27 Nisan 2018

Çalabım Bir Şar(şehir)Yaratmış


“Bismillâhirrahmânirrahîm”

Hikmetler denizinin dalgalanması sebebiyle Sultan Hacı Bayram Veli hazretleri buyurdu ki:
Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde;

Türk dili sözlüğünde “Çalap” Allah demektir. Ve “Şâr”(şehir, belde) sözü ile anlatılmak istenen “Cem’ü’l-Cem” denilen şehirdir. Ve “Mahrusa-ı hakikat” tir. (hakikat ile ilgili büyük şehirdir) Beyitte ifade edilen “Yaratmış” sözündeki mânâ: Gösterdi, meydana çıkardı. Çünkü yaratmış olmak, mânâ ile ilgili vücuttan görünürde olan vücuda gelinmiş olmadır. Sadece görünürlüğe ilgi gösteren bilgi sahiplerinin: “Yoktan meydana gelmek vardır.” dedikleri gibi değildir. Beyitte ifade edilen “İki cihan” sözündeki mânâ: Biri “Hüviyet” diğeri ise “Eniyyet”. Hüviyet; Hakk’ın batın yönüdür. Eniyyet; Hakk’ın zahir yönü (görünürlüğüdür).

Beyit bütünlüğü ile mâna: Hüviyyet olan sıfat ve Eniyyet olan suretler arasında hakikat şehri ve büyük şehir Cem’ü’l-Cem’i, Çalap meydana çıkardı. Ve ol hakikat ile ilgili büyük şehir, bu iki cihânı içine alan olduğu için “Cem’ü’l-Cem” ismi verildi. Hüviyyet olan cihân batın, yani sıfattır. Eniyyet olan cihân zahir, yani görünürde olan suretlerdir. 

Bu şekilde ifade edilen iki cihânı câmi’(içine alan, kaplayan) hakikat şehri ve Cem’ü’l-Cem’; bir yanı var ki Çalap’tır. Anılmış olan iki cihânı kaplayandır. Kasas suresinde, 28/30. “Ey Musa! Âlemlerin Rabbi Allah benim, ben.” Hikmeti gereğince; “İnni” (benim) sözü Hüviyyet cihânı, “Ene”(ben) sözü Eniyyet cihanına işarettir. Ve “Allah” sözü her ikisini kaplayan olup Türkçesi Çalap’tır. Bunun için Hakk’a nispet etme ile şah Hacı Bayram Veli hazretleri buyurmuştur ki:

Bakıcak dîdar görünür ol şârın kenâresinde;

Dîdar (yüz, çehre) görmeyen yoktur. Yani, halkın tamamı dîdar görür. Fakat cahillik sebebiyle dîdardan habersiz olduklarından görmüyorlar ve görünmez derler. Cahillikleri kendilerine perde olmuştur. Oysa dîdarı örtebilecek bir perde yoktur. Meselâ: Devlet başkanı kılık değiştirip saltanat köşkünden ayrılıp halk arasına karışıp gezer olsa, onu evvelce tanıyan değişik kılıkta da görse yine tanır, fakat evvelce bilmeyen tanımaz. Hatta tanıyan bir kişi, tanımayan bir kişiye: “Şimdi buradan devlet balkanı geçti gördün mü?” Diye sorsa, o kişi rahatlıkla “görmedim” cevabını verir. Belki görmediğine yemin de edebilir.

Beyit bütünlüğü ile mânâ: Bilgisizlik perde olmasa bakıldığında dîdar görünür ol şârın kenarında. Yani, suretlerin dışına çıkıldığında eniyyetle görürsün. Çünkü dîdarı görmekte kesret (çokluk) vardır. “Râi” (rü’yeteden, gören, görücü) “Me’ri” (gözle görülen) çokluğu yönüyledir. Ve gözle görülmekte olan dîdar, Zat, Sıfat ve Ef’al’dir. Şâr (şehir) kenarı olan ef’al ilk müşahede edilendir. Ve ef’al den sıfat, sıfattan zat görünür. Hüviyyet ise, şehrin kendisi olduğundan onda görmek yoktur. 

Bazıları dediler ki: “Biz, gördük hareket edenleri. ”  Bazısı: “Biz, gördük hareket ettirilenleri.” Bir başkaları: “Biz, gördük hareket ettireni.” Allah sırlarını kutlu kılsın Şeyh Küşterî hazretleri, düzenlemiş olduğu Karagöz adlı gölge oyunu ile: Oynayan, oynatılan ve oynatanı, bilgisiz olanların bilgisizliklerine ve şühud ehli olan velilerin dîdar görmelerine ve hakikat ehli olanların ayni hüviyette olmalarına misal yapmış oldu. 

Gerçeği bilmeyen kişi, perde arkasında hareket eden ve konuşanı görmez, sadece gölge olan suretleri görür. Ve bilen kişi, perde kenarından bakar ki, hareket ettiren ve konuşan suretler değildir. Hareket edenden hareket ettireni ve konuşulandan konuşanı müşahede eder. Fakat perde arkasına geçmiş olan asla suretleri gören olmaz. Belki perde arkasına geçmiş suretlerden birisi olur. Böylece ol şâra (şehre) dâhil olursa, şehirden sayılır. Hazret-i Sultan Bayram Veli, Allah sırlarını kutlu kılsın, yüce sırdan bir nefes edip buyurur ki:

Nâgehân ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm;

Ey muhterem kişiler! İfade edilmeye çalışılan o şehrin dört sûr’u (duvarı) vardır. Birincisi: Tecell-i Ef’al duvarıdır. İşler sebebiyle dîdarı müşahede etmektir.
İkincisi: Tecell-i Esma duvarıdır. İsimler sebebiyle dîdarı müşahede etmektir.
Üçüncüsü: Tecell-i Sıfat duvarıdır. Sıfat dolayısıyla dîdarı müşahede etmektir.
Dördüncüsü: Zat duvarıdır. Zat sebebiyle dîdarı müşahede etmektir. Bu dört duvarı aşmadan ol şehre varılmaz.

Beyit bütünlüğü ile mânâ: Tecelliler olan ef’al, esma, sıfat ve zat, tamamını aşmış oldum. Anılmış olan tecellilerde hakiki olan süluk’ u tamam ettim. Nâgehân (birdenbire) hakikat şehrine girdim. Gördüm ki, ol şehir her anda teceddüd (yenilenme) ile yapılır. Her anda bir güzellik, görünür olur gördüm. Ve kendime bakmış oldum. Ol şehirden bir bölüm olduğumdan her anda cemâl ile ilgili güzelliğim yokluk ile bekâ arasında yapılmakta idi. Ve böylece güzellikler içinde Hazret-i Hacı Bayram Veli buyurdu ki:

Ben dahi yapıldım taş ve toprak âresinde;

Taş ile anlatılmak istenen “Bekâ billâh”  ve toprak “Fenafillâh” ki, ileri geçen ey muhterem kişi, bir anda iki tecelli olmaz.  ‘Abes (boş şeyle uğraşma) lâzım gelir. İki anda bir tecelli olmaz. Tahsil-i hâsıl (açığa çıkanı elde etmek) lâzım gelir. Bundan bilinmiş oldu ki, her anda bir tecelli olur. Kuran-ı kerimde olan Kamer suresinde, 54/50.Emrimiz bir tektir, bir göz kırpması gibidir. Ve Rahman suresinde, 55/29. O, her an yeni bir iş ve oluştadır. Buyrulmuştur. An sözü ile anlatılmak istenen İlâh katında olan an, yani zamanıdır. Bundan dolayı, yüce Hakk’a arif olan hazret-i Hacı Bayram Veli buyurur ki:

Ol şârdan oklar atılır gelir ciğerlere batılır
Arifler sözü satılır ol şârın pazaresinde:

Önceki anlatıma benzese de oklar ile anlatılmak istenen; İlâh ile ilgili kaplayıcı tecelliler olup araştırma neticesinde asıl ile ilgili olup kullanma amacı ile başka yerden ödünç alınıp açıkça söylenenlerdir. Benzer oklar: İlâh ile benzetmeler. Bir şeyi bir başka şeye olan benzetme, eksilmeyen tesirlerin ilgisidir. Fakat bir şeyi bir başka şeye olan benzetme evvelkilere nispetle hissidir, başka bir nispetten dolayı ise manevidir. Ve arifler sözünden deyimi ile anlatılmak istenen: Ariflerin kendilerine ihsan edilip bereketlenmiş oldukları hikmetlerini birbirine aktarmalarıdır. 

Çünkü ihsan edilmiş hikmetleri birbirinden saklamak ve mahrum etmek, şanlarından değildir, yani hikmeti arif kardeşinden saklamış olmak, arif’e yakışan bir davranış değildir. Pazar yerinde satılır sözü ile anlatılmak istenen ise: Yüce İlâh katından olan bereketlenmeleri Pazar yeri olan meclise saçarlar. Onlarda asla kıskanmak yoktur. Böyle bir davranış Hz. Peygamberden ödünç alınan bir değerdir, iyice anlamak gerekir. Âşık ve ma’şûk una ulaşmış Mevlana Hacı Bayram Veli, yüce sırları kutlu olsun buyurur ki:

Şâkirdler taş yonarlar yonup üstâda sunarlar
Çalab’ın ismin anarlar ol taşın her pâresinde;

Şâkirdler (talebe, çırak, stajyer olanlar) Hak ile ilgili bekâ mertebeler ehli, eksiksiz ayılma, yani tam olarak kendine gelme makamlarında olanlardır. Onlar taş yontmaktadırlar, yani sarhoşluk hâlinin sonraya kalmışlığından tam uyanıklıktan anlatılmak istenen: Sarhoşluğun (kendinden geçme halinin) sonraya kalma (bakiye) halinden tam olarak temiz olma gayretindedirler. 

Çünkü kendinden geçme (sarhoşluk) hâl’dir, makam değildir. Hâl’e değer verilmez. İkinci beyitte anılmış olan taş, toprak ile anlatılmak istenen: Taş, toprak; Araştırılıp doğruluğu belli, asıl ile ilgili ödünç alınıp açıkça söylenenlerdir. “Taş” Beka-billâhtır. Yok, olma makamına işaret edilir. “Toprak” kelimesi ile yokluk ve sarhoşluk hali anlatılmak istenir. Ve sözü edilen sarhoşluğun (kendinden geçme halinin) üç mertebesi (derecesi) vardır, yok olmanın üç mertebesi olduğu gibi. 

Taşın yontulup üstâda sunarlar denilmesi: Yani, bekâ ve yok olmaları tamam olduğunda, sarhoşluktan asla sonraya kalmışlıkları olmayıp dikkatlilik ehli mertebelerine ulaşmış olurlar. Üstâd ve hakikat varisi onlardır. Fakat gerek üç sarhoşluk hali ve üç yok olma makamı, Zat isminin zikri zorunluluğu ile yakınlaşmış olsa yani, tüm organ ve değerleri ve zahir ve batın buyruğu olan sözleri ister istemez kâmil mürşidin nefesiyle anmış olurlar. Sırları kutlu olsun ki, Hazret-i Hacı Bayram Veli efendimiz buyurur:

Bu sözü ârifler anlar câhiller bilmeyip tanlar
Hacı Bayrâm kendi banlar ol şârın minâresinde;

Ol şehrin minâresi, Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgili makam olan Ahadiyyetü’l-Cem’ makamına davettir. Ve bu makama erişildiğinde kişi, orada halife ve mürşit olamaz. Kendine ait olmayan, Ödünç (geçici) olduğu belirtmedir. Hatta davette bulunan güzel sözler o makama işarettir. Güzel sözler “Ezan-ı Muhammedi”dir. Bundan dolayı bilinmiştir ki, davet edici ârifler üç kısımdır. 

Bir kısım davet ediciler için, Hz. Peygamber efendimiz: “Peygamberlerin varisleri âlimlerdir.” Ve “Ümmetimin âlimleri İsrail oğulları nebileri (peygamberleri) gibidir.”  Sözlerini ifade etmiştir. Bir diğer kısım davet edici arifler, “Resul” gibidirler. 

Ve bir diğer kısmı, davet edici Resul ayarında kâmillere âmir olan zatlardır. Onlar, “Ulü’l-azm mine’r-rüsul” ayarındadırlar. Ve bu zatlar Gavs ve Kutub, “İmam-ıA’zam”-“İmam-ı Şâfiî” gibi tasarruf sahibi seçkin kâmillerdendir. 
Bu risâle (mektup) tamam oldu Hu…

Başarılı kılan ve uygunlaştıran yoktur. Yüce Allah’tan başka…

Pir Seyyid Muhammed Nur

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...