ADUDİDDİN EL-ÎCÎ
ADUDİDDİN EL-ÎCÎ ve KELAMÎ GÖRÜŞLERİ
Asıl adı Ebu’l-Fazl Adudüddîn Abdurrahman b. Ahmed b. Abdilgaffar el-Îcî’dir. 680 (1281)’de Şirâz yakınlarındaki Îc’de doğdu. Abbasiler’in son dönemlerinde yaşadı. Bazısı Sünnî bazısı Şiî olan hükümdarlarla arsı iyi olmuştur.
Şafiî mezhebinde Eşarî kelâm âlimlerinin en meşhurlarındandır.[1]
Hz. Ebu Bekir’in neslinden geldiği söylenen varlıklı bir aileye mensup olup babası doğduğu şehrin kadısıydı. Biz müddet İc’de kaldıktan sonra önce Şirâz ardından İlhanlıların yeni kurduğu başşehir Sultaniye’ye giden Adudüddîn, İlhanlı veziri Reşidüddin Fazlullah’ın himayesine girdi. [2]
Olcaytu Han döneminde (1304-1316) Sultaniye’de kadılık görevini yürüten Îcî Han’ın yanında seferlere katılan seyyar medreselerde müderrislik yaptı. Onun ölümü üzerine yerine geçen oğlu Ebu Said Bahadır döneminde Sultaniye’de Kâdılmemâlik oldu. Reşîdüddîn’in ölümünden sonra vezir olan oğlu Gıyaseddin Muhammed’in arzusu ile 727(1327) yılında Şirâz’a dönerek burada kadı oldu.
İlhanlı hakimiyetinin sona ermesinin ardından Şirâz’a dönen Îcî, buranın yeni hâkimi Emir Ebu İshak yönetiminde kâdılkudât oldu. Burada el-El-Mevâkıf adlın eserini yazan Îcî bunu Ebu İshak’a ithaf etmiştir. [3] Muzafferiler hanedanının Şirâz’ı kuşatması ve burayı ele geçirmesinin ardından gizlice memleketine gitti. Burada Şah Şücâ’nın koruduğu Îcî, bilinmeyen bir sebepten dolayı Kirman valisi tarafından tutuklanmış Direymiyân’da hapsedilmiş ve orada vefat (1355) etmiştir. [4]
Îcî kelâmda cem’ ve taktik devrinin en önemli simalarından biridir. Kendisi ve yetiştirdiği öğrenciler döneminin önde gelen ilmi şahsiyetleri olarak temaruz etmiştir.[5] Îcî devrinin önemli ilim adamlarından ders okumuştur. Onun Zeynüddin el-Hilki’nin derslerine devam ederek ilmi kişiliğini yükselttiği söylenmekle beraber Beyzavî’nin talebesi olduğunu söyleyenler de vardır.[6] Adudüddîn’in hocaları arasında Kadı Beyzavi’nin talebelerinden Çârperdî ile Nasîruddîn-i Tûsî’nin talebesi olan Kutbuddin Şîrâzî de bulunmaktadır.
Onun yetiştirdiği en önemli talebeleri ise el-Mevâkıf ve Fevâid üzerine şerh yazan Şemseddin el-Kirmanî ile Şerhu Muhtasar için bir haşiye kaleme alan ve Îcî’nin en önemli talebesi olan Sa’deddin et-Teftazânî, el-Mevâkıf ve Cevahiru’l-Kelâm’a şerh, Şerhu Muhtasara haşiye yazan Seyyid Şerif Cürcânî zikredilebilir. [7]
Metodu ve Görüşleri[8]
Adudüddîn el-Îcî’nin kelâm görüşleri el-Mevâkıf, Cevâhiru’l-Kelâm, ve Akâîd Risalesi’nde bulmak mümkündür. el-Mevâkıf onun en geniş kelâm kitabıdır, Cevâhir ise el-Mevâkıfın muhtasarı olarak, Akâîd Risâlesi ise bütün kelâmî görüşlerini özetlediği eseri olarak addedebiliriz.
Söz konusu eserlerinde Fahruddin Razî ve Âmidî’nin eserlerinden ziyadesi ile faydalanmıştır.
Kelâm ve felsefeyi mezcetmek sureti ile bilhassa kelâm sahasında ince tahkikleri bulunan müteahhirin mütekellimleri vri taraftan filozofları tenkit ederken diğer yönden mütekaddimin mütekellimlerinin görüşlerini, izah ve delillerini de tahkikata tabi tutmuşlardır. Bu dönemin ve bu konuda kaleme aldığı eserlerle Îcî önemli bir yer işgal etmektedir.[9]
Îcî üç ayrı usûlünü kendi düşüncesine konu olarak seçmiştir. Usûlü’d-din, usûl-i fıkh, ve usûlü’l-luga. Bunlardan birincisinde akideyi, ikincisinde fıkıh ilkelerini, üçüncüsünde dil bilimlerini esaslarını araştırmıştır. Îcî metodunu ifade eden kavram tahkiktir. Onun eserlerinde taktik bir tür yeniden inşa, yani savunulan görüşü yeniden ele almak bunun sonucunda bu görüş hakkında bir kanaate ulaşmak, onu benimseyip sürdürmek veya reddedip gündemden çıkarmaktan ibarettir. [10]
Îcî’nin ilim anlayışında temel ilke ilmin maluma tabi olmasıdır. Ancak ilim âlimden bağımsız bir şey olmayıp ikisi arasında “faide” denilen bir alaka bulunmaktadır. Bu alaka ilmi kendinde değerli bir şey olarak görmeyi engelleyip, onunla elde edilmesi umulan bir neticeyi ifade eder. İlim bu anlamda bir faya sağladığı ölçüde abes olmaktan çıkar. [11]
Her ne kadar kendinden önce oluşan gelenek çerçevesinde düşünen bir âlim ise de Îcî çözülmemiş meselelerde önerilere getirmeye çaba göstermiştir.
Bunlardan biri düşünce geleneğinin en önemli ilkeleri arasında yer alan dil biliminin yeniden anlaşılarak kurulmasını hedefleyen “vaz’” alanıdır. Îcî bu problemi mantığa irca ederek çözmeyi denemektedir.
Îcî’ kelâm ilmini deliller getirmek sureti ile dini akideleri ispat ve şüpheleri kaldırmaya kendisiyle muktedir olunan bir ilim olarak[12] ve Hz. Peygamberin tebliğ ettiği dinin inanç esaslarını ispat eden yani rasyonel şekilde anlaşılır ve kabul edilebilir kılan, ortaya çıkan veya çıkması muhtemel bulunan karşı fikirleri de bertaraf eden bir ilim olarak tarif eder.
Bu ilmin konusu inançların ispatına taalluk etmesi açısından bilinen her şeydir. Konu tespit edilirken kullanılan malum karamı var olandan daha geniş olup ma’dumu da içerir. Bunun neticesinde bir esasa inanma kadar inanmama da kelâm ilminin konusuna girmektedir. [13] Îcî kelamı “eşrafu’l-ulum” olarak gören âlimlerin başında gelir. Çünkü kelâm ilminin mevzuu pek şümullü, meseleleri pek şerefli; gayesi, gayelerin en üstünü ve en faydalısı; kullandığı deliller hem sarih aklın kabul etti hem de sahih naklin teyid ettiği burhanlardır. [14]
Îcî’nin düşüncesinde akide sabit ilkeler üzerine kuruludur.
Buna bağlı olarak ontoloji en genel anlamda bir varlık öğretisi oluşturur ve kelâm ilminin önemli konularından birini meydana getirir. Onun öğretesi felsefede olduğu gibi insanın bilgiye nasıl ulaştığı değil amacı gerçekleştirmek için istidlal sürecinde bilginin nasıl doğru kullanılabileceği üzerinde durulmaktadır. İlahiyata dair konuları rasyonel olarak temellendirirken semiyyat bahisleri insanın idraki ölçüsünde Allah-âlem, Allah-insan ilişkisi şeklinde ele alınmaktadır.
Onun düşüncesinde iman “Hz. Peygamberin vahiy ürünü olarak getirdiği her şeyi tasdik etme” anlamına gelip bu da özellikle bu da özellikle iyi amellerle münasebeti sebebi ile dünyadaki hayat düzeni ve ahlaklılık açısından tayin edici bir role sahiptir.
(Cevahiru’l-Kelâm, II, s.224,225)[15]
Eserleri:
el-Mevâkıf fi İlmi’l-Kelâm
Cevâhiru’l-Kelâm
el-Akâîdü’l-Adudiyye
e-Risale fî Tahkîki’l-Kelâmi’n-Nefsî
Şerhu Muhtasari’l-Müntehâ
Adâbu’l-bahs
Haşiyatü’l-Keşşâf
Tahkîku’t-Tefsiri fi Teksiri’t-Tenvir
Ahlak-ı Adudiyye el-Fevaidül Gıyasiyye
el-Medhal fi İlmi’l-Meânî ve’l-Beyân ve’l-Bediî
er-Risaletü’l-Vaz’iyye
El-Akâîdü’l-Adudiyye
Adudüddîn el-Îcî’nin kaleme almış olduğu en önemli kelâm eserleri el-Mevâkıf fi İlmi’l-Kelâm, Cevâhiru’l-Kelâm olarak sıralanabilir. Bunlardan en kısa ve muhtasarı Îcî’nin vefatından 12 gün kadar önce telifini bitirdiği ve medreselerde ezberlenmesi amacıyla kaleme aldığı el-Akâîdü’l-Adudiyye adlı eseridir.
Eserin Şârihlerinden Devvânî eser hakkında “dini akâîdin usûlünden hiçbir kaideyi bırakmamak üzere mühim ve ana meseleleri toplamıştır” demiştir.[16] İcma edilen akâîd konularını içeren özlü bir eserdir. [17]
Eser pek çok şârih tarafından şerhedilmiştir.
En önemli şârihleri Mevlana Ahmed b. Muhammed, Şah Muhammed b. Mübarek el-Kazvinî, İbrahim b. Muhammed b. el-Esferanî, Yusuf b. Muhammed el-Karadağî, Abdulhakim b. Şemseddin el-Silyakûtî, İsmail b. Mustafa el-Gelenbevî, Mustafa Fevzi, Ahmed Edirnevî, Celaleddin ed-Devvanî gibi isimler sıralanbilir.
Serbestzade Ahmed Hamdi eseri Osmanlı türkçesine çevirmiştir.
Mütercim bir nevi eserin şerhlerinden bölümler halinde çevirmiştir.
Mütercim Devvanî vce Gelenbevî şerhlerini es alarak bu iki şârihin görüşlerine paragraf paragraf yer vermiştir.
Ayrıca zaman zaman da diğer şârihlerden alıntılar yapmıştır. [18]
Muhteva
Bilgi bir bilginin başka bir şeyle tasavvur edilmesine bağlıdır.
Bir şey hakkında bilgi edinmek, onu başkasından ayırmak demektir.
Bilgiler zaruri, hissi ve bedihi olarak kısımlara ayrılır.
Hadis bilgi de Allah’ın âdeti üzere yaratması ile meydana gelir.
Cevher cisimlerin en küçük parçasıdır.
Cisim cevherlerin birleşmesinden meydana gelir.
Araz bir mahalle muhtaç olduğundan hadistir.
Cevherler de kendisine arazlar vasıl olduğundan hadistir.
Kâinatta bulunan her şey Allah’ın varlığına delildir.
Sağlam bir akla düşünen her insan onun varlığını kabul ve itiraf eder.
O vacip mümkün, mümteni’ her şeyi bilir.
Mekândan münezzehtir.
Onun sıfatları gerçekte birdir.
Olaylara ve varlılara talluk bakımından sonsuzdur.
İman mutlak tasdiktir. Kalbin işidir.
Dilin işi Tevhid ve şehadet kelimelerini söylemektir.
İman zayıflık kuvvetlilik ve artma eksilme kabul eder.
Ehli kıble tekfire edilemez.
Akıl eşyanın güzelliği ve çirkinliği hakkında hüküm veremez
İyi ve kötüyü şeriat belirler.
Allah güç yetiremeyecek bir şeyi insana teklif edebilir.
Salah ve aslaha riayet Allah’a gerekmez.
Nebi Allah katından haber getirendir.
Allah dilediği kimseyi peygamber yapar.
Peygamber mucize gösterir. Kur’an-ı Kerim mucizedir. Peygamberler günahsızdır. Peygamber göndermek mümkün ve caizdir.
Ölümden sonra diriliş vuku bulacaktır.
Cesetler haşrolunup ruhlar cesetlere iade olunacaktır. [19]
[1]
Şerafettin Gölcük,Kelâm Tarihi, 2000 Konya, s. 247
[2] Tahsin Görgün, “Îcî”, DİA, XXI, s. 410
[3] Şerafettin Gölcük, age, s.247
[4] Tahsin Görgün, age, s. 411
[5] Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi giriş, 1993 İstanbul, Damla Yayınevi, s. 54
[6] Şerafettin Gölcük, age, s. 248
[7] Tahsin Görgün, age, s. 411
[8] Şerafettin Gölcük, age, s. 251
[9] Bekir Topaloğlu,age, s. 54
[10] Tahsin Görgün, age s. 411
[11] Tahsin Görgün, age, s. 411
[12] Şerafettin Gölcük, age, s. 251
[13] Tahsin Görgün, age, s. 411
[14] Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi giriş, 1993 İstanbul, Damla Yayınevi, s. 54
[15] Tahsin Görgün, age, s. 412
[16] Şerafettin Gölcük, age, s. 249
[17] Tahsin Görgün, age, s. 411
[18] Abdulkerim Yatğın, Osmanlıcaya Tercüme Edilen Kelâm Kitapları, MÜİF Basılmamış Lisans tezi, 2003 İstanbul, s.20
[19] Şerafettin Gölcük, age, s.251-254