Türkiye mozaik değildir. Türkiyenin kurucu fikri Türk milliyetçiliğidir
Efendim Sizlere İlişikte, Türkiye mozaik değildir. Türkiyenin kurucu fikri ” Türk milliyetçiğidir ” konulu yazıyı bilgilerinize sunuyorum. Lütfen sonuna kadar okuyun ve çevrenize iletin.İlişik yazıdada okuyacağınız gibi TÜRKİYE MOZAİK DEĞİLDİR. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCU FİKRİ, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİDİR.
Milletlerarası ölçülere göre ,bir ülkenin etnik mozaik olarak tanımlanabilmesi için, genel nüfusun %35 nin farklı etnik gruplardan meydana gelmesi gerekir
Halbuki bu oran Türkiyede % 10 oranındadır. 74 Milyon kabul edilen , Türkiye nüfusunun % 90 nı TÜRKTÜR.
Türkiyenin etnik mozaik olduğunu iddia eden görüşler, Alman Peter Alfora Andrewsin 1992 senesinde “Türkiyede
etnik gruplar ” adıyla Türkçeye çevrilen kitabına dayanmaktadır.
Alman Andrew kitabında 18 farklı Türk boy ve grubunu Türkden ayrı etnik saymıştır. 21 kişilik Alman grubunu bile etnik grup saymıştır.
Malesef gerçek , oy uğruna veya Türk tarihini iyi bilmediklerinden siyasilerimiz bu konuyu yanlış olarak halkımıza intikal ettirmektedirler. Doğru her yerde doğrudur.
Türkiye Cumhuriyetini bölmek ve parçalamak istiyen dahili ve harici düşmanlar, bundan önce olduğu gibi,sonrada hüsrana uğrayacaklardır.
Hiç kimse Güney ve Güneydoğu anadolu üzerinde hak iddia edemez. Yüce Türk ulusu ilede fazla uğraşmasınlar.
İLİŞİKTE SİZLERE SUNDUĞUM BU KONU İLE İLGİLİ BİLGİLER , BİZ TÜRK ULUSU İÇİN ALTIN KIYMETİNDEDİR.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
Saygılarımla
A.Türer YENER
Cumhuriyet’in Kurucu Fikri:
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
Türkçülük, Türk milletini yükseltmektir.”
Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.”
27.04.1926
Musfafa Kemal (Atatürk)
Milliyetçilik: “Bütün muasır milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimaî heyetinin hususi seciyesini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmayı esas sayar, millî olmayan cereyanların memlekete girmesini ve yayılmasını istemez.”
(1930 C.H P. Programı)
İÇİNDEKİLER
Ön söz
“Türkçülük” Üzerine Bazı Tespitler
Fikir Sistemi Açısından
Türkçülük-Türk Milliyetçiliği
Gaye
Türk Milletini Yaşatmak ve Yükseltmektir
Atatürk-Cumhuriyet ve Türk Milliyetçiliği
Türkiye Cumhuriyeti “Millî Devlet”tir
Türkiye “Mozaik” Değildir
Türkiye Cumhuriyeti “Asî Devlet”tir
Atatürk’ün Devri Eserlerinde
Milliyetçilik ve Türkiye Cumhuriyeti
Türk Milliyetçileri-Atatürk ve Cumhuriyet
Türk Ocakları –Atatürk ve Cumhuriyet
Ziya Gökalp- Atatürk ve Cumhuriyet
Yusuf Akçura- Atatürk ve Cumhuriyet
Hamdullah Suphi ve Atatürk
Yahya Kemal ve Atatürk
Sadri Maksudi ve Atatürk
Atatürk “Çok Dillilik” ve Türkçe
Atatürk ve Dış Türkler
Sonuç
Ön söz
Sevgili ve değerli okuyucum, elinizdeki küçük kitap veya kitapçık, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Türk milliyetçiliğinin yerini” veya başka bir ifadeyle “Türk milliyetçiliğinin ve milliyetçilerinin Cumhuriyet’in kuruluşuna tesirini”Kısaca, “Türk milliyetçiliği ve Türkiye Cumhuriyeti ilişkisini” ana hatları ile göstermek üzere yapılmış küçük bir çalışmadır.
Günümüzde, küreselleşme, ABD ve AB dayatmaları, insan hakları, azınlık hakları, demokratik haklar vb arkasına sığınılarak, “Siyasi İslâmcılık”, “İkinci Cumhuriyetçilik”, “Etnik-Mozaikçilik” vb el ele vermişler; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve sahibi Türk milletinin kimliğini tartışmaya açmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkesi “millî devlet” olma özelliği tartışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet olma özelliği aşındırılmaya çalışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bânisi Mustafa Kemal Atatürk tartışmaya açılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin en gözde kurumu göz bebeğimiz ordumuz çeşitli entrikalarla gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. Kısaca, insanlarımızın zihninde millet ve devlet kavramları yıpratılmaktadır. Atatürk’ün ölümünden ve özellikle 1944 milliyetçilik olaylarından sonra Türk milliyetçiliği ile devlet arasında gittikçe artan bir soğukluk girmiştir.
Atatürk’ün Türkçü politikaları yerine 1940’lı yıllardan sonra devletçe takip edilen Batıcı-Hümanistpolitikalar yüzünden veya bu politikalar gereği Türk milliyetçiliği devletten dışlanmış hale gelmiştir. Bütün bunların üstüne Atatürk ve inkılâplarının yıllarca Marksist-Sosyalistlerce “devrim” , “devrimcilik” kavramları aracılığı ile istismar edilmesi; günümüzde bile çağdaşlık, lâiklik, vb kavramlar arkasında Atatürk ve Cumhuriyet adına Türk milletinin millî-manevî değerlerine saldırılması buna eklenince, fikirce hazırlıklı bulunmayan bazı milliyetçilerin zihninde -belki farkında bile olmadan- Türkiye Cumhuriyeti veAtatürk hakkında tereddütler ve soru işaretleri belirmiştir. Bunda, Atatürk’ü Türk milliyetçiliği dışına çıkarmak ve Türk milliyetçiliği ile Atatürk’ü birlikte düşündürmemek için üretilmiş “Atatürk milliyetçiliği” teriminin de rolü olmuştur.
Bazı Türk milliyetçilerinin, Atatürk ve Cumhuriyet’e olumsuz bakmasının sebebi, yapılan olumsuz propagandalar olmakla birlikte gerçek sebep bilgisizliktir. Biz elinizdeki kitapçıkla bu durumun düzeltilmesine yardımcı olmak istedik. Bu sebeple böyle bir çalışma yaptık. Bugünün Türk milliyetçileri şunu bilmeli: Türkiye Cumhuriyeti, dünün Türk milliyetçilerinin Bugünün Türk milliyetçilerine emanetidir. Çalışmalarım sırasında bana sabırla katlanan sevgili eşim Nazmiye Hanım’a; Bu çalışmanın kitap haline getirilmesine ve bastırılmasına maddî-manevî teşvik ve destekleri ile Bil Dershanesi sahibi Sevgili kardeşim Tahir Korucuoğulları sebep olmuştur. Kendisine huzurunuzda teşekkür ediyorum.
İsmail ACAR “Türkçülük” Adı Üzerine Bazı Tespitler “Türkçülük”, Türk milliyetçiliğinin gerçek adıdır. Günümüzde “Türkçülük” sözünü –terimini- çekici, olumlu ve hoş bulmayanlar olabilir. Hattâ olumsuz bir çağrışım yapan bir kavram olarak da algılayanlar olabilir. Bu durum, Türkçülük sözünün taşıdığı anlamdan değil, kökeni ikinci Meşrutiyet devrine kadar uzanan siyasî ve kültürel sebeplerle günümüzdeki sömürgeci-küreselci propagandalardan kaynaklanmaktadır. Çok kavimli Osmanlı Devleti’nin dağılıp yıkılmasını önlemek için özellikle Tanzimat Devrinde kurtarıcı siyasi reçeteler ortaya atıldı. Bu kurtarıcı reçetelerden “Siyasî Osmanlıcılık” ve “Siyasî İslâmcılık” taraftarları, bu akımlardan daha sonra 20.yüzyıl başlarında siyasi özellik kazanan “Türkçülük” fikrini hoş karşılamadılar ve hattâ terimle alay edenler bile oldu. İkinci Meşrutiyet devrinde (1908 sonrası) Türkçülüğe karşı çıkanlar, genellikle Osmanlı vatandaşı Türk olmayan Müslümanlar olmuştur.
Başta MüslümanArnavutlar ve Araplar, sonra diğerleri, , “İslâm’da dava-yı kavmiyet olmaz.” diyerek “Türkçülüğe” ve “Türkçüler”e hücum etmişlerdir. Aslında Türkçülüğe karşı çıkanlar, “siyasi İslâmcı” kimliği altında genellikle mensup olduğu kavim adına “kavmiyetçilik”;bugünün ölçüleri ile etnik bölücülük yapıyorlardı. Osmanlı’nın son döneminde, Türkler’in dışında her kavim, kendi hesabına dernekler kurarak siyasi ve kültürel çalışmalar yapıp yayınlar yaparken, aynı çalışmaları Osmanlı Devleti’nin asıl sahibi Türkler yapınca“İslâm’a aykırı” oluyordu.
Yani Osmanlı içinde kendi kavmiyetçiliğini (milliyetçiliğini) yapmak sadece Türkler’e gelince İslâm’a aykırı ve tehlikeli bulunuyordu. Kurucusu Türkler olan Osmanlı Devleti, İçinde Türklerden başka din veya milliyeti farklı pek çok kavim barındırıyordu. Bu çok kavimli Devleti dağılıp yıkılmaktan kurtarmak için “vatandaşlık” temeline dayanan Osmanlıcılık ve “dindaşlık” temeline dayananİslâmcılık gibi siyasi reçeteler, fikirler ortaya atıldı.[1] Fakat tarihî şartlar bu siyasi fikirlerin uygulanabilmesine imkân vermedi. “Vatandaşlık” ve “dindaşlık” temeline dayanan siyasi fikirler, devleti yıkılmaktan kurtarmaya yetmedi. Çünkü Çağ, “milletler” ve“milliyetler çağı” idi.
Birinci Dünya Şavaşı sonucu çok kavimli Osmanlı Türk Devleti varlığını ve bütünlüğünü koruyamadı ve yıkıldı. Önce Müslüman olmayan tebâa; sonra da Türk olmayan Müslüman tebâa istiklâl davalarına düşüp ayrıldı. Geriye Osmanlı Devleti’nin kurucu unsuru ve sahibi “Türkler” kaldı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında varlıkları ortadan kaldırılmaya çalışılan Türkler, 1919-1922 yıllarında Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Millî Mücadele adı da verilen İstiklâl Savaşı ile varlığını ve İstiklâlini korudu. “Türk milleti” varlığına dayanan “millî devlet” olarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.”Millî devlet”, kurucusu ve sahibi bir tek millet olan devlettir. Türkiye Cumhuriyeti de adı üzerinde Türkler’in kurduğu bir Türk devletidir. Yani Türkiye Türklerindir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu fikri de siyasi temelleri Meşrutiyet devrinde atılan “Türkçülük”tür. Durum böyle olmasına rağmen, Cumhuriyet devrinde Türkçülük (veya Türk milliyetçiliği) Atatürk dönemi hariç, devlet politikası olmadığı gibi, devlet katında itibarlı bir fikir olarak da algılanmamıştır. Özellikle 1940’lı yıllardan sonra, Hümanist-Batıcızihniyete sahip iktidarların siyasi-kültürel politikalarına, soğuk savaş döneminin Sosyalist-Komünist propagandaları da eklenince “Türk” ve “Türkçülük” sözleri soğuk, olumsuz, hoş görülmeyen –hattâ tehlikeli- kavramlar olarak algılanması sağlandı. Günümüzde de Osmanlı’nın dağılma döneminde olduğu gibi, kendisini “Türk”ten ayrı gören bazı Müslüman gruplar, yine açık veya gizli kendi kavmiyetçilik davalarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Bunu kendilerine hak olarak gördükleri halde, Türk’ün“Türk” olduğunu ifade etmesini hak olarak görmemektedirler. Türkiye’yi bölmek için her gün etnik kimlik üzerinden siyaset yaparak “etnik bölücülük” veya “ırkçılık” yapanlar, “Türk”ten ve “Türkçülük”ten bahsedilince, feryadı basmaktadırlar. Türk’ün kurucusu ve sahibi olduğu Türkiye Cumhuriyet’inde, “Türk olduğunu” söylemek veya “Türkçülük”ten bahsetmek bir taraftan sanki “siyasi suç” gibi gösterilmekte; diğer taraftan güya siyasetin dışında kalmış görünen “Cemaatçi” diye tabir edilen bazı “İslâmcı !” guruplar tarafından İslâm’a aykırı bulunmaktadır. Kısaca, İkinci Meşrutiyet devrindeki “dava-yı kavmiyet” meselesi “siyasi İslâmcı” anlayış sahiplerince günümüzde de aynen devam ettirilmektedir.[2] Bütün bunlardan sonra, siyasi fikir tarihimize dikkatlice baktığımızda şunu tespit zor değil.
Gerek Osmanlı devrinde gerek Cumhuriyet devrinde “Siyasi İslâmcılık” taraftarlarının büyük çoğunluğu, Türk asıllı olmayan Müslümanlardır. Bu bize, ister istemez,“etnik-kavmiyetçilik” yapanların, bu “etnikçi” kimliklerini “siyasi İslâmcılıkla perdelediklerini” düşündürmektedir. Öyle bir anlayış ve zihniyet var ki Müslüman olmak için sanki “Türk” ve “Türklük” düşmanı olmak gerekiyor. Sanki Türk ve Türkçüler Müslüman olamaz veya Müslüman’ın Arab’ı, Acem’i, Arnavud’u, Çerkes’i, Kürd’ü vs olabilir fakat Türk’ü olamaz. Türk,“Türk” olduğunu ifade ederse, haşa dinden çıkar. Ama, Türk’ün dışında bütün kavimler, etnik çalışmalarını yapabilirler, din onlar için cevaz veriyor. Yasak sadece “Türk” için. Türkiye’de, halkın %88’i Türk kökenli olduğu; devletin adının “Türkiye Cumhuriyeti” olduğu; Cumhuriyet’in kurcu ideolojisinin –fikrinin- “Türkçülük-Türk milliyetçiliği” olduğu halde, “Türk”,”Türkçülük” hatta “Türk milliyetçiliği” terim kavram veya sözlerinin olumlu anlamla algılanmaması garip bir durumdur.
Sanki Türk milletinin kendi kimliğinden utanması gibi bir durum söz konusu. “Türkçülük” kavram ve fikrinin bazılarınca soğuk ve olumsuz algılanmasının sebeplerini fikir tarihimiz içindeki gelişmeler ışığında şöyle tespit etmek mümkündür. Osmanlı devrinden gelen ümmet zihniyetinin kalıntıları ve bu kalıntının, “İslâmcılık kimliği” altında, Türk’ün aleyhine hâlâ kullanılmasıdır. Diğer ana sebepler ise, dış kaynaklıdır. Büyük sömürgeci devletler ve “küreselci sermaye”, sömürecekleri ülke halkının kendini savunma silahı olan “milliyetçilik” fikrini, halkın elinden almak; gözünden düşürmek için“milliyetçilik” terimine olumsuz bir anlam yüklemişlerdir. Sömürgecilere ve küreselcilere göre milliyetçilik, bencil, bölücü, gerici, modası geçmiş, ekonomik faydalara ters düşen, dünyanın gidişine uymayan bir fikir ve dünya görüşüdür. Bu fikirler, sömürgeci-küreselcilerin içerideki işbirlikçileri tarafından basın-yayın yoluyla işlenmektedir.
Çünkü “millî devlet” yapısı ve milliyetçilik, sömürgeci-küreselcilerin önünde engeldir. “Türk” ve “Türkçülük” kavramlarının olumsuz algılanmasının sebeplerinden birisi de, 1990 öncesi Rusya’da hakim olan “Sovyetler Birliği” rejimi yani “Sosyalist-Komünist” rejimdir. Özellikle ideolojik kavga yılları olan 1980 öncesinde, Marksist-Sosyalistler tarafından, “Sosyalist” olmayan herkes, her fikir, özellikle “Türkçülük-milliyetçilik” mensupları, Faşist, ırkçı, gerici vs olarak suçlanmışlardır. Böylece, Marksist-Sosyalist propagandanın tesirinde kalan halis Türk gençleri, Türk ve Türkçülük kavramlarını olumsuz algılamışlardır.
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu şartlarda bile hâlâ Türk, Türkçülük, Türk milliyetçiliği, Türk kültürü vb ifadelerini duyunca, “günlük siyasi parti propagandası” yapıldığını düşünerek olumsuz karşılayanlar pek çoktur. Halbuki Türk milliyetçiliği, günlük siyasi parti politikası değildir. Fakat siyasi partiler de Türkçülük-millîyetçilik fikrine uygun politikaları benimseyebilirler. Türkçü-milliyetçiler de siyasi partilerde görev alabilirler. Sonra Türkçü-milliyetçi olmak için siyasi partili veya partici olmak gerekmez. Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni idare edenlerin, genel olarak Türkçü-Türk milliyetçisi bir zihniyete sahip olmadıkları veya olamadıkları için, Türkçülük –milliyetçilik kavramlarının içi boş hale getirilmiştir. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikrinin Türkçülük-milliyetçilik; kurucularının da Türkçü-milliyetçi olduğunun üstünün örtülmesi ve Cumhuriyet ile Türkçülük fikir ve ideolojisinin bir araya getirilmemesi için Atatürk adı ile “Türkçülük”-“Türk milliyetçiliği” kavramlarını birbirinden ayrı hatta karşıt hale getirmişlerdir. “Atatürk milliyetçiliği” terimi bu anlayışla ortaya çıkarılmıştır.
Böylece, Atatürk’ün Türkçü-milliyetçi olduğu gözlerden kaçırılmış, zihinlerden silinmek istenmiştir. Bunda da bir ölçüde başarılı olunmuştur. Öyle ki, “Atatürkçü!” kendisini Türk milliyetçiliğinin dışında gördüğü gibi, birçok gafil ve cahil Türkçü-milliyetçi de Atatürk ve “Atatürkçülük” terim ve kavramlarına açıktan olmasa da “soğuk” ve “olumsuz” bakar olmuştur. Halbuki, Türk milliyetçiliğinin en büyük fikir adamı, Türk milliyetçiliğinin teorisyeni Ziya Gökalp, Atatürk’ü “en büyük Türkçü”; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, “Türk milliyetçiliği idealinin devlet hayatında gerçekleşmesi” olarak kabul etmektedir.
Atatürk de Ziya Gökalp’ı, Türkçülüğün en büyük fikir adamını “fikrinin babası” olarak göstermektedir. Dolayısıyla, Türkçülük, Türk milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk birbirinden ayrılmaz kavramlardır. Hepsi aynı kapıya çıkar, aynı anlama gelir. Atatürk devrinde “Türkçülük” üzerine iki büyük Türkçü fikir adamı Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’nın “Türçülük” ve “Türkçülük Tarihi” üzerine yazdıkları, bugün de Türk milliyetçiliğinin temel kaynakları olan “Türkçülüğün Esasları-1923” ve“Türkçülüğün Tarihi-1928” adlı eserler bunun reddedilemez kaynaklarıdır. Atatürk’ün Nutuk adlı eseri ile bütün konuşmaları da fikrimizin birinci elden belgeleridir.
“Türk” ve “Türkçülük” hakkında olumsuz fikirler yayan ve aleyhte propaganda yapan, Türkçülük veya Türk milliyetçiliğinin olumsuz algılanmasında rolü olan başlıca gurup ve görüşleri şöyle sıralayabiliriz: -Kendileri her fırsatta etnik-kavimcilik yaptıkları halde bunu “İslâmcılık” kimliği ile perdeleyenler. Siyasi İslâmcılar, Meşrutiyet devrinden günümüze Türkçülüğün aleyhindedirler. -1940’lı yıllardan itibaren Türkiye’nin idaresine hakim olan “Batıcı-Hümanist-” zihniyet. -Atatürk’ün ölümünden sonra ve 1990 öncesi yıllarda Batıcı-Hümanist kanaldan Türkiye’ye girmesi kolaylaştırılan Marksist-Sosyalist fikirler.Marksisit-Sosyalistler, kendilerinden olmayan her fikre Faşist dedikleri gibi, Türk milliyetçiliğini deFaşist,gerici,ırkçı olarak nitelemişlerdir. Böylece Sovyet propagandasının tesirinde kalan birçok insan, Türk milliyetçiliğine soğuk bakmıştır.
–Sovyetler’in dağılmasından (1990) sonraki yıllarda da sömürgeci-küreselciler, milliyetçi fikirleri önlerinde engel gördükleri için milliyetçiliğe olumsuz anlamlar yükleyerek gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. Günümüz Türkiyesi’nde siyasi idareye hakim olan fikir ve güçlerle, sömürgeci-küreselci güçlerin birleştikleri nokta, “Türk” ve “Türkçülük” (Türk milliyetçiliği) aleyhtarlığıdır. Bu yukarıda açıkladığımız sebeplerden anlaşılacağı gibi “tezat” veya“çelişki” değildir. Etnik kimliklerini İslâmcılık kisvesi altında gizleyerek Türk ve Türkçülük düşmanlığı yapanlarla, Sömürgeci-küreselcilerin gayeleri ayrı olmakla beraber hedefleri aynıdır. Türkiye’de, “mozaikçilik”, “alt kimlik”, “üst kimlik” tartışmaları ile “Türk kimliği”ni tartışmaya açanlar, “Türkiye Cumhuriyeti”nin “millî devlet” yapısından, “Türk” adından ve “Türkçülük” fikrinden rahatsız olanlardır.
“Biz her Türlü etnik milliyetçiliğe karşıyız.” sözünün muhatabı, sadece “bölücü Kürtçülük” değil aynı zamanda “Türk milliyetçiliği”dir. Bu ifadenin arkasında, “Türkiye’de Türk milliyetçiliğini, Türk’ten bahsetmeyi, etnik bölücülük sayan bir anlayış vardır.” Bu anlayış, İkinci Meşrutiyet’ten bu yana değişmemiştir. Bunların fikir kimliklerine baktığımızda ya “İslâmcı” ya “küreselci” veya aynı kapıya çıkan “Avrupa Birlikçi” olduğunu görüyoruz. Türkiye’de yakın yılların siyasi İslâmcı “siyasi lideri” Necmettin Erbakan’ın “Sen Türküm, doğruyum diye bağırtırsan; birisi de çıkar, ben Kürdüm, daha doğruyum ,çalışkanım der.” demişti. Bir başka siyasi İslâmcı da, “her yere ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünün yazılmasından” şikâyet etmektedir.
Türklerin kurucusu ve sahibi olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk” olmaktan,“Türk kimliği”nden “Türküm” demekten kendisini “Türk” kabul eden bir insanın rahatsız olabileceğini düşünmek mümkün mü? “Hepimiz Hırantız.” “Hepimiz Ermeniyiz.” diye sokaklara çıkıp nara atanlar, Türk vatanı , Türk milleti, Türk devleti adına şehit edilen Mehmetçikler için bir gün bir defa çıkıp, “Hepimiz Türküz.”, “Hepimiz mehmetçikiz.” diyebiliyorlar mı? Hain her zaman hainlik yapacaktır. Bu onun şanındandır. Bunlara üzülmüyoruz. Sadece uyanık olmak gerektiğini hatırlatmak istiyoruz.
İnsanı bir Türk ve Türkçü olarak üzen, bazılarının halis muhlis Türk asıllı, Türk kökenli, Türk oğlu Türk olduğu halde, “Türk” ve “Türkçülük” sözlerine, kavramlarına, fikirlerine ilgisiz kalması veya propagandalara kanarak, bu kavram ve fikirlere soğuk bakmasıdır. Herkes, mensubiyetini duyduğu “bir şeycilik” yapacaktır. Ama kendini “Türk” mensubiyetinden kabul edenler de “Türkçülük” yapmalı veya Türk olduğunun farkına vararak “Türkçülük” veya “Türk milliyetçiliği” kavramlarına olumsuz anlam yükleyip soğuk bakmamalı. Fikir Sistemi Açısından Türkçülük- Türk milliyetçiliği Genel olarak milliyetçilik ve özel olarak Türkçülük veyaTürk milliyetçiliği, bir dünya görüşü ve fikir sistemidir.
Her fikir sisteminin esas aldığı, tercih ettiği bir “cemiyet birimi” (insan topluluğu) ve “gayesi” vardır. Fikir sistemleri, tercih ettikleri cemiyet birimleri ve gayeleri ile birbirlerinden ayrılırlar. Cemiyet birimi, fikir sistemlerinin kendilerine temel olarak aldıkları genel olarak fert, sınıf, millet, ümmet gibi insanlık birimleri, insan topluluklarıdır. Fikir sistemleri, gayesini, bu birimlere göre tespit eder. Her çeşit siyasî, kültürel, ekonomik uygulama, bu birimi tespit ettiği gayeye (hedefe-amaca) ulaştırmak içindir. Onun için fikir sisteminde bakılacak ilk unsur, tercih ve gaye olmalıdır. Türk milliyetçiliği, insanlık birimleri içinde tercihini Türk milleti” olarak ortaya koymuş; tercih ettiği “Türk milleti”ni “yaşatmayı ve yükseltmeyi de gaye edinmiştir.
Fikir sistemlerini tanımak için önce tercih ettikleri cemiyet birimine ve gayesine bakılır. Meselâ Marksizm, Liberalizm, Siyasi Ümmetçilik (İslâmcılık) ve milliyetçilik birer fikir sistemidirler. Bu fikir sistemlerinin esas aldıkları cemiyet birimleri ve gayeleri farklı farklıdır. Bu sebeple bir insan aynı zamanda birden çok fikir sistemi mensubu veya taraftarı olamaz. Olduğunu zannediyorsa yerini tayin edemiyor demektir.
Kısaca hem Marksist(Komünist) hem milliyetçi; hem liberalist (Kapitalist) hemmilliyetçi; hem siyasi ümmetçi hem milliyetçi olunmaz. Çünkü, Marksizm, insanlık tarihini ezen-ezilen (işçi-patron) mücadelesi olarak görür. “İşçi sınıfı”nı esas alır. Gayesi, “işçi sınıfının hakimiyeti”dir. Çünkü, Liberalim, kapital (sermaye) sahibi ferdi esas alır. Kazanmak için her yol mubahtır. Sermaye ve kazanmaktan başka değer tanımaz. Liberalizm’e göre insanlık tarihini sermaye sahipleri yönlendirir; insanlık tarihi sermaye sahipleri tarihidir. Vs. Çünkü, Siyasi Ümmetçilik, insanlık tarihini dinler ve ümmetler mücadelesi olarak görür. İnsanlığın esas cemiyet birimi “Ümmet”lerdir.
Siyasi Ümmetçi’ye göre, kavim veya millet varlığı diye bir cemiyet birimi yoktur. Yani bir siyasi ümmetçiİslâmcı’ya göre Türk-Arap-Arnavut vs milletleri yoktur veya bir anlam ifade etmez. Ona göre tarihin yürütücü gücü sadece ümmetlerdir. Bunda kavimlerin veya milletlerin bir rolü ve yeri yoktur. Siyasi İslâmcı’ya göre zaten, İslâm’da kavim veya millet mensubiyeti gütmek yasaklanmıştır. Onun için bir siyasi İslâmcı, meselâ “Türk milletindenim” veya “Türküm” diyemez. Böyle dediği zaman inandığı fikir sistemini reddetmiş olur. Bu sebeple bazıları, “Ne mutlu Türküm diyene” diyemezler ve bu sözü sevmezler.
Milliyetçilik, insanlık tarihini, milletler ailesi veya milletler mücadelesi olarak kabul eder. Cemiyet birimi olarak bugünkü sosyolojik anlamda “millet” varlığını temel alır. Özel olarak Türk Milliyetçisi de “Türk milleti” varlığını temel alır. Bütün dünya görüşünü veya fikir sistemini Türk milletine göre düzenler. “Her şey Türk için ve Türk’e göre” sloganı bunu anlatır. “Siyasi İslâmcı” olmakla “Müslüman” olmak ayrı konulardır. Türk milliyetçiliğine göre her Türk milliyetçisi Müslüman’dır; Türkçüler, Allah indinde dinin İslâm olduğuna inanırlar. Türkçü-milliyetçilerin,İslâm dininin getirdiği değerlerle hiçbir alıp-veremediği yoktur.
Hepsinin arzusu, olabildiği kadar samimi ve ihlâslı Müslüman olmaya çalışmaktır. Zira Ziya Gökalp’ın ortaya koyduğu Türkçülük ilkelerinden biri de “İslâmlaşmak” tır. Kısaca, Türkçüler-milliyetçiler, Mülüman’dır; fakat “siyasi İslâmcı” değildir. Fikir sitemlerinde, gayeye ulaşmak için tutulan yolu gösteren unsura, usûl veya metot adı verilir. Her Fikir sistemi, kendisine temel aldığı insanlık birimini, tespit ettiği gayeye ulaştırmak için uygulamada kendisine yol gösterecek bir usûl, metot seçer. Bu usûl veya metot, her fikir sisteminde faklıdır.
Türk milliyetçiliğinde ilim metodu esastır. Atatürk’ün “n hakiki mürşit ilimdir” sözü bunun ifadesidir. Meselâ Marksizm’de bu yol, “ihtilâl” veya “devrim”dir. Onun için her Marksist, ihtilâlci-devrimcidir. Bu ihtilâlcilik, bazılarının inkılâp yerine kullandığı “devrim”den farklı anlam taşır. Fikir sistemlerinden haberi olmayan iyi niyetli pek çok kişi, “devrim” veya “devrimcilik”ten bahsedilince Atatürk inkılâplarından bahsedildiğini zanneder. Bu noktada, özellikle 1960’lı yıllardan sonra bilerek bir kavram kargaşası yaratılmıştır. Bu kavram kargaşasında en çok Atatürk adı istismar edilmiştir.
Gaye, Türk milletinin Yaşatmak-Yükseltmek Ziya Gökalp, “Türkçülük, Türk milletini yükseltmektir.” demişti. Z. Gökalp’ın bu kısa tarifinin açılmış şekli şöyledir: Türk milliyetçiliğinin gayesi, Türk milletini, kendisini tarif eden yani Türk milleti yapan kültür değerleriyle birlikte ebediyen yaşatmaktır. Başka bir ifadeyle Türk milliyetçiliğinin gayesi, Türk milletinin var olmasını ve var kalmasını sağlamaktır. Türk milliyetçiliğine göre Türk milleti, dünya milletler ailesi içinde eşit haklara sahip, fertleri belirli refah seviyesine ulaşmış, itibarlı bir millet olarak varlığını sürdürmelidir. Türk milliyetçiliği ve milliyetçileri, Türk milletinin haysiyet ve istiklâlini hiçbir değere değişmezler. Türk’ün haysiyet ve istiklâli, Cumhuriyet’e giden yolda verilen Millî Mücadele’nin temel gerekçesi olmuştur.
Cumhuriyet, Türk’ün haysiyet ve istiklâli üzerine kurulmuştur. Atatürk’ün, Nutuk adlı eserinde bu anlayışı şöyle ifade eder: “Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.” “Türk’ün haysiyet ve şerefi ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşmaktansa mahvolsun evlâdır. Binaenaleyh, ya istiklâl ya ölüm.” Türk milliyetçisi “Türk”e ait olan her şeye sahip çıkar; Türk’e ait her değeri savunur; Türk’e ait her değeri yaşatmayı, yüceltmeyi hayatının gayesi bilir. Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözü ile Gençliğe Hitabe’nin, “Türk istiklâlini Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.” şeklindeki ilk cümlesi, Türk milliyetçiliğinin cemiyet birimini, tercihini ve gayesini ortaya koyar.
Atatürk, başka hiçbir söz söylemese bu ifadeleri onun Türkçü-Türk milliyetçisi olduğunu izaha yeter. Atatürk-Cumhuriyet ve Türk milliyetçiliği Atatürk, bütün Türk tarihinin büyük Türk milliyetçisidir. Türkiye Cumhuriyeti de Atatürk’ün mensubu olduğu Türk milliyetçiliği fikir temeli üzerine kurulmuştur. İşte bunun için “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikri, Türk milliyetçiliğidir.”diyoruz. Mustafa Kemal (Atatürk), elbette 1919’da Türkçü-milliyetçi olmamıştır. Onun yetiştiği devir, tarihî-siyasi şartların da tesiri ile Türk milliyetçiliğinin kültürel-siyasi-sosyal bir fikir olarak şekillendiği devirdir.
Mustafa Kemal daha öğrencilik yıllarında Türkçü-milliyetçi fikir ve hareketlerle ilgilenmeye başlamıştır. Meselâ, büyük vatan şairi Namık Kemal’i okumuştur. 1897’de “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” diyen Türkçü şair Mehmet Emin Yurdakul’u okumuştur: “Bizim neslin gençlik yıllarında ‘Osmanlılık’ telkin ve etkileri hâkimdi.İmparatorluk halkını meydana getiren Türk’ten başka milletlere, bu arada yanlış bir din anlayışı ile Araplar’a, sarayın ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırkdaşlarının etkisiyle Arnavutlar’a özel bir değer veriliyor; onlardan söz edilirken ‘kavm-i necib’ deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesin çalışılıyor; memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci plânda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu.
Şair Mehmet Emin Yurdakul’un ilk defa Manastır Askerî İdadisi’nde öğrenci iken okuduğum, ‘Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” mısralarıyle başlayan manzumesinde, bana millî benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu çocuğunun göz yaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım.”[3] Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi Mustafa Kemal (Atatürk), Millî Mücadele ve Cumhuriyet devrinde milliyetçi olmamış; tersine milliyetçi olduğu için Millî Mücadele’ye atılmıştır.
Cumhuriyet’in kuruluşu ve Atatürk dönemi, ikinci Meşrutiyet’ten beri gelişip şekillenen Türk milliyetçiliğinin “devlet hayatında uygulamaya konulduğu bir dönemdir.” Türk milliyetçiliği, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yani Atatürk döneminde, Devlet’in bir çeşit resmî ideolojisi olmuştur. Atatürk, Türk milliyetçisi olduğunu her fırsatta söylemiştir. Şu sözleri onun görüşlerini en açık şekilde göstermektedir: “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” (27 Nisan 1926) “Türklük”, “Türkçülük-milliyetçilik” ve dolayısıyla Türkçüler (Türk milliyetçileri), Atatürk devrinde en itibarlı devrini yaşamıştır.
O dönemde yazılan yazı ve eserlerde Atatürk dönemi, “Türkçülük-milliyetçilik devri” olarak nitelenmiştir. Atatürk’ün, çeşitli vesilelerle verdiği demeçleri, Meclis konuşmaları, devrinde kendisine yakın çevrelerin yazdığı eserler, devletin uygulanan kültür politikaları gözden geçirilince insan kendisini, “müthiş bir Türkçülük devri” içinde buluyor. Hatta bazı kesimler, Atatürk devrini, herkesi Türkleştirme politikası güttüğü gerekçesiyle tenkit etmeye çalışmaktadır.[4] Türk Tarih Kurumuna liseler için yazdırılan Tarih ders kitabında, Türk milliyetçiliği ile Cumhuriyet’in kuruluşu arasındaki ilişki şu ifadelerle tespit ediliyor: “Türk milliyetçiliği ancak millî idareden sonra, her sahada bütün vuzuh ve şumuliyle hakiki mana ve delâletini bulmuş, siyasî, iktisadî, harsî (kültürel) bir devlet sistemini almıştır.
Halk Fırkası milliyetçiliği en ehemmiyetli umdelerinden biri edinmiştir.” Metinde görüldüğü gibi, Cumhuriyet’in kurulmasından bile “millî idare” diye bahsedilmektedir. Türk Ocakları’nın 23 Nisan 1925’te toplanan İkinci Kurultayı’nda seçilen Yönetim Kurulu, Hamdullah Suphi başkanlığında, 27 Mayıs 1925 günü devrin Başbakanı İsmet Paşa’yı (İ.İnönü) ziyaret eder. Başbakan kendisini Ziyarete gelen Türk Ocağı Heyetine şunları söyler: “Sizi bir Ocaklı kalbiyle selâmlamış olmaktan bilistifade, birkaç söz söylemek isterim. Bunu gerek dahilde gerek hariçte söylemek için artık vehmedecek bir nokta-i endişemiz yoktur. Milliyet, yegâne birleşme vasıtamızdır. Diğer anâsır, Türk ekseriyeti karşısında bir tesire sahip değildir. Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları, behemehal Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek anâsırı kesip atacağız.
Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız özellik, her şeyden önce o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”[5] Devrin Başbakanı İsmet İnönü’nün günün gazetelerinde de yayımlanan bu Türkçü-milliyetçi sözleri, şahsî fikirlerini değil, Türkçülük-milliyetçilik fikrinin devlet politikalarındaki önemli yerini işaret eder. Atatürk’ün yakın çevresinde de bulunmuş olan ünlü yazarımız Yakup Kadri,Cumhuriyet’in kuruluşunda Türkçü-milliyetçi anlayışın ne kadar hakim fikir olduğunu, Türk Ocağı ile ilgili bir yazısında şöyle belirtiyor: “Türk Ocağı, düne kadar birtakım yabancı tesirlerle çevrili olan Türk varlığını gerek siyasi gerek sosyal gerek sanat gerek ırkî sahada muhafaza ve müdafaa ediyordu. Bu vazife onun için yeterli hayat sebebi idi. Lâkin bugün aynı vazifeyi, şüphesiz yine Türkçülük cereyanından doğmuş olan daha geniş, daha yaygın diğer bir müessese kendi omzuna almış bulunuyor.
Bu müessese ordusuyla, hükümetiyle, idarî, adlî ve kültürel teşkilâtlarıyla şu koca Türk devletidir.(…) Şu halde görülüyor ki Türk Ocağının üstlendiği vazifelerden birçoğu Türkçülük mefkûresinin siyasette gerçekleşmesinde tamamıyle bir devlet işi olmuştur.”[6] Atatürk Devri Türkiye’sinde devlet politikalarının Türkçülük-milliyetçilik üzerine kurulduğunu o devrin bütün yazar ve eserlerinde, hükümet politikalarında görmek mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti, “millî devlet” tir. Türkiye Cumhuriyeti, Türk milliyetçilerinin idealindeki “millî devlet” olarak kurulmuştur. Atatürk, Nutuk’ta Türkiye Cumhuriyeti’nin, “millî” ve “asrî” “Türk devleti” olarak kurulduğunu ifade etmiştir.[7] Millî devlet, “kurucusu ve sahibi bir tek millet olan devlet” demektir.[8] Cumhuriyet’in kurucularına göre, Türkiye’de tek millet vardır. O da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk milletidir.
Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” diyerek bunu açık seçik ortaya koymuştur.[9] Cumhuriyet’in kurucu fikri Türk milliyetçiliğine göre, “millet”, “dil, kültür ve ülkü” birliğine; kısaca da “mensubiyet” esasına dayanır. Mensubiyet, insanın kendisini bir millet ait sayması duygusudur. Bundan dolayı Türk milliyetçiliği “ırkçı” değildir. Kendisini “Türk” kabul eden, “Türküm” diyen herkesi “Türk” kabul eder. Marksizm-Komünizm, “din” kavramını tanımadığı gibi “millet” varlığını da tanımaz. Çünkü esas aldığı cemiyet birimi, “işçi sınıf” dır. Bundan dolayı, Marksist-Komünistler (Çoğu zaman kendilerini Sosyalist kimliği ile nitelerler), millet yerine mecbur kaldıklarında halk-halklar terimlerini kullanırlar. 1990’da Sovyet-Rusya’da Komünist rejimin yıkılmasından sonra bu ideoloji önemini kaybetti.
Türkiye’deki taraftarları da yön değiştirerek çeşitli fikir kılıklarına (insan hakları savunucusu, Batıcı liberalist, AB’ci, lâikçi vb) girdiler; değişmeyen tek yönleri ise Türkçülük-milliyetçilik dışında ve karşısında olmaları. Onun için bunlar üzerinde fazla durmaya değmez. “Siyasi İslâmcılar”, “Millet” kelimesini, kelimenin Arapçada kullanılan anlamını kastederek bizim bugünkü Türkçede “ümmet” kelimesiyle karşıladığımız “aynı dine inananların meydana getirdiği topluluk” anlamında kullanmaktadırlar. Siyasi İslâmcılara göre, insanlar arasında “milliyet bağı” yoktur veya böyle bir bağ geçerli değildir; tek geçerli bağ, “dindaşlık bağı”dır.
Bundan dolayı onlara göre, aynı dinden olanlar bir “millet”tir. O da“İslâm milleti”dir. Bundan dolayı Siyasi İslâmcıların, “Türk milleti” demek yerine sadece “millet” sözünü kullanmaları bilmeyenleri aldatacak bir kavramdır. Kısaca, “millet” sözünü kullanan Siyasi İslâmcılar, “millet”, “milletimiz”, “tek millet” vs. derler; fakat bir türlü milletin adını “Türk” olarak söylemezler. Son yıllarda, “Türk” ve “Türklük” kimlik ve kavramları yerine, sadece vatandaşlık ve Coğrafyayı esas alarak “Türkiyelilik” kimliğini ileri sürenler, hem “Türk” kimliğini hem Türkiye’nin Türklüğünü yani “millet”i kabul etmeyenlerdir.“Türkiyelilik” kimliğini savunanlar, kendilerini “Türk” değil “Türkiyeli” olarak kabul ediyorlar.
“Ne mutlu Türküm diyene” sözüne karşı çıkılması, hem Türklük hem millet kavramına karşı olunmasındandır. Siyasi İslâmcıların, mozaikçilerin, etnik bölücülerin “Türk” kimliği yerine “Türkiyeli” kimliğini savunmalarının sebebi budur. Sözün kısası, Türk başka Türkiyeli başkadır. Türkiye “Mozaik” Değildir. Bu memleket, tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk kalacaktır. [10] M. K. Atatürk 1990’lı yıllarda, Türkiye’nin çok kültürlü, çok etnikli yani mozaik bir ülke olduğu fikri ortaya atıldı. Türkiye’nin siyasi hayatında ve idaresinde etkili veya yetkili kişiler bile önünü sonunu hesaplamadan “Türkiye bir mozaik; mozaik kültür bizim zenginliğimizdir.” demeye başladı. Mozaiklik propagandasıyla beraber, içeride ve dışarıda “Tür kimliği” tartışmaya açılarak, “Türkiyelilik” kimliği terimini gündeme getirildi. Basında yerli yersiz “etnik kimlik” istatistikleri yayımlanmaya başlandı. Bu etnikçi-mozaikçilerin hedefi, Türkiye’yi bir “mozaik” ilân edip, “millî devlet”in temelini çökertmektir. Mozaiklik,Türkiye’nin sadece Türk milletine ait olmadığı iddiasıdır. Mozaik, “bir bütünlük göstermeyen, eşit şartlarda yan yana yaşayan kültürler topluluğu”; “çok sayıda farklı etnik gruptan oluşan toplumsal yapı” anlamına gelir.
Türkiye bu anlamda “etnik mozaik bir ülke” değildir. Etnik mozaik bir ülkede, ülkenin “hakim milleti”, “hakim kültürü” olmaz; eşit şartlarda yan yana yaşayan farklı kültürlerin sahibi etnik gruplar bulunur.[11] Milletler arası ilmî ölçülere göre, bir ülkenin “etnik mozaik” olarak tanımlanabilmesi için genel nüfusun %35’inin farklı etnik gruplardan meydana gelmesi gerekir. Halbuki bu oran Türkiye’de %10’lardadır. 74 milyon kabul edilen Türkiye nüfusunun % 90’ı Türk’tür. Türkiye’nin etnik-mozaik olduğunu iddia eden görüşler, genel olarak, Alman Peter Alford Andrews’in 1992’de “Türkiye’de Etnik Gruplar” adıyla Türkçeye tercüme edilen kitabına dayanmaktadır.[12] P.A. Andrews, bu kitabında Türkiye’yi 47 etnik gruptan meydana gelen bir mozaik ülke olarak göstermektedir. Andrews, eserinde 18 farklı Türk boy ve gurubunu Türk’ten ayrı etnik saydığı gibi, 21 kişilik Alman gurubu bile etnik gurup saymıştır.
Türkiye’de etnik gurupların sayısını mümkün olduğu kadar arttırma gayretine rağmen Andrews’in hesabına göre Türkiye’de Türklerin oranı, % 88.03; diğerlerinin oranı ise %11.87’dir.[13] P.A.Andrews’in 2001’de ABD’de bir kuruluş için hazırladığı raporda da Türkiye’de toplam etnik nüfusu zorlamalarla %13.79 olarak göstermektedir. Bu demektir ki her durumda, her çeşit zorlamaya rağmen Türkiye’de “Türk” nüfusun genel nüfusa oranı en az %86’dır. Elbette her ülkede, kurucu hakim milletin dışında kendisini ırk, dil veya din bakımından farklı kimlikle tarif eden insanlar bulunabilir. Meselâ “millî devlet” olan Fransa’da, kendisini Fransız kimliği dışında kabul eden etnik grupların oranı, % 20’nin üzerindedir.
Buna rağmen Fransa, “etnik mozaik” veya “çok kültürlü” bir ülke olmayı kabul etmez. Türkiye’yi “mozaik” olarak görenler veya görmek isteyenler, Türkiye’de hakim ve devletin kurucu unsuru “Türk milleti” varlığını reddedenlerdir. Mozaikçiler, Türkiye’yi, içinde Türklerin de bulunduğu 30 veya 47 etnik gruba ayırıyorlar. Yani “Türk ülkesi” Türkiye’de “Türk”ü mozaik bir ülkede eşit şartlarda yan yana yaşayan etnik gruplardan herhangi biri saymaya çalışıyorlar.
Halbuki, Almanya’nın Alman ülkesi, Fransa’nın Fransız ülkesi olduğu gibi Türkiye de Türk ülkesidir. Türkiye’de, Mozaikçi görüşleri savunan bir grup da “Mavi Anadolucular”dır. Bunlara göre, Türkiye halkının (bize göre Türkiye Türkleri) kökeni Orta Asya’ya dayanmaz. Anadolu 1071’den itibaren fethedilip Türkleştirilmemiştir. Anadolu’nun 1071’de başlayan bir tarihi yoktur. Belki “doğudan bazı göçmenler(?) Anadolu’ya gelmiştir.” Ancak bunlar, yerli halklarla karışıp kaynaşmış ve böylece Türkiye’de melez bir halk meydana gelmiştir. Mavi Anadolucu-mozaikçilere göre, “Hititler hiç kuşkusuz Türk değildi, ama biz Türkler, biraz Hititli biraz Firigyalı biraz da Lidyalı, Kapadokyalıyız.” İşte bu sebeple Mavi Anadolucular, “Bugünkü Türk kültürünün, Anadolu’da yaşmış medeniyetlerin bir sentezi olduğunu” savunup propagandasını yaparlar.
Yani Anadolu’da müstakil bir “Türk milleti” ve “Türk kültürü” yoktur. Türkiye halkı melez olduğuna göre, Orta Asya ile de bir bağı yoktur. Onun için Türkiye’de Türklerin sadece adı vardır. Kısaca, bu Mavi Anadolucu-Mozaikçi görüş, Türkiye’nin Türklüğünü veya Türkiye’de Türk’ün varlığını kabul etmemektedir. Mavi Anadolucular’ın başlıca temsilcileri arasında, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir), Sabahattin Eyüboğlu, İsmet Zeki Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol, Melih Cevdet Anday, İskender Ohri, Bozkurt Güvenç sayılabilir.[14] Halbuki, Anadolu, 12. yüzyıldan beri yerli ve yabancı kaynaklarda “Türk ülkesi” anlamında “Türkiye” olarak adlandırılır.
Türkiye Cumhuriyeti de yukarıda belirttiğimiz gibi “millî devlet” olarak kurulmuştur. Atatürk, 1931’de okullar için yazdığı (el yazıları ile de yayımlanan) Medenî Bilgiler , adlı kitabında, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” demiştir. Cumhuriyeti’n kurucusu, Türkiye’de Türk milletinin hakim olduğunu, Türkiye’nin tarihte ve halde Türk olduğunu her fırsatta belirtmiştir: “Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır.”
“Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hattâ Lâzlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış isimlendirmeler, birkaç düşman âleti mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet fertleri de umum Türk camiası gibi aynı ortak maziye, tarihe ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.”[15] Atatürk, 16 Mart 1923’te Adana Türk Ocağında, Adana esnafına hitaben yaptığı konuşmada şu ifadelere yer vermektedir: “Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir.
Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. (…) En nihayet, Asya’nın göbeğinden tamamen kaynayan Türkler soyundan ırkdaşlar buraya gelerek memleketi, asli sahiplerine iade ettiler. Ermeniler vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler, koyu ve öz Türk memleketidir.” [16] Etnikçi ve Mozaikçilere karşı, Atatürk’ün “Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür, ebediyen Türk kalacaktır.” sözü, daha da önem kazanmaktadır. Mozaikçiler, etnik bölücüler, millet kavramını reddeden ideoloji sahipleri kısaca Türkiye Cumhuriyet’in “millî devlet” oluşunu hazmedemeyenler, bu bezeri “Türkiye Türklerindir.”, “Ne mutlu Türküm diyene” gibi sözleri sevmezler. Bugün “Avrupa Birliği uyum kanun ve uygulamaları”, “azınlık hakları”, “kültürel haklar”, “demokrasi”, “çok kültürlülük”, “çeşitliliğimiz zenginliğimizdir.”, “Türkiye mozayiği” vb ifadeler altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kuruluş özelliği, yani “millî devlet” oluşu, tartışma konusu haline getirilmek istenmektedir.
Günümüzde, küreselleşme, ABD ve AB dayatmaları, insan hakları, azınlık hakları, demokratik haklar vb arkasına sığınılarak, “Siyasi İslâmcılık”, “İkinci Cumhuriyetçilik”, “Etnik-Mozaikçilik” vb el ele vermişler; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve sahibi Türk milletinin kimliğini tartışmaya açmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkesi “millî devlet” olma özelliği tartışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet olma özelliği aşındırılmaya çalışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bânisi Mustafa Kemal Atatürk tartışmaya açılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin en gözde kurumu göz bebeğimiz ordumuz çeşitli entrikalarla gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. Kısaca, insanlarımızın zihninde millet ve devlet kavramları yıpratılmaktadır. Atatürk’ün ölümünden ve özellikle 1944 milliyetçilik olaylarından sonra Türk milliyetçiliği ile devlet arasında gittikçe artan bir soğukluk girmiştir.
Atatürk’ün Türkçü politikaları yerine 1940’lı yıllardan sonra devletçe takip edilen Batıcı-Hümanistpolitikalar yüzünden veya bu politikalar gereği Türk milliyetçiliği devletten dışlanmış hale gelmiştir. Bütün bunların üstüne Atatürk ve inkılâplarının yıllarca Marksist-Sosyalistlerce “devrim” , “devrimcilik” kavramları aracılığı ile istismar edilmesi; günümüzde bile çağdaşlık, lâiklik, vb kavramlar arkasında Atatürk ve Cumhuriyet adına Türk milletinin millî-manevî değerlerine saldırılması buna eklenince, fikirce hazırlıklı bulunmayan bazı milliyetçilerin zihninde -belki farkında bile olmadan- Türkiye Cumhuriyeti veAtatürk hakkında tereddütler ve soru işaretleri belirmiştir. Bunda, Atatürk’ü Türk milliyetçiliği dışına çıkarmak ve Türk milliyetçiliği ile Atatürk’ü birlikte düşündürmemek için üretilmiş “Atatürk milliyetçiliği” teriminin de rolü olmuştur.
Bazı Türk milliyetçilerinin, Atatürk ve Cumhuriyet’e olumsuz bakmasının sebebi, yapılan olumsuz propagandalar olmakla birlikte gerçek sebep bilgisizliktir. Biz elinizdeki kitapçıkla bu durumun düzeltilmesine yardımcı olmak istedik. Bu sebeple böyle bir çalışma yaptık. Bugünün Türk milliyetçileri şunu bilmeli: Türkiye Cumhuriyeti, dünün Türk milliyetçilerinin Bugünün Türk milliyetçilerine emanetidir. Çalışmalarım sırasında bana sabırla katlanan sevgili eşim Nazmiye Hanım’a; Bu çalışmanın kitap haline getirilmesine ve bastırılmasına maddî-manevî teşvik ve destekleri ile Bil Dershanesi sahibi Sevgili kardeşim Tahir Korucuoğulları sebep olmuştur. Kendisine huzurunuzda teşekkür ediyorum.
İsmail ACAR “Türkçülük” Adı Üzerine Bazı Tespitler “Türkçülük”, Türk milliyetçiliğinin gerçek adıdır. Günümüzde “Türkçülük” sözünü –terimini- çekici, olumlu ve hoş bulmayanlar olabilir. Hattâ olumsuz bir çağrışım yapan bir kavram olarak da algılayanlar olabilir. Bu durum, Türkçülük sözünün taşıdığı anlamdan değil, kökeni ikinci Meşrutiyet devrine kadar uzanan siyasî ve kültürel sebeplerle günümüzdeki sömürgeci-küreselci propagandalardan kaynaklanmaktadır. Çok kavimli Osmanlı Devleti’nin dağılıp yıkılmasını önlemek için özellikle Tanzimat Devrinde kurtarıcı siyasi reçeteler ortaya atıldı. Bu kurtarıcı reçetelerden “Siyasî Osmanlıcılık” ve “Siyasî İslâmcılık” taraftarları, bu akımlardan daha sonra 20.yüzyıl başlarında siyasi özellik kazanan “Türkçülük” fikrini hoş karşılamadılar ve hattâ terimle alay edenler bile oldu. İkinci Meşrutiyet devrinde (1908 sonrası) Türkçülüğe karşı çıkanlar, genellikle Osmanlı vatandaşı Türk olmayan Müslümanlar olmuştur.
Başta MüslümanArnavutlar ve Araplar, sonra diğerleri, , “İslâm’da dava-yı kavmiyet olmaz.” diyerek “Türkçülüğe” ve “Türkçüler”e hücum etmişlerdir. Aslında Türkçülüğe karşı çıkanlar, “siyasi İslâmcı” kimliği altında genellikle mensup olduğu kavim adına “kavmiyetçilik”;bugünün ölçüleri ile etnik bölücülük yapıyorlardı. Osmanlı’nın son döneminde, Türkler’in dışında her kavim, kendi hesabına dernekler kurarak siyasi ve kültürel çalışmalar yapıp yayınlar yaparken, aynı çalışmaları Osmanlı Devleti’nin asıl sahibi Türkler yapınca“İslâm’a aykırı” oluyordu.
Yani Osmanlı içinde kendi kavmiyetçiliğini (milliyetçiliğini) yapmak sadece Türkler’e gelince İslâm’a aykırı ve tehlikeli bulunuyordu. Kurucusu Türkler olan Osmanlı Devleti, İçinde Türklerden başka din veya milliyeti farklı pek çok kavim barındırıyordu. Bu çok kavimli Devleti dağılıp yıkılmaktan kurtarmak için “vatandaşlık” temeline dayanan Osmanlıcılık ve “dindaşlık” temeline dayananİslâmcılık gibi siyasi reçeteler, fikirler ortaya atıldı.[1] Fakat tarihî şartlar bu siyasi fikirlerin uygulanabilmesine imkân vermedi. “Vatandaşlık” ve “dindaşlık” temeline dayanan siyasi fikirler, devleti yıkılmaktan kurtarmaya yetmedi. Çünkü Çağ, “milletler” ve“milliyetler çağı” idi.
Birinci Dünya Şavaşı sonucu çok kavimli Osmanlı Türk Devleti varlığını ve bütünlüğünü koruyamadı ve yıkıldı. Önce Müslüman olmayan tebâa; sonra da Türk olmayan Müslüman tebâa istiklâl davalarına düşüp ayrıldı. Geriye Osmanlı Devleti’nin kurucu unsuru ve sahibi “Türkler” kaldı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında varlıkları ortadan kaldırılmaya çalışılan Türkler, 1919-1922 yıllarında Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Millî Mücadele adı da verilen İstiklâl Savaşı ile varlığını ve İstiklâlini korudu. “Türk milleti” varlığına dayanan “millî devlet” olarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.”Millî devlet”, kurucusu ve sahibi bir tek millet olan devlettir. Türkiye Cumhuriyeti de adı üzerinde Türkler’in kurduğu bir Türk devletidir. Yani Türkiye Türklerindir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu fikri de siyasi temelleri Meşrutiyet devrinde atılan “Türkçülük”tür. Durum böyle olmasına rağmen, Cumhuriyet devrinde Türkçülük (veya Türk milliyetçiliği) Atatürk dönemi hariç, devlet politikası olmadığı gibi, devlet katında itibarlı bir fikir olarak da algılanmamıştır. Özellikle 1940’lı yıllardan sonra, Hümanist-Batıcızihniyete sahip iktidarların siyasi-kültürel politikalarına, soğuk savaş döneminin Sosyalist-Komünist propagandaları da eklenince “Türk” ve “Türkçülük” sözleri soğuk, olumsuz, hoş görülmeyen –hattâ tehlikeli- kavramlar olarak algılanması sağlandı. Günümüzde de Osmanlı’nın dağılma döneminde olduğu gibi, kendisini “Türk”ten ayrı gören bazı Müslüman gruplar, yine açık veya gizli kendi kavmiyetçilik davalarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Bunu kendilerine hak olarak gördükleri halde, Türk’ün“Türk” olduğunu ifade etmesini hak olarak görmemektedirler. Türkiye’yi bölmek için her gün etnik kimlik üzerinden siyaset yaparak “etnik bölücülük” veya “ırkçılık” yapanlar, “Türk”ten ve “Türkçülük”ten bahsedilince, feryadı basmaktadırlar. Türk’ün kurucusu ve sahibi olduğu Türkiye Cumhuriyet’inde, “Türk olduğunu” söylemek veya “Türkçülük”ten bahsetmek bir taraftan sanki “siyasi suç” gibi gösterilmekte; diğer taraftan güya siyasetin dışında kalmış görünen “Cemaatçi” diye tabir edilen bazı “İslâmcı !” guruplar tarafından İslâm’a aykırı bulunmaktadır. Kısaca, İkinci Meşrutiyet devrindeki “dava-yı kavmiyet” meselesi “siyasi İslâmcı” anlayış sahiplerince günümüzde de aynen devam ettirilmektedir.[2] Bütün bunlardan sonra, siyasi fikir tarihimize dikkatlice baktığımızda şunu tespit zor değil.
Gerek Osmanlı devrinde gerek Cumhuriyet devrinde “Siyasi İslâmcılık” taraftarlarının büyük çoğunluğu, Türk asıllı olmayan Müslümanlardır. Bu bize, ister istemez,“etnik-kavmiyetçilik” yapanların, bu “etnikçi” kimliklerini “siyasi İslâmcılıkla perdelediklerini” düşündürmektedir. Öyle bir anlayış ve zihniyet var ki Müslüman olmak için sanki “Türk” ve “Türklük” düşmanı olmak gerekiyor. Sanki Türk ve Türkçüler Müslüman olamaz veya Müslüman’ın Arab’ı, Acem’i, Arnavud’u, Çerkes’i, Kürd’ü vs olabilir fakat Türk’ü olamaz. Türk,“Türk” olduğunu ifade ederse, haşa dinden çıkar. Ama, Türk’ün dışında bütün kavimler, etnik çalışmalarını yapabilirler, din onlar için cevaz veriyor. Yasak sadece “Türk” için. Türkiye’de, halkın %88’i Türk kökenli olduğu; devletin adının “Türkiye Cumhuriyeti” olduğu; Cumhuriyet’in kurcu ideolojisinin –fikrinin- “Türkçülük-Türk milliyetçiliği” olduğu halde, “Türk”,”Türkçülük” hatta “Türk milliyetçiliği” terim kavram veya sözlerinin olumlu anlamla algılanmaması garip bir durumdur.
Sanki Türk milletinin kendi kimliğinden utanması gibi bir durum söz konusu. “Türkçülük” kavram ve fikrinin bazılarınca soğuk ve olumsuz algılanmasının sebeplerini fikir tarihimiz içindeki gelişmeler ışığında şöyle tespit etmek mümkündür. Osmanlı devrinden gelen ümmet zihniyetinin kalıntıları ve bu kalıntının, “İslâmcılık kimliği” altında, Türk’ün aleyhine hâlâ kullanılmasıdır. Diğer ana sebepler ise, dış kaynaklıdır. Büyük sömürgeci devletler ve “küreselci sermaye”, sömürecekleri ülke halkının kendini savunma silahı olan “milliyetçilik” fikrini, halkın elinden almak; gözünden düşürmek için“milliyetçilik” terimine olumsuz bir anlam yüklemişlerdir. Sömürgecilere ve küreselcilere göre milliyetçilik, bencil, bölücü, gerici, modası geçmiş, ekonomik faydalara ters düşen, dünyanın gidişine uymayan bir fikir ve dünya görüşüdür. Bu fikirler, sömürgeci-küreselcilerin içerideki işbirlikçileri tarafından basın-yayın yoluyla işlenmektedir.
Çünkü “millî devlet” yapısı ve milliyetçilik, sömürgeci-küreselcilerin önünde engeldir. “Türk” ve “Türkçülük” kavramlarının olumsuz algılanmasının sebeplerinden birisi de, 1990 öncesi Rusya’da hakim olan “Sovyetler Birliği” rejimi yani “Sosyalist-Komünist” rejimdir. Özellikle ideolojik kavga yılları olan 1980 öncesinde, Marksist-Sosyalistler tarafından, “Sosyalist” olmayan herkes, her fikir, özellikle “Türkçülük-milliyetçilik” mensupları, Faşist, ırkçı, gerici vs olarak suçlanmışlardır. Böylece, Marksist-Sosyalist propagandanın tesirinde kalan halis Türk gençleri, Türk ve Türkçülük kavramlarını olumsuz algılamışlardır.
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu şartlarda bile hâlâ Türk, Türkçülük, Türk milliyetçiliği, Türk kültürü vb ifadelerini duyunca, “günlük siyasi parti propagandası” yapıldığını düşünerek olumsuz karşılayanlar pek çoktur. Halbuki Türk milliyetçiliği, günlük siyasi parti politikası değildir. Fakat siyasi partiler de Türkçülük-millîyetçilik fikrine uygun politikaları benimseyebilirler. Türkçü-milliyetçiler de siyasi partilerde görev alabilirler. Sonra Türkçü-milliyetçi olmak için siyasi partili veya partici olmak gerekmez. Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni idare edenlerin, genel olarak Türkçü-Türk milliyetçisi bir zihniyete sahip olmadıkları veya olamadıkları için, Türkçülük –milliyetçilik kavramlarının içi boş hale getirilmiştir. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikrinin Türkçülük-milliyetçilik; kurucularının da Türkçü-milliyetçi olduğunun üstünün örtülmesi ve Cumhuriyet ile Türkçülük fikir ve ideolojisinin bir araya getirilmemesi için Atatürk adı ile “Türkçülük”-“Türk milliyetçiliği” kavramlarını birbirinden ayrı hatta karşıt hale getirmişlerdir. “Atatürk milliyetçiliği” terimi bu anlayışla ortaya çıkarılmıştır.
Böylece, Atatürk’ün Türkçü-milliyetçi olduğu gözlerden kaçırılmış, zihinlerden silinmek istenmiştir. Bunda da bir ölçüde başarılı olunmuştur. Öyle ki, “Atatürkçü!” kendisini Türk milliyetçiliğinin dışında gördüğü gibi, birçok gafil ve cahil Türkçü-milliyetçi de Atatürk ve “Atatürkçülük” terim ve kavramlarına açıktan olmasa da “soğuk” ve “olumsuz” bakar olmuştur. Halbuki, Türk milliyetçiliğinin en büyük fikir adamı, Türk milliyetçiliğinin teorisyeni Ziya Gökalp, Atatürk’ü “en büyük Türkçü”; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, “Türk milliyetçiliği idealinin devlet hayatında gerçekleşmesi” olarak kabul etmektedir.
Atatürk de Ziya Gökalp’ı, Türkçülüğün en büyük fikir adamını “fikrinin babası” olarak göstermektedir. Dolayısıyla, Türkçülük, Türk milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk birbirinden ayrılmaz kavramlardır. Hepsi aynı kapıya çıkar, aynı anlama gelir. Atatürk devrinde “Türkçülük” üzerine iki büyük Türkçü fikir adamı Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’nın “Türçülük” ve “Türkçülük Tarihi” üzerine yazdıkları, bugün de Türk milliyetçiliğinin temel kaynakları olan “Türkçülüğün Esasları-1923” ve“Türkçülüğün Tarihi-1928” adlı eserler bunun reddedilemez kaynaklarıdır. Atatürk’ün Nutuk adlı eseri ile bütün konuşmaları da fikrimizin birinci elden belgeleridir.
“Türk” ve “Türkçülük” hakkında olumsuz fikirler yayan ve aleyhte propaganda yapan, Türkçülük veya Türk milliyetçiliğinin olumsuz algılanmasında rolü olan başlıca gurup ve görüşleri şöyle sıralayabiliriz: -Kendileri her fırsatta etnik-kavimcilik yaptıkları halde bunu “İslâmcılık” kimliği ile perdeleyenler. Siyasi İslâmcılar, Meşrutiyet devrinden günümüze Türkçülüğün aleyhindedirler. -1940’lı yıllardan itibaren Türkiye’nin idaresine hakim olan “Batıcı-Hümanist-” zihniyet. -Atatürk’ün ölümünden sonra ve 1990 öncesi yıllarda Batıcı-Hümanist kanaldan Türkiye’ye girmesi kolaylaştırılan Marksist-Sosyalist fikirler.Marksisit-Sosyalistler, kendilerinden olmayan her fikre Faşist dedikleri gibi, Türk milliyetçiliğini deFaşist,gerici,ırkçı olarak nitelemişlerdir. Böylece Sovyet propagandasının tesirinde kalan birçok insan, Türk milliyetçiliğine soğuk bakmıştır.
–Sovyetler’in dağılmasından (1990) sonraki yıllarda da sömürgeci-küreselciler, milliyetçi fikirleri önlerinde engel gördükleri için milliyetçiliğe olumsuz anlamlar yükleyerek gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. Günümüz Türkiyesi’nde siyasi idareye hakim olan fikir ve güçlerle, sömürgeci-küreselci güçlerin birleştikleri nokta, “Türk” ve “Türkçülük” (Türk milliyetçiliği) aleyhtarlığıdır. Bu yukarıda açıkladığımız sebeplerden anlaşılacağı gibi “tezat” veya“çelişki” değildir. Etnik kimliklerini İslâmcılık kisvesi altında gizleyerek Türk ve Türkçülük düşmanlığı yapanlarla, Sömürgeci-küreselcilerin gayeleri ayrı olmakla beraber hedefleri aynıdır. Türkiye’de, “mozaikçilik”, “alt kimlik”, “üst kimlik” tartışmaları ile “Türk kimliği”ni tartışmaya açanlar, “Türkiye Cumhuriyeti”nin “millî devlet” yapısından, “Türk” adından ve “Türkçülük” fikrinden rahatsız olanlardır.
“Biz her Türlü etnik milliyetçiliğe karşıyız.” sözünün muhatabı, sadece “bölücü Kürtçülük” değil aynı zamanda “Türk milliyetçiliği”dir. Bu ifadenin arkasında, “Türkiye’de Türk milliyetçiliğini, Türk’ten bahsetmeyi, etnik bölücülük sayan bir anlayış vardır.” Bu anlayış, İkinci Meşrutiyet’ten bu yana değişmemiştir. Bunların fikir kimliklerine baktığımızda ya “İslâmcı” ya “küreselci” veya aynı kapıya çıkan “Avrupa Birlikçi” olduğunu görüyoruz. Türkiye’de yakın yılların siyasi İslâmcı “siyasi lideri” Necmettin Erbakan’ın “Sen Türküm, doğruyum diye bağırtırsan; birisi de çıkar, ben Kürdüm, daha doğruyum ,çalışkanım der.” demişti. Bir başka siyasi İslâmcı da, “her yere ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünün yazılmasından” şikâyet etmektedir.
Türklerin kurucusu ve sahibi olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk” olmaktan,“Türk kimliği”nden “Türküm” demekten kendisini “Türk” kabul eden bir insanın rahatsız olabileceğini düşünmek mümkün mü? “Hepimiz Hırantız.” “Hepimiz Ermeniyiz.” diye sokaklara çıkıp nara atanlar, Türk vatanı , Türk milleti, Türk devleti adına şehit edilen Mehmetçikler için bir gün bir defa çıkıp, “Hepimiz Türküz.”, “Hepimiz mehmetçikiz.” diyebiliyorlar mı? Hain her zaman hainlik yapacaktır. Bu onun şanındandır. Bunlara üzülmüyoruz. Sadece uyanık olmak gerektiğini hatırlatmak istiyoruz.
İnsanı bir Türk ve Türkçü olarak üzen, bazılarının halis muhlis Türk asıllı, Türk kökenli, Türk oğlu Türk olduğu halde, “Türk” ve “Türkçülük” sözlerine, kavramlarına, fikirlerine ilgisiz kalması veya propagandalara kanarak, bu kavram ve fikirlere soğuk bakmasıdır. Herkes, mensubiyetini duyduğu “bir şeycilik” yapacaktır. Ama kendini “Türk” mensubiyetinden kabul edenler de “Türkçülük” yapmalı veya Türk olduğunun farkına vararak “Türkçülük” veya “Türk milliyetçiliği” kavramlarına olumsuz anlam yükleyip soğuk bakmamalı. Fikir Sistemi Açısından Türkçülük- Türk milliyetçiliği Genel olarak milliyetçilik ve özel olarak Türkçülük veyaTürk milliyetçiliği, bir dünya görüşü ve fikir sistemidir.
Her fikir sisteminin esas aldığı, tercih ettiği bir “cemiyet birimi” (insan topluluğu) ve “gayesi” vardır. Fikir sistemleri, tercih ettikleri cemiyet birimleri ve gayeleri ile birbirlerinden ayrılırlar. Cemiyet birimi, fikir sistemlerinin kendilerine temel olarak aldıkları genel olarak fert, sınıf, millet, ümmet gibi insanlık birimleri, insan topluluklarıdır. Fikir sistemleri, gayesini, bu birimlere göre tespit eder. Her çeşit siyasî, kültürel, ekonomik uygulama, bu birimi tespit ettiği gayeye (hedefe-amaca) ulaştırmak içindir. Onun için fikir sisteminde bakılacak ilk unsur, tercih ve gaye olmalıdır. Türk milliyetçiliği, insanlık birimleri içinde tercihini Türk milleti” olarak ortaya koymuş; tercih ettiği “Türk milleti”ni “yaşatmayı ve yükseltmeyi de gaye edinmiştir.
Fikir sistemlerini tanımak için önce tercih ettikleri cemiyet birimine ve gayesine bakılır. Meselâ Marksizm, Liberalizm, Siyasi Ümmetçilik (İslâmcılık) ve milliyetçilik birer fikir sistemidirler. Bu fikir sistemlerinin esas aldıkları cemiyet birimleri ve gayeleri farklı farklıdır. Bu sebeple bir insan aynı zamanda birden çok fikir sistemi mensubu veya taraftarı olamaz. Olduğunu zannediyorsa yerini tayin edemiyor demektir.
Kısaca hem Marksist(Komünist) hem milliyetçi; hem liberalist (Kapitalist) hemmilliyetçi; hem siyasi ümmetçi hem milliyetçi olunmaz. Çünkü, Marksizm, insanlık tarihini ezen-ezilen (işçi-patron) mücadelesi olarak görür. “İşçi sınıfı”nı esas alır. Gayesi, “işçi sınıfının hakimiyeti”dir. Çünkü, Liberalim, kapital (sermaye) sahibi ferdi esas alır. Kazanmak için her yol mubahtır. Sermaye ve kazanmaktan başka değer tanımaz. Liberalizm’e göre insanlık tarihini sermaye sahipleri yönlendirir; insanlık tarihi sermaye sahipleri tarihidir. Vs. Çünkü, Siyasi Ümmetçilik, insanlık tarihini dinler ve ümmetler mücadelesi olarak görür. İnsanlığın esas cemiyet birimi “Ümmet”lerdir.
Siyasi Ümmetçi’ye göre, kavim veya millet varlığı diye bir cemiyet birimi yoktur. Yani bir siyasi ümmetçiİslâmcı’ya göre Türk-Arap-Arnavut vs milletleri yoktur veya bir anlam ifade etmez. Ona göre tarihin yürütücü gücü sadece ümmetlerdir. Bunda kavimlerin veya milletlerin bir rolü ve yeri yoktur. Siyasi İslâmcı’ya göre zaten, İslâm’da kavim veya millet mensubiyeti gütmek yasaklanmıştır. Onun için bir siyasi İslâmcı, meselâ “Türk milletindenim” veya “Türküm” diyemez. Böyle dediği zaman inandığı fikir sistemini reddetmiş olur. Bu sebeple bazıları, “Ne mutlu Türküm diyene” diyemezler ve bu sözü sevmezler.
Milliyetçilik, insanlık tarihini, milletler ailesi veya milletler mücadelesi olarak kabul eder. Cemiyet birimi olarak bugünkü sosyolojik anlamda “millet” varlığını temel alır. Özel olarak Türk Milliyetçisi de “Türk milleti” varlığını temel alır. Bütün dünya görüşünü veya fikir sistemini Türk milletine göre düzenler. “Her şey Türk için ve Türk’e göre” sloganı bunu anlatır. “Siyasi İslâmcı” olmakla “Müslüman” olmak ayrı konulardır. Türk milliyetçiliğine göre her Türk milliyetçisi Müslüman’dır; Türkçüler, Allah indinde dinin İslâm olduğuna inanırlar. Türkçü-milliyetçilerin,İslâm dininin getirdiği değerlerle hiçbir alıp-veremediği yoktur.
Hepsinin arzusu, olabildiği kadar samimi ve ihlâslı Müslüman olmaya çalışmaktır. Zira Ziya Gökalp’ın ortaya koyduğu Türkçülük ilkelerinden biri de “İslâmlaşmak” tır. Kısaca, Türkçüler-milliyetçiler, Mülüman’dır; fakat “siyasi İslâmcı” değildir. Fikir sitemlerinde, gayeye ulaşmak için tutulan yolu gösteren unsura, usûl veya metot adı verilir. Her Fikir sistemi, kendisine temel aldığı insanlık birimini, tespit ettiği gayeye ulaştırmak için uygulamada kendisine yol gösterecek bir usûl, metot seçer. Bu usûl veya metot, her fikir sisteminde faklıdır.
Türk milliyetçiliğinde ilim metodu esastır. Atatürk’ün “n hakiki mürşit ilimdir” sözü bunun ifadesidir. Meselâ Marksizm’de bu yol, “ihtilâl” veya “devrim”dir. Onun için her Marksist, ihtilâlci-devrimcidir. Bu ihtilâlcilik, bazılarının inkılâp yerine kullandığı “devrim”den farklı anlam taşır. Fikir sistemlerinden haberi olmayan iyi niyetli pek çok kişi, “devrim” veya “devrimcilik”ten bahsedilince Atatürk inkılâplarından bahsedildiğini zanneder. Bu noktada, özellikle 1960’lı yıllardan sonra bilerek bir kavram kargaşası yaratılmıştır. Bu kavram kargaşasında en çok Atatürk adı istismar edilmiştir.
Gaye, Türk milletinin Yaşatmak-Yükseltmek Ziya Gökalp, “Türkçülük, Türk milletini yükseltmektir.” demişti. Z. Gökalp’ın bu kısa tarifinin açılmış şekli şöyledir: Türk milliyetçiliğinin gayesi, Türk milletini, kendisini tarif eden yani Türk milleti yapan kültür değerleriyle birlikte ebediyen yaşatmaktır. Başka bir ifadeyle Türk milliyetçiliğinin gayesi, Türk milletinin var olmasını ve var kalmasını sağlamaktır. Türk milliyetçiliğine göre Türk milleti, dünya milletler ailesi içinde eşit haklara sahip, fertleri belirli refah seviyesine ulaşmış, itibarlı bir millet olarak varlığını sürdürmelidir. Türk milliyetçiliği ve milliyetçileri, Türk milletinin haysiyet ve istiklâlini hiçbir değere değişmezler. Türk’ün haysiyet ve istiklâli, Cumhuriyet’e giden yolda verilen Millî Mücadele’nin temel gerekçesi olmuştur.
Cumhuriyet, Türk’ün haysiyet ve istiklâli üzerine kurulmuştur. Atatürk’ün, Nutuk adlı eserinde bu anlayışı şöyle ifade eder: “Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.” “Türk’ün haysiyet ve şerefi ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşmaktansa mahvolsun evlâdır. Binaenaleyh, ya istiklâl ya ölüm.” Türk milliyetçisi “Türk”e ait olan her şeye sahip çıkar; Türk’e ait her değeri savunur; Türk’e ait her değeri yaşatmayı, yüceltmeyi hayatının gayesi bilir. Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözü ile Gençliğe Hitabe’nin, “Türk istiklâlini Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.” şeklindeki ilk cümlesi, Türk milliyetçiliğinin cemiyet birimini, tercihini ve gayesini ortaya koyar.
Atatürk, başka hiçbir söz söylemese bu ifadeleri onun Türkçü-Türk milliyetçisi olduğunu izaha yeter. Atatürk-Cumhuriyet ve Türk milliyetçiliği Atatürk, bütün Türk tarihinin büyük Türk milliyetçisidir. Türkiye Cumhuriyeti de Atatürk’ün mensubu olduğu Türk milliyetçiliği fikir temeli üzerine kurulmuştur. İşte bunun için “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikri, Türk milliyetçiliğidir.”diyoruz. Mustafa Kemal (Atatürk), elbette 1919’da Türkçü-milliyetçi olmamıştır. Onun yetiştiği devir, tarihî-siyasi şartların da tesiri ile Türk milliyetçiliğinin kültürel-siyasi-sosyal bir fikir olarak şekillendiği devirdir.
Mustafa Kemal daha öğrencilik yıllarında Türkçü-milliyetçi fikir ve hareketlerle ilgilenmeye başlamıştır. Meselâ, büyük vatan şairi Namık Kemal’i okumuştur. 1897’de “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” diyen Türkçü şair Mehmet Emin Yurdakul’u okumuştur: “Bizim neslin gençlik yıllarında ‘Osmanlılık’ telkin ve etkileri hâkimdi.İmparatorluk halkını meydana getiren Türk’ten başka milletlere, bu arada yanlış bir din anlayışı ile Araplar’a, sarayın ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırkdaşlarının etkisiyle Arnavutlar’a özel bir değer veriliyor; onlardan söz edilirken ‘kavm-i necib’ deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesin çalışılıyor; memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci plânda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu.
Şair Mehmet Emin Yurdakul’un ilk defa Manastır Askerî İdadisi’nde öğrenci iken okuduğum, ‘Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” mısralarıyle başlayan manzumesinde, bana millî benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu çocuğunun göz yaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım.”[3] Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi Mustafa Kemal (Atatürk), Millî Mücadele ve Cumhuriyet devrinde milliyetçi olmamış; tersine milliyetçi olduğu için Millî Mücadele’ye atılmıştır.
Cumhuriyet’in kuruluşu ve Atatürk dönemi, ikinci Meşrutiyet’ten beri gelişip şekillenen Türk milliyetçiliğinin “devlet hayatında uygulamaya konulduğu bir dönemdir.” Türk milliyetçiliği, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yani Atatürk döneminde, Devlet’in bir çeşit resmî ideolojisi olmuştur. Atatürk, Türk milliyetçisi olduğunu her fırsatta söylemiştir. Şu sözleri onun görüşlerini en açık şekilde göstermektedir: “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” (27 Nisan 1926) “Türklük”, “Türkçülük-milliyetçilik” ve dolayısıyla Türkçüler (Türk milliyetçileri), Atatürk devrinde en itibarlı devrini yaşamıştır.
O dönemde yazılan yazı ve eserlerde Atatürk dönemi, “Türkçülük-milliyetçilik devri” olarak nitelenmiştir. Atatürk’ün, çeşitli vesilelerle verdiği demeçleri, Meclis konuşmaları, devrinde kendisine yakın çevrelerin yazdığı eserler, devletin uygulanan kültür politikaları gözden geçirilince insan kendisini, “müthiş bir Türkçülük devri” içinde buluyor. Hatta bazı kesimler, Atatürk devrini, herkesi Türkleştirme politikası güttüğü gerekçesiyle tenkit etmeye çalışmaktadır.[4] Türk Tarih Kurumuna liseler için yazdırılan Tarih ders kitabında, Türk milliyetçiliği ile Cumhuriyet’in kuruluşu arasındaki ilişki şu ifadelerle tespit ediliyor: “Türk milliyetçiliği ancak millî idareden sonra, her sahada bütün vuzuh ve şumuliyle hakiki mana ve delâletini bulmuş, siyasî, iktisadî, harsî (kültürel) bir devlet sistemini almıştır.
Halk Fırkası milliyetçiliği en ehemmiyetli umdelerinden biri edinmiştir.” Metinde görüldüğü gibi, Cumhuriyet’in kurulmasından bile “millî idare” diye bahsedilmektedir. Türk Ocakları’nın 23 Nisan 1925’te toplanan İkinci Kurultayı’nda seçilen Yönetim Kurulu, Hamdullah Suphi başkanlığında, 27 Mayıs 1925 günü devrin Başbakanı İsmet Paşa’yı (İ.İnönü) ziyaret eder. Başbakan kendisini Ziyarete gelen Türk Ocağı Heyetine şunları söyler: “Sizi bir Ocaklı kalbiyle selâmlamış olmaktan bilistifade, birkaç söz söylemek isterim. Bunu gerek dahilde gerek hariçte söylemek için artık vehmedecek bir nokta-i endişemiz yoktur. Milliyet, yegâne birleşme vasıtamızdır. Diğer anâsır, Türk ekseriyeti karşısında bir tesire sahip değildir. Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları, behemehal Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek anâsırı kesip atacağız.
Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız özellik, her şeyden önce o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”[5] Devrin Başbakanı İsmet İnönü’nün günün gazetelerinde de yayımlanan bu Türkçü-milliyetçi sözleri, şahsî fikirlerini değil, Türkçülük-milliyetçilik fikrinin devlet politikalarındaki önemli yerini işaret eder. Atatürk’ün yakın çevresinde de bulunmuş olan ünlü yazarımız Yakup Kadri,Cumhuriyet’in kuruluşunda Türkçü-milliyetçi anlayışın ne kadar hakim fikir olduğunu, Türk Ocağı ile ilgili bir yazısında şöyle belirtiyor: “Türk Ocağı, düne kadar birtakım yabancı tesirlerle çevrili olan Türk varlığını gerek siyasi gerek sosyal gerek sanat gerek ırkî sahada muhafaza ve müdafaa ediyordu. Bu vazife onun için yeterli hayat sebebi idi. Lâkin bugün aynı vazifeyi, şüphesiz yine Türkçülük cereyanından doğmuş olan daha geniş, daha yaygın diğer bir müessese kendi omzuna almış bulunuyor.
Bu müessese ordusuyla, hükümetiyle, idarî, adlî ve kültürel teşkilâtlarıyla şu koca Türk devletidir.(…) Şu halde görülüyor ki Türk Ocağının üstlendiği vazifelerden birçoğu Türkçülük mefkûresinin siyasette gerçekleşmesinde tamamıyle bir devlet işi olmuştur.”[6] Atatürk Devri Türkiye’sinde devlet politikalarının Türkçülük-milliyetçilik üzerine kurulduğunu o devrin bütün yazar ve eserlerinde, hükümet politikalarında görmek mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti, “millî devlet” tir. Türkiye Cumhuriyeti, Türk milliyetçilerinin idealindeki “millî devlet” olarak kurulmuştur. Atatürk, Nutuk’ta Türkiye Cumhuriyeti’nin, “millî” ve “asrî” “Türk devleti” olarak kurulduğunu ifade etmiştir.[7] Millî devlet, “kurucusu ve sahibi bir tek millet olan devlet” demektir.[8] Cumhuriyet’in kurucularına göre, Türkiye’de tek millet vardır. O da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk milletidir.
Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” diyerek bunu açık seçik ortaya koymuştur.[9] Cumhuriyet’in kurucu fikri Türk milliyetçiliğine göre, “millet”, “dil, kültür ve ülkü” birliğine; kısaca da “mensubiyet” esasına dayanır. Mensubiyet, insanın kendisini bir millet ait sayması duygusudur. Bundan dolayı Türk milliyetçiliği “ırkçı” değildir. Kendisini “Türk” kabul eden, “Türküm” diyen herkesi “Türk” kabul eder. Marksizm-Komünizm, “din” kavramını tanımadığı gibi “millet” varlığını da tanımaz. Çünkü esas aldığı cemiyet birimi, “işçi sınıf” dır. Bundan dolayı, Marksist-Komünistler (Çoğu zaman kendilerini Sosyalist kimliği ile nitelerler), millet yerine mecbur kaldıklarında halk-halklar terimlerini kullanırlar. 1990’da Sovyet-Rusya’da Komünist rejimin yıkılmasından sonra bu ideoloji önemini kaybetti.
Türkiye’deki taraftarları da yön değiştirerek çeşitli fikir kılıklarına (insan hakları savunucusu, Batıcı liberalist, AB’ci, lâikçi vb) girdiler; değişmeyen tek yönleri ise Türkçülük-milliyetçilik dışında ve karşısında olmaları. Onun için bunlar üzerinde fazla durmaya değmez. “Siyasi İslâmcılar”, “Millet” kelimesini, kelimenin Arapçada kullanılan anlamını kastederek bizim bugünkü Türkçede “ümmet” kelimesiyle karşıladığımız “aynı dine inananların meydana getirdiği topluluk” anlamında kullanmaktadırlar. Siyasi İslâmcılara göre, insanlar arasında “milliyet bağı” yoktur veya böyle bir bağ geçerli değildir; tek geçerli bağ, “dindaşlık bağı”dır.
Bundan dolayı onlara göre, aynı dinden olanlar bir “millet”tir. O da“İslâm milleti”dir. Bundan dolayı Siyasi İslâmcıların, “Türk milleti” demek yerine sadece “millet” sözünü kullanmaları bilmeyenleri aldatacak bir kavramdır. Kısaca, “millet” sözünü kullanan Siyasi İslâmcılar, “millet”, “milletimiz”, “tek millet” vs. derler; fakat bir türlü milletin adını “Türk” olarak söylemezler. Son yıllarda, “Türk” ve “Türklük” kimlik ve kavramları yerine, sadece vatandaşlık ve Coğrafyayı esas alarak “Türkiyelilik” kimliğini ileri sürenler, hem “Türk” kimliğini hem Türkiye’nin Türklüğünü yani “millet”i kabul etmeyenlerdir.“Türkiyelilik” kimliğini savunanlar, kendilerini “Türk” değil “Türkiyeli” olarak kabul ediyorlar.
“Ne mutlu Türküm diyene” sözüne karşı çıkılması, hem Türklük hem millet kavramına karşı olunmasındandır. Siyasi İslâmcıların, mozaikçilerin, etnik bölücülerin “Türk” kimliği yerine “Türkiyeli” kimliğini savunmalarının sebebi budur. Sözün kısası, Türk başka Türkiyeli başkadır. Türkiye “Mozaik” Değildir. Bu memleket, tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk kalacaktır. [10] M. K. Atatürk 1990’lı yıllarda, Türkiye’nin çok kültürlü, çok etnikli yani mozaik bir ülke olduğu fikri ortaya atıldı. Türkiye’nin siyasi hayatında ve idaresinde etkili veya yetkili kişiler bile önünü sonunu hesaplamadan “Türkiye bir mozaik; mozaik kültür bizim zenginliğimizdir.” demeye başladı. Mozaiklik propagandasıyla beraber, içeride ve dışarıda “Tür kimliği” tartışmaya açılarak, “Türkiyelilik” kimliği terimini gündeme getirildi. Basında yerli yersiz “etnik kimlik” istatistikleri yayımlanmaya başlandı. Bu etnikçi-mozaikçilerin hedefi, Türkiye’yi bir “mozaik” ilân edip, “millî devlet”in temelini çökertmektir. Mozaiklik,Türkiye’nin sadece Türk milletine ait olmadığı iddiasıdır. Mozaik, “bir bütünlük göstermeyen, eşit şartlarda yan yana yaşayan kültürler topluluğu”; “çok sayıda farklı etnik gruptan oluşan toplumsal yapı” anlamına gelir.
Türkiye bu anlamda “etnik mozaik bir ülke” değildir. Etnik mozaik bir ülkede, ülkenin “hakim milleti”, “hakim kültürü” olmaz; eşit şartlarda yan yana yaşayan farklı kültürlerin sahibi etnik gruplar bulunur.[11] Milletler arası ilmî ölçülere göre, bir ülkenin “etnik mozaik” olarak tanımlanabilmesi için genel nüfusun %35’inin farklı etnik gruplardan meydana gelmesi gerekir. Halbuki bu oran Türkiye’de %10’lardadır. 74 milyon kabul edilen Türkiye nüfusunun % 90’ı Türk’tür. Türkiye’nin etnik-mozaik olduğunu iddia eden görüşler, genel olarak, Alman Peter Alford Andrews’in 1992’de “Türkiye’de Etnik Gruplar” adıyla Türkçeye tercüme edilen kitabına dayanmaktadır.[12] P.A. Andrews, bu kitabında Türkiye’yi 47 etnik gruptan meydana gelen bir mozaik ülke olarak göstermektedir. Andrews, eserinde 18 farklı Türk boy ve gurubunu Türk’ten ayrı etnik saydığı gibi, 21 kişilik Alman gurubu bile etnik gurup saymıştır.
Türkiye’de etnik gurupların sayısını mümkün olduğu kadar arttırma gayretine rağmen Andrews’in hesabına göre Türkiye’de Türklerin oranı, % 88.03; diğerlerinin oranı ise %11.87’dir.[13] P.A.Andrews’in 2001’de ABD’de bir kuruluş için hazırladığı raporda da Türkiye’de toplam etnik nüfusu zorlamalarla %13.79 olarak göstermektedir. Bu demektir ki her durumda, her çeşit zorlamaya rağmen Türkiye’de “Türk” nüfusun genel nüfusa oranı en az %86’dır. Elbette her ülkede, kurucu hakim milletin dışında kendisini ırk, dil veya din bakımından farklı kimlikle tarif eden insanlar bulunabilir. Meselâ “millî devlet” olan Fransa’da, kendisini Fransız kimliği dışında kabul eden etnik grupların oranı, % 20’nin üzerindedir.
Buna rağmen Fransa, “etnik mozaik” veya “çok kültürlü” bir ülke olmayı kabul etmez. Türkiye’yi “mozaik” olarak görenler veya görmek isteyenler, Türkiye’de hakim ve devletin kurucu unsuru “Türk milleti” varlığını reddedenlerdir. Mozaikçiler, Türkiye’yi, içinde Türklerin de bulunduğu 30 veya 47 etnik gruba ayırıyorlar. Yani “Türk ülkesi” Türkiye’de “Türk”ü mozaik bir ülkede eşit şartlarda yan yana yaşayan etnik gruplardan herhangi biri saymaya çalışıyorlar.
Halbuki, Almanya’nın Alman ülkesi, Fransa’nın Fransız ülkesi olduğu gibi Türkiye de Türk ülkesidir. Türkiye’de, Mozaikçi görüşleri savunan bir grup da “Mavi Anadolucular”dır. Bunlara göre, Türkiye halkının (bize göre Türkiye Türkleri) kökeni Orta Asya’ya dayanmaz. Anadolu 1071’den itibaren fethedilip Türkleştirilmemiştir. Anadolu’nun 1071’de başlayan bir tarihi yoktur. Belki “doğudan bazı göçmenler(?) Anadolu’ya gelmiştir.” Ancak bunlar, yerli halklarla karışıp kaynaşmış ve böylece Türkiye’de melez bir halk meydana gelmiştir. Mavi Anadolucu-mozaikçilere göre, “Hititler hiç kuşkusuz Türk değildi, ama biz Türkler, biraz Hititli biraz Firigyalı biraz da Lidyalı, Kapadokyalıyız.” İşte bu sebeple Mavi Anadolucular, “Bugünkü Türk kültürünün, Anadolu’da yaşmış medeniyetlerin bir sentezi olduğunu” savunup propagandasını yaparlar.
Yani Anadolu’da müstakil bir “Türk milleti” ve “Türk kültürü” yoktur. Türkiye halkı melez olduğuna göre, Orta Asya ile de bir bağı yoktur. Onun için Türkiye’de Türklerin sadece adı vardır. Kısaca, bu Mavi Anadolucu-Mozaikçi görüş, Türkiye’nin Türklüğünü veya Türkiye’de Türk’ün varlığını kabul etmemektedir. Mavi Anadolucular’ın başlıca temsilcileri arasında, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir), Sabahattin Eyüboğlu, İsmet Zeki Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol, Melih Cevdet Anday, İskender Ohri, Bozkurt Güvenç sayılabilir.[14] Halbuki, Anadolu, 12. yüzyıldan beri yerli ve yabancı kaynaklarda “Türk ülkesi” anlamında “Türkiye” olarak adlandırılır.
Türkiye Cumhuriyeti de yukarıda belirttiğimiz gibi “millî devlet” olarak kurulmuştur. Atatürk, 1931’de okullar için yazdığı (el yazıları ile de yayımlanan) Medenî Bilgiler , adlı kitabında, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” demiştir. Cumhuriyeti’n kurucusu, Türkiye’de Türk milletinin hakim olduğunu, Türkiye’nin tarihte ve halde Türk olduğunu her fırsatta belirtmiştir: “Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır.”
“Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hattâ Lâzlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış isimlendirmeler, birkaç düşman âleti mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet fertleri de umum Türk camiası gibi aynı ortak maziye, tarihe ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.”[15] Atatürk, 16 Mart 1923’te Adana Türk Ocağında, Adana esnafına hitaben yaptığı konuşmada şu ifadelere yer vermektedir: “Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir.
Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. (…) En nihayet, Asya’nın göbeğinden tamamen kaynayan Türkler soyundan ırkdaşlar buraya gelerek memleketi, asli sahiplerine iade ettiler. Ermeniler vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler, koyu ve öz Türk memleketidir.” [16] Etnikçi ve Mozaikçilere karşı, Atatürk’ün “Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür, ebediyen Türk kalacaktır.” sözü, daha da önem kazanmaktadır. Mozaikçiler, etnik bölücüler, millet kavramını reddeden ideoloji sahipleri kısaca Türkiye Cumhuriyet’in “millî devlet” oluşunu hazmedemeyenler, bu bezeri “Türkiye Türklerindir.”, “Ne mutlu Türküm diyene” gibi sözleri sevmezler. Bugün “Avrupa Birliği uyum kanun ve uygulamaları”, “azınlık hakları”, “kültürel haklar”, “demokrasi”, “çok kültürlülük”, “çeşitliliğimiz zenginliğimizdir.”, “Türkiye mozayiği” vb ifadeler altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kuruluş özelliği, yani “millî devlet” oluşu, tartışma konusu haline getirilmek istenmektedir.