29 Haziran 2018

BİR KELAM PROBLEMİ OLARAK “KADIN”


BİR KELAM PROBLEMİ OLARAK “KADIN”


ÖNSÖZ

Son birkaç yüzyıldan bu yana dünya hızlı bir değişim içerisindedir. Bu değişim sadece maddi bir değişimle sınırlı kalmamış, medeniyetler ve kültürlerle beraber düşünce sistemlerinin, insanların hayata bakış açılarının ve inançlarının da değişimlerini beraberinde getirmiştir. İslâm düşünce sistemine yön veren bilim dalı olan kelam ilmi de bu değişimlere paralel olarak gelişim göstermiştir. Son yüz yılda, özellikle klasik kelam tarihi tartışmaları önemini kaybederken yeni konular kelamın gündemine girmiştir. Kelamın konuları içerisine dâhil olan yeni konular sosyal hayatın birer parçası olmuş, toplumsal meseleleridir. Kelamın soyut meselelerden ziyade somut konular üzerindeki yorumlarının ve bu konuda İslâm düşüncesine kazandıracağı bakış açısı önem kazanmıştır.
Son dönemin en önemli kelem problemlerinden birini “İslâm’da kadın, kadının konumu ve hukuku” meselesi teşkil etmektedir. Bu konudaki en önemli tartışmalar Tanzimat sonrası ve 20 yy. başlarında başlamış ve günümüze kadar süre gelmiştir. Bunun bir mesele haline gelmesinin en önemli nedenlerinden biri batıda gelişip yaygınlaşan ve İslâm dünyasında da aksi seda bulan feminizm hareketidir. Tanzimat sonrası dönemde gazete ve dergilerde bu konu üzerine pek çok makale ve yazılar kaleme alınmıştır. Bu konudaki tartışmaları üç yönden incelenebilir. Öncelikle feminizm hareketi ile paralellik arz eden ve İslâmî kadın anlayışının batılı kadın bakış açısı ile eşit tutanlar, daha sonra İslâm’da kadın konusunda yanlış bir telakkinin hâkim olduğunu savunan ve bunun İslâm’dan değil Müslümanların uygulamalarından olduğunun kabul edenler gelir. Bu grup bu yanlış uygulamaların önüne geçilmesi gerektiğini savunmuş ve örnek olarak Asr-ı Saadet kadınını kendine örnek almıştır. Diğer son grup kadının hali hazırdaki konumundan memnun olanlardır. Bu gruptakiler kadın üzerinden yapılan tartışmaların aslında kadın haklarını korumak değil bilakis lafta kadın hakları savunucuların emellerinin başka olduğunu savunanlardır.
Kadınlar üzerine yapılan bu tartışmalar neticesinde İslâm’ın kadına bakış açısını belirlemek üzere konu kelam kitaplarına taşınmıştır. Değişen sosyal şartlar, kadının sosyal hayatta kendine yer bulması, ilim ve çalışma hayatında kadınların erkeklerle beraber yer alamsı, İslâm’daki klasik kadın bakış açısında bazı değişiklikler gerektirdiği muhakkaktır. Kadınların konumun yeniden belirlenmesi kelamcıların çözümlemesi gereken bir problem olarak önlerinde durmaktadır.
İSLAM DÜŞÜNCESİNDE KADIN PROBLEMİNİN ŞEKİLLENİŞİ
a- İslâm’da Kadının Konumu:
Allah Kur’an-ı Kerim’de  bu alemde her şeyi karşılıklı çift olarak[1] bir dişi ve bir erkekten yarattığını[2] belirtmiştir. Ve nihayet iki cins arasında şefkat ihsan etmiş, onları bir birinin libasları olarak takdim etmiştir.[3]
Yüce Peygamberimiz Muhammed (SAV) Müslümanlara veda hutbesinde kadınlar hakkında: “Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız, onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız onların da sizin üzerinizde hakları vardır…” diyerek, kadınların haklarına riayet edilmesi gerekliliği üzerine durmuştur.
İslâm dini aile müessesesinde kadınla erkek arasında kendi maddi ve manevi kabiliyetine göre vazife taksimi yapmıştır. Her cinse görebileceği işi vermiş, “ihtisasa” hürmet etmiştir. Kadına yapamayacağı işi teklif etmemiş, taşıyamayacağı sorumluluğu yüklememiştir.[4]
“İslâm en mühim, en büyük ve en ağır, tabii ve içtimai vazifeleri hatunların omuzlarına yükleyip şefkatli ve merhametli ellerine emanet ettikten sonra, ilahi adalet, iş bölümü kanununa riayet ederek onları diğer bütün vazifelerden muaf tutmuştur. Hilafet vazifelerini yani yeryüzünün diğer bütün küçük büyük ilerini erkeklerin hisselerine bırakmıştır. Kısacası erkekleri insanoğluna bakma vazifesine güvenilir ellerine alan hatunlara tam manada hizmetçi kılmıştır.”[5] diyen Musa Carullah İslâm’da kadın ve erkeklerin görev alanlarının farlılığını belirtmiştir.
İslâm kadınların hak ve hukuklarını güvence altına almıştır. Ve onları herhangi bir zorlamadan beri kılıştır. Erkek zorla karısına ya da kızına kendi mezhebini kabul ettiremediği gibi bir Müslüman erkeği Yahudi ve Hıristiyan kadınlarla evlenilebilir. [6]
İslâm kadın üzerinde erkeklerin (güçlülerin) mutlak ve tartışmasız hiyerarşik üstünlüğünü kurmakla kalmamış öğretisi ile onun özerk kişiliğini teminat altına almıştır. İslâm dini kadına insani haklarını iade etmiş fakat bunu yaparken onu erkekle hasım değil dost ve yardımcı olunan bir konum sunmuştur.[7]
“Kadın yaratılış itibari ile bedeni işlerde çalışacak, büyük akli meşguliyetler için yaratılmamıştır. Hüzn-ü şedide, sürur-u kesire mütehammil değildir. Bu hal kadının hayatının erkeğin hayatından daha rahat olması müstelzimdir. Fıtratı kadını erkeğin güçlü işlerine bırakmıyor. Ev işlerine, evlat terbiyesine, ailenin tanzimine, nesli temini kadına bırakıyor. Kadının vazifesi olan bunlar onun  fıtratı tabiasından gelir. Kadının erkek ileri ile iştigali aslında bir marz-ı içtimaidir.”[8] Bunun yanında İslâm aslında erkeği kadına bir koruyucu kılıyor. Ve erkeği kadınlarına bakmayı emrediyor. Kadının nafakasını ve ihtiyaçlarını gidermeyi erkek üzerine görev addediyor.
Sosyal hayattaki düzen ve intizam noktasında kadın ile erkeğin sosyal görevlerinin ayrı olması gerekmektedir. Kadının fiziksel görevi insanlığa hediye edeceği çocukları insanlığın maddi ve maneviyatlarına menfaatlerine uygun bir şekilde terbiye etmekle özetlenebilir.[9] İslâm dini kadın haklarını her bakımdan himayesi altına almıştır. İslâm kadının tabi hukukunu, meşru hürriyetini ihlal etmez.[10] Bilakis İslâm diğer dinler içinde kadına hak ettiği değeri ve hukuki haklarını en iyi şekilde veren bir dindir.
“Kadınlarla erkekler ta’biri ahval, vazaif-i muhtelif ve mütefavit yaratılmışsa da medeni, içtimai, siyasi dini, edebi hukukların hepsinde İslâm şeraiti kadınlara tamamıyla bahşetmiştir. Kadınlar hukukta erkeklere eşittir. Aile inticamına çocukların selamet ve terbiyelerine, kadınların vücudlarına (varlıklarına) sıhhatlerini, mahremiyetine, ismetlerine zarar verebilecek vazaif ve hizmetlerden her zaman ve her yerde kadınlar tamamen azadedir. Ve mahremiyetine layık olmayan hallerden her vakit beridirler.”[11] İslâm kadınları çalışma hayatının dışında tutarak onları aslında fıtratına ağır gelecek ve fıtri olmayan bir durumdan onu uzak tutuyor. Ancak bu kadını elbette toplumsal hayattan dışlamak manasına gelemez. İslâm kadın ile erkeğin bulunması gerektiği çizgileri belirmiştir. Kadın ve erkek biyolojik ve fiziksel farklılıkları onların farklı alanlarda kendilerini ifadelerini gerekli kılar. Kadının takınması gereken tavrın ne olması gerektiği hususta Ömer Fevzi Sebilürreşad dergisinde şöyle diyor: “Bir kadının hayatında kuvveti maneviyatı, ruhi terbiyesidir. Gayesi şerefidir. Sermayesi haya ve edebidir. Cihazı vasıtası selabet-i ahlakıyyesidir. Mi’yarı kıymeti nezahat ve iffetidir. Letafeti yüzünü boyayan düzgünde değil edep ve hayânın hassasiyet ve ismetin vereceği nurda, rengi külkundadır (kül rengi). Erkekleri hürmetle kalben mütehassıs ve meclup edecek  olan evsaf işte bunlardır.”[12]
Kadın ile erkeğin vücut yapısı bakımından bir birinin aynı olmadıkları  inkâr edilemez bir gerçektir. Kadın hakları konusunda fikir yürüten bilginler bu eşitsizliğin çeşitli sebeplerini açılmaya çalışırlar. Bazıları fizyolojik alandaki bu farkın zamanla ortadan kalkacağının ve dolayısı ile psikolojik olarak kadın ile erkeğin bir gün eşit hale geleceğini iddia ederler.[13]İslam’da kadın erkek arasındaki eşitlik adalete bağlı bir eşitliktir. Müslüman erkeklerin olduğu gibi Müslüman kadının da şeri hakları vardır ve İslâm’a inanan hiç kimse bunları inkar edemez. Kitap, sünnet ve fukahanın içtihatlarına batının kadın hakkında düşündüğü gelişimlerin hepsine muhtevidir. Bundan dolayı Müslüman kadınları eğer bir problem varsa bunu ancak İslâm’ın kendisine başvurarak çözebilirler.[14]
Abdulaziz Çaviş’in Mısır’dan bir grup kadının Roma’daki uluslararası kadın kongresine gitmesi üzerine kaleme aldığı yazısında Müslüman kadınının birçok İslâm memleketlerinde insafa ve adalete uygun bir muamele görmediğini kabul ettiğini, ancak İslâm’ın kadınlara bahşetmiş olduğu ve bundan bihaber erkeklerden cahil kadınlardan dolayı bunların tatbikinin mümkün olmadığını belirtiyor. İslam’ın kadınlara bahşettiği hakkı Avrupa ancak Fransız ihtilalinden sonra kadınlarına tanıyabilmiş bunu da tam manası ile hayata geçirememişlerdir. Müslüman kadınını hali hazırda da batı kadınından çok üstün seviyededir. Batının Müslüman kadının bulunduğu mevkiye ulaşabilmesi içine daha çok çalışıp mücadele etmesi gerekmektedir. [15]
Kadın ve erkeğin beraber üretimi sonucu milletler ilerleyebilir. Nasıl ki erkeğin bazı konularda terakkiye katkıları varsa kadınlarda terakkinin bir parçasıdır. Bu konuda İzmirli şöyle söylüyor: “Bir millet erkeği ile terakki eder fakat bu terakkiyi kadın ikmal eder. Terakkiyatın unsur-u mukavvimatı erkek, unsur-u mütemmimi kadınlardır. Erkeksiz terakki yoktur kadınsız eksiktir.”[16]
Ancak şurası bir gerçek ki fiziksel ve psikolojik olarak kadın erkekten daha zayıftır. Bu zayıf müzdevic kadın daha ziyade vezaife mütehammil kılınmıyor. İşte bu gibi hususat rahmet ve şefkatin bir misali rikkat ve letafetin örneği olan kadını, ahval ve müteaib âlemi tehamül etmesine bir mani yoktur. Kadın erkek kadar irade sahibi değildir. Erkek kadar amelde kavi değildir. Erkek kadar sabırlı değildir. Erkek kadar meşakkate mütehammil değildir. Erkek ve kadın farklı yaratılışlara sahiptir.[17] Her ne kadar bazı istisnai durumlar olsa da genel olarak bu gün geçerli olan durum burdur.
Bununla beraber kadınlarda erkeklere bazı ortak özelliklere sahiptir.
1-    Erkek gibi istiklal-i efkâr ve istiklali irade sahibidir.
2-    Erkekle aynı gaye için yaratılmıştır.
3-    Kadın erkek gibi ilim talebi, itikadi ve ahlakın ahkâmı ile mükelleftir.
4-    Velayet sahibidir.
5-    Nehy ve emirde erkek gibidir.
6-    Emr bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkerden sorumludur.
7-    Hükmü ilahide zahir olan fevte, hüküm ve rivayet ile muamelede bulunabilir
8-    Medeni hakları vardır.[18]
Kadın ile erkek arasında yaratılış gayeleri ve Allah’ın karşısındaki konumunu iyi kavrarsak konuyu tam olarak vuzuha kavuşturabiliriz. Kadın erkek bu konularda aslında tamamen eşit ve aynı sorumluluklara sahiptir.
a- Kulluk: insanın yaratılış maksadına ve onun yeryüzündeki rolüne ilişkin ilk ilke ubudiyettir. Bu ilke hayata mekanik, maddeci, hedonist veya cinsiyete bağlı bir ayrımı önler.
b- Birr: Bu ahlaki sosyal yaklaşım kendisini ikinci ortaya koyar. İyilik kadın erkek tüm kulların ortak paydasıdır.
c- Adl: İslâm kişinin nefsine dahi adaletli davranmasını ister. Başka insanlarla ilişkisi bu minval üzere olmalıdır.
d- Hürriyet ve Sorumluluk: bu dünya erkeğin dünyası değil eşit olarak erkek ve kadının dünyasıdır.
e- Sosyal ve Ferdi maslahat.[19]
Tanzimat Sonrası Modernizm Algısı ve Kadın Meselelerinin Ele Alınışı
Osmanlının son döneminde en önemli mesele olan çağdaşlık problemi bazı tezahürleri ile kendini dışa vurmuştur. Çağdaşlık bazı konular ile adeta özdeşleştirilmiş, çağdaşlığın dışa vurumu ve mihengi haline getirilmiştir. Bunların başında da kadın meselesi gelir. Çağdaşlık konusuyla kadın konusu önemli bir problem haline geliyor. Belki şu anda yine Türkiye’de kadın konusu kadar çağdaşlıkla hemen ilgili bir başka konu akla gelmeyebilir. Dolayısı ile bir kadın ile ilgili çoğu kere çağdaş veya değil (erkeklerde biraz daha belirsiz) diye düşünülebilir.[20] İlk kez 1888’de bir problem olarak ele alınan[21]kadın meselesi bu güne kadar tartışmış ve çok da somut çözümler üretilememiştir.
Modernleşmede kadın önemli bir role sahiptir. Tanzimat dönemi ve sonrasında batılılaşma hareketi meşruiyet ararken İslâm nezdinde onay ve destek bulma çabası içerisinde olmuştur. Batıdan alınacak her yeniliğin İslâm’ın kaynağında olduğu düşüncesi “Asrı Saadet miti” bu dönem batıcılarının yaklaşımlarını belirlemektedir. Asrısaadet mitine ilk sarılanlar şehirli ve eğitimli kadınlar olmuşlardır.[22] Kadınlar kendilerini bir noktadan İslâm ve dine dayandırıyorlardı. (Yani her zaman ayaklarının biri din dairesinin içinde bulunurdu) Bundan sonrada gerçek İslâmî açısını ortaya koymayı arzuladıklarını belirtiyorlardı.
“Biz Osmanlı kadınları erkeklerimizin cehl ve taassubuna adet ve ülfetlerine karşı birden bire isyan etmek arzusunda değiliz. Biz tedrici bir tekâmül ile içtimai hayatımızı temin etmek fikrindeyiz. Evvela seviye-i  irfanımızı erkekler kadar yükseltmek isteriz. Terbiye-i diniye ve milliyyemiz dairesinde her türlü serbestiyeyi  terakki-i elzem addederiz. Biz Osmanlı kadınlarının bu gayretine açmış oldukları bu çığırı terbiye-i içtimaiyyemiz adap ve âdetimiz dairesinde girmek istiyoruz.”Burada da görüldüğü gibi sürekli dine, doğru geleneklere doğru kurulmuş aileye bağlılıklarını vurgularlar. [23]
Bu dönemdeki İslâm’ın kadın konusundaki yaklaşımına yapılan itirazlara karşı savunmaya geçenler çıkış noktası olarak İslâm dininin kadına verdiği değerin yanında ona verilen hakkın batılı hemcinslerine çok daha sonraları verilmesi gibi konular gündeme getirmişlerdir.[24] Bu konuda aslında İslâm’ın kadın hakları konusunda örnek alınmaya çalışılan batından çok daha ileride olduğu, İslâm’ın kadına gerektiği değeri verdiğini savunmuşlardır.
İslamiyet’in kadın hakkındaki görüş ve tutumunu ilk olarak batı ve kendi toplumuna karşı cesurca savunan ve olaya kadın gözüyle bakan, Nisvan-ı İslâm adlı kitabı ile Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye olmuştur. [25] Burada daha önce de belirttiğimiz gibi kadınlar açısından ilk kez bu gibi konuklarda görüş bildirenler şehirli ve üst tabakaya ait kadınlardır. Fatma Aliye de son dönemde Osmanlısında özellikle Mecelle ile öne çıkan Cevdet Paşanın kızı olması, kadınlardan olarak özel derslerle kendilerini yetiştirenlerin bu konuda söz söylediklerini gösterir.
Tanzimat dönemi kadın telakkisi için asrısaadet kadınlarının yeniden keşfedildiği dönem olacaktır.[26] O dönemde yanlışlıklar direk olarak söylenmemekle beraber asrısaadete atıflarda bulunuluyor idi. Kadınların savaşlara katıldıkları, görüşlerini bildirdikleri, sosyal ve toplumsal hayatta var oldukları ve kendilerini kabul ettirdikleri ile ilgili olarak şu satırlara yer veriliyor. “Gable’s-Selam, hatunların hukuku milliyede erkeklerle müşareketleri olup, hatta bir kavim umumu mühimmelerini müzakere etmek üzere akdeyledikleri meclislerde hazır bulunan hatunların rey ve mütalaaları    karîn-i savâb olduğu surette kabul olunur ve mukabelede bulunmaktan ve umumu mühimmeye müdahale ve müşareketten men’ olunmazlardı.”[27]
Hıristiyan kültüründe 3K (küsche-kirsche-kinder/ mutfak-kilise-çocuk) ile kadınların durumu formüle edilmiştir.[28] Tabi Müslümanlıkta ve İslâm’da böyle bir şeyin düşünülmemekle beraber toplumda kadının yerinin sadece evi olduğu telakkisinin de oldukça yaygın olduğunu söylemek gerekir.
Kadınların zihinlerini meşgul eden ve bu konuda bazı yeniliklerin olmasını düşündükleri konu da Evlilik konusunda geleneksel evlilikten ziyade bir Avrupai tarz evlilik istekleri görülür. Dini kuralların yerini artık Avrupalıların laik evlenme usulleri almalıdır. Nikâhlarda resmiyet, evlenme konusunda daha geniş yetkiler kadın erkek eşit şartlarda bir evliliğin başlaması gerekliliği dillendirilmiştir.[29]
Osmanlı döneminin son birkaç yüzyılında yaşanan siyasal ve ardından toplumsal değişimlerin merkezinde kadınla ilgili tartışmalar yer aldığı muhakkaktır. Zira yirminci yüzyıl modernleşmesi ve ulusallaşma hareketleri, toplumsal projelerini kadınların modernleşmesi özgürleştirilmesi kanadıyla ve kadının bedeni üzerinde ifade etmişlerdir.[30]
Osmanlıda orta sosyal sınıfın kızları için sübyan mektepleri, rüştiyeler (1859) kız sınai mektebi (1965), Daru’l-Muallimat (1870) açılmıştır. Üst sınıf ise özel hocalardan dersler almışlardır. Bu sınıfa ait kadınlar en az bir batı dili bilir ve bir modern çalgıyı çalmayı bilirlerdi.[31]
Kadınların özgürlük istemlerinin ardında Avrupai zihniyet bulunmaktadır. Bunun en önemli göstergesi tesettürün refi meselesidir. M. Ferid Vecdi Mısır’da Kasım Bey’in Avrupa’da okuyan öğrencilerden kurulu bir grupla bununla ilgilendiği ve gençlerin kadınlara tacizlerde bulunulduğunu belirtiyor.[32]
Kadın ve Aile Hayatı
Son dönemde kadın konusunda yazan pek çok muharrir özellikle kadın konusunda gelişen yeni söylemlere karşı çıkmış olanlar kadının en önemli vazifesi olarak evini görmüşlerdir. Kadının esas vazifesi olarak evini çekip çevirmesi, çocuklarına annelik etmelerini kadınların en önemli vazifesi olarak telakki etmişler bunu da en kutsal görev olduğu üzerinde durmuşlardır.
Kadınların görevinin sosyal hayata gerçek evlatlar yetiştirmek olduğunu belirttikten sonra kadınların sosyal hayatta var olma çabalarını eleştiren Nusret Cezmi kadınlara şöyle sesleniyor. “Ey İslâm kadınları, muhterem hemşirelerim fıtratın kanunlarına isyan etmekten vaz geçiniz. Tabi kanuna tuğyan edenlerin cezası pek elimdir. Sizi zelil ve hakir etmek isteyen Avrupa’nın Mütefessıh içtimaiyyeisne ilan-ı husumet ediniz. Serbestinizi arzu edenler sizi en müthiş esarete soktular. Hayatınızı zehr ettiler.”[33]
Kadınların çıkardığı bir dergi olan Terakki-i Muhderat’ta Taaddüdü zevcât  konusunda bazı frenklerin bilir bilmez konuştukları söylenmekte ve bunlar eleştirilmektedir. Çok eşliliğin mubah olmasının şartları ve esprisi üzerinde dururlar.[34]
Avrupai hayat standartlarından çocuk sayısını azaltma toplumda yaygınlaşınca 1838’de çocuk düşürme yasaklanmıştır. 1869’dan itibaren kızların eğiti mi de zorunlu yapılmıştır. 1911’de lise, 1916’da üniversiteye giderler. Edindikleri bilgilerle batılı adab-ı muaşeret daha kolay uyum sağlamışlardır. Bir başka ifade ile geleneksel yapılarından uzaklaşmışlardır.[35]
İslamcı kadınlarda değişim kırsaldan kente göçler sonucunda büyük bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Köy ile şehir arasında kalan kadınlar bir tür kimlik bunalımı içine girmişlerdir.
İzmirli İsmail Hakkı Sebilürreşâd dergisinde çıkan yazısında aile hayatında kadının oynadığı öneli rolün üzerinde duruyor. Her milletin terbiyesinin ana kucağında başladığını, her medeniyetin ilk dersini ana kucağından almakla annelerin bir muallim olduğunu belirtiyor. Toplumun kemal erişmesi için aile hayatını ve dolayısı ile kadınların çocuklarına verdiği terbiyenin önemli bir rol oynadığı üzerinde duruyor. [36] Ayrıca çocuklara sağlam bir terbiye geleceği de garanti altına almak demektir; zira kendi medeniyetimizi oluşturmada ve devam ettirmede bu husus önemlidir. Dışarından gelecek medeniyet ve kültürlere teslim olmamayı sağlar.[37]
Müslüman kadın kendi dinleri ile barışık olarak onların yeryüzünün halifesi olmaya çağıran müstakil bir insan olarak gereken değeri veren İslâm’ı kadının kendisinin doğasını tüm boyutları ile yeryüzünde gerçekleştirmesi için bir imkân olarak görüyorlar. Ondaki en küçük bozulmaya karşı hassasiyet gösteriyorlar.[38]
Nusret Cezmi Sebilüreşad derdisinde “kadın bir valide olmaya gayret etmelidir” başlığı ile kaleme aldığı yazısında özellikle Tanzimat döneminde kadın konusunda zamanın gazete sütunları ve düşünürlerin fikirlerini şu cümlelerle özetliyor. “Zamanımızın ahval ve şarait-i hayatiyyesi büsbütün değişmiştir. Kadınların da her türlü teğayyürattan azade olarak serbestilerinin te’mini ve hayat-ı haricde erkeklerle el ele vererek terakki yollarında merhaleler katetmesi lazım gelir. O vakt Avrupa milel-i mütemeddinesi gibi biz de tarik-i medeniyyetde ilerlemiş ve medeni olmuş oluruz.” Şeklinde özetledikten sonra “Zavallılar kanun-u fıtrata inkıyat etmekten başka çare olmadığını hiç de düşünmek istemiyorlar, bilmiyorlar ki kadında bulunan her şey erkeğin bulunduğu erkeğin bulunduğu âlemden başka bir âlemde yaşaması gerektiğini gösteriyor.” diye devam ediyor.[39]
Dışarıdaki hayat dövüşmeden, çarpışmadan musarebe ve savaştan ibarettir. Yani hayat bir kavgadır. Bu muharebede gelip gelenler kollarının kuvvetine vücutlarının yardımına itimat ederler. Kadın ince hassasiyeti, yumuşak kalbi, ulvi ahlakıyla ancak ma’lup mevkiinde kalır.[40]
Sosyal Hayatta Kadın ve Eşitlik Söylemi
Kadının toplumsal konumu insanlık tarihi boyunca üç değişik biçimde ortaya konmuştur. Bazı dönem ve değerlendirmeler açısından kadın sadece ev içerisinde ve ev-çocuk-eş üçgeninde gerekli bir varlık olarak görülmüştür. Kimi dönemlerde ise toplum içerisinde insani yetenekleri ile değil de cinsel özelliği itibariyle ön plana çıkarılan annelik özelliği göz ardı edilen, salt cinseli ile kabul gören bir varlık sayılmıştır. Üçüncü durumda toplumsallaşmayı talep eden kadın cinsel kimliğine (fıtratına) yabancılaşmadığı ve cinselliği istismar edilmeyen bir kişilik konumu olarak telakki edilmiştir. [41]
Kadın erkek eşitliği ne muhteşem ne muazzam bir  kanun, fakat aynı ne kadar uzak ve uygulaması imkânsız bir hayal.[42](Mehmet Rauf 1910)
M. Fuat Köprülü eşitlik hakkındaki soruya “Bence her nasıl olursa olsun kadınla erkek arasında iddia ve eşitliğin sağlanmasına çalışmak abes ve beyhudedir. Bu aynı zamanda fizyolojik olarak da pek mümkün değildir.” diyor ve kadının ahlak ve toplumsal ıslah konusundaki mühim rolü üzerinde duruyor. “Kadın doğumundan sonsuza kadar sürüklenmeye mahkûm olan insanlığın tek teselli kaynağıdır. Bundan hareketle diyebiliriz ki; elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.”[43]
İslâm kadın konusunda başlıca dört yönden eleştirilmektedir.
a-     Erkeğin kadın üzerinde hakim olması
b-    İki kadının şahitlikte tek bir erkeğe denk tutulması
c-     Miras meselesi
d-    Boşanma hakkının erkeğe verilmesi[44]
Kadın erkek eşitliğinin ontolojik, antropolojik (insanın kadın ve erkek türlerinde her birinin fiziki olmayan en genel fıtri, değişmez özellikleri) ve hukuki olmak üzere üç boyutu vardır.[45]
Kadınların dövüldüğü, bu onların tabiatında var olan iddet, hızana gibi işlerde kadınların haklarını yendiğini söyleyen Ferid Vecdi “Bunlar İslâm’ın öngördüğü değil şeraitin tatbikinde görülen basiretsizliklerinin birer neticesidir.”[46] diyor.  Ferid Vecdi Mısır’da erkeklerin kadınları tacizlerde bulunduğu onları yobazlıkla suçladıklarını sokaklarda kadınların bu serseri gençlerden dolayı emin bir şekilde dolaşamadıkları, örtülerinden dolayı da kadınlarla alay ettiklerini belirtiyor. Mısırda kadınlar ve erkekler garbın tesiri altında süslenmekteler ve bu şekilde sokağa çıkıyorlar.
Kadın hakkında yazılan ve yapılanlara şiddetle karşı çıkanlar da bulunuyordu. Bunlar yine kadınlar arasında geleneksel anlayışın devam etmesini isteyenlerdi. Bununla ilgili Sebilürreşad’a gelen bir mektupta şöyle diyor: “Müslüman kadını esarette imiş, Müslüman kadını hapis içinde imiş. Müslüman kadının hiç hürriyeti yok imiş. Terbiyesiz herifler, erbabı iffete iftira ediyorlar. Kara kalpliler dalalet içinde çırpınıp durdukları için herkesi kendileri gibi hapis ve esaret içinde sanıyorlar. Biz Müslüman kadınlar esaret altında değil bilakis hakiki bir saadet içindeyiz…”[47]
Sebilürreşâd dönemin muhafazakâr gazetelerinden biridir. Bu  nedenle genelde modernleşme derken batıcılığın alınmasına pek sıcak bakmazlar. Yine bu gazetenin okuyucu köşesine mektup gönden bir bayan son zamanlarda kadınlarla ilgili gelişmeleri kaygı ile izlediği belirterek şöyle diyor. “Bir müddetten beri ‘nisâiyyûn’ namıyla ortaya atılan bir sürü gençler, biz Müslüman kadınlarının cebin-i pâkınızdaki sürte-i ismeti yırtmak için kirli tırnaklarını uzatıp durmaktadırlar. Yüzlerinden hayâ kalplerinden iman vicdan silindiği bu küme-i esâfil düştükleri hazız (en aşağılık) muzılleden şems-i Münir  ismet ve iffetleri lekeleyebilmek için murdar ellerini çamurlar savuraraktan bir an boş durmuyorlar.[48] Kadınların konumunu aşağılayıcı ve zillet içinde onlara karşı çıkan son dönem alimlarinden Musa Carullah şöyle diyor. “Bu tür tefavütler onun eşitliğine zarar vermez. Bilakis hürmetlerini teyid eder. Kadınlar dışarıda çalışmaya zorlanamaz. Fabrikada çalışmak zorunda kalan kadınlar böyle yerde çalışmaktan kurtarmak gerek. Bu onların fıtratlarına aykırıdır. Medeniyetin getirdiği (kadının çalışması zorunluluğu) konusunda gereği yapılmalıdır.[49] Tefekkuhlarını kendileri kazanacak kadar kadınlarımızı kızlarımızı terbiye etmek elbet zaruridir. Bunlar onları hak ve hürriyetleridir. Cemiyetlerin sefaletlerinde iki önemli nokta vardır. Bunlar cehalet ve zaruriyettir. Kadınlarla ilgili hak ve vazifeleri ile ilgili müstakil bir eser olmamasından da yakınıyor.”[50]
Dönemin bazı âlimleri kadınların sosyal hayatta var olduklarını ve aslında onların soyutlanmadığını savunmuşlardır. Abdulaziz Çaviş bu konuda “Kadınlar malum olduğu üzere mescitlerde cemaatlerde hazır oldukları gibi Cuma namazına da gidebilirler.[51] Diyerek onların da sosyal hayatta var olduklarını belirtir.
İslam Hukuku Açısından Eşitlik
İslâm hukuku konusunda aslında kadınla erkek arasında adalete dayalı bir eşitlik vardır. Bunu doğrusal bir eşitlik değil, adalete dayalı bir birini tamamlayan yin-yang türü bir eşitlik anlayışı ortaya konulmaya çalışılmıştır.
“Müslümanlar üzerinde hâkim ancak şer-i mübindir. İslâm’da erkek mütehakkim değildir. Ancak bir reistir. Emri büyût ancak riyaset ile müntezam olur. Bu hususta erkek kavmdir. Emr-i riyaset, sahabet ve velayet erkeğe verilmiştir. Kavmiyet velinin tebayı idare etmesi demektir.”[52] diyen İzmirli, buna karşı kadının bir rahmet ve şefkat misali, letafetin bir örneği olduğunu vurgulayarak kadının aslında dışarının zor işlerini yüklenmesine ve zor işlerde çalışılmasının önüne geçilerek aslında ona bir kolaylık sunduğunu belirtiyor.
Osmanlıda kadınlar yüksek düzeyde mali sermaye sahibi olabiliyorlardı.[53] Kadının kendi malında tasarrufa veya kadılara özgü ilimlerle meşgul olmasına, dini konularda fetva vermesine görüş bildirmesine ilim için seyahat etmesine veya erkek hakkında reva görülen isteklerden istemesine ne şeriat ne de  adet meni olmuştur.[54]
İslâm’ın kadınlara sunduğu mal tasarruf hakkı, Avrupalı kadınların kocalarını izni olmadan kullanmaktadırlar mı acaba? Diye soruyor ve ekliyor “ Kadının hürriyetini isteyenler acaba ne istiyorlar.” Evet, hiç şüphe yok ki bunlarca kadınların hürriyeti namında istenilen şey onun örtüden sıyrılması haremi beytinden dışarı çıkıp balolarda tiyatrolarda dolaşması erkeklerin inzar-ı şehvetine maruz kalması müşahedelerde kocasından başkası ile dansa, oyuna kalkması; hulasa istediği yere serbestçe gidebilmesidir.[55] İki kadının şahadeti bir erkeğe eşittir. Çünkü kadınlar sürati infial tesirlerinden dolayı çok kere hadisatı çok kere dakiki tafsilinden gaflet ederler. Bundan dolayı İslâm şeriatında şahadet bahsinde iki kadın bir erkeğe dek tutar. Biri şaşırırsa diğeri onu hatırlatsın. Had meselesinde bir kadının sözüne şahadet değil karine-i hal olmak üzere  bakılması caizdir. [56]
Kadın malında istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. İngiliz kanunlarında evli kadınlar mallarını tasarruftan mahrumdur. Ancak 1882 yılında İngiltere kadının malındaki tasarruf hakkını vermiştir. Müslüman kadınlar bütün şuûnu medeniye ile muamelede erkekler gibidir. Aralarında asla fark yoktur. Bazı hususlarda şahadet gibi farklılıklar vardır. Bey’ şira’, hibe, kira, rehin gibi pek çok konuda erkeğe eşittir. Şahitlik konusunda bir fark söz konusudur. Fıkıh kitaplarında tafsil edilen şartların tahkiki halinde erkeklerin her şeyde şahadetini muteber tuttuğu halde kadınların münferit yani ya erkek şahitlerle beraber olmayarak ya da yalnız sadece velayet, istihlal, mevlud ve uyub-u nisa gibi ale’l-ekse erkeklerin muttali olmadığı ahkam-ı ebdanda ve talak, ricat, nikah, vekalet, vasiye gibi mali işlerde müteallik hukuku ibdanda şahadetleri mesmu’ olur. Hudutta ise yanlarında erkek olmadıkça şahadetleri ile hüküm verilmez.
Bazı İslâm âlimleri biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatsın ifadesinin asıl illetinin erkek ve kadının psikolojik yönlerinin farklı oluşuna bağlamakta ve bunun da hiçbir zaman kadın erkeğin yarısına eşit  olduğu anlamına gelmediğini belirterek bunu hukuki sahada bir icraat olarak kabul etmişlerdir. Kadının ev içerisindeki meşguliyetinin fazlalığından dolayı mali işlerde ilgilenmemesinden dolayı bu şahitlikle fazla ilişkisi olmamıştır.[57]
Necla Akaya şahitlikte bir erkek iki kadın aranmasının kadınların o günlerde mali işlerde ilgilenmemesi, bu sebeple alacaklının haklarını yitirmesine neden olabileceği bir durumla karşılaşılmaması amacına yönelik olduğu kanaatinde olduğunu söyler.[58]
“Diğer taraftan Kadın yalnız vazifelerle mükellef değildir. Erkek gibi vazifelerle birlikte hukukta maliktir. Şöyle ki bütün hukuk vazifelerinde kadın ile erkek eşit değildir. Çünkü eşitlik tekefü-ü kuvvaya (eşit güçlülük) marbuttur. Farkları ilgaya fıtrat, din-i fıtri ve umumi olan İslâm müsaade değildir. Kadının hakkı sa’y olmak ile beraber kadına nispetle daha ziyade âlem-i sa’ya atılan erkek müsaib dehre göğüs geren erkek bu müşkül vazifesine mukabil bir hakka tabi olması tabiidir.”[59]
Giyim Kuşamla Meselesi
Kadın konusunda zihinleri en çek meşgul eden ve üzerinde en fazla durulan melese kadının giyim kuşamı ile ilgili konularda olmuştur. Adeta çağdaşlık giyim kuşamdaki çağdaşlıkla müsavi tutulmuştur. Osmanlı’da zaman zaman giyim kuşama müdahale edilmiş, gelenek ve adetlerin dışına çıkılması önlenmeye çalışılmıştır.
Osmanlı ülkesinde yönetim tarafından da kılık kıyafet konusu dejenere olmanın bir emaresi olarak görüşmüş ve bu konuda bazı fermanlar çıkarılmıştır. 1725 yılında konu ile ilgili çıkarılan bir fermanda şöyle denilmektedir. “İstanbul Osmanlı ülkesinin yüzsuyudur. Ulama, suleha, üdeba beldesidir. Ahalisinin tabaka tabaka tespit edilmiş kıyafetleri vardır. Hal böyle iken bazı yaramaz avratlar, halkı baştan çıkarmak kasdı ile sokaklarda süslü püslü gezmeye, libaslarında türlü türlü bidatler göstermeye, kefere avratlarını taklit ederek serpuşlarında acayip şekiller yapmaya başlamışlar. Bu garip kıyafetler yasaktır. Kadınlar bundan böyle büyük yakalı feracelerle sokağa çıkmayacak, başlarına üç değirmiden fazla yemeni sarmayacak, feracelerinde süs olarak bir parmaktan kalın şeritler kullanmayacaklardır. Kadınların sokakta veya mesire yerlerinde yeni çıkma büyük yakalı feracelerle görülürse feracelerinin yakarlı o anda alenen kesilecektir. Uslanmayıp ısrar edenler olursa inci üçüncü seferinde yakalanıp İstanbul’dan taşraya sürgün edileceklerdir.”[60]
Tanzimat öncesi en önemli konulardan biri tesettürdür. Tesettürün kadın eğitiminde bir engel teşkil etmeyeceği devrin idarecileri tarafından dile getirilmiştir.[61] Genelde dönemin çağdaşlaşma taraftarları eğitim konusunu tesettür ile bir bakıma da kılık kıyafet ile ilişkilendirmekteydiler. Tesettür yavaş yavaş geriliğin bir simgesi olarak algılanmaya başladı. Çağdaşlığın önce kıyafetlerde tezahür edeceği daha sonra  da eğitimle bununun ikmal edileceği kanaatindeydiler.  Kılık kıyafet konusunda ödün vermeyenler çağdaşlaşma karşıtı ve eğitiminden nasibini almayanlar olarak görülüyordu. Osmanlı kadınlarının kendi çıkardıkları bir dergide bu konuda aleyhte ve lehte geniş tartışmalara girmişlerdir.[62]
Örtü kadının hürriyetine engel değildir. Esaret eseri değildir. Kemale mani değildir, erkeklere karşı bir sedd-i sediddir.[63]
Sebilürreşad’a gönderilen okuyucu mektuplarından birinde şöyle diyor: “ Belki tesettürü istemeyenler birkaç kimse olabilir. Fakat mahdut birkaç kişinin hatırı için bir meseleyi umumileştirilemez. Hem de kadınlık kadınlarındır, zahiren beni savunmak derdine düşenler batında bizi öldürmek ve namusumuzu yok etmek istemektedirler.”[64]
Bizce örtünmenin kaldırılması fikri hiçbir zaman kadınların tedrisine hizmet etme arzusundan neşet etmiyor. Bu fikir bize batı medeniyetini füsunkâr tesirlerinden biridir. Mısır gazetesi yazarı Edmon “Kadının tezhibi ve ıslahı yine kendisine bırakılmalıdır, zira onlar kendi dertlerini kendi zayıf yahut kuvvetli yönlerini erkeklerden daha iyi bilirler” diyor.[65]
Feminist Söylem
Feminizm Robert sözlüğünde kadınların toplum içerisindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin olarak tanımlanır. Ancak düşünceyi eylemden ayırmak imkânsızdır. Kavramın Fransa’da oluşturulduğu günden bu yana kadınların toplum içerindeki rolü ve hakları genişletmek üzere bir dizi eyleme de girişildi. Bundan dolayı feminizmi yalnız öğreti olarak değil eylemleri de içermek zorundadır.[66]
Batı ülkelerinde feminist hareketler “erkek egemen” diye niteledikleri bütün bir insanlık tarihi ile birlikte yalnızca erkeğe mal edilmiş, erkeği kollayıp gözetiyor saydıkları dinleri de suçlayıp reddetmektedirler. Dinleri aynı kefeye koymakla hata etmişlerdir. Hareketin haklı çıkış noktasına rağmen kadın sorununa ilişkin taleplerin fıtrat unsuru göz önünde tutularak değil de erkeğin mevcut eşitlik dileğine göre şekillenmesi hata olarak gözükmektedir. Böylece ev, kadını her halükarda tutsak kılan bir mekân sayılarak insan yetiştiren bereketli bir mektep olmaktan “yuva” olmaktan çıktı. Bu aynı zamanda anneliğin küçümsenmesi, hatta reddedilmesi demekti. Böylece bireysel ve toplumsal kişilik sahibi olması hedefi, kadının doğasına yabancılaşmasını getiren muhtevasıyla zarar verici istikamette seyretmeye başladı.[67]
Emine Semile İslamiyet’te feminizm adlı yazısında (1910) “İslamiyet’te kadını ticaretten, ziraattan, askerlik işlerlinden, askere cesaret verme ve yaralıları tedavi için  harbe gitmekten men’ etmemiştir. Bunu hakkında örnekler getirmek büyük bir tarih kitabı yazmayı gerektirir. Demek istiyoruz ki Hz. Peygamber zamanında (ve sonraları) kadınlar muhterem ve namuslu hareketlerinde tamamıyla hürdüler. Abbasilerin yıkılış sebebinden rahatlık deresi başlayınca kadınlık da esirlik örtüsüne bürünmeye başladı. Şimdiki durumumuzun dini değiş şahsi olduğu bilinen bir gerçektir.[68] demektedir.
Sehaddin Asım İçtihad dergisinde kaleme aldığı yazısında kadını aşağı ve zelil görenlere şiddetle karşı çıkıyor[69] ve bunların cahile devrinde kendi kızlarını diri diri gömenlerden sirayet eden bir hastalık olarak niteliyor. O kadın konusunda özellikle Türk tarihi ve ananesindeki kadın profili üzerinde duruyor ve Türk tarihinde kadının hiçbir zaman erkekten ayrı düşünülmediği, madden ve ma’nen onun bir seviyede telakki edildiğini hatta bazı durumlardan erkekten öne bile geçirildiğini ve Türk tarihinde kadına gereken değerin verildiğini vurguluyor.[70]
Bizi sınırlı bir çevre içerisinde zayıflık ve aşağılamaya alıştıranlar ve öyle güzsüz yetiştirildiğimizi görmekle erkekçe gururlananların gözünde belki kadınlar erkelerin gölgesidir. Fakat kendi hürriyetlerini feda etmekten çekinmeyen gelişmiş ülkelerin kadınlarının sıkıntıları dışarıdan göstererek bazen tehdit bazen okşayıcı ninnilerle bizi uyutmaya çalışan ey gafil erkelerimiz, kadın erkek arasındaki sorulan edebi soruya şimdi burada cevap vereceğim: “ evet efendim kadın ile erkek arasında tıbben eşitliğinde bir fark yoktur.”[71]
Son dönemde kadınlar konusunda eskiyi eleştiren ve olaya batılı bir yaklaşım tarzı ile yaklaşan ve kadınların tarihteki konumunu çok hazin bulan  Halil Hamit kadının tarihteki konumu hakkında şöyle diyor: “ Kadınlar tarihi her şeyden önce baskı altına alınışlarının ve bunun gizlenmesinin tarihidir.”[72] ve devam ediyor: “Gelecek çocuklarındır; hayır yanlış söyledim gelecek annelerindir. Çünkü annelerin geleceği ele alacak çocuklar üzerinde çok büyük etkisi görülür.”[73]
Yine kadınlarla ilgili şöyle diyor: “İlk sözüm “Yaşasın kadınlar!” olacaktır ümit ederim ki ölürken de yine aynı sözleri tekrar ederek gözlerimi kapayacak ve takdis ettiğim zavallı kadınlara muktedir olduğum kadar bir iyilikte bulunabildiğimden dolayı bahtiyar bir şekilde bedenimi toprağın kucağına koyacağım.”[74]
Halil Hamit kadınlarımızın şu andaki durumunun içler acısı olduğunu belirtmek için şöyle diyor: “Bizim pek biçare kadınlarımızla o oldukça hür kadınlar arasında büyük bir mesafe vardır. O başarı ile ilerleyen kadınlar gerek sosyal hayatta gerek aile hayatlarında başarı sağlamışlardır. Hâlbuki bizim zavallı kadınlarımız cemiyette zayıf düşmüş, aile hayatında hastadırlar.”[75]
Batıda kadınların özgürlük hareketi öyle görünüyor ki aynı zamanda hızla büyüyen feodal ve kapital bir toplumda üretim araçlarındaki değişimlerle yakından alakalı idi. Yani ekonomik düzen kendi menfaati için kadınları sömürdü.[76]
Toplumda son zamanlara savunulan ve yüksek sesle ifade edilen “ Kadın acizdir, zavallıdır, yardıma muhtaçtır, onu himaye ve müdafaa etmelidir” şeklindeki bu zihniyette âlem-i medeniyet namına hiçbir şey yoktur. Çünkü kadın acz ve ihtiyacı için değil belki vazife ve hürmet dolayısı ile müdafaa olunur. [77]
SONUÇ
Yazının genlinde de görüldüğü gibi son dönemde İslâm’da kadının konumu üzerine hararetli tartışmalar yapılmıştır. Son dönemde kadın üzerine yapılan tartışmaları üç kategoride değerlendirebiliriz.
a- Kadının İslâm  tarihi boyunca haklarının gasp edildiği ve kadının gerçek manada özgürlüğünün sağlanamadığını savunanlar birinci grubu oluşturur. Bu grup geleneksel kadın anlayışına kaşı çıkarak kadının hak ettiği değeri verilebilmesi için batının örnek alınması gerekliliğini savunurlar. Bu hareket aslında feminist bir harekettir. Çağdaşlık olarak kadının geleneksel görünümünden ve klasik görüşlerinden sıyrılması görülmüştür. Onlara göre“ Kadınlar tarihi her şeyden önce baskı altına alınışlarının ve bunun gizlenmesinin tarihidir.”[78] b- Geleneksek çizgiyi takip eden anlayış olarak değerlendirebiliriz. Bu gruba girenler kadının tarih boyunca yüklenmiş olduğu misyonun doğru olduğu ve bunun devam etmesi gerekliliğini savunurlar. Onlara göre zahirde aslında kadının özgürlüğünü isteseler de onlar gerçek amaçları farklıdır. “Müslüman kadını esarette imiş, Müslüman kadını hapis içinde imiş. Müslüman kadının hiç hürriyeti yok imiş. Terbiyesiz herifler, erbabı iffete iftira ediyorlar. Kara kalpliler dalalet içinde çırpınıp durdukları için herkesi kendileri gibi hapis ve esaret içinde sanıyorlar. Biz Müslüman kadınlar esaret altında değil bilakis hakiki bir saadet içindeyiz…”[79] c- Diğer bir görüş ise İslâm’ın kadınlar konusunda diğer bütün din ve görüşlerden aslında daha tutarlı olduğudur. Bu gruptakiler şu an Müslüman kadınların durumunun İslâm’ın kadılara öngördüğü hak ve serbestiden uzak olduğunu kabul etmişlerdir. Bunun nedeninin ise İslâm değil örf ve âdete dayalı uygulamalardır. Bunlar geleneksel olarak kadın algısının değiştiğini kabul ederek, gerçek kadın algısının yeniden oluşabilmesi için asrısaadet kadınının örnek alınması gerekliliği üzerinde dururlar.

[1] Ez-Zeriyat, 51/49
[2] Hucurat, 49/13
[3] Bakara, 2/187
[4] Bekir Topaloğlu, İslam’da Kadın, Rağbet Yayınları, İstanbul 200, s. 76
[5] Musa Carullah, Hatun, s. 59, Kitabiyat Yayınları, 2001 Ankara
[6] Abdulaziz Çaviş, “İslâm’da Kadın”, Sebilürreşâd,XXIII, sayı  487, s. 226
[7] Cihan Aktaşi, “Kadının Toplumsallaşması ve Fitne”, İslami Araştırmalar, IV, sayı 4, s. 252
[8] İzmirli İsmail Hakkı, “İslâm’da Kadının Hukuk ve Vazaifi”, Sebilürreşad, XX, sayı 497, s. 31
[9] Halil Hamit, İslamda Feminizm, İstanbul 2001s. 17,
[10] İzmirli İsmail Hakkı, Cevabü’s-Sedid fi Beyan-i Din-i Tevhid, Ankara 1341- 1339, s. 149,
[11] Musa Carullah, a.g.m, s. 339
[12] Ömer Fevzi, “Kadınlık Ne Hale Giriyor”, Sebilürreşâd, XXIII, sayı 597, s. 405
[13] Bekir Topaloğlu, a.g.e, s. 76
[14] Abdulaziz Çaviş, “Müslümanlıkta Kadının Hukuku”, Sebilürreşâd, XXI, sayı 541, s. 152
[15] Abdulaziz Çaviş, a.g.m, s. 152
[16] İzmirli İsmail Hakkı, a.g.e, s. 125
[17] İzmirli İsmail Hakkı, a.g.e, s.126-127
[18] İzmirli İsmail Hakkı, a.g.e, s.129-133
[19] Enis Ahmed, Kadın ve Sosyal Adalet, çev. Murat Çiftkaya,  s. 15-18
[20] Mehmet Aydın, İslam’ın ışığında Kadın”,  İslam’ın Işığında Kadın,  TDV Yayınları, Ankara 1998, s. 3
[21] Mehmet Aydın, a.g.m, s. 3
[22] Ayşenur Kurtoğlu, “Tanzimat Dönemi İlk Kadın Yayınında Dinin Yer Alış Biçimleri”, Osmanlıdan Cumhuriyet’e Kadının Tarihi Dönüşümü, Pınar Yayınları, İstanbul 2000, s. 22
[23] Mualla Gülmez, “Nisvan-ı İslâm ”,  Osmanlıdan Cumhuriyet’e Kadının Tarihi Dönüşümü, Pınar Yayınları, İstanbul 2000, s. 85
[24] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s. 25
[25] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s.26
[26] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s.26
[27] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s.27
[28] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s.28
[29] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s. 40
[30] Nazife Şişman, “Türkiye’de Çağdaş Kadınların İslâmî Kadın Algısı”  Osmanlıdan Cumhuriyet’e Kadının Tarihi Dönüşümü, Pınar Yayınları, İstanbul 2000 , s. 116
[31] Ayşenur Kurtoğlu a.g.m, s.22
[32] M. Ferid Vecdi, Sebilürreşâd, XI, sayı 267, s. 103
[33] Nusret Cezmi, “Kadın Bir Valide Olmaya Gayret Etmelidir”, Sebilürreşad, XXI, sayı 535, s. 111
[34] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s.41
[35] Nevin Meriç, “Kadında Meydana Gelen Değişimler”, Osmanlıdan Cumhuriyet’e Kadının Tarihi Dönüşümü, Pınar Yayınları, İstanbul 2000, s. 61
[36] İzmirli İsmail Hakkı, “İslâm’da Kadının Hukuk ve Vazaifi”, XX, sayı 497, s. 30
[37] İzmirli İsmail Hakkı, a.g.m, s. 30
[38] Yıldız Ramazanoğlu, “Yol Ayrımında İslamcı ve Feminist Kadınlar”, Osmanlıdan Cumhuriyet’e Kadının Tarihi Dönüşümü, Pınar Yayınları, İstanbul 2000, s. 165
[39] Nusret Cezmi, a.g.m, s. 110
[40] Nusret Cezmi, a.g.m, s. 110
[41] Cihan Aktaşi, “Kadının Toplumsallaşması ve Fitne”, İslami Araştırmalar, IV, sayı 4, s. 253
[42] Halil Hamit, a.g.e, s.15
[43] Halil Hamit, a.g.e, s.19-20
[44] M. Hayri Kırbaşoğlu, , “Kadın Konusunda Kur’an’a Yöneltilen Başlıca Eleştiriler ”, İslami Araştırmalar, IV, sayı 4, s. 266
[45] İlhami Güler, “Kuran’da Kadın Erkek Eşitsizliğinin Temelleri”, İslami Araştırmalar, IV, sayı 4, s. 310
[46] M. Ferid Vecdi, a.g.m, s. 103
[47] Sebilürreşâd, XI, sayı 278, s. 278
[48] Sebilürreşâd, XI, sayı 278, s. 277
[49] Musa Carullah, a.g.m, s. 340
[50] Musa Carullah, a.g.m, s. 340
[51] Abdulaziz Çaviş, a.g.m, s. 209
[52] İzmirli İsmail Hakkı, “İslâm’da Kadının Hukuk ve Vazaifi”, XX, sayı 497, s. 31
[53] Mandelino C. Zılfı, Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları, çev. Nemiye Alpay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000, s. 49
[54] M. Ferid Vecdi, a.g.m, s.  104
[55] M. Ferid Vecdi, a.g.m, s. 104
[56] Abdulaziz Çaviş, a.g.m, s. s.241
[57] Necla Akaya, “İslâm Hukukunda Kadının Siyasi Hakları”, İslami Araştırmalar, IV, sayı 4, s. 242
[58] Necla Akaya, a.g.e, s.  242
[59] İzmirli İsmail Hakkı, a.g.m, s. 32
[60] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s. 36
[61] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s. 36
[62] Ayşenur Kurtoğlu, a.g.m, s. 37
[63] İzmirli İsmail Hakkı, Cevabü’s-Sedid fi Beyan-i Din-i Tevhid, s. 134
[64] Sebilürreşâd, XI, sayı 282, s. 345-347 (Ayşe Meliha, İzmir)
[65] M. Ferid Vecdi, a.g.m, s. 114-115
[66] Halil Hamit, a.g.e, s. 122
[67] Cihan Aktaşi, İslami Araştırmalar, “Kadının Toplumsallaşması ve Fitne”,IV, sayı 4, s. 252
[68] Halil Hamit, a.g.e, s. 13
[69] Selahaddin Asım, “Kadın Gibi”, İçtihad, s. 454
[70] Selahaddin Asım, a.g.m, s. 455
[71] Halil Hamit, a.g.e, s. 12
[72] Halil Hamit, a.g.e, s. 123
[73] Halil Hamit, a.g.e, s. 185
[74] Halil Hamit, a.g.e, s. 21
[75] Halil Hamit, a.g.e, s. 50
[76] Enis Ahmed, Kadın ve Sosyal Adalet, çev. Murat Çiftkaya,  s. 21
[77] Selahaddin Asım, a.g.m, s.  456
[78] Halil Hamit, a.g.e, s. 123
[79] Sebilürreşâd, XI, sayı 278, s. 27
8

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...