21 Nisan 2018

Kütübü Sitte Hadisleri Fitneler Bölümü 5 NCİ BÖLÜM

Kütübü Sitte Hadisleri Fitneler Bölümü ile ilgili görsel sonucu

Biz bu hadisi, fitne üzerine söylenen enteresan hadislerden biri olarak tavsif ettik. Çünkü, bilhassa memleketimizin yaşamış bulunduğu durumu tasvir etmektedir. Birtakım gizli teşkilatlar tarafından yürütülen anarşik hadiselerde kullanılan şahıslar, kendilerine verilen vazifeyi yapmak zorundadır, sebebini, niçinini soramaz. Mesela halkı yıldırmayı hedef alan bir çok vakada, gelişigüzel kalabalık üzerine, otobüs durağında bekleyenlere yaylım ateşi açılmaktan çekinilmemiştir. Teşkilatlar adına işlenen ve para mukabili adam öldüren klasik tipteki kiralık katillerden daha gayesiz katiller tarafından sahneye konan bu cinayetleri Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) : "Öldüren niçin öldürdüğünü, ölen niçin öldüğünü bilemez" şeklinde ifade etmiştir. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in bu hadiste, hassaten teşkilatlarca tertiplenen anarşist cinayetleri tasvir ettiğini te´yid etmek için bu çeşit cinayetleri tahlil eden bir Batılının şu satırlarına göz atalım : "Anarşist cinayet, siyasî cinayetlerden farklıdır. Kurbanın katil nazarında gerçekten suçlu olması mühim değildir. Hatta kurban suçsuz olduğu nisbette anarşik cinayetin daha mükemmel olduğu söylenebilir. Nitekim bu cinayetlerde mühim olan, tedhiş vasıtasıyla halk üzerinde yılgınlık hasıl etmektir. Kurban edilen kimsenin mevki-i içtimâîsi yüksek olduğu nisbette bu gayeye daha iyi ulaşılır. Zaten tedhişçiler, içtimâî bünyede gedik açabilmek için başa vurmak gereğine inanırlar."[142] 20- Emniyet Ve Güven Kalmaz : Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in mükerrer hadislerinde, fitne, anarşi devrinde emniyetin kalkacağı, kimsenin kimseye itimat edemeyeceği, emin kimselerle hain kimselerin tefrik edilemeyeceği vs. belirtilir. Bu hususla alakalı olarak Abdullah İbnu Amr´dan gelen bir rivayette, fitnenin çıkacağı devre, "( İnsanlar arasında emin ve güvenilir kimselerle hain kimseler, salihlerle facirler birbirinden tefrik edilemeyecek kadar) insanların ahde vefaları bozulduğu, itimadın kalktığı zaman.." olarak tasvir edilir. Bir başka rivayette, fitneden haber veren Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´a İbnu Mes´ud sorar : "Ey Allah´ın Resulü, bu fitne ne zaman gelecek " "Bu herc ( insanların birbirini kırdığı) devirdir." "Bu kırım devri ne zaman gelir " "Bu, kişinin arkadaşına bile itimad edemediği zamandır." İbnu Mes´ud, bu hadisi Vabısa´ya anlatırken, Vabısa da İbnu Mes´ud´a eyyâmu´lhercin ( kırım zamanının) ne vakit geleceğini sorar. O da mualliminden aldığını belirttiği cevabı tekrar eder : "Kişinin arkadaşlarına bile itimad edemeyeceği zaman." Bir başka rivayette, cemiyet fertlerinin maruz kaldıkları içtimâî bozukluklar sonunda, dinin "ahidlerinizi tutun" ( Nahl 91, İsra 34), "verdiğiniz sözlerde durun", "yalan söylemeyin" gibi emirlerini unutarak itimat edilmez davranışlara düşecekleri belirtilir : "Sen, ahidlerini bozan, güvenirliklerini kaybeden mübtezel ( ayak takımı) insanların arasında kaldığın zaman ne yapacaksın O insanlar düzenleri bozulmuş ( biri diğerine benzemeyen) her biri her an değişen, ahidlerini bozan, itimad ve emniyetleri suistimal eden kimselerdir." Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) bu açıklamadan sonra parmaklarını birbirine geçirerek : "İşte böylesine karışık" der.[143] 21- Ölüm Aranır : Büyük fitnenin hususiyetlerinden biri ölümü aratmasıdır. Yukarıda söylediğimiz gibi fitne; içtimâî hastalıkların artması sonucu kargaşanın fiile geçmesidir. Her çeşit dinî ahlakın, aklî ve vicdanî prensiplerin mağlup ve makhur edilip hissiyatın, içgüdülerin, beşeriyetin kemali için daima baskı altında tutulması gereken hevayı nefsin hakim olmasıdır. Mal ve can emniyetini kaldırıp, katl, hırsızlık ve soygunları artırmaya müncer olan iktisâdî ve içtimâî bozuklukların böylesine artması, hayatın da mânasını kaybettirecektir. Böyle bir ortamda ölenlere gıpta edilmesi mucib-i hayret olmalıdır. Buhari ve diğer kaynakların kaydettikleri bir rivayette Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), bu durumu şöyle ifade eder : "Bir insan, ölmüş bir kimsenin kabrine uğrayınca : "Bunun yerinde keşke ben olsaydım" diye temenni etmedikçe kıyamet kopmaz." Müslim ve İbnu Mace´de gelen bir rivayette bu temenninin dindarlık sebebiyle olmayıp, maruz kalınan belalar, çekilen sıkıntılar sebebiyle olduğu tasrih edilir. Daha başka rivayetlerde insanların, sabredilmesi, elde ateş tutmak kadar zor olan musibet dolu devirler yaşayacakları belirtilir. Bir başka rivayette, ölümü arattıran bu fitnenin maddî imkanların darlığı ile bir alakasının bulunmadığı, bilakis zenginlik sebebiyle arttığı, hatta bu yüzden insanların fakirliği temenni bile edecekleri tasrih edilir. Daha çok zengin başların derde düşmeye başladığı günümüz ahvaline oldukça yakınlık arzetmesi sebebiyle hadisi aynen kaydediyoruz : "Siz öyle zaman göreceksiniz ki, o vakit kişi, nasipçe ( malca) hafif olmaya gıpta eder, tıpkı şimdi sizin mal ve evlat çokluğuna gıpta ettiğiniz gibi. O kadar ki, biriniz kardeşinin mezarına uğrar da, hayvanın yerde yuvarlanması gibi yuvarlanarak : "Keşke senin yerinde ben olsaydım" der. Bu davranışı ( Hz. Yusuf gibi bir an evvel) Allah´a kavuşmak arzusuyla veya önceden işlediği iyi ameller sebebiyle değil, maruz kaldığı belalar sebebiyledir."[144] 22- Ganimet ( Devlet Malı) Helal Addedilir : "Devletin malı deniz yemeyen domuz" diyerek devlet malını çeşitli yollardan yağmalamayı helal addeden fasıklarla, "burası dâr-ı harptir, dar-ı harpte zekat verilmez" diyerek başta vergi kaçakçılığı olmak üzere çeşitli haramları helal addeden cahillerin halini beyan etmeye de Hz. Peygamber ehemmiyet vermiş, bu durumun ahirzaman fitnesinin alâmetlerinden birini teşkil ettiğini belirtmiştir. Hz. Ali´den gelen rivayete göre, "Kıyamet ne zaman " diye soran bir kimseye, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) cevaben kıyamet alametlerini sayarken : "..emanet ganimet sayıldığı, sadaka ( yani zekat ve vergi) bir yük addedildiği... zaman" demiştir. Aynı fikre, Ebu Hüreyre´den gelen "rihu´lhamra ( kızıl rüzgâr) hadisinde de yer verilerek : "Emanet ganimet addedilince, zekat ise ( dini bir borç değil, zorla alınan) bir ceza telakki edildiği zaman.. kızıl rüzgârı bekleyin" denmiştir.[145] 23- Fitnenin Girmedigi Ev Kalmaz : Bazı rivayetlerden, kıyametten önce, gelecek bir fitnenin girmeyeceği evin kalmayacağı, istisnasız her eve gireceği ifade edilir. Abdullah İbnu Amr tarafından rivayet edilen bir hadiste kıyamet alâmetleri, bir ipe dizilmiş bulunan boncukların, ipin kırılmasıyla birbirini takip etmesi gibi, peşpeşe gelecekleri ifade edilir. İşte birbirini takip edecek bu alâmetlerden altı tanesi tadad edilir. Bunlardan birinin : "Bilâistisna her Arabın evine girecek olan bir fitne" olduğu belirtilir. Hadisin Müsned´de gelen iki veçhinden birinde "sizden her bir kimsenin evine" şeklinde; diğerinde "her bir yün ve toprak eve" şeklinde ifade edilerek bu hususta şehir ve köy farkının da kalmayacağı belirtilmiştir. [146] ÜÇÜNCÜ FASIL ASABİYET VE EHVA ـ4798 ـ1ـ عَنْ جُندب بن عبداللّه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : مَنْ قُتِلَ تَحْتَ رَايَةٍ عِمِّيَّةٍ يَدْعُو لِعَصَبِيَّةٍ أوْ يَنْصُرُ عَصَبِيَّةً فَقِتْلَتُهُ جَاهِلِيَّةً[. أخرجه مسلم والنسائي.»العِمِيّةُ« بتشديد : بيّن الجهالة والضلة، وهى فِعّيلة من العمى.و»التَّعصِيبُ« المحاماة والمدافعة عن ا“نسان الذي يلزمك أمره أو تلتزمه لغرض.و»القِتلَةُ« بكسر القاف حالة القتل، أى فقتله قتل جاهلي . 1. ( 4798 )- Cündeb İbnu Abdillah ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : "Kim ummiyye ( gayesi İslam olmayan) bir bayrak altında bir asabiyete çağırırken veya bir asabiyete yardım ederken öldürülürse onun ölümü, cahiliye ölümü üzeredir." [Müslim, İmaret 57, ( 1850); Nesâî, Tahrîm, 28, ( 7, 123).][147] ـ4799 ـ2ـ وعن سُراقة بن مالك الجعشمى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : خَيْرُكُمُ الْمُدَافِعُ عَنْ عَشِيرَتِهِ مَالَمْ يَأثَمْ[. أخرجه أبو داود . 2. ( 4799)- Sürâka İbnu Mâlik el-Cu´şemî ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : "En hayırlınız, ( zulme düşerek) günah işlemedikçe aşiretini müdafaa edendir." [Ebu Davud, Edeb 121, ( 5120).] [148] ـ4800 ـ3ـ وعن واثلة بن ا‘سقع رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ : مَا الْعَصَبِيَّةُ قَالَ : أنْ تُعِينَ قَوْمَكَ عَلى الْظُّلْمِ[. أخرجه أبو داود . 3. ( 4800)- Vâsile İbnu´l-Eska ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Ey Allah´ın Resûlü, dedim, asabiyet nedir " "Asabiyet, buyurdular, zulümde kavmine yardım etmendir." [Ebu Davud, Edeb 121, ( 5519).][149] ـ4801 ـ4ـ وعن عمَرو بْنِ أبِى قرة قال : ]كَانَ حُذَيْفَةُ بِالْمَدَائِنِ يَذْكُرُ أشْيَاءَ قَالَهَا رَسُولُ اللّهِ # : ‘نَاسٍ مِنْ أصْحَابِهِ في الْغَضَبِ. فَيَنْطَلِقُ نَاسٌ مِمَّنْ سَمِعَ ذلِكَ مِنْ حُذَيْفَةَ فَيَأتُونَ سَلْمَانَ الْفَارِسِىُّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فَيَذْكُرُونَ ذلِكَ لَهُ. فَيَقُولُ : حُذَيْفَةُ أعْلَمُ بِمَا يَقُولُ. فَيَرْجِعُونَ الى حُذَيْفَةَ فَيَقُولُونَ لَهُ : قَدْ ذَكَرْنَا قَوْلَكَ لِسَلْمَانَ، فَمَا صَدَّقَكَ وََ كَذَّبَكَ. فأتَى حُذَيْفَةُ سَلْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما : فقَالَ : مَا يَمْنَعُكَ أنْ تُصَدِّقَنِى فِيمَا سَمِعْتُ مِنْ رَسُولِ اللّهِ #؟ فقَالَ سَلْمَانَ : إنَّ رَسُولَ اللّهِ # كَانَ يَغْضَبُ فَيَقُولُ في الْغَضَبِ، وَيَرْضَى فَيَقُولُ في الرِّضَا. ثُمَّ قَالَ : يَا حُذَيْفَةُ! أمَا تَنْتَهِى حَتّى تُوَرِّثَ رِجَاً حُبَّ رِجَالٍ، وَرِجَاً بُغْضَ رِجَالٍ، وَحَتّى تُوَقِعَ اخْتَِفاً وَفُرْقَةً؛ وَلَقَدْ عَلِمْتَ أنَّ رَسُولَ اللّهِ # خَطَبَ فَقَالَ : اللَّهُمَّ إنِّى أتَّخِذُ عِنْدَكَ عَهْداً أيُّمَا رَجُلٍ مِنْ أُمَّتِى سَبَبْتُهُ سُبَّةً أوْ لَعَنْتُهُ في غَضَبِى فإنَّمَا أنَا مِنْ وَلَدِ آدَمَ أغْضَبُ كَمَا يَغْضَبُونَ وَإنَّمَا بَعَثْتَنِى رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ. فَاجْعَلْهَا عَلَيْهِمْ صََةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ، وَاللّهُ لَتَنْتَهِيَنَّ يَا حُذَيْفَةُ أوِ ‘كْتُبَنَّ الى عُمَرَ ابْنِ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه[. أخرجه أبو داود. 4. ( 4801)- Amr İbnu Ebî Kurre anlatıyor : "Huzeyfe ( radıyallahu anh) Medâin´de iken, Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın öfke halinde, ashabından bazılarına sarfettiği sözleri anlatıyordu. Huzeyfe´den bunları işitenlerden bir kısmı Selman ( radıyallahu anh)´a gelip, Huzeyfe´nin anlattıklarını kendisine söylüyorlardı. Selman da onlara : "Huzeyfe söylediğini daha iyi bilir!" diyordu. Onlar da tekrar Huzeyfe´nin yanına dönüp kendisine : "Biz senin söylediklerini Selman´a soruk. Ne tasdik etti ne de reddetti" dediler. Bunun üzerine Huzeyfe ( sebze tarlasında bulunan) Selman ( radıyallahu anhümâ)´nın yanına gidip : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´dan işittiğim şeyler hususunda beni niye tasdik etmedin " diye sordu. Selman da : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) öfkelenir ve öfkeli iken konuşurdu. Razı olur ve rıza halinde de konuşurdu!" cevabını verdi ve sonra devamla : "Ey Huzeyfe! dedi. Sen, kalplerde, bir kısım insanlara sevgi, bir kısım insanlara buğz hasıl edip aralarında ihtilaf ve ayrılıklara sebep olan bu konuşmalardan vazgeçsen olmaz mı! Nitekim biliyorsun ki, Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) ( bir gün) hutbesinde şöyle buyurmuştu : "Allahım! Ben senin katından bir garanti talep ediyorum : Ümmetimden kimi öfkeli halimde ( haksız yere) sebbetmiş veya lanet etmiş [veya vurmuş veya incitmiş] isem -ki ben de ademoğluyum, tıpkı onların öfkelenmeleri gibi öfkelenirim. Halbuki sen beni âlemlere rahmet olarak gönderdin- bu ( haksız sözümü) o kimseler için kıyamet günü rahmet, [zekat, ecir, yakınlık vesilesi, tuhur] kıl. [Ta ki o vesile ile sana yaklaşsın!]" Ey Huzeyfe! Allah´a yemin olsun, ya bu konuşmalardan vazgeçeceksin, yahut da seni Ömer İbnu´l-Hattab ( radıyallahu anh)´a yazıp şikâyet edeceğim!" [Ebu Davud, Sünnet 11, ( 4659).] [150] DÖRDÜNCÜ FASIL FİTNELERİN GELDİĞİ CİHET VE FİTNELERİN ÇIKTIĞI KİMSELER ـ4802 ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : رَأسُ الْكُفْرِ نَحْوُ الْمَشْرِقِ، وَالْفَخْرُ وَالْخَيَءُ في أهْلِ الْخَيْلِ وَا“بِلِ وَالْفَدَّادِينَ : أهْلِ الْوَبَر، وَالسَّكِينَةُ في أهْلِ الْغَنَمِ[. أخرجه الثثة . 1. ( 4802)- Ebu Hüreyre ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : "Küfrün başı doğu cihetindedir. Övünme ve çalım satma işi at, deve, sığır besleyenler, çadırda oturanlar arasındadır. Sükûnet de koyun besleyenlerdedir."[151] ـ4803 ـ2ـ وفي أخرى للبخاري قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : اَ“يمَانُ يَمَانٍ، وَالْفِتْنَةُ ههُنَا حَيْثُ يَطْلُعُ قَرْنُ الشَّيْطَانِ[ . 2. ( 4803)- Buhârî´nin bir diğer rivayetinde denir ki : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : "İman Yemenlidir. Fitne şu tarafta, şeytanın boynuzunun doğduğu yerdedir."[152] ـ4804 ـ3ـ ولمسلم : ]اَ“يمَانُ يَمَانٍ، وَالْكُفْرُ قِبَل الْمَشْرِقِ، وَالسَّكِينَةُ فِي أهْلِ الْغَنَمِ وَالْفَخْرُ وَالْخُيََءُ فِى الْفَدَّادِينَ : أهْلِ الْخَيْلِ وَالْوَبَرِ[.»الخُيََءُ« الكبر والعجب.و»الفدَّادُونَ« قالَ أبو عبيدة هو بتشديد الدال ا‘ولى، وهم المكثرون من ا“بل، وهم جفاة أهل خيء . و»أهلُ الْوَبرِ« هم ا‘عراب الذين في البادية ومن يأوى الى جدار، ضد أهل المدر، وأضاف ا“يمان الى اليمن ‘ن أصل ظهوره من مكة، والكعبة تسمى الكعبة اليمانية.و»قَرنُ الشَّيْطَانِ« أمته، وقيل قوّته . 3. ( 4804)- Müslim´in rivayetinde şöyledir : "İman Yemenlidir. Küfür de şark cihetindedir. Sükûnet koyun besleyenlerin yanındadır. Övünmek ve çalım satmak feddadların, yani at besleyip çadırda kalanların yanındadır." [Buhârî, Bed´ü´l-Halk 15, Menakıb 1, Megâzî 74; Müslim, İman 85, ( 52); Muvatta, İsti´zan 15, ( 2, 920).][153] AÇIKLAMA : 1- Bu üç rivayetin üçü de Ebu Hüreyre´den gelmektedir. Aslında bir olan hadis, bazı farklı ziyadelerle rivayet edilmiş. 2- Hadis, daha önce de geçti. İzahı gereken bir iki noktasını kısaca kaydedeceğiz; a) Küfrün başı şarktadır ifadesiyle Mecusîlere ve onlardaki küfrün şiddetine işaret edilmektedir. Zîra o sıralarda Mecusîler ve onlara tabi olanlar Medine´nin doğu cihetinde idi. Bunlar eski bir imparatorluğa, muntazam bir ordu ve devlete sahip oldukları için fevkalade kibir ve gurur içinde idiler. Hele devletsiz, teşkilatsız olan, aşiret hayatı yaşayan Arapları hakir görüyorlardı. Bu haletleri, Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın gönderdiği mektubu yırtmaya sevketmişti. Resulullah da onlara paramparça yırtılmaları için beddua buyurmuştu. Neticede Bizans´tan sonra ikinci süper devlet olan Sasanî İmparatorluğu Hz. Ömer zamanında param parça olmuştu. 3- Hadiste geçen fahr, kibr ve huyelâ tabirleri kendini beğenmek, başkasını hakir görmek gibi kötü bir ruh halini ifade eden, birbirine yakın mânalar taşıyan kelimelerdir. Feddâdîn kelimesi feddanın cem´idir. Birkaç mânaya geldiği belirtilmiştir : 1) Ziraat işlerinde kullanılan öküze denmektedir. 2) Hattâbî, ekimde kullanılan alete feddan dendiğini belirtir. Bu durumda saban demek olur. 3) Bazı açıklamalarda deve, sığır, at gibi hayvanlara, ekim sırasında ve diğer fırsatlarda yüksek sesle bağıran kimseye feddan denmektedir. Fedid, şiddetli ses mânasına gelir. 4) Bazıları Feddâdun kelimesinin çöllerde yaşayanlar mânasına geldiğini çünkü kelimenin çöl demek olan fedted´den geldiğini ve fedtedde oturan demek olduğunu ileri sürmüştür. İbnu Hacer, bu te´vilin uzak olduğuna dikkat çeker. 5) Ma´mer İbnu´l-Müsenna ise, "Feddâdin´le iki yüz ile bin arasında devesi olan kimselerin kastedildiğini" söylemiştir. 6) Buhârî´nin bir başka rivayetinde "Kasvet ve kalp katılığı develerin kuyruklarının dibinde bas bas bağıranlardadır" denmektedir. Buradaki feddâdîn kelimesini, "yüksek sesle bağıranlar" olarak anlamak suretiyle hadis daha açık bir mâna kazanmakla kalmıyor, diğer rivayetlerde, bu kelimenin hangi mânada kullanılmış olabileceğine de ışık tutuyor. Hattâbî der ki : "Çölde yaşayanların zemmedilmesi, çöl hayatında insanı kuşatan şartlar icabı, o insanların din işlerine ayıracak vakit bulamamaları sebebiyledir. O, gayr-ı dinî meşguliyetlerin kesâfeti kişiyi kalp katılığına atar." 4- Ehl-i veber, çadırda yaşayanlar demektir. Çünkü veber deve yünü mânasına gelir. Araplar çölde, kırda göçebe hayatı yaşayanlara ehl-i veber der. Buna mukabil ehl-i meder tabiri vardır. Bununla da yerleşik hayat yaşayanlar, şehirliler kastedilmiştir. 5- Sükûnet, diye açıkladığımız sekîne kelimesinin tuma´nîne ( itminan), sükûn, vakar ve tevazu mânalarını ifade ettiği belirtilmiştir. Sükûnetin koyun besleyenlere nisbet edilmesi, onların deve besleyenlere nazaran servet ve bollukça daha geri olmalarındandır. Servet arttıkça kibir, gurur gibi mezmum hallerin insanlar üzerinde galebe çaldığı bilinen bir husustur. Böylece Resulullah bu beşerî zaafa dikkat çekerek servet sahiplerini uyarmayı gaye edinmiş olmalıdır. Şunu da belirtelim ki, bazı şarihler koyun sahipleri tabiriyle Resulullah´ın Yemenlileri kastettiğini; zîra onların Mudar ve Rebîa kabilelerinin aksine koyun beslediklerini söylemiştir. Rebîa ve Mudar ise deve besicileridir. Bir İbnu Mâce rivayetinde Aleyhissalâtu vesselâm, Ümmü Hani´ ye "Koyun edin. Zîra onda bereket var!" tavsiyesinde bulunmuştur. 6- İkinci rivayette geçen "Şeytanın boynuzu" tabirine gelince, Hattâbî, beğenilmeyen, kötü şeylerin şeytan boynuzu diye ifade edildiğini belirtir. Fitnenin şeytan boynuzunun doğduğu yerde olması, fitnenin, kötülüklerin, küfrün hakim olduğu yerlerde çıkacağını ifade eder. Karnu´ş-Şeytan tabiriyle, şeytanın ümmeti, şeytana tabi olanlar, şeytanın kuvveti gibi başka mânaların kastedildiği de belirtilmiştir. Netice itibariyle hepsi aynı mânada birleşir ve hadisten, fitnenin şeytana uyanların çok olduğu, şeytanın güçlü bulunduğu, bu sebeple kötülüklerin galebe çaldığı yerlerde çıkacağı anlaşılır. [154] BEŞİNCİ FASIL MÜSLÜMANLARIN BİRBİRLERİYLE SAVAŞLARI ـ4805 ـ1ـ عن ا‘حنف بن قيس قال : ]خَرَجْتُ أُرِيدُ هذَا الرَّجُلَ فَلَقِيَنِى أبُو بَكْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَقَالَ : أيْنَ تُرِيدُ يَا أحْنَفُ. قُلْتُ : أُرِيدُ نُصْرَةَ ابْنِ عَمِّ رَسُولِ اللّهِ #. فقَالَ : ارْجِعْ، فإنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ : إذَا تَوَاجَهَ الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا، فَالْقَاتِلُ وَالْمُقْتُولُ في النَّارِ. فقِيلَ : يَا رَسُولَ اللّهِ، هذَا الْقَاتِلُ فَمَا بَالُ الْمَقْتُولِ؟ قَالَ : إنَّهُ كَانَ حَرِيصاً على قَتْل صَاحِبِهِ. وفي رواية : أنَّّهُ قَدْ أرَادَ قَتْلَ صَاحِبِهِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي . 1. ( 4805)- Ahnef İbnu Kays ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Şu adamı kastederek ( evden) çıkmıştım. Yolda Ebu Bekre ( radıyallahu anh)´ye rastladım. "Ey Ahnef nereye gidiyorsun " dedi. "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın amcaoğluna yardım etmeyi arzu ediyorum!" dedi. "Dön! dedi. Zîra ben, Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle söylediğini işittim : "İki Müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine yürürlerse öldüren de ölen de ateştedir!" ( Bu söz üzerine Resul-i Ekrem´e) : "Ey Allah´ın Resûlü! Katili anladık ama maktul niye ateşte " diye sorulmuştu. "Çünkü o da kardeşini öldürme hırsı taşıyordu!" cevabını verdi. -Bir başka rivayette ise : "O da kardeşini öldürmek istemişti" demiştir.- [Buhârî, Diyât 2, Fiten 10; Müslim, Fiten 14, ( 2888 ); Ebu Davud, Fiten 5, ( 4268 ); Nesâî, Tahrim 29, ( 7, 125).][155] AÇIKLAMA : 1- Burada kastedilen vaka Hz. Ali ve taraftarları ile Hz. Aişe ve taraftarları arasında cereyan eden Cemel vakasıdır. İlerde ( 4810-4812. hadisler) bu hadise müstakilen tahlil edileceği için burada açıklama yapmayacağız. 2- Hadis, iki Müslümanın birbirlerini öldürmek niyetiyle silaha sarılmalarını yasaklamaktadır. İbnu Hacer hadisle ilgili olarak şu açıklamayı yapar : "Ulema der ki : "Her ikisinin de ateşte olmasının mânası şudur : "Onlar bunu hak ederler. Ancak işleri Allah´a kalmıştır. Dilerse her ikisini de cezalandırır. Sonra diğer muvahhidler gibi onları da ateşten çıkarır, dilerse her ikisini de affeder ve onlara hiçbir ceza vermez." Bazıları : "Hadis, bunu helal addedenlere hamledilir. Hadiste ne Haricîler için ne de Mu´tezile´den : "Masiyet ehli ateşte ebedî kalıcıdır" diyenler için hüccet mevcut değildir. Çünkü, hadiste geçen "Her ikisi de ateştedir" ibaresi, onların ateşte ebedî kalacaklarını ifade etmez" demiştir. 3- Fitneye karışmamak gerekir görüşünde olanlar, bu hadisle de ihticac etmişlerdir. Bunlar, Ashab´tan, savaşlarda Hz.Ali´nin yanında yer almaktan kaçanlardır : Sa´d İbnu Ebî Vakkas, Abdullah İbnu Ömer, Muhammed İbnu Mesleme, Ebu Bekre, Üsâme, Ebu Berze el-Eslemî vs. Bunlar özetle : "Savaştan geri durmak gerekir. O kadar ki, biri öldürmek istese, nefis müdafaası da yapılmaz" demişlerdir. Mamafih : "Fitneye girilmez, ancak birisi öldürmek isterse nefis müdafaası yapılır" diyen de olmuştur. İbnu Hacer Sahabe ve Tabiinin cumhurunun "Hak tarafa yardımcı olup baği tarafa karşı mücadele vermenin vacip olduğu"na hükmetmiştir. Bunlar fitneye karışmamayı emreden bu hadisleri, savaşacak güçte olmayan veya hak sahibini teşhisten aciz kalan kimselere hamletmişlerdir. Ehl-i Sünnet, aralarında meydana gelen hâdiseler sebebiyle -haklı taraf bilinse dahi- Ashab´tan birini ta´n etmeyi men etmenin vacip olduğunda ittifak etmiştir. Çünkü onlar, bu harbi içtihadları sonucu yaptılar. Resulullah´ın haber verdiği üzere, Allah Teala hazretleri içtihadda yapılacak hatayı affetmiştir. Dahası, hatalı içtihad yapana da bir sevap verileceği sabittir. İçtihadında isabet eden ise iki ücret alacaktır" demiştir. Hadiste gelen mezkur vaid, meşru bir te´vile dayanmaksızın, sırf saltanat için savaşan kimselere hamledilmiştir. Taberî der ki : "Müslümanlar arasında vukua gelen her hâdisede, evde kalarak kavgadan kaçmak ve kılıçları kırmak, vacip olsaydı ne hak ikame edilir ne de bâtıl iptal edilirdi. Dahası fasıklar, Müslümanlarla savaştığı zaman, onlar; "Bu fitnedir, biz fitnede onlarla savaşmaktan men edildik" diyerek ellerini fasıklardan çekecek olsalar, malları yağmalamak, masum kanları dökmek, iffetleri payimal etmek gibi haramları irtikaba yol bulurlardı. Bu davranış, sefihlere mani olmakla ilgili emirlere muhalif olurdu." Hadisin Bezzar´da gelen veçhinde yer alan bir ziyade, bu hadisteki maksada vuzuh getirmektedir : "Eğer dünya ile savaşırsanız ölen de öldüren de ateştedir." Bu hususu 4780 numarada kaydedilen bir Ebu Hüreyre rivayeti de te´yid eder. Orada Resulullah, Müslümanların, ölenin niçin öldüğünü, öldürenin niçin öldürüldüğünü bilemeyeceğini haber verir. Bu nasıl olur diye sorulunca : "Herctir, ölen de öldüren de ateştedir" buyurur. Kurtubî der ki : "Bu hadis açıkça ortaya koyuyor ki, eğer kıtal ( kavga) dünyayı talep eden veya hevaya uyan taraf bilinmediği halde yapılırsa öldüren de ateştedir" ve "ölen de öldüren de ateştedir" hadisinden maksad da bu durumdur." Bu temel prensibi, sahabeler arasındaki ihtilafa tatbik eden İbnu Hacer der ki : "Bundandır ki, Cemel ve Sıffîn savaşlarına katılmaktan kaçınanlar, sayıca katılanlardan daha azdır. İnşaallah bunların hepsi de mütevvildir mecurdur ( Allah´tan mükafaata mazhar olacaklardır). Sonradan gelenler, bunların hilafına dünya için savaşmışlardır." Nitekim Buhârî´de gelen yüce sahabe Ebu Berze el-Eslemî ( radıyallahu anh)´nin bir rivayeti bunu teyid etmektedir. Der ki : "...Sizler, ey Araplar, cahiliye devrinde bildiğiniz gibi, zillet, fakirlik ve dalalet içinde idiniz. Allah sizi İslam ve Muhammed ( aleyhissalâtu vesselâm)´le o halden kurtardı, bugünkü duruma geldiniz. Ne var ki şu dünya sizi ifsad etti, aranızı açtı. Şu Şam´da bulunan [Mervan] var ya, Allah´a yemin olsun sırf dünya için savaşıyor." Hadisin başka veçhinde, "O sıralarda ortaya çıkan fırkalardan hangisi hayırlı " diye gelen bu suale Ebu Berze, "Hiçbir taraf!" mânasına gelen şu cevabı verir : "Bana insanların en sevimli olanları şu gruptur : Onların karnı, halkın malından boştur, sırtları masumların kanlarının günahından azadedir. "İbnu´l-Arabî der ki : "Demirle işaret eden lanete müstehak olursa, ya onu Müslümana vuran neye müstehaktır Kişi, ciddi veya şaka olarak, tehditle işaret etti mi lanete layık olur. Şaka ile bunu yapan da, kardeşini korkuttuğu için muaheze olunur. Ancak, ciddi olanla şaka yapanın günahları bir değildir. Yalın kılıcın teati edilmesinin yasaklanması, yakalama sırasında gafil davranılarak, kazaya sebep olma korkusundandır."[156] ـ4806 ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : َ يُشِرْ أحَدُكُمْ الى أخِيهِ بِالسَِّحِ، فإنَّهُ َ يَدْرِى لَعَلَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ في يَدِهِ، فَيَقَعُ في حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ[. أخرجه الشيخان والترمذي.»النَّزْغ« بالغين المعجمة : الفساد . 2. ( 4806)- Ebu Hüreyre ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resulullah buyurdular ki : "Sizden kimse kardeşine silahla işarette bulunmasın. Zîra, o bilemez, belki de şeytan elinde bir fesatta bulunur da ateşten bir çukura düşer." [Buharî, Fiten 7; Müslim, Birr 126, ( 2617); Tirmizî, Fiten 4, ( 2163).][157] AÇIKLAMA : Resulullah burada, ister ciddi ister şaka olsun yasak olan, mahzurlu olan bir neticeye götürmesi muhtemel olan davranışı men etmektedir. Hadis mutlak olduğu için, şaka kasdıyla da olsa zarara götürme ihtimali olan davranış yasaklanmaktadır. Nitekim, silah şakasıyla vukua gelen kazaları sık sık işitiriz. Silah korku veren bir nesne olduğu için, hadisten Müslümanı korkutmaktan yasaklama hükmü çıkarılmıştır. "Ateş çukuruna düşmek", ateşe götürecek günaha düşmekten kinayedir. Bir başka hadiste : "Bir kimse kardeşine bir demirle işaret etse, muhakkak melekler ona lanet eder, onu bırakıncaya kadar. İsterse annebaba bir kardeşi olsun" buyrulmuştur. Resulullah bu hususta dikkat çekmeye ehemmiyet vererek bir başka hadislerinde kınından sıyrılmış vaziyette silah teatisini de yasaklamıştır. Bu husustaki rivayetlerden biri şöyle : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm), bir yerde, bir grupa uğradı. Kılıçlarını yalın halde birbirlerine teati ediyorlardı. "Bundan yasaklamadım mı Kim kılıcını sıyırmışsa tekrar kınına koysun. Sonra arkadaşına versin. [Allah bunu yapana lanet etmiştir...] buyurdular"[158] ـ4807 ـ3ـ وعن عبداللّه بن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : سِبَابُ الْمُسْلِمِ فسُوقٌ، وَقِتَالُهُ كُفْرٌ[. أخرجه الخمسة إّ أبا داود.وقيل هذا محمول على من فعل ذلك من غير تأويل؛ وقيل : قاله على جهة التغليظ أن قتاله كفر يخرج عن الملة. 3. ( 4807)- Abdullah İbnu Mes´ud ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : "Müslümana sövmek fısktır, onunla çarpışmak da küfürdür." [Buharî, Fiten 8, İman 36, Edeb 44; Müslim, İman 116, ( 64); Tirmizî, İman 15, ( 2636); Nesaî, Tahrim 27, ( 7, 132).][159] AÇIKLAMA : 1- Sibab : Sövmek olarak tercüme ettiğimiz bu kelime, Arapçada kişinin namusunu lekeleyecek sözler sarfetmektir. Sebb ile sibab aynı mânaya gelir ise de sibaba sövüşmek mânası veren de olmuştur. İbrahim Harbî, sibabı "Kişiyi ayıplamak maksadıyla kendine olan olmayan kusurları sayıp dökmek" diye açıklar. Fısk, "Allah ve Resulü´ne itaatten çıkmak" mânasına gelir. Şer´î örfte fısk, isyandan eşeddir. Ayeti kerimede "...Size küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi..." ( Hucurat 7) buyrulmuştur. 2- Mü´minle çarpışmanın küfür olduğunu ifade eden hüküm biraz ihtilafa sebep olmuştur. Çünkü, hadisin zahirinde Haricîlerin iddiasını teyid var. Onlar "Büyük günah işleyen kâfir olur" iddiasındadırlar. Ehl-i Sünnet alimleri, mü´minle mukatele hâdisesini dinden çıkma mânasında küfür kabul etmezler. * "Resulullah´ın "küfür" olarak ifade etmesinden murad tahzirde mübalağadır" derler. Çünkü bu çeşit durumlarda kişinin dinden çıkmayacağı umumi bir kaide olarak herkesçe malum ve müsellemdir. Bunu te´yiden şefaat hadisi, ayrıca "Allah´ın şirk dışındaki bütün günahları dilediğinden affedeceğini" ( Nisa 48 ) ifade eden ayeti kerime gösterilmiştir. * Hadisi te´vil zımnında : "Katl hâdisesinin küfre benzemesi sebebiyle Resulullah böyle buyurmuştur. Çünkü, mü´mini öldürmek kafirlerin şanıdır" da denmiştir. * Bazı âlimler de : "Burada maksad küfr kelimesinin lügat mânasıdır; bu da örtmektir. Çünkü Müslümanın, Müslüman üzerindeki hakkı, onun kendisine yardım etmesi, desteklemesi, eza vermekten kaçınmasıdır. Kendisini silahla öldürmeye yani silah kuşanmaya kalkınca, sanki bu hakkı örtmüş olur" denmiştir. * "Buradaki küfürden murad Allah´a küfürdür" diyen de olmuştur. Bunlara göre hadis, hiç te´vile yer vermeden Müslümanla mukateleyi helal addedenler hakkında varid olmuştur. 3- Hadiste mü´minin hukuku ta´zim edilmektedir. Müslime sebbeden kimseye fasık demeye cevaz da gelmiş olmaktadır.[160] ـ4708 ـ4ـ وعن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : َ تَرْجِعُوا بَعْدِى كُفَّاراً يَضْرِبُ بَعْضُكُمْ رِقَابَ بَعْضٍ[. أخرجه الترمذي، وأخرجه أبو داود والنسائي عن ابن عَمر.وزاد النسائي في رواية عن ابن مسعود : ]وََ يُؤْخَذُ الرَّجُلُ بِجَرِيرَةِ أبيهِ، وََ بِجَرِيرَةِ أخيهِ[.قيل معنى »َ تَرْجِعُوا بَعْدِى كُفَّاراً« أى فرقاً مختلفة يقتل بعضكم بعضاً فتشبهون الكفار يقتل بعضهم بعضاً بالعداوة. و»الجَرِيرةُ« الذنب . 4. ( 4808 )- İbnu Abbas ( radıyallahu anhümâ) anlatıyor : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : "Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler olarak ( dinden) dönmeyin." [Tirmizî, Fiten 28, ( 2194); Buhârî, Fiten, 8, Diyat 2; Ebu Davud, Sünnet 16, ( 4686); Müslim, İman 66, ( 119); Nesâî, Tahrim 28, ( 7, 127).] Nesâî, İbnu Mes´ud´dan yaptığı bir rivayette şu ziyadeye yer verir : "Kişi ne babasının ne de kardeşinin cinayetinden sorumlu tutulmaz."[161] AÇIKLAMA : Hattâbî, küfre dönme tabirini ulemanın iki suretle te´vil ettiğini belirtir : 1) Resulullah, hadiste küfürle, silahla örtünmeyi kastetmiş olmalı. Çünkü küfrün aslı, lügat olarak örtmektir. 2) Hadisin mânası : "Benden sonra birbirlerini öldürmeye kalkan fırkalara ayrılmayın. Aksi taktirde kâfirlere benzersiniz. Çünkü, kâfirler adavet sebebiyle birbirlerini öldürürler. Müslümanlar böyle değildir. Çünkü bunlar kan dökmemekle, birbirleriyle kavga yapmamakla emrolunmuşlardır" şeklindedir. * Hadiste, Hz. Ebu Bekr´in hilafeti sırasında irtidat edip, Müslümanları öldüren ehl-i riddenin kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. İbnu Hacer, aynı cümle için sekiz görüş ileri sürüldüğünü kaydeder : * Haricîler : "Bu hadis zahirî mânasında vürud etmiştir" derler. * Bu hüküm Müslümanın kanını helal addedenler içindir. * Kan hurmetini, Müslümanların hurmetini, dinin hukukunu örtenlerdir. * Birbirinizi öldürmekle kafirlerin fiillerini yapmış olursunuz. * Silah kuşananlar, silahla örtünenler kastedilmiştir. * Allah´ın nimetini örten ( inkar eden). * Hadisin zahiri murad değil, öldürme fiilinden zecretme muraddır. * Birbirinizi tekfir etmeyin, birbirinize "ey kâfir" demeyin.[162] ALTINCI FASIL SAHABE VE TÂBİÎN ARASINDA ÇIKAN KAVGA VE İHTİLAFLAR * HZ. OSMAN´IN ŞEHİD EDİLMESİ ـ4809 ـ1ـ عن ابن أخِى عبداللّهِ بْنِ سََمٍ عن عَمِّه رَضِيَ اللّهُ عَنْه : ]أنَّهُ جَاءَ الى عُثْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه لَمَّا أُرِيدَ قَتْلُهُ. فقَالَ لَهُ عُثْمَانُ : مَا جَاءَ بِكَ؟ قَالَ : جِئْتُ في نُصْرَتِكَ. قَالَ : اخْرُجْ الى النَّاسِ فَاطْرُدُهُمْ عَنِّى فإنَّكَ خَارِجاً خَيْرٌ لِى مِنْكَ دَاخًِ. فَخَرَجَ عَبْدُاللّهِ بْنُ سََمٍ فقَالَ : أيُّهَا النَّاسُ، إنَّهُ كَانَ اسْمِى في الْجَاهِلِيَّةِ فُناً فَسَمَّانِى رَسُولُ اللّهِ # عَبْدَ اللّهِ، وَنَزَلَ فيَّ آيَاتٌ مِنْ كِتَابِ اللّهِ تَعالى. نَزَلَ فِيَّ : وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ عَلى مِثْلِهِ فَآمَنَ وَاسْتَكْبَرْتُمْ؛ وَنَزَلَ فيَّ : قُلْ كَفَى بِاللّهِ شَهِيداً بَيْنِى وَبَيْنَكُمْ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ؛ إنَّ للّهِ سَيْفاً مَغْمُوداً عَنْكُمْ، وإنَّ الْمََئِكَةَ قَدْ جَاوَرَتْكُمْ في بَلَدِكُمْ هذَا الَّذِى نَزَلَ فيهِ نَبِيُّكُمْ، فَاللّهَ اللّهَ في هذَا الرَّجُلِ أنَّ تَقْتُلُوهُ، فَوَاللّهِ إنْ قَتَلْتُمُوهُ لَتَطْرُدَنَّ جِيرَانَكُمُ الْمََئِكَةُ، وَلَيَسُلَّنَّ سَيْفُ اللّهِ الْمَغْمُودُ عَنْكُمْ، فََ يُغْمَدُ الى يَوْمِ الْقِيَامَةِ. فَقَالُوا : اقْتُلُوا الْيَهُودِىَّ وَاقْتُلُوا عُثْمَانَ[. أخرجه الترمذي . 1. ( 4809)- Abdullah İbnu Selam´ın kardeşioğlu, amcası ( Abdullah İbnu Selam) ( radıyallahu anh)´tan naklediyor. "Hz. Osman ( radıyallahu anh) öldürülmek istendiği zaman yanına geldim. Osman bana : "Sen niye geldin " diye sordu. "Sana yardım edeyim diye geldim" dedim. "Öyleyse halka çık. Onları benden uzaklaştır. Zîra sen bana hariçte olursan, yanımda olmaktan daha faydalı olursun!" dedi. Ben de çıkıp : "Ey insanlar! Bilirsiniz, benim adım cahiliye devrinde falandı. Ama Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) beni Abdullah diye tesmiye buyurdu. Benim hakkımda Kitabullah´ta birkısım ayetler nazil olmuştur. Şu ayet benim hakkımda nazil olanlardan biridir : "De ki : "Söyleyin bana, eğer bu Kur´an Allah tarafından gönderildiği halde, onu inkar ettiyseniz ve İsrailoğullarından bir şahit de Tevrat´a dayanarak onun hak kitap olduğuna şahitlik edip iman ettiği halde siz iman etmeyi büyüklüğünüze yediremezseniz, zalim olmaz mısınız Muhakkak ki, Allah zalimler güruhuna yol göstermez" ( Ahkaf 10). Keza şu ayet de benim hakkımda nazil oldu : "İnkar edenler "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin" diyorlar. De ki : "Sizinle benim aramızda şahid olarak Allah ile O´nun kitapları hakkında bilgi sahibi olanlar yeter" ( Ra´d 43). Allah´ın size karşı kınına konmuş bir kılıcı var. Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın inmiş olduğu bu beldenizde melekler size mücavir oldular. Öyleyse bu adamı öldürmekten Allah´tan korkun! Allah´tan korkun! Allah´a yemin olsun eğer onu öldürürseniz, komşularınız olan melekleri buradan tardetmiş olacaksınız ve Allah´ın size karşı kında tuttuğu kılıcı kınından çıkartacaksınız ve artık o kıyamete kadar kınına girmeyecek!" Bu sözlerim üzerine : "Şu Yahudiyi öldürün! Osman´ı öldürün" diye bağrıştılar." [Tirmizî Tefsir, Ahkaf.][163] AÇIKLAMA : Abdullah İbnu Selam, İslam´a giren meşhur Yahudi alimlerinden biridir. İslam olmazdan önceki ismi Husayn idi. Zikrettiği ayette mevzubahis edilen şahidin Abdulah İbnu Selam olduğu biraz münakaşalıdır. Çünkü Ahkaf suresi, bi´l-icma Mekkîdir. Abdullah ise hicretten sonra Müslüman olmuştur. Bu durumda ayette mevzubahis olan şahid, Mekke´ de Müslüman olan bir ehl-i kitaptır. Hicretten önce İslam´a girmiş ve Kur´an´ı tasdik etmiş olmalıdır. İbnu Cerir et-Taberî bu görüştedir. Ancak ekseriyet, ayette zikri geçen bu şahidin Abdullah İbnu Selam olduğunda müttefiktir. Hasan Basrî, Mücahid, Katâde vs. birçokları. Bunlar surenin Mekkî olduğunu, ancak mezkur ayetin Medenî olduğunu söylerler. Bu şahitle Abdullah İbnu Selam´ın kastedildiğini te´yid eden İbnu Hibban´da Avf İbnu Malik, İbnu Merdûye´de İbnu Abbas hadisleri mevcuttur. Netice itibariyle racih görüş o şahidden maksadın Abdullah İbnu Selam olduğudur.[164] * CEMEL VAKASI ـ4810 ـ1ـ عن عبداللّهِ بْنِ زِيَادَ قال : ]لَمَّا سَارَ طَلْحَةُ وَالزُّبَيْرُ وَعَائِشَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم الى الْبَصْرَةِ بَعَثَ عَلِيٌّ عَمَّارَ بْنَ يَا سِرٍ وَحَسَناً رَضِيَ اللّهُ عَنْهم، فَقَدِمَا عَلَيْنَا الْكُوفَةَ فَصَعَدا الْمِنْبَرَ، فَكَانَ الْحَسَنُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه في أعَْهُ، وَعَمَّارٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أسْفَلَ مِنْهُ، فَاجْتَمَعْنَا إلَيْهِمَا. فَسَمِعْتُ عَمَّاراً يَقُولُ : إنَّ عَائِشَةَ قَدْ سَارَتْ الى الْبَصْرَةِ، إنَّهَا لَزَوْجَةُ نَبِيِّكُمْ في الدُّنْيَا وَاŒخِرَةِ، وَلَكِنَّ اللّهَ ابْتََكُمْ لِيَعْلَمَ إيَّاهُ تُطِيعُونَ أمْ هِيَ[. أخرجه البخاري . 1. ( 4810)- Abdullah İbnu Ziyad anlatıyor : "Hz. Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe ( radıyallahu anhüm) Basra´ya yürüyünce, Hz. Ali, Ammar İbnu Yasir ve Hasan´ı ( radıyallahu anhüm) gönderdi. Bu ikisi Kûfe´ye yanımıza geldiler ve minbere çıktılar. Hz. Hasan ( radıyallahu anh) minberin yukarısında idi. Ammar ( radıyallahu anh) da ondan aşağıda idi. Biz onların etrafında toplandık. Ammar´ın şöyle konuştuğunu işittim : "Aişe, Basra´ya yürüdü. Muhakkak ki o, dünyada da ahirette de Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in zevcesidir. Ancak Allah sizi imtihan ediyor : Kendisine mi itaat edeceksiniz, yoksa ona ( Hz. Aişe´ye) mi " [Buhârî, Fezailu´l-Ashab 30, Fiten 17.][165] ـ4811 ـ2ـ وعن شقيق بْنِ عبداللّهِ قال : ]كُنْتُ جَالِساً مَعَ أبِى مُوسى ا‘شْعَرىّ، وَأبِى مَسْعُود ا‘نْصَارِىّ، وَعَمَّارٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُم فَقَالَ أبُو مَسْعُودٍ لِعَمَّارٍ : مَا مِنْ أصْحَابِكَ مِنْ أحَدٍ إَّ لَوْ شِئْتُ لَقُلْتُ فيهِ غَيْرَكَ، وَمَا رَأيْتُ مِنْكَ شَيْئاً مُنْذُ صَحَبْتَ رَسُولَ اللّهِ # أعْيَبَ عِنْدِى مِنَ اسْتَسْرَائِكَ فِي هذَا ا‘مْرِ. فَقَالَ عَمَّارٌ : يَا أبَا مَسْعُودٍ مَا رَأيْتُ مِنْكَ وََ مِنْ صَاحِبِكَ هذَا شَيْئاً مُنْذُ صَحِبْتُمَا رَسُولَ اللّه # أعْيَبَ عِنْدِي مِنْ إبْطَائِكُمَا فِي هذَا ا‘مْرِ فَقَالَ أبُو مَسْعُودُ : وكَانَ مُوسِراً : يَا غَُمُ! هَاتِ حُلَّتَيْنِ فأعْطَى إحْدَاهُمَا أبَا مُوسى، وَا‘خْرى عَمَّاراً، وَقَالَ : رُوحا فِيهِمَا الى الْجُمُعَةِ[. أخرجه البخاري . 2. ( 4811)- Şakik İbnu Abdillah anlatıyor : "Ben, Ebu Musa el-Eş´arî, Ebu Mes´ud el-Ensârî ve Ammar ( radıyallahu anhüm) ile oturuyordum. Ebu Mes´ud, Ammar´a : "Senin arkadaşlarından herkese dilediğim takdirde bir kulp takabilirim. Ama sen hariçsin. Senin hakkında bir şey söyleyemem. Senin, Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´a arkadaş olduğun günden beri şu işteki aceleciliğinden başka bir kusurunu görmedim!" dedi. Ammar da ona şu cevabı verdi : "Ey Ebu Mes´ud! Ben de ne senden ne de şu arkadaşından, Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´a arkadaş olduğunuz günden beri, ikinizin şu işteki ağırlığınızdan başka bir kusurunuzu görmüş değilim! "Ebu Mes´ud -zengin birisiydi- şu karşılıkta bulundu : "Ey oğlum! İki hulle ( takım) getir. Birini Ebu Musa´ya ver, diğerini de Ammar´a!" Ve ilave etti : "Bunların içinde ikiniz cumaya gidin." [Buhârî, Fiten 18, Fezailu´l-Ashab 30.][166] AÇIKLAMA : 1- Hadiste zikri geçen Ebu Mes´ud, Ukbe İbnu Amr olup, o gün için Kûfe´de Hz. Ali´nin valisi bulunuyordu. 2- Hadisin bir başka veçhi daha teferruatlı : "Belirtildiği üzere, Ammar ( radıyallahu anh), Hz.Ali için asker toplamak üzere Kûfe´ye gelmiştir. Bu sırada yanına gelen Ebu Musa ile Ebu Mes´ud el-Ensarî, Ammar´ı heyecanlı savaş taraftarı olmakla itham ederler. Ammar da onları bu savaşta ( haklı olan) Hz. Ali´yi yeterince desteklemeyip ağırdan almakla itham eder. Neticede zengin olan Ebu Mes´ud iki takım elbise getirip arkadaşlarına giydirir ve beraberce cum´a´ya giderler. 3- İbnu Hacer, İbnu Battal´dan hadisle ilgili olarak şu açıklamayı kaydeder : "Ebu Mes´ud zengin ve cömert birisi idi. Bir cum´a günü Ebu Mes´ud´un yanında toplanmış idiler. Ammar´a cum´aya kıyafetle katılması için bir takım hediye etmiş olmalı. Çünkü Ammar, yoldan gelmişti ve yolcu kıyafeti ve savaş teçhizatı içerisindeydi. Bu haliyle cum´a namazına katılmasına gönlü razı olmamıştır. Ebu Musa´nın yanında sadece ona elbise hediye etmeyi muvafık bulmadığı için, Ebu Musa´ya da bir takım hediye etmiştir." 4- Hadisten şu da anlaşılmaktadır : Savaşa katılma hususunda içtihadları farklıdır : Ammar ( radıyallahu anh) ağır davranmayı mekruh addederken, diğer ikisi aceleci olmayı mekruh addetmişlerdir. Şüphesiz her iki taraf da görüşünde haklıdır. Aceleciliği mekruh addedenler Resulullah´ın fitneden sakınmayı emreden hadislerini esas almış olmalıdırlar. Ammar da bağilerle savaşmayı emreden ayet-i kerimeyi esas almış olmalıdır. ( Mealen) : "Mü´minlerden iki grup birbirleriyle çarpışacak olursa aralarını düzeltin. Onlardan biri diğerine karşı tecavüzünde ısrar ederse, saldıran tarafla, onlar Allah´ın hükmüne dönünceye kadar savaşın. Eğer dönerlerse siz de aralarını adaletle düzeltin ve doğruluktan ayrılmayın" ( Hucurat 9).[167] ـ4812 ـ3ـ وعن قَيْس بْنِ عَبّادٍ قَالَ : ]قُلْتُ لِعَلِيٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه : أخْبِرْنِى عَنْ مَسِيرَكَ هذَا : أعَهْدٌ عَهِدَهُ إلَيْكَ رَسُولُ اللّهِ # : أمْ رَأىٌ رَأيْتُهُ؟ فقالَ : مَا عَهِدَ الىًّ رَسُولُ اللّهِ # : بِشَىْءٍ وَلَكِنَّهُ رَأىٌ رَأيْتُهُ[. أخرجه أبو داود . 3. ( 4812)- Kays İbnu Abbad ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Ali ( radıyallahu anh) : "Söyle bize! ( Savaş için) şu yürüyüşünü Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ ın bir emrini yerine getirmek üzere mi yapıyorsun, şahsî bir içtihadın olarak mı " diye sordum. "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) bana bu yürüyüşü yapmam için herhangi bir emirde bulunmadı. Ben bunu şahsî reyimle yapıyorum!" cevabını verdi." [Ebu Davud, Sünnet 13, ( 4666).][168] AÇIKLAMA : Buradaki yürüyüşten maksad, Hz. Ali´nin Hz. Muaviye ile savaşmak üzere Irak´a yaptığı veya Cemel Vakası diye meşhur, Hz. Zübeyr´le savaşmak üzere Basra´ya yaptığı yürüyüştür. İbnu Sa´d´ın Tabakat´ında anlatıldığı üzere Hz. Osman´ın şehid edilmesinin ferdasında Hz. Ali´ye Medine´de biat edilmişti. Medine´de bulunan bütün sahabeler Hz. Ali´ye biat etmiş idiler. Ancak Hz. Talha ile Zübeyr´in istemeyerek biat ettikleri söylenir. Bunlar biattan sonra Medine´den ayrılıp Mekke´ye Hz. Aişe´nin yanına giderler. Hz. Aişe´yi oradan alıp Basra´ya geçerler. Bu hal Hz. Ali´ye ulaşır. O da Irak´a geçer. Basra´da Talha, Zübeyr, Aişe ( radıyallahu anhüm) ve beraberindekilerle karşılaşır ve Cemel Vakası vukua gelir : Yıl 36 hicrî, Cemadiyü´l-ahire ayı. Hz. Talha, Zübeyr ve başka birçokları şehit olurlar. Ölü sayısı on üç bine ulaşır. Hz. Ali on beş gün kadar Basra´da kalır. Oradan Kûfe´ye geçer. Sonra Hz. Muaviye ve beraberindekiler Şam´da Hz. Ali´ye kıyam ederler. Bu haber kendisine ulaşınca o da ordusuyla yürür. Sıffîn´de karşılaşırlar. Yıl : Hicrî 39 senesi, Safer ayı. Savaşla ilgili bazı açıklamalara az ilerde yer vereceğimiz için kısa kesiyoruz.[169] * HARİCÎLER ـ4813 ـ1ـ عن زيد بن وهب الجُهَنى : ]وَكانَ في الْجَيْشِ الَّذِينَ كَانُوا مَعَ علِيٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه حِينَ سَارَ الى الْخَوَارِجِ فقَالَ عَلِيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه : أيُّهَا النَّاسُ إنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ : يَخْرُجُ قَوْمٌ مِنْ أُمَّتِى يَقْرَأوُنَ الْقُرآنَ لَيْسَتْ قِرَاءَتُكُمْ الَى قِرَاءَتِهِمْ بِشَىْءٍ، وََ صََتُكُمْ الى صََتِهِمْ بِشَىْءٍ، وََ صِيَامُكُمْ الى صِيَامِهِمْ بِشَىْءٍ يَقْرَأونَ الْقُرآنَ يَحْسِبُونَ أنَّّهُ لَهُمْ وَهُوَ عَلَيْهِمْ، َ تُجَاوِزُ صََتُهُمْ تَرَاقِيَهُمْ، يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيّةِ، لَوْ يَعْلَمُ الْجَيْشُ الَّذِينَ يُصِيبُونَهُمْ مَا قُضِيَ لَهُمْ عَلى لِسَانِ نَبِيِّهِمْ لَنَكَلُوا عَنِ الْعَمَلِ، وَآيَةُ ذلِكَ أنَّ فِيهِمْ رَجًُ لَهُ عَضُدٌ وَلَيْسَ لَهُ ذِرَاعٌ، على عَضُدِهِ مِثْلُ حَلَمَةِ الثَّدْيِ، عَلَيْهِ شَعَراتٌ بِيضٌ؛ فَتَذْهَبُونَ الى مُعَاوِيَةَ وَأهْلِ الشَّامِ وَتَتْرُكُونَ هؤَُءِ يَخْلُفُونَكُمْ في ذَرَارِيِّكُمْ وَأمْوَالِكُمْ، وَاللّهِ إنِّى ‘رْجُو أنْ يَكُونُوا هؤَُءِ الْقَوْمِ، فَإنَّهُمْ قَدْ سَفَكُوا الدَّمَ الْحَرَامَ، وَأغَارُوا في سَرْحِ النَّاسِ. فَسِيرُوا عَلى اسْمِ اللّهِ تَعالى. قَال : فَلَمَّا الْتَقَيْنَا، وَعلى الْخَوارِجِ يَوْمَئِذٍ عَبْدُاللّهِ بْنُ وَهْبٍ الرَّاسبِى. فقَالَ لَهُمْ : ألْقُوا الرِّمَاحَ وَسَلّوا السُّيُوفِ مِنْ جُفُونِهَا فإنِّى أخَافُ أنْ يُنَاشِدُوكُمْ كَمَا نَاشَدُوكُمْ يَوْمَ حَرَوْرَاءَ. فَرَجَعُوا فَوَحَّشُوا بِرِمَاحِهُمْ وَسَلُّوا السُّيُوفَ وَشَجَرَهُمْ النّاسُ بِرِمَاحِهِمْ، وَقَتَلُوا بَعْضَهُمْ عَلى بَعْضٍ. وَمَا أُصِيبُ يَومَئِذٍ مِنَ الرِّجَالِ إَّ رَجَُنِ. فقالَ عَلِيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه : الْتَمِسُّوا فيهِمْ الْمَخْدَجَ فَلَمْ يَجِدُوهُ. قَالَ فقَامَ عَلِيٌّ بِنَفْسِهِ حَتّى أتَى أُنَاساً قَدْ قُتِلَ بَعْضُهُمْ عَلى بَعْضٍ. فقَالَ : أخِّرُوهُمْ فَوَجَدُوهُ مِمَّا يَلِى ا‘رْضِ. فَكَبَّرَ وَقَالَ : صَدَقَ اللّهُ وَبَلَّغَ رَسُولُهُ. فَقَامَ إلَيْهِ عَبِيدَةُ السَّلْمَانِى فقَالَ : يَا أمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ؛ وَاللّهِ الَّذِى َ إلهَ إَّ هُوَ لَسَمِعْتَ هذَا الْحَدِيثَ مِنْ رَسُولِ اللّهِ # : فَقَالَ إى واللّهِ الَّذِى َ إلهَ إَّ هُوَ، حَتّى اسْتَحْلَفَهُ ثَثاً وَهُوَ يَحْلِفُ لَهُ[. أخرجه مسلم وأبو داود . 1. ( 4813)- Zeyd İbnu Vehb el-Cühenî -ki bu zat, Hz. Ali ( radıyallahu anh) Haricîlerle savaşmak üzere yürüdüğü zaman beraberindeki orduda bulunuyordu- anlatıyor : "Hz. Ali dedi ki : "Ey insanlar, ben Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle söylediğini işittim : "Ümmetimden bir grup çıkar. Kur´an´ı öyle okurlar ki, sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında bir hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçları yanında bir hiç kalır. Kur´an´ı okurlar, onu lehlerine zannederler. Halbuki o aleyhlerinedir. Namazları köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Okun avı delip geçmesi gibi dinden hemen çıkarlar. Onlarla harb eden ordu( nun askerlerine) peygamberlerinin diliyle ne ( kadar çok ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerdi ( başkaca) amel yapmaktan vazgeçerlerdi. Onların alâmeti şudur : Aralarında pazusu olduğu halde kolu olmayan bir adam olacak. Pazusu üzerinde meme ucu bir çıkıntı bulacak. Bunun üzerinde de beyaz kıllar bulunacak. Sizler Muaviye ve Şamlıların üzerine gidecek, buradakileri terkedeceksiniz. Onlar da sizin ( yokluğunuzdan istifade ile) çolukçocuğunuza ve mallarınıza sizin namınıza halef olacaklar!" ( Hz. Ali ilave etti) : "O vallahi! Ben, onların bu kavim olacağını kuvvetle ümit ediyorum. Çünkü onlar haram kan döktüler. Halkın meradaki hayvanlarını gasbettiler. Öyleyse Allah adına bunlar üzerine yürüyün!" Ravi der ki : "Haricîlerin başında o gün, Abdullah İbnu Vehb er-Rasibî olduğu halde, onlarla karşılaşınca Hz. Ali ( radıyallahu anh) askerlerine : "Mızraklarınızı bırakın, kılıçlarınızı kınlarından çıkarın. Çünkü ben, onların Harura günü size yaptıkları gibi yine size sulh teklif edeceklerinden korkuyorum!" dedi. Bu emir üzerine döndüler, mızraklarını bertaraf ettiler ve kılıçlarını sıyırdılar. Askerler onlara mızraklarını sapladı. Öldürüp üst üste yığdı. O gün cengâverlerden sadece iki kişi isabet alıp şehit düştü. Ali ( radıyallahu anh) : "Aralarında o sakat herifi arayın!" emretti. Aradılar, fakat bulamadılar. Bizzat Ali kalkıp üst üste öldürülmüş insanların yanına geldi : "Bunları geri çekin!" dedi. Sonra yere gelen cesetler arasında onu buldular. Onun bulunması üzerine Hz. Ali ( radıyallahu anh) tekbir getirdi ve : "Allah doğru söyledi, Resulü de doğru tebliğ etti" dedi. Ubeyde es-Selmânî, Hz. Ali´ye doğrulup : "Ey mü´minlerin emîri! Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkına söyle. Sen bu hadisi Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´dan bizzat işittin mi " diye sordu. Ali ( radıyallahu anh) : "Kendinden başka bir ilah olmayan Allah´a yemin ederim, evet!" dedi. Ubeyde Hz.Ali´ye üç sefer yemin verdi. O da ona üç sefer yemin etti." [Müslim, Zekat 156, ( 1066).][170] ـ4814 ـ2ـ وأخرجه مسلم عن عُبيدِاللّهِ بْنِ أبِى رَافعٍ بِنَحْوِهِ، وفي أوَّلِهِ : ]أنَّ الْحَرُورِيَّةَ لَمَّا خَرَجَتْ على علِيِّ بْنِ أبِى طَالِبٍ. قَالُوا : َ حُكْمَ إَّ للّهِ. فقَالَ عَلِيٌّ : كَلِمَةُ حَقٍّ أُرِيدُ بِهَا بَاطِلٌ[.»التَّرَاقِيُّ« جمع ترقوة، وهى العظم الذي بين ثغرة النحر والعاتق.و»الرَّمِيَّة« ما يرمى من صيد أو نحوه قال الخطابي : قد أجمع علماء المسلمين على أن الخوارج على ضلتهم فِرْقة من فرق المسلمين، ورأوا مناكحتهم، وأكل ذبائحهم، وأجازوا شهادتهم . قال : ومعنى »يَمرُقونَ مِنَ الدِّينِ« أى يخرجون عن طاعة ا“مام المفترض طاعته وينسلخون منها.و»نَكَلُوا عَنِ الْعَمَلِ« أى فتروا وجبنوا.و»اŒية« العمة التي يستدل بها.و»وحشُّوا رَماحَهُمْ« أى رموا بها وألقوها من أيديهم.و»التَّشَاجُرُ بِالرّمَاحِ« التطاعن بها.و»المخْدَجُ« الناقص . 2. ( 4814)- Müslim, ( bu hadisi) Abdullah İbnu Rafi´den de aynı şekilde tahriç etmiştir. O rivayetin baş kısmında şu ziyade var : "Haruriyye, Ali İbnu Ebî Talib ( radıyallahu anh)´e karşı huruc ettikleri zaman : "Hüküm Allah´ındır" dediler. ( Bu ibare Kur´an´dan bir iktibas olması hasebiyle) Hz. Ali de : "Kendisiyle batıl murad edilen hak bir söz" dedi." [Müslim, Zekat 157, ( 1066).][171] AÇIKLAMA : 1- Haricîler, Cemel Vakası´yla başlayan iç karışıklıkların sonunda ortaya çıkan bir fitne grubunun adıdır. Bunlar Sıffîn Savaşı´ndan sonra, aradaki ihtilafın iki hakem tarafından Kur´an´a göre halledilmesi şeklinde bir karara varılınca, bu kararı beğenmeyerek hem Hz. Muaviye´ye hem de Hz. Ali´ye karşı gelmişlerdir. Fiilen halife Hz.Ali ( radıyallahu anh) olması haysiyetiyle Hz. Ali onların üzerlerine gitmiş, itaate getirmek için onlarla savaşmıştır. Hz. Ali´ye karşı, siyasî bir eylem olarak ilk toplandıkları yerin adı Harura olduğu için bunlara Haruriye de denmiştir. Haricîler büyük günah işleyen kâfir olur diye ortaya attıkları bir prensiple hareket ettikleri için, zamanla kelamî bir mezhep mahiyetini de kazanmıştır. Haricîler, bidayetten itibaren Muhakkime-i ûlâ, Ezârika, Necedat, Sufriyye, Acâride, İbâziye gibi değişik kollara ayrılmıştır. Zamanımıza kadar varlığını sürdüren kolu İbâziye´dir. Tunus´ta, Cezayir´de bunlara rastlanır. Zengibar´ın resmî mezhebinin İbâziye olduğu bilinmektedir. 2- Sadedinde olduğumuz hadis, Nehrevan Savaşı´nı anlatmaktadır. Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm), Müslümanlarla savaşacak bir fitne grubunun evsafını beyan buyurmuş, Hz. Ali bu vasıfları Haricîlerde görmüştür. Resulullah´ın kendisine verdiği bilgilere dayanarak, bu zümre içerisinde Zü´s-Südye isminde bir kimsenin bulunması gerekeceğinde ısrar eder. Gerçekten, ölüler arasında Hz. Ali´nin "peygamberin ihbarı"na dayanarak yaptığı tasvire uygun bir adam bulununca nebevî bir mucize daha ortaya çıkar. Hz. Ali ( radıyallahu anh) bu mucize karşısında heyecanlanır ve tekbir getirir : "Allah doğru söyledi. Resulü doğru söyledi" demesi, Allah´ın bildirmesiyle konuşan Hz. Peygamber´in sözünün doğrulandığını, te´yid gördüğünü ifade buyurmasıdır. Şarihler, Ubeyde es-Selmânî´nin, bu hadisenin itibarını Resulullah´tan işittiğine dair Hz. Ali´ ye üç kere yemin ettirmesini, bunu herkese duyurma maksadıyla yaptığını belirtirler. 3- Hz. Ali onların Lahükme illa lillah Kur´ânî cümlesini "Batıla alet edilen hak bir söz" olarak değerlendirir. Hatta Haricîler, aşırı dindarlıklarıyla da meşhurdurlar. Çok ibadetten alınları yara olan kimselerdir. Onun için hadiste "onların namazı yanında sizinki bir hiçtir..." cümlesine rastlanır. Ne var ki ne çok ibadet, ne Kur´an ve hadiste gelen ibarelerin slogan olarak kullanılması gidilen yolun meşruluğu için kafi değildir. Siyasi görüşü kendine muvafık olmayan, Müslümanları tekfir, halifeye isyan gibi davranışlar onları ve benzerlerini Resulullah´ın ifadesiyle "İnsan ve hayvanların en şeriri" olmaktan kurtaramıyor. Haricîlerin "Hüküm Allah´ındır" diye pek sık kullandıkları slogan, Kur´an´dan muktebestir. Birçok ayette bu mâna ifade edilmiştir ( En´am 57, 62, Yusuf 40, 67, Kasas 70, 88, Gafir 42), Hz. Ali buna itiraz etmemiş, fakat söyleniş gayesinin batıl olduğunu belirtmiştir. 4- Bu hadis, mü´minler arasında cereyan edecek kıtallerin ahkâmını tesbitte esastır. Ulema bu ve diğer benzeri hadislerden sonra Sahabe´nin tatbik ettiği ahkâmdan hareketle şu esasları tespit etmiştir : * İmama isyan edenler önce hakka çağrılır, tehdid edilir, saldırmadıkları müddetçe saldırılmaz. * Saldırmaları halinde onlarla savaşılır. * Yaralılarına dokunulmaz. Bozguna uğradıkları takdirde, destek görmeleri melhuz değilse takip edilmezler. * Malları ganimet değildir yağma edilmezler. * Tevbe edenlerin tevbesi kabul edilir. * İsyan sebebiyle dinden çıkmış sayılmazlar. Ancak inkarları sebebiyle isyan etmişlerse o zaman mürted muamelesi yapılır. * Onlardan esir alınanlara da, esir muamelesi yapılmaz; öldürülmezler. * Devlete karşı isyan eden bağîlere ve Haricîlere karşı savaşmak caizdir, sevaptır, bu savaşta ölenler şehittir. Fitnenin çeşitleri ve herbirine karşı uygulanacak ahkâm hakkında geniş bilgiyi daha önce kaydettik.[172] ـ4815 ـ3ـ وعن سويد بن غفلة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ عَلِيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه : إذَا حَدَّثْتُكُمْ عَنْ رَسُولِ اللّهِ # حَدِيثاً، فَوَاللّهِ ‘نْ أخِرَّ مِنَ السَّمَاءِ أحَبُّ الىَّ مِنْ أقُولَ عَلَيْهِ مَا لَمْ يَقُلْ، وَإذَا حَدَّثْتُكُمْ فِيمَا بَيْنِى وَبَيْنَكُمْ فإنَّ الْحَرْبَ خِدْعَةٌ، وَإنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ : سَيَخْرُجُ قَوْمٌ في أخِرِ الزَّمَانِ حُدَثَاءُ ا‘سْنَانِ سُفَهَاءُ ا‘حَْمِ، يَقُولُونَ مِنْ خَيْرِ قَوْلِ الْبَرِيَّةِ، يَقْرَأوُنَ الْقُرآنَ، َ يُجَاوِزُ إيمَانُهُمْ حَنَاجِرَهُمْ، يَمْرُقُونَ مِنْ الدّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنْ الرَّمِيَّةِ، فأيْنَمَا لَقِيتُمُوهُمْ فَاقْتُلُوهُمْ فإنَّ في قَتْلِهِمْ أجْراً لِمَنْ قَتَلَهُمْ عِنْدَ اللّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي.»حُدَثَاءُ ا‘سْنَانُ« أى شباب لم يكبروا حتى يعرفوا الحق.»سُفَهَاءُ ا‘حَْمِ« السفه الخفة في العقل والجهل.»ا‘حمُ« العقول . 3. ( 4815)- Süveyd İbnu Gafle ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Ali ( radıyallahu anh) dedi ki : "Ben size Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ dan bir hadis söyleyince, Allah´a yemin olsun Aleyhisselâtu vesselâm´ın söylemediği bir şeyi söylemektense gökten atılmayı tercih ederim. Ancak benimle sizin aranızda cereyan eden şeyler hakkında konuşunca, bilesiniz harp hiledir. Zîra ben Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle söylediğini işittim : "Ahirzamanda yaşça küçük, akılca kıt birtakım gençler çıkacak. Yaratılmışın en hayırlısının sözünü söylerler, Kur´ân´ı okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkarlar. Onlara nerede rastlarsanız onları gebertin. Zîra, onları öldürene, kıyamet günü, Allah´ın vereceği ücret var." [Buhârî, Fezâilu´l-Kur´ân 36, Menakıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Zekât 154, ( 1066); Ebu Davud, Sünnet 31, ( 4767); Nesâî, Tahrîm 26, ( 7, 119).][173] AÇIKLAMA : 1- Eslâf uleması, burada yaşça genç, akılca kıt gençlerle Haricîlerin kastedildiğini anlamışlardır. Nitekim, Teysîr´in bu hadisi, Haricîlerle ilgili fitne başlığı altında kaydettiğine göre, aynı anlayışı görmek mümkün. Ancak Resûlullah´ın hadisleri, aynen Kur´ân gibi her devre baktığı için, kıyamete kadar gelecek zaman içinde her devir insanı, kendi zamanına tatbik etme hakkına sahiptir. Nitekim, bizde Fitnenin Evsafı ile ilgili bahiste, günümüzün fitnelerinde gizli ve münafık güçlerin cahil gençlerimizi, İslâmî sloganlarla aldatıp istismar edeceklerine dikkat çekmiştik. 2- خير قول البرية tabirinde bazı alimler "kalb mevcuttur, قول خير البرية şeklinde olmalıdır" demiştir. "Yaratılmışın en hayırlısının sözü" demek olur. Bununla Kur´ân ve hadisin kastedildiği belirtilmiştir. 3- Kur´ân okumalarına rağmen imanlarının gırtlaklarından öteye geçmemesi Kur´ân´ı anlamadıklarına, ahkâmını hayatlarında tatbik etmediklerine, halkı aldatmak için, slogan olarak onları zikrettiklerine delalet eder. Bunlar, bir avı delip, ondan hiçbir bulaşık almadan öbür tarafa geçen ok gibi, İslâm´dan hiçbir pay kapmamış olarak dinden çıkarlar. İbnu´l-Esîr, en-Nihâye´de bu insanların dine giriş ve çıkışlarını "ok"un bir ava giriş çıkışına benzetmesini, oka avdan hiçbir şeyin takılmaması sebebine bağlar. 4- Hadisin Ebu Dâvud´daki bir veçhinde "Onlar Müslümanları ( büyük günah işleyince kâfir olurlar diyerek) öldürürler. Fakat put ehlini bırakırlar. Eğer ben onlara yetişecek olsam, vallahi Ad kavminin ölümleriyle öldürürüm" buyurulmuştur. Ad kavminin ölümü tabiriyle, "Köklerinin kesilmesi"nin kastedildiği belirtilmiştir. Çünkü o kavim helak olmuş, arkası kesilmiştir. Eski âlimler bu hadisi Haricîlere tatbik edip büyük günah işleyenleri kâfir addederek diye kayıtlamıştır. Ancak günümüzde benzeri davranışlara düşen kitlelerin davranışlarını aynı tabirlerle kayıtlamak gerekmez. Üstelik İslam âlemi şimdilerde ne kadar geniş. Müslümanlara musallat olacak bu heriflerin ileri sürecekleri bahaneler her köşede bir başka şey olabilir. Ama onların sonunu da Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm) haber vermektedir : "Âd kavminin ölümüyle ölmek." "Âd kavmi öldürülmedi, ( atom bombasından hasıl olan fırtınayı hatırlatan) bir rüzgâr ile toptan helak edildi" der, şârihimiz... [174] ـ4816 ـ4ـ وعن أبى سعيدٍ وَأنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قا : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # سَيَكُونُ في أُمَّتِى اخْتَِفٌ وَفُرْقَةٌ : قَوْمٌ يُحْسِنُونَ الْقِيلَ وَيُسِيئُونَ الْفِعْلَ، يَقْرَأُونَ الْقُرآنَ َ يُجَاوِزُ تَرَاقِيَهُمْ، يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ. ثُمَّ َ يَرْجِعُونَ حَتّى يَرْتَدَّ عَلى فُوقِهِ. هُمْ شَرُّ الْخَلْقِ، طُوبَى لِمَنْ قَتَلَهُمْ وَقَتَلُوهُ، يَدْعُونَ الى كِتَابِ اللّهِ وَلَيْسُوا مِنْهُ في شَىْءٍ. مِنْ قَاتَلَهُمْ كَانَ أوْلى بِاللّهِ مِنْهُمْ. قَالُوا : يَا رَسُولَ اللّهِ #! مَا سِيمَاهُمْ قَالَ : التَّحْلِيقُ[. أخرجه أبو داود، وللشيخين عن أبى سعيد نحوه . 4. ( 4816)- Ebu Said ve Enes radıyallahu anhümâ anlatıyorlar : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : "Ümmetimde ihtilâf ve ayrılıklar meydana gelecek. ( Onlardan) bir grup lafıyla güzel, ameliyle kötü olacak. Bunlar Kur´ân´ı okuyacaklar, ancak köprücük kemiklerinden aşağı geçmeyecek. Bunlar, dinden tıpkı okun avı delip geçmesi gibi çıkarlar. Onlar, ok, kirişine dönmedikçe bir daha dine geri gelmezler. Bunlar mahlukatın en şeriridir. Onları öldürene ve onlar tarafından öldürülene ne mutlu! Onlar insanları Kitabullah´a çağırırlar, fakat Kitap´tan zerre kadar nasipleri yoktur." Yanında bulunan Ashab : "Ey Allah´ın Resûlü onların alâmeti nedir " diye sordular da : "Tıraş olmak!" buyurdular." [Ebu Dâvud, Sünnet 31, ( 4765).] Benzer bir rivayeti Ebu Saîdi´l-Hudrî´den Sahiheyn kaydetmiştir. [Buhâri, Fezailu´l-Kur´ân 36, Menâkıb 25, Edep 95, İstitabe 6, 7; Müslim, Zekât 143-148, ( 1064); Muvatta, Kur´ân10, ( 1, 204, 205); Nesâî, Zekât 79, ( 5, 87). Tahrîm 26, ( 7, 119).][175] ـ4817 ـ5ـ وفي روايةٍ عن أنسٍ قال : ]سِيمَاهُمْ التَّحْلِيقُ وَالتَّسْبِيدُ. فإذَا رَأيْتُمُوهُمْ فَأنِيمُوهُمْ[.»الفُوقةُ وَالفُوقَُ« موضع وقوع الوتر من السهم. 5. ( 4817)- Hz. Enes´ten gelen bir rivayette ( Resûlullah şöyle) buyurmuştur : "Onların alâmeti tıraş ve saçın yolunmasıdır. Onları gördüğünüz zaman öldürün."[176]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...