ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI
Biz diyoruz ki, ALEVİLER ile SÜNNİLER arasında günümüzde görünen farklılıkların ne EBUBEKİR'in HİLAFET'i ile, ne ÖMER'in HİLAFET'i ile, ne de biraz sonra okuyacağınız OSMAN'ın HİLAFET'i ile bir alâkası yoktur!.. Bunlar tamamen o dönem ARAPLAR'ının AİLE KAVGALARI'ndan ibarettir! Yalnız OSMAN'la birlikte işin içine bir de İKTİDAR hırsı karışmıştır! Şimdi o günleri gözden geçirelim.
OSMAN'ın nasıl HALİFE ÖMER'in vasiyeti üzerine 6 kişilik bir heyet tarafından HALİFE seçildiğini anlatmıştık... ALİ her nekadar bu seçimle mağdur edildiyse
de, OSMAN'a derhal BİAT'ten kaçınmamıştır.
Bizce ALİ'nin ilk "hakkının yendiği" HALİFELİK seçimi budur. Çünkü kendisi İLK DEFA bu seçimde aday olmuş ve son ana kadar adaylıktan çekilmemişti.
Ne var ki, İLAHİ TAKDİR onun bu sefer de HALİFE olması yönünde tecelli etmemiştir... Yani, cereyan eden olayda bizim anlıyamadığımız bir HİKMET vardır. Aslında tecelli açısından bakılırsa, yenen bir hak ta yoktur. Öyle olması gerekiyordu, öyle olmuştur!
ALİ'nin seçim sırasında belirtiği gibi, OSMAN'ın HALİFELİK dönemi anarşi ve kargaşanın başladığı dönemdir. Kendisi zaten yaşlı idi. Belki de bilmeyerek ailesi ÜMEYYE OĞULLARI'nın yüksek mevkilere gelmesine, güçlenmesine sebep oldu. Bu da HAŞİM OĞULLARI'nın ve diğer ailelerin düşmanlığı çekti. Çoğu doğru olmayan ithamlar altında kaldı.
Ancak OSMAN'ın bir hatası vardır ki, geçiştirilemez. Bildiğimiz kadarı ile, İSTİŞARE'yi ihmal etmiştir. Yani ASHAB'ın dediklerini dinlememiştir, İSLAM DEVLET GELENEĞİ olan DANIŞMA'ya uymamıştır... Çoğu konuda, "Bu benim İÇTİHAD'ımdır," der, kendi düşündüğünü uygulardı.
İÇTİHAT, İSLAM'da çok önemli bir yer tutar. Yeni durumlara göre yeni hükümler vermek, kurallar koymak demektir. Hatta "İçtihatçılar isabetli hüküm verirlerse on sevap, hata ederlerse bir sevap kazanırlar," denilerek İÇTİHAT teşvik edilmiştir. Bunun amacı İSLAMİ UYGULAMALAR'ı ZAMAN'a ve ZEMİN'e göre en makbul hale getirebilmektir.
OSMAN'ın bu sözün etkisinde kalmış olması mümkündür. Ne var ki, İÇTİHAT, İSTİŞARE'yi, KIYAS'ı, İCMA-İ ÜMMET'i ortadan kaldırmaz. Yani yeni durumları daha önceki olaylar ile kıyaslamayı, alimlere, tecrübelilere danışmayı, ve halkın düşüncelerini göz önünde tutmayı engellemez. OSMAN maalesef bazı olaylarda böyle
davranmamıştır. Ayrıca Hz. MUHAMMED'le alay ettiği için kınanan AS'ın oğlu hilekâr MERVAN'ı kendine SIR KÂTİBİ yapmıştır. AS, EBU SÜFYAN'ın amcası idi. Babası da, MERVAN da bu görevden önce TAİF'te sürgünde idiler. OSMAN onları sürgünden kurtarmış, MERVAN'a da önemli bir görev vermiştir.
Aslında onun devri zaten zorluklarla doluydu. İSLAM toprakları PEYGAMBERİMİZ'in zamanındakinden 100 kat daha genişlemişti. Halkın çoğu yeni MÜSLÜMAN olmuştu. İdaresi güçtü. Bu yüzden herkes şikayet ediyor ve her kötü olaydan dolayı MEDİNE'yi sorumlu tutuyordu. TALHA BASRA'da, SAD BİN VAKKAS KUFE'de, AMR MISIR'da vali idi. ŞAM'a da akrabası EBU SÜFYAN'ın oğlu MUAVİYE'yi vali tayin etmişti.
Hele bu son olay bir çok münakaşalara sebep olmuştu. ŞAM, DOĞU ROMALILAR'dan, yani BİZANS'tan alındığı için modern, zengin, oturmuş bir şehir idi. Halbuki MEDİNE hâlâ bir kısmında bedevilerin oturduğu mütevazı bir yerdi.
Zeki bir adam olan MUAVİYE ta o zamandan ŞAM'ın üstünlüğünü farketmişti. Daha ÖMER zamanında ŞAM'a gitmiş, orada sabırla küçük görevlerde hizmet etmişti. Vali olunca da gizli yürüttüğü faaliyeti açığa döktü. Zaten ŞAM, atası ÜMEYYE'nin çok önceden 10 yıl sürgüne gittiği şehirdi. ÜMEYYE OĞULLARI'nın orada etkisi vardı.
(Bakınız:ARAP, KABİLE VE AİLE DEMEKTİR! )
MUAVİYE, ŞAM'daki ROMA kültüründen yararlanarak ordusunu ROMA harb usüllerine göre eğitti. Bu arada hem SIR KÂTİBİ, hem de VEZİR görevi sürdüren MERVAN da boş durmuyor, zaman zaman OSMAN'ın mührünü kullanarak entrikalar çeviriyordu... İşte OSMAN bu iki kişiye bu imkânları sağladığı için haklı olarak çok suçlanmıştır.
Aslında ALİ'nin sezdiği ve seçim sırasında dile getirdiği gibi, OSMAN'ın HİLAFET'i ARAPLAR arasında büyük bir değişikliğe yol açmıştı. Hz. MUHAMMED'in PEYGAMBER olmasıyla HAŞIM OĞULLARI'nın KUREYŞ içindeki liderliği pekişmiş, ÜMEYYE OĞULLARI ikinci planda kalmıştı. Ama OSMAN'la birlikte ÜMEYYE OĞULLARI, sonraki adıyla EMEVİLER öne çıkmış oluyordu. Bu durum, sosyal bir sarsıntıya yol açmış, çoğu kimseyi huzursuz etmişti. Bu sarsıntı ve sıkıntıları, OSMAN'ın birbirini takip eden hataları daha da arttırmıştır.
Peki, bu gidişat karşısında ALİ ne yapıyordu?.. İddia edildiği gibi köşesine mi çekilmişti?..OSMAN'a kinlenmiş miydi?..Kendi halifeliği için mücadeleye mi hazırlanıyordu?
Hayır!.. Bunların hiç biri değil!.. ALİ, OSMAN'a da derhal BİAT etmişti. Mümkün olduğu kadar yanından ayrılmıyor, OSMAN yetersiz kaldığı, zaaf gösterdiği için, bu yaşlı zata yardımcı oluyor, sık sık yol gösteriyordu.
OSMAN bu fikirleri çoğu zaman kabulleniyor, ama valilerine söz geçiremiyordu. ÜMEYYE ailesinin zulmü gün geçtikçe artıyordu. ALİ, HAŞİM OĞULLARI'nı yatıştırmaya çalışıyor, ama daha önce söylediği gibi kılıçların çekilmesini önlemek gittikçe güçleşiyordu. Olayın iki AİLE arasında tıpkı İSLAMİYET öncesi gibi bir düşmanlık halini alması önlenemiyordu.
Nisbeten sakin geçen ilk 6 yıldan sonra bozgunculuk ve ayaklanmalar artmıştı. ROMALILAR'ın, BİZANLILAR'ın, İRANLILAR'ın, YAHUDİLER'in bazı kötü âdetleri İSLAM'a karışmaya, fesat katmaya başladı. Zenginlik başa belâ getirdi. Kumandanlar, valiler ROMALILAR'dan gördükleri zevk ve sefahat âlemlerine daldılar. Hep ön planda olan PEYGAMBERİMİZ'in ASHAB'ı, bu dönemde ya ölmüş, ya da çok yaşlanmış olduğu için etkisini kaybetmişti. KUREYŞLİLER eski anlayışlarına dönmüşler, kendilerini herkesten üstün görmeye başlamışlardı. Bu da diğer kabileleri, ARAP olmıyan MÜSLÜMANLAR'ı incitiyordu. MECUSİLER ve YAHUDİLER de hallerinden memnun olmayan KÛFE, MISIR, BASRA ahalisi gibi seslerini yükseltmeye başlamışlardı.
Nihayet acı son yaklaştı... (656) Bu mağdur insanlardan büyük gruplar HAC için, ve MERVAN'dan şikayet için MEDİNE'ye geldiler. Şikayetlerinde haklı olmalarına rağmen, herhalde bozguncu davranışlarından dolayı ALİ de dahil olmak üzere kimse onlara aracılık etmek istemedi.
O hafta CUMA günü bu kişiler "intikam, intikam" diye bağırarak sokaklarda koşmaya başladılar. ALİ bunlardan birini durdurdu, sebebini sordu. Adam kendileri hakkında ölüm emri yazılı bir kâğıt bulduklarını söyledi. Halbuki OSMAN'ın böyle bir şeyden haberi yoktu. Yazıyı MERVAN yazmıştı!..
Ama OSMAN, isyancıların "MERVAN'ın teslimi ve HALİFELİK'ten çekilmesi" talebini reddetti. İsyancılar onu evinde 40 gün kadar kuşattılar. MEDİNELİ ASHAB'ın çoğu bu durumdan üzülerek şehri terketti. TALHA, ZÜBEYR, ALİ kaldı ve OSMAN'a yardıma çalıştı. Ama başaramayıp onlar da evlerine çekildiler. ALİ oğlu HASAN'ı HALİFE'yi korumakla görevlendirdi.
OSMAN'ın yakınları asilerle harb etmek istiyordu. Ama OSMAN yumuşak tavırlı biri idi. Zaten şimdiye kadarki sıkıntıların temelinde bu yumuşak ve kararsız mizacı yatıyordu. Kabul etmedi.
- "Ben MÜSLÜMAN kanı döken ilk İMAM olmam. PEYGAMBER'in yanından da ayrılmam,"
dedi. Şehri de terketmedi.
Bir perşembe gecesi rüyasında PEYGAMBERİMİZ'i, EBUBEKİR'i, ÖMER'i gördü. Hz. MUHAMMED kendisine, "Oruçluyuz, iftara seni bekliyoruz," dedi. Ertesi CUMA gününü KUR'AN okumakla geçirdi... Akşama doğru asiler hücuma geçtiler. Kapıda nöbet tutmakta olan ALİ'nin oğlu HASAN'ı yaralayıp içeri girdiler ve OSMAN'ı okumakta olduğu KUR'AN'ın başında ŞEHİT ettiler!... Asilerin korkusundan cenazesi ancak iki gün sonra ve sadece 17 kişi ile kaldırıldı.
Bir rivayete göre OSMAN, EBUBEKİR'in oğlu MUHAMMED'i MISIR'a vali tayin etmiş... Ancak MERVAN onun mührünü kullanarak MISIR'a "Gelir gelmez öldürün," diye ferman yazmış. Tesadüfen mektubu götüren kişi MUHAMMED ile karşılaşmış, mesele anlaşılmış. MUHAMMED, MEDİNE'ye dönüp halkı OSMAN aleyhine kışkırtmış...
Bu rivayet EBUBEKİR'i kötülemek için uydurulmuş olabilir. Ancak, eğer doğruysa, o zaman AİLELER arası HUSUMET'in ve MAKAM HIRSI'nın boyutlarını göstermesi bakımından ibret verecidir.
OSMAN'ın hakkında öne sürülen yersiz iddialardan çoğu, arkasında bıraktığı büyük servetten kaynaklandı... Halbuki İLK HALİFE EBUBEKİR'den sadece bir kaftan, bir deve, bir de köle kalmış, onlar da vasiyeti gereği BEYT-ÜL MAL'e irad kaydedilmişti...DEVLET hazinesinden kendisi için çok az para alan ÖMER ise, ardında büyük bir borç bırakmıştı... OSMAN'dan geriye büyük bir servet kalınca, bazıları onun DEVLET parası yediğini ve çevresine yedirdiğini düşündüler... Ancak kendisi zaten zengin bir aileden geliyordu.
Bu yüzden biz, PEYGAMBERİMİZ'i son gün rüyasında gören muhterem bir zatın bilerek kimseye birşey yedirdiği inancında değiliz. Onun hatası yumuşak başlı ve çevresini dinlemez oluşu idi. Bunun bedelini de canıyla ödedi.
Burada bir açıklama yapmamız gerekmektedir. SÜNNİLER'in çoğu PEYGAMBERİMİZ'in "Ne mutlu beni görene!.. Ne mutlu beni göreni görene!" sözünden hareketle o dönem insanların eleştirilmesinden hoşlanmazlar. Saygı açısından bu doğrudur...
Ancak TARİHİ OLAYLAR'ın incelenmesinde, hele ALEVİ-SÜNNİ sürtüşmesinin ortadan kalkması için yapılan bir araştırmada kişilerin BEŞER yönünün değerlendirilmesi kaçınılmazdır. PRENSİPLER yazısında çok açık olarak belirttiğimiz gibi, KUL HATASIZ OLMAZ!.. MUHAMMED bile ÖNCE ALLAH'IN KULU, SONRA O'NUN PEYGAMBERİ'dir. O yüzden dir ki, biz PEYGAMBER dışındaki kişiler için "HAZRET" ifadesini sık kullanmadık çünkü onları TARİH içindeki herhangi bir ŞAHSİYET olarak aldık. Onların hem BEŞERİ HATALAR'ından bahsedip hem de HAZRET demek doğru olmazdı.
Şurasını hemen belirtelim ki, ALEVİ-SÜNNİ tartışmalarının sonuç alınamaz biçimde sürmesinin bir sebebi de, her iki tarafın da bazı kişilere "toz kondurmak istememesi"dir... Halbuki hepsinin TANRI NURU olan ÖZ'lerinin yanı sıra, bir de ölüp giden BEŞER yönleri vardır. Ve bu olaylar işte bu BEŞER yönlerinden kaynaklanmıştır.
Kaldığımız yerden devam edersek, ALEVİLER ve ŞİİLER arasında yaygın olan "KUR'AN'dan ALİ ile ilgili ayetlerin çıkarıldığı" iddiasından, OSMAN da nasibini almaktadır... Çünkü EBUBEKİR tarafından bir araya getirilen sayfaları sıraya koydurmuş, ve yeni nüshalar yazdırıp bunları dört bir yana göndermiş, bu suretle yeni MÜSLÜMAN olan ülkelerin de KUR'AN'dan nasibini almasını sağlamıştı. Bu arada düzensiz bir şekilde yazılmış olan ve hepsi eksik olan KUR'AN parçalarını da toplatmış ve imha ettirmişti. İşte bu noktada OSMAN için "Asıl KUR'AN'ı yaktırdı" iftirası, 2000'E DOĞRU dergisi gibi pek çok dergi ve kitapta dile getirilmiştir.
Şimdi sorarız:
Eğer OSMAN asıl KUR'AN'ı yaktırmış olsaydı, ALİ hiç onun yanında kalır mıydı?.. Son gününde oğlu HASAN'a onun kapısında nöbet tutturur muydu?.. Bir kişi çıkacak, asıl KUR'AN'ı yakıp yok edecek, ALİ GİBİ YİĞİT, ZÜLFİKAR GİBİ KILIÇ onun kellesini almayacak!.. Bu mümkün mü?
Eğer OSMAN'ın yazdırdığı yeni nüshalarda hatalı bir şey olsaydı, BİR TEK HARFİ bile değişseydi, ALİ kendi HALİFE olunca da bunu düzeltmeseydi, ALLAH İNDİNDE ALİ'nin hali nice olurdu?.. Bütün MÜSLÜMANLAR'ın VELİSİ ALİ, hiç eksik, yanlış KUR'AN yazılmasına, dağıtılmasına izin verir miydi?
Görüldüğü gibi, biraz MANTIK, biraz İZ'AN, biraz İNSAF ile HAKİKAT'in tesbiti hiç te zor değildir! Bu soruların cevabı bellidir. İddianın sebebi, kaynağı da bellidir... Ona da ilerde değineceğiz...
Bazı kaynaklarda KUR'AN'ın ALİ NÜSHASI diye geçen bir düzenleme vardır. Bu, ALİ'nin kendisi için yaptığı bir TERTİP çalışmasıdır ki, ayetleri İNİŞ sırasına göre dizmekten ibarettir. ALİ ayetlerin derin mânâsını daha iyi kavramak için iniş sebebini de göz önünde bulundurarak yorum yapabilme amacıyla bu çalışmayı yürütmüştür... Bu şekilde hazırlanmış bir İngilizce KUR'AN meali piyasada mevcuttur. (THE KORAN, tercüme: J.M.Rodwell) Ancak halka hitap için Hz. MUHAMMED'in buyurduğu şekilde sureler halinde dizilmiş KUR'AN elbette ki daha uygundur. Zaten bütün dünyada ALEVİ-SÜNNİ-Şİİ MÜSLÜMANLAR tarafından kullanılan TASNİF te budur.
OSMAN'ın 12 yıllık HİLAFET'i sırasında pek çok iyi olay da cereyan etmiştir. Ordu ve donanma güçlenmiş, KIBRIS ve RODOS alınmıştır... MÜSLÜMANLAR onun zamanında bütün KUZEY AFRİKA'yı aşarak İSPANYA'ya geçtiler. TARIK BİN ZİYAD'ın İSPANYA'ya geçtikten sonra gemilerini yaktırarak askerlerin geri dönüş ihtimalini ortadan kaldırması meşhurdur... Böylece koca yarımada kısa zamanda İSLAM egemenliği altına girmişti... ASYA'da HORASAN ve TABERİSTAN bu dönemde fetholundu.
Kısacası PEYGAMBERİMİZ'in pek methettiği, iki kızını verdiği OSMAN'ın hataları yanında, unutulmaz hizmetleri de vardır.
Bir süredir KUR'AN'a saldırılar çoğaldı... Bunların bir kısmı İSLAMİYET'i "Arap dini", KUR'AN'ı da "Muhammed'in kitabı" şeklinde küçümsemeye çalışırken, bir kısmı da sözde "dine saygı" ve "vicdan hürriyeti" kisvesi altında bir "Türkçe ibadet" teranesi tutturdular... Biz her ikisini de tehlikeli buluyoruz.
Bizim insanımız zaten TÜRKÇE ibadet eder. Yatarken, kalkarken, yemek yerken, hatta ölmüşlerimize MEVLUT okuturken hep TÜRKÇE ibadet eder... Çok şükür, ATATÜRK'ün sayesinde KUR'AN tercümeleri, tefsirleri, HADİS tercümelerini de TÜRKÇE okuma imkanına kavuşmuştur.
Ama istenen bu değildir!.. İstenen KUR'AN'ın ASLI'nın TÜRK İNSANI'ndan uzaklaştırılmasıdır. Diğer MÜSLÜMAN ülkelerle rabıtamızın tamamen kesilmesi, BATI'dan başka dünyanın hiç bir kesimiyle ilgilenmememizdir!.. İşte biz bunu tehlikeli buluyoruz.
KUR'AN'ın MÂNÂ'sı kadar LÂFZ'ı da bir mucizedir. Yani her KELİME'si, hatta her HARF'i İTİNAYLA SEÇİLMİŞ'tir. İndiği andan itibaren öyle muhafaza edilmiş, kıyamete kadar da edilecektir! Çünkü bu ALLAH'ın VAAD'idir!.. Ve KUR'AN-I KERİM indiği andan itibaren değişmeyen tek DİN KİTABI'dır! Aslının her müslümanın evinde bulunabildiği TEK DİN KİTABI'dır!
KUR'AN'daki mucizevi yapıyı inceleyen bir çok araştırma yayınlanmıştır. Bunlar daha çok 19 sayısının özelliği üzerinde durmuşlardır. Her ne kadar bu araştırmayı yapanlardan birisi, sonradan sapıtıp kendi hesaplarına uymuyor diye, KUR'AN'dan bazı ayetleri çıkartmak istemiş ise de, araştırmalar gerçeği ifade etmekte idi. KUR'AN gerçekten 19 sayısı ile şifrelenmiş, onun ayetleri ile oynanması bu sayı sayesinde engellenmiştir. MÜDDESİR Suresi 30-31. ayetler "ONUN ÜSTÜNDE 19 VAR!" diyerek bu hususu belirtir ve hemen ardından gelen ayetler de, KUR'AN'la oynamaya kalkanın ne çeşit bir CEHENNEM azabı ile karşılaşacağını anlatır.
Bu sistem nasıl işliyor, isterseniz bir misal ile anlatmaya çalışalım. Mesela, KUR'AN'da "ALLAH, ALİ'yi HALİFE yapmanızı istiyor" diye bir ayet olsaydı, ve birisi bunu çıkarsaydı, KUR'AN'da derhal bir eksiklik meydana gelir ve bu derhal göze çarpardı!..Çünkü ALLAH kelimesi KUR'AN'da 2698 kere geçer ve bu rakam 19 sayısına bölünebilir. Bir tek ALLAH kelimesinin çıkarılması, derhal bu işlemi aksatacaktır!..
İş burada da bitmez. ALLAH kelimesini, bir yerden çıkartıp, başka bir yere koymaya çalışsanız da olmaz!.. Çünkü pek çok anahtar harfin KUR'AN'daki sayısı da bellidir ve 19'a bölünebilir!.. O harflerden bir tanesi yok etseniz, veya sayısını arttırsanız, derhal eksiklik göze çarpar!
İşin enteresan tarafı, 19 sayısının bu MATEMATİK özelliği, yani asal sayı olması ile sağladığı bu GÜVENLİK SİSTEMİ, ancak 20. asırda görülebilmiştir... Son yıllara kadar KUR'AN ile ilgilenen alim ve mutasavvıflar "onun üstünde 19 var" ifadesini 19 meleğe, 19 hikmete, hatta arkasından gelen cehennem ayetini göz önünde tutarak 19 zebaniye yormuşlardır. İşin özüne inememişlerdir...
Yani, Yüce ALLAH gönderdiği KİTAB'ın sırrını, nüsha sayısının az olduğu dönemlerde insanlardan gizlemiş, her türlü oyunu engellemiştir!.. Artık dünyada o kadar çok KUR'AN NÜSHASI vardır ki, kimse çıkıp onu değiştiremez. Bu yüzden 19 sayısının hikmeti de açığa çıkmıştır.
Tekrar edelim, KUR'AN'dan değil bir AYET, bir KELİME; bir tek HARF bile çalmak mümkün değildir!..
Mesela başında ELİF, LÂM, MİM gibi tek harflerin olduğu sürelerde, bu harflerin sayısı hep 19'un katlarıdır. Bir tanesi bile eksilse hemen dikkat çeker!
Bunlardan bir tanesi 7. suredir. ARAF Suresi... Başında ELİF, LÂM, MİM, SAD vardır... Bu surenin 69. ayetinde geçen BASTATAN kelimesi aslında SİN harfi ile yazılması gerekirken, PEYGAMBERİMİZ SAD ile kayda geçmesini buyurmuştur... Halbuki aynı BASTATAN kelimesi BAKARA Suresinin 247. ayetinde, olması gerektiği gibi, SİN ile yazılıdır... Evinizdeki KUR'AN-I KERİM'i açarsanız, ARAF Suresinin 69. ayetindeki BASTATAN kelimesinin SAD ile yazılmış olduğunu, ancak GEREĞİ GİBİ okunsun diye üzerine bir SİN harfi konmuş olduğunu görürsünüz!..
Acaba PEYGAMBERİMİZ 1400 yıl önce neden böyle bir zahmete girmişti?.. Eğer BASTATAN kelimesi SİN ile okunacaksa, neden SAD ile yazılmıştı?...
Çünkü O süredeki ELİF, LAM, MİM, SAD kelimeselerinin toplamının 19'a bölünebilmesi için bir SAD harfi GEREKLİ idi de, ondan! (5358/19=282)
Kaldı ki, o SAD harfinin görevi orada da bitmez... SAD harfi ile başlıyan üç suredeki SAD sayısı da bu kurala uyar. (152/19=8) (7., 19. ve 38. sureler)
Gördünüz mü KUR'AN nasıl korunuyormuş?..
Her ne kadar HZ. EBUBEKİR ilk defa KUR'AN sayfalarını bir araya toplatmış, HZ. OSMAN da bu toplanmış sayfaları TERTİP ettirmiş ve yeni nüshalar yazılmasını sağlamış ise de; PEYGAMBERİMİZ'in,
- "CEBRÂİL her yıl KUR'AN'ın TERTİB'i için gelirdi. Bu yıl iki kere geldi. Ecelimin yaklaştığını görüyorum," HADİS'inden, ilk TERTİB'in HZ. MUHAMMED tarafından ve son derece büyük bir itina ile yapıldığını anlıyoruz.
İşte bu nedenledir ki, hiç bir ALEVİ kardeşimizin "ALİ'yi HALİFE yapmamak için KUR'AN'dan ayet çıkardılar" demesi, doğru olmaz!.. Hele bu yazıyı okuduktan, gerçeği öğrendikten sonra bunu derse, büyük günaha girer...
Çünkü böyle bir ifade, önce ALLAH'a "yalancı" demek anlamına gelir, sonra da Hz. MUHAMMED'e ve ALİ'ye hakaret etmiş olunur!.. Ki, edebe sığmaz!..
Öyle ya, Yüce ALLAH, "KUR'AN'ı Biz indirdik ve elbetteki kıyamete kadar onu Biz koruyacağız!" demiyor mu?.. Bir ALEVİ kalkar da, "KUR'AN eksik" derse, bu ALLAH'a hâşâ, "sen vaadini tutmadın, yalancısın" demektir!.. Öte yandan Hz. MUHAMMED'e "Sen görevini yapmadın, ölmeden önce KUR'AN'ı derleyip düzene sokmadın, suçlusun" diye çatmaktır...
Hele ALİ'nin durumu daha da kötü olur. Bu söz ona, "Sen kendinle ilgili ayeti bile hatırlamadın, hiç dile getirip hakkını korumadın. Hepsinden beteri, HALİFE olduğunda KUR'AN'ın eksiğini tamamlamadın, ne biçim adamsın?" demektir!..
İşte bazı densizler hiç düşünmeden bu anlama gelecek ifadeler kullanıyorlar! Ne diyelim!.. ALLAH islah etsin!
Hemen ekliyelim ki, KUR'AN'ın tanziminde OSMAN'ın herhangi bir hilesi, günahı yoktur. Tam tersine büyük hizmeti olmuştur. Hayırla yadedilmesi gerekir.