Büyük Konstantin Dönemi
M.S. 305 yılında İmparator Diocletian ve Maximian’ın Roma imparatorluk yasaları gereğince tahttan çekilmelerinden sonra, Roma İmparatorluğu tahtına Konstans Klor ile Galer oturdu. Ancak, Konstans Klor’un M.S. 306’daki ani ölümü üzerine yerine oğlu Konstantin geçti. IV. yüzyılın en önemli devrimi sayılan bu değişim, aynı zamanda dünya tarihinin akışını da etkileyen olay olmuştur. Konstantin’in tahta geçişi, sadece Yahudi ırkının kaderini tayin etmemiş, aynı zamanda da günümüzde çok geniş bir nüfusa sahip olan Hristiyan dünyasının da kaderini etkilemiştir. Konstantin’in imparatorluk tahtına oturuşu, Kudüs tarihinde köklü bir değişimi beraberinde getirmiştir . IV. yüzyılda meydana gelen bu değişim, Kudüs’ü inanç tarihinde bir sembol haline getirmişir . Konstantin’in M.S. 313’te Milano Fermanı ile Hristiyanlığı imparatorluk içinde serbest bir din haline getirmesi, bu köklü değişimin ilk aşaması olmuştur. Konstantin’in Hristiyanlığı kucaklayıcı bir yaklaşım sergilemesi, Hristiyanlar nazarında mutlu günlerin başlangıcı sayılırken, şüphesiz Yahudilerin hafızalarından silinmeyecek kötü günlerin miladı oldu . Konstantin, iktidarını tehdit edebilecek tüm tehlikeleri bertaraf ettikten sonra, devlet içinde birleştirici bir unsur olacağını düşündüğü Hristiyanlık dinini ve bu dinin kurumsal yapısı olan kiliseyi güçlendirmeye karar verdi . Kendinden önceki imparatorlar tarafından yıkılmış kiliselerin yeniden inşasına dair bir ferman çıkaran Konstantin, bu işe Kudüs’ten başladı.
Konstantin, Kudüs piskoposu Macarius’a bir mektup yazarak bu kutsal şehirde muazzam bir kilise inşa edilmesi yönünde emir verdi . Bu muazzam kilisenin inşa edilmesi meselesiyle imparatorun annesi Helena bizzat ilgilendi. M.S. 324’te Kudüs’e gittiği kuvvetle muhtemel olan Helena’nın Kudüs’te yaptıklarını, mevcut kaynaklar şu şekilde anlatır:
“İmparator Konstantin’in annesi Helena, gördüğü bir rüya üzerine, yanına para ve asker alarak Kudüs’e gitti. Burada büyük bir sabır ve azimle İsa’nın mezarını aramaya başladı. Mezarın bulunduğu alan Hristiyanlık karşıtları tarafından adeta bir çöp yığınına çevrilmiş ve buraya Venüs Tapınağı inşa edilerek yanına da Venüs’ün heykeli dikilmişti. Hristiyanlık karşıtları bunu İsa’nın hatırasına saygısızlık amacıyla yaptırmışlardı. Helena bu durumu fark etti ve bu heykeli yıktırdı. Daha sonra mezarın bulunduğu çöp yığınlarını kaldırtarak alanı temizletti. Helena bu esnada bu alanda üç adet haç buldu. Bu haçlardan birisi İsa’nın çarmıha gerildiği haçtı. Fakat diğer ikisi, İsa ile beraber çarmıha gerilen iki hırsıza aitti. Helena burada aynı zamanda Pilate’nin, üzerinde farklı dillerle; “Yahudi Kralı İsa çarmıha gerildi.” yazan tabletini de buldu. Helena bulduğu haçlardan hangisinin “Gerçek Haç” olduğu konusunda oldukça şüpheliydi. Helena’yı bu şüpheden Kudüs piskoposu Macarius kurtardı. Macarius, tanrıdan gelen bir işaretle bu durumun çözülebileceğini düşünerek uzun süredir ölümcül bir hastalıktan muzdarip olan Kudüslü bir kadını getirtti.
Piskopos, ölümün eşiğinde olan bu kadına haçları dokundurup, kadının durumunda bir düzelme olması halinde gerçek haçın tespit edilebileceğini söyledi ve Helena’nın bulduğu haçları tek tek hasta kadına temas ettirdi. İlk iki haç temas ettirildiğinde kadının durumunda hiçbir değişiklik olmadı. Son haç temas ettirildiğinde ise hasta kadın hemen iyileşti ve eski sağlığına kavuştu. Bu olay sonucunda “Gerçek Haç” bulundu.
Helena, yeni neslin hafızasını canlı tutsun diye Gerçek Haç’ın bir parçasını gümüş bir kâseye koyarak yeni inşa ettirdiği kiliseye bıraktı. Diğer parçasını ise imparator Konstantin’e gönderdi. Konstantin bu parçayı İstanbul’da kendi adına inşa ettirdiği forumdaki büstünün içine koydu ve bu kutsal parçayı güvenle muhafaza etmek için önemli güvenlik önlemleri aldırdı. İstanbul’un neredeyse tüm vatandaşları, onun “Gerçek Haç” olduğuna inanarak saygı gösterdi. Helena, İsa’nın çarmıha gerilirken eline çakılan çivileri de oğlu Konstantin’e gönderdi. Konstantin, sefere çıktığı zaman kendisini korusun diye bu çivilerden birini atının dizginlerine, diğerini de miğferine koydu.
Helena “Gerçek Haç”ı bulduktan sonra, İmparator Konstantin’in inşa emrini verdiği kiliseyi bu alana bina ettirme faaliyetine başladı. İmparator Konstantin, Macarius’a gönderdiği mektupta, kilise için tüm imkânların seferber edilerek inşaat işinin hızlandırılmasını istedi. İmparatoriçe Helena, Kutsal Mezar Kilisesi (Holy Sepulchre)’nin inşası tamamlandıktan sonra buraya Yeni Kudüs (New Jerusalem) adını verdi. Kutsal Mezar Kilisesi’nin inşası bittikten sonra, İsa’nın doğduğu yer olan Bethlehem’de Helena aynı ihtişamda başka bir kilise yaptırdı. Daha sonra, İsa’nın göğe yükseldiği tepe üzerinde üçüncü bir kilisenin inşası emrini verdi. Kudüs’ün uhrevi havasından çok etkilenen Helena, Kudüs’teki bakire kadınlara bir davet verdi ve onlara kendi elleriyle hizmet etti. Helena kiliselere ve şehrin yoksul vatandaşlarına çok cömert davrandı. Kendisi de burada çok dindar bir yaşam sürdü. 80 yaşında öldükten sonra, naaşı eşyalarıyla birlikte başkent İstanbul’a gönderildi.”
Yukarıda bahsi geçen kiliseler dışında, Hz. İsa’nın havarilerini eğittiği yer olarak tahmin edilen alana bir de Eleona Kilisesi inşa edilmiştir. Yeni kurulan kiliseler, çok sayıda Hristiyan’ın her
günü ibadetlerini gerçekleştirdikleri mekanlar haline geldi . Mevcut kaynaklarda da belirtildiği gibi, Konstantin Kudüs’ün kutsiyetini nazara alarak buradaki faaliyetlerle bizzat alakadar olmuştu. Konstantin’in Kudüs’e çok sayıda kilise inşa ettirmesi ve şehri tezyin etmesi, Atlantik Okyanusu’nun sahillerinden tutun da Doğu’nun en ücra diyarlarından yani dünyanın dört bir yanından buraya hacı adaylarının akın etmesini sağladı . Bu gelişmeler, şehrin Hristiyanlaşma sürecini hızlandıran olaylar silsilesinin bir halkası oldu. Hristiyanlık iki asır içinde, merkez ve taşralarda kök saldı . Bu asırda şehrin 100.000’e yakın bir nüfusa ulaştığı tahmin ediliyor . Şehir öyle bir görünüme kavuştu ki; Eusebius şehri: “Peygamberler tarafından kehanet edilen şehir…” olarak tanımlıyordu.
Konstantin’in şahsında Kudüs’ün Hristiyanlık sembolleriyle donatılması, Yahudileri en çok inciten durum oldu . Çünkü Yahudilerin, tarih boyunca büyük bir kutsiyet atfettikleri bu şehre kendi inançları dışında herhangi bir inancı çağrıştıran sembol veya kültlere tahammülleri yoktu. Nitekim geçmişte benzer durumlar yaşanmış ve Yahudilerin bu durumlara tepkileri isyan şeklinde olmuştu. Konstantin’in Kudüs şehrine yönelik uygulamalarının son halkası ise, Hadrian döneminde Aelia Capitolina olarak isimlendirilen şehrin, yeniden eski ismine kavuşturulması oldu . Konstantin’in Kudüs şehrine gösterdiği alaka, şehrin kadim sakinleri olan Yahudilere yaklaşımı arasında büyük bir tezat oluşturuyordu. Çünkü imparator, Yahudilere yönelik çok katı fermanlar çıkararak İmparatorluk içindeki mevcudiyetlerini katı kurallara bağladı. Bu fermanlara göre, Yahudi dinine dönenler recm ve diri diri yakılma cezalarıyla karşı karşıya bırakıldı. Yahudilerin dinlerini yayması kati surette yasaklandı. Yahudi efendilerini kendilerini sünnet ettiriyor diye şikayet eden ve Hristiyanlığa geçiş yapan Yahudi tüm kölelere özgürlük tanındı . Hristiyanların Yahudiliğe geçişi ağır cezalar konarak engellenmeye çalışılırken, Yahudilerin Hristiyan köle edinmesi de uygulanan yasaklar arasındaydı. Yahudilerin devlet bünyesinde herhangi bir görev alması katiyen yasaklandı. Hristiyanlığı kabul etmiş birinin hayatına kast eden herhangi bir Yahudi diri diri yakılma cezasına çarptırıldı. Bu ferman, Hristiyanlara nefretini kusan Yahudilerin imparatorluk içinde ne denli bir tehlike altında yaşadıklarını kanıtlar niteliktedir.
Yahudilere yönelik ağır cezalar bunlarla da sınırlı değildi elbet. Bu dönemde İspanya’da düzenlenen Elvira Konsili’nde alınan kararlarla, Yahudilerin Hristiyanlar ile yemek yemesi yasaklandı. Zira öyle bir eylem gerçekleştiren herhangi bir Hristiyan dinden aforoz edilecekti. Konsilde çıkan diğer kara göre ise, Yahudilerin toprağa şükranlarını sunmak için gerçekleştirdikleri dini seremonileri yapmaları yasaklandı. Hristiyanlara göre böyle dualar, Tanrı’ya bir hakaretti ve kilisenin saygınlığına zarar veriyordu.
Konstantin’in şahsında Hristiyanlık, Yahudilik ve Paganizm üzerinde ayrıcalıklı bir konum elde etmişti . Yahudilerin imparator tarafından aşağılanmaları ve Hristiyanlık karşısında aşağı bir konuma düşmeleri, onları farklı coğrafyalarda bir yaşam sürme arayışına sevk etmişti. Bu dönemde Pers İmparatorluğu’nda ve Mezopotamya’da sayıca çoğalan Yahudiler, burada kendilerine karşı hoşgörü ve serbestlik içeren bir yönetim anlayışıyla tanışmışlar ve ülke içinde etkili bir konum elde etmişlerdi. Zira bu dönemde Hristiyanlık da, Ermeni Kralı Tiridates vasıtasıyla Pers İmparatorluğuna nüfuz etmiş ve Kral Ustasades döneminde de bir hayli ilerleme kaydetmişti. Bunu Hristiyanlar’dan intikam almak için bir fırsat olarak gören Yahudiler, Pers Kralı Magi’yi bu yönde tahrik ederek Hristiyanlara karşı büyük bir katliam başlattılar . Yahudiler, Pers sınırları içinde yaşayan Hristiyanların nerdeyse hepsini öldürüp tüm kiliselerini ateşe verdiler. Yahudilerin Persleri arkalarına alarak giriştikleri bu kanlı intikam hırsından Ustasades te nasibini almış ve acımasız bir şekilde katledilmişti.
Özetle ifade etmek gerekirse, Hadrian’la birlikte önemini kaybeden Kudüs şehri, Konstantin’in saltanatıyla birlikte, özellikle Hristiyanlığın imparatorluk içinde serbest bir din haline gelmesiyle, eski önemine kavuşmuş; ancak bu önem şehrin kadim sakinleri olan Yahudilerce değil, yeni inancın müntesibleri olan Hristiyanlarca paylaşılmıştı. Yani Kudüs artık Hristiyanların merkeziydi ve onların nazarında eski önemine kavuşmuştu.
Konstantios Dönemi
İmparator Konstantin’in 337’deki ölümünden sonra, Roma imparatorluk tahtına oğlu Konstantios geçti. Konstantios, Roma imparatorluk tahtına oturduktan sonra, babası Büyük Konstantin’e paralel bir politika takip etti . Bu paralellik, Yahudilere karşı izlenen politikada da kendini gösterdi. Yahudiler, Büyük Konstantin döneminde Persler’le işbirliği yaparak çok sayıda Hristiyanı katletmiş ve tüm kiliselerini yerle bir etmişlerdi. Bununla yetinmeyen Yahudiler, İskenderiye’de Pagan mensuplarıyla işbirliği yaparak Trinitarian partisine karşı faaliyetlerde bulundular . Ancak imparator Konstantios’u en çok kızdıran olay, Roma ordusu Macaristan’a yönelik bir seferdeyken, Yahudilerin bunu fırsat bilerek Peslerle işbirliği yapıp Filistin’de bir isyan çıkarmaları oldu . Konstantios, Yahudilerin kendi yokluğunu fırsat bilerek Persler’le işbirliği yapıp çıkardıkları isyanı haber alır almaz, isyanı bastırması için bölgeye kuzeni Gallus’u sevk etti . Büyük bir orduyla Filistin’e yürüyen Gallus, burada isyancıları katlederek Diocesarrea’yı yerle bir etti . İsyancıların merkez karargahını da yok etti.
Yahudilerin ihanetlerini bir türlü içine sindiremeyen Konstantios, sadece babası Konstantin döneminde Yahudilere karşı çıkarılan fermanları uygulamakla kalmamış, aynı zamanda daha ağır fermanlar çıkararak onları yürürlüğe sokmuştur . Konstantios’un çıkardığı fermanlara göre, herhangi bir Yahudinin bir Hristiyanla evlenmesi ve kölesini sünnet ettirmesi ölümle cezalandırılacaktı . Daha önce imparator Hadrian tarafından yürürlüğe konan ve Yahudilerin Kudüs’e girişini yasaklayan ferman tekrar yürürlüğe kondu. Buna göre Yahudiler artık Kudüs’e uzaktan bakmak için bile belli bir ücret ödemek zorundaydılar . İmparatorun Yahudilere karşı öfkesi bu cezalarla da dinmeyince, ödedikleri vergileri de ağırlaştırdı. Epiphanius’un bu dönemde Yahudilikten Hristiyanlığa geçiş yaptığı tahmin ediliyor.
Julian Dönemi
İmparator Konstantios’un ölümünden sonra, 361 yılında Roma imparatorluk tahtına Julian oturdu . Julian’ın imparatorluk tahtına oturması, Yahudiler tarafından sevinçle karşılandı . Çünkü Julian pagan inanışlı bir imparatordu ve Hristiyanlığa karşı büyük bir savaş başlatmıştı. Julian’ın Hristiyanlığa karşı nefreti, yine bu dinden nefret eden Yahudilere sempatisini arttırmıştı . Julian tahta oturduktan sonra, selefleri imparatorların Yahudilere karşı uygulamaya koydukları yasaları lağvederek onları yüceltti. Daha sonra selefi Constantios’un Yahudilere uyguladığı ağır vergileri kaldırdı ve dinlerini serbest bir şekilde icra etmelerine müsaade etti . Daha önce Yahudilerin devlet bünyesinde görev almalarını yasaklayan fermanlar da bu dönemde kaldırılmış ve Yahudiler Julian’la birlikte, devlet bünyesinde önemli konumlara getirilmiştir. Yahudiler yeni imparator Julian’dan aldıkları destek ve cesaretle Filistin, Suriye ve Mısır’daki kiliseleri yıkarak çok sayıda Hristiyanı katlettiler ve yine Julian’ın desteğiyle İmparatorluk içinde çok sayıda sinagog inşa ettiler.
Julian’ın Yahudilere sağladığı ayrıcalıklar sadece bunlarla da sınırlı değildi elbet. Julian, yayınladığı bir bildiride, Yahudilere yönelik önceki uygulamalardan dolayı özür dileyip, Pers savaşından sonra Kudüs’ü yeniden imar ederek orada onlarla birlikte yaşayıp, onların ibadetlerine katılacağı sözünü verdi. Bu bildiri Yahudiler tarafından büyük bir sevinçle karşılandı . Ancak Yahudileri en çok sevindiren olay, Julian’ın Tapınağı Kudüs’te yeniden inşa edeceğini bildirmesiydi. Julian Tapınağın inşası için eski Britanya komutanı ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Antakyalı Alypius’a ve kendisine yardımcı olması için de Filistin valisine talimat verdi. Yahudiler de kendilerine vaat edilen Tapınağın inşası için dünyanın dört bir yanından Kudüs’e akın ettiler. Zengin Yahudiler bu iş için büyük bir bütçe tahsis ederken, fakir olanlar ise Tapınağın inşaatında çalışmak için seferber oldular. Bu iş için bol malzeme ve çok sayıda işçi toplandı. Julianda devlet hazinesinden bu iş için muazzam bir sermaye ayırdı.
Her yaştan Yahudi, bu unutulmaz anlara şahti olmak için Kudüs’te toplanmıştı. Yahudi erkekleri bu iş için tamahkârlıklarını unutmuş, Yahudi kadınları ise kibarlıklarını bir kenara bırakmıştı. Yahudiler Tapınağın inşasına öyle büyük bir önem veriyorlardı ki, inşaat çalışmaları için gümüşten yapılmış kazma ve kürekleri kullanıyorlardı. İnşaat enkazını da ipek örtü ve erguvanlarla taşıyorlardı. Yahudi din adamları da Tapınağın inşasında çalışan Yahudilere moral ve destek veriyorlardı. Kısacası her zengin Yahudi kesenin ağzını açmış, her fakir Yahudi de bu işte pay sahibi olmak için dişini tırnağına takmış çalışıyordu. Buraya kadar herşey yolunda gidiyordu. Yahudiler de iş bitmişçesine Hristiyanlarla alay edip onları aşağılamaya başladılar. Hatta o kadar ileri gittiler ki Julian’a “Mesih Julian” diye hitap etmeye başladılar. Hristiyanlar ise tüm bu hazırlıkları korku ve çaresizlik içinde takip ediyorlardı. Piskopos Cyril, Hz. İsa’nın Tapınağa ilişkin kehanetini hatırlatarak, Tanrı’nın buna müsaade etmeyeceğine inanıyordu.
Julian’ın Pers seferine çıkmadan önce Tapınağı yeniden inşa edilmesi yönünde emir vermesi , Julian’ın ordusunda görevli bir general olan Ammianus Marcellinus tarafından şöyle anlatılmaktadır: “Julian, saltanatı esnasında, ölümünden sonra bile unutulmayacak bir sefer hazırlığına başladı. Seferin hazırlıkları devam ederken, daha önce Titus tarafından yıkılan Tapınağın inşası için emir verdi. Bu görev için de Antakyalı Alypius’u görevlendirdi. Alypius kendisine yardımcı olması için görevlendirilen bölge valisiyle birlikte Tapınağın inşaatı için bütün hazırlıkları tamamladı. Ancak Tapınağın temeli atılmaya başlandığında, yerin altından korkunç bir ateş topu sık aralıklarla, inşaat alanında patlamaya başladı. Bu ateş topu, Tapınağın inşasında çalışan bütün işçileri ve inşaat için tedarik edilen bütün malzemeleri yaktı.”
Aynı olayı Warburton şöyle anlatmaktadır: “Julian’ın Yahudilere yönelik önceki uygulamalardan duyduğu üzüntü, onu Tapınağı yeniden inşa etme zaruretine sevk etti. Onun bu beyhude teşebbüsü, dinsizliğiyle eşdeğer bir olaydı. Çünkü o, İsa’nın Tapınağın bir daha inşa edilemeyeceğine dair kehanetini yalanlamak istiyordu. Burada onun bu mecnunvari girişimini boşa çıkaran çok önemli bir mucize yaşandı.” Aynı olay, Kilise Babaları tarafından ise şöyle anlatılmaktadır: “Din düşmanı İblis Julian’ın sapkınlığı onu Hristiyanlara karşı, Yahudileri silahlandırmayı sevk etti. Julian Yahudilere; “Niçin şeriatınızın size emrettiği gibi kurbanlar kesmiyorsunuz,” diye sorduğunda, Yahudiler ona; “Bu kurbanlar sadece Kudüs’te kesilip Tanrı’ya sunulur,” yanıtını verdiler. Bu yanıt üzerine kafîr imparator onlara, Tapınaklarını tekrar inşa ettirip, İsa’nın kehanetlerini yalanlayacağını söyledi. Ancak o, İsa’nın kehanetinin aslında ne kadar gerçek olduğunu ispat etmekten öteye gidemedi. Julian’ın söyledikleri karşısında Yahudiler büyük bir sevinç içerisinde, tüm dünyadaki ırkdaşlarına haber salıp onları Kudüs’e davet ettiler. Büyük bir sevinç ve heyecanla Kudüs’te toplanan Yahudiler, Tapınağın yeniden kurulması için tüm servetlerini ortaya döktüler. Julian’da yardımlarını esirgemiyerek taş, kereste, kil vs. gibi inşaat malzemelerini tedarik etti. Julian ayrıca en iyi adamını bu iş için görevlendirdi. Yahudiler bu iş için gümüşten yapılmış kazma ve kürekler kullandılar. Tapınağın inşası için çok sayıda işçi toplanmıştı. Bu işçi kalabalığı temel atmak için yeri kazmaya başladılar. Daha sonra biriken enkaz yığınını bir vadiye boşaltamak için taşıdılar. Gece dinlenmek için ara verip ertesi gün tekrar çalışmaya geldiklerinde vadiye attıkları enkazın tekrar geri gelmiş olduğunu gördüler. Ancak bu enkaz yığınını tekrar aynı yere taşıyıp alanı temizlediler.
Yahudiler Tapınağı dikmek için büyük bir harç hazırlarken, birden şiddetli bir fırtına çıktı ve hazırladıkları harcı dört bir tarafa dağıttı. Tanrı, Tapınağın inşa edilmesini istemediği için, bu esnada büyük bir deprem meydana geldi. Ancak Yahudiler, yaşanan tüm bu musibetlerden ders almadılar ve ısrarla Tapınağı inşa etmek için uğraştılar. Ancak kısa bir süre sonra, kazılı alandan büyük ateş topları fırlamaya başladı. Bu ateş topları, orada çalışan işçilerin çoğunu yaktı çok az işçi kaçarak hayatını kurtarabildi. Aynı gece, Tapınağın inşaat halindeki bör bölmesinde yatan işçiler, bir revağın çökmesi sonucu enkaz altında kalarak hayatlarını kaybettiler. Yine aynı gece, mucizevi bir olay yaşandı ve İsa’nın çarmıha gerildiği Haç, parlak bir şekilde gökyüzüne yansıdı. Bu esnada Yahudilerin elbiselerini kara bir Haç kapladı. Yahudiler, art arda gerçekleşen bu mucizevi olaylar karşısında Tanrı’nın Tapınağın yeniden kurulmasını istemediğini anladılar ve hepsi korkuyla evlerine döndüler. Yahudiler bu olaylardan sonra, atalarının çarmıha gerdikleri İsa’nın gerçek Tanrı olduğuna inanmaya başladılar. Bu hadiselerden imparator Julian’da haberdar oldu. Ancak Firavun gibi kalbini katılaştırdı.”
Tapınağın inşası esnasında zuhur eden olaylar, jeolog ve kimyacı sıfatlı bilim adamları tarafından araştırılmış ve nedenleri açıklanmaya çalışılmıştır. Jeologlara göre, inşaat esnasında meydana gelen ateş topları bu esnada bir yanardağın faaliyete geçmesinden kaynaklı olabilirdi. Ancak bu bilim adamları bölgede tarih boyunca hiçbir yanardağın aktif olmadığı sonucuna vardılar. Kimyacılar ise, Tapınağın zeminini oluşturan alanın alt kısmında sıkışık gazların olabileceğini öne sürdüler. Ancak bu tarz gazların yanıcı etkiye değil aksine söndürücü bir etkiye sahip olduğu sonucuna vardılar. Yukarıda da görüldüğü gibi, Tapınağın Julian’ın iradesiyele yeniden inşa edilmesi esnasında zuhur eden olaylar, farklı inançlara sahip farklı kişiler tarafından neredeyse aynı şekilde anlatılmıştır. Farklı kaynakların olayı aynı şekilde anlatması, olayları sonradan yazan kişilerin, kendilerinden önce yazanlardan olayı aynen alıp yazmalarından ötürüdür. Çünkü yukarıda anlatılan hadiseler, bizce menkıbevi hadiselerdir ve Kudüs şehrine Hristiyanlık nazarında bir kutsiyet atfetmek için bilinçli olarak bu şekilde intikal ettirilmiş olması da kuvvetle muhtemeldir. Zira bilim adamlarının da bu olayları bilimsel yönden açıklarken bile aynı gayeyi taşıdıkları su götürmez bir gerçektir.
Julian’ın iki yıl süren kısa saltanatı, büyük bir nefret duyduğu Hristiyanlığı İmparatorluk sınırlarından söküp atmaya yetmedi . Yahudiler de en büyük destekçileri olan bu imparatorun şahsında tapınaklarını yeniden kurma hayaline çok yaklaşmış ancak bunda muvaffak olamamışlardır. Nitekim Julian’ın döneminden günümüze kadar geçen yaklaşık 1500 yıllık zaman diliminde, Kudüs’teki Tapınağı yeniden inşa etmek için de somut anlamda hiçbir girişim olmamıştır. Julian’ın 363’teki ölümünden sonra, yerine Jovian geçti . Ancak Jovian’ın çok kısa süren saltanat dönemi, Kudüs şehrine ve Yahudilere yönelik nasıl bir tutum sergilediği konusunda bir fikir vermesi açısından oldukça yetersizdir. Jovian’dan sonra Roma imparatorluk tahtına oturan Valentinian ve Valens kardeşler, Julian döneminde Yahudilere verilen hakların devamını sağladılar. Ancak zamanın koşulları gereği, Yahudilere verilmiş en büyük haklardan biri olan devlet hizmetinde görev alma ayrıcalığını lağvetmek zorunda kaldılar. Bu durumu şöyle bir ferman yayınalayarak bildirdiler: “Yahudilerin devlet memurluğu işlerinden muaf olduğunu ilan eden ve onların övündüğü bu ferman hâlihazırda iptal edilmiştir. Hatta din adamları bile ülkeleri için yapmaları gereken görevi yerine getirmedikleri sürece, kendilerine Tanrı’ya adayamayacaklardır. Ayrıca kendisini Tanrı’ya adamak isteyen kişi, öncelikle kamu hizmetinin kendine düşen payını üstlenmesi için yerine başkasını bulmalıdır.”
Kardeş imparatorlar Velentinian ve Valens, Yahudilerin dini uygulamalarını gerçekleştirmeleri konusunda onlara destek vermişler ve olağan vergi dışında onları herhangi başka bir vergiyle mükellef kılmamışlardı. Ancak bu dönemde devlet içinde güçlü bir nüfuza sahip Hristiyan din adamaları, imparatorların Yahudilere karşı bu hoşgörülü yaklaşımlarını tasvip etmeyerek bu konuda kendilerine büyük sorun oluşturmuşlardır. Buna örnek teşkil edecek bir olay, Theodosius’un saltanatı döneminde oldu. İran sınırlarında yer alan Osroene eyaletinin Callinicum kasabasında bir sinagog inşa edildi. Buna tahammül edemeyen Hristiyan din adamları, bu sinagogun kundaklanması için halkı galeyana getirdiler. Eyalet valiside bu duruma sebep olan piskoposların ya sinagogu tekrar inşa etmelerini ya da zararıı karşılamalarını istedi. Bu talep İmparator Theodosius tarafından onaylandı. Ancak İmparatorluk içinde güçlü bir nüfuza sahip olan Milan Piskoposu Ambrose bu durumu haber alır almaz İmparator Theodosius’a hakaret içerikli bir mektup yazarak bu yöndeki iradesinden vazgeçmesini istedi. İmparator da Ambrose’nin mektubunu dikkate alıp kararından vazgeçti.
İmparator Theodosius, idari anlamda Yahudilere uygulanacak politikada titiz davrandığı kadar, Hristiyanlığın gerçek ruhuna da bağlı kalmıştı. Theodosius ölmeden kısa bir süre önce neşrettiği bir fermanla, Hristiyanların Yahudilerin mallarını veya sinagoglarını yağmalamalarını kati bir surette yasakladı . Bu doğrultuda eyalet valilerine mektuplar göndererek bu fermana uymayanların şiddetli bir şekilde cezalandırılmalarını istedi. Theodosius’un Yahudilere yönelik bu ılımlı yaklaşımı, paganlar nezdinde vücut bulmamıştı. Zira bu dönemde pagan tapınaklar yıkılmış ve paganistlerin kurban sunmaları yasaklanmıştı . Theodosius, Yahudilere karşı hoşgörülü bir yaklaşım sergilemesine rağmen, Hadrian’ın Yahudilerin Kudüs’e girişlerini yasaklayan fermanınıda kaldırmamıştı. Hatta Yahudilerin Kudüs şehrine girişlerini engellemek için, şehrin giriş kapılarına muhafızlar dikilmişti. Bazı Yahudiler, bu muhafızlara rüşvet vererek Tapınağın Titus tarafından yakıldığı günün anısına, şehre girip ağıtlar yakıyorlardı. Ancak buna rağmen Yahudiler, Doğu İmparatorları’nın hakimiyetindeki şehre girmeyi bir ayrıcalık olarak görmüyorlardı.
Büyük Theodosius’un ölümünden sonra, 395 tarihinde, Roma imparatorluğu Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldıktan sonra, imparatorluğun Doğu kısmında yaşayan Yahudilere yönelik yeni bir ferman çıkarıldı. Buna göre, Yahudilerin yeni sinagog inşa etmeleri ve orduda görev almalarını yasaklandı. Devlet içindeki Yahudilere yönelik bu kısıtlamalar, bu durumlardan muzdarip olmak istemeyen 500 kişilik bir Yahudi zümrenin din değiştirmesine sebep olmuştu. İmparatorluk içindeki genel Yahudi toplumu bu durumdan haberdar olunca, derhal Hristiyanları sorumlu tuttular ve Hristiyan kiliselerine saldırdılar. Hristiyanlar da Yahudilere aynı şekilde karşılık verip çok sayıda sinagogu ateşe verdiler . İmparatorluğun Doğu kısmında Yahudilere yönelik kısıtlamalar ve bu kısıtlamaların yol açtığı çatışmalar sürerken, Batı kısmında nispeten daha istikrarlı bir ortam vardı. M. Depping’e göre, Batı kısmındaki Yahudi milleti oldukça avantajlı bir durumdaydı. Burada Yahudilerin ibadet anlayışlarına saygı duyuluyordu ve dine ilşkin her konuda serbesttiler. Milli geleneklerini sürdürmelerinin yanı sıra, kendi toplum anlayışlarına göre adalet meselelerini çözüme kavuşturabiliyorlardı. Yargı alanında yaşam ve ölüm haricinde tam bir serbestliğe sahiptiler. İmparatorluğun diğer teb’ası ile aynı haklara sahiptiler. Sadece devletin en üst kademesinde ve askeri görevlerden hariç tutuluyorlardı.
Theodosius Dönemi
Yahudiler, II. Theodosius döneminin belli bir noktasına kadar, gerek kültürel gerekse dini açıdan oldukça rahat bir yaşam sürüyorlardı. Ancak bir Purim Bayramında yaşanan bir hadise, İmparator’un Yahudilere karşı bu bakış açısını değiştirdi . Hadise şöyle gelişti: Yahudiler Purim Bayramını kutlarken, Haman’ın tasvirini bir darağacında sallandırmaya başladılar. Ancak işin ilginç yanı, darağacı bu kez Hz. İsa’nın gerildiği çarmıha benzetilmişti . Yahudiler kısa bir süre sonra bu çarmıha Hristiyan bir genci bağlayarak kırbaçlamaya başladılar ve bir yandan da Hz. İsa aleyhine lanet çığlıkları attılar. Bu hadise bölgedeki Hristiyanları galeyana getirerek ayaklanmalarına sebep oldu . Bu olay II. Theodosius’un dikkatinden kaçmadı ve 438’de yayınladığı bir fermanla, Yahudilerin tüm ayrıcalıklarını lağvederek Purim Bayramını kutlamalarını yasakladı.
İmparator II. Theodosius’un Yahudileri cezalandıran bu fermanı, ne Hristiyanları ne de Yahudileri tatmin etmişti. Yahudiler, benzer hareketleri Makedonya, Dacia, İllyricum gibi imparatorluk bölgelerinde tekrarlayarak Hristiyanları kışkırtmaya devam ettiler. Hristiyanlar da Yahudilerin bu eylemlerine, Yahudilerin evlerini ve sinagoglarını yakarak karşılık veriyorlardı. Olaylar kısa sürede büyüyerek adeta Hristiyan-Yahudi kavgasına dönüştü. II. Theodosius, giderek büyüyen bu çatışmanın ciddiyetini anladı ve bu kavgayı bitirmesi için vali Philip’i görevlendirdi. İmparator Theodosius, Philip’e sıkı önlemler almasını ve Hristiyan-Yahudi farketmeksizin kim imparatorluk kurallarını çiğnerse, şiddetle cezalandırmasını söyledi. Neticede Roma askerleri bu çatışmayı zorla da olsa bastırdılar ve suçluları cezalandırdılar. Ancak benzer olaylar İskendertiye başta olmak üzere, imparatorluğun birçok bölgesinde meydana gelmeye devam ediyordu. II. Theodosius döneminin Kudüs şehri açısından en önemli olayı, 438 yılında imparatorun eşi Eudocia’nın şehri ziyaret etmesidir . Bir sex skandalından sonra II. Theodosius’tan ayrılarak Kudüs’e gelen Eudocia , burada kendini hayır işlerine adayarak çok sayıda kilise inşa ettirdi . Bunlardan en önemlileri, Şam Kapısı dışında taşlanarak şehit edildiğine inanılarn St. Stephan’ın anısına inşa edilen St. Stephan Kilisesi ve Siloam Havuzu (Pool of Siloam) Bazilikası’dır . Eudocia çok miktarda para harcayarak Titus döneminde yıkılan eski güney duvarlarını Bizans mimari anlayışına uygun olarak yeniden onardı.
Eudocia, İmparator Konstantin’in annesi Helena’dan sonra, Kudüs tarihinde önem arz eden ikinci imparatoriçedir . Bu imparatoriçe, mimari anlamda şehre katkı sağlamakla kalmayıp, Hadrian döneminden beri şehre girmeleri yasak olan Yahudilerin tekrar Kudüs şehrine girişlerini serbest hale getirerek Yahudi tarihinde önemli bir yer edinmiştir. Eudocia’nın fermanıyla Yahudiler şehre tekrar yerleşme hakkını elde etmişlerse de, şehre ne zaman dönüp yerleştikleri hakkında kesin bir bilgi söz konusu değildir . Eudocia, 16 yılını Kudüs’te geçirdikten sonra, 460 yılında, 67 yaşında bu kutsal şehirde öldü . Naaşı da kendi isteği doğrultusunda, inşa ettirdiği St. Stephan Kilisesi’ne defnedildi . Ancak bazı kaynaklar, Eudocia’nın Kudüs’ten İstanbul’a geri döndüğünü ve beraberinde ilk şehit St. Stephan’ın emanetlerini de başkente getirdiğinden bahsederler. Zira başkente dönen Eudocia, burada bir yıl kaldıktan sonra Kudüs’e tekrar dönüş yapmış ve burada ölmüştür.
Justinyan Dönemi
Justinyan dönemi, Bizans İmparatorluğu için bir dönüm noktası olduğu kadar , Kudüs tarihi açısından da önemli bir dönemi ifade eder. Justinyan, Bizans tahtına oturduktan sonra, İmparatorluğu eski ihtişamına kavuşturmak için bir takım kararlar aldı. İmparatorluğu eski ihtişamına kavuşturmayı amaçlayan Justinyan, bunun ülkeyi tek bir din altında birleştirmek ve “Tek Devlet, Tek Kanun, Tek Kilise” prensibini yerleştirmekle mümkün olacağını düşünüyordu. Justinyan’ın bu amacını gerçekleştirmek için ülkedeki pagan ve Yahudi nüfusunu zorla din değiştirme ve baskı altına alma yönünündeki fermanlar, isyanları da beraberinde getirdi. Justinyan’ın amcası ve selefi Justin, kendi döneminde Yahudi ve putperestlerin yüksek dereceli adli memurluklara gelmesini engelleyen fermanlar çıkarmıştı. Çünkü Justin’e göre böyle insanların Hristiyan vatandaş ya da Hristiyan din adamları üzerinde adli bir karar vermeleri, imparatorluğun dini olan Hristiyanlığa bir hakaretti. Amcasının bu yöndeki uygulamalarını devam ettiren Justinyan, imparatorluk içindeki Yahudi ve putperestlere yönelik bir kovuşturma başlatıp onları din değiştirmeye zorluyordu, bunu kabul etmeyenler de imparatorluktan kovuluyordu. Bu baskıcı politika, bu dönemde Anadolu’da 70.000 putperestin Hristiyanlaşmasını sağlamıştı ancak; Yahudiler bu durumu kabullenecek gibi görünmüyordu.
Yahudiler, tarih boyunca dini ve milli konularda büyük bir hassasiyet göstermiş ve bu hassasiyeti gözardı eden yönetimlere karşı çıkarak farklı boyutlarda isyanlar çıkarmışlardır. Yahudilerin tarih içerisinde bu hassasiyeti gözeterek çıkardıkları isyanların bir örneği de bu dönemde görülmektedir. Justinyan’ın İmparatorluğu tek bir inanç altında birleştirme ideali uğruna farklı inançlara gösterdiği baskı, Yahudileri kendini mesih olarak tanıtan Julian adında bir yahudinin liderliği altında bir isyana teşvik etti.
Yahudiler, 4 Temmuz 555 yılında Samaryalılar’la birlikte Filistin’in Kayserya (Caesarea) şehrinde büyük bir isyan başlattılar. Şehrin Hristiyan vatandaşlarına ve Hristiyan kiliselerine saldıran Yahudiler, burada çok sayıda Hristiyanı katledip, çok sayıda kiliseyi ateşe verdiler. Eyalet valisi Stephan’ı öldürüp mallarını yağmaladılar. Bunun üzerine öldürülen valinin karısı, başkent İstanbul’a gidip durumu imparator Justinyan’a bildirdi. Justinyan Amantius’u görevlendirerek derhal isyanı bastırmasını emretti. Amantius, bölgeye gelerek Stephan’ın katillerini araştırdıktan sonra, çok sayıda Yahudiyi öldürüp bir kısmını yaralayarak sakat bıraktı . Bu isyan neticesinde 100.000’e yakın Yahudi öldürüldü. Yine bu isyan neticesinde Samaryalılar’ın büyük bir çoğunluğunun Hristiyanlık dinlerine geçiş yaptıkları tahmin ediliyor.
Yahudiler genel geçer tüm isyanlarda olduğu gibi, bu isyan neticesinde de kaybeden taraf olmuştu. Ancak bu kayıp sadece can ve mal kaybıyla da sınırlı kalmadı. Çünkü Justinyan, isyanın akabinde bir ferman çıkararak İmparatorluğun genelindeki tüm Yahudilerin ibadetlerini ve bayramlarını icra etmelerini yasaklayarak sinagoglarını da Kilise’nin hizmetine vermişti . Justinyan’ın yasakları adli konularda da vücut bulmuştu. Buna göre, Hristiyan ve Yahudiler arasında mahkemeye intikal edebilcekdavalarda, Yahudilerin tanıklığı geçersiz sayılacaktı .Yahudiler sadece kendi aralarında görülen davalarda tanıklık edebilecekti . Yahudilerin çocuklarına herhangi bir konuda vasiyet veya miras bırakmaları yasaklanırken , Hristiyanlık mensubu olmayan bir ailenin, Hristiyan olan çocukları (aile vasiyet bırakmamışsa bile) mirastan pay alma hakkı serbest bırakılmıştı. Yahudi ailelerin kendi çocuklarını eğitme hakkıda elinden alınmıştı . Örneğin; babası Yahudi, annesi Hristiyan olan bir çocuğun eğitimi, Hristiyan olması nedeniyle anneye bırakıldı. Ya da tam tersi bir durum da, yani anne Yahudi baba Hristiyansa, çocuğun eğitimi Hristiyan olması sebebiyle babaya bırakılacaktı. Tüm bu yasaklar şüphesiz ki, Yahudileri Hristiyanlığa geçiş konusunda etkileme amacıyla konmuştu . Ancak Yahudiler bu tarz baskı ve yasaklara ilk defa maruz kalmıyorlardı. Dolayısıyla da Justinyan’ın amaca yönelik uygulmaları, Yahudileri kızdırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
İmparator Justinyan’ın Yahudilere yönelik baskıcı ve yasakçı yaklaşımı, Kudüs şehrine olan yaklaşımıyla büyük bir tezat oluşturuyordu. Çünkü imparator Kudüs’ü Yahudiliğin değil, Hristiyanlığın bir merkezi olarak görüyordu. Bu yüzden Justinyan şehirde gerçekleştirdiği imar faaliyetleriyle, Bizans damgasını Kudüs şehrinde kalıcı hale getiren imparator olmuştur . Justinyan, Bizans imparatorluğu genelinde hararetli bir şekilde imar faaliyetine girişerek, imparatorluğu Hristiyan mabetleri ve sembolleriyle donatmaya başladı. İstanbul’da Ayasofya Kilisesi’ni inşa ettirdikten sonra Beytüllahm’da Doğuş Kilisesini , Kudüs’te ise bugüne kadar inşa edilen kiliseler arasında en büyüğü olan ve bugünkü Mescid-i Aksa’nın çevrelediği alan üzerinde Nea Kilisesi’ni inşa ettirdi . Justinyan’ın Kudüs’teki inşa faaliyetleri bunlarla da sınırlı değildi. Justinyan şehre gelen hacıların konaklaması için bir imarethane ve hacıların hastalanması ihtimaline karşı her biri 100 yataktan oluşan iki hastahane yaptırmıştır.
Heraklius Dönemi
Bizans tarihinin en önemli imparatorlarından biri olarak kabul edilen Heraklius, 610 yılında tahta oturduğunda, İmparatorluk adeta bir enkaz yığını halindeydi; idari, mali ve askeri açıdan iflasın eşiğine gelmişti. Bizans içsel olarak bu sorunlarla boğuşurken, dış güçler tarafından da sürekli taciz ediliyordu. İmparatorluğun içinde bulunduğu buhranın bilincinde olan Avarlar ve Slavlar, Balkanlar’da istedikleri gibi hareket ederken, Persler de Anadolu’nun bağrında aynı vazifeyi icra ediyorlardı . Uzun zamandır Bizans İmparatorluğu’nu doğuda en çok uğraştıran güç olan Persler, 542 yılında Choshoroes’in(I.Hüsrev) liderliğinde Kudüs’e bir saldırı teşebbüsünde bulunmuş fakat veba salgını nedeniyle bundan vazgeçmişti . Ancak bu döneme gelindiğinde, Bizans’ın aralarındaki ticaret anlaşmasını ihlal ettiğini gerekçe göstererek devlete saldırmaya başladı. 611 yılında Kayseri’ye bir saldırı gerçekleştiren Persler, Bizans tarafından zorla da olsa püskürtüldüler. Ancak iki sene sonra tarihler 613 yılını gösterdiğinde, Perslerin Güneydoğu bölgesine doğru amansız yürüyüşüne, Bizans’ın karşılık verebilecek kudreti yoktu.
Persler 613 yılında büyük bir orduyla, Bizans’a bağlı Ürdün ve Filistin bölgelerine doğru ilerlemeye başladılar . Pers ordusu bu bölgelere ilerleyişini sürdürdükçe, kendilerini Kudüs’ten kovan ezeli düşmanları Hristiyanlardan intikam almak ve şehri ele geçirmek için bu durumu bir fırsat olarak gören 26.000 Yahudi, Pers ordusuna katıldı . Tarihler 614 yılını gösterdiğinde, Persler İran’dan Akdeniz’e kadar olan bölgeyi kuşatıp, Bizans’ın Arap yarımadasıyla olan iletşimini kestiler . Pers ordusu 614 yılının Mayıs ayında Kudüs’e girdi . Persler şehre girdiğinde, Kudüs halkı savaşa hazırlıksız yakalanmıştı ve buradaki Roma garnizonu da Pers ordusuna karşılık verebilecek bir kalibrede değildi . Bu nedenledir ki, Kudüs halkı fazla bir direniş göstermeden şehri Pers ordusuna teslim etti. Ancak Pers ordusu şehrin teslim olduğunu düşünerek buradan ayrılınca, Hristiyanlar hemen ayaklanıp çok sayıda Yahudi ve Pers askerlerini öldürdüler. Bu durumu haber alan Pers ordusuysa derhal geri döndü ve üç haftalık çetin bir direnişten sonra, Hristiyanlara karşı büyük bir katliam uyguladı . Theophanes’e göre savaş sonrası Kudüs’te 90.000 yahudi öldürülmüştü.
Ancak bu rakamlar bazı kaynaklar tarafından abartılı görünmekte ve St. Saba Manastırı’nın bir keşişi tarafından söylendiği kadarıyla, gömülen kişi sayısının 62.455 olduğu ki bunların da 24.000 kadarının da mahkümlardan oluştuğunu iddia etmektedirler . Ermeni tarihçiler ise bu rakamı 57.000 olarak vermektedirler. Ancak binlerce rahip, keşiş ve rahibenin kılıçtan geçirildiği kesindir. Katliamdan kurtulabilen Hristiyanlar ise Arabistan’ın Hristiyan şehirlerine kaçtılar . Kilisenin beşiği sayılan ve Hristiyanlar nazarında ilk zaferin sahnesi olan Kutsal Şehir Kudüs, Kisra’nın ölüm kusan kılıcı karşısınada yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı . Persler şehirde üç günlük bir katliam geçekleştirdikten sonra , aralarında Konstantin’in inşa ettirdiği Kutsal Mezar Kilisesi, Golgotha Kiliseleri, St. Stephan Kilisesi, St. Mary Kilisesi ve Eleona Kilisesi’ni tahrip ederek büyük zararlar verdiler . Daha sonra Patrik Zacharias’ın da aralarında bulunduğu 35.000 Hristiyan’ı esir olarak ele geçirdiler. Geri kalan Hristiyanlarsa Yahudiler tarafından zevkle katledilmek için köle olarak satın alındılar. Pers ordusu, Şehri yağmalayıp Helena’nın bulduğu Gerçek Haç’la birlikte çok sayıda altın ve gümüş eşyayı da gasp ettikten sonra , şehirden ayrılıp Mısır ve Libya üzerine yürüdü.
Kudüs şehri, 550 yıl sonra Roma’nın elinden çıkmıştı. Konstantin’in şehri Hristiyanlığın merkezi yaptığı tarihten itibaren de dört asırlık bir süre geçmiş ve bu uzun zaman diliminden sonra ilk defa Hristiyanların elinden çıkıp Hristiyan olmayan bir devletin eline geçmişti. Yahudiler, asırlar boyu hasretini çektikleri kadim şehre kavuşmuşlardı artık . Persler 614’teki zaferin ardından, Mısır ve Anadolu’ya hızlı bie şekilde ilerleyip bu bölgeleri hâkimiyetleri altına aldılar. Artık Perslerin tek bir hedefi vardı; o da Bizans’ın başkenti İstanbul’u ele geçirmek . Kadıköy önlerine kadar ilerleyen Pers ordusu , başkent İstanbul’un önünde bir karargâh kurdu. Bunun üzerine Heraklius, derhal bir elçi göndererek Persler’le bir barış yapmak istedi . Ancak Pers Kralı II. Choshoroes (II. Hüsrev), “Haç’a gerilen Tanrısını inkar edip Güneşe tapınmadıkça, onun bu isteğini asla kabul etmeyeceğim.” diye yanıt verdi . Ancak İstanbul’un kuşatılması zor bir kent olduğunu farkedince, Bizans’la ağır bir vergi karşılığında barış yaptı.
Persler, barış karşılığında Bizans’ı onur kırıcı sayılabilcek bir miktarda vergiye mükellef kılmışlardı, fakat buna rağmen Pers Kralı II. Choshores, Bizans üzerinde kazandığı zaferi, Bizans’ı küçük düşürmek adına her yerde dillendiriyor ve Bizans halkına zulm etmeye devam ediyordu . Bu durumun daha fazla devam etmesini mümkün görmeyen Heraklius, önce büyük bir meblağ vergi ödeyerek Avarlar’la barış yaptı. Heraklius bu hamleyle bir yandan Avrupa bölgesinden Anadolu’ya asker geçişini mümkün kıldı , bir yandan da Pers ordusuna karşı mücadele ederken Avar tehlikesini bertaraf etmiş oldu. Heraklius bundan sonra ilahi bir coşkuyla, Tanrı’nın yardımını dileyerek Paskalya Bayramı’nın ikinci gününe denk gelen 4 Nisan 622 yılının bir Pazar günü, kilisenin finansıyla dini bir törenden sonra pâyitahtını terkederek Pers ordusuna karşı Anadolu’ya doğru ilerlemeye başladı . Bizans ordusu Ermeni bölgesine vardığında Heraklius mahirane bir hamle yaparak kendisine Ermenistan yolunu açtı. Bu hamle, Perslerin tuttukları mevzileri boşaltmalarını sağladı. Nihayet 622 yılının sonbaharında, iki ordu karşı karşıya geldi. Çetin bir mücadeleden sonra, Bizans ordusu, Şahrbârâz komutasındaki Pers ordusunu ağır bir mağlubiyete uğrattı . Bu zafer, İstanbul’u Pers akınlarından kurtardı ve Perslerin tekrar Ermenistan bölgesine sürülmelerini sağladı.
Heraklius, 622 yılında Perslere karşı büyük bir zafer kazanmıştı ancak, bununla yetinmeyi düşünmüyordu. Perslere karşı başladığı bu savaşı, Persleri Bizans için bir tehdit olmaktan çıkaracak bir sonuca ulaştırmak istiyordu. Bu amaçla Heraklius, güneye inerek Persler’e ait Gence bölgesini ele geçirdi. Gence’nin en kutsal varlığı olan Zerdüşt’ün ateşgedesi tahrip edildi. Böylece Bizans için mukaddes bir şehir olan Kudüs’ün intikamı da alınmış oldu. Heraklius, İran’a girmenin hesabını yaparken, daha önce barış anlaşması yaptığı Avarlar tekrar tehdit oluşturmaya başladılar. Bu gelişme üzerine Heraklius, Pers topraklarına girmekten vazgeçip payitahta dönmek zorunda kaldı.
Heraklius’un koşullar gereği İstanbul’a geri dönmesi, Persleri cesaretlendirerek takrar Bizans topraklarına saldırmalarına sebep oldu. Pers imparatoru II. Chosroes, komutan Sarbarazas’a Bizans’a saldırmaları yönünde emir verdi. Bunu haber alan Heraklius, Pers İmparatoru’na bir mektup göndererek barış teklifinde bulunarak kabul etmemesi halinde Pers İmparatorluğu’na büyük bir saldırı gerçekleştireceğini söyledi. Ancak Pers İmparatoru bunu kabul etmediği gibi, Heraklius’a meydan okudu . Heraklius, Persleri Bizans için tehlike olmaktan kuratarcak seferin hazırlıklarını yaparken, Avar tehlikesi yine baş göstermişti. Bizans Avarlar’la uğraşırken, Pers ordusu da İstanbul’a kadar gelerek şehri karadan ve denizden kuşatmaya başladı. İstanbul halkı büyük bir endişeye kapılmış, Patrik Sergios’un vaazları ve telkinleri sayesinde bu buhranı atlatmaya çalışıyordu. Ancak bu dönemde Avarlar’ın Bizans direnişine diş geçirememeleri, Perslerin İstanbul’dan çekilmesini sağladı. İmparator Heraklius da hemen Kafkasya’da bulunan Hazar Türkleri ile ilişki kurarak Perslere karşı onlarla bir ittifak kurdu. Böylece Bizans’ın doğu siyasetinin temelini oluşturacak Bizans-Hazar ilşkileri de bu tarihte başlamış oldu.
Bizans, Avar tehlikesini bertaraf etmişti. Başkenti kuşatan Persler de geri çekilmek zorunda kalmıştı. Üstelik Kafkasya’daki Hazar Türkeleri’yle de bir ittifak sağlanmıştı. Kısacası Persleri Bizans’a diz çöktürecek büyük bir seferin önünde hiçbir engel kalmamıştı. Bunun bilinci ve rahatlığıyla Heraklius, 626 yılının Eylül ayında büyük bir orduyla Perslere karşı sefere çıktı . Nihayet iki ordu, 627 yılının sonbaharında Ninova bölgesinde karşı karşıya geldiler. Bizans ve Pers mücadelesinin kesin sonuç verdiği bu büyük savaşta, kazananan Bizans impratorluğu olmuştu . Heraklius Pers Kralı Chosroes’i 627 yılında esir alarak yerine oğlu II. Kavad’ı Pers tahtına oturttu .
Kur’ân-ı Kerîm de daha önce bildirildiği gibi , Bizans imparatorluğu uzun süredir kendisini tehdit eden ve imparatorluğun dini merkezini tarumar eden Pers İmparatorluğu’nu mağlup etti. Heraklius 628 yılının baharında Kudüs’e doğru zafer yürüyüşüne başladı . 14 Eylül 630 yılında Gerçek Haç’ı Persler’den kurtarıp tekrar Kudüs’e getirdi . O gün bu gündür Hristiyanlar 14 Eylül’ü Kutsal Haç Günü olarak kutlarlar . Heraklius, şehrin genelindeki çoğu kilisesyi tekrar onarıp eski görkemlerine kavuşturma faaliyetlerine girişti . Kiliseleri onarma işi için St. Theodosius Manastırı rahibi Modestus, bölgeyi dolaşarak halktan para topladı. Konstantin döneminde inşa edilen Kutsal Mezar Kilisesi, eski boyutlarıyla olmasa da yeniden inşa edildi. Ancak St. Stephan Kilisesi, St. Sophia Kilisesi ve Zeytin Dağı üzerindeki Eleona Kilisesi tekrar inşa edilmediler ve giderek de unutuldular. Yahudiler, gerek Hristiyan imparatorlar ve Hristiyan halka olan nefretleri, gerekse Pers idaresi altında Tapınaklarını üçünkü bir kez inşa etmek istemelerinin verdiği heyecan nedeniyle mücadele boyunca Pers devletinin yanında oldular. Heraklius Kudüs’teyken Roma halkı ve keşişler savaş esnasında Yahudilerin kendilerine ne kadar acımasız davrandıklarını, hatta Pers ordularından bile daha acımasız yaklaştıklarını ve
kiliseleri nasıl yakıp yıktıklarını anlattılar. Önce Pers hakimiyetindeyken inşasına başladıkları ve bu dönemde inşaat halinde olan Tapınağı tekrar yıktıran Heraklius , Yahudilerin bu ihanetine karşı Kudüs ve Galile civarındaki tüm Yahudilere yönelik bir kovuşturma başlattı. Buradaki Yahudilerin çoğu katledildi . Heraklius, Yahudilere yönelik politikasında selefleri imparatorların izini sürdü. İmparatorluğun Avrupa sınırlarını oluşturan bölgelere Yahudilerin katledilmesi yönünde emir gönderdi . Hadrian döneminde Yahudilerin şehre sokulmaması ve yaklaştırılmaması yönündeki ferman, Heraklius tarafından tekrar yürürlüğe kondu . Buna göre, Yahudiler artık Kudüs’e 3 milden fazla yaklaşamayacaktı . Yahudiler böylece asırlardır hasretini çektikleri Kudüs’ten hasret gideremeden gitmek zorunda kaldılar.
Heraklius’un İmparatorluğun genelinde Yahudilere yönelik çıkardığı sert yasalar, ülke içinde bir Yahudi harektliliği yaşanmasına sebep oldu. İmparatorun zulmüne maruz kalmak istemeyen Yahudilerin bir kısmı Urfa’ya kaçarken, bir kısmıda ilerleyen Arap ordularına katıldılar. Bu dönemde göç ve siyasi baskı yüzünden çok sayıda Yahudi, din değiştirmek durumunda kaldı. Kısacası, yedinci yüzyılda Bizans topraklarında Yahudi nüfusu, din değiştirme, Arap ilerleyişi ve sürgünler yüzünden bir azalma göstermiştir. Heraklius’un şehri Pers hâkimiyetinden kurtarmasından sonra, Kudüs şehrinde kısa süreliğine de olsa bir barış dönemi tesis edildi . Ancak şehrin Perslerin elinden tekrar alınmasının üzerinden on yıllık bir zaman dilimi geçmişti ki, 638 yılında Hz.
Ömer tarafından şehir bizzatteslim alındı . Böylece Kudüs’te üç yüz yıl sürecek bir İslam hâkimiyeti dönemi başlamış oldu. Kudüs şehri dördüncü yüzyıldan, Haçlılar tarafından alınana kadar yaklaşık yedi asır boyunca sakin bir dönem geçirdi.
Yararlanılan Kaynaklar :
Muammer Gül, Müslümanların Kudüs’ü Fethi
Kerim Balcı, Aykut İnce, Kudüs: Kutsallığın Başkenti
George Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi
Mehmet Çelik , Siyasal Sistem Açısından Bizans
Muhittin Çeken , Roma-Bizans Döneminde Kudüs