Bid'at Nedir ?
Zaman zaman bir kısım yeni uygulamaların islama aykırı olduğu ifade edilir ve Bidat olduğu söylenir.
Bu açıdan Bidatın ne olduğu bilinmeli ki her yeni uygulamaya, islama aykırı diye karşı çıkılmasın.
örneğin:
"Yakasız gömlek giymek sünnet, yakalısını giymek bid'at;"
"Yer sofrasında yemek yemek sünnet, masada yemek bid'at;"
"Yer minderinde oturmak sünnet, koltukta oturmak bid'at;"
"Mikrofonsuz ezan okumak sünnet, mikrofonla okumak bid'at;"
"Takke ve sarık takmak sünnet, başaçık gezmek bid'at" gibi kanaatler ileri sürülür, böylece güya sünnet ve bid'at tanınmış ve tanıtılmış olur çoğu kere...
Bu sözlerle insanları sünnete teşvik etmek gibi bir iyi niyet vardır aslında. Tersini iddia edenler sünnete karşı gelmekle ve bid'ate taraftar olmakla suçlanır. Akabinde ise tartışmalar, münakaşalar başlar, husumet ve kırgınlıklarla konu kapanır.
Bu tür meseleler bazı zamanlar karı-koca, baba-oğul ve kardeşler arasında gündeme geldiği gibi, çok kere de İslami hizmetlerde bulunan kişiler arasında sohbet konusu olur, konuşulur, tartışmaya girilir ve sonuçta istenmeyen manzaralar ortaya çıkar.
Resulullah'ın Sallallahu Aleyhi Vesellem hayatını inceleyen, sünnet ve hadisi tetkik eden İslam uleması arasında konu müzakere edilmiş, değişik tarzda yorumlar yapılmış ve neticede birtakım tarifler getirilerek bid'at meselesi tasnife tabi tutulmuştur.
Ulema arasında bid'at geniş ve dar kapsamlı olmak üzere iki ayrı şekilde mütalaa edilmiştir. Bid'atı geniş kapsamlı olarak inceleyen başta İmam Şafii, İmam Nevevi olmak üzere İbn Abidin ve benzeri alimler bu kısaca şu tarifi getirirler: "Bid'at, Resulullah'tan Sallallahu Aleyhi Vesellem sonra ortaya çıkan herşeydir."
Bu tarife göre, dini özellik taşıyan amel ve davranışlarla birlikte günlük hayatla ilgili olarak sonradan ortaya çıkan yeni düşünceler, uygulama ve adetler de bid'at olarak kabul edilmiştir.
Bu alimler, meseleye delil olarak da şu hadisi zikrederler: "Kim benim bir sünnetimi ihya ederek insanların onunla amel etmelerine vesile olursa, o insanların kazanacağı sevaplardan hiçbir şey eksiltmeden onların sevaplarının bir katını almış olacaktır. Kim de bir bid'at icat ederek onunla amel edilmesine sebep olursa, o bid'at ile amel edenlerin yüklenecekleri günahlardan hiçbir şey eksiltmeden onların günahlarının bir katını yüklenmiş olacaktır." (İbn Mace, Mukaddime, 15)
Bu tarifle birlikte aynı ulema bid'atı, hasene ve seyyie olarak ikiye ayırır, yapılması mahzurlu olmayanlara bid'at-ı hasene (iyi bid'at), yapılması mahzurlu olanlara da bid'at-ı seyyie (kötü bid'at) derler. Minare ve medrese yapmak bid'at-ı hasene, kabirlerin üzerine mum yakmak da bid'at-ı seyyiedir. Buna göre, hadislerde reddedilen bid'atler, kötü bid'atlerdir.
Hz. ömer (r.a), Mescid-i Nebevi'de teravih namazını cemaatle kılanları görünce, "Bu ne güzel bir bid'attır" diyerek teşvik etmiş ve bid'at-ı haseneyi belirtmiştir. (Buhari, Teravih, 1)
Bid'atı dar kapsamlı olarak anlayan başta İmam Malik olmak üzere, Ayni, Beyhaki, İbn Hacer el-Askalani ve Heytemi, İmam Birgivi ve İbn Teymiyye gibi alimler de şu tarifi getirirler: "Bid'at, Resulullah'tan Sallallahü Aleyhi Vesellem sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilave veya eksiltme özelliği taşıyan herşeydir."
Bu ulemaya göre dinle ilgisi olmayan ve dini özellik taşımayan yeni icatlar bid'at sayılmaz. Bu bakımdan örf ve adet türünden olan davranışlar bid'at kavramının dışında değerlendirilir.
Bu görüşün delilleri de şu hadislerdir:
"İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir." (Müslim, Cum'a, 43)
"Sonradan ihdas edilen herşey bid'attır." (İbn Mace, Mukaddime, 7)
"Her bid'at dalalettir." (Müslim, Cum'a, 43)
"Din namına sonradan ortaya çıkarılan şeylerden sakının. Gerçekten sonradan ortaya çıkarılan herşey bid'attır ve her bid'at de sapıklıktır. Bu durumda sizin yapmanız gereken şey, benim sünnetime ve birer hidayet ve irşad rehberi olan halifelerimin sünnetlerine sarılmanızdır." (Ebu Davud, Sünnet, 5)
Aynı görüşü benimseyen fıkıh usulü uzmanı eş-Şatibi ise, bid'atı 'sonradan ortaya çıkan dini görünümlü yol' olarak tarif ettikten sonra, konuya şu şekilde bir açıklık getirir:
"Bid'atı dini görünümlü bir yol olarak benimseyen kişilerin bu yola girmelerinin sebebi Allah'a daha çok kulluk etmektir. Bunun yanında, dini görünümlü olmayan ve dini telakki edilmeyen şeyler bid'atten sayılmaz. Mesela, bir kimsenin helal olan birşeyi kendisine yasaklaması bid'at değildir, ancak bu yasaklamayı dindarlık düşüncesiyle yapması bid'attır."
Şatıbi'ye göre bid'atı 'hasene' ve 'seyyie' olarak iki ayırmak doğru değildir. (İbrahim bin el-Musa eş-Şatıbi, el-İ'tisam; DİA, "Bid'at" maddesi)
Sünnetin titizlikle korunmasını isteyen ve Hicri 1000'inci yılda yaşayan İmam Rabbani bid'atlere karşı mücadele etmeyi dile getirirken şöyle der:
"En bahtiyar odur ki, İslam'ın ve Müslümanların garip düştüğü bir zamanda terk ve ihmal edilmiş sünnetlerden birisini ihya edip yaygın olan bid'atlerden birisini yok edip kaldıran insandır. Şimdi öyle bir zaman ki, Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem gönderileli bin seneyi geçmiştir, kıyamet alametleri de teker teker çıkmaya başlamıştır. Resulullah'ın (a.s.m.) Saadet Asrından uzaklaştıkça sünnetler perdelenmiş, bid'atler yalan illetinin yaygınlaşmasıyla çoğalmıştır. Şimdi öyle bir mücahide ihtiyaç vardır ki, sünnetleri ihya etsin, bid'atleri kaldırsın. çünkü bid'atlerin revaç bulması dinin tahribine sebep olur." (Mektubat, 1:34-35)
Şatıbi gibi bid'atin seyyie ve hasene şeklinde tasnif edilmesine şiddetle karşı çıkan İmam Rabbani, itirazını şu şekilde dile getirir:
"Eski alimler bid'atlerin bazı güzel taraflarını görmüş olacaklar ki, bazı bid'atlere 'hasene' (iyi) bid'at ismini vermişlerdir. Fakat bu fakir, bu meselede onlara uymuyorum. Bid'atlerden hiçbirisine 'hasene' diyemem. Bid'atlerde karanlık ve bulanıklıktan başka birşey göremiyorum. çünkü Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem 'Bütün bid'atler dalalettir' buyurmuştur. İslam'ın garip olduğu ve zayıfladığı bir zamanda kurtuluş ancak ve ancak sünnete uymakta, felaket de nasıl olursa olsun bir bid'ate sarılmaktadır.
"Sonradan çıkan herşey bid'at ve her bid'at dalalet olursa, nasıl olur da bid'atte güzellik olur. Hadis-i şeriflerde buyurulduğu gibi, icat edilen her bid'at bir sünneti kaldırmaktadır. Bu husus bazı bid'atlerle sınırlı değildir ve her bid'at seyyiedir.
"Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurmuşlardır ki: 'Peygamberlerinden sonra dinlerinde bid'at uyduran her ümmet, sünnetten de o bid'at kadar bir sünneti zayi etmiş olur.' (Et-Tergib ve't-Terhib Trc, 1:109)
"Hassan bin Sabit'ten şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: 'Bir topluluk dinlerinde bir bid'at icat ederse, Cenab-ı Hak sünnetlerden bir sünneti o bid'at gibi çeker, çıkarır, onlardan uzaklaştırır da kıyamete kadar iade etmez.'" (Mektubat, 1:160)
Görüldüğü üzere İmam Rabbani, sünnete en ufak bir gölge düşürecek bid'ate müsamaha dahi göstermemekle birlikte Mektubat'ın bazı nüshalarının şerhinde sünnette aslı bulunanlara bid'at ismini bulaştırmaz, onlar için 'güzel adet' anlamında 'sünnet-i hasene' tabirini kullanır. (M. Paksu, Sünnet ve Aile, s. 19)
Kendisini 'Bid'atüzzaman' olarak tanıtan ve hayatı boyu bid'atlerle mücadele eden ve sünnet-i seniyyeyi ihya etmek için hayatını vakfeden Bediüzzaman Said Nursi, "Mirkatü's-Sünne ve Tiryaku Marazı'l-Bid'a" (Sünnetin Dereceleri ve Bid'at Hastalığının İlacı) adıyla müstakil olarak kaleme aldığı eserinde bid'atı dar kapsamlı olarak tarif eden ulemanın görüşünü benimser ve, "Ahkam-ı ubudiyette yeni icadlar bid'attır," "Şeriat ve sünnet tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut-haşa ve kella-nakıs (eksik) görmek hissini veren bid'aları icad etmek dalalettir, ateştir" diyerek bid'at mefhumunun sadece dinle, ibadetlerle ilgili meselelerde söz konusu olduğunu belirtir.
Ona göre, "Her bid'at dalalettir ve her dalalet Cehennem ateşindedir" hadis-i şerifi ve "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim" (Maide Suresi, 3) ayet-i kerimesinin bildirdiği üzere, şeriatın kaideleri ve sünnetin düsturları tamamlandıktan ve kemal noktasına erdikten sonra yeni icatlarla o düsturları beğenmemek veyahut-haşa ve kella-eksik görmeye götüren bid'atları icat etmek dalalettir, ateştir. (RNK, Lem'alar, s. 609)
Yine Bediüzzaman'a göre, ibadetlerle ilgili hüküm ve meselelerde yeni icatlar çıkarmak bid'attır ve dince reddedilmiştir. çünkü sünnetlerin bir kısmı ibadetlerle ilgilidir ve fıkıh kitaplarında açıklanmıştır, onları değiştirmek bid'attır. Diğer kısmı 'adab' olarak bilinir ve bunlar siyer kitaplarında mevcuttur. Onlara aykırı hareket etmeye bid'at denilmez; ancak nebevi edebe uyulmamış, onun nurundan ve hakiki edepten istifade edilmemiş olur. Bu kısım da örf ve adat, fıtri muamelelerde Resul-i Ekrem'in Sallallahu Aleyhi Vesellem tevatürle belirlenen hareketlerine uymaktır. Bunlar ise konuşmak, yemek içmek, yatıp kalkmak gibi görgü kurallarıyla alakalı sünnetlerdir. (RNK, Lem'alar, s. 609)
Sünneti kavli, fiili ve hali olarak üçe ayıran Bediüzzaman, bu üç kısmı da farz, nafile ve güzel adetler olarak üç bölüme tabi tutar. Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem namaz ve hac gibi ibadetlerde fiili olarak bizzat tatbik ettiği-farz namazları kılmak gibi-farz ve vacip cinsinden olan sünnetlere uyma mecburiyeti vardır.
Nafile olarak tespit edilen ve müstehap olarak belirtilen ibadetlerle ilgili sünnetlere uymakta büyük sevaplar vardır; fakat bunları değiştirmek bid'attır, dalalettir.
Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem güzel adetleri sınıfına giren sünnetleri işlemek 'müstahsendir,' çok güzeldir. Ki bunlar şahsi ve sosyal hayatla ilgilidir. Bu sünnetleri işleyenler adet ve alışkanlıklarını ibadete çevirmiş olurlar. (RNK, Lem'alar, s. 610)
Bu tespitlerin yanında, Bediüzzaman, eserlerinde zaman zaman 'ehl-i bid'a' tabirini kullanır. Bunları muhatap alarak İslam'ı müdafaa sadedinde bazı açıklamalar yapar. Bediüzzaman'ın ehl-i bid'a olarak isimlendirdiği zihniyetin mahiyetlerini de şu ifadelerinde anlamaktayız: "Acaba, bu ehl-i bid'a ve doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar?" (RNK, Mektubat, s. 558). "Ehl-i bid'a, ecnebi inkılapçılarından böyle meş'um bir fikir aldılar ki: 'Madem Hıristiyan dininde böyle bir inkılap oldu; öyleyse, İslamiyette de böyle dini bir inkılap olabilir" (RNK, Mektubat, s. 557). "Şeairi tağyir eden (İslam'ın alametlerini değiştiren) ehl-i bid'a diyorlar ki: 'Bu taassub-u dini bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak taassubu bırakmakla olur.'"
Bu ifadelerden, 'ehl-i bid'a'yı İslam ülkelerinde yaşayan ve taşıdıkları sinsi fikirleriyle İslam'ın bazı esas ve kaidelerini değiştirmeye ve hatta İslam'ı tamamen ortadan kaldırmaya çalışan komiteler olarak görmekteyiz.
Mektubat isimli eserinde ehl-i bid'a sayılan bu sapık fikirli insanların teşebbüslerini akim bırakacak, onların hak olarak göstermeye çalıştıkları iddia ve planları kökünden çürütecek izahlar yapan Bediüzzaman, 'tahribatçı ehl-i bid'a'yı da iki kısma ayırır:
Birinciler güya din hesabına, İslamiyet'e sadakat namına, güya dini milliyetle takviye etme telakkisiyle dine taraftar görünerek 'dinin nurlu ağacını ırkçılığın karanlık toprağına dikmek isterler.' Bu hareketleri bid'akarane bir teşebbüs olarak gören Bediüzzaman, bu adamlara dünya çıkarı için ahiretini satan alimler manasında "ulema-i su', meczup, akılsız, cahil sufiler" tabirlerini kullanır ki, bu ifadeleriyle onların gerçek kimliklerini açıklar.
İkinci kısım ehl-i bid'a ise, "millet namına milliyet hesabına unsuriyete (ırkçılığa) kuvvet vermek fikrine binaen 'Milleti İslamiyetle aşılamak istiyoruz' diye bid'atları icat ediyorlar." (RNK, Mektubat, s. 559)
Barla Lahikası'nda en büyük yedi günahın arasında 'dine zarar verecek bid'alara taraftar olmayı' da sayan Bediüzzaman (RNK, Barla Lahikası. s. 1547), bid'atı seyyie ve hasene olarak kabul eder ve bu konuda iki misal zikreder:
Birincisi: Her tarikatın kendi meşrebine göre ayrı ayrı tarz ve şekilde virdleri, zikir ve tesbihleri vardır. Bu zikirlerin asılları Kitab ve sünnetten alınmak şartıyla ve sünnete aykırı olmamak ve bütün bütün sünneti değiştirmemek kaydıyla bid'at değildir. Bu çeşit uygulamaya bazı alimler, bid'at demiş olsalar da, 'bid'a-i hasene' adını vermişlerdir. (RNK, Lem'alar, s. 610)
İkincisi: Bazı cami ve mescitlerde Peygamberimizin mübarek saç ve sakalının telleri bulunmakta ve bunlar belli vakitlerde ziyaret edilmektedir. "Bazı ehl-i takva, böyle işlerde, ya takva veya ihtiyat veya azimet noktasında ilişseler de, hususi ilişirler. Bid'a da deseler, bid'a-i hasene nev'inde dahildir. çünkü vesile-i salavattır." (RNK, Lem'alar, s. 637)
Tariflerden, yapılan izahlardan, verilen misallerden ağırlıklı olarak anlaşılan; iman esaslarını, İslami şeairleri ve ibadetlerle alakalı sünnetleri bozmaya, değiştirmeye, kaldırmaya ve unutturmaya yönelik yeni icatlar, düşünce ve uygulamalar gerçek anlamda bid'at sınıfına girmektedir. çünkü asıl itibarıyla bid'at, ahkamla ilgili bir esası kaldırıp yerine beşeri ve arzi bir 'yeniliği' getirmektir. Yoksa Efendimizin güzel adetlerine ve 'adap' olarak bilinen beşeri davranışlarına yönelik sünnetleri terk etmek, sadece bir sünnet sevabını alamamaktır. Bu arada, Kitab ve sünnetin ruhuna aykırı olmayan, "Müslümanların güzel gördüğü güzeldir" esasına uygun olarak dinin kendi dairesinde kalmak şartıyla günlük yaşantıyla alakalı, evrad ve zikirle ilgili uygulamalar ise 'bid'at-ı hasene' veya 'sünnet-i hasene' kısmına girer.
Bunun yanında, muhatabımızda bizim benimsemediğimiz veya yadırgadığımız bir davranış ve hareket görülecek olsa, onun 'nazikane, nezihane ve kavl-i leyyinle' tashihine ve düzeltilmesine gitmek gerekir.
Sözün özü:
"Bid'atların ve dalaletlerin istilası zamanında sünnet-i seniyyeye ve hakikat-i Kur'aniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir." (et-Tergib ve't-Terhib, 1:41)
"Ne mutlu o kimseye ki, sünnet-i seniyyeye ittibaından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, sünnet-i seniyyeyi takdir etmeyip bid'alara giriyor. (RNK, Lem'alar, s. 609)
Kaynak : Sorularla İslamiyet