22 Ağustos 2017

MUAVİYENİN OĞLU YEZİD Yezid tam anlamıyla kâfirdi.



MUAVİYENİN OĞLU YEZİD

Yezid tam anlamıyla kâfirdi. Vahyi inkar ediyor, peygamberliği yalanlıyordu. İçki içiyor, dansöz oynatıyordu. Alenen günah işliyor, fısk ve fücurda bulunuyor, bunları gizlemeye bile gerek duymuyordu.

İşte böyle biri, “Peygamberin halifesi” adıyla Muaviye’den sonra İslam ümmetine musallat oldu!

Oysa ki İslam kaynaklarında Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Bir gün Muaviye’ye, ashabının yanında şunları söylediği kayıtlıdır:

“Ümmetim senin elinden neler çekecek neler!.. 
Senin elinden, gün gelecek, benim evlatlarım acılar yaşayacak, senin soyundan gelecek bir köpek Allah’ın ayetleriyle alay edecek ve Allah Teala bana karşı saygısızlığı haram etmiş olduğu halde o, bana karşı saygısızlıkta bulunacak, hürmetimi ayaklar altına alacaktır!”

Yezid’in çocukluğu annesinin akrabaları arasında geçmiştir.
Yezid’in anası, “Kelâb” kabilesindendi!

İslam terbiyesinden tamamen uzak olan Kilaboğullarının elinde büyüyen Yezid, bu kabilede içki ve köpekle haşır neşir olarak yetiştirildi!
Yezid buğdaş tenli, çopur yüzlüydü, obur olduğu için semiz bir vücudu vardı, bedeni haylice kıllıydı.

Psikolojik açıdan hain ve ikiyüzlü bir karakteristik yapıya sahipti; utanma nedir bilmezdi. Köpeklerle oynar, köpek beslerdi. Her köpeğinin bakımını bir köleye vermiş ve o köleyi köpeğine bağışlamıştı! Romalılardan gördüğü şeyleri taklit ediyor, fazla içki içip sazlı-danslı eğlenceler tertipliyor, köpeklerine elbise giydirip odasına alıyordu. Maymunlara da düşkündü. Evinde maymun besliyordu. 

“Ebu Kays” adını verdiği maymununa elbise giydirir, kadehlerinin son yudumunu bu hayvancağıza içirirdi. Bazen onu bir sıpaya bindirir, ciddi at yarışlarına sokardı. Bir gün Ebu Kays, bu yarışlardan birini kazanınca Yezid pek mutlu olmuş, sevincinden Ebu Kays’a irticalen şiir söylemiştir!
Bir gün yine bir at yarışında Ebu Kays, kendisine içirilen şarabın da etkisiyle, üzerindeki merkepten düşerek öldü. 

Yezid onun ölümüne pek üzüldü, özel bir tören düzenletti ve bu hayvanı guslettirip kefenletti! Şam ahalisinin o gün gelip kendisine başsağlığı dileğinde bulunmasını emretti ve Şam’ın ileri gelenleri (ki bunların çoğu ya sahabe, ya da tabiindendi!) o gün gelip Yezid’e başsağlığı dileğinde bulundular, Yezid onların huzurunda oturup Ebu Kays’a ağıt ve mersiye okudu, hep birlikte bu maymuna ağladılar!

Yezid’in maymunlara düşkünlüğü neticesinde tarihe geçen lakâplarından biri de “maymun sever Yezid”dir!

Yezid içkiye aşırı düşkünlüğüyle ün salmıştı. Genellikle sarhoştu. Her gün içki sofrası düzenler, içkiye şiir yakardı, Şairdi de!.. Kendisi gibi ayyaşlarla içkili, sazlı ve dönsözlü meclisler tertipler, körkütük sarhoş olup sızıncaya kadar içerdi.

Ertesi gün, halife unvanıyla, “Allah Resulünün halifesi” (!) unvanıyla ferman verir, fermanları bu unvanla mühürlerdi.

İçki ve ayyaşlıkta fazla aşırıya kaçtığı Bir gün Muaviye, saray erkanından birkaç kişinin de huzurunda ona öğütte bulunmak zorunda kalıyor ve “Oğlum” diyordu, “Bunları gizli-saklı yapsana! 

Neden herkesin anlayacağı şekilde yapıyorsun? Biraz da mevkini düşün, sözünün geçmesini istiyorsan bunları herkesin huzurunda yapma!”
Yezid Hz. Resulullah’la (s.a.a) o Hazret’in Ehl-i Beyt’ine karşı kin ve nefretle büyütülmüştü.

Hz. Resul-ü Ekrem’e (s.a.a) karşı beslediği düşmanlık inanılır gibi değildi. Allah Resulünün (s.a.a) soyundan intikam almayı düşünüyor, Haşimoğullarına karşı kan davası güdüyordu!..

Babası onu kendisinden sonra halifeliğe getirmek üzere veliahd ilan edince ilk işi şairlerle edebiyatçıları satın almak oldu. Bu satılık şairler, Yezid’i öven şiirler söylediler, bu şiirlerin dilden dile yayılması için büyük paralar harcandı. 

Ardından, kabile ve aşiret reisleri yüklüce paralar, hediyeler ve unvanlarla satın alındı. Muaviye, valilere gönderdiği bir emirnamede “her beldenin ileri gelenlerinden bir grubun derhal Şam’a gelmesi ve Yezid’in veliahd olması için Muaviye’ye ısrarda bulunmasını emrediyordu!!

Aynı günlerde yine Muaviye’nin emriyle, tanınmış şahsiyetler terör edilmeye başlandı.
İmam Hasan Müçtebâ’yı (a.s) zehirleterek şehid ettirdi.
Irak’ı fetheden Sa’d bin Ebu Vakkas’ı zehirletti.

Halk tarafından sevildiği için bir gün kendisine rakip olur korkusuyla; Şam fatihi Halid bin Velidoğlu Abdurrahman’ı yahudi bir hekim vasıtasıyla hasta yatağında zehirletti!
Ebubekir’in oğlunu zehirletti!

Hıcr bin Adıyy hazretleriyle yarenlerini tutuklatıp öldürttü!
Kendisinden sonra açıkça Yezid’i veliahd ilan edip, herkesi ona biat etmeye zorladı.

Medine halkı, Muaviye’yle oğlu Yezid’i çok iyi tanıdığından, biati kabul etmedi, Medine valisinin de halktan biat almaya gücü yetmemişti. Muaviye Medine’nin bu kararlılığının diğer şehirlere de sıçramaması için bizzat Medine’ye gidip şehrin ileri gelenlerinden Yezid’e biat almaya karar verdi.

Kalabalık bir ordu ve altın akçelerle dolu keselerle Medine’ye girdi, tanınmış birçok sahabeden biat almayı başardıysa da, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) yiğit evladı İmam Hüseyin’den (a.s) biat alamadı. Her yolu denedi ama ne altın, ne tehdit, ne hile kâr etmedi Peygamber’in (s.a.a) Hüseyn’ine… Medine valisi Mervan, Hz. Hüseyn’i (a.s) Şam’a sürmesini ve orada kendi nezareti altında bulundurmasını önerdi, ama Muaviye bir teklifi hemen reddederek “Sen” dedi, “Hem Hüseyin’den kurtulmak, hem onu benim canıma düşürmek istiyorsun!..”

Muaviye, Hz. İmam Hüseyn’in (a.s) Şam’a gitmesinden korkmakta haklıydı. Zira İmam Hüseyin (a.s) Şam’a gidecek olsa Şamlılar çok kısa bir süre sonra Muaviye’ye karşı ayaklanacaktı. Çünkü İmam Hüseyin’le görüşüp konuşunca İslamın ne olduğunu öğrenecek, Muaviye’nin onlara kabul ettirdiği şeylerin İslam’la ilgisi bulunmadığını anlayacaklardı.
Şamlılar Muaviye’nin inceden inceye hesaplamış olduğu propaganda taktikleriyle şartlandırılmışlardı.

Muaviye’yi iyi bir Müslüman yönetici olarak tanımakta, onu Hz. Resulullah’ın (s.a.a) hak halifesi ve vekili olarak görmekteydiler.
Hem, Muaviye Peygamberin akrabasıydı da…

Haşimoğullarını tanıyan yoktu Şamlılar arasında.
Muaviye’nin zehirli propagandaları neticesinde, Emeviler dışında Hz. Resulullah’la (s.a.a) akraba olan herkesin dünya düşkünü olduğunu zannediyordu Şamlılar!..
Şam’da “Resulullah’ın (s.a.a) Soyu” denildiğinde “Emeviler” anlaşılırdı sadece!..

Muaviye, iğrenç saltanatını bu Bizans oyunları ve Ümeyyeoğullarına has bu Ebu Süfyan sahtekarlıklarıyla ayakta tutabilmişti işte…
Yezid’in işlediği canilikler ve ihanetlerin İslam tarihinde ikinci bir benzerini görebilmek mümkün değildir.
Yezid, Hıristiyanlardan aldığı yüklüce bir rüşvet karşılığında İslam ordularının Yunanistan’la Kıbrıs’ı fethetmesini engelledi.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) şehri olan Medine’ye saldırdı, kendisine biat etmeyi kalben kabullenmediği için bu mübarek şehrin ahalisini kılıçtan geçirdi, sağ kalanların kendisine köle olacakları taahhüdünde bulunmaları şartıyla boyunlarını ve ellerinin âyasını mühürledi! Bu taahhüdle bulunmayı reddeden Müslümanlar acımasızca öldürüldü!..

Yezid, Ebrehe ordularının yapmadığını yapmış ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) halifesi unvanıyla Mekke’ye de saldırmıştır.
Kâ’be’yi taşa tutan İslam halifesidir Yezid…

Evet, Beytullah’il Haram’ı mancınıkla yıktırdı, Kâ’be’nin perdelerini Mekke halkının şaşkın bakışları altında ateşe atıp yaktı ve Beytullah’ı yerle bir edip Mekke’den ayrıldı!..

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Muaviye’ye “senin sulbünden gelecek bir köpek…” dediği Yezid’di bu…
Yezid’i bu ümmete musallat eden Muaviye; ikinci halife tarafından Şam valiliğine neden atanmıştı sahi?!!

İslam tarihinde, nedeni bir türlü sorulmayan ve her nedense, bulacağı cevabın aslında ne olduğunu tahmin ederek acı hakikatle karşılaşmaktansa tarihin bazı kesitindeki hakikatleri hemencecik geçiştiriverenlerin hiç hoşlanmadığı can alıcı nice sorudan biridir bu…
Kerbelâ hadisesi, yıllardır biriken kinlerin patlamasından başka bir şey değildir…

Bir elden diğerine, bir kalpten ötekine aktarılarak ve gitgide beslenip büyütülerek körüklenen bir “Muhammed düşmanlığı”, Resulullah evlatlarının iyice zaafa uğratılıp hesaplı bir şekilde tezyif edilmesinin ardından nihayet beklediği fırsatı bulmuş ve yıllar önceden çok daha başka eller ve çok daha başka yerlerde bileylenen kılıçlar Kerbelâ’da Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bütün soyunu katletmiştir…

Bu toplu katliam; yarasalarla gecenin, engereklerle akreplerin, sırtlanlarla çakalların yıllar önceden başlattıkları sessiz ve gizli işbirlikleriyle mümkün olabilmiştir…

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) rıhletiyle başlayan sapmalar giderek öyle büyüdü ki, bir gün, en inanılmaz şeyler bile vuku buldu Müslümanların gözleri önünde…

Yezid, Medine’yi bir dâr-ul harp gibi ele geçirdikten sonra askerlerine üç gün boyunca Medine Müslümanlarının ırzını ve namusunu helal ilan etti!
Bu üç gün boyunca Yezid’in ordusu 12 bin Müslümanı katletti.

Ve… Üçbinden fazla Medineli Müslüman kızın namusunu kirlettiler!..
Muaviye’yle ona iktidar kapılarını açık bırakanları bunca cânilikten berî tutmak mümkün müdür sahi?

Medineli Müslüman kızın namusunu kirleten askerin yakasına yapışıp, Yezid’i görmezden gelmek ve bu korkunç suçu sadece o askere veya komutana yükleyebilmek nasıl mümkün değilse, bu da mümkün değildir elbet…
Kaldı ki, kadınlarla kızların çoğu şehirden kaçıp dağlara veya aşiretlerine sığınmışlardı ve bu rakam, sadece Medine’de ele geçirebildikleri masum insanların sayısını gösteriyordu!..

Yine o gün Yezid, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) mübarek Ravza-i Şerifine sığınanları o mübarek mekanda öldürtmüş ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) mescidi olan “Mescid-un Nebi””yi ahır olarak kullanıp atlarla develeri bu mukaddes mekana bağlatmıştı!..
Çeviri: F.Altan

Muaviye’nin Genelgeleri Süleym b. Kays şöyle diyor: 

“Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, valilerine şöyle emretti: Ali’nin evlatları ve şiilerinin tanıklığı kabul edilmemelidir. Bulunduğunuz yerlerde Osman’ın mensupları ve taraftarlarından veya onun fazilet ve menkıbelerini nakleden kimselerden biri bulunduğunda resmi yerlerde ihtiram ve ikram görmeleri hususunda ihmalkârlık yapılmamalıdır. Osman’ın menkıbe ve faziletlerine dair nakledilen sözler, nakledenin hususiyetleriyle birlikte Şam’da Muaviye’nin sarayına bildirilmelidir.
Valiler bu emirlere göre hareket ettiler. Osman’ın faziletlerinden bir cümle bile nakleden kimseler hakkında dosyalar tuttular, onlara birçok hak ve imtiyazlar tanıdılar. Bu durum Osman’ın hakkında birçok şeyin nakledilmesine sebep oldu. 

Çünkü bu çeşit hadisleri nakleden kimseler, Muaviye’nin özel bağış, hediye ve mükâfatlarından yararlanıyorlardı.
Muaviye’nin bu bağışları, bahşişleri ve valilerin teşvikleri neticesinde, bütün İslam şehirlerinde hadis uydurmak yaygınlaştı. Kim olursa olsun, Osman’ın fazileti hakkında Muaviye’nin valilerinin yanında hadis naklettiği zaman sözü hemen kayıtsız şartsız kabul ediliyor, adı mükâfat ve bağış defterine kaydediliyordu ve başkaları hakkında şefaati (aracılığı) de kesinlikle reddedilmiyordu.”
Süleym b. Kays sözünün devamında şöyle diyor: 

“Muaviye, Osman’ın hakkında bir müddet hadis nakledildikten sonra valilerine şöyle yazdı: “Osman hakkında çok hadisler nakledildi, ülkenin her tarafına yeterince ulaştı, bu genelge ulaşır ulaşmaz halkı, sahabenin ve iki halifenin (Ebu Bekir ve Ömer) faziletleri hakkında hadis nakletmeye ve “Ebu Turab” (Hz. Ali a.s)’ın hakkında nakledilen her hadis ve faziletin bir benzerini, sahabenin hakkında da vazetmeye (uydurmaya) davet edin. Bu iş benim hoşnutluğuma, gözümün aydınlanmasına, “Ebu Turab” ve şiilerinin ezilmesine sebep olacaktır.”
Bu mektubun metni halka okundu ve onun içeriği halkın arasında yayılınca sahabelerin menkıbe ve faziletleri, hakkında uyduruk ve hakikatlerden uzak çok sözler nakledildi. 

Halk bu sözleri nakletmekte çok ciddiyet ve gayret gösterdi; öyle ki bu uyduruk faziletleri minberlerde ve namaz hutbelerinde insanlara okudular ve Müslümanlara, onları çocuklarına öğretmeleri için tavsiyede bulundular. Bu faziletler, Kur’ân ayetleri gibi çocuklara ezberletilmeye çalışılıyordu. Hatta kızlara, kadınlara ve kölelere bile bunlar öğretildi. Bir müddet de böyle geçti.
Süleym b. Kays daha sonra şöyle diyor: 

Muaviye ve uşaklarının iki halife ve sahabenin faziletleri hakkında hadis uydurma hususundaki tutumundan bir müddet geçtikten sonra Muaviye, valiler ve uşaklarına şu içerikte üçüncü bir genelge çıkardı: “Dikkatli olun, kim ki Ali ve ailesinin dostluğuyla itham edilir ve bu ithama da en küçük bir delil bulunursa, onun ismini hukuk ve meziyetler divanından silin ve payını beyt’ul-maldan kesin.”

Muaviye bu genelgenin ardından, şu içerikte diğer bir genelge de yayımladı: “Ali hanedanının dostluğuyla suçlanan herkesi baskı altına alın, diğerlerine ibret olması için de evini başına yıkın.”
Süleym b. Kays sonra şöyle ekliyor: 

“Irak halkı, özellikle de Kûfe halkı (ömürlerinde) bundan daha büyük bir musibet görmediler; çünkü Hz. Ali (a.s)’ın şiaları, bu emir gereğince valilerin ağır baskıları ve sert davranışları sebebiyle büyük bir korku içerisinde yaşıyorlardı; hatta bazen, Ali (a.s)’ın şialarından bazıları birbirlerinin evlerine gittiklerinde, köle ve hizmetçilerinin korkusundan misafirlerine bir söz söyleyemiyorlardı; ancak hizmetçilerine yemin ettirdikten ve onlardan söz aldıktan sonra sözlerini söyleyebiliyorlardı. 

İşte böylece Ali ve hanedanını yeren (birçok) uyduruk hadisler ortaya çıkmış oldu. Muhaddisler, kadılar ve valiler de bu uyduruk hadislere uydular. Bu İlahi imtihanda herkesten daha bedbaht olanlar da riyakâr ve imanları zayıf olan muhaddislerdi; çünkü onlar zalim yöneticilere yakınlaşmak ve dünya malına kavuşmak için hadis uyduruyorlardı. 

Bir süre geçtikten sonra bu yalan ve uydurma hadisler, yalan ve iftiradan münezzeh olan dindar ve takvalı insanların da eline ulaştı. Onlar da saflıklarından dolayı bu hadisleri hüsn-ü zanla kabul edip başkalarına naklettiler, ki eğer hadislerin batıl ve uydurma olduğunu bilselerdi kesinlikle onları nakletmezlerdi.”
(Kitab-ı Süleym b. Kays, Dar’ul-İslamiyye baskısı, s. 206; Şerh-i İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 11, s. 44, 46.)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...