Atatürk ve Sabetay Sevi Tekkesi
Sabataycılık denince akla ilk gelen iki şehir Selanik ve İzmir’dir.
İspanyol Yahudi’si, Avrupalı kaynaklara göre İzmir Yahudi kaynaklarına göre Edirne doğumlu Sabatay Sevi 1665 /1666’da İzmir’in Kemeraltı-Agora semtindeki Portekiz Sinagogu’nda ikinci kez Yahudi Mesih’i olduğunu ilan etti. Daha önce 1648’de 22 yaşındayken de Mesihliğini ilan etmiş fakat yeterli ilgiyi görmemişti. Çok kısa sürede Avrupa, Ortadoğu ve Rusya’da duyulan bu hadise sadece Osmanlı Türkiye’sindeki Yahudileri değil, Müslüman Türkleri ve Doğu Avrupa’daki Hıristiyan tebaayı da derinden etkiledi.
Gelişmeler üzerine tutuklanarak Edirne’de 11 Eylül 1666’da Divan’da sorgulandı. Sorgulamayı kafes arkasından Padişah Avcı Mehmet’in de takip ettiği Sabatay Sevi, Mesihliğini inkâr etti. Sorgulamada bulunan ve kendisi de bir Yahudi dönmesi olan Hekimbaşı Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi’nin (Moses ben Raffael Abrabanel); “Müslüman ol kelleni kurtar” tavsiyesi ile Sevi görünürde Müslüman olup Mehmet Aziz Efendi adını almıştır.
Sabatay Sevi görünürde Müslüman Türk, hakikatte ise kendi Yahudi inançlarına bağlı kalarak ikili (dual) bir hayat sürdürmüştür. Müritlerinin de benzer ikili kimliği benimsemesiyle tarihte ve günümüzde “dönmelik” veya “Sabataycılık” denen bir tür çift kimlikli “açık Müslüman-gizli Yahudi” “tarikat” doğmuştur.
Nitekim Rabbi Abraham Danon tarafından Revue des Etudes Juives’de İbranice metni yayınlanan Sabatay Sevi’nin 18 maddeden oluşan inanç risalesi, Prof. Abraham Galante tarafından hem orijinal İspanyolca metin hem de Fransızca tercümesi yayımlandı. Sabatay Sevi’nin 18 emirden oluşan Ladino dilinde yazılmış risalesi ilk kez 1897’de Paris Şarkiyat Kongresi’ne sunulan bir tebliğde Journal’de Selanique’nin yayın yönetmeni Sadi Levi vasıtasıyla ortaya çıkar.
Niçin 18 emir?
Sabatay Sevi Yahudi tarihinde ortaya çıkan 17. Mesih’ti ve apokalips (kıyamet) Mesih’inin habercisiydi. 18. Mesih kıyamet gününde ortaya çıkacaktı. İnançlı Sabataycılar 18. mesih’i bekliyorlar.
18 maddeden oluşan risalenin 16. Maddesi aynen şöyle: “Türklerin adetlerine, onların gözlerini örtmek maksadıyla, dikkat edilsin. Ramazan orucunu tutmak için sıkıntı gösterilmesin ve aynı şey kurban için de yapılsın. Gözün gördüğü her şey yerine getirilmelidir.”
1990’lardan itibaren sık sık gündeme getirilen Sabatay Sevi adı, 2006 yılının son günlerinde Sabatay Sevi adına kurulması düşünülen bir müze tartışmasıyla tekrar basında sık sık yer almaya başladı.
İnternet sitelerinin dışında Yeni Şafak gazetesi muhabiri Şaban Arslan, araştırmacı yazar Ahmet Almaz’ın “Tevrat’ın Türk Evlatları” kitabı (Yakamoz Yayınları 0212-222 72 75) ile akademisyen Cengiz Şişman’ın “Sabatay Sevi ve Sabataycılar” adlı çalışmasında Sabatay Sevi müzesi kurulması çalışmasıyla ilgili bilgiler yer almakta. Ayrıca tarafımızın özel kaynaklardan elde ettiği bilgileri de dikkatle değerlendirdiğimizde, İzmir’de “müze” adı altında
“Sabatay Sevi Tekkesi”nin kurulmak istendiği anlaşılıyor.
İzmir Selçuk’taki Bülbül dağında 100 yıl kadar önce başlatılan “kutsal Meryem Ana Evi” çalışması nihayetinde 1967 yılının 26 Temmuz günü bizzat Papa 6. Paul’un Bülbül dağına gelerek burayı “kutsaması” ile Hıristiyanlar için “hac” merkezi haline getirildi.
Yöntem bildik ve bayağı. Yörüklerin “aşağı köyde bir yalan söyledim yukarı köyde kendim de inandım” cinsinden bir “kutsallaştırma” operasyonu.
Bütün ısrarlara rağmen Rahmetli Atatürk’ün Hıristiyanlara satılmasına izin vermediği Bülbül dağındaki metruk taş yığınını barındıran 29.200 metrekare arazi 1950’de Bayar-Menderes ikilisi döneminde maalesef Hıristiyan Vakıfları destekli Meryem Ana Derneği’ne satıldı. Sonra restorasyon adı altında görkemli bir Meryem Ana Evi inşa edildi. Sonra da Papalık tarafından kutsandı. Artık her Papa burayı ziyaret ediyor. Hıristiyanlar burada hacı oluyor.
1774 yılında Almanya’da doğan kötürüm ve histerik rahibe olduğu bilinen Anne Catherine Emmerich’in “gördüğü vizyonlar” (rüyalar) önce kitaplaştırıldı, sonra Emmerich’in vizyonlarına Fransız Sorbonne Üniversitesi tarih Profesörü Charles Lenormand tarafından “bilimsel” kılıf geçirildi. Artık “tarihi gerçekler”e göre Meryem Ana’nın Evi İzmir Selçuk’taki Bülbül dağındaydı.
Dünyanın 43 farklı yerinde Papalık tarafından “kutsanmış” Meryem Ana Evi var, ancak Kudüs ve Bülbül dağındakilerin ayrı bir önemi bulunuyor.
Şimdi de benzer senaryo İzmir’de Sabatay Sevi Müzesi (tekkesi) için uygulamaya konuyor.
İzmir Ticaret Odası (İZTO) Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş ile TOBB-ETU Üniversitesi tarih bölümünde ve ABD’nin Boston şehrindeki Harvard Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Yrd. Doç. Dr. Cengiz Şişman “Sabatay Sevi Müzesi” çalışmasının önderliğini üstlenmiş görünüyor.
Boston ve çevresindeki Türk akademisyenlerin iddiasına göre Cengiz Şişman Fethullah Gülen cemaatine oldukça yakın.
Prof. Dr. Yalçın Küçük “Sabatay Sevi Müzesi fikrini kim önermişse Sabatayist’tir” diyor.
Tarihçi ve biyografi araştırmacısı Mahmut Çetin ise “görünenlerin arkasına iyi bakmak gerekir, bu uluslararası bir organizasyon işine benziyor. Daha önceki örneği de Meryem Ana Evi” şeklinde konuştu.
İzmir’in Agora semtindeki Portekiz Sinagogu’nda 370 bin YTL’ye bir Sabatay Sevi Müzesi kurmak için İZTO’dan bir grup harekete geçiyor. Ancak İZTO Başkanı Demirtaş, tepkilerden çekinerek, projeyle ilgili teklifi son anda geri çekiyor. (Şaban Arslan-Yeni Şafak 28. 12. 2006)
İzmir Ticaret Odası’nın 65 bin üyesi var ve İZTO yönetimi “Sabatay Sevi Müzesi” gibi netameli bir teklifin de yer aldığı 425 sayfalık Yönetim Kurulu Çalışma Programı ve 2007 Bütçesi’ni sadece 179 meclis üyesine gönderiyor.
Çalışma Raporu’nun 378.sayfasındaki Sabatay Sevi Müzesi başlığı altında yer alan şu ifadeleri nasıl yorumlamamız gerekir? “Sabatay Sevi, Musevilik tarihinde önemli yer tutan bir kişiliktir ve İzmir’de yaşamıştır. Hatta Sabataycılık Museviliğin bir kolu olarak varlığını sürdürmüştür. İzmir’in tarihinde önemli bir yeri olan olay ve kişiler, kent belleğinin bir parçasıdır. Bu nedenle Sabatay Sevi’nin Musevi tarihindeki rolünü ortaya koyabilecek ve çeşitli eski eserlerin de yer alacağı bir müze kurulması, müzenin eski bir sinagog veya eski bir binada yapılması düşünülmektedir.”
İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş’a göre böyle bir müze “müzeler şehri” yapmayı düşündükleri İzmir’e renk katacak. Demirtaş, “Amacımız tamamen turizme renk getirmek. Bu tür renkli kişilerin de dikkate alınması ferekiyor” dedi.
İZTO Meclis Üyesi Necmi Çalışkan İZTO’nun daha önce de kilise ve sinagogların restorasyonu için karar aldığını belirtiyor.
Bu beylere sormak gerekmez mi? Siz kaç cami, kaç Türk eseri ve hele hele İzmir tarihinde önemli bir yeri olan Timur için ne kararlar aldınız, neler yaptınız?
“Etnografik değerlerimizi korumamız gerekir. Musevi vatandaşların oluşturduğu kültür İzmir için çok önemlidir” diye devam eden Bay Necmi Çalışkan ve Bay Ekrem Demirtaş saf olmadıklarına göre ya cahiller ya da kötü niyetli.
Nitekim İZTO Meclis Başkan Vekili Necip Nasır “300 yıldır gizli olan bir yapılanmanın ticaret odasının gündemine gelmesi yadırganacak bir şeydir. Farklı bir amaçla yapılmış olabilir” diye konuştu.
Yine İZTO meclis üyelerinden Salih Büyükuğur İZTO yönetiminin geçen yıl da sinangog ve kiliselerin onarımı için 3 milyon YTL para ayırdığını ve bu karara muhalefet şerhi koyduğunu belirterek şunları söylüyor:
“Bu talep Yunanistan Konsolosluğu’ndan gelmiş. Kapalı kapılar arkasında dolaplar dönüyor.
İZTO Başkanı Demirtaş bunun kulisini yapmıştır, meclisten geçirir. Çünkü meclis üyelerinin yüzde 30’u kurduğu şirketlerin de ortağı.”
Bir diğer İZTO meclis üyesi Vasfi Çakıroğlu da Sabatay Sevi Müzesi’ne karşı olduğunu belirterek şöyle diyor:
“2007 yılında üyelerden, toplanan aidatın 170 YTL’den 250’ye çıkarılacağını, toplanan paraların da toplumu dejenere edici, kamplara bölücü konular için harcanacak. Sevi’ye Yahudiler bile karşı çıkıyor. “Yahudi dönmesi” diyorlar.”
Son zamanlardaki bazı açıklamalarını ve kitaplarındaki bazı metinleri hayretler içinde kalarak takip ettiğimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı, Ahmet Almaz’ın kitabındaki bilgiye göre Sabatay Sevi Müzesi’ni destekliyor. Ortaylı’nın sözleri şöyle: “Böyle bir müze kurulmasını çok önemli buluyorum, çok iyi olur. Sabatay Sevi, dini bir kişilik olmasının yanı sıra tarihi bir kişiliktir, şehrin tarihine katkısı vardır, taraftarları olan biridir.”
Türkiye Yahudi Cemaati Başkanı Silvio Ovadio: “Yahudi mekânlarında kesinlikle böyle bir müze kurulmayacaktır. Böyle bir müze, başka bir yerde kurulsa bile, Yahudiler için herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Sıradan bir müzedir” şeklinde konuşuyor.
Başkan Silvio Ovadio, İZTO ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, yıkık sinagogları restore etmek için kendilerine başvurduğunu da söylüyor. “Biz Yahudi dinindeniz. Bu din Sabatayistliği Yahudi kabul etmez. Ama tabi ki nefret boyutunda değil” diye sözlerini sürdürüyor Ovadio.
Prof. Yalçın Küçük’e göre, Sabatayistler “Ben Sabataist’im deme cesaretini gösteremedikleri için müze açma isteklerini başka gerekçelere dayandırıyorlar.” Küçük Hoca; “Sabatay Sevi ile ilgili müzeye konacak bir tek fotoğraftan başka bir şey yok” diyerek hadisenin bir başka boyutuna dikkat çekiyor: “Bu müze inanç turizmine katkıda bulunmaz. Çünkü Yahudiler Sabataycılardan nefret ederler. Sabataycıları Yahudilerin bir kolu olarak değil, sapkınlık olarak görürler. Bu müzeyi Yahudiler ziyaret etmez. Müslümanlar ve Hıristiyanlar da ziyaret etmeyeceğine göre burayı kim ziyaret edecek ki? Bu müzeyi küçük bir grup, kendi dini liderlerine saygıdan dolayı yapıyorlar.”
Müfit Yüksel’e göre de İzmir Ticaret Odası’nda Sabataycılar var ve bunlar Sabatayistleri Yahudiliğe eklemlemeye çalışıyorlar. “Öyle sanıyorum ki İsrail’deki bazı çevreler müze işine sıcak bakacaklardır. İsrail’de bazı çevreler ne hikmetse Sabataycı kimliğin açığa çıkmasını ve ilgi uyandırmasını istiyorlar” diye sürdürüyor sözlerini Müfit Yüksel.
Gazeteci Mustafa Aydın ise Portekiz Sinagogu’nun Sabatay Sevi Müzesi’ne dönüştürülmesinin kavgaya sebep olabileceğini ileri sürerken Sevi’nin “doğduğu ev”in müze yapılabileceğini söylüyor.
Hemen bir bilgi notu ilave edelim. “İzmir’in Agora semtinde bulunan Portekiz ve Galata Sinagogları, TÜSİAD eski Başkanı Tuncay Özilhan ve İzmir’in ölen Belediye Balkanı Ahmet Piriştina tarafından 1999-2000 yıllarında restore ettirdi.” (Alişan Satılmış, Ortadoğu gazetesi 26 Aralık 2007)
TOBB-ETU Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Harvard Üniversitesi’nden doktoralı Cengiz Şişman “Sabatay Sevi ve Sabataycılar-Mitler ve Gerçekler” adlı kitabında İzmir Belediyesi’nin de, Kültür Bakanlığı’nın da Sabatay Sevi Evi Müzesi projesinin içinde olduğunu yazıyor.
Ne derece doğru bilemiyorum. Ancak pek çok internet sitesinde Cengiz Şişman’ın Harvard Üniversitesi’nde Türkiye Yahudi Hahambaşılığı’nın bursu-finansal desteği ile doktora yaptığı iddiası yer alıyor.
Cengiz Şişman’a göre Sabatay Sevi Evi tartışması uluslar arası boyutta epey alevlendi.
Sabatay Sevi Evi konusunda Berry Kapanji (Kapani) nin araştırma yaptığını ve bu araştırmalardan faydalanarak Cengiz Şişman’ın İsrail’in ünlü gazetesi Haaretz’de bir makale yazdığını öğreniyoruz. Bu makaleye atıfta bulunan başka makaleler de ABD’de yayımlanan bazı dergilerde yer alıyor.
“Berrry Kapanji’nin gayretleriyle bu konu gün yüzüne çıkarıldı ve olay uluslar arası bir tartışma zeminine çekildiğinde bir infial uyandırdı. Ben şimdiye kadar belki onlarca e-posta aldım bu evin kurtarılması konusunda.” (C. Şişman, a.g.e, s.127)
Agora semtindeki evin Sabatay Sevi’nin doğduğu ev olup olmadığını tespit için Cengiz Şişman’ın da içinde bulunduğu bir grup karbon testi yaparak evin yaşını öğrenmeye çalışıyorlar.
Anladığınız gibi Sabatay Sevi Evi-Müzesi için Berry Kapanji, Cengiz Şişman İZTO yönetimi, İzmir’in CHP’li belediye yönetimi, AKP’li Kültür Bakanlığı, Harvard Üniversitesi, İsrail ve ABD’deki bazı merkezler, bazı İslami cemaatler ve şimdilik “yerli” ve yabancı perdenin arkasındakiler işbirliği yapıyor.
Tıpkı Meryem Ana Evi tezgâhı gibi.
Cengiz Şişman’ın yazdığına göre Prof. Marc Bregman 1970’li yıllara ait bir hatırasında, Agora’daki Çingeneler New York’tan gelen bir kadının evin üçüncü katına çıktığını ve ağlayarak dua ettiğini aktarıyor. Yani projenin zihni kökenleri eskiye dayanıyor.
1992 yılında Michael Grosman adlı Yahudi’nin yaptığı “Sazanikos” adlı belgeselde, Sabatay Sevi’nin doğduğu eve ait olduğu iddia edilen görüntülere de yer veriliyor.
“Daha sonra evi kurtarmak için birkaç çabada bulunulmuş. Bunlardan birisi de İsrailli Kabala uzmanı olan Abraham Elqayam’a ait. Ancak bu çabaların hiçbiri sonuç vermemiş. İşte son zamanlarda bir de benim de içinde olduğum ULUSLAR ARASI BİR GRUP olarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.” (C. Şişman, a.g.e, s.130)
İşte Sabatay Sevi Müzesi-Evi projesinin tam merkezindeki isimlerden Cengiz şişman Rahmetli Atatürk’ün babasını Arnavut annesini de Makedonyalı yapıveriyor.
Cengiz Şişman gibi ben de ABD’de lisansüstü eğitim gördüm. Amerikalıların pek çok devlet politikalarını, hele hele Evanjelist-Kabalist Yahudi tezgâhı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ni yerden yere vururum. Ama Amerika’da da çok sayıda namuslu siyasetçi hele hele üniversitelerde ilmi ahlakına saygı duyulacak binlerce akademisyen var. Bu insanlar tarihi gerçekler konusunda oldukça dürüsttürler. Yani Cengiz Şişman’ın yaptığı gibi çarpıtma yapmazlar.
Anlaşılıyor ki Mustafa Kemal Atatürk’e Sabatayist yaftası tutmayınca şimdi de Arnavutluğu tedavüle sürüyor. Türk devletinin kurucusu Gazi, Türk bilinmesinde ne bilinirse bilinsin.
Bir tarafta İslam ve Peygamberimiz Hz. Muhammed üzerine oynanıyor. Öte yandan Cumhuriyet Türkiye’sinin kurucusu Türk milletinin medarı iftiharı Atatürk üzerine. Ama Türk milleti ahlaki şuurda Muhammed Mustafa’nın, milli şuurda Mustafa Kemal’in rehberliğinde yoluna devam edecektir. Bu durum “travmacılar”a rağmen değişmeyecektir.
Atatürk Sabataycı mıydı?
Bu mesnetsiz iddiaların kaynaklarını şöyle sıralayabiliriz:
1- Atatürk’ün uşağı Cemal Granda’nın hatıralarında naklettiği ve Atatürk’ün söylediğine dair kendisinden başka şahidin olmadığı!
“Benim için de bazı kimseler, Selanikli olduğumdan Yahudi olduğumu söylemek istiyorlar. Şunu unutmamak lazımdır ki Napolyon da Korsikalı bir İtalyan’dı. Ama Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız olarak geçti. İnsanların içinde bulundukları cemiyete çalışmaları lazımdır” sözü.
Cemal Granda’nın Sabataycı olduğuna dair iddiaların olduğunu belirtelim ve geçelim.
2- ABD’ye göç eden bir Ermeni asıllı Türk vatandaşının 1923 yılında Amerikan gümrüğünde sorgulanırken söylediği var sayılan “Atatürk’ün Sabatayist olduğu”na dair tevatür.
3- Yahudi Ansiklopedisi Encylopedia Judaica’nın “Atatürk” maddesinde yer alan bu yöndeki ima.
4- Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te Şemsi Efendi Mektebine gitmesi. Bu mektebin sahibi Şemsi Efendi Sabataycı’dır. Ancak bugün bile gizlenmek, deşifre olmamak için kılı kırk yaran Sabataycıların 1900’lerde sadece Sabataycıların çocuklarının gittiği bir okul açma cesareti! Kelleyi koltuğa almaktan öte bir şeydir. Bugün de Fevziye Mektepleri ve Işık Üniversitesi’nin öğrencilerinin büyük çoğunluğu Müslüman Türk ailelerinin çocuklarıdır.
Bir başka husus, Atatürk’ün gittiği Şemsi Efendi Mektebi, Atatürk’ün evinin sadece birkaç sokak ilerisindedir.
5- 1942 yılında Itamar Ben-Zwi adlı İsrailli bir gazetecinin hatıraları yayınlanır. Zwi’nın ölümünden sonra yayımlanan hatıralarına göre, Atatürk 1911 yılında Trablusgarp’a giderken Filistin’e uğrar ve bir otel barında tesadüfen bu gazeteciyle sohbet sırasında kendisinin ilkokuldayken “Shema Yisrael Adonai Eloheinu ve Adonai Ehad” (Dinle ey İsrail Rabbimiz olan Tanrı tektir) duasını okuduklarını hatırladığını söyler. İsrailli gazeteci buradan hareketle Atatürk’ün Sabataycı olabileceğini iddia eder.
İşte bu hatıralara dayanarak İsrail gazetelerinde defalarca yazı yazan Amerikalı Yahudi Hillel Halkin 1994 yılında Atatürk’ün Sabataycı olduğunu iddia etti. Halkin’in yazısına bazı Avrupalı gazete ve dergilerde atıfta bulunuldu.
Hillel Halkin’in yazısını şu kaynaktan okuyabilirsiniz:<http://www.f16.parsimony.net/forum27628/messages/1517.htm> FORWARD, A Jewish Newspaper published in New York. January 28, 1994.
Halkin’in uzunca makalesinin elle tutulur yanı yok. Temel dayanak olarak kullandığı İsrailli gazeteci Itamar Ben-Zwi’nin hatıralarının ne zaman yazıldığı belli olmadığı gibi 1911 yılında Atatürk sıradan bir Türk subayıdır, tanınmamaktadır.
Sakarya Üniversitesi’nden tarih doktoru Emin Sezer Hoca’nın ifadesiyle “Atatürk’ün Türk oğlu Türk olduğuna dair yeterince ve sağlam belge mevcuttur.” İsteyen Türk Tarih Kurumu kaynaklarına başvurabilir. Hala bugün Atatürk’ün mensup olduğu Türkmen aşireti aileleri Karaman’da yaşamaktadır.
Maalesef Milli Gazete yazarı Mehmet Şevki Eygi, Sabatayist-İsrail vatandaşı Yahudi Ilgaz Zorlu’nun Zvi-geyik adlı yayınevinde basılan “İki Kimlikli, Gizli, Esrarlı ve Çok Güçlü Bir Cemaat Yahudi Türkler Yahut Sabataycılar” adlı kitabında Amerikan Yahudi’si Hillel Halkin’in mesnetsiz makalesine dayanarak şunları yazabilmiştir:
“Türkiye’yi bugünkü perişan hale çocukluğunda bir Karay Hoca’dan gizlice Yahudi diniyle ilgili dersler alan ve her gece “Şema Yisrael” duasını okumadan yatağa girip uyumayan bir kişi sokmuştur.” (M.Ş. Eygi, a.g.e, s.112)
Eygi açıkça Atatürk’ü Sabatayist olmakla itham etmektedir. Anlaşılıyor ki Eygi’nin Suudi Arabistanlı yılları onun maddi kazanç yılları olsa da manevi-insaf yönünü törpülemiş.
Eygi’nin Halkin’in makalesine dayanarak zikrettiği “Karay Hoca” Karaim/Karay Yahudisidir. Atatürk’e Yahudi duasını öğrettiği iddia edilen Karay Yahudiliği ile Sabataycılık asla bir araya gelmesi mümkün olmayan farklı iki mezheptir.
Dr. Rıza Nur “Hayat ve Hatıralarım”da Atatürk’ü yer yer ağır şekilde tenkit eder. Ancak Atatürk’ün Sabataycı olduğuna dair en ufak bir imada dahi bulunmaz. Hiç şüpheniz olmasın ki Atatürk’te böyle bir kan bağı olsaydı Rıza Nur bunu en detaylı şekilde kullanırdı.
Türk Yahudilerinin tarihini yazan değerli araştırmacı Rıfat Bali ile 2007 yılı içinde yaptığımız bir sohbette, benim sorum üzerine “Atatürk’ün Sabataylıkla uzak yakın bir alakası yoktur” dedi ve ve bunu bir makale olarak Ortadoğu gazetesinde yayımladım. Sayın Bali Sarbon Üniversitesi mezunudur. Bazı konularda farklı düşünsek de kendi ifadesiyle bu toprağın evladıdır ve Türk milletinin manevi değerleri konusunda hassasiyetini sürekli dile getirir.
Bir başka husus, Türk tarihinde mason localarını 10 Ekim 1935 yılında bir gecede kapatan ilk ve tek Türk devlet adamı Atatürk’tür. Hatta bu sebepten dolayı Atatürk’ün Yahudiler ve Sabatayistler tarafından ağır ağır zehirlendiğine dair çok sayıda kaynakta bilgi mevcuttur. Kaldı ki hepimize ilkokuldan beri adeta maksatlı bir şekilde öğretildiği bugün iyice gün yüzüne çıkan; “Atatürk çok içki içtiği için buna bağlı sirozdan öldü” de gerçeği yansıtmamaktadır.
Atatürk’e biyopsi de otopsi de yapılmamıştır. Atatürk’ün İstiklal Savaşı yıllarında hiç içki içmediği, daha sonraki yıllarda da kendisinin asla aşırı alkol almadığı daha çok karşısındakilere içirdiği pek çok hatıratta yer almaktadır.
Atatürk’ün “salyrgan”(civalı ilaç) ile tedavi gerekçesiyle aslında ağır ağır zehirlenerek öldürüldüğü artık ortaya çıktı. Bugün mezarından alınacak bir tek saç telinin analizi her şeyin ortaya çıkmasına yeter de artar bile. Öte yandan Atatürk daha önce sıtma geçirmesine rağmen sadece 1937 yılında İstanbul Eczanesi’nden Atatürk için 43 kutu kinin ilacı alınmıştır. Bu ilaç karaciğer ve dalağı yıpratır.
Görüldüğü gibi Türk milli kimliğinin oluşmasında büyük katkısı olan bizi ümmetten ve tebadan millete geçiren Mustafa Kemal Atatürk Türk kimliğinin dışına çıkarılmak isteniyor.
Değerli tarihçi, akademisyen Dr. Emin Sezer’in ifade ettiği gibi; “Türk, Muhammed Mustafa’sız da Mustafa Kemal’siz de olmaz.” “Sabatayist” iddiaları ile Mustafa Kemal Türk kimliğinden çıkarılmak istenirken, “ılımlı İslam”, “dinlerarası diyalog” ve “Kelime-i Tevhid’in Muhammedün Resulullah kısmını söylemeye gerek yoktur” ile Hz. Peygamber İslam’ın alt basamaklarına itilerek “İsevi Müslümanlık” peydahlanmak, İslam, Kabala temelli Yahudi-Hıristiyan inancına monte edilerek Yeni Dünya Düzeni’nin “tek dünya dini”, senkretik dinin içi boşaltılmış bir parçası haline dönüştürülmek planlanıyor.
İzmir Selçuk Bülbül dağındaki Meryem Ana Evi ile İzmir’deki Sabatay Sevi Müzesi-Evi aynı karanlık emellerin kilometre taşlarıdır. Her ne kadar proje tepkiler üzerine biraz “askıya” alınmış görünse de.
Ahmet Almaz’ın sözünü ettiğimiz kitabından bir alıntı yapalım. Bu bilginin esas kaynağı 28 Aralık 2006 tarihli Yeni Şafak gazetesi ve Şaban Aslan’dır.
“Sabatay Sevi’nin 300 yıl önce görev yaptığı İzmir’in Agora semtindeki Portekiz Sinagogu’na Sabatay Sevi Müzesi yapma girişimi, Musevi cemaati tarafından da onaylanmamıştı.
Sabatay Sevi’nin oturduğu mahalle, Havra Sokağı’nın yanında, tarihi Agora kentinde bulunuyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Agora kentinin cazibesini artırmak için eskiden çoğu Yahudi yerleşimcilerden oluşan, şimdilerde işyeri olan eski binaları yıkarak yeşil alana dönüştürüyor. Agora kentinin yanında yıkımı durdurulan birkaç binadan biri, Sabatay Sevi’nin 300 yıl önce yaşadığı tarihi ev. Evin bulunduğu Namazgâh Mahallesi’nin 15 yıllık muhtarı Erol Ertürkmen “Tüm mahalleyi yıktılar bir o evi bıraktılar. Orayı neden yıkmadıklarını sordum. ‘Burası Sabatay Sevi’nin evi’ dediler. Bu evde 10 yıl öncesine kadar bir aile oturuyordu. Sanıyorum etrafı temizlenip onarılacak” dedi.(A. Almaz, a.g.e, s.201)
Size çok ilginç bir örnekten daha bahsetmek istiyorum.
Evanjelist Hıristiyanlar ve Ortodoks Yahudiler Kudüs’te bir an önce Süleyman Tapınağı’nın yeniden yapılmasını istiyorlar. Süleyman Tapınağı’nın üçüncü kez yapılabilmesi için Mescid-i Aksa ve Kubbetüs Sahra Camilerinin yıkılması gerekiyormuş.
Bu “kutsal idealin” en önemli isimlerinden biri 1970’lerden beri Frankist (Hıristiyan Yahudi veya Hıristiyan Sabatayist) âlim-papaz Bellarmino Bagatti ve en büyük destekçisi de İsrailli ünlü mimar Tuvia Sagiv. Bu hususta daha geniş bilgiyi Joel Levy’nin 2006’da yayımlanan “Lost Histories/Exploring the World’s most Famous Mysteries” adlı kitabında bulabilirsiniz.
Ruşen Çakır 27 Haziran 2008 tarihli Vatan gazetesindeki köşesinde Cengiz Şişman’ın kitabını konu alan uzunca bir yazı yayınladı.
Yazının bir bölümü Cengiz Şişman’la yapılmış mülakattan oluşuyor. Aşağıda okuyacağınız satırlar Çakır’ın yazısından derlenmiştir.
“Hem Yahudilik hem de masonlukla irtibatlı olarak gösterilen Sabataycılar bir de işin içine gizlilik girince iyice hedef tahtasına yerleştirildiler… Yrd. Doç. Cengiz Şişman’ın “Sabatay Sevi ve Sabataycılar” kitabıyla karşılaştığımda önce tereddüt ettim. Fakat “Mitler ve Gerçekler” altbaşlığı ve yazarın ABD’de Harvard Üniversitesi’nde konuyla ilgili doktora yapmış olduğu bilgisi üzerine okumaya koyuldum…
Sonuçta Şişman’ın kitabı “düşmanımızı tanıyalım” diye alanları hayal kırıklığına uğratıyor; Türkiye mozaiğinin bir parçası olan Sabataycılık hakkında serinkanlı, objektif bilgi sahibi olmak isteyenlerin de takdirini kazanıyor.”
Ruşen Çakır’ın yazısında yer alan Cengiz Şişman’ın sözleri de özetle şöyle:
“Kolay olmayan bir işe kalkıştığım doğru. Yerleşik yanlışları değiştirmek zorlu ve zaman isteyen bir iş… Eleştirilerden daha fazla da takdir alıyorum… Ben bu konu ile yıllardır bilimsel anlamda ilgileniyorum. Çünkü hem Osmanlı tarihçisi hem de dinler tarihçisiyim. Ancak başlangıçtan itibaren bu konudaki yaklaşım tarzları, art niyetler ve cahilane yorumlar beni hep rahatsız ede gelmiştir.
Konuya akademik bir disiplin ve hassasiyetle yaklaşıldığında benim vardığım sonuçlar çok şaşırtıcı değil.”
Burada kısa bir açıklama yapalım. Cengiz Şişman söz konusu kitabında, dinler tarihi hususunda büyük otorite olan, ilim insanlığına herkesin hürmet ettiği, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Küçük’ün “Dönmeler-Sabatayistler Tarihi” adlı kitabını (Andaç Yayınları, 0312-384 18 28-29; Faks: 0312-384 38 67) küçümsüyor, beğenmiyor.
Yine bu hususta Prof. Orhan Türkdoğan ile Mahmut Çetin’in çok değerli eserleri var ve her objektif düşünceli insanın takdirini kazanıyor.
Şişman’dan devam edelim.
“Oyunun/güç ilişkilerinin dışında kalan ya da dışında kaldığını hisseden herkesin, kendi yetersizliklerini açıklamakta başvurduğu en kestirme savunma mekanizması bu. En yakın örneklerden biri “dünyanın efendileri”nin katıldığı yıllık Bilderberg toplantıları hakkındaki komplolardır mesela. İslamcıların bir zamanlar en çok spekülasyon yaptıkları konu idi. Ama son iki yıldır gündemden düştü. Niye? Çünkü İslamcılar güç ilişkilerinin merkezine yerleşmeye başladılar ve “komplo kurulan” değil “komplo kuran” bir mevkiye yükseldiler… Sabataycı kökenli insanlar Osmanlı’nın son dönemlerinde ve çağdaş Türkiye’nin kurulması aşamasında etkili olmuş insanlardır…
Bunların birçoğu 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dini, ırki ya da kabilesel kimliklerinin bırakıp, diğer birçok Türk aydını gibi modernleşmeci, aydınlatmacı ve kısmen de masonik fikirlerin etkisi altında kalmışlardır… Şurası bir gerçektir ki, Sabataycılık ilk başında oldukça yoğun Yahudilik unsurları barındırmış ama zamanla bu azalmış ve yukarıda bahsettiğim gibi özellikle modernite ile tanıştıktan sonra bir kısmı agnostik ya da ateist olmuşlardır.”
Sözün özü…
Türkiye teostratejik planlamaya dayalı siyasi, iktisadi, psikolojik, etnik tabanlı sosyal ve dini tehditler altında.