağdadî (289), Ebu’l-Hüseyin en-Nuri 295, Ahmed b. Mesruk (298, Serrac (286), Serî Sakati (253) gelmektedir.
Bu okulun kısaca nazariyelerine bakacak olursak şu iki madde de bunları sıralayabiliriz:
a- Kelami ve tasavvufi anlamda tevhit ve buna bağla, marifet, ilahi aşk, fena ve beka kavramları
b- Nefis ve afetleri, vecd, şevk, kurb, üns, ğaybe, huzur, isar, zikir, tevbe dünya ve ahirette Allah’ı müşahede gibi sûfî makam ve halleri.[20] Bu okul özellikle tasavvuf ıstılahlarının ortay konmasında önemli katkıları olmuştur.
E- CÜNEYDİYYE
Beyazid-i Bestâmî’ye nispet edilen Tayfuriyye mezhebinin sakr anlayışına karşı Cüneyd-i Bağdadîye nispet edilen sahvı esas alan bir mezheptir. Esas itibari ile VI. H. Önce henüz tarikatlar kurulmamış olduğundan Cüneydiyye bu gün anladığımız manada bir tarikat olmayıp daha çok bir meşreptir.
Cüneyd’de temkin, dikkat ve şuur hali esas olduğundan sohbetinde bulunmak isteyen Hallac-ı Mansur’un mecnun olduğunu, yani sekr halinde bulunduğunu söyleyerek onu kendinden uzaklaştırmış ve bu konuda ileri sürdüğü mazereti de kabul etmemiştir. Ayrıca Bestâmî’nin şatahat halini de bir eksiklik saymıştır. Cüneydiyye’nin daha sonraki yıllardaki temsilcileri el-Kuşeyrî ve Hucvîrî’dir.
Onun yolundan gidenlere Cüneydiyye dendiğini kaydeden Hucvîrî kendi şeyhlerinin de bu yolun temsilcileri olduğunu söyler. Ayrıca el-Munkız mine’d-Dalel adlı eserinde belirttiğine göre Gazzâlîi de kensisinin tasavvufa yönelmesinde El-Bağdadî’nin rolü büyüktür. El-Luma’, et-Taarruf, Kûtu’l-Kulûb, er-Risale gibi tasavvufun temel eserleri Cüneydiyye’nin görüşeli hakkında bilgiler aktarırlar. [21]
El-Bağdadî tasavvufun mucahede ve talim ile elde edilen mükteseb bir şey olmadığını Allah’ın kula nasip ettiği bir hal olduğunu söyler. Yani Vehbi değil kesbidir.[22] Mezhebin esasları olarak şu sekiz madde sayılı: az yeme, az uyuma, az konuşma, inziva, sürekli abdestli bulunma, kalbi masiva ile meşgul etmeme, sürekli zikir ve kalbi şeyhe rabtetme. [23]
[1] Dr. Süleyman Ateş, Cüneyd-i Bağdadî Hayatı, Eserleri ve Mektupları, İstanbul 1970, s. 9
[2] Süleyman Uludağ, “Cüneyd-i Bağdadî”, DİA, Vlll, s.119, İstanbul, 1993
[3] Hucvîrî, Keşfü’l-Mahcub, ter. Süleyman Uludağ, , İstanbul Dergah Yayınları, 1982, s. 107
[4] Hucvîrî s. 215,
[5] Prf. Dr. Muhammet Tancı, İslam Tasavvufu Üzerine, ter. Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, İstanbul: Damla Yayınları, 2002, s. 43
[6] Ateş, s. 9,
[7] Ateş, s. 10
[8] Hucvîrî, s. 253-254
[9] Ebu Talip el-Mekki, Kûtu’l-Kulûb, çev. Yakup Çiçek, İstanbul 1999, II, s. 132,
[10] Ateş, s. 10
[11] Ateş, s. 11
[12] Ateş, s. 12
[13] Ateş, s. 12
[14] Hucvîrî, s. 440
[15] Ateş, s. 14
[16] Feridüddin Atar, Tezkiratü’l-Evliya, çev. M.Z. Kotku, İstanbul 1959, s. 74
[17] Ateş, s. 15
[18] Ateş, s. 17
[19] Ateş, s. 23
[20] Ebu’l-Alâ Afîfî, Tasavvuf İslam’da Manevi Hayat, İstanbul: İz Yay. 1999, s.84 çev. Ekrem Demirli, Abdullah Kartal
[21] Süleyman Uludağ, 121
[22] Ebu’l-Alâ Afîfî, s.45,
[23] Süleyman Uludağ, 120