“ÇÖZÜM” VE KUTSAL ON EMİR!"
Bu yazımızda uzun bir süredir değinmediğimiz Çözüm Sürecinden bahsedeceğiz ama ondan evvel yazımızın başlığında da belirttiğimiz gibi “Kutsal 10 Emir”den bahsetmek isteriz.
Biliyorsunuzdur. İsrâiloğulları için indirilmiş olan Tevrat’ta "on emir" diye bilinen dinî ve ahlâkî vecîbeler vardır. Allah İsrailoğullarından bu vecîbeleri ifa edecekleri yönünde söz aldığı ifade buyurmaktadır. Tevrat’ta, Tanrı'nın "kendi parmaklarıyla" taş levhalar üzerine yazılarak Hz. Mûsâ (as) aracılığıyla İsrâiloğullarına bildirdiği ifade edilen bu emirler
(Çıkış, 20, 32/15, 20/1-17) şöyle sıralanır:
(Çıkış, 20, 32/15, 20/1-17) şöyle sıralanır:
1. Allah'tan başka ilâhların olmayacak.
2. Kendin için oyma put yapmayacaksın.
3. Allah'ın ismini boş yere anmayacaksın.
4. Cumartesi günü hiçbir iş yapmayacaksın.
5. Babana ve anana hürmet edeceksin.
6. Adam öldürmeyeceksin.
7. Zina etmeyeceksin.
8. Çalmayacaksın.
9. Yalan şahitliği yapmayacaksın.
10. Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
2. Kendin için oyma put yapmayacaksın.
3. Allah'ın ismini boş yere anmayacaksın.
4. Cumartesi günü hiçbir iş yapmayacaksın.
5. Babana ve anana hürmet edeceksin.
6. Adam öldürmeyeceksin.
7. Zina etmeyeceksin.
8. Çalmayacaksın.
9. Yalan şahitliği yapmayacaksın.
10. Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
Ne güzel değil mi? Bir Müslüman olarak “haşa kendi parmaklarıyla yazıldığı” ifadesini ayrı tutarak doğruluğuna kanaat getirilerek buna inanmayan iman etmeyen insan olabilir mi? Ama gel gör ki, o İsrailoğulları bunların çoğuna uymamakta, dünyayı sömürmekte, komşusunun malına, mülküne, toprağına göz dikmekte, adam öldürmekte ve sadece bölgesinde, komşularına, Müslümanlara değil tüm dünyada zülum ve talan da başı çekmektedirler.
Demek ki, Kitap’ta yazmakla uygulamada harekete geçirmek aynı olmuyor.
Şimdi gelelim Çözüm Sürecine. Ben ilk başından beri bu Çözüm Sürecinin, kanın durmasının, kardeşliğin pekiştirilmesinin taraftarıyım ama bir şartla: Koşulları ve sınırları belirtilmiş, halka açık bir şekilde terör örgütüne aşırı taviz ve taahhüt de bulunmadan yapılan anlaşmayla.
Ve başından beri AKP Hükümetinin “Biz pazarlık yapmıyoruz ve terör örgütüne hiçbir tavizimiz de yoktur. Biz demokratikleşmeyle bu işi çözeceğiz” sözüne inanmıyordum.
Ben 2 Mayıs 2013’de Kamudanhaber.com’daki
“ÇÖZÜM SÜRECİNDE TARAFLARIN KAZANCI”
Ben 2 Mayıs 2013’de Kamudanhaber.com’daki
“ÇÖZÜM SÜRECİNDE TARAFLARIN KAZANCI”
başlıklı
(http://www.kamudanhaber.com/cozum-surecinde-taraflarin-kazanci-makale,1824.html)
yazımda Hükümetin, “biz hiçbir vaatte bulunmadık. Hiçbir şeyin pazarlığını yapmadık”. demesine kaşılık ben de “bu adamlar 30 yıldır bu savaşı verirken, birdenbire başlarına taş mı düştü de kuzu gibi oldular. Geri çekiliyorlar. Terörü sona erdiriyorlar. Eğer bu katillerin aldığı veya beklediği bir şey yoksa neden geri çekildiler veya çekiliyorlar.” Haksız mıyız?” demişim. Ayrıca “Eğer iş terör örgütünün açıklamaları ve beklentileri ile sonuçlanırsa Türkiye’nin kazancı nedir? Bırakın Türkiye’nin kazancını kaybedeceği çok şey vardır. İş daha şiddetli bir çatışmaya, toprak kaybedilmesine, dış güçlerin olaya müdahale ve taraftar olmasına kadar gidebilecektir.” Uyarısında da bulunmuşum.
(http://www.kamudanhaber.com/cozum-surecinde-taraflarin-kazanci-makale,1824.html)
yazımda Hükümetin, “biz hiçbir vaatte bulunmadık. Hiçbir şeyin pazarlığını yapmadık”. demesine kaşılık ben de “bu adamlar 30 yıldır bu savaşı verirken, birdenbire başlarına taş mı düştü de kuzu gibi oldular. Geri çekiliyorlar. Terörü sona erdiriyorlar. Eğer bu katillerin aldığı veya beklediği bir şey yoksa neden geri çekildiler veya çekiliyorlar.” Haksız mıyız?” demişim. Ayrıca “Eğer iş terör örgütünün açıklamaları ve beklentileri ile sonuçlanırsa Türkiye’nin kazancı nedir? Bırakın Türkiye’nin kazancını kaybedeceği çok şey vardır. İş daha şiddetli bir çatışmaya, toprak kaybedilmesine, dış güçlerin olaya müdahale ve taraftar olmasına kadar gidebilecektir.” Uyarısında da bulunmuşum.
Ama gel gör ki, İmralı, Kandil ve TBMM arasında kurulan köprüde biraz gecikme olursa, biraz iş savsaklanırsa terör örgütü liderleri ve onların TBMM’deki yandaşları hemen tehdit ve uyarılarda bulunarak “bize verilen sözlerde gelinen aşamada şu, şu, şu işlerin yapılması gerekiyodu. Bu şartlar şu güne kadar yerine getirilmediği takdirde bu iş biter. Savaş yeniden başlar.” dedikçe AKP Hükümeti hemen harekete geçerek isteklerin veya emirlerin yerine getirilmesi hususunda çaba sarf ediyordu
O günden bu güne neler oldu? Eşkiya dağdan şehre indi. Şehirdeki yapılanmasını, silah ve mühimmat tedarikini tamamladı. Yaralarını sardı. Militan sayısını ve bölgedeki gücünü arttırdı. Yetmedi meşruiyet kazandı. PKK’yı “Terör Örgütü” olarak ilan eden süper güçlerle görüşmelere başladı. Yetmedi silah yardımı aldı. Yakında da terör örgütü listesinden de çıkabilir.
Böyle böyle bu güne kadar geldik ve en sonunda işte tıpkı İsrailoğullarına inen “On Emir”gibi terörist başı, azılı bebek katili APO’nun 10 maddelik çözüm paketi açıklandı. Bu maddelere baktığımız zaman gizli anlamlar içeren soyut birkaç demokratik adımdan söz ediliyor.
“APO’nun 10 Emri”nde somut hiçbir şey yok. Silah bırakma bile yok ama bizim şaşkın Hükümet Haziran seçimlerine kadar oyalama ve başarı taktiği güderek terörü bitirdiğini, silahların yakında bırakılacağını ve barış-kardeşlik geleceğini halkımıza pompalayıp durmaktadır.
Peki Hükümetin barış diye yutturduğu, zil takıp oynadığı hatta Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Şiddetin, silahın dili sona erecek, siyasetin önü açılacak” dediği duruma karşılıkAPO’nun açıklamasında böyle bir niyet var mı? Gelin Birlikte bakalım.
Apo “10 Emir”de belirtilen husular yerine getirilmek şartıyla ne diyor:"Bugüne kadarki egemen devlet zihniyeti bu meseleyi salt iktidarlaşma aracı olarak düşünmüş ve kör şiddetin kurbanı haline getirmekten çekinmemiştir. Dolayısıyla çözümün barış ve evrensel demokrasiyle bağı sağlıklı kurulmadıkça kurmaya çalıştığımız demokratik barışın devlet ve toplum yapısından haktan, adaletten ve eşitlikten yana bir dönüşüm sağlaması düşünülemez. Bu itibarla süreç Cumhuriyet tarihi boyunca varlıkları yadsınan ve dışlanan tüm unsurların özgür ve eşitçe tanınması ve yeni norm sisteminde kendileri olarak yer almalarıyla gelişmek durumundadır. Tarihin bize yüklediği büyük sorumluluk, çözümün de çözümsüzlüğün de salt bizim toplumlarımızla ilgili olmayıp, tüm bölgeyi hatta dünyayı etkileyen bir muhtevası olmasıdır.
"Bütün bu belirlemelerin ışığında zaman zaman aksamalar ve kırılmalarla yürütülen diyalog süreci resmi, ciddi ve sorumlu bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Süreçte gelinen aşamaya ilişkin Öcalan'ın temel belirlemesi de şudur: 'Bu 30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK'yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum. Bu davet silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır'."
İmralı Canisi böyle derken, PKK’nın TBMM’ndeki ayağı, HDP’nin eş Başkanı Çözüm Sürecinin geldiği bu noktada şunu söylüyor: “Hükümet zerre kadar umut vermiyor. Biz AKP’ye güvenmiyoruz. Bu kısmı çıldırtıyormuş onları. Güvenmiyoruz, güvenmiyoruz. Anlamıyor musunuz, güvenmiyoruz.”
Diğer yandan PKK’nın Kandil ayağı ve PKK’nın Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan gelinen aşamada Abdullah Öcalan’ın mahkûm durumuna dikkat çekerek, “Tüm dünyada bu tür sorunlar için şöyle bir çözüm gelişiyor. Önce çözüm, daha sonra silah bırakılıyor. Bu aşamaya gelmeden önce ateşkesin ve eylemsizliğin oluşturulması gerekiyor. Zaten belgede de bu gösteriliyor. Bugüne kadar biz adım attık, fakat hükümet sorumluluklarını yerine getirmedi. Önder Apo şimdi de tarihi bir adım atıyor. Eğer AKP, 2013 yılı gibi yaklaşırsa ve atılan adımları cevapsız bırakırsa, büyük bir yanlışlık yapmış olacaktır. Silahların bıraktırılması beyanına karşılık AKP'nin adım atması gerekir." diyor ve şöyle devam ediyor.“Önder Apo’nun kendisini gerillaya anlatması gerekiyor, partiye anlatması gerekiyor, halka anlatması gerekiyor. Kendisini anlatamadan nasıl o insanları etkileyip bazı şeylere yönlendirebilsin. Gerçekten Önder Apo durumu nasıl değerlendiriyor, biz bilmiyoruz. Birkaç kavram belirtildi, onun ötesinde ne düşünüyor bilmiyoruz. Ama bilmemiz gerekiyor. Örgüt ile ilişkisi olmalı, konuşulabilmeli.” yani “APO serbest kalmalı, hem Kandil ve hem de TBMM’ndeki adamlarıyla görüşebilmeli ve siyaset yapmalı” diyor ve şöyle bağlıyor.”Bu paketin bir kere geri çekilmesi gerekiyor. Karakol yapımlarının durdurulması, çeteciliğin, köy koruculuğunun geliştirilmemesi, askeri yollar ve askeri amaçlı barajların yapılmaması gerekiyor. Operasyonları ve keşiflerin durdurulması gerekiyor. Müzakere kabul edilmeden, müzakere için öngördüğümüz 10 madde kabul edilmeden böyle bir kongreyi toplamamızı bizden kimse beklememelidir.” dedikten sonraPKK kongresinin toplanıp karar alabilmesi için hükümetin atması gereken adımlar olduğunu söyleyerek. silahların ancak Öcalan’ın bizzat katılacağı bir kongrede karara bağlanabileceğini söyledi. Yani PKK bu kararı Öcalan serbest kalmadan açıklamayacak.
Bu açıklamalar Hükümetin “silah bırakılacak, barış gelecek” diye umut pompalamasını boşa çıkarmıyor mu? Hükümet kamu güvenliği ve Silah bırakılmasını şart koşarken PKK’da silah bırakma değil, şimdilik eylemsizliği kabul etmiş görünmüyor mu? Hatta Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi “tahkim edilmiş çatışmasızlık” cümlesiyle “biz her türlü tedbirimizi aldık.Tahkimatımızı yaptık, mevzilerimizi kazdık. Şehirlere yerleştik. Sizden taviz ve müjde bekliyoruz. Verirseniz çatışmayız. Yoksa her an saldırıya hazırız.” tehdidinde bulunmuyor mu?
Terör örgütü unsurlarının tüm bu ifadeleriyle PKK’nın silahlı gücünün korunması ve bunun Türkiye tarafından kabullenilmesi ifade ediliyor. Buna göre PKK silahlı mevcudiyetini koruyacak. Üstelik terör örgütü dört açıdan dolayı silah bırakmasının mümkün olmayacağını, silahları bırakmayacağını öne sürecektir. PKK hem Türkiye’de, hem İran’da, hem Suriye’de ve hem de Kuzey Irak’ta faaliyet sürdürmektedir. Hedefi “Büyük Kürdistan”ı kurmaktır. “Büyük Kürdistan”ı kurarken Kuzey Irak’taki Barzani Kuvvetleriyle de birlik olmaktan da uzak değillerdir. O nedenle terör örgütü Kürdistan’ın savunma gücüdür. Bu ülkelerdeki çarpışmalardan dolayı da gerilla gücünü aktif halde tutmaya devam edeceklerdir.
Ayrıca, silah bırakmak istese bile bu terör konusunun bir de uluslararası tarafı vardır. PKK yıllardır birçok devletler tarafından paravan örgüt olarak kullanılmaktadır. PKK üzerindeki ulusal ve uluslararası vesayet güçleri, başka bir deyimle PKK’nın bağımlı olduğu ulusal ve uluslararası silah ve uyşturcu ticareti yapan büyük güçlerin izni olmadan silahı bırakmasını beklemek için biraz saf ve ahmak olmak gerekir.
AKP Hükümetinin, hatta şimdiye kadar ki tüm hükümetlerin zamanında da PKK şiddet yoluyla taleplerde bulunmuş, bulunduğu talepler hep Hükümetlerce karşılanmış ama PKK terör örgütü nihayetinde bir adım dahi geri atmamış, şiddetten, öldürmekten ve katliamlardan vaz geçmemiştir.Terör örgütü için kan akıtmak, adam öldürmek ve terör estirmek ve korku salmak olmazsa olmazlardandır. Çünkü terör şiddet, korku ve kandan beslenir. Şiddetin, korkunun ve kan dökülmesinin bitttiği yerde terör örgütü militanları ve liderleri bir hiçtir. Silahı bıraktıkları zaman örgütün yaptırım gücü büyük ölçüde ortadan kalkacak ve önemi ve gücü azalacaktır. Gariban Memo’nun istek ve taleplerini kim dikkate alır ki!
Bu nedenle, aradan geçen bunca zamana ve gelinen bu noktaya rağmen ben Hükümetin yürüttüğü, başı sonu belli olmayan, sınırları ve tavizleri çizilmeyen böyle bir girişimin başarıya ulaşacağını sanmıyorum. Hükümet zaman kazanmakta, bu havayı seçimleri etkilemek için kullanmaktadır.
Bu girişim başarıya ulaşsa da ulaşmasa da sonu hüsrandır. Eğer terör örgütünün istekleri gerçekleşir, Hükümet bu tavizleri verirse bu işin sonu bölünmedir. Çatışmadır. Eğer Hükümet bu girişimi siyaset aracı olarak kullanıp, hem halkı, hem terör örgütünü kandırıyorsa sonu yine hüsran ve çatışmadır. Çünkü terör örgütü S.Süreyya önderin dediği gibi tahkimatını yapmış, şehirlere yerleşmiştir. Bundan sonra çıkabilecek çatışmalar şehrin göbeğinde yaşanacaktır. Bu da Türk Devleti’nin halkıyla çatışıyor görüntüsünü verip, dünyaca kınanmasını, ayrılıkçı hareketin haklılığına vesile olacaktır. İşini zorlaştıracak ve haksız duruma düşürecektir.