Türkiye mozaik değildir. Türkiyenin kurucu fikri Türk milliyetçiliğidir İKİNCİ BÖLÜM
Türkiye’nin “mozaikliğini savunan” ve “Türk kimliğini tartışmaya açan”, “Türk kimliği” yerine “Türkiyelilik” kimliğini koymaya çalışan böylece “millî devlet” ve“Türk kimliği”ni reddeden bütün siyasi görüşler, Türkiye Cumhuriyeti’ni “federe devlet” haline getirme, Türkiye’yi bölme peşindedir. “Avrupa Birliği”, “demokrasi”, “azınlık hakları”, “insan hakları” vb gibi kavramlar buna âlet edilmektedir. “Batılı çok uluslu küresel sermaye”, dünyayı sömürebilmek, hedeflerine ulaşmak için “millî devlet” yapısını, önünde engel olarak görmektedir. Bundan dolayı, “millî kimlik”, “resmî dil”, “kurucu unsur” esaslarını tartışma konusu haline getirerek yıpratmakta; bunların yerine “etnik farklılık”, “mozaiklik” ve “çok kültürlülük”, “çok dillilik” kavramlarını yerleştirmeye çalışmaktadır.[17] Kısaca, ABD ve AB kaynaklı sömürücü “küresel” güçler, Türk milletine dayanan ve“millî devlet” olan Türkiye Cumhuriyeti’ni, “çok etnikli federe devlet” haline getirmeye çalışmaktadırlar.
Türkiye’deki kavga bunun kavgasıdır.[18] Türkiye Cumhuriyeti, “Asrî Devlet” tir. Asrî devlet, (çağdaş devlet), “Hakimiyet, kayıtsız, şartsız milletindir.” ilkesine dayanan, buna göre idare edilen devlettir. “Millî devlet” kavramını tamamlayan ve ona açıklık getiren “asrî devlet”, bir hukuk terimdir. Çünkü “millî devlet”, tek millete dayanan devlet olmanın yanında “millî hakiyet”e dayanan devlettir. “Hukukî Türkçülüğün birinci gayesi, asrî bir devlet vücuda getirmektir.” diyen büyük Türk milliyetçisi fikir adamı Ziya Gökalp, 1923’te yayımladığı “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde “asrî –çağdaş- devlet” anlayışını şöyle açıklıyor: “Asrî (çağdaş) devletlerde evvelâ gerek kanun yapmak ve gerek memleketi idare etmek yetkileri doğrudan doğruya millete aittir. Milletin bu yetkilerini sınırlayıcı ve bağlayıcı hiçbir makam, hiçbir an’ane ve hiçbir hak yoktur. İkinci olarak, milletin bütün fertleri tamamıyla bir birine eşittir.”[19] Yine Ziya Gökalp’a göre, asrî devlette bütün millî hukuk alanlarının Teokrasi ve Klerikalizm kalıntılarından temizlenmesi gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal, daha Millî Mücadele’yi başlatmak üzere İstanbul’dan ayrılmadan devrin şartları içinde, tek çıkar yolun “hakimiyet-i millîyeye müstenit, bilâ kayd ü şart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek!” olduğuna karar vermiştir. Ona göre bu kararın dayandığı mantık ve muhakeme de şudur: “Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak istiklâl-i tamme malilikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, beşeriyet-i mütemeddine muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesb-i liyakat edemez.” [20] Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk milliyetçiliği, yukarıdaki cümlelerde de ifadesini bulan “Türk milletinin kimseye uşak olmadan, sömürge muamelesi görmeden, -siyasî, ekonomik, kültürel anlamda- tam istiklâline sahip haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşaması” fikir ve ülküsüdür. Türkiye Cumhuriyeti, bu inanç ve anlayışla kurulmuştur. Atatürk devrindeki dış ve iç politika, ekonomi, eğitim, kültür alanlarındaki bütün uygulamalara yön veren bu anlayıştır. Türk milleti “karın doyurma” karşılığında “sömürge” yapılamaz. Türk milliyetçiliği ve Türk milliyetçileri buna rıza gösteremez. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, fikir sistemi olarak Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Türk Milliyetçisi olduğunu her fırsatta ifade etmiş ve çevresine hatırlatmıştır: “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.
Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” (26 Nisan 1926) “Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telâfiye çalışmalıyız.” (20.3.1923) “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.(Onuncu Yıl Nutku-1933) “Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir nokta-i nazardan istifade ederiz. O nokta-i nazar şudur: Türk milletini, medenî cihanda lâyık olduğu mevkie isad etmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün, daha ziyade takviye etmek…” (Nutuk – s. 897) “Muhterem efendiler, sizi, günlerce işgal eden, uzun teferruatlı beyanatım en nihayet, mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda, milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve teyakkuza davet edebilecek bazı noktalar tebarüz ettirebilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim. Efendiler, bu beyanatımla, millî hayatı hitam bulmuş farz edilen büyük bir milletin, istiklalini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenit, millî ve asrî bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım.”[21] Atatürk Devri Eserlerinde Milliyetçilik ve Türkiye Cumhuriyeti Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan özellikle de 1927’den sonra, “temelini yüksek Türk kültürü” olarak gördüğü Türkiye Cumhuriyeti’ni sağlamlaştırmak üzere Türk kültürünün temel meseleleri ile doğrudan ilgilenmiş, Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını bu gaye ile kurdurmuştur. Bu Kurumların çalışmalarına hem nezaret etmiş hem de doğrudan katılmıştır. Bu kurumlara çeşitli yayınlar hazırlattığı gibi bizzat kendisi de yazmış; bazı yayınlar üzerinde eklemeler, çıkarmalar, düzeltmeler yapmıştır.
Bu yayınların bazıları –Atatürk hayatta iken- okullarda ders kitabı olarak okutulmuştur. İşte bunlardan birisi, dört ciltlik Tarih kitabıdır. Bu ciltlerin 1V.sü “Tarih-1V, Türkiye Cümhuriyeti” (1931) adını taşımaktadır. Atatürk’ün tarih ve Türklük anlayışınıda ortaya koyan bu ciltte, Türk milliyetçiliği ve Türkiye Cumhuriyeti” ilişkisi üzerine “Milliyetçilik” başlığı altında şu açıklamalar ve değerlendirmeler yapılmaktadır: “Milliyetçilik: Millî Mücadele başlamadan önceleri bizde milliyetçilik cereyanı henüz vazıh bir görünüş almış değildi. (…) Türkçülük, Osmanlı unsurlarının ayrı ayrı tuttukları milliyetçilik cereyanlarına karşı koymak gayretinden, bütün Türk kavimleri birleştirmeği istihdaf eden Turancılığa kadar gidiyor ve bazen de İttihad-ı İslâm fikirleriyle karıştırılıyordu. Elhasıl fikirlerde ve cereyanlarda vuzuh ve kat’iyet yoktu. Hele siyasi hayatta bu fikirlerin tesiri pek az hissolunuyordu. Türk milliyetçiliği Ancak Millî İdare’den sonra her sahada bütün vuzuh ve şumuliyle hakikî mana ve delâletini bulmuş, siyasî, iktisadî, harsî bir devlet sistemi halini almıştır. Halk Fırkası, milliyetçiliği en ehemmiyetli umdelerinden biri edinmiştir. Meşrutiyet devrinde kurulmuş olan (1912) Türk Ocakları adlı gençlik cemiyeti Cumhuriyet devrinde yüzlerce şubesi olan bir teşkilat halinde genişlemiş ve 1931 kurultayında verdiği kararla maksat ve gayede tamamen beraber olduğu Halk Fırkasına iltihak etmiştir.”[22] Atatürk devri ders kitaplarından birisi de, Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuş edebiyatçılardan İsmail Habib (Sevük) tarafından Liseler için hazırlanan “Yeni Edebî Yeniliğimiz” (1930) adlı edebiyat kitabıdır.
Bugün de değerlendirmeleri ve üslûbuyla değerini koruyan bu kitapta, Cumhuriyet Devri ile ilgili bölümün başlığı şöyledir: “Son Devrin Türkçülüğü -Türkçülüğün Fiilî ve Umumî Zaferi-” Bu bölümün alt başlıkları da şöyle: A. Devlet unvanında Türkçülük B. İlk Türk Ordusu C. Türk milliyetçiliğinin Beyannamesi D. Siyasi Türkçülük E. Müstakil Türkçülük F. Lâik Türkçülük K. Medenî Türkçülük İ. Lisanda Türkçülük I. Umumi Netice Bu başlıkların her birinde Cumhuriyet’in kurulması ile milliyetçilik uygulamasının nasıl başarıldığı anlatılmaktadır. İsmail Habib (Sevük), “Son Devrin Türkçülüğü –Türkçülüğün Fiilî ve Umumî Zaferi-” başlığı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile Türk milliyetçiliğinin bir sistem halinde nasıl uygulamaya konulduğunu, Türk milliyetçiliği ideallerinin nasıl başarıldığını şöyle anlatıyor: “…Milliyetin muhtelif safhalarda muhtelif icabatı vardır. İşte bu muhtelif cepheli idealin birçok cephelerini eskiden beri seçenler oldu. Lisanda, tarihte, halkçılıkta, siyasette, hülâsa milliyetin havzasına dahil her sahada o ideali bazen mübhem, bazen açık; bazen nazarî, bazen fiilî: sezip söyleyenler de söyleyip tatbika kalkmak isteyenler de görüldü. Fakat bütün o seziş ve görüşleri umumî ve müstekar bir realite halinde taazzi ettirmek şerefi millî hükümetindir.” “Fikir başka, fiil başka; söz başka, tatbik başka hatta fiil ve tatbik başka, o fiil ve tatbiki umuma şamil bir kudret ve istikrar yapmak yine başkadır. Türkçülük cereyanındaki bu son devir, işte o fikirleri birer fiil, o sözleri birer tatbik; fiil ve tatbik halinde tecrübe edilmek istenen şeyleri de bütün vatana şamil birer kudret yaptı. Bu işin mebdei olarak millî cidalin fiilî bir devlet manzarası aldığı tarih –yani 23 Nisan 1920 de T.B.M.M’nin açıldığı gün- kabul edilebilir.
O tarihten itibaren inkılâbın safha safha inkişafı Türkçülük ve milliyet taazzisinin (şekillenip-gelişmesinin) de safha safha zaferi oldu.”[23] Türk Milliyetçileri, Atatürk ve Cumhuriyet Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, her fırsatta Türk milliyetçisi olduğunu ifade etmiştir. Millî Mücadele yıllarında ve Cumhuriyet’in kuruluşundan ölümüne kadar, bütün uygulamaları Türk milliyetçiliği yönünde olmuş; çevresinde milliyetçi şahsiyetleri toplamıştır. Türk milliyetçileri de Atatürk’ü en büyük Türk milliyetçisi, Cumhuriyet’in kuruluşunu da ideallerindeki millî Türk devletinin kuruluşu olarak görmüşlerdir. Atatürk devrindeki bütün uygulamalar ve yazılanlar bunun belgeleridir. İkinci Meşrutiyet devrinden itibaren Türk milletinin varlığını koruma geliştirme ve yükseltme yolunda siyasi, sosyal, kültürel bir fikir sistemi haline gelen ve Cumhuriyetin kuruluşunu hazırlayan fikir olarak Türk milliyetçiliğinin en büyük kuruluşu, “Türk Ocakları”dır. Türk Ocakları, Türkçü-milliyetçi bir dernek olarak 1912’de kurulmuştur. Atatürk gerek Millî Mücadele yıllarında gerek Cumhuriyet yıllarında Türk Ocakları ve Türk Ocaklılarla birlikte çalışmıştır. Tarihçi Enver Behnan Şapolyo, hatıralarında Millî Mücadele’de Anadolu’ya (Ankara’ya) geçiş günlerini anlatırken şöyle diyor: “…
Hamdullah Suphi’nin Ankara’da bulunuşu İstanbul aydınları üzerinde tarifi mümkün olmayan bir tesir yarattı; Onlar da Anadolu’ya kaçtılar. Bunların arasında ben de bulunuyordum. Hamdullah Suphi’nin gelişinden Gazi Mustafa Kemal Paşa Ziyadesiyle Memnun olmuştu. Onun etrafında bir fikir halkası teşekkül ediyordu. Çankaya’da Atatürk’ün fikir arkadaşlarının hemen hepsi de Türk Ocaklı idiler. Kâzım Karabekir Paşa dahil olmak üzere, Hamdullah Suphi,Yusuf Akçura, Haide Edip,Ağaoğlu Ahmet, Reşit Galip, Mustafa Necati, Mahmut Esat, Vasıf Çınar, Celâl Sahir, Ruşen Eşref, Veled Çelebi, İzzet Ulvi, Besim Atalay, Tunalı Hilmi vb. Hepsi de ateşli ve gayeye inanmış Ocaklı milliyetçilerdir.”[24] Enver Behnan’ın saydığı isimlerin dışında İstanbul’dan Millî Mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya giden daha birçok Ocaklı milliyetçi vardır. Ayrıca Ocaklı milliyetçilerin bir kısmı da İstanbul’un işgalinde, İngilizler tarafından tutuklanıp Malta adasına sürgün gönderilmişlerdir. Ziya Gökalp da bunlardan biridir. İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türk milliyetçiliğini fikir sistemi haline getiren iki büyük Türk Ocaklı Türkçü fikir adamı vardır: Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura. Türkçülüğün bu iki büyük fikir adamı da Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşı ve fikir danıştığı kişiler olmuştur. Cumhuriyet’in kuruluşu ve Atatürk üzerine daha Atatürk’ün sağlığında Türk milliyetçiliği bakış açısıyla değerlendirmelerde bulunmuşlardır. HemZiya Gökalp’ın hem de Yusuf Akçura’nın, Atatürk hayattayken yaptıkları değerlendirmeler, açıkladıkları fikirler, yaptıkları değerlendirmeler, bugün tarihî birer belgedir. Türk Ocakları, Atatürk ve Cumhuriyet Türk milliyetçiliğinin en köklü ve en geniş kapsamlı sivil toplum kuruluşu Türk Ocakları’dır.
Türk Ocakları, 1912’de zamanın Türk milliyetçileri Şair Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi gibi ünlü şahsiyetler tarafından kurulup yaşatılmıştır. Millî Mücadele’de ve Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Atatürk’ün yakın çevresindeki Fikir ve siyaset adamları hep Türk Ocaklıdır. Türk Ocakları’nın Ünlü Başkanı Hamdullah Suphi, Atatürk’ün ilk Millî Eğitim Bakanlarındandır. Atatürk, daha 1922’de Büyük Zafer’in kazanılmasından hemen sonra, Türk milliyetçiliği çalışmalarının devamını sağlamak için İstanbul, Ankara ve İzmir Türk Ocaklarına Millî Mücadele için toplanan paralardan her birine 2000 lira olmak üzere toplam 6000 lira vermiştir. Atatürk’ün Türk Ocağı’nınbaşka şubelerine de yardım ettiği bilinmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türk Ocakları’nın Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra 22-24 Nisan 1924 günleri toplanan ilk Kurultay’ında Ahmet Ağaoğlu aracılığı ile Ocaklılar’a “selâmlarını” ve “Yeni Türk Devleti’nin kuruluşunda en çok Türk Ocaklılar’a güvendiğini; Hükümet’in hiçbir zaman Ocaklara bigâne kalmayacağını” bildiren mesajını göndermiştir. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, 1924’te Türk Ocakları, Atatürk’ün isteği ile “kamu yararına çalışır dernek” olarak kabul edilmiştir.
Bununla ilgili yazı şöyledir: Türk Ocağı’nın Kamu Yararına Çalışan Dernek Sayılması, “On iki senedir halkçılık ve milliyetçilik düsturlarını memleketin en uzak köşelerinde neşir ve tamime çalışan Türk Ocakları’nın ifa-yı vazife hususunda daha ziyade mahzar-ı tahsilât olunabilmesi zımnında menafi-i umumîyeye hâdim cemiyetler meyanına idhali için cemiyetler kanununun 17. maddesi mucibince tasdik olunması talebini hâvi Dahiliye Vekâlet-i Celilesi’nin 8 Eylül 1340 (1924) tarih ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti 17744/4498-301-85 numaralı tezkeresi, İcra Vekilleri Heyeti’nin, 2.12.1340 tarihli içtimasında ledel-kıraat Türk Ocakları’nın menafi-i umumîyeye hâdim olduğu kabul edilmiştir. 2.12.1924. Türkiye Reisi Cumhuru Mustafa Kemal Türk Ocakları’nın 26 Nisan 1925’te toplanan İkici Kurultay’ına bizzat Atatürk de katılmış ve bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında, “Türkiye Cumhuriyeti’nin inkılâbı Ocaklara istinat etmektedir” demiştir. Atatürk’ün eşi Lâtife Hanım, Kars delegesi olarak katıldığı Türk Ocakları Kurultayı’nda “Fahrî Genel Başkan” seçilmiştir. Atatürk, Cumhuriyeti kurduktan sonra, zaman zaman, vatandaşlarla aracısız konuşup dertleşmek, vatandaşa fikirlerini yüz yüze anlatmak, memleket meselelerini yerinde tespit etmek üzere çeşitli yurt içi gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde genel olarak –o gün de bugün de- Türk milliyetçiliğinin en büyük kuruluşu olan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük harcı bulunan Türk Ocakları şubelerini ziyaret etmiştir.[25] 1931 yılına kadar, Türk Ocakları ile Devlet adeta iç içedir. Türk Ocaklarının 1931’de tek parti ve devlet partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası ile birleştirilmesinin sebebi de aynı görüşte olmalarıdır.
Türk Ocakları’nın 1931’de Cumhuriyet Halk Fırkası ile birleştirilmesinin gerekçesini basına şöyle açıklıyor: “Milletlerin tarihlerinde bazı devirler vardır ki muayyen maksatlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı istikamete sev etmek lâzımdır. Memleketin ve inkılâbın içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve Cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lâzımdır. Kuruluş tarihinden beri ilmî sahada, halkçılık ve milliyetçilik ilkelerini yaymaya sadakatle ve imanla çalışan Türk Ocaklarının aynı esasları siyasi ve tatbikî sahada tahakkuk ettiren fırkamla ve bütün manası ile yek vücut olarak çalışmalarını münasip görürüm.” [26] Atatürk, çıktığı yurt gezilerinden birisinde de Konya Türk Ocağı şubesini ziyaret etmiştir. Atatürk’ün 20 Mart 1923’te Konya Türk Ocağı’ndaki konuşması adeta Türk milliyetçiliğinin beyannamesi gibidir: “Arkadaşlar, Bir milletin namuskâr bir mevcudiyet, şayanı hürmet bir mevki sahibi olması için, o milletin yalnız âlim ve mütefennin bulunması kâfi değildir.
Her ilmin, her şeyin fevkinde bir hassaya sahip olması lâzımdır ki, o da o milletin muayyen ve müspet bir seciyeye malik bulunmasıdır. Böyle bir seciyeye malik olmayan fertler ve böyle fertlerden mürekkep milletler, birer fesat ocağı olurlar. Benim bildiğime göre memleketimizde çok senelerden beri açılmış ve elân mukaddes ateşlerle yanan, ve alevi her mensup olanın kalb ve vicdanını münevver kılan Türk Ocakları‘nın esas gayesi, millete böyle müspet bir seciye vermektir. Türk Ocakları, milletin harsı üzerinde mühim tesirler yapmalıdır. Zaten bunu yapıyorlar ve daha ziyade yapacaklardır. Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok tekâsül göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle, telâfiye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki milliyet nazariyesini, millet mefkûresini inhilâle sâî olan nazariyatın dünya üzerinde kabiliyet-i tatbikiyesi bulunamamıştır. Çünkü tarih, vukuat, hâdisat ve müşahedat hep insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük mikyasta fiilî tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.
Bahusus bizim milletimiz, milliyetinden tegafül edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki akvam-ı muhtelife hep millî akidelere sarılarak, milliyet, mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden, koğulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir, tezlîl ettiler. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün ef’al ve harekâtımızla gösterelim: bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır. Mevcudiyet-i millîyemize (millî varlığımıza) düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairin dediği gibi, (Karşı duvardaki levhayı işaret ederek) “Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi” diyelim. Düşmanlarımıza bu hakikati ifade ettiğimiz gün; kanaatimize, mefkûremize, istikbalimize yan bakan her ferdi düşman telâkki ettiğimiz gün; millî benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her haili derhal devirdiğimiz gün, halâs-ı hakikiye vasıl olacağız. Ve sizler gibi münevver, azimli, imanlı gençler sayesinde bu halâsa vasıl olacağımıza emin olabilirsiniz.”[27]
Ziya Gökalp- Atatürk ve Cumhuriyet İkinci Meşrutiyet devrindeki (1908-1918) adıyla Türkçülük, şimdiki adıyla milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran fikir veya dünya görüşüdür. Türk milliyetçileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî ve asrî devlet olarak kuruluşunu, ideallerindeki Türk devletinin kuruluşu olarak görmüşlerdir. Bunu, hem Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün söz ve uygulamalarında hem de o devrin Türk milliyetçilerinin eserlerindeki değerlendirmelerinde açıkça görüyoruz. Atatürk, Türk milliyetçiliğinin teorisini kuran en büyük Türkçü fikir adamı Ziya Gökalp için “fikrimin babası” ifadesini kullanmıştır.[28] Cumhuriyet Devrindeki birçok hukukî ve sosyal düzenlemenin arkasında Ziya Gökalp’ın fikirleri vardır. Bunun için Türkçülüğün Esasları adlı esere bakmak yeterlidir.[29] Buna karşılık Türk milliyetçiliğinin büyük fikir adamı ve sosyolog Ziya Gökalp da, Türk milliyetçiliğinin teorisini ve uygulama plânlarını ortaya koyan Türkçülüğün Esasları(1923) adlı temel fikir eserinde, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü, “Türkçülüğün en büyük adamı” ve “Türk milliyetçiliğine resmiyet veren ve Türk milliyetçiliğini fiilen tatbik eden ” olarak nitelemektedir Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Türkçülüğün, Cumhuriyet devrine gelinceye kadar olan tarihî gelişmesini anlattıktan sonra Atatürk’ün, Türkçülük-Türk milliyetçiliği tarihi içindeki önemli yerini de şöyle tespit ediyor: “Bununla beraber, Türkçülüğe dair bütün bu hareketler verimsiz kalacaktı, eğer Türkleri Türkçülük mefkûresi etrafında birleştirerek, büyük bir çökme tehlikesinden kurtarmağa muvaffak olan büyük bir dâhî zuhur etmeseydi! Bu büyük dâhînin adını söylemeğe hacet yok. Bütün Cihan bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa ismini mukaddes bir kelime addederek her an hürmetle anmaktadır. ” [30]
Yine Ziya Gökalp, Karl Marks’ın “Tarihî Maddecilik” sistemini tenkit ettiği bölümde de Mustafa Kemal’in, Türk milliyetçiliğini devlet hayatına uygulamayı başaran kişi olduğunu şöyle ifade ediyor: “Meselâ Türkçülerin ortaya attıkları ‘ Türkçülük’ fikri,küçük bir topluluğa has bir tasavvurdan ibaretti. Bu küçük topluluğun kafasındaki tasavvuru Türk milletine yayarak onu bir mefkûre haline getiren Trablusgarp, Balkan Harpleriyle, 1. Dünya Savaşı’ndaki felâketler olmakla beraber, bu mefkûreye (Türk milliyetçiliğine) resmîlik veren ve onu fiilen tatbik eden de ancak Mustafa Kemal oldu.”[31] Ziya Gökalp, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurmakla, “Türk milliyetçiliğini devlet hayatında uygulamaya koyduğunu” koyduğunu kabul ve ifade ediyor. Diğer taraftan yerli ve yabancı birçok ilim adamı da Ziya Göaklp’ın, Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna olan fikir tesirini kabul ediyor. Ziya Gökalp üzerinde araştırma yapan en tanınmış yabancılardan Prof. Uriel Heyd, Ziya Gökalp’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tesirini şöyle ifade ediyor: “Ziya Gökalp’ın fikirleri, kendisinin de önemli rol oynadığı Genç Türk hareketinin ideolojisi ile Atatürk rejimi arasında vazgeçilmez bir bağ teşkil eder. Gökalp, 1909’dan 1924’e kadar devam eden edebiyat sahasındaki faaliyetleri süresince 1908-1909 İnkılâbı’nın prensiplerinden derece derece uzaklaşarak cumhuriyetçilik, milliyetçilik, lâiklik, halkçılık ve inkılâpçılığa dayanan Kemalizm’e yol açmıştır. Atatürk’ün her meselede ifrata giden görüşlerini paylaşmamakla beraber, Gökalp, Modern Tür Devleti’nin nazarî (fikir) temellerini kurmuş olmak iddiasında bulunabilir.
”[32] Büyük Türk milliyetçisi Ziya Gökalp’ın, Atatürk üzerinde ve Cumhuriyet’in kuruluşunda büyük fikir tesiri olduğu; Atatürk’ün de Gökalp’a büyük saygısı ve sevgisi olduğu bir gerçektir. Atatürk’e göre Ziya Gökalp “büyük Türk mütefekkiri”dir. Ziya Göaklp’ın erken ölümü, Atatürk ve Cumhuriyet için dolayısıyla Türk milleti için büyük talihsizlik olmuştur. Yusuf Akçura- Atatürk ve Cumhuriyet Türk milliyetçiliğinin teorisini hazırlayan iki büyük şahsiyetin birisi Ziya Gökalp ise değeri de Yusuf Akçura’dır. Kazan Türklerinden olan Yusuf Akçura, Türk Ocağı ve Türk Yurdu dergisinin kurucularındandır. Kısaca Türk milliyetçiliğinin ve “Bütün Türklük” ülküsünün öncülerindendir. Millî Mücadele’ye fiilen katılmış, Cumhuriyet’in kuruluşunda Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuştur. Atatürk’ün dış politika danışmanlığını da yapan Yusuf Akçura, Türk Tarih Kurumunun da ilk başkanlarındandır. Yusuf Akçura’nın birçok eseri bulunmakla beraber Türk milliyetçiliği açısından en tanınmışları, 1904’te yayımladığı Üç Tarz-ı Siyaset ve 1928’de yayımladığı “Türkçülük-Türkçülüğün Tarihî Gelişimi-” adlı eserleridir. Yusuf Akçura’nın Türkçülük–Türkçülüğün Tarihî Gelşimi- adlı eseri, Türk Ocakları’nın 1927 Kurultayında alınan bir karar üzerine hazırlanan ve 1928’de yayımlanan Türk Yılı adlı yayının içinde uzun bir makale olarak yer almıştır. Türk milliyetçiliği tarihinin bugün de en değerli temel kaynaklarından biridir.
Yusuf Akçura, Türk Ocağı mensubu olarak hazırladığı bu Türk milliyetçiliği tarihine dair önemli eserinde, Türkçülük-milliyetçilik veya Türkçüler açısından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ne anlama geldiğini,Türk milliyetçiliği tarihindeCumhuriyet’in ve Atatürk’ün yerinin ve değerinin ne olduğunu şöyle değerlendiriyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin başta Büyük Millet Meclisi nâmıyle, sonra hakikî adıyle kurulması, Türk milliyetçiliği açısından Türkçülük idealinin gerçekleşmesi demektir. Çoğu Türkçülerin belki hayatlarında gerçekleşeceğini ümit bile edemedikleri ideal, bir Türk dehasının kudretiyle gerçek olmuştu, millî Türk devleti kurulmuştu.” “Türkçülük fikri, yarım asır evvel nihayet birkaç kişinin dimağ ve kalplerinde düşünceler duygular ve emeller uyandıran, ara sıra dil ve kalemlerinden müphem ve çekingen bir şekilde çıkan bir nazariyeden ibaretti. Bu nazariye, o zamanlar muhite o kadar gayr-i munis idi ki taraftarı olanlar, onu pek açık süsleyip yaymaktan çekiniyorlardı. Halbuki Türkçülük fikri bugün tahakkuk etmiştir. Realiteler halinde tecelli ediyor.”[33] Görüldüğü gibi, Türkçü Yusuf Akçura’nın hazırladığı ve Türk milliyetçiliğinin en büyük kuruluşu Türk Ocakları tarafından “Türkçülük Tarihi” üzerine 1928’de yayımlanan eserde, Cumhuriyet’in kuruluşunun Türkçülerin millî devlet ideallerinin gerçekleşmesi olarak anlaşıldığı açıkça ifade edilmektedir. Türkçülerin millî devlet idealini gerçekleştiren (Atatürk) de “bir Türk dehası” olarak nitelendirilmektedir.
Hamdullah Suphi ve Atatürk Hamdullah Suphi, 1912’den itibaren Türk milliyetçilerini çatısı altında toplayan Türk Ocakları’nın ünlü başkanı olarak Türkçülük-milliyetçilik tarihinin önemli şahsiyetlerinden biridir. Türk milliyetçiliğinin önderlerinden olan Hamdullah Suphi, Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında (Antalya milletvekili olarak bulunmuştu.) Mustafa Kemal’in isteği doğrultusunda Millî Mücadele’nin hukukî ve siyasî temeli olan Misak-ı Millî’nin kabulü için bütün gücüyle çalışmıştır. Misak-ı Millî, 28 Ocak 1920’de kabul edilmiştir. Hamdulah Suphi, Cumhuriyet’e giden yolda Millî Mücadeleyi ve Mustafa Kemal’i desteklemeye daha İstanbul’da bulunduğu günlerde başlamıştır. İstanbul’un işgaline karşı Türk Ocakları olarak mitingler düzenlemesi, ateşli konuşmalar yapması; Kuâ-yı Milliyeyi desteklemesi, Misak-ı Millî’nin kabulünü istamak vb sebeplerden gıyabında idama bile mahkûm olmuştur. Türk Ocaklarının ünlü Başkanı ve Atatürk’ün iki defa (1920 ve 1925) Millî Eğitim Bakanlığına getirdiği Hamdullah Suphi, -Türk Milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk- ilişkisini en veciz şekilde şöyle ifade ediyor: “Bin iki yüz seneden beri Türk milletine hitap eden Orhun Kitabesi, nihayet asırlarca zaman sonra bizden, Anadolu’dan cevabını aldı.
Bu cevap, Türk’ün hakkı ve Türk için Türk Devletini kuran ve Türk milliyetperverliğinin cihan karşısında en büyük timsali olan genç kahramanın sesidir.” (Dağ Yolu) Hamdullah Suphi, bu veciz ifadesiyle Atatürk’ü Göktürk devrine bağlıyor.
Çünkü Türk devletlerinde Göktürk devletinden sonra Türk adını bin iki yüz yıl sonra ikinci defa kullanan Türk devleti, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Hamdullah Suphi, Atatürk’ü, “Türk milliyetperverliğinin cihan karşısında en büyük timsali” olarak görmekte ve vasıflandırmaktadır.[34] Yahya Kemal ve Atatürk Yahya Kemal’in Mustafa Kemal ile münasebetleri, dostlukları, fikirce anlaştığı veya anlaşamadığı konular üzerinde çeşitli yazılar yazılmıştır.[35] Türk milletine gönül vermiş iki büyük Türk’ün, aralarında dostluk bağı kurmaları kadar tabiî bir şey olamaz. Biz Yahya Kemal-Mustafa Kemal dostluğunu müstakil araştırma konusudur. Böyle bir araştırma kitabımızın konusu dışında sayıyoruz. Yahya Kemâl, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı ilk günden itibaren onu heyecanla destekleyen yazılar yazmıştır. Yahya Kemal’e göre Mustafa Kemal, İzmir’e efzunlar çıktığı günden evvel bir fertti. O günden beri artık bir fert değil bir timsaldir.”[36] Mustafa Kemâl (Atatürk), daha “Çanakkale Savaşları” sırasında Yahya Kemal’in dikkatini çekmiş başarılı bir kumandandır.
Emekli Büyükelçi Fuat Bayramoğlu, Yahya Kemal’in kendisine anlattıklarından hatırladıklarını özetle şöyle anlatıyor: “Çanakkale Savaşları sırasında Mustafa Kemal adını efsaneleştiren bir zaferden sonra onun vatanı kurtaracak kimse olduğu inancı bende hasıl olmuştur. Onu İstanbul’da sohbetleri ve yazılarıyle ilk tebcil eden benim, diyebilirim. Bu fikir ve sözlerim onun da kulağına gitmiş. 1916-1917 yıllarında İstanbul’a bir gelişinde Mustafa Kemal benimle tanışmak istedi. Karşılaşmamız, Büyükada’da ki Splandit Palas Otelinde oldu. Orada kendisini canlı olarak ilk defa gördüm.”[37] Yahya Kemal’e göre Mustafa Kemal, “Bir milletin başına gelebilecek ne kadar felâket varsa hepsiyle haşır neşir olduğumuz bu senelerde önümüze düşüp bizi tekrar hayata çıkaran” liderdir; milletlerin asırlarda bir doğurduğu büyük”insandır. Yahya Kemal’in gerek Millî Mücadele’yi gerek Mustafa Kemal’i nasıl desteklediği sonradan “Eğil Dağları” adı altında toplanan Millî Mücadele yazıların da bütün açıklığı ile görülmektedir. O yıllarda fikrî, manevî büyük hizmet gören bu yazılarıMustafa Kemal de okumuş, hattâ bazılarını (meselâ “Kurdun Dişisi ve Yavruları), kesip saklamış, daha sonra Yahya Kemal’i Bursa’dan alıp Ankara’ya götürdüğünde kupürleri dolabından çıkarıp kendisine göstermiştir.[38] Gerçekten “Eğil Dağlar” adı altında toplanan yazılar Nihat Sami Banarlı’nın ifadesiyle “nesirle yazılmış Millî Mücadele destanı” dır.
Çünkü Türk devletlerinde Göktürk devletinden sonra Türk adını bin iki yüz yıl sonra ikinci defa kullanan Türk devleti, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Hamdullah Suphi, Atatürk’ü, “Türk milliyetperverliğinin cihan karşısında en büyük timsali” olarak görmekte ve vasıflandırmaktadır.[34] Yahya Kemal ve Atatürk Yahya Kemal’in Mustafa Kemal ile münasebetleri, dostlukları, fikirce anlaştığı veya anlaşamadığı konular üzerinde çeşitli yazılar yazılmıştır.[35] Türk milletine gönül vermiş iki büyük Türk’ün, aralarında dostluk bağı kurmaları kadar tabiî bir şey olamaz. Biz Yahya Kemal-Mustafa Kemal dostluğunu müstakil araştırma konusudur. Böyle bir araştırma kitabımızın konusu dışında sayıyoruz. Yahya Kemâl, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı ilk günden itibaren onu heyecanla destekleyen yazılar yazmıştır. Yahya Kemal’e göre Mustafa Kemal, İzmir’e efzunlar çıktığı günden evvel bir fertti. O günden beri artık bir fert değil bir timsaldir.”[36] Mustafa Kemâl (Atatürk), daha “Çanakkale Savaşları” sırasında Yahya Kemal’in dikkatini çekmiş başarılı bir kumandandır.
Emekli Büyükelçi Fuat Bayramoğlu, Yahya Kemal’in kendisine anlattıklarından hatırladıklarını özetle şöyle anlatıyor: “Çanakkale Savaşları sırasında Mustafa Kemal adını efsaneleştiren bir zaferden sonra onun vatanı kurtaracak kimse olduğu inancı bende hasıl olmuştur. Onu İstanbul’da sohbetleri ve yazılarıyle ilk tebcil eden benim, diyebilirim. Bu fikir ve sözlerim onun da kulağına gitmiş. 1916-1917 yıllarında İstanbul’a bir gelişinde Mustafa Kemal benimle tanışmak istedi. Karşılaşmamız, Büyükada’da ki Splandit Palas Otelinde oldu. Orada kendisini canlı olarak ilk defa gördüm.”[37] Yahya Kemal’e göre Mustafa Kemal, “Bir milletin başına gelebilecek ne kadar felâket varsa hepsiyle haşır neşir olduğumuz bu senelerde önümüze düşüp bizi tekrar hayata çıkaran” liderdir; milletlerin asırlarda bir doğurduğu büyük”insandır. Yahya Kemal’in gerek Millî Mücadele’yi gerek Mustafa Kemal’i nasıl desteklediği sonradan “Eğil Dağları” adı altında toplanan Millî Mücadele yazıların da bütün açıklığı ile görülmektedir. O yıllarda fikrî, manevî büyük hizmet gören bu yazılarıMustafa Kemal de okumuş, hattâ bazılarını (meselâ “Kurdun Dişisi ve Yavruları), kesip saklamış, daha sonra Yahya Kemal’i Bursa’dan alıp Ankara’ya götürdüğünde kupürleri dolabından çıkarıp kendisine göstermiştir.[38] Gerçekten “Eğil Dağlar” adı altında toplanan yazılar Nihat Sami Banarlı’nın ifadesiyle “nesirle yazılmış Millî Mücadele destanı” dır.
Yahya Kemal, Millî Mücadele’de desteklediği Mustafa Kemal’e Zaferin hemen arkasından İstanbul Darü’lFünûnu tarafından fahrî profesörlük verilmesini teklif etmiş ve kabul ettirmiştir. Yahya Kemal, İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasından sonra, Mustafa Kemal’i tebrik için Bursa’ya gelmiş; onunla Ankara’ya gitmiştir. Bundan sonra Yahya Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan Lozan Heyeti’ne alınmıştır. Atatürk’ün teklif ve isteği ile 1922’de Meclis’e Urfa Milletvekili olarak girmiştir. 1926’dan itibaren de Polonya, İspanya ve Pakistan elçiliklerinde bulunmuştur. Yahya Kemal, yurt dışında bulunmadığı zamanlarda Atatürk’ün Çankaya sofralarına katılmış, fikir alış verişlerinde bulunmuştur. Atatürk, Yahya Kemal’in “geniş tarih kültürünü” takdir etmiş ve Şöyle demiştir: “Yahya Kemal, geniş tarih kültürünün eseridir.Şairlerimiz esaslı kültür sahibi olmalı ve tarihi iyi bilmelidirler.” Afet İnan, Yahya Kemal – Mustafa Kemal ilişkisine dair şöyle bir bilgi vermektedir: “Yahya Kemal de bir devrin temsilcisidir. Atatürk’ün kendi kitaplığında güzel ciltlenmiş türlü edebî eserler vardı.
Bunları zaman zaman özel toplantılarında getirir ve iyi okuyanlardan dinlerdi. Atatürk bnları kendisine Yahya Kemal’in aldırdığını söylerdi.” “Atatürk onun sesinden gerek Fransız şiirlerini gerek şairin kendi şiirlerini dinlemekten pek çok zev duyardı.”[39] Kısaca büyük Türk milliyetçilerinden biri olan Yahya Kemal, Atatürk’ün yakın çevresinde fikir alış-verişinde bulunduğu önemli şahsiyetlerden ve dostlarından birisi olmuştur. Yahya Kemal de Cumhuriyet’in temelinde harcı bulunan büyük milliyetçilerdendir.[40] Sadri Maksudi ve Atatürk Türk Milliyetçiliğinin teorisini yapan ünlü fikir ve ilim adamlarından birisi de Prof. Sadri Maksudi’dir.[41] Sadri Maksudi (1879-1957), Kazan Türklerindendir. Atatürk, Sadri Maksudi’yi 1925’te Ankara Hukuk Mektebi’ni kurdurduğu zaman Avrupa’dan Türkiye’ye davet etmiştir. Türk Ocakları mensubu olan Sadri Maksudi, Tarih Kurumunun kurulup Türk Tarih Tezi’nin geliştirilmesinde; Türk Dil Kurumunun yürüttüğü Türk Dil Politikalarının şekillenmesinde Atatürk’e tesir edenlerin başında gelir. Atatürk, Türk dili hakkındaki,“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.…” diye başlayan ünlü cümlelerini el yazısı ile Sadri Maksudi’nin Türk Dili adlı eserinin kapağına yazmıştır. Sadri Maksudi, 1930’da Türk Ocakları tarafından yayımlanan bu kitabında, Cumhuriyet’in kuruluşunun Türk milliyetçiliği ile ilgisi konusunda şu ifadeleri kullanıyor: “Bugünkü Türkiye’nin istinat ettiği büyük esas ise, Türklük mefkûresidir, milliyetçiliktir.
Bunları zaman zaman özel toplantılarında getirir ve iyi okuyanlardan dinlerdi. Atatürk bnları kendisine Yahya Kemal’in aldırdığını söylerdi.” “Atatürk onun sesinden gerek Fransız şiirlerini gerek şairin kendi şiirlerini dinlemekten pek çok zev duyardı.”[39] Kısaca büyük Türk milliyetçilerinden biri olan Yahya Kemal, Atatürk’ün yakın çevresinde fikir alış-verişinde bulunduğu önemli şahsiyetlerden ve dostlarından birisi olmuştur. Yahya Kemal de Cumhuriyet’in temelinde harcı bulunan büyük milliyetçilerdendir.[40] Sadri Maksudi ve Atatürk Türk Milliyetçiliğinin teorisini yapan ünlü fikir ve ilim adamlarından birisi de Prof. Sadri Maksudi’dir.[41] Sadri Maksudi (1879-1957), Kazan Türklerindendir. Atatürk, Sadri Maksudi’yi 1925’te Ankara Hukuk Mektebi’ni kurdurduğu zaman Avrupa’dan Türkiye’ye davet etmiştir. Türk Ocakları mensubu olan Sadri Maksudi, Tarih Kurumunun kurulup Türk Tarih Tezi’nin geliştirilmesinde; Türk Dil Kurumunun yürüttüğü Türk Dil Politikalarının şekillenmesinde Atatürk’e tesir edenlerin başında gelir. Atatürk, Türk dili hakkındaki,“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.…” diye başlayan ünlü cümlelerini el yazısı ile Sadri Maksudi’nin Türk Dili adlı eserinin kapağına yazmıştır. Sadri Maksudi, 1930’da Türk Ocakları tarafından yayımlanan bu kitabında, Cumhuriyet’in kuruluşunun Türk milliyetçiliği ile ilgisi konusunda şu ifadeleri kullanıyor: “Bugünkü Türkiye’nin istinat ettiği büyük esas ise, Türklük mefkûresidir, milliyetçiliktir.
Devletin dayandığı esas unsur da büyük bir çoğunluğu teşkil eden Türk halkıdır.” [42] Tek Dil Türkçe Atatürk-Çok Dillilik ve Türkçe Turanın bir ili var Ve yalnız bir dili var, Başka dil var diyenin Başka bir emeli var Ziya Gökalp Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni “millî devlet” olarak kurmuştur. Ona göre “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Türkiye, Türk ülkesidir ve Türklerindir. Çünkü yine ona göre, Adana Türk Ocağında söylediği gibi,“Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür, ebediyen Türk kalacaktır.” Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni “mozaik bir yapı” üzerine kurmamıştır. Bugün bazı iç ve dış mihraklar, yeni azınlıklar yaratma peşindedirler. Mozaiklik ve azınlık hakları çığırtkanlığı yaparak Türkiye’de Türk kimliğini tartışılır hale getirmeye çalışmaktadırlar. Bu tür görüşlerin hiçbiri Atatürk ve Cumhuriyetle bağdaştırılamaz. Türkiye’de Lozan’da kabul edilen gayri Müslimler dışında azınlık yoktur. Türkiye’de tek millet, Türk milleti; tek dil, Türk dilidir. Atatürk, bunu böyle kabul eder.
Türkiye’deazınlık dili vs adı altında Türkçeden başka dil kullanılmasını asla kabul etmez. Nitekim Adana Türk Ocağı’nda, bölgede Türkçeden başka dille konuşulması ile ilgili olarak yaptığı konuşmada şöyle diyor (17 Şubat 1931): “Muhterem arkadaşlar, Bir arkadaşımız, ‘Biz milliyet fikirlerini dağıtıyoruz.’ dedi. Tabiî bu yıl da öteden beri sarf edilen gayretlerin devem edeceğine şüphe yoktur. Yalnız milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve behemehal Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz. Halbuki Adana’da Türkçe konuşmayan 20.000’den fazla vatandaş vardır. Eğer Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse, gençler, siyasi ve sosyal kuruluşlar bu durum karşısında duyarsız kalırsa, en aşağı yüz seneden beri devam ede gelen bu durum daha yüzlerce sene devam edebilir. (…) Efendiler! Herhangi bir felâket günümüzde bu insanlar başka dillerde konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilirler. Türk Ocaklarımızın başlıca vazifesi, bu gibi unsurları –ki bunlar Türk vatandaşlarıdırlar, halde ve âtide talih ve mukadderatımız birdir – bizim dilimizi konuşan hakiki Türk yapmaya çalışmaktır.
Türkiye’deazınlık dili vs adı altında Türkçeden başka dil kullanılmasını asla kabul etmez. Nitekim Adana Türk Ocağı’nda, bölgede Türkçeden başka dille konuşulması ile ilgili olarak yaptığı konuşmada şöyle diyor (17 Şubat 1931): “Muhterem arkadaşlar, Bir arkadaşımız, ‘Biz milliyet fikirlerini dağıtıyoruz.’ dedi. Tabiî bu yıl da öteden beri sarf edilen gayretlerin devem edeceğine şüphe yoktur. Yalnız milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve behemehal Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz. Halbuki Adana’da Türkçe konuşmayan 20.000’den fazla vatandaş vardır. Eğer Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse, gençler, siyasi ve sosyal kuruluşlar bu durum karşısında duyarsız kalırsa, en aşağı yüz seneden beri devam ede gelen bu durum daha yüzlerce sene devam edebilir. (…) Efendiler! Herhangi bir felâket günümüzde bu insanlar başka dillerde konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilirler. Türk Ocaklarımızın başlıca vazifesi, bu gibi unsurları –ki bunlar Türk vatandaşlarıdırlar, halde ve âtide talih ve mukadderatımız birdir – bizim dilimizi konuşan hakiki Türk yapmaya çalışmaktır.
”[43] Atatürk döneminde, “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyası başlatıldığı bilinen bir gerçektir. Bu kampanyanın hedefi, Türkçe konuşmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da -yani azınlıkların- Türkçe konuşmasını sağlamaktır. “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyasının, özellikle 1960-1980 “Öztürkçecilik” adı altında sürdürülen uydurmacı dil politikasıyla bir ilgisi yoktur. Atatürk ve Türk Dünyası Atatürk, bir Türk milliyetçisi olarak, o günün siyasi şartları içinde, fikir ve uygulamalarında Türkiye Türklüğünü esas almakla beraber, Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Orta Asya ve Balkanlar’da yaşayan Türk varlığını düşünmekten de geri kalmamıştır. Özellikle başta Türk dili ve Tarihi olmak üzere kültür konularında Türklüğü bir bütün olarak düşünmüştür. Bunun en büyük sağlam belgesi, Türk Tarih ve Türk Dil tezleri ile bu konularda yaptırdığı çalışmalardır. Atatürk’ün tarih ve dil konularındaki çalışmaları bütün açıklığı ile ortadadır.
Türkiye dışı Türkler konusunda söylediği şu sözleri de onun dış Türkler konusundaki görüşlerini açıklamaya yeterlidir: “Türk milleti Kurtuluş Savaşı’ndan beri, hattâ bu savaşa atılırken bile, mahkûm milletlerin hürriyet ve istiklâl davalarıyle ilgilenmeyi, o davalara müzaheret etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve istiklallerine kayıtsız davranması elbette tecviz edilemez. Fakat milliyet davası, şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa ve müdafaa edilmemelidir. Milliyet davası, siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir. Şuurlu ülkü demek, müspet ilme, ilmî usûllere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde propagandalarda müspet usullere müracaat etmek şarttır. Hareketlerin imkân sınırları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki, Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.”[44] Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikri olan Türk milliyetçiliği, yayılmacı, saldırgan Alman Nazizmi’inden ve İtalyan Faşizmi’nden farklıdır. Türk milliyetçiliği, Ziya Gökalp’ın da ifade ettiği gibi, önce “Türkiyeci”dir. “Turancılık”veya dış Türklerle ilgilenme siyasî değil, “kültürel” bir hedeftir. Bu anlamda Türk milliyetçileri, Türk’ün ve Türk kültürünün hakim olduğu her yerle ilgilenir. Nitekim Atatürk de Türk dili ve Türk tarihi konularında bu anlayışla çalışılmasını istemiştir. Tarih Kurumu ve Dil Kurumu çalışmaları bunun uygulamaları olmuştur.
Atatürk’ün Türkiye dışında kalan Türk dünyası ile ilgisi, kültür milliyetçiliği çerçevesindedir. Bu konuda pek çok ifadesi vardır. Bunlardan birisi de şöyledir: “Bizim milliyetçiliğimiz, gerek müstakil, gerek başka devletlerin tebaası halinde yaşayan bütün Türkleri hangi dinden olursa olsunlar derin bir kardeşlik hissi ile candan sevmek, onların refah ve inkişafını candan dilemekle beraberkendine siyasi iştigal hududu olarak Türkiye Cumhuriyeti hudutlarını kabul etmiştir.” [45] Sonuç Bütün bilgi ve belgeler gösteriyor ki, Atatürk, büyük Türk milliyetçisidir. Türkiye Cumhuriyeti “Türk milleti” varlığına ve temeline dayanan millî bir Türk devletidir. Türkiye’de tek millet vardır: Türk milleti. Türkiye etnik mozaik bir ülke değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Atatürk’ün çevresinde onunla aynı idealleri paylaşan Türk milliyetçileri vardır. Türkiye Cumhuriyeti Türk milliyetçiliğinin eseridir. Bundan dolayı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikri de Türk milliyetçiliğidir. Konuyu
Atatürk’ün bir sözü ile bağlayalım: “Türkiye Türklerindir; işte milliyetperverlerin prensibi budur.” (Söylev ve Demeçler C.111,s.38) *** [1] “Osmanlıcılık” ve “Siyasi İslâmcılık” fikirlerinin değerlendirmesi için Yusuf Akçura’nın 1904’te yayımladığı “Üç Tarz-ı Siyaset” ve Ziya Gökalp’ın 1918’de yayımladığı “Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak” adlı eserleri temel kaynaklardandır. [2] “Siyasi İslâmcı” olmakla “Müslüman olmak” farklı şeylerdir. İnsan Müslüman olmakla siyasi İslâmcı olmaz,olması da gerekmez. Siyasi İslâmcılık, adı üzerinde siyasi-ideoljidir. [3] Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Edebiyat Yayınevi, Ank.1971,s.183. [4] Ahmet Yıldız, “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” Türk Ulusal Kimliğinin Etno–Seküler Sınırları (1919-1938), İletişim yay.,İst. 200I. [5] Hüseyin Tuncer-Yücel Hacaloğlu-Ragıp Memişoğlu, Türk Ocakları Tarihi (Açıklamalı Kronoloji) 1912-1997, C.1, Türk Ocakları y., Ank.1998, s.157; Füsun Üstel, Türk Ocakları, (1912-1931), İletişim yay.,İst.1997,s.173. [6] Hakimiyet-i Milliye, 25 Nisan 1925. [7] Nutuk, Haz. Zeynep Korkmaz, s. 607. [8] Nevzat Kösoğlu, Türk Olmak ya da Olmamak –Millî Kültür, Mozaik Kültür ve Etnisite-, Ötüken, İst. 2005,s.20. [9] Prof.Dr. Afet İnan, Medenî Bilgiler ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları, TTK, Ank. 1998,s.351. [10] Atatürk, bu sözlerini de 16 Mart 1923’te Adana Türk Ocağında yaptığı konuşmasında söylemiştir. Bak. Söylev ve Demeçler C.II, İst.1981,s.126. [11] Nevzat Kösoğlu, Türk Olmak ya da Olmamak, Ötüken, İst. 2005,s.19. [12] Peter Alford Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar, Tercüme Mustafa Küpüşoğlu, Ant yay.,İst.1992. [13] Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Ank.1998, s12. [14] İsmet Zeki Eyüboğlu, Tanrı Yaratan Toprak Anadolu, Der yay.,İst. 1990. [15] Prof. Dr. Afet İnan, Medenî Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, TTK, Ank.1998, s.23. [16] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.II,s.126. [17] Türkiye’deki etnik gruplar ve bu konuda Türkiye üzerinde oynanan oyunlar için bak. Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Fark Yayınları, 12. baskı, Ank.2005. [18] Türk Ceza Kanunu’ndaki “Türklüğe hakareti” önlemeye yönelik 301. maddeden rahatsız olanlar da aynı zihiyette olanlardır. [19] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Yay.Hazırlayan İsmail Acar, Liva Yayınevi, İst. 2005,s.177. [20] Nutuk, s.10 ( Bugünkü Türkçe ile Atatürk şöyle diyor: “Asıl olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.Bu esas, ancak tam istiklâle sahip olunarak sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde yaşarsa yaşasın istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık içinde uşak olmaktan başka bir değer ifade etmez. Uşak muamelesine tabi tutulur.” [21] Nutuk, 10. Baskı,İst. 1970, s.897. [22] Tarih-1V Türkiye Cümhuriyeti,, MEB. İst.1931, s.181-182. [23] İsmail Habib (Sevük), Yeni Edebî Yeniliğimiz, 2. baskı,İst.1941,s. 565 vd. (Birinci Baskı,1930) [24] Enver Behnan Şapolyo, “Millî Mücadele’de Hamdullah Suphi”, Türk Kültürü derg, TKAE, Temmuz,1966, S.45,s.800. [25] Atatürk’ün Söylev ve Demeçler adı altında toplanan konuşmalarının pek çoğu, Türk Ocakları şubelerinde yaptığı konuşmalardır. [26] İsmail Acar, Türk Ocakları, Balıkesir Şubesi yay.,2005,s. 88. [27] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, İnk.Tarihi Enst.,Ank.1981,C.2, s.143. [28] Ziya Gökalp, Yeni Türkiye’nin Hedefleri, (Yay Haz. Hürriyet Gökalp) Baha Matbaası, İst. 1974,s.4. [29] Ziya Gökalp Atatürk ilişkisi için bak: İsmail Acar, Türkçülüğün Esasları Üzerine Bir Değerlendirme, Liva Yay., 2005. [30] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Haz. İsmail Acar, Liva yayınevi, 2005,s.49. [31] A.g.e, s. 98. [32] Uriel Heyd, Ziya Gökalp’ın Hayatı ve Eserleri –Türk Milliyetçiliğinin Temelleri-, Tercüme Cemil Meriç, sebil yay., İst. 1980,s. 127. [33] Yusuf Akçura, Türkçülük-Türkçülüğün Tarihî Gelişimi-, Hz. Sakin Öner, Türk Kültür Yayını, İst.1978, s. 230-231; (Yusuf Akçura’nın bu eseri, 1981’de “Yeni Türk Devletinin Öncüleri” (Haz. N. Sefercioğlu) adıyla basılmıştır; 2007’de de İlgi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından Üç Tarz-ı Siyaset ile bir arada güzel bir baskısı yapılmıştır.) [34] Hamdullah Suphi İçin bak. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yard. Doç.Dr. Halim Serarslan, Türk Kültürünü Araştırma Enst., Ank.1995. [35] -Dr. Mehmet Önder, “Atatürk Yahya Kemâl Dostluğu” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. . Cilt 4 Temmuz . 1988. sayı 12 -Fuad Bayramoğlu, “Mustafa Kemâl ve Yahya Kemâl” Doğumunun Yüzüncü Yılında Yahya Kemâl, A.K.M. Yayınları Ankara 1984. -Nihat Sami Banarlı, “İlmi Yenen Vehim” Türkçenin Sırları.Kubbealtı, İst 1975 [36] Yahya Kemâl, Eğil Dağlar, 3.Baskı ,İst. 1975, s.34 [37] Fuad Bayramoğlu, Mustafa Kemal ve Yahya Kemal, Doğumunun Yüzüncü yılında Yahya Kemak Beyatlı, AKM yay, Ank.1984, s.6. [38] Fuad Bayramoğlu, agm.; Sermet Sami Uysal, İşte Gerçek Yahya Kemâl, İst. 1972, s.134 [39] Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ank.1959,s.274. [40] Yahya Kemal-Mustafa Kemal ilişkileri için bak. – Dr. Mehmet Önder, Atatürk-Yahya Kemal Dostluğu,A.A.M.dergisi C.4, Temmuz 1988,sayı 12; -Sermet Sami Uysal, Her Yönüyle Yahya Kemal, Toroslu Kitaplığı, İst.2004. [41] Sadri Maksudi’nin Türk milliyetçiliği ve milliyetçileri için, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları adlı eseri bugün de önemli bir kaynak eserdir.. [42] Sadri Maksudi, Türk Dili İçin, Türk Ocakları Kültür Sanat Yayı, İst.1930, s.290. [43] Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Atatürk ve Tür Dili-Belgeler-, TDK., Ank. S.361; Füsun Üstel, Türk Ocakları, İletişim y., s. 366.; [44] Abdülkadir İnan, Türk Kültürü, Yıl 1963, sayı: 13. [45] Tarih-IV, Türkiye Cümhuriyeti, MEB, Devlet mat, İst.1931,s. 182.