Cansız hoca
Mustafa Cansız ismi, eğer Trabzonlu değilseniz size pek bir şey ifade etmeyecektir. Trabzon’da bir efsane gibi anlatılan, dini sorulara nükteyle, küfürle cevap vermesiyle meşhur Of´lu Mustafa Cansız Hoca, 1990’larda ses kayıtları ortaya çıkan ama varlığı kanıtlanamayan Oflu Hoca’nın aksine gerçek. Karadeniz fıkralarını çağrıştıran dini yorumları da. Mustafa Cansız, 1895-1975 yılları arasında yaşadı. Arapça, Farsça, Çağatayca, Rumca bilgisi, koyu CHP’li olması, akademisyenlere taş çıkarır kültürüyle her yönden farklı bir din adamı.
Trabzon Diyanet müfettişi Mustafa Cansız Hoca´yı Karadeniz´de tanımayan yok gibiydi ama Türkiye onun adın,ı öğrencisi ilahiyat profesörü Türkiye’de adını tanımayanın yok gibi olduğu Prof. Yaşar Nuri Öztürk ile tanıdı. Ünlü ilahiyatçı Öztürk, kendisini ´Ulan kursi (tespih püskülü) diyerek ömrünün son deminde rahlesine oturtan Cansız Hoca için “Cansız hoca benim hayatımın en büyük devrimidir” diyordu. Prof. Dr. Öztürk’e göre Cansız müstesna bir şahsiyet: “Sadece ilim ve irfan birikimiyle değil, büyük zekası, hayranlık veren esprileri, hálá yararlandığımız öngörüleri ve engin insan sevgisiyle müstesnaydı. İslam adına sergilenen saptırma, uydurma ve yanlışların altını çizer, bunları yaparken övülecek olanı cömertçe över, sövülecek olana müstahak olduğu şekilde söverdi. Bana Kursi derdi ve hep şunu tembihlerdi: Kursi, oğlum layık olandan layık olduğunu, müstahak olandan da müstahak olduğunu esirgemek namussuzluk ve dinsizliktir. Bunu sakın unutma.“
Bu sıradışı, İslam dinini alışıldık kalıpların dışında, Kur´an esaslı olarak yaşamayı savunan bu bilim adamının, din aliminin ölümünden yıllar sonra hayatı, yaşadıkları ve nükteleri Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim görevlisi Mehmet Günaydın tarafından kaleme alındı ve ´Cansız Hoca´ adıyla Heyemola Yayınlarından kitaplaştırıldı.
Siyaseten CHP´li olduğunu gizlemeyen ve İl Genel Meclis üyeliği de yapan Cansız Hoca´nın kitabını okurken yer yer gülmekten yerlere yatmamak mümkün değil. Her din aliminin olduğu gibi Cansız Hoca´nın da dini görüşleri son derece yorumlanmaya ve yargılanmaya açık da olsa bu topraklarda böyle bir rengin yaşadığını görmek açısından kitap bize göre oldukça önemli. Ancak Hocanın pervasızlığının ve ağzının bol küfür yaptığının unutulmaması da gerekiyor…
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK HOCASINI ANLATIYOR
Kitabın sunuş yazısını kaleme alan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, hocası hakkında şunları dile getiriyor:
“Kültür, bilgi, irfan ve şuur mirasımın en önemli mimarı olan Cansız Hoca (ben ona hep Üstadım derdim) İslam dünyasında bugün emsali yok denecek kadar az bulunan öyle bir dehadır ki, bakış açıları, bugün ekolleştiği kabul edilen düşüncelerimin hâlâ önünde gitmekte ve benim aracılığımla milyonlarca insana ufuk açmaya devam etmektedir.
Sadece ilim ve irfan birikimiyle değil, büyük zekası, hayranlık veren esprileri, hâlâ yararlandığımız öngörüleri ve engin insan sevgisiyle de müstesna bir şahsiyet olan Mustafa Cansızoğlu üstadıma ben 1960 yılında bağlandım ve doğup büyüdüğüm şehir olan Trabzon´dan ayrıldığım 1969 yılına kadar huzurunda aralıksız ders okudum. Aralıklı yararlanma zamanım ise 1969´dan öldüğü yıla kadar sürdü.
Türkçe yanında Arapça, Farsça, Rumca ve Azeri dillerini edebiyatlarıyla bilen ve mükemmel okuyup yazan bu ender bilgi ve düşünce öncüsüyle beraberliğim, denebilir ki, uyuduğu saatler dışında kesiksiz yürümüştür. Nargile içtiği, tavla oynadığı saatler bile bu hoca-öğrenci ilişkisini kesintiye uğratmamıştır. Tam aksine, bende iz bırakmış, yol açmış, boyut yükseltmiş en önemli bilgi aktarımlarını bazen saatler süren nargile fasıllarında gerçekleştirmiştir.
Bu aralıksız beraberlik Cansız Hoca´nın bana ´Kursi´ adını vermesiyle ve öldüğü güne kadar beni Kursi diye çağırmasına yol açtı. Kursi, Rumca’da tespihin püskülüne denir. Büyük üstadım kendisini tespihe beni de tespihten hiç ayrılmayan kursiye benzetmiştir. Birçok gün gözleri yaş dolarak şunu söylediğine tanık olma bahtiyarlığını yaşadım: ´Ulan Kursi, sana baktıkça bir yandan Allah´a şükrediyorum, bir yandan da vahlanıyorum. Şükrediyorum; çünkü vicdanım emin bulunuyor ki, benim hasretimi hedefine sen vardıracaksın; Müslüman halkımızı uyandıracak, yalan ve bühtanlara karşı teçhiz edeceksin. Vahlanıyorum; çünkü seni uzun yıllar önce tanıyıp sahip olduğum bütün müktebebatı sana veremedim. Bilgi tomarımı dürüp kenara koyacağım bir sırada karşıma çıktın.”
————————
Hoca çok enteresan biriydi. Öncelikle istismara çok karşı idi. Mesela bir kişi inkılâpçılığı savunmaya kalksa o onun muhalifi olur ve karşısına geçerdi. Şekilden ibaret olan inkılâp anlayışının yanlış olduğunu hem söverek hem döverek karşısındakilere anlatırdı. Ama bir mutaassıbın karşısında da kendi imanından şüphe edecek şekilde cephe alırdı.
Dini grupların hepsine karşı idi. Ama onun yanında gruplardan birinin aleyhine konuşan ve dine lakayt davranan kimseye karşı da adeta aslan kesilirdi. O´nun böyle bir özelliği vardı. Tenkit eden kişinin tavrını ve niyetinin bozuk olduğunu anlayınca hemen onun karşısına geçer, diğer tarafı savunurdu. Dine kliklerin ve cemaatlerin bakışından bakılmasına tamamen karşı idi. Dinin esas kaynağından öğrenilmesinin gerektiğini, dini menfaatlerine kullananlara çok karşı idi. Dini politik, şöhret veya servet amaçlı kullananların da karşısında idi.
Müftüler ona saygılı davranırlardı. Onunla kimse ters düşmek istemezdi. Çünkü pervasızdı. Hoca öyle realist bir anlayışa sahip ki, onun din anlayışı Türkiye´ye ve İslâm ülkelerine hâkim olsun, İslâm dünyası silkinsin şeklindeydi.
CANSIZ HOCA´NIN HATIRALARINDAN SEÇMELER
Uzun bir süre İl Genel Meclisi üyeliği yaptı. Vali ve müdürlerle diyalogları çok iyi idi. Dairelerin birine yeni bir müdür gelmişti. İslâmiyet´le hiç alakası olmayan bir kişiydi. Hıristiyanlığın üstünlüğüne inanıyor, hatta bu dine girmeyi düşünüyordu. Arkadaşları onu Cansızla tanıştırmak istiyordu. Bir toplantıda konu açılmış ve müdür bu görüşlerini tekrar etmiş. Bunun üzerine Cansız ona, “Kuran’ı inceleyip de içinde beğenmediğin neler buldun?” diye sormuş. Müdür, ´Kuran’ı hiç okumadım´ diye cevap vermiş. Bunun üzerine Cansız, “Peki, Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan İncil´i okuyup neleri beğendin?” diye sordu. Müdür, ´İncil´i de hiç okumadığını´ söylemiş. Bu cevap üzerine Cansız Hoca valiye dönerek, “Sayın valim, bu adamdan ne Müslüman ne de Hıristiyan olur.“
———————————–
Trabzon´da genelevi Patroniçesi Gülizar ölür. İskender Paşa Camii´ne getirirler. Hemen bir dedikodu yayılır. Bu kadının cenazesi kılınmaz. Oflu bir müezzin de cenazenin kılınmasını arzu eder. Çünkü çok zengin. İşin içinde de para da var. Cemaatten de çekinir. Cansız Hoca’ya haber verir. Cansız Camiden en son çıkar. Cenaze namazını kıldırmayan hocayla aralarında şu diyalog geçer.
– Bu kadının cenaze namazını niçin kıldırmıyorsun?
– Hocam bu kadın hayatında hep fuhuş yapmış. Böyle birisinin cenaze namazı kılınmaz.
– Ulan, üstte yatan pezevenklerin cenaze namazlarını kılıyorsunuz da altta yatanlarınkini niçin kılmıyorsunuz?
Burada bir anlayış meselesi var. Erkek her türlü melaneti işler, onun cenazesi kılınır. Mevlitler okunur, yemekler yedirilir ama o kadının cenazesi kılınmaz. Ama sen gidiyorsun bu kadına. Diğer hocalar bunu söyleyemez. Çünkü cemaatten korkarlardı. Hocanın öyle bir derdi yoktu.
—————-
Devlet dairelerinde vatandaşa ´bu gün git yarın gel´ anlayışı hemen her dönemde geçerli olmuştur. Dernekpazarı 1950 öncesi Of ilçesine bağlı idi. Resmi bir işi olan yirmi kilometrelik yolu gitmesi gerekirdi. Cansız Hoca´nı köylüsü Şahmeran Güveli nüfus cüzdanı alabilmek için iki kez Of´a gitmesine rağmen yukarıda ifade ettiğimiz anlayıştan dolayı başarılı olamaz.
Durumu Cansız Hocaya aktarır. O dönemde İl Genel Meclisi üyesi ve sözü geçer konumda idi. Kâğıt-zarf ister. Zarfa koyduğu kâğıda şunları yazar:
–Vatandaşın üçüncü defa işini yapmamak bok yemektir. İmza. Mustafa Cansız
Okuma yazması olmayan Şahmeran Güveli bu mektupla birlikte Nüfus memurluğuna gider. Mektubu açıp okuyan memur hiçbir şey sormadan işlemi yapar. Böylece Şahmeran Güveli nüfus cüzdanına kavuşur.
————-
Buna benzer bir diğer olay şöyledir: Bir şahıs rüşvet vermediği için ´bu gün git yarın gel´ diye oyalanır. Durumu Cansız´a anlatırlar.
Aynı şekilde bir zarf ve kâğıt ister. Kâğıdı makasla parçalar ve zarfa koyar.
Niçin böyle yaptığı sorulunca ne yazdığın söyler: “Bu adamın rüşvet verecek kuruşu yoktur. Cüzdanını verin.”
Adam bu şekilde cüzdanını alır.
—————–
Kur´an esaslı bir din anlayışına sahip olan Cansız Hoca´nın tarikatlarla arası pek iyi olmasa da sünnet konusunda oldukça hassas olduğunu şu hatırasından görmek mümkün.
1940-50´li yıllarda pozitivist bir anlayış hâkim. Aydınlar genelde böyle. Öğretmen olan böyle bir kişi gelişi güzel olarak sahabenin önde gelen hadis ravilerinden Ebu Hureyre´nin çokça hadis rivayet etmesini doğru bulmadığını ve uydurma olduğunu dile getirir. ´Bir kişi bu kadar hadis rivayet edemez. Tahmin ediyorum bir yerlerden bir şey okumuş´ demiş. İzah etmeye çalışanların sözlerinden ikna olmamış. ´Cansız Hoca´yı kabul eder misin?´ demişler. ´Ederim.´ demiş. Cansız Hoca Meydan Parkı´nda bir ağacın altında sohbet ediyor. Gelmişler. Hafız Murat,var, Muharrem Aslantürk var.
– ´Hocam böyle diyen bir adam var. Anlattık ama tam izah edemedik. Siz ne dersiniz?´
– Kalem kâğıdınız var mı?
– Var.
Bu öğretmene maddeler halinde açıklama yapacak olan hocanın ilk maddesi şu olmuş:
– Yazın; Bir: Ebu Hureyre´ye yalancı deyenin anasını avradını…
Adam duraklamış… Cansız Hoca, “Bu kalayı safhası” demiş. Daha sonra Usul-i Hadisten anlatmaya başlamış. Toplanması, rivayeti… İlmi bir izah.
Sonra kalkmış gitmiş. Öğretmene sormuşlar: Nasıl buldun?
Cevap: Çok iyi anlattı ama çok kaba bir insan.
—————————-
Cansız Hoca´nın bulunduğu bir yerde kimlerin cennete gireceği konusu tartışılıyormuş. Mollalardan biri Cansız Hocaya:
– Hocam, Edison bütün dünyayı aydınlatan buluşu gerçekleştirdi ama yine cehenneme gidecek.
– Sen Edison´un cehenneme gideceğini nereden biliyorsun?
– O bizim Peygambere inanmadı. Onun için cennete giremez.
Bunun üzerine Cansız Hoca şu açıklamayı yapma gereğini duyar: Bakara suresinin 62. ayetinde Allah ´Şüphesiz iman edenlerle, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabilerden kimler Allah´a ve ahiret gününe inanıp salih ameller işlerlerse onların ecirleri Allah katındadır. Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir de.´ Bu ayette Allah insanlardan Allah´a ve ahiret gününe inanıp hayırlı işler yapmaları şartını getiriyor. Aynı ayet Maide suresinin 69. ayetinde tekrar edilmektedir. Sonra büyük âlimlerin ekseriyeti iman sahibi oldukları bilinen bir husustur. Ayrıca Edison´un son nefesinde nasıl gittiğini ne biliyorsun? gibi izahlarla onu ikna etmeye çalışmış.
Ancak adam ikna olmamış ve illa cehenneme gidecek diye ısrar edince, Cansız Hoca sinirlenir ve ona şu cevabı verir:
– Allah, senin gibi beş milyon eşeği cennete koyacağına bir Edison´u koysun daha kârlıdır.
———————–
Cansız Hoca’ya yerli yersiz herkes dini sorular soruyormuş.
– Hocam, yeryüzünün her tarafına Kuran sayfaları serilse ve büyük abdest ihtiyacın gelse bu ihtiyacı nerede gidereceksin?
Cansız Hoca çok sinirlenerek şu cevabı vermiş:
– İhtiyaç giderecek yer kalmadığına göre, ağzına sıçmaktan başka çare yok.
————-
Hocalar vaaz verdikleri sırada ´Kalellahu´ diye ayeti okurken Türkçesi ´Allah dedi´ anlamında olmasına rağmen saygıya binaen ´Allah buyurdu´ denir.
Cansız Hoca´nın bulunduğu bir imtihanda hocanın biri alışkanlık olacak ki ´ve kaleşşeytanu´ ayetini tercüme ederken ´şeytan buyurdu´ demiş.
Bunun üzerine Cansız Hoca açmış ağzını, yummuş gözünü:
– Şeytan buyurdu mu? Bir de celle celalühü ekle oraya eşek oğlu eşek. Şeytan bok yedi. Çık dışarı.
—————–
Cansız Hoca, vali ve üst düzey bürokratlarla bir yemeğe katılır. Hocaların çok yemek yemesiyle ilgili bir fıkra anlatılır: “Hoca ile manda bostana düşmüş. Görenler, hangisini çıkaralım demişler. Kimileri mandayı çıkarın o çok yer demiş, kimileri de yok hoca daha fazla yer onu çıkarın demiş.”
Fıkrayı dinleyen Cansız Hoca masadan kalkmış, bir kenara oturup sigarasını yakmış. Masadakilerden biri Cansız Hoca’ya, “Hocam niçin kalktınız” diye sormuş. Cansız Hoca şu cevabı vermiş: “Hoca çıktı mandalar yesin.“
—————–
İzmirli avukat dava için Trabzon’a gelmiş. Sohbet esnasında, okunan duaların ölünün ruhuna gidip gitmeyeceği tartışılmış. Avukat, okunan duaların ölülerin ruhuna gideceğine inanmıyormuş. “Seni ancak Cansız Hoca ikna edebilir” demişler. Hocanın tavla oynadığı kahveye gidilmiş. Adam sorusunu yineleyince, aralarında şu diyalog geçmiş.
– Elbette gider.
– Peki nasıl gider?
– Senin anan, hanımın, kızın var mı?
– Var.
– Nerede oturuyorlar?
– İzmir’de.,
– Senin ananı, avradını, kızını s……m
– (Adam sinirlenerek hocanın üzerine yürümüş) Ne biçim konuşuyorsun sen?
– Niye sinirleniyorsun? Duaların buradan ahirete gittiğine inanmıyorsun da, küfürlerin buradan İzmir’e gittiğine niye inanıyorsun?
———————-
Demokrat Partisi kurulduğu zaman Cansız Hocaya, Halk Partisi ile Demokrat Parti arasında ne fark var diye bir soru yöneltmişler. O da şu cevabı vermiş:
–Hayvan dışkısının üzerinden manda arabasının tekeri geçti. Yarısı bir tarafa, öbür yarısı da öbür tarafa kaldı. Aradaki fark budur.
————–
1960 İhtilalinden sonra Milli Birlik Komitesi üyelerinden bazıları Trabzon´a gelmiş. Cansız Hoca´yı, İmam-ı Azam´ın Türk olup olmadığını sormak için çağırmışlar. Hoca gitmeden önce şöyle demiş: “İmam-ı Azam işi kolay da Allah´ın Türk olup olmadığını sorarlarsa ne cevap vereceğim”
————–
Ahmet Gürsoy´a göre Cansız Hoca´nın tarikatlara bakışı
“Tarikatlara karşı olduğu doğrudur. Ancak tasavvuf şiirlerini ezbere bilirdi. Türk edebiyatının; Halk edebiyatı, Tekke edebiyatı ve Divan edebiyatından akarak oluştuğunu ve bunların büyük değerler olduğunu ifade ederdi. Ayrıca Tarikatların 18. yüzyıldan itibaren yozlaştığını ve şeyhlerin araya konularak dine en büyük kötülüğü yaptıklarını söylerdi. Bazıları ´hatemü´l enbiya mı büyük, yoksa hatemü´l evliya mı büyük´ sözünü söyleyerek tartışanlara çok kızar ve ağır hakaret ederdi.”
————
Sait Aydemirin Cansız Hoca ile ilgili hatırası
Kendilerinden dinledim. Gençlik yıllarıydı. Köylerinden tarikata giren bir genç, ´biz vecde geliyoruz. Tecelliler oluyor. Allah´ı bile görüyoruz. İstersen sana da göstereyim.´ Cansız, “göster bakalım” der. Birlikte giderler. Karanlık yerde olacak ya Cansız´ı ahıra götürmek ister. Bunun üzerine Cansız çok kızar ve “ulan eşek oğlu eşek Allah´ı ahırda mı arıyorsun” diyerek basmış dayağı. Aslında Hoca işi biliyor ama sonucu merak ediyordu.
——————-
6 Eylül 1950 tarihinde kaleme aldığı ve Diyanet İşleri Başkanlığına gönderdiği rapordan
“Üzerinde hassasiyetle durulması gereken tarikatçılıkta son zamanlarda görülen durgunluk, bölgemiz hesabına tarikatçılıktan bir dönüş kabul edilemez. Buna fırsatta ilerlemek için bir gerileyiş demek daha doğru olur sanırım.
Zaman zaman din, tasavvuf kisvesi altında belli olmayan maksatlarla neşredilen kitaplar, mecmualar çoğalmış bulunuyor. Bu kitaplardan birisi de yanılmıyorsam tarikatlara hizmet maksadı ile Ömer Rıza Doğrul´un Tasavvuf tarihidir. Bu eser hakkında güzel niyetlerinden emin olduğum bir iki arkadaş vaiz tarafından da aciz düşüncem sorulmuştu. Düşündüğümü söyledikten sonra kendilerine, bağlı bulunduğumuz Diyanet İşleri Başkanlığının tasdiklerini, hususi ile Başkanımızın takrizlerini görmediğimiz (yeni çıktı) dinî, tasavvufî eserleri şüphe ile telakki etmeniz gerekli olduğunu söyledim. Sözlerime Diyanet İşleri Başkanlığının ve sayın Başkanın dinî neşriyatı size de. Öğütlerinizi dinleyenlere de üstün bir yeterlilik taşıdığını eklemiş bulunuyordum. Fakat bu yeni çıktıların bir listesi ile mahiyetlerinin teşkilat mensuplarına bildirilmesinin faydalı olacağını sanmaktayım.“
Cansız Hoca´nın cümlelerinden anladığımız kadarıyla tarikatlara karşı bir tavrının olduğu anlaşılmaktadır. Çok partili hayata geçişle birlikte gerek dinî neşriyatta ve gerekse dinî oluşumlarda bir serbestliğin yaşanması söz konusu olmakla birlikte kendileri, bu durumu sağlıklı görmemekte ve ihtiyatla karşılamaktadır. Özellikle tasavvuf içerikli çıkan yayınların şüphe ile karşılanması, çıkan bu kitaplarla ilgili Başkanlığın inceleme yapıp teşkilatı bilgilendirmesi gerektiğini vurgulamakta ve dini öğütlerde Diyanet İşleri Başkanlığının yayınlarının kaynak olarak kullanılmasını yeterli görmektedir.
——————————
Rıza Selim Başoğlu´nun anısı ve düşünceleri
Cansız Hoca kendi dönemindeki hocaları adam yerine koymuyordu ki. Gezici vaiz olduğu dönemlerde otobüsle Samsun´a gidiyordu. Saçlar uzun. Başında fötr şapka. Yanında veya arka koltukta birisi Arapça bir metin açmış onu okuyor. O, Cansız´ı tanımıyor. Cansız sormuş: “Elindeki kitap nedir? Ne okuyorsun?” Adam bakmış ki uzun saçlı, fötr şapkalı bir adam, ´sen anlamazsın demiş.´ “Anladım ama sen anlat bana ne var orada?” Kıyafetine bakmış ya herhalde gâvur zannetmiş. Çünkü şekilcilik var ya. “Merak ettim biraz oku bana.” Adam okumaya başlamış ama bir cümlede kırk tane irap hatası yapmış. Hoca, ver şu kitabı demiş ve başlamış okumaya. “Bak kitap böyle okunur. Senin ağzına, sakalına, ...”
Hoca, hoca geçinen insanlara hakaret ediyordu. Daha sonra görev icabı karşılaştığım tablolardan dolayı anladım ki Cansız Hoca haklıymış. Çünkü bu tür insanların sosyal hayatlarına din hiç girmemiş. Dini sadece namaz ve oruçtan ibaret sayıyorlar. Cansız bu tür hocalara asabileşiyordu. Onlara olan düşmanlığından değil. Belki maksadı aşan ifadeler kullanıyor ama hiçbir zaman niyeti kötü değil ve hiçbir zaman zannedildiği gibi dine saygısız ve kayıtsız bir insan değildi.
Bana göre tahkiki olarak Allah´ı bulan bir insandı. Ben onu böyle tanıyorum.
Biz Cansız Hoca´yı İmam-Hatipte olduğumuz yıllarda dinliyorduk. Ama o yaşlarda onu anlayabilecek seviyede değildik. O dönemlerde biraz ibare okumuş ve vaiz olarak camilerde kürsüye çıkan hocaların Hoca ile ilgili olarak ´itikadının çok zayıf olduğu, dininin zayıf olduğu ve adeta inançsız biri olduğu´ propagandasını yapıyorlardı. Bizler, onunla ilgili olarak hep bu sözleri duyarak yetiştik. Bunun takdirini yapabilecek durumda da değildik. Acaba Hoca için niçin böyle söylüyorlar? Bunu söylemelerinin tabi çok sebepleri var. Bir kere şunu söylemek lazım ki Hoca çok liberal bir kişiydi. Kıyafetiyle, hareket tarzıyla hocalardan çok farklıydı.
Geleneğin çok dışında yaşayan bir kişiydi. Mesela oturur tavla oynar. Tavla oynuyor ya, zındık oldu. O tavla, hocalara göre onun küfrünü gerektirecek bir durum olarak görülmektedir. Çünkü o dönemlerde hocalar, tavlanın zarına bile tutmanın insanın hınzır kanına bulaşacağı konusunda hadisler söylerlerdi. Yani tavla oynamak dinsizlikti. Hoca olarak o bu tür hadislerin,tahlilini yapacak bilgiye sahipti.´
————————–