EHLİ SÜNNETE GÖRE “EFÂL-İ İBÂD”
İki kelimeni bir arda kullanılması ile oluşan bir terkip; “Efal” “iş, davranış eylem” anlamlarını içeren fiil kökünden türeyen fi’l kelimesinden cemi bir kelimedir. “İbâd” ise “kul, köle” anlamına gelen abd kökünden cemi bir kelimedir. “Efali ibad”ın bir kelam problemi olarak ortaya çıkışı hicri birinci asra kadar uzanır. Hatta ahiret hayatında herkesin varacağı yerin Allah tarafından bilindiği ilkesinden hareketler ashabın Hz. Peygambere bu dünyada iyi veya kötü amel işleyenlerin buna nasıl bir etkisi olduğu soruları bunun daha da eskiye götürülmesine zemin hazırlar. “Efali ibad” kader ve irade kudret gibi kelami konularla yakından alakalı bir kavramdır.[1]
Cebr ve ihtiyar meselesi hakkında kelamcılar filozoflar ve mutasavvıflar bir birlerine tamamen zıt fikirler ortaya koymuşlardır. Bu konuda aşağı yukarı üç farlı görüş ortaya çıkmış, cebr, kaderiye ve özellikle ehlisünnet kelamcıları da bu iki görüşün ortasında bir yerde uzlaşmacı bir görünüm çizmişlerdir.[2]
Ehlisünnet Mu’tezile’nin aksine kulların bütün fiillerinin Allah tarafından yaratıldığı görüşündedir. Allah hayır ve şer kulların bütün fiillerini yaratır. Onlara göre kul bütün fiilleri ile Allah’ın yaratığıdır. Görüşlerine delil olmak üzere ehlisünnet “kul kendi fiillerinin yaratıcısıdır” dendiğinde bunun iki yaratıcısının kabule gideceğini ileri sürer. Kim bunu iddia ederse yaratıcılıkta Allah’a ortak koşar demiştir. Dolayısı ile yaratıcılıkta Allah’a ortak koşmak küfrü gerektirir. Onlar delil olarak “her şeyi yaratıp onu mukadderatım tayin etti”[3], “Allah her şeyi yaratandır” gibi ayetleri delil olarak gösterirler. Bununla beraber ehlisünnet insan için fiilden en önce ne sonra olman, fiiller birlikte bulunan Allah’ın insan için yarattığı istitaatı kabul eder. Bu şu demektir: insan bir fiili ancak vaktinde ve Allah’ın ona güç kuvvet ve tevfik vermesi ile yapabilir. Şu halde insan onlara göre, güçlüdür, hürdür, insana cehd, kasd, niyyet ve iktibasını masiyette kullanırsa Allah o kimse için hızlanı yaratır. Bu hızlan insanın inayet kastından dolayıdır.[4]
Bu takdirde insan kendi fiiline göre cezayı hak eder. Diğer taraftan Allah insanı taate niyetli, bu yolda gayret sahibi bulursa bu durumda onun için yardım ve tevfikini bu insanın fiili ile birlikte yaratır. Böylece kişi bu fiili ile sevabı hak eder. –ehlisünnet yüce Allah’ın insanları günah işlemeye mecbur ettiğini sonra onlara azap edeceğini söylememiştir. Nitekim halis cebriye taraftarları, iş böyle olmuş olsaydı, Allah’tan zulüm ve haksızlık sadır olmuş olurdu demişlerdir. Oysa Allah zulüm ve haksızlıktan münezzehtir.[5]
Görülüyor ki ehlisünnet ve’l-cemaatin adalet mevzuundaki görüşü mutezileninkinden farklıdır. Ehlisünnet nezdinde adalet Allah’ın fiillerinde adil olduğu şeklide anlaşılmıştır. Yani o mülkünde tasarruf yetkisine sahiptir. Dilediğin yapar. İstediği şekilde hüküm verir. Onlara göre adalet her şeyi yerli yerine koymaktır. Buda irade ve ilme göre mülkte tasarrufta bulunmaktır. Zulüm adaletin zıddıdır. Onun hakkında hükümde adaletsizlik tasarrufta zulüm düşünülemez.[6] Mu’tezile mezhebine gelince onlara göre adalet aklın gerektirdiği şekilde hikmet olarak yapılandır. Bu ise fiilin doğru ve yarar olarak ortaya çıkmasıdır.[7]
Fiillerdeki cebir ve ihtiyar konusunda genelde ehlisünnet özelde Eş’arî mezhebi cebriye ve Mu’tezile arasında bir yol takip ederken eşeri biraz daha cebriyeye yakındır. Bundan dolayı cebri mutavassıt olarak da adlandırılır. Maturidî ise daha çok Mu’tezile’ye yakın bir yerde durur. Bağdadi ehlisünnetin bu görüşünü şu şekilde verir: yüce Allah hayır ve şer cisimlerin ve arazların yaratıcısıdır. O kulların kesblerinin haliki olup O’ndan başka yaratıcı düşünülemez. Bu Allah’ın kullarının yaptıklarından hiçbir şeyi yaratamadığını iddia eden kaderiye ile insanların kesblerine ne güçleri ne iktibasları vardır iddiasında bulunan cehmiyye kanaatine aykırıdır. İnsanın yaptıklarının yaratıcısı olduğunu iddiası şirki gerektiren bir durumdur. Çünkü onun davası kullarında Allah gibi ilim irade konuşma ve seslerdeki hareket sükûn şeklindeki arazları yarattıkları tarzındadır. Bu görüşün taraftarlarını Allah şöyle tarif eder. Yoksa Allah’ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü. De ki Allah her şeyi yaratandır. O her şeye galip ve hâkimdir. İnsanın kesbine gücü yoktur. O ne faildir ne de müktesibtir. Allah onun kesbinin yaratıcısıdır. Bu görüşler ehlisünnetin ortak görüşleri olarak ifade edilmiştir.[8]
Bundan şu sonuç çıkıyor ki ehlisünnete göre kulların fiillerinin yaratıcısı Allah’tır. Bundan dolayı onlar insanın fiillerinin yaratıcısı olarak gören mutezileye muhalefet edeler. Aynı zamanda insanın kudretini de görmezden gelen cebriyeyi de tasvip etmezler. Eş’arî cebr ve ihtiyar hususunda orta bir yolu tercih etmiştir. Bundan dolayı kulların fiilleri Allah’ın yaratığıdır. Bu yaratık olu söz konusu fiillerin insanlara müktesep olduğundan dolayı değildir Allah hayır ve şer yararlı ve zararlı bütün fiilleri diler. Nitekim O kullar hakkında bildiğini dilemiş ve levhi mahfuzda yazması için emretmiştir. Bu onun değişmez hükmü ve takdiridir.[9]
Bununla birlikte kul fiillerine kadirdir. Çünkü insan titreme hareketi ile irade eve ihtiyara bağlı hareket arsında zorunlu bir fark bulur. El-Eş’ârî’ye göre bu fark seçime tabi hareketlere racidir. Bunlar da güç sahibinin ihtiyarına bağlı olarak hâsıl olurlar. Bu sebepten el-Eş’ârî müktesep, hadis kudretin takdir edilmişidir. Bu hadis kudretle meydana gelmiştir demektedir. El-Eş’ârî hasis kudretin hadiselerde bir tesirinin olmadığı görüşünü benimsemiştir. Çünkü hudus bir tek süreçtir. Bu cevher ve araz göre değişmez. Hadis kudret, hudus meselesinde etkili olursa her muhdesin oluşunda tesirli olmalıdır. Bu yaratılmış kudret renkler, tatlar ve kokular için yeterli olduğu gibi cevher ve cisimlerin yaratılışında da yetkin olmalıdır. Bu göğün yeryüzü üzerinde duruşunun hadis kudretle olduğuna kadar vardırılabilir.[10]
Şehristani el-Eş’ârî’ye göre insandan fiili meydana geliş keyfiyetini şöyle açıklar: insan irade edip ciddiyetle kendini verip işe koyulduğunda Allah hadis kudretle birlikte, hadis kudretin hemen akabinde hâsıl olan fiili yaratmakla sünnetini icra eder, bu fiil kesb adını alır. bu yoktan var etme meydana getirme yönünden Allah’ın yaratması kudreti altında yapılmış olma yönünden insanın kesbi olur. Bunu için el-Eş’ârî’nin görüşü kesb nazariyesi olarak tanınmıştır. Allah ona göre insanın fiillerinde olan her şeyi yaratan, başka bir deyişle insanın fiille yaratama ve yoktan var etme yönünden Allah’ın, hadis kudret sebebiyle kesb ve ihtiyar yönüyle insanındır.[11]
El-Eş’ârî kulun bütün fiilleri Allah’ın yarattığını ve yoktan var ettiğini ve kulun da müktesibi olduğunu söyler. Kesb insanın kudreti mahallinde olan fiilden ibrettir. İrade konusunda el-Eş’ârî’inin nefsi şuur esasına dayandığı esastır. El-Eş’ârî insan fillerinde hürdür demekten çekiniyor. Bunu iki yaratıcının varlığı görüşüne gideceğini düşünüyordu. Bu haliklar insan ve Allah olacaktır. İnsanın fiillerinde de mecbur olduğunu söyleyemiyordu. Çünkü bu insanın fiil üzerinde kudret olarak hissettiği ile çelişki hakinde olacaktı. Böylece onun önünde ancak cebr ile ihtiyar arası da orta yol kalıyordur. O meseleyi şuur esasına gör halletmiştir. Bu olay şudur ki; insana nefsinde bir yandan ihtiyari fiilleri irade ve kudretinin olduğunu hisseder, diğer yandan Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğuna iman eder.[12]
İmam Maturidi’ye göre her fiil olan yerde bir irade ve ihtiyarın bulunduğunu, ayrılmaz bir vasıf hüviyeti ile iradeye sahip olduğunu söylemek gerekir. O halde insanlarda da bir takım fiiller sadır olduğuna göre onlarında bir irade ve ihtiyarı söz konusudur. Her ne kadar kulun fiilini yaratan Allah ise de bu, kulun fiilin muhtelif alternatiflerinde birini seçmesi sonucu meydana gelmiştir. [13]
Maturidi iradeyi fiil ile birlikte mütalaa etmekte olduğundan fiillerin kişinin kendisinin serbest olduğu şuurunda bulunmasının hür iradesinin var olduğu sonucunda delil olarak kullanır. Aslında hür iradeyi sırf düşünce muhakeme ve müşahede ile ortaya konamayacağı da gerçektir. Çünkü Allah’ın âlemi yaratmasından beri geçe zaman önemli rol oynamaktadır. Bu yaratılan âlemin bütün hadisleri, zaman ve mekân içinde cereyan etmektedir. Bunun bir parsçı olan insanın ve onun şuur hallerinin akan zaman içindeki durumunun tekrar geriye dönerek incelenmesinin imkânsızlığı ortadadır. Bu yüzdendir ki imam Maturidî insana iradesinin hürlüğünü insanın hür olduğu şuuruna bağlamıştır. Burada imam Maturidî daha çok psikolojik olarak açıklar.[14]
Allah insanları yaratırken onlara iyi ve kötüyü birbirinden ayırt etme gücü de vermiştir. Aklen iyi ile çirkini ayırt edebilecek sahip olarak yaratılan bu insanların yaratılmasındaki gaye de onları denemektir. İnsana hem kötüye hem de iyiye eşit oranlı meyyal olarak yaratılmıştır. Tabiat itibari ile insana görünüşte güzel olan fakat sonuç itibari ile çirkin olaylara direnç gösterme ve başlangıcı sıkıntılı olmakla beraber sonu olarak güzel olan şeylere de meyledebilme yetisi vermiştir. İnsana bu vasıflarla yaratılıp Allah tarafından denenmek üzere dünyaya gönderilmiştir. İmam Maturidî fiillerin gerçek mana da kullara nispet edilmesi gerektiğini savunur. Bunun iki delili vardır. A- emirler ve nehiyler, b- va’d ve va’idler. Bunların her ikisi nitekim Kur’an-ı Kerim’de “dilediğini yapınız”[15], “hayrı işleyiniz”[16] şeklinde insana bazı fiilleri emretmektedir. “İşlediklerine karşılık olarak sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır”[17], “kim zerre ağırlığında amel ilerse bunun karşılığını görecektir”.[18] Bu benzeri ayetlerde kula amel işleyen olarak nitelendirilmiştir. Bütün bu fiillerin yaratılması yoktan var edilmesi hususunda Allah’a nispet edilirken, kesb edilmesi ve işlenmesi manasına kula nisbet edilir.[19]
Maturidî kula fiillerinin karşılığında bir yaptırım uygulanabilmesi için kulun bu fiillerde ihtiyar sahibi olması gerektiğini vurgular. Kul fiilleri yaparken öncelikle ihtiyar ve bir fiile meyli söz konusudur. Bundan sonra fiilin yapılması için kudret gerekir. Kulda fiilden önce var olan ve kişinin fiiller arasında ihtiyara ve meyle götüren kudrete “el-istita’atü’l-esbab ve’l-ahval” denir ki bu fiilde öncede vardır. Fiille beraber olan ve insana fiili yapabilme imkânı sağlayan kudreti Allah fiille beraber yaratır buna da “istita’atü’l-efal” denir.[20]
[1] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 60
[2] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 60; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, İstanbul 2003, 43-44
[3] Zümer 39/62
Cebr ve ihtiyar meselesi hakkında kelamcılar filozoflar ve mutasavvıflar bir birlerine tamamen zıt fikirler ortaya koymuşlardır. Bu konuda aşağı yukarı üç farlı görüş ortaya çıkmış, cebr, kaderiye ve özellikle ehlisünnet kelamcıları da bu iki görüşün ortasında bir yerde uzlaşmacı bir görünüm çizmişlerdir.[2]
Ehlisünnet Mu’tezile’nin aksine kulların bütün fiillerinin Allah tarafından yaratıldığı görüşündedir. Allah hayır ve şer kulların bütün fiillerini yaratır. Onlara göre kul bütün fiilleri ile Allah’ın yaratığıdır. Görüşlerine delil olmak üzere ehlisünnet “kul kendi fiillerinin yaratıcısıdır” dendiğinde bunun iki yaratıcısının kabule gideceğini ileri sürer. Kim bunu iddia ederse yaratıcılıkta Allah’a ortak koşar demiştir. Dolayısı ile yaratıcılıkta Allah’a ortak koşmak küfrü gerektirir. Onlar delil olarak “her şeyi yaratıp onu mukadderatım tayin etti”[3], “Allah her şeyi yaratandır” gibi ayetleri delil olarak gösterirler. Bununla beraber ehlisünnet insan için fiilden en önce ne sonra olman, fiiller birlikte bulunan Allah’ın insan için yarattığı istitaatı kabul eder. Bu şu demektir: insan bir fiili ancak vaktinde ve Allah’ın ona güç kuvvet ve tevfik vermesi ile yapabilir. Şu halde insan onlara göre, güçlüdür, hürdür, insana cehd, kasd, niyyet ve iktibasını masiyette kullanırsa Allah o kimse için hızlanı yaratır. Bu hızlan insanın inayet kastından dolayıdır.[4]
Bu takdirde insan kendi fiiline göre cezayı hak eder. Diğer taraftan Allah insanı taate niyetli, bu yolda gayret sahibi bulursa bu durumda onun için yardım ve tevfikini bu insanın fiili ile birlikte yaratır. Böylece kişi bu fiili ile sevabı hak eder. –ehlisünnet yüce Allah’ın insanları günah işlemeye mecbur ettiğini sonra onlara azap edeceğini söylememiştir. Nitekim halis cebriye taraftarları, iş böyle olmuş olsaydı, Allah’tan zulüm ve haksızlık sadır olmuş olurdu demişlerdir. Oysa Allah zulüm ve haksızlıktan münezzehtir.[5]
Görülüyor ki ehlisünnet ve’l-cemaatin adalet mevzuundaki görüşü mutezileninkinden farklıdır. Ehlisünnet nezdinde adalet Allah’ın fiillerinde adil olduğu şeklide anlaşılmıştır. Yani o mülkünde tasarruf yetkisine sahiptir. Dilediğin yapar. İstediği şekilde hüküm verir. Onlara göre adalet her şeyi yerli yerine koymaktır. Buda irade ve ilme göre mülkte tasarrufta bulunmaktır. Zulüm adaletin zıddıdır. Onun hakkında hükümde adaletsizlik tasarrufta zulüm düşünülemez.[6] Mu’tezile mezhebine gelince onlara göre adalet aklın gerektirdiği şekilde hikmet olarak yapılandır. Bu ise fiilin doğru ve yarar olarak ortaya çıkmasıdır.[7]
Fiillerdeki cebir ve ihtiyar konusunda genelde ehlisünnet özelde Eş’arî mezhebi cebriye ve Mu’tezile arasında bir yol takip ederken eşeri biraz daha cebriyeye yakındır. Bundan dolayı cebri mutavassıt olarak da adlandırılır. Maturidî ise daha çok Mu’tezile’ye yakın bir yerde durur. Bağdadi ehlisünnetin bu görüşünü şu şekilde verir: yüce Allah hayır ve şer cisimlerin ve arazların yaratıcısıdır. O kulların kesblerinin haliki olup O’ndan başka yaratıcı düşünülemez. Bu Allah’ın kullarının yaptıklarından hiçbir şeyi yaratamadığını iddia eden kaderiye ile insanların kesblerine ne güçleri ne iktibasları vardır iddiasında bulunan cehmiyye kanaatine aykırıdır. İnsanın yaptıklarının yaratıcısı olduğunu iddiası şirki gerektiren bir durumdur. Çünkü onun davası kullarında Allah gibi ilim irade konuşma ve seslerdeki hareket sükûn şeklindeki arazları yarattıkları tarzındadır. Bu görüşün taraftarlarını Allah şöyle tarif eder. Yoksa Allah’ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü. De ki Allah her şeyi yaratandır. O her şeye galip ve hâkimdir. İnsanın kesbine gücü yoktur. O ne faildir ne de müktesibtir. Allah onun kesbinin yaratıcısıdır. Bu görüşler ehlisünnetin ortak görüşleri olarak ifade edilmiştir.[8]
Bundan şu sonuç çıkıyor ki ehlisünnete göre kulların fiillerinin yaratıcısı Allah’tır. Bundan dolayı onlar insanın fiillerinin yaratıcısı olarak gören mutezileye muhalefet edeler. Aynı zamanda insanın kudretini de görmezden gelen cebriyeyi de tasvip etmezler. Eş’arî cebr ve ihtiyar hususunda orta bir yolu tercih etmiştir. Bundan dolayı kulların fiilleri Allah’ın yaratığıdır. Bu yaratık olu söz konusu fiillerin insanlara müktesep olduğundan dolayı değildir Allah hayır ve şer yararlı ve zararlı bütün fiilleri diler. Nitekim O kullar hakkında bildiğini dilemiş ve levhi mahfuzda yazması için emretmiştir. Bu onun değişmez hükmü ve takdiridir.[9]
Bununla birlikte kul fiillerine kadirdir. Çünkü insan titreme hareketi ile irade eve ihtiyara bağlı hareket arsında zorunlu bir fark bulur. El-Eş’ârî’ye göre bu fark seçime tabi hareketlere racidir. Bunlar da güç sahibinin ihtiyarına bağlı olarak hâsıl olurlar. Bu sebepten el-Eş’ârî müktesep, hadis kudretin takdir edilmişidir. Bu hadis kudretle meydana gelmiştir demektedir. El-Eş’ârî hasis kudretin hadiselerde bir tesirinin olmadığı görüşünü benimsemiştir. Çünkü hudus bir tek süreçtir. Bu cevher ve araz göre değişmez. Hadis kudret, hudus meselesinde etkili olursa her muhdesin oluşunda tesirli olmalıdır. Bu yaratılmış kudret renkler, tatlar ve kokular için yeterli olduğu gibi cevher ve cisimlerin yaratılışında da yetkin olmalıdır. Bu göğün yeryüzü üzerinde duruşunun hadis kudretle olduğuna kadar vardırılabilir.[10]
Şehristani el-Eş’ârî’ye göre insandan fiili meydana geliş keyfiyetini şöyle açıklar: insan irade edip ciddiyetle kendini verip işe koyulduğunda Allah hadis kudretle birlikte, hadis kudretin hemen akabinde hâsıl olan fiili yaratmakla sünnetini icra eder, bu fiil kesb adını alır. bu yoktan var etme meydana getirme yönünden Allah’ın yaratması kudreti altında yapılmış olma yönünden insanın kesbi olur. Bunu için el-Eş’ârî’nin görüşü kesb nazariyesi olarak tanınmıştır. Allah ona göre insanın fiillerinde olan her şeyi yaratan, başka bir deyişle insanın fiille yaratama ve yoktan var etme yönünden Allah’ın, hadis kudret sebebiyle kesb ve ihtiyar yönüyle insanındır.[11]
El-Eş’ârî kulun bütün fiilleri Allah’ın yarattığını ve yoktan var ettiğini ve kulun da müktesibi olduğunu söyler. Kesb insanın kudreti mahallinde olan fiilden ibrettir. İrade konusunda el-Eş’ârî’inin nefsi şuur esasına dayandığı esastır. El-Eş’ârî insan fillerinde hürdür demekten çekiniyor. Bunu iki yaratıcının varlığı görüşüne gideceğini düşünüyordu. Bu haliklar insan ve Allah olacaktır. İnsanın fiillerinde de mecbur olduğunu söyleyemiyordu. Çünkü bu insanın fiil üzerinde kudret olarak hissettiği ile çelişki hakinde olacaktı. Böylece onun önünde ancak cebr ile ihtiyar arası da orta yol kalıyordur. O meseleyi şuur esasına gör halletmiştir. Bu olay şudur ki; insana nefsinde bir yandan ihtiyari fiilleri irade ve kudretinin olduğunu hisseder, diğer yandan Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğuna iman eder.[12]
İmam Maturidi’ye göre her fiil olan yerde bir irade ve ihtiyarın bulunduğunu, ayrılmaz bir vasıf hüviyeti ile iradeye sahip olduğunu söylemek gerekir. O halde insanlarda da bir takım fiiller sadır olduğuna göre onlarında bir irade ve ihtiyarı söz konusudur. Her ne kadar kulun fiilini yaratan Allah ise de bu, kulun fiilin muhtelif alternatiflerinde birini seçmesi sonucu meydana gelmiştir. [13]
Maturidi iradeyi fiil ile birlikte mütalaa etmekte olduğundan fiillerin kişinin kendisinin serbest olduğu şuurunda bulunmasının hür iradesinin var olduğu sonucunda delil olarak kullanır. Aslında hür iradeyi sırf düşünce muhakeme ve müşahede ile ortaya konamayacağı da gerçektir. Çünkü Allah’ın âlemi yaratmasından beri geçe zaman önemli rol oynamaktadır. Bu yaratılan âlemin bütün hadisleri, zaman ve mekân içinde cereyan etmektedir. Bunun bir parsçı olan insanın ve onun şuur hallerinin akan zaman içindeki durumunun tekrar geriye dönerek incelenmesinin imkânsızlığı ortadadır. Bu yüzdendir ki imam Maturidî insana iradesinin hürlüğünü insanın hür olduğu şuuruna bağlamıştır. Burada imam Maturidî daha çok psikolojik olarak açıklar.[14]
Allah insanları yaratırken onlara iyi ve kötüyü birbirinden ayırt etme gücü de vermiştir. Aklen iyi ile çirkini ayırt edebilecek sahip olarak yaratılan bu insanların yaratılmasındaki gaye de onları denemektir. İnsana hem kötüye hem de iyiye eşit oranlı meyyal olarak yaratılmıştır. Tabiat itibari ile insana görünüşte güzel olan fakat sonuç itibari ile çirkin olaylara direnç gösterme ve başlangıcı sıkıntılı olmakla beraber sonu olarak güzel olan şeylere de meyledebilme yetisi vermiştir. İnsana bu vasıflarla yaratılıp Allah tarafından denenmek üzere dünyaya gönderilmiştir. İmam Maturidî fiillerin gerçek mana da kullara nispet edilmesi gerektiğini savunur. Bunun iki delili vardır. A- emirler ve nehiyler, b- va’d ve va’idler. Bunların her ikisi nitekim Kur’an-ı Kerim’de “dilediğini yapınız”[15], “hayrı işleyiniz”[16] şeklinde insana bazı fiilleri emretmektedir. “İşlediklerine karşılık olarak sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır”[17], “kim zerre ağırlığında amel ilerse bunun karşılığını görecektir”.[18] Bu benzeri ayetlerde kula amel işleyen olarak nitelendirilmiştir. Bütün bu fiillerin yaratılması yoktan var edilmesi hususunda Allah’a nispet edilirken, kesb edilmesi ve işlenmesi manasına kula nisbet edilir.[19]
Maturidî kula fiillerinin karşılığında bir yaptırım uygulanabilmesi için kulun bu fiillerde ihtiyar sahibi olması gerektiğini vurgular. Kul fiilleri yaparken öncelikle ihtiyar ve bir fiile meyli söz konusudur. Bundan sonra fiilin yapılması için kudret gerekir. Kulda fiilden önce var olan ve kişinin fiiller arasında ihtiyara ve meyle götüren kudrete “el-istita’atü’l-esbab ve’l-ahval” denir ki bu fiilde öncede vardır. Fiille beraber olan ve insana fiili yapabilme imkânı sağlayan kudreti Allah fiille beraber yaratır buna da “istita’atü’l-efal” denir.[20]
[1] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 60
[2] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 60; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, İstanbul 2003, 43-44
[3] Zümer 39/62
[4] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 61; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, İstanbul 2003, 86-87; İrfan Abdulhamit, İslam’da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, İstanbul 1994, s. 292
[5] Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 103-106
[6] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 61
[7] Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, İstanbul 2003, 89-91
[5] Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 103-106
[6] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 61
[7] Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, İstanbul 2003, 89-91
[8] Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 115-117
[9] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 62; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 110-111
[10] İrfan Abdulhamit, İslam’da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, İstanbul 1994, s. 293-295
[11] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 63
[12] Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 117
[13] M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, İstanbul 1997, s. 287 M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 61
[14] M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, İstanbul 1997, s. 288; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 123-124
[15] Fussılet 41/40
[16] el-Hacc, 22/77
[17] el-Vakıa 56/24
[18] el-Zilzal 99/7
[19] M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, İstanbul 1997, s. 293; M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 63; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 125-126
[20] M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, İstanbul 1997, s. 302; M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 62; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 93; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 127-128
[9] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 62; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 110-111
[10] İrfan Abdulhamit, İslam’da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, İstanbul 1994, s. 293-295
[11] M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 63
[12] Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 117
[13] M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, İstanbul 1997, s. 287 M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 61
[14] M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, İstanbul 1997, s. 288; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 123-124
[15] Fussılet 41/40
[16] el-Hacc, 22/77
[17] el-Vakıa 56/24
[18] el-Zilzal 99/7
[19] M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, İstanbul 1997, s. 293; M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 63; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 125-126
[20] M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, İstanbul 1997, s. 302; M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, s. 62; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 93; Kasım Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsanın Fiilleri, s. 127-128