DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ
Batılılar ve bölücüler doğuda Kürtler'e toprak vermemizi, onların devlet kurmasını istiyorlar!..
Bu devletin topraklarını kuzeyde Kars'a, Erzurum'a; güneyde Adana'ya kadar uzatıyorlar!... İran, Suriye ve Irak'tan alacakları topraklar ile neredeyse Türkiye'den büyük bir Kürdistan hayal ediyorlar!..
Bu Kürdistan denize açılmış, Musul ve Kerkük petrollerine sahip Fırat ve Dicle'nin hakimi bir Kürdistan!.. Ve tabii Batı Avrupa'nın, Amerika'nın kuklası!..
Böyle bir şeye asla izin verilemez!..
Ama şöyle bir durup düşünelim... Eğer verseydik, sonuçları ne olurdu!...
Eğer doğu ve güneydoğu Anadolu'daki illeri (ALLAH korusun!) verip te böyle bir Kürt devleti kurdursak; Doğu'da yaşıyan halkın çoğunluğunun böyle bir uygulamadan yarar görmiyeceği aşikârdır!
Önümüzde Kuzey Irak örneği vardır... Millet değil aşiret devri yaşıyan Kürtler, orada hâlâ birbirlerini boğazlamakla meşguller!... 1996'da bile durum böyleydi. TÜRKİYE araya girdi de, biraz toparlandılar. Ancak 21 Mart 2007'da (Nevruz) BBC televizyonunda konuşan Freşta Raper adlı Halepçeli bir Kürt kadını, tüylerimizi diken diken eden olaylar anlattı. Kuzey Irak'taki sözde Kürt yönetimi bölgesinde her işin Barzani ve Talabani'nin akrabaları, yakınları tarafından yürütüldüğünü, rüşvetsiz iş görülmediğini, zulüm ve tecavüz olaylarının alabildiğine yaygın olduğunu söyledi. İngliiz sunucu, "Yanlış anlamıyorum, değil mi? Saddam döneminden söz etmiyorsunuz, huzur ve barış içinde olduğuna inandığımız Kürt bölgesinden bahsediyorsunuz, değil mi?" diye sordu. Kadın "Evet," dedi. Sunucu yine inanmayarak, "Yani Kürtler, Kürtler'e mi eziyet ediyor?" deyince, kadın, "maalesef, durum çok kötü, neredeyse Saddam'ınki kadar kötü," dedi!..
Eğitimsiz ve devlet idaresinde tecrübesiz insanların, üstelik te eşkiya ruhlu bu insanlara devlet kurdurmak; önce Kürt halkının sefaletiyle sonuçlanacak, sonra TÜRKLER'e, Araplar'a, Farslar'a felâket getirecektir. Bölgenin, TÜRKİYE'nin ve dünyanın başına belâ olacaktır!..
Kaldı ki, "Kürdistan" dedikleri Irak ve TÜRKİYE'deki bölgelerde yaşıyanların çoğu gene TÜRK'tür!.. Orayı "kürdistan" yapmak, onlara haksızlık olacaktır!..
Üstelik böyle bir durumda, bugüne kadar kimsenin ses çıkartmadığı Güneydoğu Anadolu'dan batıya göç, artık ayrı bir devletleri olduğu için mümkün olmayacaktır.
Yani bugün bölücülerin tabiri ile "kürdistan"da yaşıyanların bulunduğu ülkeye İstanbul, İzmir, Denizli, Antalya, Mersin, Adana, Trabzon, Samsun, Marmaris, Bodrum dahil!.. Kürtler oralara rahatça gidip gezebiliyorlar, oralarda yaşıyorlar.
Halbuki bir Kürdistan kurulursa, bu ancak Hakkâri, Batman, Şırnak, Bitlis ile sınırlı kalacak... Urfa, Gaziantep, Van, Diyarbakır'ı alabileceklerini sanıyorlarsa, aldanıyorlar!
Üstelik böyle bir devlet kurabilmek için önce Türkiye'deki Kürtler'in gerçek sayısını, nerede yaşadıklarını ve gerçekten "kürdistan" isteyip istemediklerini tesbit etmek gerekir... Yani Türkiye'deki bütün Kürtler, İstanbul-İzmir-Adana-Ankara gibi yerlerde yaşıyanlar da dahil olmak üzere belirlenecektir...
Sonra da onlara "İstemiyor muydunuz?.. Alın size bir Kürt devleti kurduk... Hadi bakalım, şimdi hepiniz oraya!" denilecektir!
Yani "kürdistan" ancak "batıya yerleşmiş Kürtler'in doğuya geri gönderilmesi"yle gerçekleşebilir ki, bunu da en başta Kürtler'in istemiyeceği muhakkaktır. Yeni bir devlet tartışması; Kürt olmayı, bu vatandaşlarımız için bir sıkıntı haline getirecektir.
Yani, böyle bir gelişmeyi TÜRKLER'in kanları pahasına önleyecekleri bir yana, Kürtlerin büyük çoğunluğu da karşı çıkacaklardır!..
Nitekim 1991 seçimleri'nde, Erdal İnönü'nün DEP'le ittifak yapmasına ve bütün propogandaya rağmen bölge halkının %70'i "AYIRIMCILIĞA HAYIR" demişti!.. Ondan sonraki hiç bir seçimde de durum farklı olmadı!... Hatta bölücü oylar düştü!.. %4 seviyesine indi!
Ne zamanki Avrupa Birliği Türkiye'nin tek amacı gibi gösterilmeye başladı, ne zamanki Mesut Yılmaz gibileri "Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" dedi, ve ondan Hıristiyan Batılı misyonerlere, ajanlara adeta Güneydoğu'da mesken sağladı, HEP-DEP-DEHAP bölücü partisinin oyları 5-7 civarına çıktı. Ama yine de %10 barajını aşamadı!.
Bu sonuç şaşırtıcı gelmemelidir... Çünkü Güneydoğu Anadolu'nun nüfusunun büyük kısmı TÜRK'tür!.. Bölünmeye asla izin vermiyecektir!
Artık herkesce bilinmeli ki, son 500 yıldır "KÜRT" KAVRAMI, BİR MİLLETİ DEĞİL; DAĞINIK (DAĞLI) GÖÇEBELİK ÖZELLİĞİNİ GÖSTERİR.
DAĞINIK GÖÇEBELİĞİN, yani KONAR-GÖÇERLİĞİN İSE DEVLETİ DE, EDEBİYATI DA OLMAZ!..
Eğer GÖÇEBE TÜRKMENLERİN DEVLETİ, EDEBİYATI ve KÜLTÜRÜ var ise; bu, toplu ova göçebesi olmalarından, yerleşik düzene geçmelerinden, on kadar büyük devlet kurmalarından dolayıdır ki; bunlar arasında SELÇUKLU, OSMANLI, AKKOYUNLU, KARAKOYUNLU ve SAFEVİ devletleri vardır. (28)
Bugün Kürt diye anılan kimseleri ayrı ve tek bir millet olarak düşünmek çok yanlıştır. Zira KÜRTLER, aralarına başka milletlerden karışma olmasına rağmen, BİR ÇOK TÜRK OYMAĞININ BİNLERCE YILDAN BERİ BİRBİRİ ÜZERİNE YIĞILARAK KAYNAŞMASINDAN ORTAYA GELMİŞ BİR TOPLULUKTUR.
KÜRTLER ARASINDA TÜRKLERİN HER BOYUNDAN, HER OYMAĞINDAN BİR PARÇA BULMAK MÜMKÜNDÜR!..
URARTU döneminden sonra, AKKOYUNLULAR ve KARAKOYUNLULAR dönemine kadar bu bölgede bağımsız ayrı bir devlet kurulmamıştır. Bölgede yaşıyan insanların çok sarp ve dağlık bir arazide, birbirinden kopuk olarak yaşamaları ve yeni gelenlere karşı varlıklarını korumaya çalışmaları yüzlerce küçük oba meydana getirmiş, zamanla bunlar arasında dil ve din açısından da farklılıklar doğmuştur.
Ancak inkâr edilemez bir gerçek vardır. Bu küçük gruplar daima SELÇUKLU, AKKOYUNLU, KARAKOYUNLU, OSMANLI, ve SAFEVİ gibi TÜRK devletlerinin bünyesinde ve huzur içinde yaşamışlardır.
Kürt ayırımcıların iddialarının aksine, bu aşiretlerin kendilerine has ortak bir devlet-millet-edebiyat-tarih geçmişleri olmadığı için; "milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı"ndan söz eden Lenin, yüzbinlik topluluklara bile özerk bölgeler tanırken; Kürtler'e bu hakkı vermemiştir.
" Nasıl edeyim de Türkleri bin parçaya böleyim?" diye düşünen Stalin bile, böyle bir yaklaşıma girmemiştir.
Kürt asıllı vatandaşlarımız, dağlık bölgelerde yaşıyan diğer topluluklar gibi sert mizaçlı, kendi içinde çok bölünmüş, birbirleriyle dahi sürtüşen; ama başka milletlerden daha çok, bize benziyen insanlardır.
Kendilerine has özellikleri ise, bütün dağlık bölgelerde yaşıyan halklarda görüyoruz. 3 milyon nüfuslu Arnavutluk, birbirine hasım 16 aşiretten meydana gelir. Bazen kendilerinden daha çok, biz Türkler'e yakındırlar. Kafkasya'da ise 10 kadar ayrı grup görülmektedir. Dağıstanlı, Çeçen, Çerkez, Abaza, Gürcü, Azeri, Mesket (Ahıska) ve daha niceleri hep dağlık çoğrafyanın ürünüdür.
Bu insanları birleştiren tek isim de TÜRK'tür.
SAMİ olmadığını bildiğimiz Kürtler'i, ayırımcılar hem Aryan ilan etmekte, hem de FARS olmadıklarını söylemektedirler!..(29)
Milattan 500 yıl öncesine kadar Mezopotamya bölgesinde SAMÎ ve TURANÎ kavimlerden başkasının olmadığını gördük. M.Ö. 2000'lerde gelen Aryanlar'ın, Kafkaslar'dan Anadolu'ya girip Hurriler içinde eridiklerini biliyoruz.
İran'daki ilk yerleşen ELÂMLAR'ın TÜRK kökenli olduğunu belirttik. Bölgede tek Hint-Avrupaî kavim, sonradan ortaya çıkan FARSLAR'dır. Rıza Pehlevi 2500 yıllık İran Farisi İmparatorluğu'nun tacını giymiş, kısa bir süre sonra da ülkesinden kaçmak zorunda kalmıştı. Unuttuğu husus, bu devrenin büyük bir kısmının TÜRK devletlerine ait olduğu idi, ama davranışı İran (Aryan) tarihinin ancak milattan 500 yıl önceye gidebildiğini itiraf ediyordu.
Kürtler haklı olarak "Biz FARS değiliz," diyorlar... Biz de o kanaattayız. Belki İran'da bir kaç Fars kökenli aşiret vardır, ama o kadar.
Ancak bunu derken, Hint-Avrupaî olmadıklarını da kabullendiklerinin farkında değiller!.. Çünkü bölgede FARS'tan başka Hint-Avrupaî kavim yok!..
Eğer ayırımcılar, "Biz başka daldan ARYAN bir kavmiz," derlerse; bu, gerçekçi olmaz.
Çünkü MEZOPOTAMYA gibi medeniyetin beşiği bir bölgede hem (kendi iddialarına göre) 5000 yıldır var olacaksın; hem de doğru dürüst bir dilin, bir medeniyetin, bir edebiyatın, en önemlisi bir devletin olmayacak... Bu mümkün değildir!..
"Bizden" dediğin devletlerden de sana yansıyan bir kültür yoksa, o devlet nasıl senin olur ki?..
Bugün TEORİ, YENİ ÜLKE, ÖZGÜR GÜNDEM, 2000'E DOĞRU, GERÇEK gibi pek çok ayırımcı dergi bir KÜRT EDEBİYAT TARİHİ yaratmak için tefrikalar yayınlıyor... Biliyorlar ki, edebiyatı olmayan bu halka Lenin bile "milletlerin kendi kaderini tayin hakkı"ndan yararlanma imkanı vermedi.
Bu olay, Kürt ayırımcılar için bir yüzkarası teşkil ettiğinden, kendilerine bir edebiyat yaratma çabasına girdiler.
Ama bir hususun unutulmaması gerekir. Son 1000 yıldır, 1993 yılı da dahil olmak üzere, Kürt şair ve edebiyatçıları tarafından yazılmış olanlar, bir KEMAL TAHİR KÜLLİYATI'ndan azdır!..
Aynı şekilde AZİZ NESİN, ÖMER SEYFETTİN, PEYAMİ SAFA KÜLLİYATI tek başlarına tüm KÜRT EDEBİYATI'na bedeldir!..
Yani Lenin haklı idi!.. Bir Kürt Edebiyatı yoktur!..
Denilebilir ki, "Kürtler TÜRK boylarından ise, nasıl olmuş ta, dilleri böyle ayrı düşmüş?" ...
Bu sorunun cevabı açıktır. Bizim Girit ve Kıbrıs'taki soydaşlarımız sadece 100-150 yıl bizden ayrı ve Yunanlar ile birlikte olunca dilleri ne derece bozulmuş, görüyoruz. Dilimizi konuşamıyan Kürt vatandaşlarımız dağlık bölgenin ve İran'a, Irak'a yakın olmanın etkisiyle 1520'den bu yana Anadolu Türkçesi'den uzaklaşmışlardır.
Ama, bu onların TÜRK kökenli olmadığını göstermez.
Kürt asıllı vatandaşlarımızın kullandığı dil, bizden çok Orta Asya Türkçesi'ne yakındır. Vurgusuyla, telaffuzuyla, kelimeleri, takılarıyla mesela Özbek şivesini çok andırır. "Özümüz Türki, dilimiz Farisi" diyen Tacikler'in diline çok benzer.
Fırsat buldukça kendilerini Avrupa'ya atan ayırımcı Kürtler, bir de Orta Asya'ya uzansalar, kendilerini aravatanlarında hissedecekler, belki de iddialarından vazgeçeceklerdir.
Öte yandan 1520 yılı önemlidir... Çünkü İran Şiiliğini kontrol altında tutmak istiyen Yavuz Sultan Selim, Ege, Akdeniz ve Orta Anadolu bölgesinden pek çok Türkmen aşiretini getirip Doğu Anadolu'ya yerleştirmiş, ancak bu kişiler Kanuni Sultan Süleyman dönemiyle başlıyan ekonomik bunalım sebebiyle ihmal edilmişler; hem medeniyetten hem de dillerinden uzaklaşmışlardır.
Yani aslında yüzyıllardır ihmal edilen Kürtler değil; nice ümitler ile o bölgeye yerleştirilen TÜRKLER'dir!..
Bu kişiler ihmal sonucu bugünün Kürtlerini meydana getirmişlerdir.
Bunu ayırımcılar bile kabul eder.
Öyleyse yapılacak iş, beyhude yere binbir aşireti, binbir lehçeyi KÜRT adı etrafında toplamaya çalışmak yerine; binlerce yıl olduğu gibi TÜRKLER ile birlikte, ayırım yapmadan yaşamaya devam etmektir.
Nasıl ki şimdinin Türkleri; Yürük, Osmanlı, Selçuklu kavramlarına dönmeye çalışırlarsa, kaybederler. Hem Asya'daki, hem Avrupa'daki kardeşleri ile bütünleşemezler...
Aynı şekilde Güneydoğu'daki insanlarımız da geçmişte kalmış olan KÜRT kavramına sarılırlarsa, ilerliyemezler.
İlerliyenlerin ayakları altında ezilirler!..
Kürt kelimesini MİLLET ADI olarak ortaya atanlar, artniyetli batılılardır, bunun da tarihi 100 yıl bile değildir!..
Çünkü KÜRT adı ta Abbasiler zamanından beri GÖÇEBE DAĞLI KABİLELER'e verilmiş ortak lakabdır... Osmanlı Döneminde yaygınlaşmış, tamamen o anlamda kullanılmıştır.
Firdevsi'nin Kürtler'e nasıl bir tanım yaptığını ilerde vereceğiz. (Bakınız:TAHİR TÜRKKAN'IN TARİH NOTLARI- 3. BÖLÜM: DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN PAYI)
Kürt kelimesi, biraz küçümseme taşıyan bir kelime olduğu için de, halk tarafından asla benimsenmemiştir... Halk kendine "Gurmanç, Zaza, Dersimli" der.
Kürtlük, göçebeliğe bağlı olduğu için, tıpkı Yürüklük gibi kaybolmaya mahkûmdur. Bundan da üzüntü değil, sevinç duymak gerekir.
Kürtlüğün kaybolacağına delil mi istersiniz?..
Dağlardan inip tek kelime Türkçe bilmeden İstanbul'a, İzmir'e, Ankara'ya göçüp yerleşenler; daha ikinci nesilde Kürtlükten sıyrılmaktadırlar!..
Bugün "bütün Kürtlerin oraya taşınması şartıyla" Doğu'da bağımsız bir Kürt Devleti kuracağınızı söyleseniz, hiç biri gitmez!...
Eğer zorlarsanız, hiç biri Kürt olduğunu kabul etmez!.
Çünkü onlar artık gerçekten Kürt değildir. O özellik, şehre yerleşmesi ile kaybolmuştur.
Yerleşik şehir hayatı benimsiyenler için Kürtlük ancak yemeklerde, düğünlerde, türkülerde, yani folklörde yaşayabilir!..
Yalnız burada üzerinde durulması gereken bir husus var!...
Büyük şehirlere göçedenler, gecekondularda kendi hemşehrileri ile birlikte, yani Kürtler'in arasında bir klan hayatı yaşamakta; herhangi bir olayda sopayı kapıp grup halinde karşılarına çıkanlara saldırmaktadırlar.
Artık buna izin verilmeyeceği Malkara, Urla, İzmir, Aydın gibi yerlerde cereyan eden olaylarla ortaya çıkmıştır. (1993) Daha büyükleri Trabzon, Seferihisar'da yaşandı. (2003-2005) Ayrıca bazı Kürtler'in de yeraltı dünyası ile ilişkiye girmeleri, nakliyecilik, pazarcılık, kapıcılık, özellikle sendikacılık gibi meslek dallarına el atıp; kumarcılık, pavyonculuk, esrar ve kadın satıcılığı yapmaları, ve zorbalıkla, haraçla iş görmeleri tepki uyandırmaktadır.
Hem büyük şehirde olup, "Ben Kürdüm" diye halka kafa tutmak, hem de onlardan iş, ev ve anlayış beklemek mümkün değildir!..
Bu ülke hepimizindir ama, insanca yaşamak ve ayırım yapmamak kaydıyla!..
Gecekondudan ve yeraltı dünyasından kurtulan Kürtler, bunun farkında olduklarından; ve "Kürt" kavramı artık büyük şehirlerde bu uygunsuzlukları temsil ettiğinden; Kürtlükten sıyrılmak için büyük çaba içindedirler. Bu olay Güneydoğu'da dahi böyledir. 1992 baharında bir ayaklanmaya girişen ayırımcıları en çok şaşırtan şey, "Başkent" dedikleri Diyarbakır'da hiç bir olay çıkmamasıydı!.. (30)
Gaziantep, Urfa, hatta Hakkari'de bile sokağa dökülen olmadı.
Esas olaylar, aslında "bir kasaba niteliğine bile ulaşamamış" Şırnak ilinde idi... Şehirleşen kişinin Devlet'le alıp veremediği yoktu.
2007 Nevruz Bayramı'nda da Kürt bölücüler 1-2 yıl öncesi topladıklarının beşte birini bile toplayamadılar. Güneydoğu'da değil, İstanbul'un gecekondu semtlerinde olay çıkardılar. İşte bu "Nevruz Ayaklanması" teşebbüsü bile bizi doğrulamaktadır.
Irak'ta 1992 Kürt seçimlerinde binbir hile ile "eşit" sonuç çıkartılması; bir tarafın daha çok oy alması halinde, çıkacak çatışmalardan korktukları içindi.
Seçim yapıldı, sözde bir hükümet kuruldu ama, hiç bir şey değişmedi... Köroğlu bile, dağlarda bu Kürt hükümetinden daha düzenli bir hayat tarzı sağlamıştı!..
Daha önce de dedik, göçebenin aşiret düzeni olur, devleti olmaz!..
Patikası olur, yolu olmaz!..
Eşeği olur; treni, uçağı olmaz!..
Şeyhi, şıhı olur; okulu, üniversitesi olmaz!..
Kaçakçısı olur, ihracatcısı olmaz. Saracı olur, sanayicisi olmaz!..
Eşkiyası olur, ordusu olmaz!...
Onun içindir ki, Iraklı Kürtler, Amerika'nın, hatta bütün Batı Avrupa'nın desteğine rağmen hâlâ düzenli ordu kuramadılar!... Üstelik sık sık aşiretler birbirinin gırtlağına sarılıyorlar!..
Çünkü Barzani'nin Kürtleri ile Talabani'nin Kürtleri birbirinden farklıdır!... Bir araya gelmeleri Türkler ile bir araya gelmelerinden daha zordur! Übtelik Barzani'nin aşiretinin Yahudi kökenli olduğu bilinmektedir. Ayrıca sadece Irak'ta 30 ayrı Kürt aşireti vardır. Barzani ve Talabani'yi A.B.D., Batı Avrupa, İsrail desteklemese, Özal gibi kendini bilmez Türk politikacılar onları adam yerine koymasa, adları bile duyulmazdı!..
Bölücü Kürtler'in kaderi Rumlar'a, Ermeniler'e benzer. Hayatları boyunca Batılı emperyalistlere uşak olmaya mahkûmdurlar. Yunanistan, Ermenistan gibi bir devlet kursalar bile!..
Bütün bunlardan ders alıp şehirli toplum düzenine ayak uyduran "Kürt" vatandaşlarımızın, bir eziklik duymasına sebep olmadığı gibi; bu kişilerden bizim de korkumuz yoktur!.
Yeter ki, bir "devlet kurma" iddiasıyla silaha sarılanları desteklemesinler!... Gazi olayları (1996) gibi ayaklanmalara katılmasınlar!.. Yabancı ülkelerin onları daha kolay yutmalarını sağlıyacak bir bölünmeye hizmet etmesinler!.. Gafil politikacılar yüzünden bölgeyi sarmış olan misyonerlere, ayjanlara kanmasınlar!
Ve bilsinler ki, bizim "Kürt" vatandaşlarımızı öldürenler TÜRK değil, "onları kurtaracağını" öne süren yabancı maşası KÜRT AYIRIMCILAR'dır!..
Herkes PKK'yı biliyor... Ama bakın, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün sitesinde DHKP/C, TKP/ML-TİKKO ve MLKP gibi diğer Kürt bölücü terör örgütlerinde yaşanan bazı olaylar nasıl sıralanıyor:
- Yaptıkları en ufak harcamalardan dahi militanlarından hesap soran örgütün üst düzey sorumlularının yurt dışında zevk-ü sefa içinde yaşadıklarını,
- Örgütün üst düzey elemanları arasında her türlü ilişkinin serbest olmasına rağmen, alt düzey elemanlar arasında duygusal ilişkilerin büyük cezalara sebep olduğunu, itiraz dahi edemediklerini,
- Yaptıklarının boş olduğunu ve kendilerinin kullanıldığını anlayarak örgütten ayrılmaya karar veren örgüt mensuplarının 'iş birlikçi, hain ve şerefsiz' olarak suçlandığını, öldürülme korkusuyla bu zor şartlara katlandığını, (Bu ve benzer konular KURTLAR VADİSİ PUSU ve TERÖR dizilerinde çok güzel işlenmişti.)
- Gençleri, sözde uyuşturucudan koruma propagandaları yapan Dev-Sol örgütünün, bizzat gelir temin etmek amacıyla 1980 yılı ilkbaharında örgüt liderlerinden P. G., E. C. ve A. T. vasıtasıyla yurt dışına 4 kilogram eroin sevkıyatı yaptığını,
- Dev-Sol örgütü üst düzey yöneticilerinden P.G'nin, örgüte maddi destek sağlamak için uyuşturucu madde ticaretinden elde edilen örgüte ait 400 bin frangı çaldığı gerekçesiyle terör örgütü elebaşı tarafından 11 Temmuz 1991 tarihinde Paris'te öldürtüldüğünü, o tarihten sonra pek çok kişinin benzer sebeple ortadan kaldırıldığını,
- Dev-Sol terör örgütü liderinin Fransa'daki cezaevinden tahliyesi sonrasında uyuşturucu trafiğinin hızlandığını, uyuşturucu trafiği ve mafya ilişkilerinin örgütün diğer kadrolarından gizlendiğini,
- Dev-Sol terör örgütüne yönelik 27 Temmuz 1993 tarihinde yapılan operasyonda yakalanan S.Ö'in ikametinde 2 bin 65 gram esrarın yakalandığını,
- DHKP/C'ye yönelik 12-25 Eylül 1995 tarihlerinde İstanbul'da yapılan operasyonlarda yakalanan 6 şahısla birlikte 500 gram esrarın ele geçirildiğini,
- DHKP/C'ye yönelik 18 Nisan 1995 tarihinde İstanbul'da yapılan operasyonda R.T'nin 10 kilogram eroin ile yakalandığını, R.T. ve C.T'nin, terör örgütü liderinin talimatları doğrultusunda yurt dışına uyuşturucu madde götürdüklerini, elde edilen para ile örgüte silah alındığını,
- DHKP/C terör örgütü içerisindeki faaliyetlerinden dolayı İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nce 3 Aralık 1997 tarihinde yakalanan S.Y'nin ifadesine göre, örgütsel eyleme çıktıklarında ve örgüt adına para toplamaya giderken örgüt mensuplarının devamlı olarak uyuşturucu madde kullandıklarını, PKK'da da o tarihten beri uyuşturucu kullanım ve ticaretinin sürdüğünü,
- İstanbul Sabancı Center'da 9 Ocak 1996 tarihinde Özdemir Sabancı ve iki kişiyi öldüren DHKP/C örgüt mensuplarından İ.A'nın 5 ay süreyle saklandığı evde, ev sahibinin baldızına tecavüz ettiğini,
- 28 Mayıs 1998 günü yakalanan DHKP/C örgüt mensubu E.G'nin birlikte kaldığı hücre evinde içki alemi yapan örgüt mensuplarının kendisine tecavüz etmek istemeleri üzerine evden kaçtığını,
- Tokat kırsal alanında faaliyet yürüten TKP/ML terör örgütü mensuplarından 15 yaşındaki terörist kıza, örgüt içerisinde tecavüz edildiğini,
- Sivas-Tokat kırsal alanında faaliyet gösteren DHKP/C terör örgütü mensubu S. G'nin kırsal hayata dayanamayıp, şehre dönmek istemesi sonucu örgüt tarafından öldürüldüğünü, örgüt yayını Kurtuluş gazetesinde 'düşmanla çatışmanın şiddetli olduğu bir esnada, düşman saflarına geçmek istediği için öldürüldü' şeklinde yalan haber yazıldığını,
- 1996 yılı sonu ve 1997 yılı başlarında, Sivas-Tokat kırsalında faaliyet gösteren 31 DHKP/C terör örgütü mensubundan 9'unun örgütten firar ettiğini,
- Kışı Karadeniz kırsal alanında sığınakta geçiren örgüt mensuplarından M.Y'nin ayaklarının donması üzerine sağ ayağının 4, sol ayağının ise 1 parmağının DHKP/C sözde grup komutanı S.Y. tarafından demir testeresi ile kesildiğini,
- Tunceli kırsal alanında faaliyet yürüten DHKP/C örgüt mensuplarından S. B'nin örgütten ayrılmak istemesi üzerine hainlikle suçlanarak cezalandırılmak amacıyla çizmelerinin içine kar doldurulduğunu, ayaklarının soğuk suda bekletilerek dondurulduğunu ve tuvalet ihtiyacını gidermeme cezası verildiğini; bunun üzerine soğuktan donan ayak parmaklarının dışkı içerisinde uzun süre kalmasından dolayı çürüdüğünü, çürüyen parmaklarının da makasla kesildiğini,
- MLKP terör örgütü mensuplarının, A.A. ve T.A. isimli örgüt mensubu arkadaşlarını, İstanbul yakınlarında ormanlık alanda iki gün süresince işkence ederek sorguladıklarını ve silahla öldürdüklerini,
- Tunceli kırsal alanında faaliyet yürüten TKP/ML-TİKKO'nun 10 mensubunun, örgüt mensubu arkadaşları tarafından işkence yapılarak sorgulandığını, bazılarının işkenceye dayanamayarak öldüğünü, bazılarının da işkence sonrası silahla öldürüldüğünü,
- TKP/ML terör örgütü Merkez Komitesinin almış olduğu infaz kararı doğrultusunda, Tunceli ili Mazgirt ilçesi Aşağıoyumca köyünde 8 yaşındaki S.K. isimli çocuğun örgüt mensupları tarafından öldürüldüğünü,
- 1999 yılında TKP/ML-TİKKO'ya katılan 'Savaş' kod isimli örgüt mensubunun örgüt içinde huzursuzluk çıkardığı gerekçesiyle ajanlıkla suçlandığını, örgüt mensupları tarafından 2 gün sorgulandığını ve 3 örgüt mensubu tarafından öldürüldüğünü,
ve çoğunlukla ERMENİ kökenli Kürt bölücülerden oluşan TİKKO örgütünün benzer faaliyetlere devam ettiğini biliyor muydunuz?
Aslında bu ülkede yaşayan herkes için, hasmımız müşterektir ve onlardır. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, terörle bu ülkenin insanını birbirinden koparamıyacaklardır!..
BU TERÖR MUTLAKA ÖNLENECEKTİR!..
Şemdin Sakık'ın, Abdullah Öcalan'ın yakalanması, gerek TİKKO, gerekse PKK mensuplarının öldürülmesi, bunun en büyük göstergesidir!
Diyorlar ki, "Mücadele 30 yıldır sürüyor, bitmedi." Bitmedi, ve bitmez!.. Çünkü emperyalist hıristiyan Batı'nın TÜRKİYE üzerindeki emelleri bitmedi! Onlar, TÜRKİYE'yi istedikleri kadar küçültünceye dek her türlü ayırımcı faaliyeti destekleyeceklerdir. Terörün devam etmesi, ayırımcı Kürtler'in haklı olmasından, PKK veya TİKKO'nun başarısından değil; dışardan gelen desteğin sürekli olmasındandır. Dağdaki PKK'lıya Irak'tan gelen Amerikan uçağı yardım attıkça, terör bitmez! Ama başarıya da ulaşmaz!
Bir defa unutulmamalıdır ki, ister İran'da 2. Dünya Savaşı sırasında kurulmuş olan kukla Mahabat Cumhuriyeti olsum, ister ABD-İran destekli Molla Mustafa Barzani ayaklanması olsun; yabancı uşaklığı ile "bağımsızlık" sevdası olmıyacağını tarih göstermiştir.
Bunların her ikisi de arkalarındaki destek çekilince kâğıttan kule gibi yıkılıvermişlerdir. Bugün tek süper güç olan A.B.D.'nin Kuzey Irak'ta kurmaya çalıştığı devletin akıbeti de budur!.. Ama yine de kurdurmamak için her türlü çaba gösterilmelidir!.. Çünkü ezeli düşmanımız A.B.D.'nin esas amacı TÜRKİYE'nin doğusunu da bölüp orada büyük kukla bir kürt devleti oluşturmak, buna mukabil TÜRKİYE'yi küçültüp zararsız hale getirmektir.
Yıllardır TÜRKİYE'nin atılımlarını önlemek için PKK'nın sırtını sıvazlıyan, esrarını alıp kendi halkını zehirliyen, sonra da karşılığında silah veren Batılılar, sıkıyı görünce Öcalan'ı da, onun etrafındakileri de kirli mendil gibi bir kenara atıvermişlerdir.
Artık hangi aklı kıt inanır ki, kurduğu 200-300 kişilik çeteler ile, 8-10 roketatar, 3-5 havantopu ile; 700.000 mevcutlu F-16'lı, Kobra'lı, bilgisayarlarla donatılmış tankları, topları olan TÜRK ORDUSU'nu alt edebilirler?.. Dağdan inenler, bağdakini kovabilir mi?..
8 yıl İran'la savaşmış, ABD tarafından 2. Dünya Harbi'nde atılandan daha fazla bomba ile yıpratılmış Irak, Batılıların kışkırttığı Kürtler'i işgal ettikleri şehirlerden bir haftada çıkardı, ta sınıra kadar da kovaladı. Üstelik güneyde Şii isyancılarla uğraşırken!..
TÜRK ORDUSU elbette ki çok daha iyisini yapmaya muktedirdir.
Karşısındaki çete de artık bırakın şehir işgal etmeyi, korucu köyü basacak güçte bile değil!..
Zaten eskiden de nerede savunmasız ev var, karakol var onu basıyor; otobüs, kamyon yolu kesiyordu. Şimdi onu bile yapamıyor, sadece yollara mayın döşeyip saklanıyorlar. Karakollara uzaktan roket atıp kaçıyorlar. Sivil giyimli ve silahsız askerleri sokak ortasında sırtından vuruyorlar! Karşısına çıkamıyorlar!
Yıllardır "ordulaşma"dan, "50.000'lik militan güç"ten söz edenler, hiç bir seferde aynı yere 200 silahlı kişi bile toplıyamadılar!.. Toplıyamazlar da!.
Bütün saldırılar 20-50, taş çatlasa 100-150 kişilik gruplar ile yapılabilmekteydi!...
Buna rağmen bizim sözde yetkililerimiz hep 10.000-15.000'e varan rakamlar vererek milletimizin moralini bozdular... Hiç öyle olsa, PKK'lılar 14 yıldır kuş uçmaz, kervan geçmez dağ başlarında dolaşırlar mıydı? Salak yetkililerimiz bugünlerde 6000 militandan söz ediyor, onlar da hemen kabul ediyorlar!.. Demek ki, çok daha azlar!.. Bizim tahminimiz Irak'ta 1000 kadar silahlı militan var. TÜRKİYE'de şehir ve köylerde de 1000 kadar sempatizan-militan var, bunlar öyle silahlı değil, ama eline tabanca verirsen, gidip kovboyculuk oynar gibi sağa sola ateş edebiliyor.
O yüzdendir ki, hiç bir zaman şöyle muntazam bir birlikle çarpışma cesaretini gösteremediler!
Şimdi ise kolları, kanatları kırılmış, perişan durumu düşmüşlerdir.
Kaldı ki, bir tek TÜRK köyü ezkaza elden çıksa, düşmanın eline geçse; bütün ANADOLU TÜRKÜ kadını-erkeği, genci-ihtiyarı nacak, orak, satır, balta ne bulursa kapar, o köyü kurtarmaya koşardı!..
Başımızdaki beceriksiz politikacıların, cibilliyetsiz aydınların, ve para için vatanını bile satmaya hazır işadamlarının bilmediği işte budur!..
Zaman zaman aralarından "Canım, hiç Hakkâri'ye gittiğimiz mi var?.. Verelim, gitsin!.. Şu terör de bitsin!" diyenler çıktı!... Tıpkı Kıbrıs'a yaptıkları gibi!..
Bu kansızların farkında olmadığı husus, böyle vermekle kurtulmanın mümkün olmadığıdır!.. Vermek, tabiri mazur görün, tecavüze uğramış zavallı bir kadının haline benzer!.. Bir kere verdiniz mi, gelen ister, giden ister!.. Bir daha yakanızı kurtaramazsınız!..
Biz bir kere toprak vermişiz, sonra 300 yıl hep toprak vermişiz!.. Hiç yakamızı bırakmamışlar!... "Şimdi Kıbrıs'ı ve Güneydoğu'yu istiyorlar" derken... bir de gördük ki, Fener Rum Patriği çıkmış İstanbul'un göbeğinde Vatikan tarzı bir bağımsız Rum Ortodoks devleti istiyor!
O da yetmedi, İstanbul ile birlikte Trakya ve Marmara bölgesini içine alan bir özerk eyalet isteniyor... Rahmi Koç ta bunun başını çekiyor!..
O da yetmedi, gene Rum papazlar Trabzon'a baskın verip orada Rum Pontus devleti ilan etmeye kalktılar!.. A, bir de baktık ki, gene başlarında Rum Patrik ile Rahmi Koç var!..
Sonra Tokat , Amasya taraflarında DHKP-C militanlarının faaliyeti ortaya çıktı. Amaç ülkeyi Ordu'dan Adana'ya inen bir hatla ikiye bölmek!... Yani Türkleri sadece İç Anadolu kalacak!..
Aslında bu hainlerin hepsini Abdullah Öcalan ile birlikte aynı hücreye koymak, sonra da aynı sehpada sallandırmak gerek!..
Ama biz esas tehlikeye dikkat çekelim.
Şimdi Avrupa ve A.B.D. "Size APO'yu verdik.. Artık siz de Kürtler'e bağımsızlık verin, Ermeni soykırımını, Patrik bozuntusunun ekümenliğini tanıyın, sizi Avrupa Birliği'ne alalım," diye karşımıza çıkacak, ve bizi hem diplomatik yoldan, hem de ekonomik yönden sıkıştıracaklardır!.. Sıkıştırmaya başladılar bile!.
KİMSEYE BİR TEK VİRÂNE KÖY BİLE BAĞIŞLANMAZ! DEĞİL KÖY, ÇAKIL TAŞI BİLE BAĞIŞLANMAZ!.. BAĞIŞLAMAYA KALKANIN LEŞİNİ YERLERDE SÜRÜKLERİZ!
BU BÖYLE BİLİNE!..
Duydunuz mu AKP'nin TÜRK olmayan, "NE MUTLU TÜRK'ÜM" bile diyemeyen ne idüğü belirsiz Hükûmet mensupuları, Başbakanı, hatta Cumhurbaşkanı!... DUYDUNUZ MU?
____________________
(28)- Hatırlanacağı üzre İRAN Hükümdarı ŞAH İSMAİL öz-be-öz Türk'tü! Türkçe yazardı, HATAYİ mahlasını kullanırdı:
HAK gönül alçağında
Bin KÂBE'den yeğrektir
Bir gönül al, çağındaHatayi işin düşer
Gelip gidişin düşer
Dişleme çiğ lokmayı
Yerine dişin düşer!
tarzındaki şiirleri hâlâ Anadolu'da gönülleri titretir...
Zaten İran Perslerden, Sasanilerden sonra; Şah Rıza Pehlevi'nin babası Rıza Şah'a kadar hep TÜRKLER tarafından idare edilmişti.
(29)- Dr. Kasımlo'nun "İran Kürdistanı Demokrat Partisi Tarihinden Kısa Bir Özet" adlı yazısında Şah Rıza Pehlevi'nin Reşit Yasemi adlı kişiye "Kürtlerin Fars olduğu"na dair kitap yazdırdığını alaylı bir dille belirtmektedir. (Deng Dergisi, Sayı 16, 1991)
(30)-Kürt ayırımcılardan biri, 1992 Nevruz ayaklanmasının diğer illere yayılmamasına şöyle hayıflanıyor:
"Şimdi Botan'da (Türkler tarafından) katliam yapılıyor!.."
"Kuzey Kürdistan'ın diğer illerindeki tepkiler yetersiz!... Diyarbakır, Gaziantep, Elazığ suskun!.." (Newroz Dergisi, sayı 6, 1992, sf. 16)
Tabii suskun!.. Biz ne dedik?.. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun çoğu TÜRK'tür!.. Kürt olan da bölünmek, ayrılmak istemez!..
---------------------------