11 Nisan 2016

Tur’da Kırk Gün-Tur’a İkinci Çıkış-Menn-ü Selvâ-Arz-ı Mukaddesin Fethi-Sonraki Devirler:


Tur’da Kırk Gün

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Musa Aleyhisselâm’a Tur dağının üzerinde otuz gece sonra buluşma vâdetti, sonra buna on gece daha ekledi. Böylece kırk geceye tamamlandı. Musa Aleyhisselâm günlerini oruçla geçirdi. Kavminden ayrılıp bir kenara çekilmezden evvel Harun Aleyhisselâm’ı yerine vekil tayin etti:
“Kavmim içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna gitme!” buyurdu. (A’raf: 142)
Rabbinin kelâmını işitmeye şevki ve iştiyakı vardı. Daha önce bu şevki tattığı için aceleyle huzura geldi.
Allah-u Teâlâ:
“Seni kavminden daha çabuk gelmeye sevkeden nedir ey Musa?” diye sordu. (Tâhâ: 83)
“Onlar benim ardımdan geliyorlar. Rabbim! Hoşnut olman için sana acele geldim.” dedi. (Tâhâ: 84)
Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Biz senden sonra kavmini imtihana çektik. Sâmiri onları saptırdı.” (Tâhâ: 85)
Musa Aleyhisselâm’ın Cenâb-ı Hakk ile Tûr Dağında vaki olan mükâlemesi Kur’an-ı kerim’de şu şekilde beyan edilmektedir:
“Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuştuktan sonra ‘Rabbim! Zâtını bana göster, sana bakayım.’ dedi. Allah ‘Sen beni göremezsin. Fakat şu dağa bak! Eğer o yerinde durursa, sen de beni görürsün.” buyurdu.
Rabbi dağa tecelli edince, onu yerle bir etti. Musa da baygın düştü. Ayılınca ‘Allah’ım! Seni tenzih ederim, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim’ dedi.
Allah buyurdu ki:
“Ey Musa! Seni peygamber göndermem ve seninle konuşmamla, seni insanlar arasından seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol!” (A’raf: 143-144)
Tur dağında Musa Aleyhisselâm’a Hakk’ı bâtıldan ayıran Tevrat-ı şerif verildi. O zamana kadar nebi idi. O andan itibaren resul oldu.
Bu hususta Kur’an-ı kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Musa’ya verdiğimiz Tevrat levhalarında her şeyden bir öğüt yazdık ve her şeyi uzun uzadıya açıkladık. Onlara sıkıca sarıl, kavmine de emret, en güzel şekilde tutsunlar. İlerde size yoldan çıkmış fâsıkların harap olan yurdunu göstereceğim.” (A’raf: 145)
Musa Aleyhisselâm Tur dağında iken, onun yokluğunu fırsat bilen İsrâiloğulları; üzerlerinde taşıdıkları altın süs eşyalarını toplayarak Samiri adındaki bir adama bir buzağı heykeli yaptırdılar ve onu kendilerine ilâh edindiler. Allah’ı bırakıp ona tapınmaya başladılar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Musa’nın kavmi; onun ardından kendi ziynetlerinden canlıymış gibi böğüren buzağı heykeli yaparak onu ilâh edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve yol da göstermediğini görmediler mi? Onu ilâh olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler.” (A’raf: 148)
“Musa kavmine çok kızgın ve üzüntülü olarak döndü! Ey kavmim dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti aradan? Yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?” (Tâhâ: 86)
“‘Ben sizi geride bırakıp gidince ne kötü olmuşsunuz. Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?’ dedi.
Elindeki Tevrat levhalarını bırakıverdi ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekmeye başladı.” (A’raf: 150)
“Ey Harun! Bunların sapıttığını görünce, seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir? Neden bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?” dedi. (Tâhâ: 92-93)
Harun Aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
“Anamın oğlu! Saçımdan sakalımdan tutma. Ben senin ‘İsrâiloğulları arasına ayrılık soktun, sözüme bakmadın.’ diyeceğinden korktum.” (Tâhâ: 94)
“Bunlar beni zayıf görüp hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı. Bana düşmanları sevindirecek şekilde davranma. Beni bu zâlimler gürûhu ile bir tutma.” (A’raf: 150)
“Daha önce Harun onlara ‘Ey kavmim! Siz bu buzağı ile imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman’dır. Bana uyun, emrime itaat edin.’ demişti.
Onlar da ‘Musa bize dönünceye kadar buna sarılmaktan aslâ vazgeçmeyeceğiz.’ demişlerdi.” (Tâhâ: 90-91)
Ayrıca şu sözü de söylemişlerdi:
“İşte bu sizin de Musa’nın da ilâhıdır. Fakat o unuttu.” (Tâhâ: 88)
Musa Aleyhisselâm onlara “Verdiğiniz sözden niçin caydınız?” diye sorduğu zaman:
“Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O kavmin ziynet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı. Biz onları ateşe attık. Aynı şekilde Sâmirî de attı.” dediler. (Tâhâ: 87)
Daha sonra Musa Aleyhisselâm Sâmiri’ye dönerek:
“Ya senin zorun ne idi ey Sâmiri?” buyurdu. (Tâhâ: 95)
“Onların görmedikleri bir şey gördüm ve onu sana gelen ilâhi elçinin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Bunu ziynet eşyasının eritildiği potaya attım. Nefsim bana bunu hoş gösterdi.” dedi. (Tâhâ: 96)
Musa Aleyhisselâm buyurdu ki:
“Defol, git! Doğrusu artık hayat boyunca ‘Bana dokunmayın!’ demenden başka yapacağın bir şey yoktur. Bir de senin için hiç kaçamayacağın bir ceza günü var. Sarılıp durduğun, üstüne düşüp tapındığın ilâhına bak! Biz onu yakacağız, sonra da denize atacağız.
Sizin ilâhiniz, ancak ve ancak O’ndan başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. İlmi her şeyi kuşatmıştır.” (Tâhâ: 97-98)
Daha sonra da Allah-u Teâlâ’ya niyazda bulundu:
“Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetinin içine al. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (A’raf: 151)
Musa Aleyhisselâm’ın ciddi müdahalesi ile İsrâiloğulları hatalarını anladılar, yaptıklarına pişman oldular.
Elleri böğründe, çaresiz kalıp kendilerinin sapıtmış olduklarını görünce:
“Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsan, andolsun ki en büyük ziyana uğrayanlardan olacağız.” dediler. (A’raf: 149)

“Musa’nın öfkesi geçtikten sonra levhaları aldı. Onların bir nüshasında ‘Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır.’ yazılmıştı.” (A’raf: 154)

Tur’a İkinci Çıkış

Buzağıya tapmaları üzerine Musa Aleyhisselâm onları tevbeye davet ettiği gibi, ayrıca ileri gelenlerinden yetmiş kişiyi özür dilemek maksadıyla Tur dağına götürmüştü.
Allah-u Teâlâ ile mükâlemeden sonra huzurdan ayrılan Musa Aleyhisselâm’a “Allah’ı apaçık görmedikçe sana aslâ inanmayacağız.” dediler. Bunun üzerine öyle bir sarsıntı meydana geldi ki, İsrâiloğulları bu sarsıntı ile birlikte yıldırımlara maruz kalıp kendilerini kaybettiler. Yarı ölü vaziyette yere serildiler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Musa, tayin ettiğimiz vakit için kavminden yetmiş kişiyi seçti. Onları bir sarsıntı tutunca dedi ki:
‘Rabbim! Dileseydin bunları da beni de daha önce helâk ederdin. Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin? Bu senin imtihanından başka bir şey değildir. Sen bu imtihanınla dilediğini dalâlete düşürür saptırırsın, dilediğini de hidayete götürür doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin. Bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.
Bize dünyada da iyilik yaz, ahirette de. Biz sana yöneldik.’
Allah buyurdu ki:
‘Ben kimi dilersem onu azabıma uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Ben onu Allah’tan korkup kötülükten sakınanlara, zekâtını verenlere ve âyetlerimize imân etmiş olanlara yazacağım.” (A’raf: 155-156)

Menn-ü Selvâ

İsrâiloğulları Mısır’dan çıktıktan sonra, aslî vatanları olan Arz-ı mukaddes’e ulaşmak için uzun yollar katetmişler, ömürlerinin çoğunu çöllerde geçirmişlerdi. Arz-i mukaddes’e geldikleri halde, orada zorba bir millet bulunduğunu bahane ederek oraya girmekten çekinmeleri üzerine, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştı. Tih sahrasında her gün ileri-geri gidip-gelmek ve yine yerinde saymak suretiyle azap olundular.
Birçok güçlüklerle, hatta kendilerini yok edebilecek büyük tehlikelerle karşılaştıkları halde; Allah-u Teâlâ onları bertaraf etmiş, kendilerine yeni yeni nimetler ihsan buyurmuştur.
Esaretten hürriyete kavuştular. Gölgelenmeleri için çölün kızgın sıcağında üzerlerine bulutlar gönderdi. Karınlarını doyurmaları için gökten kudret helvası ve bıldırcın indirdi. Susuzluktan ölecekleri bir sırada taştan pınarlar akıttı.
Bu ilâhi nimetlerin şükrünü edâ edecekleri yerde büsbütün şımardılar. Nimetleri beğenmemezlik ederek hıyar, sarmısak, mercimek gibi yiyecekler istediler. Hakk’ın taksimine râzı olmadılar.
Bu kadar mucize yetmiyormuş gibi, dosdoğru inanabilmeleri için Allah’ı apaçık görmeyi şart koştular.
Nefislerini ıslah edecekleri yerde, bozgunculuk yaptılar. Kaskatı yürekleri yumuşamadı. Bunun için de tarih boyunca zilletten kurtulamadılar.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri İsrâiloğullarına vermiş olduğu nimetleri hatırlatarak, yaşayan milletleri ibret almaya ve intibaha dâvet ediyor:
“Ey İsrâiloğulları! Size ihsan ettiğim nimetimi ve sizi bir zamanlar âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.
Hiç kimsenin hiç kimseye bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden şefaatın kabul edilmeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği azap gününden korkup sakının.
Hani sizi, işkencelerin en kötüsünü tattıran, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlatan Firavun hanedanından kurtarmıştık. Bu Rabbinizin büyük bir imtihanı idi.
Denizi yarıp sizi kurtarmış ve gözlerinizin önünde Firavun hanedanını suda boğmuştuk.” (Bakara: 47-50)
“Bir vakit de ‘Şu şehre girin, dilediğiniz yerde istediğinizi bol bol yiyin. Kapısından secde ederek girin ve hıtta (Bizi affet) deyin, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım, kusurlarınızı örtelim. İyilik edenlere daha da artıracağız.’ demiştik.
Amma o zalimler, kendilerine söylenmiş olan sözü, başka sözle değiştirdiler. (Hıtta kelimesini alaya alarak buğday mânâsına olan hınta’ya çevirdiler.) Biz de o zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı, gökten korkunç bir azap indirmiştik.” (Bakara: 58-59)
“Musa, kavmi için su aramıştı. ‘Âsânla taşa vur!” demiştik. Bunun üzerine taştan oniki pınar fışkırmıştı, her zümre su alacağı yeri bildi. Allah’ın rızkından yiyin için; yalnız yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Bakara: 60)
“Hani siz ‘Ey Musa! Biz bir çeşit yemeğe mümkün değil katlanamayacağız. Bizim için Rabbine duâ et de; yerin bitirdiği sebze, kabak, acur, sarmısak, mercimek ve soğandan yetiştirsin.’ demiştiniz.
Musa da onlara ‘Siz hayırlı olanı, daha aşağı olan şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Öyle ise bir şehre inin, orada istediğiniz şeyler var.’ demişti.
Üzerlerine zillet ve meskenet, horluk ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah’ın gazabına uğradılar. Öyle oldu; çünkü onlar Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar, haksız yere peygamberlerini öldürüyorlardı. İsyana daldıkları, haddi aşıp aşırı gittikleri için bunu hak ettiler.” (Bakara: 61)

Arz-ı Mukaddesin Fethi

Musa Aleyhisselâm Hazret-i Yuşâ’yı yerine halife tayin etmiş, Arz-ı Mukaddes’i fethetmesini de vasiyet etmişti.
Bilahare peygamberlik verilmiş olan Yuşâ Aleyhisselâm İsrâiloğullarını alıp çölden çıkararak Arz-ı Mukaddes’i fethetti. Böylece İsrâiloğulları çöllerde dolaşmaktan kurtuldular ve dedelerinin kadim vatanları olan Kenan diyarına yerleşmiş oldular. Allah-u Teâlâ’nın takdiri yerini bulmuş oldu.
Yuşâ Aleyhisselâm yirmisekiz sene kadar İsrâiloğullarının başında bulunduktan sonra vefat etmiştir.
Daha sonra sırasıyla pek çok hâkimler gelip İsrâiloğullarını idare ettiler.
Zaman oldu doğru yolda gittiler, zaman oldu yoldan çıktılar. Yoldan çıktıkları zaman Cenâb-ı Hakk onları musibetlere uğrattı. Bazen üzerlerine düşman musallat etti. Esarete düştüler. Bazen de hâkimsiz kalıp perişan oldular.
“İsrâiloğullarına Kitap’da ‘Siz yeryüzünde iki defa fesat çıkarıp bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz.’ diye bildirdik.
Birinci bozgunculuğunuzun ceza vakti gelince üzerinize pek güçlü olan kullarımızı salacağız. Onlar memleketin her köşesini kontrollerine alacaklar, evlerin aralarına girip sizi araştıracaklar. Bu, yerine gelecek bir vaaddir.

Bunun ardından sizi o istilâcılara tekrar galip getireceğiz. Mallar ve oğullarla size yardım edecek, sayınızı artıracağız.” (İsrâ: 4-5-6)

Sonraki Devirler

Musa Aleyhisselâm, vefatından önce Hazret-i Yuşâ’yı yerine halife tayin etmişti.
Nihayet Allah-u Teâlâ Davud Aleyhisselâm’ı gönderdi. Davud Aleyhisselâm duruma hakim oldu. Câlut’u öldürerek birliği sağladı. Yeni bir devir başlamış oldu.
Davud peygamberden sonra oğlu Süleyman Aleyhisselâm’ın devri başladı. Onun zamanı yahudilerin en parlak devridir.
Davud ve Süleyman peygamberler, aynı zamanda hükümdar oldukları ve geniş bir askeri güce sahip bulundukları için, ister istemez itaat ettiler, düzenli bir hayat sürdüler.
Bu iki peygamberden sonra yoldan çıkarak yine sapıttılar, asıl karakterlerini ortaya çıkardılar ve kısa zamanda birbirine düştüler.
Ardından gelen peygamberlerle aralarında amansız mücadeleler oldu. Çoğunu yalanladılar. Zekeriya ve Yahya peygamberler gibi bir kısmını da öldürdüler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Her ne zaman onlara hoşlarına gitmeyen hükümlerle bir peygamber gelmişse; bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.” (Mâide: 70)
İsa Aleyhisselâm’ın da katline teşebbüs etmişlerse de muvaffak olamamışlardır.
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“‘Gerçekten Allah fakirdir, biz ise zenginiz.’ diyenlerin lâfını andolsun ki Allah işitmiştir. Onların söylediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve: ‘Tadın o yangın azabını!’ diyeceğiz.” (Âl-i imran: 181)
“Bu, kendi ellerinizle yapmış olduğunuz şeylerin karşılığıdır. Allah kullarına aslâ zulmedici değildir.” (Âl-i imran: 182)
“O kimseler: ‘Doğrusu Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe herhangi bir peygambere iman etmememiz hususunda ahid verdi.’ dediler. De ki: ‘Benden önce de nice peygamberler apaçık delillerle ve dediğiniz şeyle geldiler. Eğer doğru sözlü iseniz, niçin onları öldürdünüz?” (Âl-i imran: 183)

Bütün bu aşırı gitmeleri yüzünden başlarına birçok belâlar geldi. Dünyanın her tarafinda çok kötü muamelelere maruz kaldılar

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...