DİNİ UYDURMACILIKTA EMEVİLER, ABBASİLER VE DİĞER TARİHİ SEBEPLER
Resim : Emevi Devleti Sınırlar Ne yazık ki bugün “İslam” diye ortaya konulan din, özellikle Emevi döneminden başlayarak, daha sonra Abbasiler döneminde sonuca ulaşan uydurma hareketinin ürettikleriyle karışmış bir yapı arz etmektedir. Bu “İslam”, temellerini sırf Kuran’dan alan, yani din adına Kuran’ı yeterli gören bir “İslam” anlayışı değildir. Bu “İslam”, Emevilerin ve Abbasilerin reforma uğrattığı “İslam”dır. Bizim bu kitapta yapmaya çalıştığımız, kitabın 3. bölümünde belirttiğimiz gibi dinde reform yapmak değil, aksine özellikle Emevi ve Abbasilerin ürünü olan reformu ortadan kaldırıp, Kuran’ın saf mesajını ortaya çıkarmaktır. Kitabın ileriki bölümlerinde göreceğimiz gibi dine Emeviler ve Abbasiler tarafından yapılan reform; dini zorlaştırma, karartma, insan doğasıyla çatışır hale getirme ve kadınları toplumdan soyutlama şeklinde yapılmıştır. Bu ilaveleri yapanlar, dinin kaynağı olduğunu iddia ettikleri yüzlerce hadis ve fıkıh kitaplarıyla dini dejenere etmişlerdir. Dini dejenere eden bu tarihi sürecin en baştaki basamağı Emevi devridir. Bu dönemi iyice incelersek, din diye uydurulan mezheplere, hadislere neden güvenemeyeceğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Emevi dönemi gelince dört halife döneminde hadis nakillerinden dolayı azarlanan Ebu Hureyre ve Kab gibiler bir anda baş tacı oldular. (Muaviye’nin bu şahısları manevi itibar ve maddi çıkar sağlamak yoluyla nasıl teşvik ettiğini 12. bölümde inceledik.) Aynı Emeviler, İslam’daki ilk ciddi kargaşayı çıkarmış ve Hz. Ali’ye karşı savaşmışlardır.
Resim :EMEVİLERİN PEYGAMBERİMİZİN TORUNLARINI ÖLDÜRMELERİ
Resim : Emeviler Hz. Ali’ye karşı savaşmışlardı Emeviler, Hz. Ali’ye karşı olan düşmanca tutumlarını, Hz. Ali’nin oğulları ve Peygamberimiz’in torunları olan Hasan ve Hüseyin’e karşı da göstermişlerdir. Mesudi’nin anlatımlarına göre; Hasan, kendisini rakip gören Muaviye tarafından zehirletilerek öldürülmüştür. Hasan’ın karısını bu zehirleme işinde kullanan Muaviye ise ölüm haberini alınca şarkılar söyleyerek, kendisini ibadete verip siyaset sahnesinden çekilmiş olan Hasan’ın ölümüne çok sevinmiştir. Hasan’ın kardeşi Hüseyin ise Kerbela olayında Muaviye’nin oğlu Yezid tarafından öldürülmüştür. Kaynaklar Yezid’in nasıl Hüseyin’in ölüsüne bile saygı göstermediğini ve Hüseyin’in kesik başını sopayla didikleyip alay ettiğini anlatırlar. Hasan ile Hüseyin’in kız kardeşi Zeynep ise halkın ayaklanmasına ön ayak olur korkusuyla yaşadığı yerden sürülmüştür.
Resim Kerbela Olayı Burada bu olayların detayına girmek istemiyoruz. Bu tip ihtilaflarda kimin haklı kimin haksız olduğuna karar vermek İslam inancıyla ilgili bir mesele değildir. Bunlar tarihle ilgili tartışmaya da açık anlatımlardır. Yapmak istediğimiz, bugün ortaya çıkan “dini” tablonun, Kuran’ın dinine ilaveler yapan hadislerin ve mezheplerin oluşumunda ilk basamak olan Emevilerin ne kadar “güvenilir” olduklarını analiz etmektir. Bu dönemde uydurulan hadisler, daha sonra Abbasiler zamanında (bu dönemin uydurmaları da eklenerek) hadis kitaplarına dönüştü. Bu hadisler, mezheplerin İslami anlayışına temel oldular. Bu şahıslar halifeliği babadan oğula geçen bir saltanata dönüştürdüler. Bu halifelerin çoğunun nezaretinde mezhepler ve hadis kitapları oluştu. Peygamber torunlarının katillerinin halife olduğu, yönetici olduğu bir yapıda oluşturulan bu mezhepler ve bu hadisler güvenilir olabilir mi? Sünni mezhepleri benimseyenlerin çoğu Sıffın savaşını sadece bir içtihat (tercih/yorum) hatası gibi göstermekte, Emevi saltanatını temize çıkartmaya çalışmaktadırlar. Böylece kendi inanç sistemlerini oluşturan kişileri, dolayısıyla kendi inançlarını aklamaya çalışmaktadırlar. Oysa güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi Emevilerin yanlış uygulamaları da örtbas edilemez. Emevi dönemine kadar ne saltanata dönüştürülmüş halifelik vardı, ne de Kuran dışında bir dini kaynak. Peygamberimiz ve dört halife dönemindeki sade yaşantının saray ihtişamlarına, debdebeye, şölenlere dönüşü, dini liderliğin paraya ve güce çevrilmesi, halifeliğin aile içi saltanata dönüştürülüp balığın baştan kokmaya başlaması, bu devire rastlar. İçki âlemleri ve yaptırdıkları saraylarla meşhur olan birçok Emevi halifesinin yanı sıra, Velid gibi Kuran’dan hoşuna gitmeyen ayetlerin okunması üzerine Kuran’ı hedef yapıp ok yağmuruna tutan halifelerin de olduğu aktarılmıştır (Bakınız: Mesudi 3/228, İsfahani 7/49, İbnul Esir 5/290). Emevi dönemi elbette sırf olumsuzluklarla dolu değildir, bu dönemde İslam adına önemli hizmetler de yapılmıştır. Fakat Kuran’ın anlattığı şekliyle dinin dejenere edilmesinde bu dönemdeki yanlışlar çok önemlidir, bu yüzden birçok zaman örtbas edilen bu dönemin olumsuzluklarını bilmek gerekir.
Hadisler ilk kez işte bu dönemde yazılmaya başlandı. Fakat bu yazım işleminde hadislerle, kıssalar ve görüşler karışıktı. Emeviler döneminde hadislerin yazıldığı bilinse de bu dönemden elimize geçen bir hadis kitabı yoktur. Kütübü sitte -en meşhur altı hadis kitabı- daha sonra Abbasiler döneminde yazılmıştır. Bu dönemde toplanan hadislerle Emevilerin köprü, hatta kaynak olduğunu hatırlamalıyız, Abbasilerin döneminde üretilen uydurmalarla bunlar birleştirilmiş ve hadis konusundaki vahim tablo ortaya çıkmıştır.
Şimdi gelin karar verelim; Kuran yeterli olduğunu kendisi anlatırken, Peygamber kendi hiçbir sözünü yazdırmamışken, dört halife döneminde de aynı şekilde Kuran dışında bir kaynak oluşturulmamışken, Peygamber torunlarının katillerinin saltanatları döneminde temeli atılan hadis ve mezheplere mi, yoksa sadece Kuran’a mı itibar edelim?
ELBİSEYİ TERS GİYENLER
Hz. Ali’nin Emeviler için söylediği şu veciz söz, Emevileri çok güzel tarif etmektedir: “Bunlar da din elbisesi giyiyorlar ama ters çevirerek giyiyorlar.” İşin en aldatıcı yanı işte buradadır. Din adına ortaya çıkan mezheplerin sistemi, kendisini “gerçek din” diye birçok kişiye kabul ettirmiştir. Ne yazık ki o zamandan dine ilave edilenler, bugün de din zannedilmektedir. Kuyuya bir taş atılmıştır, kırk kişi onu çıkartmakta zorlanmaktadır. Sorun “İslam”ın kendisinde değil, “İslam”ı ters giyenlerdedir. En şık elbise bile ters giyilince nasıl sahibini kötü gösteriyorsa, İslam’ı ters giyenler de aynı şekilde kötü tabloların suçlularıdır. Ne yazık ki bazı saf ve bilgisizler ile bozuk niyetliler, “İslam” kötü gözüküyor sanmakta veya öyle göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa kabahat elbisede değil, onu ters giyendedir.
Allah istese Kuran’ı daha geniş bir kitap yapar ve şu anda istediklerine ilave söyleyecekleri varsa ilave ederdi. Allah, Kuran’ı bu kalınlıkta yaptığına göre, eksiksiz ve fazlasız bizden istedikleri, bizi sorumlu tuttuğu bu kadardır. Allah’a şükür ki Allah kendi dinini Kuran’da bildirdi ve bizi Emeviler gibilerin yeniden din yazmasına, birilerinin hadis seçmesine, falancanın mezhep oluşturmasına muhtaç bırakmadı.
EMEVİLER İLE BAŞLAYAN UYDURMACILIK SONRA DA SÜRDÜ
Emeviler ile önemli atağını yapan uydurmacılık, doruk eserlerini Abbasiler döneminde vermiştir. Her şeye rağmen hem Emeviler döneminde, hem Abbasiler döneminde Kuran dışı dini kaynak oluşturulmasına karşı çıkanlar olmuştur. Hatta kimi Abbasi halifelerinin, hadisçiliğe ve aklı dışlayıcılığa şiddetle karşı çıkan Mutezile ekolüne tabi oldukları bilinmektedir. Fakat yönetici kadrolara sonradan hâkim olan Sünni görüş, resmi görüş olarak halka kabul ettirilmiştir. Böylece Abbasi döneminin sonuna gelmeden Sünnilik, karşı görüşleri tasfiye ederek, uzun yıllar sürecek olan saltanatını kurmuştur. Emevilerden alınan miras, bu fikir yapısında en önemli kaynaktır. Fakat uydurmacılık burada önemli bir seviyeye gelse de bitmiş değildir. Sonraki devirlerde yaygınlaşacak olan tarikatlarda, Hint mistik kültürüyle ve diğer kültürlerin etkisiyle gelen çilecilik, sufilik, tarikatçılık, kendi kendine azap çektirme ve bunlardan medet umma da Kuran’ın verdiği zihniyeti tahrif etmekte rol oynamıştır. (Tarikatlar hakkındaki 15. bölümü okuyunuz.) İslam’ın tarihin ilerleyen dönemlerinde yayıldığı süreçlerde, İslam’a geçen dinin yeni bağlıları, İslam’ın etkisine girmelerine karşın çoğu zaman eski kültürlerinin etkisinden de kurtulamamışlardır. Örneğin Türklerin İslamlaşmasında tarikatçı yapıların dervişlerinin, sufilerinin önemli etkisi vardır. Türklerin Şamanizm geçmişlerindeki Şamanları aşırı şekilde yücelterek insanüstü görmeleri, bu yeni sufilerin elinde, şeyhlere aşırı bağlılık ve teslimiyet olarak şekillendi. Hint mistik kültürü ile Şamanizm kültürünün de izlerini taşıyan tarikatlar ve tasavvuf, Türklerin dini yaşantısında önemli bir yer tuttu.
Resim :Şeyhe Aşırı Bağlılıkla Tevhid İnancından Sapan Anlayış Önceki dönemlerde uydurma hadis ve mezhepleri, sonra yabancı kültür ve anlayışları İslam’a sokan zihniyet, daha ileriki tarihlerde ise “fetva” ve “içtihad” adı altında dine ilavelerine devam etti. Osmanlı’yı örnek olarak alırsak, padişahların kardeşlerini öldürebilecekleri şeklindeki fetva (Kuran’ın açık ayetleriyle çelişen, büyük günah olmasına rağmen) “din” adına şeyhülislam(lar)ın verdiği bir fetvaydı. Matbaayı “din” adına yasaklayıp (gerçekte nedeni siyasi ve ekonomik endişelere dayanır), buna benzer görüşlerine “içtihad” veya “fetva” gibi başlıklar atanlar, bu kararlarını hadis gibi, mezhep gibi dinin bir parçası yapanlar da “din âlimi” etiketli şahıslardı. Tüm bunlar üst üste, yan yana geldi ve aydınlık Kuran’ın mesajı yerine, insanların uydurduklarının Kuran’ın güzellikleriyle karıştırıldığı bir sistem, insanlara “din” diye sunuldu ve hâlâ sunulmaya devam etmektedir. Çözüm ise basittir; Kuran’ı ele alıp, din diye sunulan bu uydurmaların dindeki otoritesini reddetmektir. Yani insani üretimi (insaniyi) terk ederek, indirilmiş olan Kuran’ı (Allah’tan olanı) dini rehber edinmektir.
EMEVİLER İLE BAŞLAYAN UYDURMACILIK SONRA DA SÜRDÜ
Emeviler ile önemli atağını yapan uydurmacılık, doruk eserlerini Abbasiler döneminde vermiştir. Her şeye rağmen hem Emeviler döneminde, hem Abbasiler döneminde Kuran dışı dini kaynak oluşturulmasına karşı çıkanlar olmuştur. Hatta kimi Abbasi halifelerinin, hadisçiliğe ve aklı dışlayıcılığa şiddetle karşı çıkan Mutezile ekolüne tabi oldukları bilinmektedir. Fakat yönetici kadrolara sonradan hâkim olan Sünni görüş, resmi görüş olarak halka kabul ettirilmiştir. Böylece Abbasi döneminin sonuna gelmeden Sünnilik, karşı görüşleri tasfiye ederek, uzun yıllar sürecek olan saltanatını kurmuştur. Emevilerden alınan miras, bu fikir yapısında en önemli kaynaktır. Fakat uydurmacılık burada önemli bir seviyeye gelse de bitmiş değildir. Sonraki devirlerde yaygınlaşacak olan tarikatlarda, Hint mistik kültürüyle ve diğer kültürlerin etkisiyle gelen çilecilik, sufilik, tarikatçılık, kendi kendine azap çektirme ve bunlardan medet umma da Kuran’ın verdiği zihniyeti tahrif etmekte rol oynamıştır. (Tarikatlar hakkındaki 15. bölümü okuyunuz.) İslam’ın tarihin ilerleyen dönemlerinde yayıldığı süreçlerde, İslam’a geçen dinin yeni bağlıları, İslam’ın etkisine girmelerine karşın çoğu zaman eski kültürlerinin etkisinden de kurtulamamışlardır. Örneğin Türklerin İslamlaşmasında tarikatçı yapıların dervişlerinin, sufilerinin önemli etkisi vardır. Türklerin Şamanizm geçmişlerindeki Şamanları aşırı şekilde yücelterek insanüstü görmeleri, bu yeni sufilerin elinde, şeyhlere aşırı bağlılık ve teslimiyet olarak şekillendi. Hint mistik kültürü ile Şamanizm kültürünün de izlerini taşıyan tarikatlar ve tasavvuf, Türklerin dini yaşantısında önemli bir yer tuttu.
Resim :Şeyhe Aşırı Bağlılıkla Tevhid İnancından Sapan Anlayış Önceki dönemlerde uydurma hadis ve mezhepleri, sonra yabancı kültür ve anlayışları İslam’a sokan zihniyet, daha ileriki tarihlerde ise “fetva” ve “içtihad” adı altında dine ilavelerine devam etti. Osmanlı’yı örnek olarak alırsak, padişahların kardeşlerini öldürebilecekleri şeklindeki fetva (Kuran’ın açık ayetleriyle çelişen, büyük günah olmasına rağmen) “din” adına şeyhülislam(lar)ın verdiği bir fetvaydı. Matbaayı “din” adına yasaklayıp (gerçekte nedeni siyasi ve ekonomik endişelere dayanır), buna benzer görüşlerine “içtihad” veya “fetva” gibi başlıklar atanlar, bu kararlarını hadis gibi, mezhep gibi dinin bir parçası yapanlar da “din âlimi” etiketli şahıslardı. Tüm bunlar üst üste, yan yana geldi ve aydınlık Kuran’ın mesajı yerine, insanların uydurduklarının Kuran’ın güzellikleriyle karıştırıldığı bir sistem, insanlara “din” diye sunuldu ve hâlâ sunulmaya devam etmektedir. Çözüm ise basittir; Kuran’ı ele alıp, din diye sunulan bu uydurmaların dindeki otoritesini reddetmektir. Yani insani üretimi (insaniyi) terk ederek, indirilmiş olan Kuran’ı (Allah’tan olanı) dini rehber edinmektir.