1. BÖLÜM EVANJELİZM VE ORTADOĞU EKSENİ
EVANJELİZMİN KISA TARİHİ
Giriş
Güçlü Osmanlı idaresi altındayken bile üzerinde planların ve iç karışıklıkların eksik olmadığı Ortadoğu her zaman gözde bir coğrafya olmuştur. Aslında bu coğrafya doğru bir tanımla "doğu"dur. Onu Ortadoğu haline getiren ise deniz ticaret yollarıdır. Bu değerli denizler, Ortadoğu'yu bildiğimiz doğudan ayırmış ve paha biçilmez hale getirmiştir. Ortadoğu'nun petrolü, doğalgazı ve diğer zenginlikleri bu ticaret yolları ile Batı'ya ulaşmış, Batı'nın ticari malları ve silahları da yine bu limanlara uğramıştır. Değerli olan bu coğrafya üzerinde elbette ki kavga da çok olmuştur. Osmanlı'nın hakimiyeti bu kavgaları dizginlerken, kavgaları tetikleyen ise Osmanlı'nın yok oluşu olmuştur. Ortadoğu, Osmanlı hakimiyetinin sürdüğü zamanlarda bile Batılı güçler tarafından gizli anlaşmalarla paylaşılmış, üzerinde menfaat planları yapılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında, henüz savaş bitmeden itilaf devletleri kendi aralarında Ortadoğu'ya sınır çizecek ve sınırları hakimiyet altına alacak kadar ileri gidebilmişlerdir. Ortadoğu parçalanırken yeni oluşan ülkelerin sınırları cetvelle çizilmiş, cetvelle çizilen bu suni sınırlara tüm Ortadoğu halkı riayet etmek zorunda kalmıştır.
O zamandan bu yana Ortadoğu gerçekte bir Batı hegemonyası altındadır. Batı, önceleri bu ülkeleri doğrudan yönetmek istemiş, bunun zorluklarıyla baş edemeyince diktatörler ve çeşitli aktörler kullanmıştır. Diktatörlüklerin bir kısmı halk ayaklanmalarıyla yıkılırken, bir kısmı çeşitli bahanelerle ABD ve koalisyon güçlerinin işgaline uğramış, milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan bu işgaller birer savaş bile sayılmamıştır. Batı hegemonyası nefreti beraberinde getirmiş, Batı'nın ilk başta Rusya'ya karşı desteklediği radikal güçler dallanıp budaklanmış ve bu defa Batı'ya karşı birer terör hareketi olarak bütün Ortadoğu'yu sarar hale gelmiştir. Şu anki manzaraya baktığımızda ise güzel Ortadoğu, bir kavga, nefret, öfke ve savaş alanı görünümündedir. Batı'ya kızan uluslar birbirine girmiş, birbiriyle ittifak edemeyen Müslümanlar birbirini katleder hale gelmiştir.
1- ÖNCESİ
2- SONRASI
İç savaş nedeniyle harabeye dönmüş olan Suriye sokakları.
İşin şaşırtıcı yönü ise, bu manzaranın çıkış noktasının yıllar önce tespit edilmiş bir planın parçası olmasıdır. Ortadoğu'da akan kan, tümüyle yanlış idare ve politikalardan kaynaklanan trajik bir sonuç değil, çoğunlukla özel olarak tasarlanmış ve halen işlemekte olan bir senaryonun parçasıdır. Ortadoğu'dan cenazelerin çıkması, insanların kindarlaşması, birbirlerinin şehirlerini yıkar hale gelmeleri bir kısım kişi ve çevreler tarafından zaten istenen ve beklenen bir sonuçtur. Ortadoğu üzerindeki planlar baştan itibaren bu esasa göre hazırlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir.
Bu planın en büyük hedeflerinden biri parçalanmış ülkelerdir. Günümüzde, Suriye ve Irak, bu plana bağlı kalınarak paramparça edilirken, hedefteki diğer ülkeler üzerinde de farklı planlar bilindik yöntemlerle uygulanmaktadır. Osmanlı yıkıldığından beri, daha net bir ifade ile Sevr'den beri, üzerinde yüz yıldır plan kurulan bu ülkelerden biri ve belki de en başlıcası Türkiye olmuştur.
Bu kitap, Türkiye üzerindeki parçalama planlarının neden ve nasıl geliştiği, hangi yöntemlerle uygulandığı, PKK'nın neden bu senaryoda yer aldığı ve bunu bertaraf etmek için neler yapılması gerektiğini oldukça kapsamlı ve önemli belgelerle anlatmaktadır. Fakat önce, Ortadoğu üzerinde geliştirilen planların kaynağına gitmek gerekmektedir.
Hristiyan inancı, Katolik ve Ortodoks gibi çeşitli kiliselere bölündükten sonra, Hristiyanlığın içinde reformist bir hareket başladı. Bu hareket, Katolik mezhebinin endülijans (Orta Çağ Avrupası'nda bir tür günah çıkarma ve ölümden sonra cennete gitmek için Papa'nın sattığı af belgesi) ile para kazanmasını, ayin dilinin Latince olmasını ve Papa’nın yanılmazlığını eleştiriyordu. Almanya’da Martin Luther, Fransa ve İsviçre’de ise Johannes Calvin tarafından başlatılan bu yeni akım “Protestanlık” olarak tanındı.
Protestanlığa göre tevbe, kişi ile Allah arasındaydı.
Bu nedenle kiliseye para vermek gerekmiyor, Papa’nın üstün kabul edilmiş yanılmazlığı ortadan kalkıyordu. Bu akıma göre dinde asıl kaynak, Papa’nın fetvaları veya kilisenin yaptırımları değil, sadece Kutsal Kitaptı.
Evanjelizm ise Protestanlığın bir koludur. Kelime anlamıyla “müjde” veya “iyi haber” anlamına gelen Evanjelizmde, İncil’de Hz. İsa (as)’ın havarileri olarak geçen Matthew, Mark, Luke ve John evanjelist/evanjelik olarak adlandırılırlar. Evanjelik terimini ilk kullanan ise, Martin Luther olmuştur.
Luther, İncil’in Katolik kilisesi tarafından yanlış yorumlanmış ve tahrif edilmiş olduğunu görmüş ve bu nedenle Eski Ahit’e (Tevrat ve Zebur) daha fazla ağırlık vermiştir. İlerleyen dönemlerde Protestan mezhebi daha farklı fikir gruplarına ayrılmış fakat buna rağmen inanç esasları ve Eski Ahit’i de içine alan Kitab-ı Mukaddes konusunda merkez görüşten uzaklaşılmamıştır.
Evanjelizmin, kilisenin din üzerindeki baskılarını kaldırarak Hristiyanların İncil’e ve aynı zamanda Tevrat’a dönmelerini esas alması oldukça önemli ve gerekli bir reformdur.
Samimi bir inanç şekli olan Evanjelizm mezhebinin taraftarları, sevgi ve barış yanlısı özelliklerini daima ayakta tutmuş ve sonraki satırlarda daha detaylı inceleyeceğimiz gibi “tebliğ” esasını önemsediklerinden, insanların dindarlaşmalarına büyük katkı sağlamışlardır.
Yine ilerleyen satırlarda inceleyeceğimiz gibi Evanjeliklerin ahir zaman ile ilgili beklenti içinde olmaları ve Hz. İsa (as)’ı tekrar karşılama heyecanları büyük bir sevginin ve dindarlığın göstergesidir. Bu yönde, Kuran’a uyan gerçek Müslümanlarla paylaştıkları pek çok ortak özellik vardır.
18. yüzyıla ait bir katedral ve o dönemin halkı.
Ancak her dinde olduğu gibi Evanjelizm mezhebi içinde de söz konusu öğretileri farklı şekillerde yorumlayan, ahir zaman meselelerini olduğundan farklı anlayan, barış dini Hristiyanlığı ve barış elçisi Hz. İsa (as)’ı savaş ile özdeşleştirmeye çalışan çeşitli kesimler bulunmaktadır.
Bu kişiler İncil’deki bazı pasajlardan yola çıkmakta ve savaş senaryoları için kendilerince güçlü deliller bulmaktadırlar. Bu bakımdan aslında kendilerince samimi bir yaklaşım içindedirler. İncil’i esas almakta, doğruyu yaptıklarına inanmakta fakat İncil’in derinliklerinde var olan bazı mecazi kavramları görememektedirler.
Bu yorumlama hatasındaki ikinci sorun ise, İncil’den sonra “İncil ve Tevrat’ın doğrulayıcısı” olarak gönderilmiş olan Kuran’a başvurmakta zorlanmalarıdır. Oysa Hz. İsa (as)’ın gelişi Kuran’da da açık ayetlerle bildirilmiş ve tüm insanların iman ettiği bir barış ortamının müjdesi verilmiştir.
Bu kitapta çıkış noktası, ahir zamanı kutsal kitaplardan farklı ve riskli şekilde yorumlayan söz konusu kesimin görüşleridir.
Çünkü bu kişiler –çoğunlukla iyi niyetle ve belki de istemeden- ürkütücü bir senaryoya önayak olmaktadırlar. Ortadoğu’da ahir zaman senaryolarını hızlandırmaya çalışmakta, fakat kanlı bir Ortadoğu’nun altyapısını hazırlamaktadırlar. Bunun nasıl olduğu ise ilerleyen satırlarda açıklanmaktadır.
EVANJELİZMİN YAYILIŞI VE AHİR ZAMAN
Protestanlık mezhebi ile ortaya çıkan ve 18. yüzyıla kadar Avrupa’da doğup buraya yerleşen bazı akımlar, sömürgecilik ile birlikte dünyanın çeşitli bölgelerine ulaşmıştır. Bu bölgelerden en önemlisi Amerika kıtasıdır. İngiltere’de Anglikan bir papaz olan John Nelson Darby’nin Amerika seyahatleri sonrasında Evanjelik düşüncenin hızla yaygınlaştığı bilinmektedir. Darby’nin takipçileri kendilerini dispensalist olarak da tanımlamışlardır.
Bu inancı takip edenlerin en önemli özelliği,
dünyanın son döneminde Mesih’in geri dönüşüne ve kıyametin gerçekleşeceğine inanmalarıdır
Mesih’in dünyaya gelişi için oluşması gerektiğine inandıkları şartlar ise şunlardır:
Kutsal Topraklar üzerinde bir Musevi devleti kurulması,
Kudüs’ün başkent olması,
Tüm insanlara İncil’in vaaz edilmesi,
Museviler ve iman edenlerin (Hristiyanların) eziyet görmesi,
Armageddon Savaşı,
İnananların (Hristiyanların) göğe yükselmesi.
1898 yılındaki 2. Basel Siyonist Kongresi'nde Theodor Herzl konuşma yapıyor. Bu maddelerden de anlaşılacağı şekilde Evanjelikler temelde Siyonist Hristiyanlardır.
Mesih’in gelişinin gerçekleşmesi için mutlaka bir Musevi devletinin Kutsal Topraklarda kurulması gerekliliğine inanırlar. İşte bu nedenle de daima, Siyonist Musevilerle ittifak içinde olmuşlardır.
Bunun önemli delillerinden biri tarihte gerçekleştirilmiş olan Siyonist kongrelerdir.
Theodor Herzl’in 1897’de topladığı ve Musevilerin Kutsal topraklara gitmesini öngören 1. Siyonist Kongre’nin hemen arkasından yine Basel’de 2. Siyonist Kongre toplanmıştır. Söz konusu toplantı sonrası, Batı Şeria’da bir İsrail devleti oluşturulması kararı alınmış, buna itiraz eden bir Musevi’ye ise Uluslararası Hristiyan Elçiliği temsilcisi Van der Hoeven şu cevabı vermiştir: “İsraillilerin ne düşündüğü umurumuzda değil.
Biz Tanrı’nın ne söylediğine bakarız ve Tanrı o toprakların Musevilere ait olduğunu söylüyor.”
Aslında bu tepki, günümüzde devam etmekte olan Evanjelik Siyonizminin sınırlarını bilmek bakımından önem taşır.
Çünkü görünüşte Musevileri ve Musevi topraklarını koruma görümünde ortaya çıkan bu hareket, gerçekte Musevilerin de katledileceği bir son için hazırlık yapmaktadır. Bu inanca göre, sadece Hristiyanlığı seçen 144 bin Musevi hayatta kalacak, fakat diğer Museviler, “tüm Müslümanlar”la birlikte katledilecektir.
Bu konuyu birazdan inceleyeceğiz.
İsrail devleti 1948’de kurulmuş, Kudüs 1967’de başkent ilan edilmiştir. Dolayısıyla Evanjeliklerin bekledikleri kehanetlerden biri gerçekleşmiştir. Ahir zamanın işareti olan bu alametler kendisini gösterdikçe, Evanjelikler de bu sonu hızlandırma gayreti içine girmişlerdir. Armageddon savaşı adına Ortadoğu’nun şekillendirilmesi hedefi işte bu yüzden bu yüzyılda hız kazanmıştır.
EVANJELİZMİN ETKİ GÜCÜ
Allah’a güzel ve iyi bir kul olabilme, tüm dinler ve mezheplerde olduğu gibi Hristiyan mezheplerinde de esastır. Evanjelizm de bu esas üzerine kurulmuştur. Evanjelizmi diğer Hristiyan mezheplerden ayıran en büyük özelliklerden biri ise, diğer mezheplerde pek de fazla öne çıkmayan “tebliğ”dir.
Kendi dinlerinin gereklerini diğer insanlara anlatmak, yani aktif bir misyonerlik politikası bu mezhebin takipçilerinde görülmektedir. İşte bu nedenledir ki Evanjelizm özellikle Amerika’da gün geçtikçe daha fazla adı geçen ve geniş kitlelere yayılan bir mezhep halini almıştır.
Bunu rakamlardan da anlayabilmek mümkündür.
İç savaş dönemi Amerika'sında Evanjelik kilisesine mensup olan kişilerin sayısı 4 milyon iken, bugün bu rakamın 70 milyona ulaştığı iddia edilmektedir. Amerika'da ve Hristiyanlığın yaygın olduğu diğer ülkelerde maneviyatın güçlenmesi bir sevinç vesilesidir.
İç savaş dönemi Amerika’sında (1861-1865) Evanjelik kilise mensubu sayısı 4 milyonken, bugün bu rakamın 70 milyon olduğu iddia edilmektedir.
2014 verilerine göre Amerikalıların %25.4’ü kendilerini Evanjelik olarak tanımlamaktadır.
Her ne kadar ilk ortaya çıkış şekli Hristiyanlığa Katolik inancından farklı yorumlar getirmek olsa da, günümüz Evanjelizm anlayışı Katolik inancıyla ciddi bir çatışma halinde değildir.
Şunu belirtmek gerekmektedir: Her ne kadar çeşitli farklı yorumlar nedeniyle kimi zaman özünden farklı anlamlara ve mezheplere bürünmüş olsa da Hristiyanlık inancının güçlenmesi, özellikle dinsizliğin yaygın olduğu bir dönemde Allah’a inancın gelişip yaygınlaşması bizim isteyeceğimiz bir şeydir.
Hristiyanlar elbette daha fazla dindar olmalı, Kutsal Kitaplarına daha fazla sahip çıkmalı, Amerika’da ve Hristiyanlığın yaygın olduğu tüm diğer ülkelerde maneviyat daha fazla güçlenmelidir. Amerika da, diğer tüm ülkeler de, dindar oldukları müddetçe bereketlenmiş ve mutlu olmuşlardır. Dolayısıyla Müslümanlar arasında Müslümanlığın, Hristiyanlar arasında Hristiyanlığın, Museviler arasında da Museviliğin gelişip güçlenmesi her zaman isteyeceğimiz ve teşvik edeceğimiz bir güzelliktir.
Bunun yanı sıra, Evanjelik inancın Mesih beklentisi de bizim için güzel bir şeydir. Bilindiği gibi biz Müslümanlar da içinde bulunduğumuz son –Ahir– zamanda Hz. Mehdi (as)’ın zuhur edeceğini ve Hz. İsa (as)’ın yeniden yeryüzüne nüzul edeceğini biliyoruz. Dolayısıyla Hristiyanlarla bu konuda benzer görüş içinde olmak sevindiricidir ve Hristiyanlara sevgimizi ve desteğimizi artıracak, onlarla ittifakımızı güçlendirecek heyecan verici ortak bir noktadır.
Özellikle dinsizliğin yaygın olduğu şu dönemde Müslümanlar da, Hristiyanlar da, Museviler de daha dindar olmalıdırlar.
Söz konusu Evanjeliklerin Ortadoğu’da bir İsrail devleti beklentisi de yadırganacak bir tutum değildir. Kuran’a göre Musevilerin Kutsal Topraklarda yaşama hakkı vardır ve bu gerçek Tevrat’ta olduğu gibi Kuran’da da pek çok ayette geçen bir durumdur.
Maide Suresi’nin 20 ve 21. ayetlerinde şöyle bildirilir:
Hani, Musa kavmine (şöyle) demişti: "Ey kavmim, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın; içinizden peygamberler çıkardı, sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi."
"Ey kavmim" Allah'ın sizin için yazdığı (girmenizi emrettiği) kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz." (Maide Suresi, 20-21)
Dolayısıyla 5000 yıl sonra hala Kutsal Topraklar üzerinde Musevilerin varlığını görmek, biz Müslümanlar için Allah’ın vaadini görmek anlamını taşımaktadır, sevinç vesilesidir.
O topraklarda, geçmişte olduğu gibi Musevilerin, Hristiyanların ve Müslümanların bir arada barış içinde yaşadığı bir dönemi görmek en büyük temennilerimizdendir.
Burada üzerinde duracağımız ve eleştiri konusu olan kısım, bir kısım Evanjeliklerin, Ortadoğu’da bir savaş beklentisinin gereği olarak Ortadoğu’yu buna göre şekillendirme çabası, bir bakıma Mesih’in gelişini çabuklaştırma ihtirası, Kutsal Topraklar konusundaki inanç ve beklentilerinin tehlikeli boyutlara ulaşmış olmasıdır.
Öncelikle, Hz. Mehdi (as) ve Mesih’in geliş tarihi Allah’ın tespit ettiği kaderde belirlenmiş bir vakittir. Dolayısıyla hiç kimse, hiçbir şart, hiçbir alamet bu çıkışı vaktinden daha erken hale getirmeyecek, hızlandırmayacaktır. Kutsal topraklar üzerinde gerçekleşmesi beklenen Armageddon Savaşı ise gerçekte yaşanıp bitmiştir. 2003 Irak Savaşı, İncil’de Armageddon olarak belirtilen, hadislerde ve Tevrat’ta da tüm alametleriyle tarif edilen ahir zaman alameti olan büyük savaştır.
(Bu konuyla ilgili ayrıntılar, Harun Yahya’nın
Hristiyanlar Hz. İsa’yı Dinlesinler kitabının “Bazı Hristiyanların Armageddon Yanılgısı” bölümünden okunabilir.)
Dolayısıyla yakın gelecekte Evanjeliklerin beklediği şekilde kanlı bir savaş ortamı gerçekleşmeyecektir. Şunu da belirtmek gerekir ki, Evanjelikler tarafından tanımlanan Kutsal Topraklar kapsamı, Musevilerin inancından daha farklıdır ve daha geniş sınırlara ulaşmaktadır.
Bunun bir neticesi olarak da Ortadoğu’yu bir savaş ortamına hazırlama düşüncesi ve bu yönde uygulamalar her açıdan büyük yanlışlıklar taşımaktadır.
Planlanan en büyük yanlışlardan biri ise, Ortadoğu’nun belkemiğini oluşturan dört ana ülkenin parçalanarak bir Büyük Kürdistan kurulması hayalidir.
Bu kitap, şu anki şartlar altında bu hayalin neden yanlış olduğunu ve böyle bir hayalin Ortadoğu’yu, Avrupa’yı ve ardından tüm dünyayı nasıl bir faciaya sürükleyeceğini anlatmaktadır.
Yasin Yaylar, İsrail Amerika ve Evanjelizm, Altınpost yayıncılık, 2012, s. 16