FATİHA SURESİNİN AÇIKLAMASI İKİNCİ BÖLÜM
Bu (Ebu Hanîfe'nin dışında kalan) diğer imamlardan İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed İbn Hanbel ve arkadaşlarıyla Cumhur -u Ulemânın görüşüdür. Onlar şu Hadîs - i şerifi delil gösterirler. Rasûlullah (s.a.) : «Kur'an'ın anasını okumadan na - maz kılan kimsenin namazı eksiktir» buyurur. Hadîs'in metninde ge çen “”El-Hidac” kelim esi hadîsin devamının da tefsir ettiği gibi eksikliktir.
Keza bu imamlar Buhârî ve Müslim'de Zührî'den nakledilen şu hadîsi delîl göstermektedirler : Zühri... Ubeyde İbn Sâmit'ten nakleder ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur : «Fâtiha'yı okumayan kişinin namazı tamâm olmaz.» İbn Hüzeyme, İbn Hı bbân Ebu Hüreyre (r.a.)'den naklederler ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur : «İçinde Kur'an'ın anası okunmayan namaz tamâm değildir.» Bu konuda hadîsler pek çoktur.
Münazara şekli çeşitlidir. Bizim burada onları zikretmemiz uzun olur. Me'hazlarına işaret ettik. Allah cümlesine rahmet eylesin. Şafiî mezhebine ve ilim ehlinden bir topluluğa göre; Fâtiha'nın her rek'atta okunması vaciptir. Diğer bir kısmı ise rek'atların çoğunda okunması gerekir derler. Hasan el- Basrî ve Basralıların çoğunluğu ise «Fatiha okumayanın namazı yoktur.» hadîsini mutlak olarak alırlar ve namazda her rek'atta Fatiha okumanın vacip olduğunu belir - tirler.
Ebu Hanîfe ve arkadaşlarıyla, Sevrî ve Evzaî ise Fatiha okumanın belirtilmediğini, onun dışında herhangi bir âyet okunsa da Al lah Teâlâ'nm : «Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun» (Müzzemmil, 20) âyetine dayanarak yeterli olduğunu belirtirler. Doğruyu Allah bilir. İbn Mâce, Ebu Süfyân el -Sa'dî'nin hadîsinde Ebu Nadre ve Ebu Saîd'den merfû' olarak nakleder ki: Rasûlullah (s.a.) «farz veya başj. ka (namazda), her rek'atta fatiha ve bir sûre okumayan kişinin namaza yoktur.» buyurmuştur. Bu hadîsin sıhhati şüphelidir. Bu konuların yeri ise büyük ahkâm kitabıdır. Şüphesiz ki Allah en doğruy u bilendir. Üçüncü bir husus ise, imâma uyan kimseye Fatiha okumanın vacip olup olmaması konusudur. Bu konuda bilgin lerin üç görüşü vardır : a) İmâma vacip olduğu gibi (yukardaki hadîslerin umûmuna binâen) imâma uyana da Fatihayı okumak vaciptir. b) İmâma uyan kimseye, ne Fatiha, ne de başka bir âye t oku mak vacip değildir. İster cehrî ister gizli okunan namazda olsun hiç bir şey okumak gerekmez.
İmâm Ahmed İbn Hanbel Müsned'inde, Câbir İbn Abdullah'ın Rasûlullah (s.a. )'dan rivayet ettiğine göre Hz. Peyg amber şöyle buyurmuştur: «İmâmı olan kişiye imâmın okuması kırâettir.» Ancak bu hadîsin isnadı zayıftır. Mâlik, Vehb İbn Keysân' dan o da Câbir'den bu hadîsi rivaye t etmiştir. Bu hadîs başka yollarla da rivayet edilmiştir ki bunlardan hiçbirisinin Rasûlull ah'a isna dı sahîh değildir. Allah en doğrusunu bilendir. c) Yukarda geçtiği gibi, gizli okunan namazlarda imâma uya nın kırâeti vaciptir, ancak cehrî nam azlarda vacip değildir. Nitekim Müslim'in sahihinde Ebu Mûsâ el- Eş'arî'den rivayet edildiğine göre R asûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: «İmâm, imâma uyulmak için öngörülmüştür. Binâenaleyh tekbîr aldığı zaman tekbîr alın, okuduğu zaman dinleyin» ve hadîsin devamı da zikredilir.
Ebu Dâvûd, Tirmizî, Neseî, ibn Mâce gibi Sünen sahibi imamlar da böylece riva yet etmiş l er ve Rasûlullah (s.a.)'in «Kur'an okunduğu zaman susun» kavlini nakletmişlerdir. Müslim İbn Haccâc da aynı şekilde bunu sağlam saymıştır. Bu iki hadîs, bu görüşün sıhhatına delâlet eder ki Şafiî merhûm'un eski görüşüdür. Doğrusunu ancak Allah bil ir. İmâm Ahmed İbn Hanbel merhûm'dan da bu görüş nakledilir. Bu mes'elenin burada zikredilmesinin sebebi; Fatiha sûresinin di ğer sûreleri ilgilendirmeyen bazı özel hükümlerini açıklamaktan ibarettir.
Hafız Ebu Bekr el -Bezzâr... Enes (r.a.)'den Rasûlul lah (s.a.) :n şöyle buyurduğunu nakleder,: «Yanını yatağa koyduğunda; Fatihayı ve İhlâs'ı okuduğunda ölümden başka her şeyden emîn olmuşsun -iur.» İstiâzenin Mâhiyyeti : Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Sen af yolunu tut, ma'rûfu emret ve câhillerden yüz çevi r. Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın. Ş üphesiz ki O, Semî'dir, Alîm’dir.” (A'râf, 199-200) “ Sen kötülüğü en güzelle defet. Onların nitelendirmekte olduk -jinm biz çok daha iyi biliriz. Ve de ki: "Rabbim şeytânların kışkırtsana sığınırım.” (Mü'minûn, 96 - 97) İyilikle kötülük bir olmaz.
Sen fenalığı en iyi bir şekilde sav. Ö SJI gereceksin ki; seninle arasında düşmanlık bulunan kişi, yakın bir dost gibi oluvermiştir. Bu, ancak sabredenlere vergidir. Ve bu, ancak o büyük hazzı tadanlara vergidir. Şeytân seni bir vesvese ile dür tecek olursa, Allah'a sığın. Doğrusu O; Semî', Alîm olanın kendisidir.» (Fussilet, 34 -36) Bu üç âyet — ki aynı konuda bir dördüncüsü yoktur — Allah Teâlâ insan cinsinden olan düşmanlara iyi davranarak, onların aslen iyi olan tabiatlarına dönerek arınmalarını sağlamaya çalışmayı emret mektedir. Buna karşılık şeytân cinsinden olan düşmandan Allah'a sığınmayı buyurmaktadır. Çünkü o, iyi davranmayı ve ihsanı kabul et mez.
Şeytân; insanlığın atası Hz. Âdem ile aralarındaki şiddetli düşmanlıktan dolayı, onun evladının helakini ister. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor : Ebu’l- Fida İsmail İbn Kesir , Hadislerle Kur’an- ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/17 -23. «Muhakkak ki şeytân sizin düşmanınızdır. Öyleyse siz de onu düşman edininiz. O, taraftarlarını ancak çılgın ateşli alevin yârânı olmaya çağırır.» (Fâtır , 6) Şeytân, atamız Âdem (a.s.)'e yemin ederek kendisine öğüt verenlerden olduğunu belirtmiş ve yalan söylemiştir. Ona karşı muamelesi böyle olduğuna göre bize karşı nasıl olacaktır? «Hani meleklere : "Âdem'e secde edin" demiştik de İblîs'ten başka hepsi secde etmişti. Oysa, cinlerden olduğu için Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştır.
Şimdi siz beni bırakıp ta size düşman olan, onu ve soyunu mu dost ediniyorsunuz? Zâlimler için ne kötü bedeldir bu.» (Kehf, 50) «Kur'an okuyacağın zaman önce, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Doğrusu inananlar ve yalnız Rablarına güvenenler üzerinde onun bir nüfuzu yoktur.» (Nahl, 98-99) «Ancak içlerinden senin samimi kulların müstesna.» (Sâd, 83) Kurrâ'dan bir grub ve diğerleri dediler ki; kırâetten sonra istiâze gerekir. Onlar âyetin zahirî siyakına bağlandılar ve İbâdetten fariğ olduktan sonra hayreti defetmek için böyle dediler.
Bu görüşte olanlar İbn Kalûka'nın ifâdesine göre Hamza ve Ebu'l - Kasım Yûsuf İbn Ali de «el -Kâmil» isimli eserinde bunu nakleder. Bu husus Ebu Hü-reyre'den de nakledilir. Ancak bu nakil garîbtir. Cumhûr'un üzerinde birleştiği meşhur görüş, tilâvetten önce is tiâze çekilmesidir. Böylece vesvese verenin (şeytânın) defi sağlanır. Onlara göre : «Kur'an okuyacağın zaman önce, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.» (Nahl, 98) âyetinin mânâsı Kur'an okumak istediğin zaman şek lindedir. Nitekim: «Namaza kalktığınız zaman, yüzlerinizi, dirseklere kadar, ellerinizi yıkayın.
Başınızı da meshedin» (Mâide, 6) âyeti «kalkmak istedi- ğiniz» zaman diye tefsir edilmişti r. Bu konuda Rasûlullah (s.a.)'dan pek çok hadîs delil getirilmiştir. İmâm Ahmed İbn Hanbel (Rahmetullahi Aleyh) der ki: Bize Mu - hammed İbn el - Hasan İbn Enes... Ebu Saîd el - Hudrî'den rivayet etti. (Ebu Sâîd dedi ki) Rasûlullah (s.a.) gece kalkınca namaza başlar ve tekbîr getirir sonra (Sübhaneke)yi okur üç kerre «La ilahe illallah" derdi. Sonra «Şeytanın aldatmacasından, üfürmesinden ve okumasından Alîm ve Semî olan Allah'a sığınırım» derdi. Dört sünen sahibi muhaddisler bu hadîsi Ca'fer İbn Süleyman tarîk ıyla Ali İbn Ali'den naklederler.
Tirmizî de bu hadîs, bu konuda en meşhur olan hadîstir der. Hadîsin met ninde geçen «hemz» ölüm ve boğulmayla «nefti» kelimesi kibirle «nefs» kelimesi şiirle tefsir edilmiştir. Ebu Dâvûd ve İbn Mâce... Nâfi' İbn Cübeyr'in babasından nakleder ki o şöyle demiş : Rasûlullah (s.a.)'in namaza başlarken üç kerre Allahü Ekber Kebiran üç kerre E lhamdülillâhi kesîran, üç kerre Subhanallahi bükraten ve asîlen dediğini sonra, «Allah'ım, şeytânın hem zinden, nefhinden ve nefesinden Sana sığınırım buyurduğunu gör - Jüm.» Amr der ki, hemz ölümdür, nefh kibirdir, nefs ise şiirdir. İbn Mâce der ki; bize Ali İbn el Münzir... İbn Mes'ûd'dan Hz. Peygamber (s.a.)'in şöyle buyurduğu nu haber verdi: «Allahım kovulmuş şeytândan Sana sığınırım, on un hemzinden, nefesinden ve ilha mından da.» Sonra buyurdu ki, «hemz ölümd ür, nefh (üfürme) kibir, ilham ise şiirdir.» İmâm Ahmed der ki, bize İshâk İbn Yûsuf kendisine anlatan bir adamdan nakleder ki o adam Ebu Ümâme el - Bâhilî'nin şöyle dediğini işitmiş: Rasûlullah (s.a.) namaza kalktığında üç kerre tekbîr geti rirdi, sonra üç kerre Lâ ilahe illallah der ve sonra üç kerre Subhanallahi ve bihamdihi derdi.
Sonra kovulmuş şeytânın hemzinden, üfürmesinden ve ilhamından Allah'a sığınırım buyururdu.» Hafız Ebu Ya'lâ Ahmed İbn Ali İbn el Müsennâ el Mevsılî Müs - ned'inde der ki; bize Abdullah İbn Ömer İbn Ebân el- Kûfî... Ubeyy İbn Kâ'b (r.a.)'dan nakletti ki, o şöyle demiş : Rasûlullah (s.a.)'m hu - nirunda iki kişi birbiriyle çekişti, içlerinden birisinin kızgınlıkt an bur nu kızardı. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Ben öyle bir şey biliyorum ki eğer onu söyleseydi içinde bulunduğu hâl giderdi. Sonra devam etti ve «kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım» dedi. Neseî de aynı hadîsi Yûsuf İbn İsâ el -Merzevî'den nakleder... Ah- med İbn Hanbel ise aynı hadîsi Ebu Saîd kanaliyle Cerîr İbn Abdül - hamîd'den nakleder. Tirmizî ve Neseî de Bûndâr İbn Mehdî kanaliy le Sevrî'den naklederler.
Abdülmelik İbn Ümeyr, Muâz İbn Cebel' - den nakleder ki: İki kişi Rasûlullah'ın huzurunda birbirin e küfretti, birisi diğerine hiddetle öylesine kızdı ki, öyle sanıyorum kızgınlığından burnu kıpkırmızı olmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu : «Ben öyle bir kelime biliyorum ki onu söyleseydi kızgınlığı giderdi. Adam: «Ey Allah'ın Rasûlü, o nedir?» dediğinde, Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: «Allah'ım kovulmuş şeytândan Sana sığınırım desin.» Ebu Leylâ diyor ki: Muâz, adama böyle demesini emrediyordu, o ise kaçınıyordu ve gittikçe de kızgınlığı artıyordu. Ebu Davud'un rivayet ettiği lâfız budur. Tirmizî der ki, bu hadîs mürseldir. Yani Abdurrahmân İbn Ebu Leylâ, Muâz İbn Cebel ile karşılaşmamıştır. Çünkü Muâz hicrî 20'den önce vefat etmişti. Ben derim ki; Abdur rahmân İbn Ebu Leylâ — daha önce de geçtiği gibi — Übeyy İbn Kâ'b' - dan işitmiştir, o da Muâz İbn Cebel'den nakletmiştir. Çünkü bu vak'a - ya sahabeden birden fazla kişi şâhid olmuştur.
İmâm Buhârî der ki; bize Osman İbn Ebu Şeybe... Süleyman İbn Şart (r.a.)'dan nakletti ki; iki kişi Rasûlullah (s.a.)'m yanında birbirine küfretmişti, biz de onun yanında oturuyorduk. Diğeri -arka daşına kızarak küfrediyordu ve kızgınlığından yüzü kıpkırmızı olmuş tu. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki : «Ben öyle bir kelime biliyorum ki onu söylese kızgınlığı geçer, eğer "kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım." deseydi kızgınlığı giderdi.» Orda Neseî gec e ve gündüz bahsinde, İbn Merdüveyh de tefsirinde; Hâlid'in hadîsinde, nakleder ki..: İbn Üsâme babasından duymuş ve demiş ki, «Ben Rasûlullâh'ın terkisinde idim...» ve yukardaki olayı zikretmiş sonra şöyle demiş; Rasûlullah; «Sen böyle deme, çünkü o bü -yüklenir ve bir ev gibi olur. Bismillah de, o küçülür ve bir sinek gibi olur.» buyurmuş. İşte bu Allah'ın adının bereketi ve te'sîriyledir ki onunla her işe ve söze başlamak müstehaptır.
Söze besmele ile başlamak : «Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlanmayan her şey eksiktir.» buyruğu uyarınca müstehaptır. İ mâm Ahmed'in Müs ned'inde ve diğer Sünen kitaplarında Ebu Hüreyre'nin Saîd İbn Zeyd' - den ve Ebu Saîd'den merfû' olarak : «Allah'ın adını zikretmeyen kişinin abdesti yoktur» buyruğuna binâen abdeste başlarken besmele çekmek müstehaptır. Ki bu hadîs hasen bir hadîstir. Ulemâdan bir kısmı abdeste başlarken besmele çekmeyi vâcib kabul ederken, bir kısmı da mutlak mânâda vacib kabul etmektedirler. Şafiî mezhebin de kurban kesilirken besmele çekmek müst ehaptır. Diğer bir cemaat mutlak mânâda zikir anında besmele çekmeyi vâcib kabul eder. İnşâallah ilerde yeri gelince açıklanacaktır.
Müslim'in Sahîh'inde Rasûlullah (s.a.)'in Ömer İbn Seleme'ye : «Allah'ın adıyla de, sağınla ye ve önünden ye.» buyruğu uyarınca yemek yerken besmele çekmek müstehaptır. Bazı bilginler bu halde besmeleyi vâcib saymışlardır. Buhârî ve Müslim'in sahihlerinde İbn Abbâs'dan rivâyet edilen Rasûlullah (s.a.)'ın «sizlerden biriniz ehline yaklaşmak isterse "Allah'ın adıyla, Allah'ım sizi şeytân'dan uzak tut, şeytânrSTbke rızkettiğinden uzak tut" derse ve bir çocukları olur - sa şeytân ona ebediyyen zarar vermez.» buyruğu mucibince cima' anında ^3a besmele çekmek müstehaptır. Besmeledeki «ba»'nın müteallakının takdiri konusunda nahivci -- ler arasında iki görüş vardır. Bir kısmı onun isim, bir kısmı da fili , olduğunu zikrederler. Her ikisi de Kur'an'da vârid olmuştur. İsim takdir edenler başlamam Allah'ın adıyladır, diye takdir etmektedirler. Ni -cekim bu mânâda Yüce Allah Kur'an- ı Kerîm'inde şöyle buyurur: «Nuh; ona binin» dedi, yürümesi de durması da Allah'ın adıyladır.
Rabbin muhakkak ki Ğafûr ve Rahîm'dir» dedi.» (Hûd, 41) Fiil takdir edenler ise, Allah'ın adıyla başlarım veya Allah'ın adıyla başladım şeklinde emir veya haber kipini takdir etmektedir ler. Nitekim Yüce Allah'ın şu âyet -i kerîme'si bu takdirdedir. «Yaratan Rabbinin adıyla oku.» (A'lak, 1) Her iki takdir de sahihtir, çünkü fiilin mutlaka bir masdarı olması gerekir. Sen istersen fiili ve masdarını takdir edebilirsin, bu da önce besmele çektiğin fiile göre değişir. Eğer oturmak, kalkmak, ye mek, içmek, okumak, abdest almak veya namaz kılmak gibi bir fiil ise meşru' kılınan, bunlann hepsine başlarken Allah'ın adını zik - retmektir. Bu tamamlanması ve kabul kılınması için Allah'tan yardım dileme, teberrük ve teyemmün içindir. En iyisini Allah bilir. Bunun için İbn Cerîr ve İbn Ebu Hâtim'in İbn Abbâs'tan nak lettikleri hadîste buyurulur ki; Cebrail'in Hz. Muhammed (s.a.)'e in dirdiği ilk söz «Ya Muhammed (s.a.) koğulmuş şeytândan bilen ve işiten Allah'a sığınırım» de sözüdür.
Sonra «Ya Muhammed Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla de» dedi. (İbn Abbâs der ki) Cebrail (a.s.) dedi ki: «Ey Muhammed (s.a.) Allah'ın adıyla oku, Rabbını zikret, O'nun zikri ile kalk ve otur. » Bu hadîsin lafzı İbn Cerîr Ta berî'nin rivayetidir. 12 Allah Lafza- i Celâlinin Anlamı: Allah lâfzı yüce ve mübarek Rabbin a'lemidir. Onun ismi A'zam olduğu söylenir. Çünkü Allah'ın bütün isimlerini içine al maktadır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: «O, öyle Allah 'tır ki, O'ndan başka İlâh yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir.
O Rahmân'dır, Rahîm'dir. O, öyle Allah'tır ki, Ondan başka İlâh yoktur. Melik, Kuddüs, Selâm, Mü'min, Mühey -min. Aziz, Cebbar, Mütekebbirdir. Allah onların koştukları eşlerden münezzehtir. O, yaratan, var eden, yarattıklarına şekil veren Allah' tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde bulunanlar O'nu tesbîh eder. Ve O, Azîz'dir, Hakîm'dir.» (Haşr, 22 -24) Diğer isimler sıfat olarak kullanılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöy le buyurur: «En güzel isimler Allah'ındır. Öyleyse ona bunlarla dua edin. Onun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir.» (A'râf, 180) «De ki: "İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derse niz deyin en güzel isimler O'nun içindir.
Namazında sesini yükseltme de gizleme de. İkisi arasında bir yol bul."» (İsrâj 110) Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu" Hüreyre rivayet eder ve der ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: «Allah Teâlâ'nın doksan - dokuz ismi vardır, yüzden bir eksiktir. Kim onları sayarsa Cennet'e girer.» Bu isimlerin sayısı Tirmizî ve İbn Mâce'nin rivayetinde de vâ - rid olmuştur. İki rivayet arasında eksiklik veya fazlalık bakımından farklılık vardır. Allah ism- i Celâli O'ndan başka hiçbir kimseye verilmeyen isimdir. O Yüce ve Münezzehtir. Bunun için Arap dilinde onun iştikakı söz konusu olmamıştır. Nahivcilerden onun câmid isim olduğunu ve iştikakı bulunmadığını söyleyen bilginler vardır. Müştak olduğunu söyleyenler de vardır.
Bunlar ünlü şâir Rû'be el Accâc'in bir şiirini örnek gösterirler. Bu şiirde şâir masdar olarak «teellûh» kelimesini Ebu’l- Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an - ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/49 -51. kullanmıştır. “” âyetini İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre o “” diye okumuştur. Yani İlâh kelime sine ibadet mânâsını vermiştir. Yani o kendisine ibadet edilir fakat o ibadet etmez diye okumuştur. Mücâhid ve diğerleri de böyle demişlerdir. Kelimenin aslı el - İlâh idi. Kelimenin ilk harfi olan hemze hazfedilmiş, zâid olan lâm ile kelimenin aslında olan (aynel fiili ve ortasındaki lâm) birleşerek bir diğerine idğâm edilmiş ve ikisi birlikte şeddeli tek lâm haline gelmiş ve ta'zîm için tefhim edilerek «Allah» denilmiştir.
İbn Kesîr'in Mısır baskısında ayrıca şu malûmat bulunmaktadır : «Kurtubî; aralarında Hattâbî'nin bulunduğu bir topluluktan bunu nakletmiştr. İmâm Halîl ve Sîbeveyh'ten elif ve lam'ın lafza -i celâldan olduğunu rivayet eder. Nitekim Hattâbî der ki; sen Ya Allah derken elif lâm'ı kullanıyorsun da, Ya Rahman derken elif lâm'ı kullanım - yorsun. Eğer elif lâm kelimenin aslında olmasaydı nida edatının elif ile lâm'ın üzerine gelmesi caiz olmazdı. Lafza- i Celâl'in müştak olduğu da söylenmiştir. Sîbeveyh, İmâm Halil'den nakleder ki, Lafza - i Celâl'in aslı fiâl vezninde ilâhtır.
Hemzeye bedel olarak elif ve lâm getirilmiştir. Sî beveyh der ki bunun benzeri en- Nas kelimesidir. Çünkü onun aslı nastır. Lafza- i Celâl'in aslının lâhe olduğu ve elif ve lâm'ın tazim için getirildiği belirtilir. Sîbeveyh'in tercihi de bu görüştür. 14 Lafza-i Celâl'in Etymolojisi: Besmele'de 'ism'den sonra «Allah» kelimesi gelmektedir. Lafza- i Celâl adı verilen bu kelimenin etimolojisi, muhtelif dillerdeki kullanılışı, ifâde ettiği anlam üzerinde tefsir bilginleri çok dururlar. İslâm'a hâs özel bir isim olan Allah lafz- ı celâli, yalnızca İslâm'ın sâf tevhîd akidesini ifâde etmektedir. Şöyle ki; İslâm'ın getirmiş olduğu sâf tevhîd akidesi, kâinatın ve eşyanın - yaratıcısı ve yoktan varedicisi olarak Allah (c.c.)'ı kabul eder.
Allah lafzı celâli sadece İslâm'ın kabul ettiği tanrı inancının a'lemi (özel ismi)'dir. Ancak Allah lafzının aslı ve nereden geldiği konusu tartışılmış ve bu konuda değişik görüşler serdedilmiştir. Dil bakımından kelimeyi tahlil edenler, Allah kelimesinin aslının Lah olduğunu ve başına tarîf harfi olan el edatının getirilmesiyle el- Lâh isminin elde edilmiş olduğunu bil dirirler. Arap dilindeki el-Ayyuk ve el-Necm kelimelerinin başındaki tarîf harfini kelimeden ayırmak nasıl mümkün değilse el - Lâh kelimesinin başındaki tarîf harfini de kelimeden ayırmak aynı şekilde mümkün değildir.
Bu gibi kelimelerde harf -i tarîf olan el, kelimenin ay rılmaz bir parçası olmuştur. Bu görüşün doğruluğuna delil olarak da vallah billah gibi kelimelerde hemzenin yalnızca tearuzda, bazan da hem telaffuzda, hem de yazıda hazfedilmesi gösteril mektedir. Ancak Ya Allah gibi bazı kelime lerde hamzenin h azfedilmemesini, kelimenin başında bir tarîf harfinin bulunmadığına ielil getirenler de vardır. Lâh kelimesi, arapça lâhe, yelîhu kelimesinden masdar olup gizli olma, irtifa ve ihticâb mânâlarına gelir. «Tesettür» eylemek manasınadır. Sîbev eyh (aleyhi'r - rahme) lâfzâ- i celâlenin bu maddeden iştikakını tecvîz eyledi. Ve büle nd ve âli olmak manasınadır.»
Aynı zamanda ma'bûd, ilâh mânâsına gelir. Arapçada ilâh karşılığı kullanılan; lâhüm, Lâhüm -me ve el-Lâhümme isimleri de buradan gelmektedir. «Ülûhiyyet; ubû-diyyet vezninde, kulluk eylemek, ibâdet manasınadır. Müstecma -i cemî- i sıfat olan ism -i celâlde bu maddeden me'hûzdur ki aslı ilâh idi (...) Laf -za- i celâle hakkında ulemâ - i kiramın yirmi akvâl -i muhtelifeleri var dır. Ve ilâh, vech-i me zkûr üzere ma'bûd mânâsına olmakla putpe restlerin ma'bûd ittihâz eyledikleri asnâm- ı bâtıle kendi ind ve i'ti- kadlarında ilâh olur(...) Şârih der ki; Hazret -i Vâcib'ül - Vücûd Celle Şânühü, zât - ı Eceli ve â'lâsında ukûl ve efhâm ve evham mütehayyir olduğu gibi, zât- ı A'zamma dâll olan ism - i şerifinde dahi mütehay yir oldular. Lâkin esahh- i akvâl; a'lem ve ğayr - i müştak olmasıdır.
Mütercim - i hakîr der ki; Allahümme lafzında bazı ehl -i tahkik de mişler ki, ind el - Basriyyîn aslı, ya Allah olup kesret -i isti'm âlinden nâşi harf -i nida hazf ve âhirine iki mim ta'vîz ve idğâm olundu. Mi min ta'vîzinin vechi budur ki, mim, hurûf-i gütmedendir. Ve ya harfi iskân olundukta mim gibi mahreci hayşûme karîb olur. Zira mimden ve ya'dan hayşûmda bir savt hâsıl olur ki ana ğunne derler. Pes beynlerinde münâsebet olmuş olur.
Ve mahzûf ya ile elif olmakla, anlardan iki mim ta'vîz olundu ve teberrüken bi ismihi Teâlâ min ahire ilhak olundu.(...)» İlâh kelimesi lügatte, ısınmak, alışmak, korkulan bir işin başa gelmesi, birisini korumak, kurtarmak, birisine aşırı sevgi ile yönel mek, deve yavrusunun anasına düşkün olması, kulluk etmek, örtün me k, gizlenmek mânâlarına gelir. Allah Lafza- i Celâlinin başındaki eliflâm harf - i ta'rîf olarak alı nacak olursa, Lâh kelimesinin, öncel eri başka bir anlam da kullanılırken, sonradan Cenâb - ı Hakk'ın zâtı için kullanılmak üzere vaz'olunmuş menkûl bir kelime olması gerekir. Nitekim Basriy - yûn'a göre (Basra'lı dil bilginleri) Allah ism -i Celâli menkûldür. Kû-fiyyûn'a (kûfe'li lisan bilginleri) göre de bu kelime menkûldür.
Ancak Basra 'lıların kabul ettiği gibi Lâhe den değil, ilâh anlamına gelen el - İlâh dan menkûldür. İlâh kelimesinin hemzesi hazfedilmiştir, ona bedel olarak harf -i ta'rîfteki 13 Ebu’l- Fida İsmail İbn Ke sir, Hadislerle Kur’an- ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/51 -52. 14 İbn Kesîr'in Mısır baskısı. 15 Âsim, Kâmûs Tercümesi, IV, 834. 16 Âsim, Kâmûs Tercümesi, IV, 790-791. 17 Bkz. İbn Kesîr, Tefsir, I, 19 -20, Nisâbûri, Tefsir, 165-66. eliflâm kon muş ve böylece harf -i ta'rif, kelimenin ayrılmaz bir parçası olmuş tur. Lâh kelimesinin Süryanca (Lâha) kelimesinden arap çalaştırıldığını söyleyenler bulunduğu gibi, Aramcadaki «Alâhâ» keli mesinde bozulmuş bir şekli olduğunu söyleyenler de çıkmıştır. İbran -cadaki «Elohim» kelimesi ile arapçadaki «Lâhüm» kelimesi arasında irtibat bulunduğu da belirtilir. Lâh kelimesi ile eâhiliyet devri arap - larının tapındığı bir put olan «Lât» kelimesi ara sında ilgi kuranlar da vardır. 18 Allah lafzının yabancı dilden arapçalaştırılmış olmayacağım söy leyenler i se kelimenin mu'rab ve munsarıf olmasını delil gösterirler. İslâm, terminolojiye özel bir önem verir.
Başka dinler ve inançlarla alâkası bulunan kelimeleri kullanmamaya itinâ gösterir. Bunun için Lafza- i Celâl, yalnızca İslama mahsus bir isimdir. Hem başk a bir kelimeden türetilmemiş, hem de önce başka bir anlama kullanılırken sonra bugünkü anlamına kullanılmamıştır. O, doğrudan doğruya hakîkî ma'bûdun a'lemi olarak vaz'edilmiştir. Allah lafzı, ülû -hiyyet ve ma'bûdiyyet sıfatlarından değil, bu sıfatlar Ce nab- ı Allah'ın zâtından alınmıştır. Binaenaleyh onun zâtı, her şeyden öncedir ve ilktir. Allah, ibâdete müstahak olduğu için Allah değil, bizatihi (kendiliğinden) ve lizâtihi (kendisi için) Allah olduğundan ibâdete lâyıktır. Dolayısıyla ibâdet, onun zâtından sonra gelir. Bütün varlıklar bi lerek veya bilmeyerek Allah'a ibâdet ederler.
Mü'minler bu ibâdeti irâde ve şuûrlarıyla îfâ ederken, mü'min olmayanlar zorla, istemeye rek ve farkında olmaksızın Allah'a kulluk ederler. Gerek Lafza-i Celâlin, gerekse on un türetildiği söylenen İlâh veya Lâh lafzının lügat anlamlarından şu hususlar ortaya çıkıyor : Kulluk ve ibâdet için, kendisinin dışındaki bir güce doğru yönelen insanın zihninde, yaptığı şeyin kendisinden daha üstün, kuvvetli ve kendisinin ihtiyâçlarını giderecek birisine karşı itaat ve bağlılık olduğu gerçeği yer eder. Bu güç, onun ıstırap ve acılarını dindirmeye muktedir olduğu gibi, gerekirse onu koruyup emniyet ve selâmete de çıkarır.
Dolayısıyla insan, kendisinden daha zayıf ve daha güçsüz bir varlığa karşı saygı ile yönelme gereği duymaz. Diğer milletlerin dilinde Allah Lafza - i Celâlini karşılayacak aynı anlam ve muhteva genişliğine sahip bir kelime yoktur. Zira İslâm'ın dışındaki dinlerin ilâh telâkkisi İslâm'dan tamamen farklıdır. Bu se beple, di ğer dinlerdeki ilâhlara, ancak ilâh, tanrı, Rab, Huda Çalab • s ismi verilebilir. Allah ismi ise asla verilemez. Bunun sebebini an - layabilmek için, İslâm dışı dinlerin ilâh telâkkisine göz atmak gere - inr Bilindiği gibi eski kavimlerden herbirisi kendi milletine has ilâh- i.r ediniyorlardı. Bu ilâhlar çoğunlukla beşerî ihtirasların zebûnu varlıklar olarak kabul ediliyordu.
Sözgelimi eski Mısır'ın mitoloji k din lerine göre zaman ilâhı Keb ile gök tanrıçası Nut'un evlenmesinden meydana gelen Osiris kıskançlık yüzünden Seth tarafından öldürü lerek, oniki parçaya bölünmüştü. Eski Çin dini olan Sinizm'e göre tanrı Çang - Ti'nin soyundan gelen Çin hükümdarı göğün oğludur. Hind dinlerindek İlâhlar her türlü beşe rî eksikliklerle ma'lûl bulunu yorlardı. Gök gürültüsü, fırtına ve yağmur gibi olayların ilâhı olan İndra,' çok zâlim ve ğaddâr bir ilâhtır. Keza Sümerlerin ilâhı olan Marduk, ulûhiyyeti diğer tanrılarla savaşarak — tıpkı krallar gibi — elde etmişti. İran dini olan Mecusîlikte ise iyilik tanrısı olan Hürmüz ile kö tülük tanrısı Ehrimen devamlı savaşmaktadırlar.
Hangisi ğâlip gelirse ona bağlı olarak yeryüzünde iyilik veya kötülük ğâlip gelmektedir. Bugünkü Avrupalıların ataları olan Kelt'lerin dininde, insanlar vahşîce ilâhlara kurban edilirdi. Aztek'lerin harb il âhı olarak kabul ettikleri Viçli-Puçli, insan yü reği yemekten hoşlanan zâlim ve savaşçı bir ilâhtı. Batı dillerinde ilâh mukabili kullanılan (Fransızca, «Dieu», İngilizce, «God»; Almanca «Gott»; İtalyanca «Dio») kelimeler temelde ( Yunanca Theos ve Latinc e Deivos kelimelerine dayanmaktadır. Bu kelimeler de bilindiği gibi Yunan mitolojisinin insan şeklindeki tanrı anlayışına (antropomorfik) dayanmaktadır.
Çoğunlukla beşerî zaaflar ve eksiklerle ma'lûl olan bu Yunan menşe'li ulûhiyet inancı önce Roma'ya, ordan da Hıristiyanlığa geçmiştir. Yunan politeizmi Roma'nın hıristiyanlığı kabul etmesiyle tamamen Hıristiyan dinini is - tîla etmiştir. Ve bundan sonra Hıristiyan ma'bedlerine Hz. İsa'nın ve Meryem'in heykeleri konmuştur.
Bugünkü Batı dünyası Yunan ve Roma p oliteizmini, isminin dışında her şeyi ile almıştır. Dolayısıyla onların ulûhiyyet fikri, bir türlü saf tevhide ve tevhîddeki her şeyden tecrîd edilmiş Allah anlayışına yaklaşamamaktadır.
Yahudi milletinin millî ilâhı olan Yahova, kendi kavmi olan İsrailoğullarının dışında kalan kavimlere karşı son derece zâlim ve gaddardır.
İslâm'ın Allah'ı yalnız müslümanların değil tüm âlemlerin Rabbi'dir. Bütün varlıklar isteyerek istemeyerek, bilerek bilmeyerek ona bo yun eğer ve ibâdet ederler. O'nun zâtı, her türlü tavsif ve temsilden münezzehtir. İnsan kendi idrâk ve duyu vasıtalarıyla Allah'ın zâtım neye benzetirse Allah onun gayrıdır. Dolayısıyla şirke hiç yer yokt ur. İslâm'ın ilk şartı, Allah'ı her türlü şirk unsurlarından tenzih etmek tir. Binâenaleyh, İslâm'ın Allah akîdesiyle öbür dinlerdeki ilâh fikri arasında mukayese kabul etmez büyük farklar vardır. Ve bu, ancak İslâm çerçevesi içerisine girildiği takdirde kavranır. Dışardan sırf baş -ka ilâhlarla irtibat kurularak kavranamaz.
İslâmın tamamen mücer -red bir va sfı hâiz olan vahdâniyyet görüşünün ifâdesi olan Allah, sa dece İslâm'a hâs özel bir isimdir. Onu başka hiçbir terimle karşılamak veya başka dinlerin ilâhlarıyla kıyaslamak mümkün değildir. 19 18 Daha geniş bilgi için İs lâm Ansiklopedisi, Allah madde sine bakınız. 19 Bekir Karlığa - Bedreddin çetiner, Hadislerle Kur’anı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/52 -57.