FATİHA SURESİNİN AÇIKLAMASI ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Rahman ve Rahim
Rahman ve Rahim ismi rahmet kökünden mübalağa vezninde türemiştir.
Rahman ismi Rahîm isminden daha mübalağalıdır.
İbn Ce - rîr Taberî bu konuda ittifak edilen görüşü şöylece özetlemektedir : Seleften gelen bazı tefsirde îsâ (a.s.)ya dayanan ve yukardaki şekle de* lâlet eden bir rivayet vardır. Şöyle k i: îsâ (a.s.),
«Rahman; dünya ve âhirette fazla esirgeyici,
Rahîm ise yalnızca âhirette esirgeyici anlamı - nadır» demiştir.
Bazıları ise bu' isimlerin türetilmemiş olduğu kanaa - tındadırlar.
Zira türemiş olsaydı rahmet edilenin zikriyle birleştirilmezdi.
Nitekim âyet-i Kerîme'de «O mü'minler için Rahîm'dir» buyu rulmuştur.
İbn Cerîr der ki, bize Şerri İbn Yahya el -Temimî, Azremî'nin söy le dediğini bildirir. Rahman ve Rahîm derken;
Rahman tüm yaratıklara
Rahîm ise mü'minlere merhamet eden anlamınadır.
Denilir ki bunun için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur :
«Gökleri yeri ve ikisinin arasındakleri altı günde yaratan, sonra da arşa hükmeden Rahmân'dır. Bunu, haberdâr olana sor» (Fürkan, 59)
«O Rahman arşı istilâ etti.» (Tâhâ, 5).
İstiva kelimesinin Rahman ismiyle zikri, rahmetini bütün yaratıklarına yaygınlaştırmak içindir.
Yine : «Ve o mü'minler için Rahîm olan dır». (Ahzâb, 43) buyurmuştur ki burada Rahîm ismini mü'minlere tahsis etmiştir.
Derler ki, bu da gösteriyor ki Rahman rahmet bakımından daha çok mübalâğadır. Çünkü her iki dünyada tüm mahlûkâta rahmet eden anlamına gelir.
Rahîm ise, mü'minlere hâstır. Lâkin me'sûr olan duada dünya ve âhiretin Rahmanı ve Râhîmi diye zikredilmiştir.
Allah Teâlâ'mn Rahman ismi yalnız O'na mahsûstur ve O'nunla başkası isimlendirilmemiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur : «De ki: «İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derseniz deyin en güzel isimler O'nun içindir. Namazında sesini yükseltme de gizleme de. İkisi arasında bir yol bul.» (İsrâ, 110).
Bazıları derler ki; Rahîm, Rahmân'dan daha çok mübalağa ifade eder. Çünkü o Rahman lafzını te'kîd için gelmiştir. Te'kîd eden te'kîd edilenden daha kuvvetli olmalıdır. Ona cevap olarak denilir ki, burada te'kîd babında değil sıfat babında zikredilmiştir.
Binâenaleyh zikredilen husus söz konusu değildir. Şu halde Allah'ın başka hiçbir kimseye verilmeyen ismi celâlinin önce söylenip ardından Rahman sıfatıyla tavsif edilmesi onun Rahman sıfatıyla başkasına isim olarak verilmesini önler.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyur ur : «De ki ister Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derseniz deyin en güzel isimler O'nun içindir.» (İsrâ, 110).
Yemâme'li Müseyleme bu konuda azgınlık yapınca kendisine sapıklardan başka kimse uymamış ve o haddi aşmıştır.
Râhîm sıfatına gelince, Allah bu sıfatı kendinden başkaları için de kullanmıştır : «Andolsun ki, size kendinizden bir peygamber gelmiştir ki, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelir, sizin üzerinize düşkündür, mü'minlere Rauf ve Rahîm'dir.» (Tevbe, 128).
Kendinden başkalarım diğer isimlerinden bir kısmıyla tevsif ettiği de vâriddir.
Nitekim şöyle buyurur: «Biz insanı katışık bir damla sudan yaratmışızdır. Onu deneriz. Bu yüzden onu işitici ve görücü yaptık.» (İnsan, 2).
Hâsılı kelâm, Allah Teâlâ'nın isimlerinden bir kısmı başkalarına verilebilir, bir kısmı verilemez.
Bu verilemiyenler arasmda Allah, Rahman, Halik, Râzık (...) Ve benzeri isimler yer alır. Bunun için her şeye Allah'ın adıyla başlanır ve Rahman sıfatıyla devam edilir.
Zira Rahman Rahîm'den daha özel ve daha çok bilinenidir.
Çünkü isim önce en saygıya değer isimlerle başlar ve bu yüzden en özel olan isimler kullanılmıştır. Denilirse ki: Rahman ismi mübalağa bakımdan, Rahîm'den daha fazla olduğuna göre, sadece Rahmân'la yetinilip Rahîm söylenmezse olmaz mıydı?
Horasanlı Atâ'dan (aşağı yukarı) şu anlamda bir ifâde rivayet edilir :
Eğer Rahman lafzıyla Allah'tan başkası da adlandırılacak olursa, bunun Allah olması vehmini bütünüyle ortadan kaldırmak için Rahîm lafzı da getirilmiştir.
Çünkü Allah'dan başkası Rahman ve Rahîm lafzıyla nitelendirilemez. İbn Cerîr de Atâ'dan aynı şekilde rivayet eder. Şüphesiz ki, en doğruyu Allah bilir. Bazılarının kanâatına göre araplar Rahman lafzını bilmezlerdi. Onun için Allah Teâlâ onlara reddiye makamında şöyle buyurmuştur : «D e ki: «İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derseniz deyin en güzel isimler O'nun içindir. Namazında sesini yükseltme de gizleme de. İkisi arasında Dir yol bul.» (İsrâ, 110).
Bu sebeple Kureyşli kâfirler Hudeybiye Muahedesinin imzalandığı gün Rasûlullah (s.a.) Hz. Ali (r.a.) ye «Rahman ve Rahîm olan Allah' ın adıyla» şeklinde yazmasını buyurunca; müşrikler «biz ne Rahman’ı ve ne de Rahîm'i tanırız» dediler.
Bu olayı Buhârî de nakleder. Bazı rivâyetlerde ise şöyle dediler: «Biz Rahman diye bir şey tanımıyoruz, sadece Yemâme'nin Rahmân'ını tanıyoruz. Allah Teâlâ buna karşılık şöyle buyurdu : «Onlara : «Rahmân'a secde edin» denildiği zaman, Rahman da nedir? Senin bize emredegeldiğine mi secde edeceğiz» derler.
Ve bu onların nefretini artırır.» (Furkân 60). Anlaşılan odur ki müşriklerin bu inkârı inâd, direnme ve küfürde İsrardan başka bir şey değildir. Zira câhiliyet devri Arap şiirinde Allah Teâlâ'ya Rahman adının verildiği görülmektedir. İbn Cerîr Taberî der ki; bize Ebu Küreyb... Abdullah İbn Abbâs'tan nakletti ki şöyle demiş : Rahman fa'lân vezninde olup rahmet kökünden gelmektedir. Bu Arapların kullandıkları sözler arasında vardır.
Ve dedi ki, “Er-Rahmani’r-Rahim” sevdiğine yumuşaklık, sevgi ve rıfk ile muamele ederek rahmet eder. Kızdığı kimseye karşı da rahmetten uzak davranır.
O'nun bütün isimleri bu şekilde dir.
Yine İbn Cerîr der ki; bize Muhammed İbn Beşşâr Hasan'dan nakletti ki o şöyle demiş «Rahman ismi başkası için memnû'dur.» İbn Ebû Hatim Hasan'dan nakletti ki o şöyle demiş: Rahman insanların edinebilecekleri bir isim değildir.
Çünkü o Yüce ve Mübarek zât'ın adıdır. Rahman ve Rahîm sıfatlan ile Fatiha konusunda merhum Reşid Rızâ der ki: Ümmü Seleme'nin hadîsinde zikredilir ki Rasûlullah (s.a.) Fatiha sûresini okurken her harfi keserek okurmuş. Bu sebeple bazıları ayni şekilde okumuşlardır ki bunlar bir gruptur. Bir kısmı ise vaslederek okumuşlardır. Rahîm'in mîmi, iki sakini birleştirdiği için kesre olarak okunmuştur ki bunlar cumhuru teşkil ederler.
Kisâî ise Kûfe'lil erden naklederek mîmi üstün ve hemzeyi vaslederek okuduklarını söylemiştir. Hemzenin harekesini teslîm ettikten sonra mîme nakletmişlerdir. İbn Atâ der ki, bu benim bildiğim hiçbir kırâette yoktur.
İbn el : Enbârî, Zahîre'de Müberrad'den nakleder ki Rahman Arapça değil İbranca bir isimdir. Ebu İshâk el -Zeccâc «Maânî el- Kur'an» adlı eserinde (der k i) Ahmed İbn Yahya, Rahman kelimesinin arapça, Rahîm kelimesinin ibranice olduğunu söylemiştir. Bunun için de ikisi birleştirilmiştir der. Ebu İshâk bu sözün, rağbet edilmeyen bir görüş olduğunu belirtir.
Kurtubî der ki; Rahman kelimesinin türetilmiş olduğunun delili Tirmizî'nin tahrîc ettiği ve sahîh kabul ettiği Abdurrahmân İbn Avf (r.a.)'dan nakledilen hadîs - i şeriftir. O, Rasûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu işitmiştir: «Allah Teâlâ der ki; Ben Rahmân'ım, Rahîm'i yarattım ve ona kendi adımdan bir ad eşleştirdim. Binâenaleyh sıla -i Ra hîm yapanlara Ben de sıla yaparım, sıla -i rahmi kesenleri Ben de keserim.» Kurtubî diyor ki; Arapların Rahman ismini reddetmeleri; Allah'ı bilmemeleri ve O'na gereken saygıyı duymamalarındandır. Sonra şöyle devam ediyor: Denilir ki Rahman ve Rahîm “Fa’lan ve Fail” şeklinde aynı mânâyadır. Bunu söyleyen Ebu Übeyd'dir. Denilir ki, Fa'lân vez- niyle fail vezninin yapısı aym değildir. Çünkü fa'lân vezni fiilin müba lağası için kullanılır. Fail vezni ise bazan fail bazan da mef'ul mânâsı na gelir. Ebu Ali el-Fârisî der ki: Rahman Teâlâ'ya mahsûs olup, tüm rah met türlerini içine alan umûmî bir addır. Rahîm ise mü'minler için sözkonusu olur. Nitekim Allah Teâlâ : «Ve o mü'minler için rahîm olan dır» buyurur. İbn Abbâs der ki: Rahman ve Rahîm birbirine çok yakın iki isimdir. Biri diğerinden daha çok rahmet sahibi anlamına gelir. Sonra Hattâbî'den ve diğerlerinden nakledilir ki onlar bü sıfat konusunda müşkilpesend olmuşlardır ve öyle sanıyoruz ki daha çok yumuşaklık anlamına gelir demişlerdir. Nitekim hadîste : «Allah yumuşaktır, bütün işlerde yumuşaklığı sever. Ve o baskı ile vermeyeceğini yumuşaklıkla verir.» buyurulmuştur. İbn el -Mübârek ise, Rahman isteyince veren, Rahîm ise, istenmeyin ce kızan anlamınadır, der. İşte, Allah Teâlâ Rahman ve Rahîm olduğunu bize öğreterek kalbimizi kendine çekmektedir. Ancak kullarından hepsi bu lûtfun şuuruna ermekte midirler ki istenilen şekilde kendi lerini cezbeye teslim ede bilsinler. İçinizden doğru ve eğri demeden istediği gibi yola gidenler yok mu? İşte bunun için Hakk Teâlâ rahmetini zikrettikten sonra ceza ve din gününü zikretmektedir ve bize kullarının amellerine göre cezalandırılıp değerlendirileceğini öğretmektedir. Kullarına rahmetinin sonucu olarak O insanları teşvik ve korkutma gibi iki eğitim metoduyla terbiye etmektedir.» 21 «Rahman» ve «Rahîm» kelimelerinin aynı manâya geldiklerini belirten Şeyh Muhammed Abduh der ki: «Ben, bir müslüm amn gerek kendi kendine, gerekse diliyle «Kur'an' da. kendisinin müstakil bir mânâsı olmaksızın başka bir kelimeyi te'kid sadedinde gelen bir kelime olduğunu» söylemesinin dahi doğru olma - dığı kanaatindeyim. Belirli bir mânâsı olmayan bir harf dahi Kur'an' da vârid.olmamıştır.» Cumhûr'a göre Rahman «Büyük nimetler veren», Rahim ise «İnce, dakîk nimetler veren» anlamındadır. Bazıları da şöyle demişlerdir : «Rahman, hem kâfirlere hem de başkalarına —umumî olarak— nîmet veren Rahim ise sadece mü'minlere nimet ler veren anlamlarına gelmektedir.» Bütün bunlar, filolojide yeralan «kelimenin yapısındaki harf fazlalığı, mânâdaki fazlalığa işarettir.» kaidesine dayanmaktadır. Ancak kelimedeki harf sayısının fazlalığı sıfatta bir ziyadeliği gerektirir. Me selâ, «Rahman» kelimesinin sîgası verilen ihsandaki fazlalığa işaret etmektedir. İhsan ister büyük, isterse dakîk olsun. Ama bunda «harfi çok olan lafzın delâlet ettiği ihsanın bölümleri -fertlerinin- harf sayısı daha az olan lâfzın delâlet ettiği ihsanın bölümlerinin daha büyük olması kastedilmemektedir. «Rahman» kelimesi «genel ihsanları, nimetleri ve ren» mânâsındadır diyen doğru anlama yaklaşmışsa da sefer «Ra -hîm» kelimesinin medlulünü mü'minlere tahsis etmek suretiyle hatâ etmiştir. (...) Sonra kendi görüşünü şöyle açıklar : «Biz de diyoruz ki: «Rahman» lâfzı fiilî bir sıfat olup «fa'âl» kelimesinde olduğu gibi mübalâğa mânâsı vardır. 20 Ebu’l- Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an - ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/64 -66. 21 el-Menâr I, 55
Kur'an, insanların sıfatlarına benzemekten münezzeh olan Allah'ın sıfatlarını anlatırken dahi Arap dilinin belâğatlı üslûbunu bırakmamıştır. «Rahman» lâfzı fiilen rahmet izleri —ki bu da ihsan ve nimetleri bol bol vermektir— kendisinden sâdır olan kimseye delâlet etmektedir. «Rahîm» kelimesi ise bu ihsan ve rahmetin kaynağına — menşeine — işaret etmektedir. Bu mânâda ve her ikisinin de Allah' ın sıfatlarından olması hasebiyle birisi diğerinden bizi müstağni kıla maz ve ikincisi birinciyi kuvvetlendirme —te'kîd— için de gelmiş ola maz. Zira Arap Allah'ın «Rahman» sıfatını duyduğu zaman; bundan Allah'ın, bilfiil nimetleri veren olduğunu anlar. Ancak «Rahmet» in onun dâimi ve zâtına vâcib sıfatlardan olduğuna itikâd etmez. Zira fiil —nî met verme işi — bazan kesilebilir. Arızî olduğuna göre de lâzım ve sabit bir sıfattan neş'et etmiş olamaz. Ancak «Rahîm» lafzını — sıfatını — işittiği zaman Allah'ın zâtına uygun düşecek ve O'nun razı olacağı bir şekilde inancı kemâle ermiş olur. 22 Hamd: - Hamd, âlemlerin Rabbı Allah'a mahsûstur. Ebu Ca'fer İbn Cerîr Taberî derki; «hamd» in mânâsı, şükrün sadece Allah'a mahsûs olması ve Onun dışı nda tapınılan hiçbir şeye, yaratıklarından hiç birisine şükredilmemesidir. Çünkü Allah, kullarına sayıya gelmeyecek ve sayısı kavranılamıyacak kadar nimetler ihsan etmiştir. Bu nimetleri O'ndan başka kimse bilmez. Kendisine itaat etmeleri için âletleri düzeltmiş, farzlarını yerine getirmeleri için mükelleflerin vücûd ve organlarını takviye etmiş, kendilerine dünyada geniş rızıklar ihsan etmiş, hak etmedikleri halde dünya hayatını nîmet ve gıdalarla gıdalandırmış, ebedî nimetler yurdunda sürekli olarak karâr kılmalarını sağlıyacak sebepleri önlerine sererek onları uyarmıştır. Bütün bunlardan dolayı başta da sonda da hamd Rabbımıza mahsûstur. İbn Cerîr : «Elhamdülillah» sözü Allah'ın, güzel isimleriyle ve yüce sıfatlarıyla övülmesidir. Allah'a şükür is e nîmet ve ihsanlarıyla övül - mesidir. Sonra bu görüşü reddederek hülâsatan şöyle der : Arap dilini silenlerin tümü hamd ve şükür kelimelerinin birbirinin yerine kullanıldığını görürler. İbn Cerîr'in iddiası üzerinde düşünülmesi gerekir. Çünkü daha sonraki bilginlerden birçoğu tarafından meşhur olan ka -nâata göre hamd; hamd edilene lâzım ve müteaddî olan sıfatlarla övgüdür. Şükür ise ancak müteaddî sıfatlarla olabilen bir sözdür ve bu; dille, gönülle ve erkânla olur. Lâkin bilginler hamd veya şükür sözle ri nden hangisinin daha genel olduğunda ihtilaflıdırlar. Gerçek odur ki aralarında umumiyet ve hususiyet bakımından iki görüş vardır. Şöy -leki; hamd, şükürden daha geneldir. Çünkü o, hem lâzım, hem de müteaddî sıfatlarla kullanılır. Siz, bir kişinin biniciliğine hamdettim, cö mertliğine hamdettim diyebilirsiniz, şükür ise daha özeldir çünkü o ancak sözle olabilir. Şükür; kaville, fiille ve niyetle olması hasebiyle daha geneldir. Daha önce de geçtiği gibi müteaddî sıfatlarla olması ne -deniyle de daha özeldir, çünkü bir kişiye biniciliğinden dolayı şükrettim denmez de cömertliğinden ve ihsanından dolayı şükrettim denir. Bu da müteahhirîn bilginlerinden bir kısmının görüşüdür. En doğruyu şüphesiz Allah bilir. Ebu Nasr İsmâîl Hammâd el -Cevheri der ki; Hamd zemm'in tersi dir. Hamd; şükürden daha geneldir. Şükür; ihsan eden kişiye iyiliklerinden dolayı övgüdür. Medh ise hamd'den daha geneldir, çünkü hem canlı, hem ölü, hem de cansız varlıklar için kullanılır. Keza yemek gibi şeyler ile de medh edilir. Ayrıca ihsand an önce ve sonra da medh edilebilir. Keza müteaddi ve lâzım sıfatlarla da medh irad edilir bu yüz den o daha geneldir. 23 Hamd Konusunda Geçmişlerin Görüşleri : . "İbn Ebu Hatim der ki; bana babam... İbn Abbâs (r.a.)'dan nakletti., O demiş ki Hz. Ömer (r.a.) şöyle de di: «Biz Sübhânallah ve lâ ila he illallahın ne demek olduğunu biliyor uz. Elhamdülillah ne demektir?» Hz. Ali buyurmuş ki: «Elhamdülillah kel imesi Allah'ın kendi nefsi için seçtiği bir sözdür.» Başkaları ise Haf s'tan naklen derler ki Hz. Ömer arkadaşlarının yanında Hz. Ali (r.a.)'ye şöyle dedi : «Biz, Lâ ilahe illallah, Sübhânallah ve Allahü Ekber lafızlarının mânâsını biliyoruz, Elhamdülillah ne mânâya gelir?» Hz. Ali şöyle buyurdu: «Elhamdülil lah Allah'ın kendi nefsi için seçtiği, hoşlandığı ve söylenmesini istediği sözdür.» Ali i bn Zeyd... Yûsuf İbn Mihrân'dan nakleder ki; İbn Abbâs şöyle demiş : «Elhamdülillah şükür kelime sidir: Kul elhamdülillah deyin ce, Allah kulum bana şükretti der.» İb n Ebu Hatim de bu rivayeti nak leder. İbn Ebu Hatim ve İbn Cerîr, Bişr İbn İmâre'den naklen... İbn Abbâs'ın şöyle dediğini rivayet ederler. «Elhamdülillah, Allah'a şükürdür, ona boyun eğmektir. O'nun nimetini ikrar ve hidâyetini kabuldür ve buna başlangıçtır.» Kâ'b el-Ahbâr der ki: Elhamdülilla h Allah'a senadır. . Dahhâk der ki: Elhamdülillah, Rahmân'm örtüşüdür. Hadîste de bu şekilde vârid olmuştur. . - ' İbn Cerîr der ki: Bize Saîd İbn Amr... Hakem İbn Ümeyr'den nakletti ki Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur : «Elhamdülillâhi Rabbi'l Âlemîn» denildiği zaman Allah'a şükretmiş olursun, O da sana (nimetini) artırır. İmâm Ahmed İbn Hanbel, Esved İbn Serî'den rivayet eder ki o şöyle demiş : Ey Allah'ın Resulü, Rabbın Tebâreke ve Teâlâ'yı hamd edeceğin hamdlerle beni ihya eder misin? diye söylediğinde, buyurdu ki: «Bilmez misin Rabbin hamd'i sever.» Bu hadîsi Neseî Ali İbn Hacer ka - naliyle Esved İbn Serî'den nakleder. 22 el-Menâr I, 56-57. 23 Ebu’l- Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an - ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/73 -74. Hafız Ebu İsa el - Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce, Musa İbn İbrahim'den... Câbir İbn Abdullah'ın şöyle dediğini nakleder : Resûlulah (s .a.) buyurdu ki; zikrin efdali «Lâ İlahe İllallah»tır. Duânm efdali ise «Elhamdülillah» tır. Tirmizî bu hadîs'in garîb ve hasen olduğunu söyler. Elhamdü'deki eliflâm istiğrak içindir. Çünkü bütün hamd türlerini ve sınıflarını içine alır. Nitekim hadîste şöyle buyurulur : «Allah'ım, bütün hamd sana mahsûstur, bütün mülk senindir, bütün hayırlar senindir ve bütün işler sonunda Sana döndürülür.» 24 İZAHI İbn Kesîr'in Mısır baskısında ayrıca şu bilgiler bulunmaktadır : Kırâet -i Seb'aya göre «elhamdü»nün dal 'ı ötredir. Çünkü mübtedâdır. Süfyân İbn Uyeyne ile Ru'be İbn el - Haccâc derler ki «elhamdü»nün dalı ötre değil üstündür ve bunun başında bir fiil gizlenir. İbn Ebu Leylâ ise lâm'ın ve dâl'in ötre olduğunu söyler. Bu konuda birçok de lil gösterirlerse de de lilleri şazdır. Hasan ve Zeyd İbn Ali ise «elham - dü»nün dâl'ını esre olarak okurlar. İbn Mâce, Enes İbn Mâlik (r.a.)'den nakleder ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur : «Allah bir kula bir nîmet lütfedince kul «elhamdülillah» derse, muhakkak ki veren al andan daha üstün olmuş olur.» Kur -tubî tefsirinde ve Nevâdir el- Usûl'de, Enes İbn Mâlik'in Rasûlullah (s.a.)'dan şöyle duyduğunu nakleder: «Eğer bütün dünya pislikleriyle ümmetimden bir kişinin elinde bulunsa, sonra o elhamdülillah dese mu hakkak ki o Elhamdülillah sözü bunların hepsinden daha üstün olurdu.» Kurtubî ve diğerleri derlerki «O'na Allah'a hamdolsun» ifâdesinin ilham edilmesi; verilen bütün dünya nimetlerinden daha çok olurdu. Çünkü hamd'in sevabı yok olmaz, dünyanın nimetleri ise yok olur. İbn Mâce'nin Sünen'inde İbn Ömer'den nakledilir ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş : «Allah'm kullarından bir kul demiş ki: Ey Rab - bim hamd Sanadır, vechinin celâline, saltanatının azametine lâyık ol duğu şekilde hamd Sanadır. Kirâmeyn kâtibin adı verilen me lekler bu nu nasıl yazacaklarını bilememişler, Allah'ın huzuruna çıkarak Ey Rab - bimiz bir kulun öyle bir söz söyledi ki onu nasıl yazacağımızı bilmiyo ruz demişler. Allah (c.c.) buyurmuş ki «(O, kulunun ne söylediğini en iyi bilendir.) Kulum ne dedi? Melek ler demişler ki: Ey Rabbimiz o şöyle dedi: Ey Rabbim vechinin celâline, saltanatının azametine yaraşan şekilde hamd Sanadır. Allah (c.c.) buyurmuş ki; onu kulumun dediği gibi yazın, kulumun dediği bana öylece ulaşsın ki ben de kulumu onun la mükâfatlandırayım.» Kurtubî bir gruptan nakleder ki; onlar şöyle demişler: Kulun «Elhamdülillâhi Rabbi'l Âlemin» demesi «Lâ İlahe İllallah» demesinden daha efdaldir. Çünkü birincisi hamd ile beraber tevhidi içerir. Diğer bir grup da «La ilahe illallah»in daha efdal old uğunu söylemiştir. Çünkü o îman ve küfrün arasını ayırır ve insanlar «Lâ İlahe İllallah» deyince ye kadar savaşmak emri vardır. Ve üzerinde ittifak edilen bir hadîste Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur : «Benim ve benden önceki peygam berlerin söylediği en efdal söz «lâ ilahe illallâhu lâ şerîke lehû» sözü dür.» «Âlemlerin Rabbı...» Rabb, Mutasamf ve mâlik anlamına gelir. Lüğatta ise efendi demektir. Bir şeyi düzeltmekle görevlendirilen kimseye de Rabb denir. Al lah Teâlâ hakkında bütün bunlar sahihtir. Rabb Allah'tan başkası için kullanılamaz sadece izafet yapılarak kullanılır. Evin sahibi anlamına “Rabu’d-Dâr” kullanılır. 25 Rabb: Terbiye edici ve yetiştirici anlamlarına gelen Rabb kelimesi, muhteva ve bu anlayışın hayattaki fonksiyonu bakımından çok önem ifâde eder. İnsanların çeşitli Rabblara kul olduğu günümüzde bu kavramın İslâmm pratiği bakımından önemi inkâr edilemez. Bu konuda müfes - sirlerin görüşlerini şöylece özetleyebiliriz : Reşid Rızâ der ki: «Rubûbiyet ve Rahmet sıfatlan, Allah Teâlâ'nın bütün işleri bilip irâdesine mâlik yegâne güç olduğuna delâlet eden iki sıfattır. Allah'ın rahmeti gazabını altetmiştir. Rahmetinin eseri olan lûtfu intikamını mağlup etmiştir... Kullarının mâliki olan Rabb'ın kullarının işlerini idare edip yöneltmesi ve herkesi davranışına göre cezalandırması şiarıdır. Mazlumun zâlimden intikamım almak onun özelliğidir. Adaletli cezasıyla insanlığı korkutur. Çünkü bütün kullar; Rablarına, nefislerine, ailelerine ve çocuklarına karşı görevlerinde kusur edebilirler. Hattâ ken dilerinden daha aşağıda ve daha düşük mevkide bulunanların haklarını vermekte eksik davranabilirler. Bunların kalplerindeki korku ve ümid duygularını mağlup etmeleri gerekir. Bunun için Allah rahmet sıfatıyla rubûbiyet sıfatını birleştirerek onu tek lafızla değil iki lafızla ifâde etmiştir. Rubûbiyet ve rahmet sıfatının bütün ilâhî fiillerin niteliklerini ve anlamlarını taşıması açıktır. Çünkü kulların Rabbi, kulların yaratıl - ması rızıklandırılması işlerinin idaresi gibi esmâ -i hüsnâ'mn delâlet et tiğ i fiillerin hepsiyle ilgili konularda onlara yardımcı olur (...) Biz bu gerçeği bilince, Allah Teâlâ'nın yüce kitabının başlangıcında, Fâtiha'nın başında, bütün fiillerinin taşıdığı sıfatlara delâlet eden rubûbiyet ve rahmet sıfatlarını belirtmesinin hikmeti ortaya çıkar. Allah neyi mu- râd ettiğini en iyi bilendir. Ancak Fatiha, iki bakımdan dikkatleri celbetmektedir.