11 Nisan 2016

YAHUDİLİK VE TEVRAT Yahudi Tiyneti-Bekledikleri Halde-Destek Olacak Yerde-Tevrat-TEVRAT’IN TAHRİP VE TAHRİF EDİLMESİNE MİSALLER Tevrattaki Tenakuzlar:


YAHUDİLİK VE TEVRAT
Yahudi Tiyneti:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in âlemlere rahmet olarak gönderildiği yıllarda Arabistan’ın her tarafında yahudi bulunmasına rağmen, Mekke’de hemen hemen hiç yoktu. Mekke devrinde iken müslümanların düşmanı yalnız müşriklerdi. Medine’ye hicret ettikten sonra Medineli yahudilerle müslümanların içindeki münafıklar da bu düşmanlığa katıldılar. Medine’nin yarısı yahudi idi. Resulullah Aleyhisselâm, putperestlerden daha çok yahudilerin hücum ve saldırısına maruz kaldı.
Yahudiler Tevrat’ta geleceği haber verilen son peygamberi sabırsızlıkla bekliyorlardı. Allah-u Teâlâ beklenen bu peygamberi İsmail Aleyhisselâm’ın soyundan Haşimoğulları’ndan seçtiğini görünce, Harun Aleyhisselâm’ın soyundan olması gerektiğini ileri sürerek itiraz ettiler. Risalet ve nübüvvetin kendilerine münhasır olduğunu, peygamberlerin kendi içlerinden çıkacağını iddia ediyorlardı. Beklenen peygamberin geldiğini bildikleri halde inkâra saptılar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onlardan bir kısmı ona iman etti, kimi de ondan yüz çevirdi. Çılgın bir ateş olarak cehennem yeter!” (Nisâ: 55)
Kudüs’ün yıkılması üzerine Rumlar tarafından tecavüze uğrayan yahudiler, Hicaz bölgesine sığınarak bu bölgenin yerli halkı haline gelmişlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm’ın Medine’ye teşriflerinde; Kaynuka, Nadir ve Kureyza oğullarına mensup üç yahudi kabilesi vardı. Her kabile kendi başına müstakil bir topluluk teşkil ediyordu. İktisâdi yönden Medine’de hakim durumda idiler. Medine etrafında kuvvetli kaleler içinde yaşıyorlardı.
Yahudiler kendi ırk, soy ve kültürleriyle iftihar ederler; Araplara vahşi ve cahil gözüyle bakarlar, onlara hayvanca muamele yapmayı âdeta bir hak sayarlardı. Mallarını çeşitli hile ve bahane ile yemeyi âdet edinmişlerdi. Yahudi din adamları ve ulemâsının bir bölümü falcılık ve bir takım sihir, büyü ile ilgileniyor, Arapları kandırmaya çalışıyorlardı.
Yahudiler maddi refah açısından çok güçlüydüler. Arapların bilmedikleri bazı sanat ve hünerleri biliyorlardı, ticaretin çoğu ellerinde idi. Etraf memleketlerden gıda maddeleri getirirler, oralara hurma götürüp satarlardı. Hayvancılık yaptıkları gibi, dokuma imalatı da yapıyorlardı. Kaynuka oğulları kuyumculuk, demircilik, çanak çömlek imalatında mahir idiler.
Ticarette doğruluk ve dürüstlük ancak kendi ırklarından olanlarla yapıldığı zaman geçerli idi. Kendilerinden olmayanlarla yaptıkları ticaret ve diğer muamelelerde sahtekârlığın her türlüsünü icrâ etmekten çekinmezlerdi.
Kendilerinin Allah’ın has kulu olduklarına, ne yaparlarsa yapsınlar ahirette hiçbir cezaya çarptırılmayacaklarına, cennete sadece kendilerinin gireceklerine kani idiler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl kadar zulme uğratılmaz.” (Nisâ: 49)
En büyük işleri tefecilikti. Borç para verip karşılığında çok yüksek fâiz alırlardı. Fâizler çok yüksek, ödeme şartları çok ağır olduğu için, yahudilerden bir defa borç almış olan Araplar bir daha yakalarını kurtaramazlar, fâiz ödemekten ana parayı ödeme fırsatı bulamazlardı. Arapların yahudilere böylesine bağlanması, onlara karşı kin ve nefretlerini artırmıştı, bu baskıdan bir an evvel kurtulma çarelerini arıyorlardı.

Yahudiler ise maddi menfaatlerini korumak maksadıyla Arapların hiçbir zaman birlik ve beraberlik içinde olmalarını istemiyorlardı. Zira Araplar arasında birlik kurulduğu takdirde, sahip bulundukları verimli topraklardan, bağ ve bahçelerden, mamur beldelerden sürüleceklerini biliyorlardı. Yahudiler ayrıca kendi can ve mal güvenliklerini koruma altına almak için, güçlü olan Arap kabileleri ile ittifak kurup onların himayesine girerlerdi. Böylece güçlü olan bir başka Arap kabilesinin tecavüzlerinden korunmuş olurlardı.

Bekledikleri Halde:
Evs ve Hazreç kabileleri, yahudilerle bazen anlaşır bazen bozuşurlardı. Ne zaman araları açılsa yahudiler “Bir Peygamber gönderilmek üzeredir, gölgesi üzerimize düştü. O gelince biz ona tâbi olacağız, sizin kökünüzü kazıyacağız.” derlerdi. Ayrıca “Ey Allah’ımız! Tevrat’ta özelliklerini yazılı bulduğumuz âhir zaman peygamberi hürmetine bize yardım et!” diye duâ ve istimdat ederlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm Medinelilerle konuşup onları Islâm’a dâvet edince birbirlerine “Vallahi bu size yahudilerin, geleceğini haber verdikleri ve bizi korkuttukları Peygamber olsa gerek! Sakın yahudiler ona tâbi olmakta bizi geçmesinler.” demişlerdi. Çünkü yahudilerin böyle bir beklenti içinde yaşadıklarını biliyorlardı.
Aslında yahudiler Resulullah Aleyhisselâm’ın geleceğini ve vasıflarını “Kendi öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlardı.” Fakat tıynetleri icabı olsa gerek ki “Ne zaman bir Peygamber gelip de gönüllerinin hoşlanmadığı bir şey getirse ona karşı büyüklük tasladılar. Peygamberlerinin kimini yalanladılar, kimini öldürmekten çekinmediler.” Resulullah Aleyhisselâm’ı da çekemeyecekleri tâbii idi. “Bile bile ona düşmanlık edeceklerdi.” Kıskançlık ve hasetlerinden, kin ve düşmanlık etmeye başladılar.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Ellerindeki Tevrat’ı tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri kâfirlere karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, tanıdıkları ve bekledikleri kendilerine gelince, bu defa onu inkâr ettiler. İşte bundan dolayı Allah’ın lâneti kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara: 89)
Bunun içindir ki bunlar melun oldular.
Medineli müslümanlar yahudilerin bu kadar merakla ve heyecanla bekledikleri Peygamber’i kabul etmek yerine, ona karşı çıkmalarını, onun en azılı düşmanları olmalarını bir türlü anlayamıyorlardı.
Hatta Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- gibi bazı müslümanlar yahudilere şöyle dediler:
“Ey yahudiler! Allah’tan korkun ve İslâm’a girin. Bizler müşrik iken siz bir peygamber gönderileceğini bize bildiriyor ve bu vasıfları ile bize onu tanıtıyordunuz.”
Fakat onlar itiraz ettiler. “Bizim kendisinden söz ettiğimiz kişi bu değildir.” dediler. Onun gelmesiyle Arapların üstünlüğünün sona ereceğine ve kendilerinin iktidar ve ikbal sahibi olacaklarına kesinlikle inanan yahudiler sabahtan akşama kadar “Geliyor... Gelmek üzeredir...” gibi laflarla onun geleceğinden sözedip dururlardı. Fakat o gelince bütün bunları unutup insanlıktan çıktılar.“Vakti geldi” dedikleri Peygamber’i “Hayır! Beklediğimiz bu değildir, daha onun vakti gelmedi, bu bizden değildir.” dediler.
Yahudilerin ileri gelenlerinden birinin kızı, diğerinin de yeğeni olan Hazret-i Safiye -radiyallahu anhâ- vâlidemiz şöyle buyurmuştur:
“Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine’ye hicret edince babamla amcam onu görmeye gittiler ve kendisiyle uzunca müddet sohbet ettiler. Eve döndüklerinde amcam ‘Bu gerçekten, kitaplarımızdaki haberi verilen peygamber midir?’ dedi. Babam ‘Evet, vallahi o aynı peygamberdir!’ diye cevap verdi. ‘Sen buna inanıyor musun?’ diye sorduğunda ‘Evet!’ dedi. ‘O halde ne yapmalı, niyetin nedir?’ dedi. Babam ‘Yaşadığım müddetçe vallahi ona muhalefet edeceğim.’ dedi.”

Gerçek apaçık meydanda iken, bundan daha çirkin bir kıskançlık olamaz. Çünkü böyle bir inatlaşma ve kıskançlık doğrudan doğruya zât-ı ulûhiyete karşı bir itirazdır.

Destek Olacak Yerde:

Yahudiler bu şerefli Peygamber’i tasdik edip destek olacak yerde inkâr etmek sûretiyle, nefislerini çok kötü bir bedelle satmış oldular:
“Nefislerini ne kötü şeye değişip sattılar! Allah’ın, kullarından dilediğine lütfundan (kitap) indirmesine hased ederek Allah’ın indirdiğini inkâr ettiler ve bu sebeple gazap üstüne gazaba uğradılar. Küfredenlere kahredici bir azap vardır.” (Bakara: 90)
Onların küfre sapmalarının sebebi kıskançlık ve büyüklük taslamak olduğuna göre, hor ve hakir kılınmakla onlara karşılık verilmiş oldu.
Allah-u Teâlâ yahudileri kınamakta ve Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine iman edin!’ denilince ‘Biz sadece bize indirilene inanırız.’ derler ve ondan başkasını inkâr ederler.” (Bakara: 91)
İncil gibi, Kur’an-ı kerim gibi ilâhi kitapları tasdik etmezler.
“Halbuki o Kur’an, kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelen hak Kitap’tır.” (Bakara: 91)
Böyle iken yine de inkâr ederler. Onların Tevrat’a iman ettikleri hakkındaki iddiaları da doğru değildir. Çünkü Allah’ı bilen ve tanıyan, kitabını da kabul eder. O’nun bütün Resul’lerine indirilmiş veya indirilmekte olana da iman eder. İşte Muhammed Aleyhisselâm son peygamberdir ve Tevrat da onun geleceğini müjdelemiştir. Ona indirilen kitap, Tevrat’ta bulunanı tasdik etmektedir. Durum böyle iken onu inkâr ettiler.
Şu kadar var ki, bu onların kötü tavırlarının, yanlış icraatlarının ilki değildir:
“Resulüm! De ki: Şayet siz gerçekten inanmış kimseler idiyseniz, daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?” (Bakara: 91)
İmanınızda samimi iseniz onları niçin öldürdünüz? İnandığınız Tevrat bunu yasak kılmamış mıydı? Ecdadınızın bu cinayetlerini doğru bir davranış gördüğünüz için siz de onlar gibi câni hükmünde bulunmaktasınız.
Yahudiler Resulullah Aleyhisselâm’ın huzuruna gelirler, bazı şeyler sorarlar, yanından çıktıkları zaman onun sözlerini değiştirerek yaymaya çalışırlardı.
Bu hususta Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden değiştirirler. ‘İşittik ve isyan ettik’, ‘Dinle, dinlemez olası’ derler. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak: ‘Râinâ’ derler. Eğer onlar: ‘İşittik, itaat ettik, dinle, bizi gözet’ deselerdi, kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat inkârları yüzünden Allah onlara lânet etmiştir. Artık pek az inanırlar.”(Nisâ: 46)
Yahudilerin inanç ve ahlâkları ile ilgili olarak, herkesin anlayabileceği bir ifade kullanılarak Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Yahudiler: ‘Allah’ın eli bağlıdır.’ dediler. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın! Lânet olsun onlara! Hayır! Allah’ın iki eli de açıktır, dilediği gibi sarfeder. Andolsun ki Rabbinden sana indirilenler, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Biz onların aralarına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş için bir ateş tutuştursalar, Allah onu söndürür. Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar. Şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları sevmez.” (Mâide: 64)
Yahudiler beklenen Peygamber’in geldiğini bildikleri halde, onun kadr-ü kıymetini düşürmek için, devamlı olarak karışık sorular sormaktan, kasıtlı bir takım itirazlar ortaya koymaktan geri durmuyorlardı.
Müslümanları dinlerinden soğutmak ve uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, âyetlerin mânâlarını bozacak şekle sokuyorlar, dilleri sürtmüşçesine kelimeleri yanlış söylüyorlar, bir gün müslümanlığa girip ertesi günü çıkıyorlardı. Gayeleri müslümanlığı küçük düşürmek, müminleri şaşırtmak, kalplere şüphe ve fesat tohumları saçmaktı.

İslâm düşmanlığı o kadar ileri gitmişti ki, ehl-i kitaptan oldukları halde putperestliği müslümanlığa tercih bile ediyorlar, müşriklerin daha doğru yolda olduklarını söylüyorlardı.

Tevrat

Tevrat, Musa Aleyhisselâm vasıtasıyla İsrâiloğulları’na gönderilmiş hak bir kitaptır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Doğrusu biz yol gösterici ve nurlandırıcı olarak Tevrat’ı indirdik. Kendilerini Allah’a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla hükmederlerdi. Rabbânîler (Rabbe kul olanlar) ve Ahbar (bilginler) de Allah’ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için onunla (hükmederlerdi). Hepsi de ona (Tevrat’a) şâhit idiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi değersiz olan şeylerle değiştirmeyin. Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerdir.” buyuruluyor. (Mâide: 44)
Hazret-i Allah’ın Musa Aleyhisselâm vasıtasıyla gönderdiği Tevrat’ın, İsrâiloğulları tarafından değişikliğe uğratıldığı ve tahrif edildiği de Kur’an-ı kerim’de açık ifadelerle beyan edilmektedir.
Âyet-i kerime’de:
“(Ey müminler!) Şimdi siz onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan (hahamlık eden) bir zümre vardı ki, Allah’ın kelâmını (Tevrat’ı) işitirler de iyice anladıkları halde onu bile bile tahrif eder (değiştirirler)di.” buyuruluyor. (Bakara: 75)
Diğer bir Âyet-i kerime’de:
“Onlar Allah’ı lâyıkıyla bilip takdir edemediler. Çünkü: ‘Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi.’ dediler. De ki: ‘Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Tevrat’ı kim indirdi? Siz onu parça parça kâğıtlar haline getirip, işinize geleni açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir.’ Resul’üm! Sen ‘Allah!’ de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” buyurulmaktadır. (En’am: 91)
Tevrat Musa Aleyhisselâm zamanında levhalar halinde muhafaza ediliyordu.
Âyet-i kerime’de:
“Biz Musa için levhalarda her şeyden bir öğüt yazdık ve her şeyi uzun uzadıya açıkladık.” buyurulmaktadır. (A’raf: 145)
Daha sonra bu levhalar muhafaza edilememiş ve Yahudi âlimleri tarafından tahrifata uğramıştır. Hatta bu tahrifat o derece ilerlemiş ki, Tevrat’ta peygamber olarak ifade edilenlere, daha sonradan çok çirkin iftiralarda bulunulmuştur.
Tevrat’taki Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile ilgili bölümleri ise değiştirmişler ve bu gerçekleri kibirlerine yedirememişlerdir.
Âyet-i kerime’de:
“Verdikleri kesin sözü bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler ve kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hâinlik görürsün.” buyurulmaktadır. (Mâide: 13)
Tevrat’ı kendi istekleri doğrultusundaki hükümlerle değiştirdiler. Kitapta yazılı olanlara bağlı kalmayarak kendi hükümlerini icra ettiler. Tevrat’ta olmayan şeyleri ona kattılar, kitabın hükümlerini yerine getirmediler. Bu ise Kur’an-ı kerim’de şu şekilde ifade edilmiştir.
Âyet-i kerime’de:
“Kendilerine tevrat yükletildiği halde, onu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir.

Allah’ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür! Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez.” buyurulmaktadır. (Cumâ: 5)

PEYGAMBERLERE YAPILAN İFTİRALAR

Yahudiler Tevrat’taki tahribatları sayesinde birçok Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimize iftirada bulunmuşlardır.
Bu ifadeler bugünkü muharref Tevrat’ta geçmektedir. Bu hakaret ve iftiraları İslâm tamamıyla reddetmektedir. Çünkü Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz seçilmiş, muhafaza edilmişlerdir. Her hususta doğru sözlüdürler. Aslâ yalan söylemezler. Her türlü itimada haiz olup istikametten ayrılmazlar. Masumdurlar, günah işlemezler. Son derece iffet ve ismet sahibidirler. İnsanların en zekisi ve en akıllılarıdırlar. Kuvvetli bir iradeye sahiptirler. Allah’tan aldıkları emir ve nehiyleri insanlara bildirirler.
Âyet-i kerime’de:
“Onları emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık.” buyuruluyor. (Enbiya: 73)
Onlar en yüksek ahlâka ve vasıflara sahiptirler.
Âyet-i kerime’lerde:
“Onlar bizim katımızda seçilmişlerden ve hayırlılardan idiler.” (Sâd: 47)
“O peygamberler Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği doğru yolu tutup onlara uy, o yoldan yürü.” buyuruluyor. (En’am: 90)
Kur’an-ı kerim’de bu ifadeler varken, muharref Tevrat’tan bir iki örnek arzedelim:
• Muharref Tevrat’ta (Tekvin: 3/22-23) Nuh Aleyhisselâm’a, (Tekvin: 12/14-19) İbrahim Aleyhisselâm’a aynı şekilde iftiralar mevcuttur.
Tevrat’ta Hazret-i Lût Aleyhisselâm hakkında da iftiralar mevcuttur. (Tekvin 19/30-36)
İshak Aleyhisselâm hakkında da (Tekvin 12/10-13, 20/1-3) iftiralar vardır.
• Yakub Aleyhisselâm için de (Tekvin: 35/22) iftira etmişlerdir.
• Hazret-i Harun Aleyhisselâm için ise (Çıkış: 32/1-4)de iftira etmişlerdir.
• Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm için ise (II. Samuel: 11-13/10-12)de iftiralar mevcuttur.
• Süleyman Aleyhisselâm’a da (I. Krallar 11/4)de iftira etmişlerdir.
Ve buna benzer birçok ifade muharref Tevrat’ta mevcuttur.
Allah’ın bu sevgili kullarına isnat edilmek istenen çirkin iftiralar, ancak hak vasfını kaybetmiş bir kitapta bulunabilir.
Zira Allah-u Teâlâ bütün gönderdiği Peygamberleri hakkında:
“Hepsi de sâlihlerdendi.” buyuruyor. (En’am: 85)
Üzerinde böyle değişiklikler yapılan, içinde tenakuzlar, çelişkiler bulunan, akıldışı ve ürkütücü bilgileri ihtiva eden ve Allah elçilerine yakışıksız iftiralardan çekinmeyen bir kitap, insan dimağını tatmin edemez. Hiç şüphe yok ki Tevrat da, Zebur gibi, Allah’tan gelen ilâhi bir kitaptı. Allah’ın peygamberi tarafından tebliğ edilmişti. Fakat başlangıçtaki mahiyetini kaybetmiştir. Tahrif edilmiş ve tanınmayacak kadar değişmiştir. Bu hale gelen bir kitaba Allah kelâmı nazarı ile bakmak mümkün değildir. Çünkü o, insan müdahelesinden ve tahriften kurtulamamıştır.

İsrâiloğullarının Filistin’in dışında çeşitli kavimlerle temasta bulunmaları neticesinde dini telakkilerinde büyük değişiklikler olmuş ve bu yüzden birçok mezhepler meydana çıkmıştır. Yahudilikte sayısız mezhep vardır. Bunların en önemlileri şunlardır: Sadûkîler, Fariziler, Esseniler, Terapötler, Talmudcular ve Karailer.

TEVRAT’IN TAHRİP VE TAHRİF EDİLMESİNE MİSALLER
Tevrattaki Tenakuzlar

“Ve Rabbin sözüne göre, Rabbin kulu Musa orada Moab diyarında öldü. Ve Moab diyarında Beyt-Poer karşısındaki derede onu gömdü, fakat bugüne kadar kimse onun kabrini bilemez.”(Tesniye: 34/5-6)
Allah-u Teâlâ yaşayan Hazret-i Musa Aleyhisselâm’a böyle hitap etmez. Demek ki tevrat sonradan yazılmıştır.
“Ve İsrâiloğulları, Moab ovasında, otuz gün Musa’ya ağladılar ve Musa için yas ağlama günleri tamam oldu.” (Tesniye: 34/8)
Musa Aleyhisselâm daha hayatta iken İsrâiloğulları onun ölümü için yas tutmuştur. Öte yandan Tekvin (14/14) Hakimler (18/2) cümleleri karşılaştırıldığı vakit bu daha açık görülebilir. Tekvin’de geçen “Dan” bir şehir adıdır ve Musa’dan seksen sene sonra bu ismi almıştır.
İşte bu Yahudiler’in Tevrat’ı sonradan elleriyle yazdıklarını gösterir.
Eski Ahid’deki tahrif unsurlarından biri de içinde bulunan çelişik ifadelerdir.
Tekvin’in ilk babında Allah’ın insanı kendi suretinde erkek ve dişi olarak aynı anda; Tekvin (1/27)de ise önce erkek ve onun kaburga kemiğinden kadını yarattığı ifade ediliyor.
Tufan hadisesi anlatılırken, bir yerde Tufan’ın 40 gün, diğer bölümde 150 gün sürdüğü ifade ediliyor. (Tekvin: 7/4,12,17,24)
Nuh Aleyhisselâm’ın gemisine getirilen hayvanların her cinsinden Tekvin 6. bab da 2, Tekvin (7/9,10,14,16) ise 7 çift alındığı söylenmektedir.
Allah, İsrâiloğullarının sayımı için II. Samuel’de (24/1-6) Davud Aleyhisselâm’ı görevlendirmekte; I Tarihler’de (21/1-7) aynı konunun, şeytanın tahrikiyle olduğu belirtilmektedir.
I. Samuel’de (16/10-13) Hazret-i Davud Aleyhisselâm Yesse’nin sekizinci oğlu olarak gösterilirken, I. Tarihler’de (2/13-15) ise Yesse’nin yedinci oğlu olarak geçmektedir.
II. Samuel’de (6: 23-21) Saul’un kızı Mikail’in hiç çocuğu olmadığı söylenirken, Tekvin’de (2/14, 17) beş oğlundan bahsedilmektedir.
II. Samuel’in 24. bölümünde “vilâyetimizde yedi sene kıtlık” denirken I. Tarihler’in 21. bölümünde “üç sene kıtlık...” denilmektedir.
II. Krallar’ın 8. bölümünde “Ahazya kral olduğu zaman 22 yaşında idi.” denilirken I. Tarihler’in 22. bölümünde “Ahazya kral olduğu zaman 42 yaşında idi.” denilmektedir.
II. Krallar’ın 24. bölümünde “Yehoyakin kral olduğu zaman onsekiz yaşında idi.” derken, II. Tarihler’in 36. bölümünde “Yehoyakin kral olduğu zaman sekiz yaşında idi.” denilmektedir.
II. Samuel’in 5. ve 6. bölümlerinde Davud Aleyhisselâm’ın ilâhî tabutu Filistî’ler muharebesinden sonra, I. Tarihler’in 13. ve 14. bölümlerinde ise Davud Peygamber’in ilâhî tabut’u muharebeden önce taşıdığı belirtilmektedir.
I. Krallar’ın dördüncü bölümünde: “Ve Süleyman’ın cenk arabaları için kırk bin ahır bölüğünde atları vardı. Ve oniki bin atlısı vardı.” denilirken I. Tarihler’in dokuzuncu bölümünde: “Ve atlarla cenk arabaları için Süleyman’ın dört bin ahırı vardı. Ve oniki bin atlısı vardı...” denilmektedir.
I. Krallar’ın beşinci bölümünde: “Süleyman’ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üçbin üçyüz baş kâhyaları vardı.” denilirken, II. Tarihler’in ikinci bölümünde: “Ve onların üzerinde iş başı olan üçbin altıyüz adam saydı.” deniliyor.
I. Krallar’ın yedinci bölümünde: “Süleyman peygamberin yaptırdığı denizin ikibin bat su aldığı” belirtilirken, II. Tarihler’in dördüncü bölümünde “üç bin bat alır.” denmektedir.
I. Tarihler’in üçüncü bölümünde: “Davud’un çocuğu olarak, Geşur kralı Talmay’ın kızı Maaka’nın oğlu Abşalom” denilirken II. Tarihler’in onbirinci bölümünde ise: “Ve Mahalattan sonra Abşalom’un kızı Maaka’yı aldı ve ona Abiya’yı... doğurdu.” denilmektedir. İkinci Samuel’in ondördüncü bölümünde de; “Ve Abşalom’un üç oğulla bir kızı doğdu ve kızının adı Tamar’dı” deniliyor. Aynı kitapta birbirini tutmayan aykırılıklar mevcuttur.
Yeşu kitabinin onuncu bölümünde: “İsrâiloğulları Kudüs Kralını öldürdüler. Bütün mal ve mülkünü ele geçirdiler.” denirken, aynı kitabın onbeşinci bölümünde ise “İsrâiloğulları Kudüs’e hiçbir zaman taarruz etmediler.” denilmektedir.
II. Tarihler’in üçüncü bölümünde: “Evin önünde olan çardağın uzunluğu evin genişliği kadar, yani yirmi arşın ve yüksekliği de yüzyirmi arşın” diye yazılıdır. I. Krallar’ın 6. bölümünde ise evin yüksekliğinin “otuz arşın” olduğu yazılmaktadır.
II. Tarihler’in yirmisekizinci bölümünde: “İsrâil kralı Ahaz’ın yüzünden Rab Yahuda’yı alçalttı.” deniliyor. Oysa ki, İsrâiloğulları sözü yanlıştır. Çünkü Ahaz İsrâiloğullarının değil Yahuda’nın kralıydı.
Hezekiel kitabının yirmialtıncı bölümünde şöyle yazılıdır: “Bana Rabbin şu sözü geldi. Allah-u Teâlâ Hazretleri buyurdu ki: İyi bil, ben öyle bir kudret sahibiyim ki, Bâbil Padişahı Buhtunnasr’ı bir takım atlarla ve başka binilecek şeylerle, süvari ve piyade askerler ve büyük bir kuvvetle Sur üzerine göndereceğim, senin tarlada çalışan kız ve kadınlarını kılıçtan geçirecekler, seni kuşatacaklar, şehrin etrafına mancınık mevzileri yapacaklar. Sur şehri etrafında bulunan sur ve burçları bu mancınıklarla yıkacaklar, şehrin cadde ve yollarını harap edecekler, içindeki bütün insanları kılıçla öldürecekler, mallarını yağma edecekler, bütün binaları harap ederek, binaların taşlarını, ağaçları suya atacaklardır. Ve bir daha bina yapamayacaksın.”
Buhtunnasr Sur şehrini onüç yıl muhasara etti. Onu elde etmeye çok çalıştı, fakat alamadı. Büyük bir başarısızlıkla geri çekilmeye mecbur oldu. Tarih bunu belgelemiştir. Semavi kitaplar yanlış bilgi vermezler.
Tekvin’in onbeşinci bölümünde; “Ve İbrahim dedi: ‘Ya Rab Yehova, bana ne vereceksin?” ifadesi varken. Çıkış’ın altıncı bölümünde “Ve Tanrı Musa’ya söyleyip dedi: “Ben Rabbim ve İbrahim’e İshak’a ve Yakub’a kadir olan Tanrı olarak göründüm. Fakat Yehova ismimle malum olmadım.” şeklinde geçmektedir.
Tekvin’in otuzikinci bölümünde; “Allah’ı yüzyüze gördüm ve canım sağ kaldı” ifadesi varken. Çıkış’ın otuzüçüncü bölümünde; “Ve (Rab) dedi, yüzümü görmezsin, çünkü insan beni görüp de yaşayamaz.” ifadesi vardır.
İşte Yahudilerin iman ettikleri muharref Tevrat bu ve bunun gibi tutarsızlıklarla doludur. Onlar sırf kibirlerine yediremediklerinden Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e iman etmemişlerdir. Zira onlar Peygamber Efendimiz’in geleceğini ve sıfatlarını biliyorlardı, ancak İsrâiloğullarından gelmesini umuyorlardı. Onu öz çocuklarından daha iyi tanıdıkları halde sırf kendi milletlerinden olmadığı için iman etmemişler, bu kadar tutarsızlığa rağmen dinlerini terketmemişler ve Allah’ın lânetine müstehak olmuşlardır.
Kur’an-ı kerim için ise Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Onlar Kur’an’ı gereği gibi düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından indirilseydi, içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı.” buyuruyor. (Nisâ: 82)
Hazret-i Musa’ya gelen ilk vahiylerde böyle çelişkiler yoktu. Bunlar sonradan meydana geldi. Allah sözünde böyle birbirine zıt olan, birbirini çürüten ifadeler bulunmaz.
Allah-u Teâlâ kendi varlığını ve birliğini bilmeleri, kendisine ibadet ve taatta bulunmaları için insanları yaratmıştır.
İnsanların hakikati bulmaları, dünyada güzel bir düzen içinde yaşamaları, ahirette de selâmete ermeleri için fazl-u keremi ile varlığından insanları haberdar etmiştir.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Biz peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ta ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların Allah’a karşı bahaneleri kalmasın. Allah Azîz’dir, hükmünde hikmet sahibidir.” (Nisâ: 165)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri insanların dünya ve ahirette saadet ve selâmete ermeleri için onlara kendi içlerinden peygamberler göndermiş, kitaplar salmıştır.
Her peygambere gönderildiği insanlar arasındaki ihtilaf ve ayrılıkları halletmek için bir kitap verildiği Kur’an-ı kerim’de şöyle haber veriliyor:
“İnsanlar bir tek ümmet idi. Bu durumda iken Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanların ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında hüküm vermeleri için onlarla birlikte hak kitaplar indirdi. İndirilen kitapta, gönderilen peygamber ve onun dininde hiç kimse ayrılığa düşmedi. Ancak kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan, ihtirastan ötürü kendilerine kitap verilenler ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izni ile inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe eriştirdi. Allah dilediğine doğru yolu gösterir.” (Bakara: 213)
Kendisine müstakil bir kitap verilmeyen peygamberler ise daha önce indirilen ilâhi bir kitaba tâbi olmuşlar ve gönderildikleri milletlere talim ve telkin etmekle vazifelendirilmişlerdir.
Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ sadece Kur’an-ı kerim’e değil, daha önce indirilen ilâhi kitapların hepsine iman etmeyi emir buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamber’ine, Peygamber’ine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a iman ediniz.” (Nisâ: 136)
Kur’an-ı kerim’de her millete bir peygamber ve her peygambere de bir “Kitap” veya “Suhuf” verildiği bildirilmiş ise de, bütün peygamberlere indirilen kitapların isimleri ayrı ayrı beyan edilmemiştir.
Bu bakımdan Kur’an-ı kerim’de isimleri geçen mukaddes kitapların her birinin Allah Kelâmı olduğuna ayrı ayrı inanmak her müslümana farzdır. Bir insan Allah-u Teâlâ’nın indirdiği ilâhi kitaplara inanmadıkça müslüman olamaz.
Ancak Kur’an-ı kerim’den başka diğer kitapların bir kısmı tamamen kaybolmuş, günümüze kadar gelenler de tahrif edilerek ilâhi kitap özelliğini yitirmiştir. Biz bozulmuş olan bu kitapların Allah’tan gelen ilk şekline inanıyoruz.
Zira;
“Onlar durmadan yalana kulak verirler. Sana gelmeyen bir başka topluluk lehine kulak verip casusluk yaparlar. Kelimeleri yerlerinden tahrif ederek değiştirirler. ‘Bu (değişik şekliyle) size verilirse alın, verilmezse sakının!’ derler.” (Mâide: 41)
Yahudiler Allah’ın kendilerine gönderdiği kitabı tahrif etmiş, kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmiş, manalarını saptırmış, gerçekleri ve bu arada Hazret-i Peygamber’in geleceğini müjdeleyen kısımları örtmüş, bozmuş ve inkâr etmişlerdir.
“Kitabı elleriyle yazıp da, sonra onu az bir pahaya satmak için: ‘Bu Allah katındandır.’ diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Kazandıkları vebalden ötürü vay haline onların!” (Bakara: 79)
“Onlar, ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü aslâ istemezler. Allah zâlimleri bilir.” (Bakara: 95)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde müslümanlara karşı ikiyüzlü hareket eden bir kısım yahudiler ile kendi bilgilerini açıklayan diğer bir kısım yahudilerin hallerini bildirmektedir.
“(Yahudi münafıklar) müminlerle karşılaştıkları zaman: ‘Biz de iman ettik.’ derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise: ‘Allah’ın size açtıklarını, Rabbiniz katında sizin aleyhinizde kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz? Bunları hiç düşünemiyor musunuz?’ derler.” (Bakara: 76)
Çünkü onlar hem Muhammed Aleyhisselâm’ın peygamber olduğunu kabul ediyorlardı, hem de ona uymuyorlardı.
“Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilmektedir.” (Bakara: 77)
Bu çirkin hareketlerinin cezasını görmeyeceklerini mi sanıyorlar?
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şeyi gizleyenler ve onu az bir pahaya satanlar var ya, işte onların karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.” (Bakara: 174)
Çünkü onlar bile bile gerçeği gizlerler.
“Tevrat indirilmeden önce İsrâil’in (Yakub’un) kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrâiloğullarına helâl idi. De ki: ‘Eğer doğru sözlü iseniz Tevrat’ı getirip okuyun.’
Artık bundan sonra da kim Allah’a yalan uydurup iftirâ ederse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir.” (Âl-i imran: 93-94)
Resulullah’ın zamanında da ilk anda kötü maksatlarını belli etmeyecek sözler kullanarak onu tahkir etmek ve kinlerini tatmin eylemek yoluna gitmişlerdir.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlardan teşekkül eden ehl-i kitaba seslenerek, kendilerine Muhammed Aleyhisselâm’ı peygamber olarak gönderdiğini haber veriyor:
“Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin ardı arkası kesildiği, bir boşluk meydana geldiği sırada size PEYGAMBER’imiz gelmiştir. Gerçekleri size açıklıyor ki, ‘Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi.’ demeyesiniz. İşte müjdeleyici ve uyarıcı geldi.
Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Mâide: 19)
Bu Âyet-i kerime mucibince Resulullah Aleyhisselâm geldiği halde inanmayan hiçbir ehl-i kitabın kurtulması mümkün değildir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri onu peygamberlerin arkasının kesildiği bir dönemde; dinlerin değiştirildiği, hak ve hakikatten uzaklaşıldığı, yolların çıkmaza girdiği, putperestlerin çoğaldığı bir devirde gönderdi.
Onun gönderilişindeki nimet, nimetlerin en büyüğüdür.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim Peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur.” (Müslim)
Bunların hepsi onu duyduğu halde inkâr ettiler, itiraz ettiler. Bunların hepsinin cehennemlik olduğunu bu Hadis-i şerif beyan eder.
Bir de “Onların da dini hak” diyenler var. Hayır!
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Bir kimse Hazret-i Allah’a ve Resul’üne iman etmedikçe cennete giremez. Bu Âyet-i kerime ve bu Hadis-i şerif mucibince muhakkak onların hepsinin cehennemde olduğunu görürsünüz.
İsa Aleyhisselâm göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
“Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Saf: 6)

Görülüyor ki, Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini bütün peygamberlere ismiyle cismiyle nasıl tanıtmış ve bildirmiştir. Hiçbir yahudinin bu vebal altından kurtulması mümkün değildir. Çünkü açık bir ferman-ı ilâhiye var. Zira Hazret-i Allah ve Peygamber’i bildirip açıklıyor. Yani ben bilmiyordum, duymadım gibi bir itirazı kabul etmek mümkün değildir.

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed 
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in 
Tevrat’ta Haber Verilmesi:


Allah-u Teâlâ tarafından indirilen Tevrat’ın aslı daha sonraları insan sözü ile karıştırılmış olmasına rağmen şu andaki nüshalarda bile Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in geleceğine dâir işaretlere rastlanmaktadır.
“Allah’ın rab senin için aranızdan, kardeşlerinden benim gibi bir peygamber çıkaracak; onu dinleyeceksiniz.” (Tesniye: 18/15)
“Onlar için kardeşleri arasından tam senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım.” (Tesniye: 18/18)
Görülüyor ki bu cümlelerde iki defa “kardeşlerin arasından” ifadesi kullanılıyor ve gelecek peygamberin bunlar arasından çıkacağı bildiriliyor.
“Allah İbrahim’e dedi: “Hacer doğuracak ve evlâdı içinden eli herkesin üstünde olacak ve herkesin eli huşu ile ona açılacak biri çıkacak.” (Tekvin: 16/12)
“Hakk Sübhanehu, ahir zamanda, kendisinin temizleyip seçtiği kulunu gönderecek ve ona Ruh’ül-Emin Hz. Cibril’i yollayıp, din-i ilâhisini ona öğrettirecek. Ve o dahi, Ruh’ül-Emin’in öğrettiği üzere insanlara öğretecek ve insanlar arasında hakla hükmedecektir. O bir nurdur, halkı karanlıklardan çıkaracaktır. Rabb’in bana önceden bildirdiği şeyi ben de size bildiriyorum.” (İşaya: 42-1-4,9)
“Denizden denize malik ve nehirlerden Arz’ın makta’ ve müntehasına malik ola ve kendisine Yemen ve Cezair melikleri hediyeler götüreler... Ve padişahlar ona baş eğeler. Ve her vakit ona salât ve her gün kendisine bereketle dua oluna ve nuru Medine’den parlaya; ve anılışı ebede kadar devam ede... Onun ismi güneşin varlığından önce mevcuddur. Onun adı güneş durdukça yayılacaktır.” (Mezmurlar: 72. bab; 8,10,11,15-17)
“Ey Musa” dedi: “(İsrâiloğullarının) kardeşlerinin oğullarından (İsmail evladından) kendileri için senin gibi bir nebi göndereceğim ve sözümü onun ağzına koyacağım; ve vahyimle konuşacak nebi’nin sözünü kabul etmeyenden intikam alacağım, azap vereceğim.” (Tevrat, Tesniye, bab: 18)
“Musa dedi; Rabbim, Tevrat’ta, insanlar için çıkarılmış, iyiliği emreden, kötülükten nehyeden ve Allah’a inanan ümmetlerin hayırlısı bir ümmet buldum, (Allah’a iman eden ümmetin vasıflarını gördüm) onları benim ümmetim kıl.” (Allah) dedi: “O, Muhammed Ümmeti’dir.” (Tevrat, Eş’ıya Islah: 42)
İslâm ile müşerref olan meşhur musevi bilgini Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh-, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi gördüğü zaman, Tevrat’taki vasıflarını bildiği için, çocuklarını tanıdığı gibi onu tanıdığını söylemiştir. Her şeye rağmen bugünkü tahrif edilmiş şeklinde dahi biz eski ahidde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin teşriflerine dair haberleri tesbit ediyoruz.
Ayrıca Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin geleceği aşağıda gösterilen bölümlerde de müjdelenmiştir. (Habbuk: 3/3-7; Neşideler Neşidesi: 1/5-6; 2: 7; 3: 5-7, 4: 9, 102; 5: 9, 16; İşaya: 4/1-3; 5: 26-30; 8: 13-17; 9: 6-7; 21-25; 62: 2; Danya: 2/ 31-35, 37-45)
İbn-i Abbas -radiyallahu anh-den rivayet edilen Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:

“Benim ismim Kur’an’da Muhammed, İncil’de Ahmed, Tevrat’ta Ühîd’dir.”

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...