Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan
4. Bölüm Batıda PKK Algısı
PKK, çeşitli kılıklar ve söylemler değiştirerek Batı'nın gözüne girmeye çalışırken elbette Batı'da PKK'ya yönelik bir algı gelişmesi de gecikmemiştir. Yıllardır komünizme karşı amansız bir mücadele veren, bunun için Sovyetler Birliği ile sonuçları çok büyük olan bir soğuk savaşın içine bile giren, Vietnam'da, Kore'de savaşan ABD ve onu destekleyen Batılı güçler, komünist terörist kimliği nedeniyle PKK'yı terör örgütleri listesine dahil etmişlerdi. Gerçi elbette, PKK'nın yıllar boyunca Avrupa devletlerinin bir kısmı tarafından desteklendiği, o ülkelerde örgütlendiği bilinen bir gerçektir. Örgütün, yıllar süren mücadeleye rağmen tamamen ortadan kaldırılamamasının en önemli sebeplerinden bir tanesi kuşkusuz aldığı dış destek olmuştur. PKK bu nedenle, yurt içinde gerçekleştiremediği bir kısım faaliyetleri yurt dışında rahatlıkla gerçekleştirebilecek ortam bulabilmiştir. Örneğin çeşitli televizyon ve radyo kanalları vasıtasıyla örgütün propagandası kolaylıkla yapılabilmiş, örgüt yöneticilerinin yazıları çeşitli dergilerde yer almış, paravan şirketler vasıtasıyla örgütün finans kaynakları oluşturulabilmiştir. Yurt dışındaki Marksist parti, dernek ve kurumların bu konuda çabaları ciddi boyutlardadır.
Fakat yine de, özellikle ABD ve diğer komünizm karşıtı ülkeler, kağıt üzerinde de olsa PKK'nın Marksist kimliğine büyük ölçüde karşı koymuşlardır. Önceki satırlarda da belirttiğimiz gibi Batı ülkelerinin bu karşıtlığı zaman içinde PKK'nın işine gelmemiş, PKK içinde söylem ve görünüm değişikliği bundan sonra kendisini göstermiştir. Gerçekten de, büyük ölçüde ABD'nin gözüne girme hedefi taşıyan emperyalizm maskesi, PKK'nın tıkanan yollarını büyük ölçüde açmıştır. Şu anda ABD'li ve Avrupalı yazarların arasından "PKK'yı terör listesinden çıkarmayı" önerecek kadar pervasız kimselerin çıkması boşuna değildir. Burada sorulması gereken soru ise şudur: ABD, gerçekten bu maskeye inanmış mıdır?
ABD yönetimi ve derin devleti içinde bu maskeye inananlar olabileceği gibi gerçekte bu maske pek çoklarının işine gelmiştir. Öyle ki, PKK'nın kimlik değişiminde dahi söz konusu derin devletin rolü olması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla özellikle Batı'nın PKK'ya bakış açısını iki yönden değerlendirmek gerekmektedir: 1. PKK'yı kullanmak isteyenler 2. PKK'nın tuzağına düşenler
4-Bölüm: Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan
1. PKK'yı Kullanmak İsteyenler
PKK'nın hedefi, Komünist Kürdistan ve ardından komünist dünya devleti hedefine ulaşmaktır. PKK, bu hedefi gerçekleştirmek için güçlü bir müttefike ihtiyaç duyduğundan ABD'nin himayesine sığınmıştır. ABD'ye karşı sadece rol yapmakta, komünist kimliğini gizleyerek komünist hakimiyete doğru adım adım ilerlemektedir.
ABD ise, nasıl bir bela inşa etmekte olduğunun farkında dahi değildir.
Batı derin devletlerinin bir kısım şahin kanadı, Ortadoğu'daki tüm aktörlerden, onların gelişim stratejileri ve hedeflerinden haberdardırlar. Kitabın başında anlattığımız özellikle Evanjelik yeni muhafazakar kanadın belli bir kesimini oluşturan bu kişiler, kuşkusuz ki PKK'nın Marksist özünden hiçbir şekilde kopmadığını, örgütün hedefinin dört ülke üzerinde oluşturacakları bir Komünist Kürdistan ile komünist dünya devletine ulaşmak olduğunu, bu hedef dahilinde ABD'ye yönelik sadece rol yapıldığını ve asıl amacın bütün komünist ülke ve örgütlerle bir araya gelip emperyalizmi yok etme düşüncesi olduğunu bilmektedirler. Bu gerçeğe rağmen, Amerika destekçisi, demokratik bir Kürdistan oluşturmak için PKK'yı kullanmaktadırlar. Çünkü onlar için, Amerika yanlısı bir demokratik Kürdistan'ın kağıt üzerinde oluşmasından hemen sonra ilk harcanacak örgüt PKK olacaktır. Söz konusu kesim, PKK'ya verdikleri yardım ve desteğin kesilmesi ve yönetimin doğrudan ABD'nin eline geçmesinin ardından bölgede PKK'nın hiçbir şekilde hakimiyeti kalmayacağına inanmakta ve örgütü kolayca saf dışı edebileceklerini düşünmektedirler.
Bu noktada, söz konusu Neocon kesimin çok büyük sonuçlara mal olacak bir yanılgısı vardır. Yanılgı, komünizm tehdidinin boyutlarını fark edememekten kaynaklanmaktadır. Şu bir gerçektir ki, PKK, Amerika'nın desteğini alıp bölgede kendi planlarına uygun bir Komünist Kürdistan kurduktan sonra, yıllar boyunca alttan alta bağlantıda olduğu komünist örgüt ve ülkelerin de desteği ile güçlü bir bölge hakimiyetine geçiş yapacaktır. Bunun için Avrupa komünist örgüt ve partilerinden de destek alacak, yaygınlaşma politikasını ciddi şekilde artırabilecektir. Komünizm, ideolojik bir sistem olduğu için ideolojik altyapı ve destekçilerini daima bulacaktır. İşte bu altyapı vesilesi ile, ABD'ye karşı komünist bir birlik olarak ortaya çıkmaları mümkün olabilecektir. ABD, hedefine ulaşmak için PKK'yı kullanma peşinde iken, aslında PKK ABD'yi kullanmış olacaktır. İşte o zaman ABD'nin söz konusu kesimi, karşı olduklarını iddia ettikleri komünizmi kendi elleriyle beslemiş ve dünyaya hakim olmaya hazırlanan bir komünist ülkeyi kendi elleriyle inşa etmiş olacaklardır.
2. PKK'nın Tuzağına Düşenler
Batı'da, demokratik bir Kürdistan oluşturmanın en kolay yolunun PKK'ya destek vermek olduğunu zanneden ve daha da vahimi PKK'yı bir Kürt etnik hareketi olarak tanımlayan, PKK'nın ciddi şekilde tuzağına düşmüş bir kesim olduğu da bir gerçektir. Bu propaganda, daha çok PKK'nın bir parçası olan Suriye'deki PYD üzerinden yapılmaktadır. Çünkü PYD, PKK gibi çeşitli ülkelerin terör listelerinde değildir ve PYD üzerinden yapılan spekülasyonlar bu nedenle kolaylaşmıştır. Bu konu ilerleyen satırlarda daha detaylı incelenecektir. Şimdi, Batı'nın, PKK'nın gerçek yüzünü gerek bilerek gerekse bilmeyerek verdiği desteğin boyutlarını inceleyelim.
Batı'nın Kobani Hassasiyeti
Batı'nın Kobani hasassiyeti oldukça dikkat çekici olmuştur. Koalisyon sadece bu bölgeye yoğunlaşırken, Batı ülkeleri içinde de güçlü bir propaganda yaygınlaştırılmıştır. Bunun tek sebebi, Batı'nın asıl hassasiyet alanının Ortadoğu'dan çok Kürt bölgesi oluşudur.
Kürdistan planlarının somut anlamda başlangıç noktası olan I. Dünya Savaşı sonrasından günümüze geldiğimizde, elbette artık NATO, BM gibi uluslararası ittifaklar nedeniyle Ortadoğu'daki planlar geçmişteki kadar aleni dile getirilmemektedir. Sykes-Picot gibi gizli anlaşmalar veya Sevr gibi ürkütücü mutabakatlar belki günümüzde yoktur; fakat uygulanmak istenen plan aynıdır.
Söz konusu plan dahilinde, mevcut Kürt bölgelerine olan Batı hassasiyetini aslında yakın zamanda tüm çıplaklığıyla bir kez daha görmek mümkün olmuştur. 2011'de başlayan Arap Baharı protestolarının özellikle Suriye'yi derinden vurup yıkıma götürdüğünü biliyoruz. Temelde beş ayrı bölüme ayrılmış olan ve hala parçalanmakta olan Suriye toprakları üzerinde güçlenen IŞİD (Irak Şam İslam Devleti veya yeni adıyla İslam Devleti), hem Irak hem de Suriye'de temel stratejik bölgeleri tümüyle ele geçirdi. İlginçtir ki IŞİD, Suriye'de Rakka, Deyr ez Zor gibi hem petrol hem de sınır açısından stratejik bölgeleri ele geçirirken; Irak'ta Felluce, Ramadi, Tikrit ve Musul'u tümüyle işgal edip Türkmen bölgeleri Tuzhurmatu ve Beylice'yi hakimiyeti altına almışken; Anbar vilayetinde ilerlemesini sürdürüp, başkent Bağdat'a oldukça yaklaşmışken sesini çıkarmayan Batı, IŞİD'in mevcut planlarını değiştirip Kürt bölgelerini hedeflemeye başlamasıyla birlikte hemen harekete geçmiştir. Ortadoğu'daki neredeyse tüm işgallere ciddi anlamda kayıtsız kalan Batı, Irak'ta Kürt bölgesine yönelik bir atak sezildiğinde, hiç tereddüt etmeden bu bölgelerin korunması için bir koalisyon gücü hazırlamıştır.
İkinci ve asıl hareketlenme ise IŞİD'in Suriye'deki Kürt kantonu Kobani'ye yönelik saldırısında gerçekleşmiştir.
Suriye ve Irak'ın büyük şehirleri işgal edilmişken tepki vermeyen Batı, YPG idaresindeki küçük bir kasaba olan Kobani işgalinde, gerek koalisyon güçleri gerek basınıyla hemen harekete geçmiştir. Kobani halkı elbette korunmalıdır ve Türkiye bu görevi tek başına üstlenmiştir. Ayrıca koalisyon güçlerinin saldırıları hiçbir yerde tasvip edeceğimiz bir şey değildir. Burada eleştiri noktamız Batı'nın hassasiyet alanlarıdır. Hatırlanacağı gibi IŞİD, Kobani kantonunda, sivillerin geçişine izin verdikten sonra, o bölgenin kontrolünü elinde bulunduran PYD'ye yönelik bir gerilla operasyonu başlatmıştı. Koalisyon güçleri tereddütsüz ve oldukça seri bir biçimde PYD'nin (PKK terör örgütünün Suriye kolu) yanında yer aldı ve işgal altındaki bölgeleri bombalamaya ve PYD'nin silahlı gücü olan YPG'ye silah yardımı yapmaya başladı. Bu arada bütün Batı basını ağız birliği etmişçesine Kobani'yi gündem yapmakta, dünyada görülmemiş bir felaket yaşandığı izlenimi vermekte, ana akım TV kanalları neredeyse sadece bu konuyu dile getirmekteydi. Sosyal medyada, benzerine az rastlanır bir Kobani'ye destek kampanyası başlatıldı. Sanki IŞİD'in ele geçirdiği topraklar sadece bu küçük kasabadan ibaretmiş gibi olağanüstü bir uluslararası ayaklanma başlatıldı. Oysa bütün bunlar olurken "İslami bir devlet" kurduklarını açıklayan IŞİD, Irak ve Suriye'nin kilit şehirlerinde kendi düzenini kurmuş, kendi ordusunu oluşturmuş, kendi eğitim sistemini müfredata almış, kendi kanunlarını devreye sokmuş ve kendi yargı sistemini kurmuştu. Fakat kimse bu bölgelerden bahsetmiyordu bile.
Kobani işgali sırasında Türkiye'ye yönelik eleştiriler son derece samimiyetsizdir. İşgalden sonra duyarlılık gösteren tek ülke Türkiye olmuş, tek bir gün içinde iki yüz binden fazla Kürt kardeşimizi konuk etmiştir. Bu kardeşlerimizin büyük çoğunluğu hala özel inşa edilen kamplarda Türk hükümetinin himayesi altındadırlar.
Elbette, kasaba veya şehir, köy veya ülke olsun hiçbir bölgede hiç kimsenin mağdur olmasını istemeyiz. Kobani'deki halk bizim halkımızdır. Nitekim Kobani işgalinin hemen sonrasında insani anlamda duyarlılık gösteren tek ülke Türkiye olmuştur. 200 bine yakın Kobanili Kürt bir gecede mülteci olarak ülkemize kabul edilmiştir. Dolayısıyla Kobani halkı koruma altına zaten alınmıştır.
Şunu da ayrıca belirtmek gerekir ki, bizlerin, IŞİD'e karşı bir askeri eylem için oluşturulmuş koalisyon güçlerinin de taraftarı olmamız mümkün değildir. Söz konusu koalisyonun IŞİD'i etkisizleştirmek için Musul, Rakka veya başka bir bölgeye yönelik askeri eylem içinde olmasını desteklemediğimiz gibi, Kobani'ye yönelik saldırıları da desteklememiz imkansızdır. Bölgeye çözüm ve barış silahla değil ancak akılcı bir ilmi yaklaşımla olabilir. Unutulmamalıdır ki tarih boyunca barış hiçbir zaman savaşla gelmemiş, silah hiçbir zaman çözüm getirmemiştir; getirmesi de mümkün değildir.
Burada dikkat çekmek istediğimiz Batı'nın hassasiyet alanlarıdır. Koalisyon güçlerinin sadece Kürt bölgeleri konusunda hiç vakit kaybetmeksizin harekete geçmeleri, Batı için en hayati noktaların bu bölgeler olduğunu bir kez daha teyit etmektedir. Suriye ve Irak topraklarının karışıklığa uğraması, parçalanıp bölünmesi pek de fazla ciddiye alınmamıştır. Çünkü plana göre, Ortadoğu'nun zaten çeşitli faktörlerle bu hale gelmesi, hatta İncil'e göre defalarca yıkılıp tekrar tekrar inşa edilmesi gerekmektedir. Burada söz konusu kesimlerin hatası, İncil'de geçen ve kader dahilinde zaten gerçekleşecek, hatta pek çoğu gerçekleşmiş olan bu ahir zaman alametlerini kendi elleriyle oluşturmaya çalışmalarıdır. Nitekim koalisyon güçlerinin, Kobani'deki IŞİD işgaline tereddütsüz ve anında müdahale ederken, 4. yılını neredeyse bitiren ve adeta bir trajediye dönüşen Suriye iç savaşına hiç ses çıkarmamaları bundandır.
Batı'ya göre, istikrar gösterip kendi başına bağımsızlık alması ve güçlenmesi beklenen Kürt bölgeleri, beklenmedik IŞİD saldırısı sonucunda ciddi yara almıştır. Elbette Kürt bölgelerinin böyle bir duruma düşmesi istediğimiz bir şey değildir. Burada bu konunun özellikle belirtilmesinin nedeni, 100 yıldır geliştirilen ve uygulamada olan planın, beklenmedik bir şekilde sekteye uğramasıdır. Özellikle bir kısım Neoconların bu konuda duydukları panik, bu anlamda değerlendirilmelidir.
Tüm Ortadoğu kan ağlarken, Batı'nın beklenmedik bir yoğunlukta Kobani propagandası yapmasının hatta solda görülen afişlerdeki gibi "Dünya Kobani Günü" ilan edilmesinin tek sebebi, bu kasabanın, Batı'nın hayalini kurduğu Büyük Kürdistan sınırları içinde olmasıdır.
Bu arada IŞİD'in gerçekte, İslami kaynaklara bakıldığında "beklenen" bir ahir zaman alameti olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Ahir zamanda Hz. Mehdi (as)'ın çıkışı için gerçekleşecek olan "doğum sancılarından" bir tanesi de budur. Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru öncesi, dünyaya felaket üzerine felaket yağacak, zorluklar peş peşe gelecek, insanlar maddi ve manevi korkunç bir çöküşe sürükleneceklerdir. İşte bu alametlerin belki de en dikkat çekenlerinden biri olan IŞİD, tüm detayları ile hadislerde tarif edilmiştir. Bu tarife göre, Ortadoğu'da "yenilemeyecek" bir güç olarak ortaya çıkacak ve ancak ve ancak Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru sonrası ona tabi olarak, Hz. Mehdi (as)'ın sözü ile şiddete son verecektir.
Peygamberimiz (sav), Bugün Irak'ta Yaşanan Olayları ve IŞİD'i 1400 Yıl Önce Haber Vermiştir
1. DOĞU TARAFINDAN SİYAH BAYRAKLILAR ÇIKACAK
Horasan'da (DOĞU'DA) SİYAH BAYRAKLAR ZUHUR ETTİĞİNDE... (Gaybet-i Numani, sf. 228)
2. YİNE DOĞU'DAN BU KEZ DAHA KÜÇÜK SİYAH BAYRAKLI BİR GRUP ÇIKACAK
... Onlar bir süre devam ettikten sonra, YİNE DOĞU'DAN BU KEZ KÜÇÜK SİYAH BAYRAKLAR ÇIKAR... (Celâleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zamân Mehdisinin Alametleri, s.61, hadis no. 7.77)
3. SİYAH BAYRAKLILARIN ORTAYA ÇIKIŞINDAN ÖNCE SURİYE'DE ÇATIŞMALAR OLACAK Üç alametin ardından imam kaim (Mehdi as)'ın çıkışını bekleyin.
Kendisine sordular: "Bu alametler nelerdir? ”SURİYELİLERİN KARŞILIKLI ANLAŞMAZLIKLARI, Horasan'dan siyah bayrakların çıkması ve Ramazan ayında korku. (Bihârü'l-Envâr, 14)
4. SİYAH BAYRAKLILAR SURİYE'DE BULUNACAKLAR
... Ve yine ŞAM'DAN (SURİYE'DEN) KÜÇÜK SİYAH BAYRAKLI BİR ADAM görüldüğünde... (Celâleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zamân Mehdisinin Alametleri, s.61, hadis no: 7.8)... (Mehdi'nin çıkışının) diğer bir alameti de, SİYAH BAYRAKLI ORDUNUN ASKERLERİNİN, ATLARINI ŞAM'DAKİ ZEYTİN AĞAÇLARINA bağlamalarıdır... (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-İl Mehdiyy-İl Muntazar, s. 23)
5. ESAD İLE SAVAŞACAKLAR
... EBU SÜFYAN'IN SOYUNDAN BİR ADAMLA (BEŞER ESAD İLE ) SAVAŞIRLAR... (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-İl Mehdiyy-İl Muntazar, s. 29)
6. SURİYE'DEN SONRA IRAK'A YÖNELECEKLER
BENİ ABBAS'A AİT (IRAK) SİYAH BAYRAKLAR çıkar … (Nuaym bin Hammad, Kitab al-fiten) (Siyah Bayraklılar) FIRAT KIYILARINDAKİ ŞEHİRLERİNDE, KARADA VE DENİZDE ONLARI (KENDİLERİNE KARŞI GELENLERİ) ÖLDÜRECEKLERDİR. (Gaybet-i Numani, sf. 327)
7. ÇOK HIZLI NETİCE ALACAKLARDIR
Onlar o durumda iken Horasan taraflarından bayraklar gelecek, ONLAR SÜRATLE HAREKET EDECEKLER. (Gaybet-i Numani, sf. 327) Oradan bir ordu ile geri dönüp Kufe'yi ve Basra'yı BİR GECEDE ELİNE GEÇİRECEK... (Kitab El Haft El Şerif, s.174)
8. GİRDİKLERİ ŞEHİRLER ADETA KENDİLERİNE TAKDİM EDİLECEKTİR
Kendilerine bu verilmediğinde savaşarak zafer kazanacak ve İSTEDİKLERİ KENDİLERİNE TAKDİM EDİLECEKTİR. (Meclisî, Bihârü'l-Envâr, c.51, s.87)
9. SAÇLARI VE SAKALLARI UZUN OLACAKTIR
Onun (siyah bayraklıların kumandanı) ASKERLERİNİN SAÇLARI VE BIYIKLARI ÇOK UZUN OLACAK, elbiseleri siyahtır ve ONLAR KARA BAYRAKLARIN ADAMIDIRLAR. (Gaybeti Numani, sf. 303)
10. TOPLU KIYIMLAR YAPACAKLARDIR
Allah taş kalpli ve soyu belli olmayan birini gönderecek ve zaferler onunla olacak... ONLARI (kendilerine karşı gelenleri) HİÇBİR FARK GÖZETMEKSİZİN TOPLUCA ÖLDÜRECEKLERDİR. (Gaybeti Numani, sf. 303)
11. KUFE'YE DOĞRU İLERLEYECEKLER
Horasan'dan çıkan SİYAH BAYRAKLILAR KÜFE'YE İNER... (Celâleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zamân Mehdisinin Alametleri, s.61, hadis no: 7.12)
12. ŞİDDETİN VE ÇATIŞMALARIN ARTMASI SEBEBİYLE İNSANLAR MEHDİ'Yİ TEMENNİ EDECEK HALE GELECEK
Büyük bir savaş olur. Neticede siyah bayraklılar galip gelir. Süfyani kuvvetleri kaçar. İŞTE O ZAMAN İNSANLAR MEHDİ'Yİ TEMENNİ EDERLER VE ARARLAR. (Celâleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zamân Mehdisinin Alametleri, s.61, hadis no: 7.26)
13. SİYAH BAYRAKLILAR SONUNDA MEHDİ'YE TABİ OLACAKLARDIR ve MEHDİ'NİN İTAATINA GİRERLER. (İmam-ı Suyûtî) Fakat bunu kabul etmeyip EHL-İ BEYT'İMDEN (BENİM SOYUMDAN) OLAN MEHDİ (AS)'A VERECEKLERDİR... (Meclisî, Bihârü'l-envâr, c.51, s.87)
14. MEHDİ DEVRİNDE SAVAŞLAR TAMAMEN SON BULUR VE TEK DAMLA KAN DAHİ AKMAZ Mehdi'nin en önemli özelliklerinden beri asla kan akıtmamasıdır. Kan akıtan, savaşan, zulmeden Mehdi değildir. Bu tip sahte Mehdiler yenilgiye mahkumdur. (Mehdi'nin) Adaleti o denli olur ki, UYKUDA OLAN BİR KİMSE DAHİ UYANDIRILMAZ VE BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. (Meclisî, Bihârü'l-envâr, c.51, s.87) HARP (ERBABI) AĞIRLIKLARINI (YANİ SİLAH VE SAİREYİ) BIRAKIR. Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir.
(İmam Şarani, Ölüm-KıyametAhiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 496)
Hadislere göre Doğu'dan çıkacak olan siyah bayraklıların saçları ve sakalları uzun olacak, Irak ve Suriye'de şiddet eylemleri gerçekleştireceklerdir. Siyah bayraklılar sonunda Hz. Mehdi (as)'a tabi olacaklardır.
PYD Üzerine Spekülasyonlar
Kobani koruyuculuğu konusunda en dikkat çeken unsur ise Suriye Kürt bölgesinin yönetimini elinde barındıran PYD (Partiya Yekîtiya Demokrat) üzerine yapılan spekülasyonlar olmuştur. Özellikle Batı medyası ve bir kısım Neocon yazarlar tarafından yapılan bu yönlendirme kimi zaman kasıtlıdır kimi zaman da bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu konuda pek az kişinin bildiği bazı unsurların açıklanması gerekmektedir.
PYD, 2003 yılında kurulan ve PKK'nın uzantısı olan bir örgüttür. Öcalan ve diğer PKK liderlerinin 1998 yılında Türkiye'nin baskısıyla, Suriye'yi terk etmek zorunda bırakılmalarından sonra geride kalan PKK'lılar tarafından kurulmuştur. YPG, PYD'nin silahlı koludur. PYD, her ne kadar şu günlerde tıpkı PKK gibi emperyalizm maskesi takmış olsa da, yine tıpkı PKK gibi Leninist ve komünisttir. Her iki grubun da lideri Abdullah Öcalan'dır. Resmi tanımlarında, PKK'ya bağlı bir örgüt olarak kuruldukları, Öcalan'ı ideolojik liderleri olarak kabul ettikleri ve Kongra-Gel'i (PKK'nın siyasi yapılanması) "Kürt halkının en yüksek yasama organı olarak gördükleri" belirtilmektedir. Nitekim KCK soruşturması kapsamında (PKK'nın şehir yapılanması olarak adlandırılan KCK, aslında PKK'nın sözde devlet yapılanmasıdır. Bu yapılanmayla ilgili olarak Nisan 2009 tarihinde Türkiye'de soruşturma başlatılmıştır. Kitabın ilerleyen sayfalarında KCK ile ilgili detaylar belirtilmiştir) 2012 yılında hazırlanan ikinci iddianamede PYD ile ilgili bilgilere de yer verilmiştir. İddianamede, Öcalan'ın Nisan 2011'de avukatları aracılığıyla Beşar Esad'a bir işbirliği mektubu gönderdiği, mektupta PYD'ye ülkenin kuzeyinde sağlanacak idari yetkiler karşılığında örgütün rejimi destekleyeceğinin ifade edildiği bilgisi yer almaktadır. 62
Solda, PYD'nin silahlı kolu olan YPG militanları görülüyor.
Sağda, PYD Eş Başkanları Salih Müslim ve Asya Abdullah Öcalan posterleriyle görülüyor. Yine 2014 yılı Ekim ayında, Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Türkiye'ye getirilen bir Rojavalı için YPG'li olduğu iddiasıyla "terör örgütüne" üye olmak suçundan hapis cezası vermiştir. Mahkemenin bu kararıyla "terör örgütü" listesinde yer almayan PYD ve YPG, resmen "terör örgütü" olarak kabul edilmiştir. Nitekim PYD Eş Başkanı Salih Müslim verdiği konferansları Öcalan posterleri altında gerçekleştirmekte, diğer Eş Başkan Asya Abdullah örgütü doğrudan Kandil'den yönetmekte, YPG militanları ceplerinde ve evlerinde Öcalan'ın resmini taşımaktadırlar. Bu konuda Emekli tümgeneral Armağan Kuloğlu'nun açıklamaları ise şu şekildedir: YPG başlı başına terör örgütü olarak kurulmuş bir terör örgütü değil. PKK'nın Suriye'nin kuzeyindeki bir uzantısı. Suriye'nin kuzeyindeki olaylar patlak verince, kuzeyde bir Kürt oluşumu ortaya çıktı. YPG de o bölgenin kontrolünü sağlayan, oradaki halkı kontrol eden bir örgüt olarak PKK tarafından kuruldu. PKK'nın uzantısı, onun kontrolünde olan bir örgüt. PKK bir terör örgütü olduğuna göre, YPG de bir terör örgütüdür.63
PYD/YPG'yi PKK'dan bağımsız göstermeye çalışanlar ya bilgisizdirler ya da gerçeği görmezden gelmektedirler.
YPG toplantıları Öcalan posterleri eşliğinde gerçekleştirilmekte, YPG militanları ceplerinde ve evlerinde Öcalan'ın resmini bulundurmakta, Öcalan'ın kitaplarını okumaktadırlar. Irak Kürdistan Özerk Bölgesi Başkanı Mesut Barzani, PYD'yi, Suriye yönetimiyle işbirliği içerisinde Rojava'ya silah zoruyla el koymakla suçlamaktadır ve PYD'nin antidemokratik uygulamalarını sürekli olarak dile getirmektedir. Barzani,
"Her geçen gün belirsiz birtakım bahanelerle silahlanıyorlar... Serbest seçimler yapılmadıkça hiçbir grubun kendisini başkalarına dayatma hakkı bulunmamaktadır. Suriye Kürtlerinin gerçek temsilcisi yalnızca Yüksek Kürt Konseyi'dir"64 dese de PKK bu sözleri hiç önemsememektedir. Barzani'nin, "PYD, bizim oluşturmaya çalıştığımız ittifakı bozdu ve bölgede sadece kendisinin istediği bir siyaset yürütmeye başladı. PYD, Suriye Kürdistan Demokrat Partisi'nin yöneticileri ve üyelerine yönelik gözaltı, tutuklama, sınır dışı etme ve saldırma politikalarına ara vermeden devam etti ve bunu gittikçe genişletiyor. PYD'nin, bu tekçi ve meşru olmayan siyaseti nedeniyle bölgede demokratik bir sistem kurulamadı. Rojava'daki durum, rejimin kontrolü altındakilerden daha kötü hale geldi. Siyasi özgürlüğün olmadığı Rojava'da talepler şiddetle bastırılıyor, Rojava halkı diktatörce yönetilmeye çalışılıyor" 65 tespitleri oldukça önemli ve doğrudur. Peşmerge komutanı Binbaşı Muhammet Hasan'ın, PYD'nin, kontrol ettiği sınır bölgesini ticari bir yola dönüştürdüğünü, sınırı geçen kişilerden gümrük vergisi adı altında para aldığını belirtmesi, PKK/PYD'nin Kürtlere hayatı nasıl zindan ettiğini gösteren önemli bir husustur.
Tankın üstünde PKK ve YPG militanları yanyana poz veriyor.
İlginçtir ki, günümüze kadar neredeyse tüm siyasilerin bildiği bir gerçek olan ve PYD'nin kendisi tarafından açıkça ifade edilen PKK-PYD bağlantısı bugün her nedense bir kısım kişiler ve ülkeler tarafından inkar edilmektedir.
Batı'da pek çok siyasetçi ve yazarın, Suriye'deki PYD gerçeğinden habersiz oldukları da açıkça görülmektedir. Onlara göre Türkiye'nin Güneydoğu'sunda ve Suriye'nin kuzeyinde Kürt etnik kökeninde insanlar vardır ve bu insanlar sadece birer özgürlük savaşı vermektedirler. İşte bu bilgisizlikten dolayı, bu "özgürlük savaşçılarının" Türkiye tarafından neden tepkiyle karşılandığı, Kobani eylemleri sırasında neden Türkiye'nin o bölgede "Kürt savaşçıları" olarak gösterilen teröristlere destek vermediği anlaşılamamaktadır. Kıyasıya Türk hükümetine yönelik bir "etnik ayırımcılık" suçlaması yöneltmektedirler. İşin ilginç yanı, Türkiye'deki siyasetçi ve yazarlar arasında bile bunu yapanlar vardır.
İşin gerçeği ise şudur: Kobani'de IŞİD'e karşı savaşanlar "Kürt savaşçılar" falan değil, PKK'nın uzantısı olan terörist bir gruptur. PKK, yaklaşık 40 yıldır Türkiye'de bölücülük propagandası yapmış, haince arkadan saldırmış, özellikle "Kürt vatandaşlarımıza" dehşet yaşatmış ve on binlerce askerimizi şehit etmiş kalleş bir terör örgütüdür. Böyle bir terör örgütüne Kobani'de Türkiye'nin yardım etmesini istemek, olağanüstü derecede bir şuur kapalılığı veya art niyet gerektirir. Türk hükümeti, kendisini yıllardır enseden vuran, ülkesini bölmeye çalışan, hain ve kalleş bir terör örgütüne elbette ki yardım etmeyecektir. Türkiye oradaki mazlum halkı zaten himayesine almıştır. Kobani'de IŞİD ile savaşanlar ise, Türk halkının otuz yıldan fazla bir zamandır düşmanı olan topluluğun ta kendisidir.
Kuşkusuz Türkiye'yi ayırımcılık yapmakla suçlayanlar sadece bu konuda bilgisiz olan kişiler değildir. PYD'nin gerçek mahiyetini çok iyi bilmesine rağmen, o bölgede bir Kürt devletinin oluşması için elinden geleni yapmaya hazır bir kısım istihbaratçılar, siyasetçiler ve yazarlar; buradaki durumu kendi lehlerine kullanma telaşı içindedirler. Nitekim bunu yapabilmek için neredeyse bütün ana akım medya kullanılmış, Avrupalı ve Amerikalı siyasetçilerden Türk hükümetine yönelik bu konuda ciddi eleştiriler umarsızca yöneltilmiştir. Defalarca Türkiye'nin neden YPG'li teröristlere yardım etmediği sorgulanmış ve Türkiye bu dönemde adeta uluslararası bir diktatörlük tarafından baskı altına alınmıştır. Türkiye şu anda, dünya tarihinde, "yıllardır vatandaşını öldürmüş eli kanlı teröristlere neden yardım etmiyorsun" diye sorgulanan belki de tek ülke konumundadır. Bu olağanüstü garip durum nedense kimse tarafından ciddi anlamda dile getirilememiş, Türkiye, özellikle uluslararası medya diktatörlüğü tarafından ustaca planlanan ve uygulanan bir karalama kampanyasının hedefi olmuştur.
Şunu belirtelim; PKK, Türkiye'nin güneydoğusunda yıllardır özellikle Kürt kardeşlerimizi baskı altına almıştır ve katlettiği insanların büyük çoğunluğu Kürt'tür. Aynı durum Suriye'nin kuzeyindeki Rojova bölgesi için de geçerlidir. Buradaki Kürt kardeşlerimiz, PKK'nın uzantısı olan PYD'nin dehşetli baskısı altında yıllardır ezilmektedir.
Suriye'de Kürtlere PYD Baskısı
PKK ve PYD aynı silahlı terör örgütüdür.
Biri Türkiye'de diğeri ise Suriye'de yıllarca özellikle Kürtlere baskı uygulamış ve komünist düzeni inşa etmeye çalışmışlardır. Suriye iç savaşının ilk başladığı yıllarda, Rojova bölgesinden Türkiye'ye ulaşan ilk Kürt mülteciler, Cezire kantonundan gelmişlerdir. Bu kardeşlerimiz açıkça, Esad'ın zulmünden değil, PYD'nin zulmünden kaçtıklarını belirtmişlerdir. Nitekim PYD, yukarıda bahsini ettiğimiz Öcalan'ın Beşar Esad'la ittifak taahhüdü gereğince Suriye'de Esad ile işbirliği içindedir. Bu nedenle, söz konusu bölgelere o dönemde Esad'ın bir saldırısı olmamıştır. Sonrasında da ülkedeki karışıklığı fırsat bilenler, yıllardır maruz kaldıkları PYD zulmünden kaçabilmek için bu fırsatı değerlendirmiş ve Türkiye'ye sığınmışlardır. Dolayısıyla PYD, uluslararası camiaya vermek istediği görüntünün tamamen aksine, tıpkı PKK gibi, kendi halkına zulmeden ve kendi egemenliği altındaki topraklarda Leninist bir sistem kurmuş olan oldukça tehlikeli komünist bir terör örgütüdür.
Suriye'deki Kürt bölgesi olan Rojava'da dindar Kürt halkı adına konuşan Suriye Kürt İslam Cephesi (Cephetül İslami Kurdi) Lideri Ebu Abdullah'ın, "Esed zindanlarından çıktık, PYD zindanlarına girdik, ikisi bizim için aynıdır" 66 sözleri oldukça büyük önem taşımaktadır.
Nitekim Kobani'de yaşananların ardından dindar Kürtler, PKK'yı asla tasvip etmediklerine dair çıkarmış oldukları basın bülteninde şöyle söylemişlerdir: "Hiç şüphe yoktur ki; Müslümanların Kobani'den tavşan gibi kaçan bu korkak çetelere (PKK'lılara) cevap verecek kuvvet ve kudreti vardır." 67
Görülebileceği gibi Suriye Kürt bölgesi olan Rojova'daki Kürt halkı, idareyi elinde tutan PYD'yi bir bela gibi görmekte ve PYD'nin baskısından kurtulmak istemektedir. Aynı durumun Türkiye için de geçerli olduğunu, Türkiye'deki Kürtlerle PKK'nın hiçbir zaman aynı kabul edilemeyeceğini, Türkiye'deki Kürtlerin de daima PKK'nın hedeflerinden biri olduğunu burada tekrar hatırlatmak gerekmektedir.
Suriye Kürt bölgesindeki söz konusu durumu delillendirmek için İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW Human Rights Watch) 2014 tarihli 108 sayfalık raporu da büyük önem taşımaktadır. Suriye'de Kobani ve Cezire kantonlarındaki durumun incelendiği bu rapora göre, bölgeye hakim PYD güçleri, keyfi tutuklamalar, yasal hakları ihlal, faili meçhul ölümler ve kaçırılmalarla ilgili sorumlu tutulmaktadır. İhtiyatlı ve yumuşak bir dille hazırlanmaya çalışılmasına rağmen rapordan oldukça ürkütücü bir tablo çıkmaktadır. İşkence sorunu, kişi hak ve özgürlüklerinin sınırlanması, adalet sisteminin işlememesi neredeyse her satırda ön plandadır.
Suriye'nin Kürt bölgesi olan Rojava'daki YPG militanları, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporunda da belgelediği şekilde kendi halklarına insanlık dışı uygulamalarda bulunmaktadırlar. Suriye'de Kürt halkı, Esad'ın saldırılarından çok önce, PYD baskısından kaçarak Türkiye'ye sığınmışlardır. Cezaevlerindeki bir kısım suçlularla görüşen İnsan Hakları İzleme Örgütü temsilcileri, buradaki mahkumların herhangi bir tutuklama emri olmaksızın alıkonulduklarını, avukatlarıyla görüştürülmelerinin engellendiğini ve yargı önüne çıkarılmadıklarını belirtmişlerdir. Mahkûmlar, hapishanede sürekli yetkililer tarafından darba maruz kalmaktadırlar. Tutuklamaların genellikle sadece iftiralara dayandığı, itirafların ise işkence altında alındığı anlaşılmaktadır. Muhalif olan neredeyse her ses susturulmaya çalışılmıştır. Gözaltında şüpheli ölüm vakaları ise çok fazladır. Raporda ayrıca çocukların ellerine silah verilip militan olarak kullanıldıkları belirtilmiş, toplumsal olayların daima kanlı şekilde bastırıldığına dikkat çekilmiş ve tüm bunların yanı sıra onlarca insan hakları ihlali sayılmıştır. Söz konusu değerlendirmede, PYD'nin doğrudan Türkiye'deki PKK terör örgütünün bir parçası olduğu açıkça vurgulanmakta, Suriye hükümetinin iç karışıklıklar nedeniyle bölgeden çekildiği 2012 tarihinden beri bu örgütün yerel bir mahkeme, cezaevi ve polis ile keyfi uygulamalar yaptığı belirtilmektedir. Söz konusu uygulamaların endişe verici olduğu vurgulanmaktadır. 68
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporuna göre, Rojava'da çocuklar, ellerine silah verilip militan olarak kullanılmaktadırlar. Çocukları zorla silah altına alma politikası halen devam ettiğinden, bölgedeki Kürt kardeşlerimiz sürekli olarak PYD zulmünden kaçıp Türkiye'ye sığınmaktadırlar. Soldaki çocuk militanın üzerinde YPG'nin Kadın Savunma Birlikleri'ni temsil eden YPJ'nin arması görülebilmektedir.
Nitekim Kobani saldırılarının sonrasında, Türkiye'nin ihtarlarını hiçbir şekilde dikkate almayan bir kısım Batı medyası, bölgeyi yakından tanıdıktan sonra ifadelerini değiştirmek zorunda kalmıştır. Daily Beast'de Jamie Dettmer, Suriye'de Kürt bölgesi yönetimini, "PKK'nın Suriye kanadını oluşturan despot PYD" olarak tanımlamış ve evlerine geri dönmek isteyen bir kısım kişilere PYD tarafından izin verilmediğine dikkat çekmiştir. Ali isimli emekli bir Kürt köylüsünün anlattıkları ise yazıda şu şekilde yer almıştır: "Savaşçılar (YPG) istediklerini yapıyorlar ve kimse onlara karışamıyor. Eğer size bir şey yapmanızı veya yapmamanızı emrederlerse, onlara hayır diyemez veya bunun doğru olmadığını söyleyemezsiniz.” 69 Nitekim Dettmer'in görüştüğü bölge halkının ifadelerine göre, kuşatmanın ardından Kobani'ye geri dönmek isteyen pek çok kişinin girişine izin verilmemiş, YPG militanları tarafından bu insanların mallarına el konulmuş ve bu kişiler tüm varlıkları ellerinden alınarak göçe zorlanmışlardır. 70
YPG konusunda dışarıdan yapılan spekülasyonlara kanmayıp Kobani'de YPG zulmünü yakından gözlemleyen Batılı gazeteciler, işgaller sırasında sınıra konuşlanmış Türk tanklarının varlığını oldukça haklı görmüşlerdir.
Bu despot tutum yazıda şu delillerle tarif edilmiştir:
Kobanili Kürtler PYD'yi halkın içinde eleştirme konusunda çok dikkatliler; misilleme yapılmasından korkuyorlar. Örgütü eleştirenlerin hiçbiri aile isimlerinin deşifre edilmesini istemiyor. Parti (PYD), hayatı muhaliflere oldukça zor hale getiriyor.
Aynı yazıda, Batı'dan bazı kesimlerin bakış açısı ile Dettmer'in gördükleri arasındaki farklılık da kapsamlı olarak dile getirilmiş ve Kobani bölgesinin PKK terör örgütünün himayesinde olduğunun delilleri verilmiştir:
Kobani'deki savaşçıların büyük bir çoğunluğu Suriyeli Kürtler değil; ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak tanınan PKK üyeleri. ... Kobani'de ateş emri veren kumandanlar, kuşatma sırasında kadın savaşçıların rolünü dünyaya tanıtmak için röportaj yapan Batılı medyaya gösterildiği gibi yerel bölgesel liderler falan değiller. Bunlar, aslında, yerel halkın Kandil Kürtleri dediği kişilerden oluşuyor. Kandil, Kuzey Irak'ta bulunan Türkiye'den de 30 kilometrelik bir alandan içeri giren, bölücü hareketin askeri eğitim kamplarını içine alan PKK'nın dağdaki sığınağına işaret ediyor. 71
Türkiye, kendisine sığınan herkese büyük bir onur ile sahip çıktığı gibi, Kobani işgali sonrasında Türkiye'ye sığınan Kürt halkına da aynı sevgi ve onur ile sahip çıkmıştır. Sınırımıza gelen Kürtler de büyük bir sevgiyle Türk askerine sarılmış, güvenli topraklara gelmenin mutluluğunu yaşamışlardır. Suriyeli Kürtler, onlara her daim sahip çıkacağımızı bilmelidirler. İsmini vermek istemeyen bir YPG militanının ise bu konudaki itirafları şu şekildedir: Kuşatma sırasında da baş kumandanlardan sadece 5 tanesi Kobani'liydi; 15 tanesini Kandil kumandanları oluşturuyordu. 72
Söz konusu gözlemlerin ardından Dettmer, sınıra yığılı Türk tanklarının varlığına oldukça hak vermiş gözükmektedir. Kobani bölgesinde olduğu gibi, PYD, Tel Abyad gibi civar Türkmen ve Arap bölgelerine de IŞİD tehlikesini bahane ederek koalisyon güçlerinin devreye girmesini istemiştir. Amaç, bu bombardımanı kullanarak Türkiye sınırındaki Türkmen bölgelerini ele geçirip, uzun bir sınır hattı elde etmektir. ABD ve diğer koalisyon ortakları ise IŞİD ile mücadele adı altında PKK terör örgütüne açıkça yardım etmişlerdir. Oysa o bölgeden kaçıp yine Türkiye'ye sığınmakta olan bölge halkı, IŞİD'in değil YPG'nin zulmünden kaçmakta olduklarını açıkça belirtmişlerdir. ABD ve diğer koalisyon güçlerinin bunu fark edememesi veya görmezden gelmesi, ciddi ve oldukça tehlikeli sonuçlara sebep olacaktır.
Kobani'den kaçarak ülkemize sığınmak zorunda kalan Kürt kardeşlerimiz için Suruç'ta dünyanın en büyük mülteci kamplarından biri çok kısa bir zaman içinde kurulmuş, kardeşlerimizin rahat edecekleri her türlü imkan düşünülmüştür.
Bütün bunlardan yola çıkarak orada yaşayan Kürt halkının, PYD'nin zulmünden kaçıp 2011 yılından itibaren Türkiye'ye sığınıyor olduklarını çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Oradaki zavallı halk, uzun zamandır, bu bölgede hakimiyetini ilan etmiş bir Leninist terör örgütünden kurtulmaya çalışmaktadır. Bunun için Türkiye'yi tercih etmeleri, Türkiye'de güvende olacaklarını bilmeleri, söz konusu durumu çarpıtan ya da tam anlamayan Batı'ya önemli bir işaret olmalıdır. Türkiye, kendisine sığınan herkese büyük bir onur duyarak ve sevgiyle sahip çıktığı gibi söz konusu Kürt kardeşlerimize de en mükemmel şekilde sahip çıkmıştır ve onların güvenlik içinde yaşamalarını sağlamıştır. Nitekim Kobani'den Türkiye'ye sığınan Kürt kardeşlerimiz, sınırı geçer geçmez kendilerine yardıma gelen Türk askerinin boynuna sarılmış, sevgiyle güvenli topraklara gelmenin mutluluğunu yaşamışlardır. Türk askerini kendi dostları, akrabaları, oğulları gibi gördükleri anlaşılabilmektedir.
Suriye sınırdan geçen 2 milyondan fazla mültecinin tüm bakımını üstlenen Türkiye, bu mültecilerin büyük bir kısmını 22 ayrı kampa yerleştirdikten sonra, özellikle Kobani'den gelen mağdur Kürt kardeşlerimiz için dünyanın en büyük mülteci kampını inşa etmiştir. 35 bin kişilik kapasiteye sahip olan Suruç'daki söz konusu mülteci kampı okula, hastaneye, 100 ayrı çamaşır ve dinlenme bölümüne sahiptir. Kamp aynı zamanda kendi bünyesinde bir su şebekesine sahip olup bu su hem orada yaşayanların ihtiyaçlarını karşılayacak hem de civardaki tarım alanlarında kullanılabilecek kapasitededir. Buraya yerleştirilen Kürt kardeşlerimizin sağlıklarından bakımlarına, eğitimlerinden dinlenme ve iş imkanlarına kadar her türlü detay düşünülmüş ve muazzam bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Söz konusu kamp; BM, Batılı politikacılar, insan hakları temsilcileri ve medya tarafından da övgüyle karşılanmıştır.
Bir Kısım Batılıların PKK Lehinde Hareket Etmelerinin Asıl Sebebi
Hükümetin iyi niyetli olarak başlattığı çözüm sürecinin ilk anından itibaren, bölücülük ve şiddet isteyen Stalinist bir terör örgütünün asla silah bırakmayacağı, güçlenmek için fırsat kolladığı ve sinsi bir yöntemle Türkiye'nin Güneydoğusunu ele geçirmeye yelteneceği sürekli hatırlatmasını yaptığımız konular olmuştur. Nitekim çatışmaların tekrar başladığı şu günler, PKK'nın gerçekten de bu çatışmasızlık ortamını kendisi için bir gizliden işgal politikasına çevirmiş olduğunu göstermiştir. Bu konuda alınması gereken tedbirler acil ve hayatidir. Söz konusu tedbirler kitabın ilerleyen bölümlerinde kapsamlı açıklanmıştır.
Burada üzerinde durmak istediğimiz husus, çözüm sürecinin başlangıcından itibaren Batı'dan bazı kişilerin bu sürece yaklaşımıdır. Kuşkusuz ülkeler içinde barışın gerçekleşmesi bütün dünya için hoş karşılanacak bir durumdur ve ülkemizde söz konusu dönem içinde silahların susmasının Batılı ülkeler tarafından takdirle ve övgüyle karşılanmasında da garip olan bir durum yoktur. Garip olan kısım, Batılı devletlerden bir kısım sözcülerin Türkiye'ye ilginç önerilerde bulunmalarıdır. Her ne hikmetse, bu önerilerin tümü PKK'nın lehine olan ve onların istekleri çerçevesinde şekillendirilmiş önerilerdir. Bu önerilerin hiçbir kısmında Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğünü koruyucu ve Türkiye'yi PKK karşısında güçlendiren bir yönlendirilmede bulunulmamaktadır. Bunun belki de en önemli sebebi, PKK yoluyla gerçekleşecek olanların, aslında Batı'nın kendi hedeflerini temsil ediyor olmasıdır.
Türkiye'ye yönelik baskılar hem içten hem de dışarıdan gözle görülür boyutlara ulaşmıştır. Fakat bu güzel vatanı ve Kürt kardeşlerimizi komünist teröre teslim etmemiz imkansızdır. Bu kirli planı kuranlar, bu sevdadan vazgeçmelidirler.
Bu konuda verilebilecek en önemli örneklerden bir tanesi, ABD Dışişleri Bakanlığı'nda uzun süredir danışmanlık yapan Neocon David Phillips'in açıklamalarıdır. Phillips'in 2007 yılında Türkiye'ye yönelik önerileri dikkat çekicidir. Bu önerilerin başında, PKK ile barış süreci olduğu takdirde örgüt üyeleri için af ilan edilmesi şartı yer almaktadır. İkinci temel öneri ise sivil anayasanın hemen yürürlüğe konulmasıdır. Bunun anlamı ise, yerel yönetimlere önemli haklar verilmesi demektir ki bölünme için temel unsur bu olacaktır.
ABD'nin Türkiye Eski Büyükelçisi Ross Wilson'un 13-15 Nisan 2009 tarihinde yaptığı açıklamalar ise yine aynı başlıkları içermektedir. En önemli şart, PKK'lıların mutlaka serbest bırakılması ve ikinci temel şart ise federalizme yol veren yerel yönetimlerin güçlendirilmesi unsurudur.
Görülebileceği gibi, ABD'den bazı isimlerin Türkiye üzerindeki temel baskısı, PKK'yı bir barış elçisi gibi göstermek, Öcalan'ın mutlaka serbest kalmasını sağlamak ve Türkiye'nin bölünmesinin yolunu açmaktır. Yıllar önce tasarlanan ve öneri olarak sunulan bu planlar ise bugün açık açık tartışılmaktadır.
Hedef, PKK'ya federasyon verilerek, "Ortadoğu'nun yeniden dizayn edilmesi projesi" kapsamında PKK'nın bütün ulusların kabul edeceği türden bir devlet kurmasının önünü açmak; bu yeni oluşum sonucunda bölünen, Ortadoğu'yla irtibatı kesilen Türkiye'nin gücünü zayıflatmak ve itibarını zedelemektir. Böylelikle Batı derin devletleri açısından, İslam Birliği gibi bir bütünlüğün oluşması da coğrafi ve ideolojik anlamda zorlaşacak, Türkiye ile İslam ülkeleri arasına İslam karşıtı komünist-Stalinist bir PKK devleti adeta bir set olarak çekilecektir. Kendi içinde bir terör örgütüne yenik düşen ve dolayısıyla İslam ülkelerinin sorunlarına çözüm bulmaktan uzak, tavizkar bir Türkiye görünümü oluşacaktır.
PKK'ya özerklik veya federasyon verilmesi gibi bir durumun gerçekleştirilmesi sonucunda ise, Türkiye'yi en az 50 yıl uğraşacağı ve daha fazla zayıflayacağı bir süreç bekleyecek; mübadele talepleri, yeni toprak talepleri, yeni bölgesel ayrılık taleplerinin dile getirilmesi, farklı dillerin de devreye girmesiyle ülke insanlarının ortak dil, ortak hedef, ortak ülküden uzaklaştırılması söz konusu olacaktır. Parçalanıp bölünmüş güçsüz bir Türkiye ise, Batı'da bir kısım derin güçlere, 100 yıldır elde etmek istedikleri manzarayı sunmuş olacaktır.
Bu amaçla bir kısım Batılı güçler, doğrudan özerklik veya federasyon gibi kelimeleri kullanmasalar da -ki aralarında açıkça bunları da dile getirenler de vardıryerel yönetimlere yönelik yetki genişletilmesi konusunda uzun zamandır Türkiye'ye yönelik baskı halindedirler. Nitekim AB'ye uyum yasaları dahilinde bu ayrıcalıkların bir kısmı çoktan sağlanmıştır; bu konu ilerleyen satırlarda kapsamlı olarak incelenmiştir.
Bu konuda çeşitli düşünce kuruluşları, diplomatlar ve yazarlar tarafından Türkiye'ye yönelik baskılar gözle görülür boyutlara ulaşmıştır. Türkiye, zaman zaman, Batı derin devleti sözcülerinin belirlediği şartları yerine getirmediği takdirde, istemese de her an kendisini Ortadoğu'da bir savaşın ortasında bulacağı tehdidiyle karşılaşmaktadır. NATO'nun yardımı olmadan füze ve diğer hava saldırıları karşısında zayıf konumda olduğumuz hissettirilmeye çalışılmakta, hatta zaman zaman NATO'dan çıkarılmamıza yönelik teklifler kasıtlı olarak gündeme getirilmektedir. Türkiye'nin Batılı ülkeler nezdinde yatırım yapılamayan, insan haklarının ihlal edildiği, yalnızlaştırılacak bir ülke olarak gösterileceği tehditleri yapılmaktadır.
Tekrar hatırlatalım, PKK konusuna çözüm bizim de istediğimiz bir şeydir. Fakat bu çözüm, Batı derin devletinin baskılarına dayalı, beraberinde komünist bir devletin inşasını getirecek, Türkiye'nin ise toprağından ve kimliğinden taviz verdiği bir çözüm asla olmayacaktır. PKK'ya köklü çözümün tek yolu, örgütü Marksist ideolojiden uzaklaştıracak kapsamlı bir eğitim seferberliğidir.
Öcalan'a ve PKK'lılara Af Beklentisi Zavallılıktır
Batı derin devletlerinden bir kısım isimlerin Türkiye'ye yönelik en büyük baskılarından birinin, Öcalan'ın serbest bırakılması olduğundan bahsetmiştik. Batı'nın adeta yancılığını yapmakla görevli bir kısım kişiler de bunu ülkemizde de dile getirmekten çekinmemektedirler. Bu olağanüstü garip teklif, yavaş yavaş söylemler ve bilinçaltı propagandalarıyla makul hale getirilmeye çalışılmakta, HDP'li belediye başkanları Öcalan'ı özgür görmek istediklerini açıkça dile getirmekte, şehit analarının yaşadığı dehşet, bu konunun destekçilerini hiçbir şekilde ilgilendirmemektedir. 40 bin askerimizi şehit eden katillerin bırakılması için adeta bir kulis yapılmakta; hatta konunun af bile değil, bir serbest bırakılma şeklinde olması istenmektedir. Türk milletinin karşısında açıkça "onlar suç işlemediler ki" denebilmektedir. Ülkemizde böylesine büyük mantıksızlıkların konuşulabilir olması, oldukça riskli bir noktada bulunduğumuzu sergiler niteliktedir. Bu nedenle, böyle bir af konusuna asla izin vermeyeceğimizi, halkımızın da bunun karşısında mutlaka tek yürek olarak bir arada duracağını ısrarla belirtmek gerekmektedir.
Türk milleti için vatan en hassas konulardan biridir. Bu konuda tereddüte düşenler Türk tarihine bakabilirler.
Dolayısıyla Türkiye için, toprağından ve kimliğinden taviz verdiği bir çözüm asla söz konusu olmayacaktır. Bir kısım Batılı derin güçlerin bu yöndeki beklentisi boşunadır.
Bu konuda hem Türkiye'de af destekçilerine hem de yabancı derin devlet temsilcilerine hatırlatmak istediğimiz noktalar vardır. * Bilindiği gibi ülkemizde daha önce bu konuyla ilgili olarak af denenmiş, ancak uygulama hem terörü hem de toplum içindeki suç oranını daha da artırmıştır. Bülent Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde eşi Rahşan Ecevit tarafından hazırlanan af teklifi, 2000 yılında 4616 sayılı Şartla Salıverme Yasası adıyla Meclis'ten geçmiş, 44 bini aşkın kişi bu aftan yararlanmıştır. Aftan sonra 3 yıl içinde mahkum sayısı 20 bin artarak 64 bine çıkmıştır. Rahşan Ecevit daha sonra, "Ben affı garibanlar için istedim, katiller yararlandı" diyerek affın vahim sonuçlarını dile getirmiştir. 'Rahşan affı'ndan sonra geçen 15 yılda ise cezaevlerindeki hükümlü sayısı 160 bine ulaşmıştır. * ABD Büyükelçiliğine bombalı saldırı düzenleyen Ecevit Şanlı isimli DHKP-C'li terörist sağlık sorunları gerekçesiyle Ahmet Necdet Sezer döneminde affedilmiş olan bir kişidir. Sezer döneminde affedilen 260 mahkumun 200'ünün, DHKP-C, Dev-Sol, PKK, THKP/ML ve TİKKO üyesi olması söz konusudur. Bu kişiler birçok eylemle yeniden ortaya çıkmaktadırlar. Emniyet'in raporlarına göre, Tunceli'de çıkan silahlı çatışmada ölü olarak ele geçirilen Okan Ünsal, Berna Ünsal, Ökkeş Karaoğlu ve Cemal Keser gibi DHKP-C militanları da Sezer'in özel affı sonucu dışarı çıkan kişilerdir.
* 1 Mayıs 2003 eylemlerinde görüntülenen Hüsamettin Özdem, Keskin Hasan Bölücek, Abbas Alkan, Cihan Alkan, Enis Aras, Deniz Yıldız, Sakine Ögeyik, Gülten Özdemir, Özkan Güzel ve Mehmet Leylek isimli teröristler de aynı şekilde affedilen kişilerdi. Son olarak, Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın katledilmesi yönünde talimat veren DHKP-C lideri Hüseyin Fevzi Tekin de 10. Cumhurbaşkanı Sezer döneminde affedilmiştir.
* Diğer taraftan, PKK'nın affı demek Türk milletinin onurunun kırılması, şerefinin ve haysiyetinin ayaklar altına alınması demektir.
* On binlerce şehit, yüz binlerce gazi ailesi için, Mehmetçik/Polis/Korucu şehit eden katillerin affedilmesi dehşet verici bir durumdur. Bu ortam tüm Türkiye'de onarılması imkansız yaraların açılmasına, acıların katlanılmaz hale gelmesine sebebiyet verecektir.
* Komünist teröre verilen her taviz, önlenemeyen bir azgınlığın, şımarıklığın, kanun tanımazlığın önünü açacaktır.
* Katillerin salınması demek, PKK'nın 40 yıldır yaptığı tüm kanunsuzlukları meşru hale getirecek, artık ülkede kanunlara saygı, devlete saygı asla kalmayacak, terör adeta meşru hale gelmiş olacaktır.
* Bağımsız ve PKK'ya bağlı bir Kürt devleti kurulabilmesi için hem Kürtleri bu yapıyı desteklemeye zorlayacak hem de bölgeyi buna mecbur bırakacak ve toplumu tetikleyecek bir seri işleme gerek vardır. Aynı zamanda Türkiye'nin de gücünün, onurunun kırılmasına ihtiyaç vardır. Öcalan'ı salma planının bir nedeni de budur. 40 bin kişinin katliam emrini veren birinin Türkiye gibi güçlü bir devlet tarafından salınıyor ve muhatap alınıyor olması, o kişinin sanki bütün Kürtlerin lideri olarak algılanmasına sebebiyet verecektir. Bu durumda Öcalan da rahatlıkla tüm Kürtlerin Cumhurbaşkanı olma hayaline kapılacaktır.
* Oluşacak bu siyasi-sosyal rüzgar, bölgeye yeni bir Saddam, Kaddafi, Ho Chi Minh, Stalin, Mao kazandırmış olacaktır. Bu durumda ağır silahlarla donatılacak, istihbarat desteği verilecek PKK devletiyle bütün bölge ülkelerini savaştırmak artık çocuk oyuncağı haline gelecektir. Öcalan da kendisine biçilen görevleri bilmekte, hangi Batılı ülkenin arkasında nasıl duracağını görmekte, hatta hangi komünist ülkelerin kendisine nasıl askeri yardımda bulunacağını hesaplamaktadır. Bu arada Öcalan, bu güce ulaşabilmek için her türlü tiyatroyu oynayacaktır. Komünistken birden emperyalist kesilen, 99'da yakalandığında "Devletimin hizmetindeyim" diyen, fakat sonrasında yüzlerce PKK eylemini yönlendiren, 2004'te konfederalizm istediğini kitaplarıyla açıklayan Öcalan, tarihin en ibretle izlenen oyuncularından birisidir.
* "Katiller çok insan katledince onlardan çekiniliyor ve affediliyor" mantığı bir defa toplumda yer ederse, bundan sonra pusuda bekleyen onlarca yeni terör örgütü Türkiye'de eylemlere başlayacaktır. IŞİD, El Kaide, Asala, DHKP-C gibi yüzlerce terör örgütü "Bolca katliam yapalım, devlet bizi de muhatap alıp masaya oturacak. Bize de taviz verecek. Katillerimiz eninde sonunda kahraman gibi salınacak" düşüncesine kapılacaktır. Bu, Türkiye'nin yok olması demektir.
* Polis katillerinin salınması, hala polislik görevini yapan 300 bin polisimizin şevkini kıracaktır. Asker katillerinin salınması, halihazırda asker olan 700 bin askerimizi psikolojik olarak zayıflatacaktır. Bu kişilerin aileleri, yakınları da düşünüldüğünde milyonlarca insan bu yanlışlık sonucunda vicdanen büyük bir rahatsızlığa sürüklenecektir.
* Öcalan ve diğer PKK'lı katiller aynı zamanda 17 bin Kürdü de iç infazla şehit etmiştir. Bu katillerin salınması, Kürtler arasında da dehşetli bir psikolojik travmanın yaşanmasına neden olacaktır. Kendilerinin ve ailelerinin katilleri artık yine onlara baskı yapmak için işbaşında olacak, Devlet de buna mani olamayacaktır. Bu onurlu, gururlu, vicdanlı Kürtler için adeta bir zulümdür.
* PKK'lıların şehirlere yayılması demek, PKK propagandasının çoğalmasına, tek taraflı propagandanın büyümesine, MarksistLeninist baskının kat kat artmasına sebebiyet verecektir.
* Öcalan, şu an sadece Türkiye'de değil, pek çok ülkede en çok düşmanı olan insanlardan biridir. Cezaevinden salıverilmesi durumunda onu infaz etmek için yemin etmiş olanların sayısı çoktur ve bu kişiler asıl olarak PKK'lıdır. Böyle büyük bir risk karşısında korunabilmesi oldukça zordur. Öcalan'ın salıverilmesi durumunda PKK içinde kaçınılmaz olarak önderlik savaşı başlayacak, hatta bazı liderler için Öcalan bir hain olarak görülecek ve mutlaka öldürülmesine hükmedilecektir.
* Öcalan salındığında Barzani ve Talabani gibi Kürt liderlerin başta kalması zorlaşacak, Kuzey Irak'ta çok partili bir sistemin de varlığı ortadan kalkacaktır. PKK orada da tek partili komünist diktatörlüğü kolaylıkla uygulamaya geçirecektir.
Binlerce şehidimizin kanından sorumlu Öcalan'ın ve cinayet işlemiş PKK'lıların herhangi bir af kapsamında salıverilmesinin sonuçları genel hatlarıyla bunlar olacaktır. Fakat asıl olarak böyle bir karar, izzetin, şerefin, onurun, namusun kalmadığı anlamına gelir. Türk milletinin ise bir özelliği vardır: Türk milleti, onursuz ve şerefsiz olarak yaşayamaz. Bunun yerine mücadele etmeyi ve bu uğurda Allah rızası için can vermeyi göze alır. Merak edenler bunu şanlı tarihimizden görebilirler.
PKK, tarihi boyunca asıl olarak Kürt kardeşlerimizi hedeflemiş, kadın, çocuk, bebek demeden katliam yapmıştır.
PKK'nın ilk fırsatını bulduğunda yine bu hain saldırılara kaldığı yerden devam etmesi de terörden vazgeçmeyeceğinin
göstergesidir. Kalleş terör örgütünü bugün masum göstermeye çalışanlar mazlumları hedef alan korkunç teröre
hizmet ettiklerinin farkında değildirler.
Öcalan'a ve PKK katillerine af asla mevzu bahis olamaz.
"Katiller çok insan katledince onlardan çekiniliyor ve affediliyorlar" mantığı toplumda yer ettiği takdirde terörün daha rahat zemin bulacağı aşikardır.
Kimse Öcalan'ın ve katil PKK'lıların salıverilmesi gibi bir öneri ile Türk milletinin karşısına çıkmamalıdır. Batılı derin devletlere ve Türkiye'de onların destekçiliğini yapanlara yol yakınken bu tehlikeli fikirden vazgeçmeleri önerimizdir.
Türk milleti, onursuz ve şerefsiz olarak yaşayamaz. Bunun yerine mücadele etmeyi ve bu uğurda Allah rızası için can vermeyi göze alır. Ülkeyi bölme girişimi içindekiler; Türk askerinin, polisinin, özel kuvvetlerin ve Türk halkının buna nasıl karşılık vereceğini görmek zorunda kalabilirler. İşte bu nedenledir ki hiç kimse, Öcalan'ın veya katil PKK'lıların salıverilmesi gibi bir öneri ile Türk milletinin karşısına çıkmamalıdır. İçte ve dışta buna tevessül edenler, bunun Türkiye'de nasıl bir galeyanla sonuçlanacağını; Türk askerinin, Türk polisinin, özel kuvvetlerin ve Türk halkının buna nasıl karşılık vereceğini görmek zorunda kalabilirler. Batılı derin devletlere ve onların burada destekçiliğini yapan bir kısım kişilere, yol yakınken böylesine tehlikeli bir fikirden vazgeçmeleri önerimizdir.
Global Medya Diktatörlüğü ve Batı'da Algı Operasyonları
Daha önce belirttiğimiz gibi bir kısım Batılı yazarlar 100 yıllık planın uygulamaya geçebilmesi için, bir kısmı da PKK'nın emperyalizm maskesine gerçekten inandığından yoğun bir algı operasyonu ve adeta bir mühendislik çalışmasına yönelmişlerdir. Elbette burada dünyaya hakim global medya diktatörlüğünden de bahsetmek gerekir. Şu anda dünyanın önde gelen ana akım medya organlarının destekleyecekleri ve karşı duracakları ülke, kişi, sistem, ideoloji ve kurumlar belirlenmiştir. Proje; gücü elinde tutanların desteklediğini desteklemek, desteklemediğini de alabildiğine kötülemek üzerine kuruludur. Global medyanın parçası olanlar hiçbir şekilde bunun dışına çıkamazlar. Verilen haberler bu doğrultuda verilmeli, köşe yazarları bu doğrultuda yazılar yazmalıdırlar. Söz konusu sistem bir diktatörlük olduğundan, bu kurallara uymayanlar mutlaka dışlanmaktadır. Tüm dünyanın bildiği fakat sessizce kabul ettiği bu sistemde algı mühendislikleri de ona uygun şekilde yapılmaktadır. Global medyanın idarecileri, kimi zaman hedefledikleri coğrafyada kullanabilecekleri bir kısım kişileri devreye sokup diledikleri hedefe kolayca ulaşabilmektedirler.
Fransa'da geleneksel olarak her sene yapılan Komünist Partisi'nin Fete de l'humanite (İnsanlık Bayramı) etkinliğinde elinde
Abdullah Öcalan'ın posteri ile görüntülenen Fransız komedyen Djamel Debbouze, Türk derneklerinden özür diledi. Algı operasyonlarının etkisiyle, istenildiğinde, terör ve teröristlerin adeta bir kahraman edasıyla sunulmaları günümüzün
en büyük sorunlarından biridir.
Global medya diktatörlüğü işte bu yöntemi özellikle son dönemlerde yoğun olarak PKK'ya yönelik olarak kullanmaya başlamış ve söz konusu algı yönlendirmenin etkisiyle bir kısım ülkeler PKK'nın terör listesinden çıkarılmasını bile dile getirir hale gelmişlerdir. Öyle ki, yaklaşık 40 yıldır Türk askerini, Kürt halkını acımasızca şehit etmiş olan, sadece kalleşçe, sinsice saldırmayı bilen bu kahpe örgütün üyelerinin bir ayı yavrusunu severken resimleri gündeme oturmuş ve şu başlık atılmıştır: "Türkiye, ellerinde bir yavru ayıyı tutan bu adamı hala terörist zannediyor. Gerçekten öyle mi acaba?"73
Bir teröristi adeta bir şefkat sembolü gibi göstermek, bunu dünyanın en büyük gazetelerinden birinde sunmak, bu algıyı oluşturmak için de genellikle Ortadoğulu yazarları seçmek, tam olarak kastettiğimiz mühendislik taktiğidir. Batı derin devleti, söz konusu taktiği o kadar kabaca, o kadar bilinen yöntemlerle ve o kadar aleni uygulamaktadır ki, asıl hedefinin anlaşılıp anlaşılmamasından çekinmemektedir. Ne de olsa söz konusu medya diktatörlüğünü eleştirebilen, söz konusu diktatörlüğe dur diyebilen yoktur.
The Washington Post, elinde yavru ayı tutan bir PKK'lının resmini kullanarak 40 bin askerimizi şehit etmiş kahpe
katilleri aklama çabasına girmiştir. Söz konusu propagandanın Türkiye'yi bölme planlarının ayyuka çıktığı bir zamanda yoğunlaşması da manidardır.
(Sağda) Serap Eser isimli yavrumuzun PKK katilleri tarafından bir belediye otobüsünde yakılarak öldürülmesi şehirlerde
gerçekleştirilen hain terör eylemlerinden sadece biridir.
Bir kısım Batı medyasının "barış güvercinleri" edasıyla tanıtmaya çalıştığı PKK, terör için daima fırsat kollamış ve terör zihniyetinden asla vazgeçmemiştir. Batı medyası yavru ayı ile terörist propagandası yaparken, PKK şu an halen Türk toprakları içinde hain pusularına devam etmektedir.
Bu algı operasyonunun etkisi kuşkusuz çok büyüktür. Özellikle Batı halkı, sadece bu yayınlardan elde ettikleri bilgilerle PKK'yı adeta mazlum bir topluluk olarak değerlendirmekte; bu örgütün zalim, kalleşçe sırttan vuran ve yıllarca mazlumları katletmiş ve kendi içinde de sayısız infaz gerçekleştirmiş son derece tehlikeli bir yapılanma olduğunu fark edememektedir. Elbette bu operasyon neticesinde "Kürtlere zulmeden Türkiye" görünümünü de vermek oldukça kolay olmaktadır. Özellikle komünizm tehlikesini bilmeyen bir kısım Batılılar, Kürtleri PKK'nın temsil ettiğini zannetmekte, Türkiye'nin tüm Kürtlerden nefret ettiği sonucuna varmaktadırlar. Oysa Kürtler, Türkiye'nin şanı, şerefi, dürüstlüğü ve efendiliğinin sembolü olan eşi benzeri bulunmayan birer değeridirler. PKK ise, asıl olarak Kürt kardeşlerimize zulmeden, başta Kürt kardeşlerimizin başının belası olan, şerefsiz ve kahpe bir terör örgütüdür. İşte ikisinin arasındaki fark bu kadar açıktır.
Time, Elle, Der Spiegel, BBC, Newsweek, Marie Claire gibi dünyaca tanınmış gazete ve dergiler, 40 yıldır silahını
Türk askerine ve polisine, hatta Kürtlere yöneltmiş olan hain PKK'yı Ortadoğu'nun umudu gibi göstermeye çalışmaktadırlar.
PKK, söz konusu eylemlerini eğer Avrupa'da yapıyor olsaydı bu yayın organlarının başlıkları kuşkusuz şimdikinden
daha farklı olurdu.
TIME dergisi "Yeni Ortadoğu'da dolaşmak" başlıklı kapak konusunda, terör örgütü PKK'ya katılan kadınları yüceltirken, Öcalan'ı da sözde karizmatik lider olarak övmektedir. Dünyaca ünlü kadın dergileri ELLE ve Marie Claire de aynı şekilde, PKK'lı kadın teröristleri öven yazılar yayınlamışlardır. Alman Der Spiegel, kapaktan verdiği "Teröre karşı tek başına" başlığındaki haberde, PKK'yı Batı'nın son umudu olarak göstermektedir. Rusya'nın Kommersant yayın grubuna ait Ogonyok dergisi PKK'lı kadın teröristleri öven ifadeler kullanmıştır. Newsweek, Kobani'yi büyük bir zafermiş gibi sunarken PKK'nın Suriye kolu olan YPG ve YPJ'yi gündeme taşımıştır. Almanca yayın yapan Marx21 dergisi, PKK konusundaki övgü dolu yorumları, "Kürdistan'a özgürlük, fakat nasıl?" başlığıyla yayınlamıştır. BBC de sürekli PKK'yı övücü yayınlar yapmaktadır.
Global medya diktatörlüğü ve onun etkisi ve himayesindeki basın organları, kolayca beyazı siyah, siyahı ise beyaz gösterebilme gücüne sahiptir. Bu sinsi taktiğin farkında olmayanlar ise genellikle bu algı operasyonu ile kolaylıkla yönlendirilebilen insanlardır. Maalesef bu kişilerin sayısı da bir hayli fazladır.
Ortadoğu ve Asya'nın Yancıları
İslam'ın ve Müslümanların menfaatinin yanında olmak yerine Amerikan, İngiliz, Alman ve diğer derin devletlerin yanında olanların karakter ve mantık bozukluklarını iyi tanımak son derece önemlidir. Yancı kişiliğe sahip bu insanların en belirgin özellikleri, aşağılık kompleksi içinde olmaları ve bunu züppelik felsefesiyle örtmeye çalışmalarıdır. Asya ve Ortadoğu ülkelerinde sıkça rastlanan bu tipler kendilerince itibar edinmek için bir çok tavizde bulunmakta, daha da kötüsü diğer insanlara da kendileri gibi taviz vermeyi telkin etmektedir. Allah'a iman eden, tüm gücün ve kudretin sahibinin Allah olduğunu bilen bir Müslümanın asla göstermeyeceği bu bozuk karakter, çoğu ülkede –bu kişilerin telkinleriylehızla yayılmaktadır. Bu durum, toplumsal bir hastalığa dönüşmeden gerekli tedbirlerin alınabilmesi için doğru teşhisin yapılması ve bu kişilerin ahlak ve mantık bozuklarının deşifre edilmesi son derece önemlidir.
CIA gibi istihbarat örgütlerinin ve bu örgütlerin uzantısı olan düşünce kuruluşlarının önemli faaliyetlerinden biri de Ortadoğu ve Asya toplumları içinde yönlendirebilecekleri kişileri tespit etmektir. Ancak çoğu zaman CIA ve diğer istihbarat örgütleri doğrudan bunlarla muhatap olmazlar, çeşitli düşünce kuruluşlarını veya diğer yazarları aracı olarak kullanırlar. Aşağılık kompleksi içindeki bu kişileri tespit ettikten sonra, kalıplaşmış çeşitli üslup ve mantıklarla bu kişileri etki altına alırlar. “Sen çok yeteneklisin, iyi ve ünlü bir yazar olabilirsin”, “çok zekisin, zekanla diğer insanlar arasında dikkat çekiyorsun”,“diğerlerinden çok farklısın” diyerek bu kişilere yaklaşmaya başlarlar. Yancı karakterli kişileri etki altına almak için sıkça kullandıkları mantıklardan biri de,“Sen zeki ve modernsin, Müslümanlar yanlış tanınıyor, insanlar seni görseler çok etkili olur” ‘kafalama'sıdır. Karşılarındaki kişinin aşağılık kompleksini iyi teşhis ettikleri ve bu tip kafalama cümleleriyle rahatça etki altına alacaklarını bildikleri için, bu ve benzeri mantıkları sık sık kullanırlar.
Bundan sonraki aşama aşağılık kompleksi içindeki bu sözde yazarların yazılarını kontrol altına almaktır. Aslında bu kişilerin çoğunun yazı yeteneği olmaz, ancak bir şekilde bu kişiler yazar haline getirilir. Önce ülke içinde sonra uluslararası bazı site veya gazetelerde bu kişilerin yazması sağlanır. Bir süre sonra bu kişiler bir şekilde "ünlü" olur. Ve bu yazıların hepsi mutlaka kendisine bu imkanı sağlayanlar tarafından denetlenir, düzenlenir ve çoğu zaman baştan yazılır. İlk başlarda “şu cümle yerine bu olsa daha iyi olur, ne dersin?” diye başlayan tavsiyelerle bir süre sonra bu yazılar, tamamen derin odakların fikrinin savunulduğu hale dönüşür. Uluslararası arenada, Müslüman bir ülke veya Müslümanlar aleyhinde tek kaynaktan çıkmış olduğu her halinden belli olan onlarca yazının arkasındaki tezgah da budur.
Bu sistemin işleyişinin temelinde ise Ortadoğu ve Asya ülkelerindeki bazı yazarların yancı karakteri vardır. Bu yancı karakterin özelliklerini biraz daha detaylı inceleyelim:
Aşağılık Kompleksinden Kaynaklanan Eziklik
Aşağılık kompleksi özellikle Ortadoğu ve Asya'da yaygın olan bir psikolojik sorundur. Bu kompleks, kişinin başkasının karşısında, özellikle de kendisinden üstün olduğunu düşündüğü kişilerin karşısında, kendisini değersiz görmesinden kaynaklanır.
Teninin renginden, dilinin farklı olmasından, imkanlarının Batı'ya oranla sınırlı olmasından dolayı birçok Asyalı ve Ortadoğulu daha en baştan ezikliği kabul eder. Bu kişilerin hastalıklı zihniyetine göre bir Ortadoğu veya Asya ülkesinde doğmuş olmak, Arap, Pakistanlı, Hint veya Mısırlı olmak eziklik duymak için yeterlidir. Batı'da doğmuş olanlar ınher hâlükârda kendilerinden üstün olduğu düşünülür.
Kendilerine saygı duymadıkları için başkalarından da saygı görecek bir kişilik geliştiremezler. "Efendisi" olarak gördükleri kişiler karşısında duydukları eziklikten dolayı adeta azap çekerler ve bu azap duygusunu onları mutlu ve memnun etmek için çaba harcayarak örtbas etmeye çalışırlar. Sürekli olarak kendini yancılığını yaptıkları kişilere ispatlama gayreti içindedirler. Bu sebeple de kendilerine ait düşünceleri, yorumları, fikirleri değil kendilerine dikte edilen, savunduklarında takdir toplayacaklarını düşündükleri fikirleri savunurlar. Doğru olan hayatı değil, “böyle yaparsan takdir edilirsin” denilen hayatı yaşarlar.
Yancılar, Efendileri Tarafından Adım Adım Özenle Yetiştirilir
Yancı karakterli kişiler istihbarat örgütleri ve bu örgütlerin uzantıları olan bazı düşünce kuruluşları açısında kullanışlı bir malzemedir. Söz konusu yapılar, çoğu zaman kendileri gündeme getirdiklerinde etkili olmayacak ya da ters etki yapabilecek konuları bu kişiler aracılığıyla gündeme taşırlar. Örneğin bir Amerikalı'nın Türkiye aleyhinde yorum yapması uluslararası kamuoyunda o kadar büyük bir anlam taşımaz. Türk kamuoyunda ise itici durur. Ama Türk bir yazar Türkiye aleyhinde tespitlerde bulunuyor ve yazıyorsa bu çok daha sansasyonel bir durumdur. İşte bu yüzden yancıların tespiti, eğitimi ve kullanılır hale getirilmesi önemli bir süreçtir.
Aşağılık kompleksine sahip yancı karakterli kişiler belirlendikten sonra, titiz ve uzun bir süreç içinde bir tür eğitimden geçerler. Bu kişilere, "Sen aydınsın, diğerlerinden çok farklısın" diyerek yaklaştıktan sonra adım adım kişiyi kendi istedikleri kalıba sokarlar. Ve bu süreçte, yancıların tüm güçleriyle kendilerini beğendirme çabası "efendiler"in en çok işine yarayan husustur. "Zeka"sına ve "bilgi"sine övgüler yağdırarak etki altına almaya başladıkları kişiye bir yandan kendi felsefelerini enjekte ederken bir yandan da bu kişiyi yazar haline getirirler. "Şu konuda bu cümle o kadar iyi olmamış", "istersen şöyle ifade et" diyerek yapılan yönlendirmeler, aslında eğitimin birer parçasıdır. Bu kişiler bu ince eğitimle hem yazar haline getirilir hem de belirli bir felsefe bunlara işlenmiş olur. Yazılardaki ufak tefek cümle düzeltmeleri bir süre sonra, "istersen o kısmı ben yazayım" şekline dönüşür. Yazıya paragraflar eklenir paragraflar çıkarılır. Bu esnada yancı da "ideal" yazının nasıl olması gerektiğini öğrenmeye başlamıştır. Böylece artık ortak bir aklın, belirli bir mantığın savunucusu olan seri üretim yazılar ortaya çıkar. Özellikle yurt dışında okuduğunuz bir çok yazı bu şekilde hazırlanmaktadır.
Yancıların eğitimi yazılarıyla da sınırlı kalmaz. Hangi ortamda nasıl davranacakları, nerede ne giyecekleri, hangi konularda ne şekilde espriler yapacakları, olaylar karşısında nasıl tepki gösterecekleri ince ince kendilerine öğretilir. Batı'da ünlü olmak için, malum çevrelerden takdir görmesi için, ülkesinde pohpohlanıp "ne önemli insanmış" denilmesi için çizilen bu modele uymaları gerektiği öğretilir. Bir süre sonra ortaya kendi inancı, yorumu, fikri olmayan, tamamen "efendisi"nin inancına, felsefesine, yaşam stiline bağlı tipler çıkar.
Bu arada kişi çok önemli bir çevre içerisinde arkadaşlar edindiği kanaatindedir. Böyle bir arkadaş çevresi edindiği düşüncesiyle de aşağılık kompleksini bir nebze de olsun hafifletmiş olur. Sistemi kuranlarda da özellikle bu hissi vermeye özen gösterirler. CIA için çalıştığını itiraf eden Alman Gazeteci Udo Ulfkotte, yakın zamanda yaptığı açıklamasında bu sistemin nasıl çalıştığını net bir şekilde özetlemiştir:
"Benim kabul etmemdeki sebep ise fakir bir aileden gelmemdi. Birden parasız bir çocuğun mükemmel şekerlerle dolu bir dükkana düşmesi gibi oldu ve her şey bedavaydı… Bana para yerine parayla alınamayacak hediyeler sundular. Mesela ABD Oklahoma Eyaleti'nde onursal vatandaşlık ödülü, altın saatler, 5 yıldızlı seyahatler ve hatta kadınlar. Ama en önemlisi 5 yıldızlı iş ağına dahil edilmekti. Herhangi bir durumla karşı karşıya kaldığımda yardım isteyebilirdim çünkü ağdaki en yüksek rütbeli insanları tanıyordum. Şansölyelerle aynı diplomatik ortamlarda olmak üzere seçiliyorsunuz. Yabancı ülkelere seyahat ederken uçakta etkili kişilerin yanına oturtuluyorsunuz. Size güveniyorlar. Bu çok güzel bir duyguydu."
Görüldüğü gibi, sistemin hayat damarı kendisine tabi kılmayı amaçladığı kişinin, "şöhret olmak", "ünlülerle aynı çevrede bulunmak", "takdir görmek" gibi duygularını tatmin etmektir. Bakanlarla, milletvekilleriyle, başbakanlarla aynı ortamda bulunmak, yani "sen önemlisin" imajı vermek söz konusu kişiler için paradan çok daha değerlidir.
Aferin Almak Arzusu, "Efendisi"ne Yaranma Mantığı
Aşağılık kompleksi içinde olan insanların en hassas noktaları "adam yerine konuldukları"nı görmektir. Bunu iyi bilenler küçük jestler ve hediyelerle bu kişileri kolaylıkla kendilerine bağlarlar.
Yancı karakterli ezik kişilerin etki altına alınmaları için pahaca büyük hediyelere ihtiyaç yoktur. Çok hırslı gibi görünseler de, çok yüksek bir makam ya da ünvan beklentisi içinde de değildirler. Onları rahatlatacak en önemli şey, özendikleri çevrelerden aferin almaktır. Zira asıl eziklikleri bu kişilere karşıdır. Kendi ülkelerinde devlet yönetiminde dahi olsalar, çok büyük bir şirketin yöneticisi konumuna bile gelseler yancısı oldukları kişilere karşı bu ezikliği üzerlerinden bir türlü atamazlar. Dolayısıyla onlar tarafından beğenilmek ve takdir edilmek arzusundan da hiç kurtulamazlar.
Beğenilmek, takdir edilmek, onore edilmek, itibar görmek amacında oldukları için "aferin çok iyi yazmışsın”, "aferin çok iyi konuşmuşsun" sözlerini duymak adeta ayaklarını yerden keser. Bu "aferin" sözünü duymak için, kendi çevrelerinin, sevdiklerinin, ülkelerinin aleyhinde yorum yapmaktan çekinmezler. Herkesi amansızca kötüler, sürekli tepeden bakarlar. Çoğunlukla yazılarının ana konusu da bu aleyhte yorumlar olur. Müslümanlar aleyhinde konuştukça, kendilerince Müslümanları eleştirdikçe, Müslümanlara tepeden baktıkça yüceleceklerini zannederler. Hatta çoğu zaman, "bakın kimse benim kadar Müslümanları eleştirmez, bunları en iyi ben tanırım en iyi de ben aşağılarım" modundadırlar. Ya da ülkelerinin ne kadar "anti demokratik", "geri kalmış", "baskıcı" olduğunu anlatırlarsa o kadar "müthiş" tespitlerde bulunduklarını düşünürler. Bu sebeple yazılarının büyük kısmı, kendi ülkelerini yabancılara kötülemek, kendi insanlarına tepeden bakan yorumlar yapmak, "ben onlardan farklıyım, ben de aslında sizin gibiyim" mesajı vermek üzerine kuruludur. Bu yazılarda ve yorumlarda akılcı samimi eleştiriler ve çözümler değil, baştan sona propaganda ve "aferin" alma gayreti vardır.
Müslümanların veya yaşadıkları ülkenin elbette eleştirilmesi gereken yanlış tutumları olabilir, bu eleştiriyi yapmak da gereklidir. Ancak bu yancı kişilerin amacı eleştiri yaparak hataların düzelmesine vesile olmak değil, yancısı oldukları çevrelerin takdirini kazanmaktır. Bu durumda yazıları, yorumları, açıklamaları da söz konusu çevrelerin propagandasının bir parçası olmaktan öteye gitmez.
Cinselliklerini de Yancılığını Yaptıkları Kişilere Sunarlar
Klan gibi yapılanması olan bu düzenin en korkunç yönlerinden biri ise, Ortadoğu ve Asya'nın yancılarının cinselliklerini de "efendi"lerine sunmalarıdır. Erkek veya kadın olsun yancı karakterli bu kişiler, kendilerini fiziki ve cinsellik açısından da, üstün gördükleri, efendi olarak kabul ettikleri tiplere beğendirmeye çalışırlar. Ortadoğu ve Asya'nın genç kızları, Batı'daki derin yapılanmaların orta yaşı geçmiş, maddi imkanları geniş bazı tiplerine adeta sunulur.
Nasıl ki zaman zaman sinema sektöründe ünlü olmak isteyen genç kızlar cinselliklerini kendilerini ünlü yapacağına inandıkları insana sunarlarsa, Ortadoğu ve Asya'nın ezik, özenti, aşağılık kompleksi olan bazı kadınları da tanınan bir gazetede yazısı yayınlansın, ünlü bir kanalda yorumlarına yer verilsin diye cinselliğini sunar. Filistinli, Pakistanlı, Mısırlı birçok genç kadının bu tarz ilişkiler kurarak ve ilişkileri kullanarak belli çevrelere dahil olduğu bilinen bir durumdur.
Kabul görmek için cinselliğini sunan bu genç kadınlar, garip bir yapılanmanın içine dahil olmuş olurlar. Burada sadece bağlantı halinde olduğu efendisine değil, efendisinin yönlendirdiği kişilere de cinselliğini sunmaya mecburdur. Bu, çok aşağılayıcı ve küçük düşürücü bir durum olmasına rağmen söz konusu çevrelerde pek yadırganmaz. Filistinli güzel bir kızın, ünlü bir Musevi iş adamıyla birlikte olmaya başlaması, bu sayede hayatı boyunca imrendiği çevreye dahil olması, bu çevrede tutunabilmek için başka "efendilerle" de ilişki içine girmesi sıkça rastlanan bir durumdur. Derin Amerika ve derin İngiltere siyaseti içinde yer alan bir çok politikacının da bu durumdan istifade ettiği bilinmektedir. Eski Bakanlar, eski Başbakanlar, eski milletvekillerinin de dahil olduğu bu klan tipi yapılanma içinde birçok Ortadoğulu ve Asyalı genç kız çok acı bir şekilde kullanılmaktadır.
Halk, gazeteleri okurken, televizyonda yorumları seyrederken bu acı gerçeğin farkında olmaz. Bu insanları kendi fikirlerini anlatıyor, üzerine düşünüp araştırma yaptığı bilgileri aktarıyor zanneder. Oysa cinsel açıdan dahi söz konusu çevrelerin kontrolü altına girmiş bu kişilerin kendilerine ait bir fikirleri veya yorumları olması mümkün değildir.
Efendilerine Olan İnanç Teslimiyeti
Ortadoğu ve Asya'nın yancılarının en dikkat çeken özelliklerinden biri de efendilerine olan inanç teslimiyetidir. Yani, bu kişiler Kuran'a, Peygamberimiz (sav)'e ve vicdanlarına Allah'ın ilham ettiği doğruya göre değil, kendileri için biçilen sisteme göre bir inanç geliştirirler. Yancılığını yaptıkları kişilerin dünyaya bakış açısını tamamen kabullendikleri gibi, inançları da onların yorumlarına göre şekillendirirler. Allah'ın dediğini önemli görmezler, ama haşa ilah gibi gördükleri derin Amerika'nın, derin İngiltere'nin ne dediğini çok önemli görürler. Kuran'da yazanı uygulamazlar ama adeta putlaştırdıkları efendilerinin her dediğini uygularlar. Müslümanların, İslam coğrafyasının menfaatini düşünmezler ama köle gibi bağlandıkları çevrelerin menfaatini en ince detayına kadar korurlar. Aslında bu tavırları, Müslümanlara karşı duydukları bilinçaltı kinin, İslam coğrafyasında doğdukları için duydukları bilinçaltı öfke ve ezikliğin dışa vurumudur.
Örneğin savundukları bir fikir yüzünden Müslümanların zarar görecek olması bu tipleri hiç rahatsız etmez. "Teröre karşı tavır koyuyorum", "İslam'ın gerçekte bu olmadığını" anlatıyorum kılıfı altında mazlum, sivil Müslümanları büyük bir açmazın içine sokarlar. Başta Irak ve Suriye olmak üzere, Pakistan, Yemen, Afganistan gibi birçok ülkede gerçekleşen hava saldırılarını savunmak bunlardan biridir. Hava bombardımanı kadın, çocuk, yaşlı hasta ayırt etmeden hedef seçilen alandaki insanların hepsini birden yok eden, toptancı bir cezalandırma yöntemidir. Ve ne vicdana ne insan hakları ve hukuka uygundur. Dünyanın hiçbir demokrat ülkesinde, ağır suç işlemiş insanı yakalamak için köyler, kasabalar yok edilmez. Hiçbir demokrat ülkede cani bir katil dahi yargılanmadan başına bomba yağdırılarak öldürülmez. Ama söz konusu olan İslam coğrafyası olduğunda derin çevreler hukuk ve demokrasi değerlerini rafa koyarlar. İşte bu aşamada bu insanlık ve vicdan dışı uygulamayı kamuoyuna "makul" gösterme sorumluluğu da Ortadoğu ve Asya'nın yancılarına düşer. Bu kişiler, "terörle mücadele" adı altında, İslam coğrafyasını yakıp yıkacak, yerle bir edecek, çok sayıda sivilin ölmesine sebep olacak yöntemleri dahi hararetle savunurlar. Efendileri "öldürelim" diyorsa onlar da "öldürelim" derler. Efendileri "bombalayalım" diyorlarsa onlar da hep birlikte "bombalayalım, hatta daha da fazlasını yapalım" derler. Oysa terörle gerçekten mücadele etmek isteyen, terörün fikri zemininin ortadan kaldırılması gerektiğini bilir. Fikri hiçbir çalışma yapmadan silahla, bombayla çözüm oluşmayacağını bilir. Daha da önemlisi şiddetin her zaman daha çok şiddet doğuracağını da bilir. Ancak bu kişiler için önemli olan bu doğrular değil, yancılığını yaptıkları kişilerden "aferin" almaktır. Sırf bu "aferin" için, sırf daha çok takdir toplamak için Kuran'a uygun olmayan, vicdansızca uygulamaları var güçleriyle savunur, katillerin yanında saf tutmayı kabullenirler.
Bu yancıların inanç teslimiyetinin bir başka çarpıcı örneği de hiçbir şekilde İslam Birliği'ni gündeme getirmemeleri, hatta tam tersine birliğin kendilerince imkansız olduğunu anlatmalarıdır. Allah Müslümanlara bir olmalarını emretmişken, Kuran'ın çok sayıda ayetinde Müslümanların kardeş ve birlik olmaları gerektiği anlatılmışken, bu kişiler ısrarla birliğe karşıdırlar. Bu karşı tavırlarını da oldukça sinsi taktiklerle ortaya koyarlar. Mesela, açıkça "birlik olmayalım" demezler. Çünkü bunun tepki alacağını bilirler. Bu yüzden mevzu hadisleri kullanırlar. Peygamberimiz (sav)'e atfedilen, oysa doğru olmayan "Ümmetin ihtilafında rahmet vardır" hadisini kullanırlar. Böylelikle, "bakın Peygamber dahi birlik olmamak gerektiğini" söylüyor diyerek Müslümanları etki altına almaya çalışırlar. Oysa Peygamberimiz (sav) Kuran'a uygun olmayan bir sözü asla söylemez. Onlarca Kuran ayetiyle Müslümanların bir olması emredilmişken, "ihtilafta rahmet var" demez. Müslümanlar için rahmet birlik olmaktadır, çünkü bu Allah'ın emridir. Ne var ki, yancı karakterli tipler için Allah'ın emri değil, uydusu olarak yaşadıkları patronlarının menfaatleri önemlidir.
Türkiye'deki Yancılar
Dikkatlice bakıldığında, çeşitli Ortadoğu ve Asya ülkelerinde yaygın olan yancı karakterinin Türkiye'deki örneklerini görmek mümkündür. Kendi ülkesinin manevi değerlerinden uzak, kendi kültürüne yabancı –daha doğrusu yabancı taklidi yapan-, Türkiye'nin ortak değerlerini bilmiyormuş, halkın inançlarını ve değerlerini tanımıyormuş havasında davranan, halkı küçük gören, kendisini çok kıymetli zanneden, son derece dar bir açıdan olayları değerlendiren bu kişilerin en belirgin yönlerinden biri de, Türkiye'nin menfaatlerini hiç umursamamalarıdır.
Bu kişiler tıpkı diğer ülkelerdeki örnekleri gibi, sadece aferin almak için, uzun uzun Türkiye'yi kötüler, Türk halkını küçümseyen yorumlar yapar, daha da acısı ileride ülkemizin zararına olabilecek fikirlere aşkla destek verirler. Özellikle son zamanlarda PKK'yı kendilerince kahraman özgürlük savaşçıları olarak göstermeye çalışan, Türkiye'yi PKK tehdidiyle terbiye etmeye yeltenen, ülkemize "ya PKK'ya destek verirsin, ya da sonuç çok farklı olur" tehditleri savuran, bölünmeye zemin hazırlayan mantıklar öne süren yazıların ve yorumların sayısının böyle artması da önemli bir göstergedir. Batı'daki bazı düşünce kuruluşları tarafından servis edilen fikirleri birebir savunan bu kişiler, ortaya koydukları mantığın nelere sebep olabileceğini düşünmezler. Takdir görme, ünlü olma, hatta sadece yabancı bir gazetecinin yazısında adının geçmesi umuduyla kendilerine telkin edileni savunurlar. Bu fikirleri savunduklarında ultra modern, halkın göremediklerini görebilen, müthiş teşhislerde bulunan bir kişi olarak algılanacaklarını sanırlar. Oysa derin yapıların kendisine söylediğini tekrar etmekten öteye gidemeyen, kendi kişiliğini ve öz saygısını yitirmiş olan, insanların büyük çoğunluğunun da acıyarak baktıkları insanlardır.
Yancılar arasında yancılık yarışı da vardır. Kimin daha çok aferin alacağı, kimin daha çok yancılık yapacağı yarışıdır bu. Yarışta üstün gelebilmek için kendi ülkesinin, kendi devletinin, kendi milletinin menfaatlerini tamamen bir kenara bırakıp, nasıl daha fazla yaranabileceklerini düşünürler. PKK'nın hain bir terör örgütü olduğunu; askerlerimizi, polisimizi şehit etmeye devam ettiğini bile bile, PKK'ya övgüler yağdırmanın, teröristlerin affedilmesini gündeme getirmenin, hatta utanmadan Türkiye'nin teröristlere silah yardımı yapması gerektiğini söylemenin ardında da bu yancılık yarışı vardır. Yabancı basında sık sık yayınlanan Türkiye aleyhtarı yazılar veya bu yazılarda yer alan bazı yorumlar da bir anlamda bu yarışın tezahürüdür. "Belki beni de aralarına alırlar, benim de adım onlarla birlikte anılır" umuduyla yapılan yancılık yarışı, bir süre sonra kişinin her türlü çirkinliği kabul etmesine sebep olacak bir tahribat meydana getirir. Çünkü bu kişilerde kendi davası, ideali, ailesi, milleti, vatanı, inancı gibi kutsal değerlerin yerini "efendileri"nin ne dediği ne düşündüğü endişesi alır.
Söz konusu kişilerin efendilerinden öğrendikleri ve küçük düşürücü bir şekilde uyguladıkları bir başka tavır bozukluğu da züppeliktir.
Ortak Felsefe: Züppelik
Züppelik Batı ülkelerinin çoğunda yaygın olan bir tavır ve ahlak bozukluğudur. Ukalalık ve bilmişlikle karışık bir üslup içinde olan bu insanların ses tonları, konuşma vurguları, oturuş tarzları, şakaları, kendilerini ön plana çıkarma stilleri ortaktır. Kendilerini diğer insanlardan farklı ve özel gören, bu "özel hali" her hareketleriyle vurgulamak isteyen bir tavır içindedirler. Abartılı mimikler kullanmak, konuşmaların arasında yabancı dilde kelimeler sıkıştırmak, sakız çiğneyerek konuşmak, normalde hiç beğenmeyeceği şeylere hayranmış gibi anlatmak; belki de hiç gitmediği yerleri çok iyi biliyormuş gibi, bir kere yan yana geldiği insanları çok yakından tanıyormuş gibi, hiç dinlemediği müziği çok seviyormuş, hiç izlemediği filmleri sanattan çok iyi anlıyormuş gibi yorumlayarak hava atan konuşmalar yapmak züppeliğin en bilinen özelliklerindendir. Züppe kişiler için, 5 yıldızlı bir otelin lobisinde oturabilmek, bu otelin hediye olarak verdiği puroyu içip dumanını insanlara doğru üflemek, elinde kadehle poz vermek, adı bilinen bir lokantanın kapısında görünmek son derece önemli icraatlardır.
Kaliteli ve asil bir insanın hayatında sıradan olan detaylar züppelerin hayatında abartılı öneme sahiptir. Çünkü bunlarla yüceldiklerine ve değer kazandıklarına inanırlar. Diğer insanlara da kendilerince sahip oldukları bu değeri göstermek gayretindedirler. Züppelik felsefesinin her bir uygulamasıyla kişi, gözünde büyüttüğü insanlara "ben de sizdenim" mesajını vermiş olur. Bu yüzden züppelik bir anlamda da basit insanlar arasında ortak bir dil, ortak bir felsefedir. Bir züppe diğerini gördüğünde hemen tanır, bir züppenin dilinden yine en iyi başka bir züppe anlar.
Züppelik çok küçük düşürücü ve aşağılayıcı bir hal olmasına rağmen, bir çok cahil insan züppelere içten içe büyük bir hayranlık duyar. Lise çağlarından itibaren züppe tavrı gösterenler insanlar arasında itibar görürken, mazlum ve efendi olan insanlar çoğu zaman değer görmezler. Liselerde aksi, şımarık, ukala gençlerin ilgi odağı olmasının sebebi de budur. Lise yıllarının ardından züppelik de gelişerek devam eder. Okul çağında dinlediği müzik grubu, gittiği konserler, yaptığı alışverişler züppeliğin malzemesiyken, ilerleyen yıllarda içinde bulunduğu sosyal çevre, tatil için tercih edilen mekanlar, gezilen sergiler, makam-mevki, arabasının markası, oturulan semt gibi geçici değerler önem kazanır. Bunların her biri daha mazlum olanı psikolojik olarak ezmek için kullanılır.
Züppelik Ortadoğu ve Asya'nın yancılarıyla efendilerinin ortak bir felsefesidir. Ancak yancılar efendilerinden öğrendikleri züppeliği onların yanında asla yapmazlar. Kendilerinden aşağı gördükleri, gariban, sıradan insanları ezmek için onların yanında züppece davranırlar. Efendilerinin yanında ise son derece eziktirler. Onlara züppelik yapmayı tahayyül dahi etmezler. Mısır'da, Bangladeş'te veya Filistin'de Avrupa görmüş bir insanın kullandığı üslubu, yerel halka tepeden bakarak yaptığı teşhisleri gözünüzde canladırmanız zor değildir. Avrupa'da veya Amerika'da büyük eziklik içinde, köle gibi her denileni yapan, kişilik göstermeden yaşayan tipler, kendi ülkelerine döndüklerinde, sanki o ezilen kendisi değilmiş gibi, bambaşka bir karakter gösterirler. İşte bu, züppeliğin bir uygulamasıdır. Durumun acı yönü ise, gariban halkın bu züppelik uygulamasına çoğu zaman hayran kalması, bu kişileri adam yerine koymasıdır.
Oysa hayran olunması gereken asıl ahlak, kaliteli ve asil mümin ahlakıdır. Dünyanın tüm nimetlerinin sahibinin Allah olduğunu bilen, gücün ve kuvvetin sadece Allah'a ait olduğuna iman etmiş, teslimiyetli müminin kişiliği kale gibidir; sağlam ve sarsılmazdır. Gölge varlıklarla karşı karşıya olduğunun bilincinde, her an Allah'ın kendisine şahit olduğunun şuurundadır. Basitliğe asla tenezzül etmez. Çağlar üstü modern, çağlar üstü kalitelidir. Kendisini şekillendirmek isteyenlere göre değil, Allah'ın istediği ahlaka göre yaşar. Yancıların çok önemli görüp kölesi haline geldikleri efendilerinin de aciz birer kul olduğunu, hepsinin ölümlü varlıklar olduğunu bilir. Bir insana gösterdiği saygı ve verdiği değer o kişinin takvasıyla doğru orantılıdır. Kimseye karşı nezaketsizlik yapmaz, ama acz içindeki insanların karşısında ezilmenin ne kadar küçük düşürücü olduğunu bilir. Müminin nefsini karşısında koşulsuz ezeceği, candan bir teslimiyetle teslim olacağı tek varlık Allah'tır.
Dipnotlar
62. http://ajanshaber.com/-ypg-pkk-tarafindan-kuruldu-haberi/132098
63. http://ajanshaber.com/-ypg-pkk-tarafindan-kuruldu-haberi/132098
64. http://haber.sol.org.tr/dunyadan/barzani-ile-gerilimin-ardindan-pyd-74-kdp-mensubunu-serbest-birakti-haberi-73385
65. http://www.radikal.com.tr/dunya/barzaniden_tekci_ve_dayatmaci_pydye_kinama-1192855
66. http://www.timeturk.com/tr/2013/ 08/01/esed-in-zindanlarindan-ciktik-pyd-zindanlarina-girmeyiz.html#. VJZcxsBGo
67. http://www.haber10.com/haber/540076
68. http://www.hrw.org/news/2014/06/ 18/syria-abuses-kurdish-run-enclaves
69. http://www.thedailybeast.com/articles/2015/06/02/town-the-u-s-helped-save-now-run-by-terrorists.html
70. A.g.e.
71. http://www.thedailybeast.com/articles/2015/06/02/town-the-u-s-helped-save-now-run-by-terrorists.html
72. A.g.e.
73. http://www.washingtonpost.com/blogs /worldviews/wp/2014/10/27/turkey-still-thinks-this-guy-holding-a-baby-bear-is-a-terrorist-is-he