Yine siyasî tarihe dönelim...
Bilindiği gibi sonradan Fatih adı verilen 2. Mehmed, tahta çıktığı gün kundaktaki kardeşi Ahmed'i Evrenosoğlu Ali Bey'e boğdurmuştu. (1451) Ahmed, 2. Murad'ın İsfendiyar Beyi'nin kızından olan çocuğu idi. Halbuki Mehmed basit bir kadından olma padişah çocuğu idi. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 49)
Bu cinayet halkı infiale sevkettiği için, güya Ali Bey kendi başına yapmış gibi, idam edildi. Mehmed tahta çıktığında yeniçeriler isyan ettiler, cülus bahşişi aldılar. Bu, Yeniçerilerin gerçek anlamda ilk isyanıdır.
Bütün bunlara rağmen, 2.Mehmed tahta çıkmadan önce çok iyi eğitim görmüştü. Arapça, Farsça, Yunanca, Latince, Slavca, İbranice bilir; Latin, Slav, Arap alfabesinden başka bir de Uygur alfabesini okuyabilirdi. Molla Guranî, Molla Hüsrev gibi hocalarının yanısıra Hacı Bayram'ın müridi Akşemseddin de 2. Mehmed'in yanına gelmiş ve İstanbul'un fethinde bulunmuştu. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 50)
Ayrıca son derece zeki, ve gelişmelere açık bir insandı. İstanbul'un fethine çok iyi bir şekilde hazırlandı. O zamana kadar görülmemiş büyüklükte toplar döktürdü. Bunun için Urban adlı bir Macar'dan yararlandı. 400 parçalık bir donanma hazırladı. 4 ayda koca Rumeli Hisarı'nı yaptırdı. Sonra İstanbul'u kuşattı. 53 gün süren bu kuşatma sırasında, Haliç zinciri aşılamayınca Dolmabahçe-Galata-Kasımpaşa' dan gemileri karada yürüterek Haliç'e indirdi._
Nihayet Peygamberimizin "İstanbul bir gün mutlaka fetholunacaktır. Fethi gerçekleştiren ne güzel emir, asker ne güzel askerdir" mealindeki hadisine uygun olarak, 29 Mayıs 1453'de fetih gerçekleşti.
Bu olay son derece önemlidir. Fatih'in tutumu da önemlidir, ancak tarih kitaplarında pek ele alınmaz.
Bir defa, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed neden 1000 yıl sonra cereyan edecek bir olayla ilgili bir beyanda bulunma ihtiyacını duymuştur?.. Neden müslümanları Batı'ya yöneltip, bu hadisi ile adeta teşvik etmiştir?..
Bunu tam olarak anlıyabilmek için Hıristiyanlığın garip serencamına kısa bir göz atmak gerekir.
Hırıstiyanlığın şimdiki haline gelmesi bir esrarlı serüvendir. Hz. İsa 25 yaşında peygamber olmuş, 30 yaşında da bu dünyadan ayrılmıştı. İslam inancına göre göğe çekilmiştir. Hz. İsa'ya bu 5 yıl içinde İncil inmesine, ve kendisi ilahi hükümlere dayanarak vaaz vermesine rağmen, bu vahiyler yazıya geçmemişti. Ayrıca kendisini dinleyenlerin sayısı binlerce olmasına rağmen, çevresine toplanan ve onunla birlikte hareket edenlerin sayısı yüze bile ulaşmamıştı.
Hz. İsa hayatı boyunca yeni bir dinden söz etmemiş, bir kilise kurmamıştı. "Communion" diye bilinen "şarap-ekmek" ayini yapmamış, ALLAH'a "baba", kendine "oğul" dememişti. Kendisi Yahudilerin arasından çıktığı için; taraftarları da, muarızları da genellikle Yahudi idi. Hz. İsa İsrailoğullarından bir peygamber olarak bilinir!..
Hz. İsa'dan hemen sonra M.S. 6 yılında Yahudiler Romalılara karşı ayaklandı, bu isyan M.S.73 yılına kadar sürdü. Sonunda Romalılar isyanı bastırdılar, Yahudileri Filistin'den bir kere daha sürdüler. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 51)
M.S. 38 yıllarında Hz. İsa'ya, Yahudi inancına uygun olarak MESİH denmeye başladı. Ancak "baba-oğul" iddiası daha ortaya çıkmamıştı. Yine aynı tarihlerde ilk defa Antakya'da Hz. İsa'nın yolundan gidenlere HIRİSTİYAN denmeye başladı. Bu kişilerin lideri Hz. İsa'nın kardeşi olduğu söylenen Yakub (Jacob) idi. M.S. 44 yılında Hz. İsa'nın havarilerinden Peter ve John tutuklandılar. Jakob'un da başı kesildi.
Tam o sırada, daha önceden Hz. İsa'ya şiddetle muhalefet etmiş olan Tarsuslu Paul adlı bir Rum ortaya çıktı. İsa'ya gerçekten inanan (Christ-ian) bu gruba katıldı. Bu kişilere Hıristiyan deniyordu ama, onlar Hz. İsa yeni bir din kurmadığı için, Yahudi âdetlerini uyguluyorlardı.
Zeki bir düzenbaz olan bu Yunan asıllı Romalı (yani Rum) kendisine Hz. İsa'nın göründüğünü ve ilham verdiğini söyliyerek grubu tesirine aldı. Sonra da kendi sistemini kurdu. Mesela sünneti, Cumartesi olan kutsal günü (Sabbath), domuz eti yasağını kaldırdı. ALLAH'a tapmak yerine İsa'ya tapmayı o koydu.
Böylece Hz. İsa'ya atfen, Hıristiyanlık diye onun adıyla bilinen ama aslında onun yolundan tamamen sapmış yeni bir din ortaya çıktı!.. Bu dinin sahte peygamberi de Tarsuslu Paul idi. Adının da Hıristiyanlık değil, Paulyanlık olması gerekirdi!
Paul'un kuralları Yunan-Romalı etkisinde, hatta eski putperest düşünce karmaşasından alınma idi. Bu uydurma dinde öyle saçmalıklar vardı ki, Hz. İsa bir kere bile ağzına almamıştı. Bir tek kişi onun sağlığında böyle bir şeyi dile getirse, derhal reddederdi. Mesela Sümerlerin bir bakireden olma tanrısı Tammuz (ki bize de Batı kültürünün etkisiyle ay adı olarak girmiştir) Paul'un dininde bakire Meryem'den olma İsa'nın tanrılaşması şeklinde ortaya çıkmıştı!.. Yine Tammuz'un kitabelere geçmiş şöyle bir ifadesi vardı:
- "Kim ki benim etimden yer, kanımdan içer, o kurtuluşa erecektir!"
Avrupa'da da karanlık çağlarda krallarını yaşlanınca öldüren ve ondaki ilahi gücün kendilerine geçmesi için etini yiyen kabileler vardı!.. Bugün Hıristiyanlar "communion" denilen törende papazın önünde diz çökerler, papaz da onların ağzına üzerine kırmızı şarap damlatılmış bir parça ekmek koyar. İşte bu tören Sümerlerden kalma "kralın etini yemek, kanını içmek" töreninin Hıristiyanlığa uygulanmış halidir. Yenen ekmek İsa'nın eti, şarap ta İsa'nın çarmıhta akan kanıdır!.. Düşünmesi bile korkunç!
Öte yandan AHD-İ CEDİD diye bilinen Hıristiyanların kutsal kitabı, Hz. İsa'dan çok sonra M.S.74-135 yılları arasında meydana getirilmiştir. O tarihlerden sonra da pek çok insan İncil'i, daha doğrusu Hz. İsa'nın hayat hikâyesini kendine göre kaleme aldı. Ayrıca peygamber olmadığı herkesçe kabul edilen havarilerin ve bazı diğer kişilerin mektupları, yazıları, hatıraları, hayat hikâyeleri de bu kitaba dahil edildi. Paul'ün Rum olmasından dolayı Hıristiyanlık artık Yahudiler arasında değil, Romalılar arasında yayılıyor ve İnciller Grekçe yazılıyordu.
Hıristiyanlığın ileri gelenlerinden Simon Peter, Paul'un fikirlerini benimsedi ve yayılmasında büyük etkisi oldu. Thomas ise Hz. İsa'ya sadık kaldı. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 52)
Öte yandan Lyon Piskoposu İrenus M.S. 180 yılında Ortodoks kilisesini kurdu ve gerçek hıristiyanlıktan sapmalar üzerine 5 çiltlik bir eser yazdı. Yani Bizans'ın temsil ettiği Ortodoksluk, hem Roma'nın temsil ettiği Katoliklikten, hem de Martin Luther ile başlıyan Protestanlıktan çok önce ortaya çıktı.
Paul'un bu sahte dini 312-337 yılları arasında Roma İmparatoru olan Konstantin tarafından resmileşti. Çünkü Konstantin, dönemin Roma İmparatoru'na karşı ayaklanmış ve Hıristiyanlar tarafından desteklenerek tahtı ele geçirmişti. Konstantin bu iyiliğin altında kalmadı, ama meydanı da tamamen Hıristiyan inançlarına bırakmak istemiyordu. O dönemde Roma'nın Sol İnvictus denilen Güneş dinini tamamen terketmesi muhaliflerini arttırabilirdi.
Konstantin M.S. 325 yılında iznik Konseyi diye bilinen toplantıya başkanlık etti ve oradan "yeni" Hıristiyanlığın kurallarını tesbit etmiş olarak ayrıldı. Böylece Paul'un saçmalıklarına bir de Güneş dininden kurallar eklendi. Mesela Hıristiyanların dini günü Pazar oldu. Pazar Batı dillerinde Sun-day, Son-tag diye adlandırılır ki, "Güneş günü" demektir, Romalıların kutsal gününden gelir.. Ayrıca 360 kadar değişik İncil'den Konstantin'in işine gelen 4'ü seçildi, diğerleri yakıldı. Hıristiyanlar hala bu 4 değişik İncil'i bir arada okurlar. Eldeki en eski İncil de 4. asırdandır. Ancak son zamanlarda yapılan kazılarda Mısır'da, Filistin'de, şurada burada saklı kalmış, diğer İnciller de ortaya çıkmıştır.
Konstantin'in Hıristiyanlık üzerindeki etkisi bu kadarla da kalmadı. O tarihe kadar diğer papazlardan farklı olmayan Roma Başrahibi'ne maaş bağladı. İstanbul'u kurduktan sonra krallık alâmeti olan bütün eşyalar ile hükümdarlık yetkisini Roma kilisesine devretti!..
Roma Başrahibi olan papaz, ilk defa 384 yılında kendine "Papa" dedirtti. Böylece ilerde krallara taç giydiren, bir sözüyle onları afaroz edip Fransa Kralı Güzel Filip gibi karlarda yalın ayak Roma'ya getirtip özür dileten güçte bir dini liderlik doğdu ki, baştan sona Hz. İsa ile taban tabana zıt inançların ürünüdür.
Roma İmparatorluğu'nun M.S. 459 yılında ikiye ayrılması, sadece siyasi değil, dini bir bölünme olarak ta ortaya çıktı. Aynı şekilde Anadolu'daki, Suriye'deki, Filistin'deki, Mısır'daki Hıristiyanlar; Avrupa'daki Hıristiyanlardan farklı bir inanç sistemi içinde yaşadılar. Onların dini Hz. İsa'ya Roma'dakinden daha yakın oldu. Nasturiler, Hasraniler, Sabiiler, Agnostikler gibi adlar ile anılan bu mezheplerin çoğu Hz. İsa'yı sadece bir Ademoğlu kabul eder, Ahd-i Cedid'teki "Paul'un Mektupları" kısmını kutsal metinden saymaz. Bazısı sadece Matta İncili'ne inanır. Eboniler mesela, bu gruptandır. Hz. Muhammed'e çok eziyet eden Yahudiler hakkında hoş olmayan pek çok ayet ve hadis varken, Hıristiyanlara müsamaha ile bakılması, işte bu inançtaki Hıristiyanların Peygamberimize destek olmalarından dolayıdır.
Atilla'nın ve Hunların iyice zayıflattığı Roma İmparatorluğu, barbar bir kavim olan Vandalların hücumu ile 476'da yıkıldı. Bundan sonra Avrupa için KARANLIK ÇAĞ diye bilinen dönem başladı. VANDALİZM kelimesi, BARBARLIK anlamında kullanılır oldu.
Hıristiyan hakimiyetinin o tarihteki temsilcisi sayılan iki merkezden biri olan BATI ROMA İMPARATORLUĞU, Peygamberimizden 100 yıl kadar önce yıkılmıştı. Aslında bu, Avrupa'nın gördüğü son medeniyet idi.
Avrupalılar kendilerini hep Romalılara ve Eski Yunan'a bağlamak için olağanüstü bir gayret sarfederler. Aslında Avrupa'nın bugünkü hali Vandalların, Vizigotların devamıdır. YUNAN ve ROMA medeniyetinin Batı'ya yansıması l250'lerde, Endülüs Emevilerininin zayıflayıp Kurtuba kütüphanesinin Haçlı eline geçmesinden sonra olmuştur. O da çok satıhta kalmış, işin özüne asla inilmemiştir. Bu gerçek çok iyi bilinmelidir.
İşte bu yüzden BATI ROMA İMPARATORLUĞU yıkıldıktan sonra, DOĞU ROMA İMPARATORLUĞU, yani BİZANS Avrupa'nın en büyük ve en güçlü devleti haline gelmişti. Hıristiyan dünyasının en önemli merkezi olmuştu. Hz. MUHAMMED'in gösterdiği hedef de, aslında İstanbul'un alınmasından öte bir mânâ taşıyordu.
Yüce Peygamberimiz sadece o günkü hıristiyanlık merkezinin müslümanların eline geçmesini değil, hıristiyanlığın gücünün müslümanlarca kontrol altına alınmasını istemişti!.. Bu husus, Selçuklu ve Osmanlı hükümdarlarının gözünden kaçmamış ve KIZILELMA şifreli adıyla asırlar boyu yaşatılmıştır.
Onun için, Yıldırım Bayezid'e dönemin halifesi tarafından verilmiş olan SULTAN-I İKLİM-İ RUM, yani "Eski Roma Diyarı'nın Hükümdarı" ünvanını Fatih te kullandı ve tam anlamıyla gerçekleştirmek istedi. Fatih'e göre, Doğu Roma İmparatorluğu yıkılmıştı ama yeri boş kalmamıştı. OSMANLI DEVLETİ aslında BİZANS'IN VARİSİ İDİ. Hatta Peygamberimizden sonra, bu sefer Papa'nın şişirilmiş kutsallığıyla güç kazanmış olan ROMA'NIN DA YERİNİ ALMASI GEREKİRDİ!..
Hıristiyan dünyası, kendi bölünmesinden Martin Luther'i sorumlu tutar, ama o, Fatih döneminde dahi bir bütünlük içinde değildi. Katoliklik 300'lü yıllarda Konstantin tarafından Roma İmparatorluğu'nun resmi dini haline getirilmişti. Ancak Roma Vandal işgalinden sonra kurulan barbar Batı Avrupa devletlerinin bağlandığı Katolik merkez haline gelince; İstanbul da, Roma medeniyetinin ve Ortodoksluğun merkezi olmuştu.
Batı'nın hem barbar hem Katolik çapulcuları Haçlı Seferleri sırasında, hep İstanbul'dan geçtiler, ve 1204 yılında Kudüs'ü müslümanlardan kurtarmak için yola çıktığını unutup, Hıristiyan İstanbul'u öyle bir yağmaladılar ki, Bizans İmparatoru bile kaçmak zorunda kaldı. İstanbul'a Latinler hakim oldu, ve bu Katolik zulmü 1261 yılına kadar sürdü. Bizans halkı Katolikleri hâlâ düşman saydıkları için, İstanbul kuşatıldığında Papa, yardıma karşılık "kiliselerin birleşmesini teklif edince", Bizans başvekili Notaras "İstanbul'da Latin külahı görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim," diyerek karşı çıkmıştı.
Ancak çok güç durumda olan İmparator Konstantin'in girişimleri ile 1452 yılında Kiev Metropoliti Rum asıllı Kardinal İsador İstanbul'a geldi, ve kiliselerin birleştirilmesi anlaşması onaylandı. Bu anlaşma, Ortodoks kilisesini Roma'ya bağlıyor ve Rum Patriği de Papa'nın emrinde bir kardinal durumuna getiriyordu. Bizans halkı anlaşmayı protesto etti. Kiliselerin birleşmesine karşı çıkan Papaz Gennadios kahraman haline geldi. Anlaşma, İstanbul'un Türkler tarafından fethiyle, doğmadan öldü.
Kısacası, Türk ve İslam âleminin düşmanı olan Batı Hıristiyan dünyası, birbirine düşman iki kutuptan oluşuyordu.(Bakınız: NOTLAR - 5B, 53) Ne yapıp edip onların bir araya gelmemesini, birlikte hareket etmemesini sağlamak gerekiyordu. İstanbul öyle olmalıydı ki, hem Batı'da bir İslam merkezi, hem de Hıristiyanların düşmanlığını çekmeyecek bir şehir addedilmeliydi.
Bunun yüzden Fatih Sultan Mehmed fetihten hemen sonra İstanbul'u bir kültür merkezi haline getirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Venediklere ve Çenevizlilere öyle imtiyazlar tanıdı ki, bunlar bizce ilk kapitülasyonlardır. O dönemde sorun çıkarmamıştır, çünkü Devlet güçlüydü. Ancak bunlar sonradan diğer kapitülasyonların temelini teşkil etmiştir.
Fatih, Rum Ortodoks Patrikhanesine de özel haklar tanıdı. Ayrıca Ermeni cemaati ve Yahudi toplumu da bu müsamahadan hisselerini aldılar. İstanbul'un nüfusu, işgal edilmiş bir şehir olarak azalacağına çoğaldı. Hatta dışardan özel olarak Yahudi, Rum ve Ermeniler getirildi. Yahudiler Balat, Tire, Antalya ve Sinop'tan gelmişlerdi. Çoğu Kuzguncuk'a yerleşti. Bir süre sonra burasını "Kudüs Toprağı" gibi kutsal saymaya başladılar. Dünyanın hiç bir yerinde, kendi aralarında bile görmedikleri itibarı Türklerden görüyorlardı. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 54)
Eğer Fatih Rum Ortodoks kilisesini kapatmış olsaydı, Doğu Avrupa hıristiyanları başsız kalacak ve bir süre sonra çaresiz onlar da Roma'ya bağlanacak, Papa'nın etkisine girecekti. Halbuki Fatih, Edirne'ye kaçmış olan Papaz Gennadios'u İstanbul'a getirtmiş, Patrik yapmıştı. Böylece Trabzon Rum İmparatorluğu, Mora Despotluğu, Sırbistan krallığı, Sakız, Midilli dükalıkları, Ragüza Cumhuriyeti İstanbul'a bağlılıklarını sürdürdüler. Papa 5. Nicolas'ın yeni bir Haçlı Seferi teşebbüsü böylece akim kaldı.
Bu kadarla da bitmedi. Fatih'in gayrımüslimlere gösterdiği samimi yakınlığı bir türlü anlıyamıyan Batılılar, onun hıristiyan olmak istediğini düşünmeye başladılar. Hatta Papa İnnocent, Fatih'e bir mektup yazarak Hıristiyan olduğu takdirde kendisini Doğu'nun hükümdarı tanıyacağını bildirdi, tabii ki Fatih kabul etmedi. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 55)