11 Nisan 2016

Sapıtıcı İmamlar - Âlim Görünen İfsatçılar - En Kötü Âkibet - Son Durakları Cehennem:


Sapıtıcı İmamlar:

Allah-u Teâlâ bunların içyüzünü şöyle vasıflandırıyor:
“Hevâ ve hevesini ilâh edinen, Allah’ın bile bile saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak misiniz?” (Câsiye: 23)
Görülüyor ki sapanların ve nefsine tapanların Allah-u Teâlâ gerçekten kalplerini mühürlemiştir ve onlar böylece gizli şirke sapmışlardır.
Bunlar müslümanlık için çok büyük tehlikedir.
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.” buyurmuştur. (Müslim)

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Ashâb-i kiram’dan İbn-i Hudayr -radiyallahu anh-’a “İslâmı yıkacak olan şeyleri biliyor musun?” diye sorunca, o da: “Hayır” cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- “İslâm’ı yıkacak olan şeyler, ilmin ortadan kalkması, münafıkların Kur’an üzerinde cedelleşmeleri ve saptırıcı imamların hükümleridir.” buyurdular. (Darimi-Sünen, Katade: 22)

Âlim Görünen İfsatçılar:

Âlim zannettiğiniz bu cahiller ve bu âhir zaman fesatçıları makam ve mevkileri için, dünya zevkleri için Allah-u Teâlâ’nın hudutlarını kaldırmak isterler. Kendilerine âlim süsü veren, âlim geçinen bu gibi ifsatçı kimseler, hem İslâm’ın ön safında görünmek isterler, hem de din-i mübini kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime’sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:
“Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.” (Bakara: 9)
Âlim geçinen, fakat aslında zâlim olan bu gibi kimselerin bu cehaletleri, din adına işlenen bir cinayettir. Dinimizin maruz kaldığı en büyük tehlikedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Şerlilerin en şerlisi kötü âlimlerdir.” buyurmuşlardır. (Dârimî)
Hazret-i Allah’ın emir ve yasaklarında zaman ve mekân yoktur. Kur’an-ı Azimüşan belirli bir zamana, herhangi bir millete değil; bütün asırlara, bütün insanlara seslenir ve hükümleri kıyamete kadar bâkidir. Bir harfi bile değişmez, ilâve de edilmez.
Âyet-i kerime’de:
“O’nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur.” buyuruluyor. (Kehf: 27)
İslâmiyet son dindir, kıyamete kadar bâkidir. Her yönü ile ilâhîdir, günün şartlarına uymaz, o şartları değiştirip kendine uydurur. Zamanın değişmesiyle ilâhi hükümler değişmez ve değiştirilemez. İnsanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. Fakat zamanla vesveselere dalıp arzu ve heveslere kapıldıkları için, hakikatı hatırlatmaya, ruhları kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Artık İslâm’dan sonra kıyamete kadar yeni bir din, yeni bir peygamber gelmeyecektir.
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki aslâ kabul edilmeyecektir. Ahirette de ziyan edenlerden olacaktır.” (Âl-i imran: 85)
Kur’an-ı kerim; çağlar boyunca insanlığın maddi-mânevî bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir özelliğe sahiptir.
“Hakk’a yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm: 30)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İslâmiyet dâima âli ve galiptir, mağlup olmaz.” (Münâvî)
En üstün bir varlık olarak yarattığı insanların, dünya saâdetine ahiret selâmetine kavuşabilmeleri için; hayatlarını düzen ve intizama koyacak prensipler, emir ve yasaklar koyma hakkı yalnız Hazret-i Allah’a âittir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Yolun doğrusunu göstermek Allah’a âittir.” (Nahl: 9)
O’nun bütün hükümlerinde birer hikmet, emir ve yasaklarında insanlar için birer menfaat vardır. Ya bir zararı giderir veya bir menfaat sağlar.
Allah-u Teâlâ’nın emr-i ilâhisi olduğu bir şeyde, mahlûkun hükmü yoktur. Bu noktada akıl yürütmek yersizdir. Akıl büyük bir nimet olmasına rağmen; vahiy ışığı, peygamber nuru olmadan ne önünü görebilir, ne de doğru yolu bulabilir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“De ki: ‘Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur.’” (İsrâ: 81)
Kişi dine uymak zorundadır, din ona uymaz. Ya inanacak müslüman olacak veya inkâr edecek kâfir olacak. Başka bir tevil yolu yoktur. Bunların gayeleri tahrip ve tahriftir. Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyuruyor ki:
“Bir zikir olan Kur’an’ı biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr: 9)
Ey müslüman kardeş! Senin dinini yok etmek isteyenleri sen yok et!
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.” (Tahrîm: 9)
“‘Allah’ın âyetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.’ Şüphesiz ki Allah münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde bir araya toplayacaktır.” (Nisâ: 140)
Kur’an-ı kerim’le çok oynuyorlar. Âyet-i kerime’ler üzerinde delilsiz ve mesnedsiz olarak tartışmaya girişiyorlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Kur’an âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın.” buyurmuştur. (Münâvî)
Bunları gururları aldatmıştır. İşin temelinde kibir ve küfür bulunmaktadır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Kendilerine verilmiş kesin bir delil ve salâhiyet olmaksızın, Allah’ın âyetleri üzerinde tartışanların gönüllerinde hiç şüphe yok ki aslâ erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başka bir şey yoktur.” (Mümin:56)
Onlar bu büyüklük taslamaları ile İslâm dini’ni tarif etmek, hükümlerini ortadan kaldırmak arzusundadırlar.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimselerin lânete müstehak kimseler olduklarını beşeriyete teşhir etmekte, ahirette de kat kat azaba uğratılacaklarını beyan buyurmaktadır:
“Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir?
Bu zâlimler Rablerinin huzuruna arzedilecekler. Şahitler de ‘Rablerine karşı yalan uyduranlar işte bunlardır!’ diyecekler.
İyi bilin ki, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.
O zâlimler ki, insanları Allah yolundan alıkorlar ve o yolu eğriltmeye çalışırlar. Onlar ahireti de inkâr ederler.” (Hûd: 18-19)
Onun içindir ki Hazret-i Kur’an’ı tahrif etmeye cüret ederler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inansalardı, O’nun Kitab-ı kerim’i ile oynamazlardı.
“Bil ki onlar sadece heveslerine uyuyorlar.” (Kasas: 50)
Onlar hakkında Allah-u Teâlâ müminleri uyararak şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Haşr: 22)
En Kötü Âkibet:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde imandan yüz çevirenlerin, kendi zulümleri yüzünden cehenneme ebedî olarak kalmak üzere atılacaklarını ve azaplarının hiçbir zaman kesilmeyeceğini beyan buyurmaktadır:
“Suçlular, cehennem azabında ebedi kalacaklardır. Kendilerinden (azap) hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde ümitsizdirler.
Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zâlim idiler.” (Zuhruf: 74-75-76)
Hiçbir şekilde kurtuluşlarının mümkün olmayacağı kendilerine bildirildiği halde, yine de cehennem muhafızı Mâlik’i aracı yaparak azaplardan kurtulma yolunu denemek isterler.
“‘Ey cehennem muhafızı! Rabbin hiç değilse canımızı alsın, bizim işimizi bitirsin!’ diye feryat ederler.” (Zuhruf: 77)
Mâlik ise, kendileri için hiçbir surette kurtuluş imkânı olmadığını, cehennemde ebedî olarak kalacaklarını ve azaplarının aralıksız devam edeceğini onlara haber verir:
“Siz böyle kalacaksınız!” der. (Zuhruf: 77)
Daha sonra bu bedbahtlıklarının sebebi olan Hakk ve hakikate muhalefetlerini, gerçekler kendilerine defalarca hatırlatıldığı halde yüz çevirerek inatlaştıklarını haber vererek şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun ki biz size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyordunuz.” (Zuhruf: 78)
Allah’ın dininden, O’nun ilâhî hükümlerinden tiksiniyordunuz. Alabildiğine bâtılı savunuyor, bir türlü Hakk’a yönelmiyordunuz. Hakk taraftarlarına buğz ediyor, onları engellemeye çalışıyordunuz. Artık bundan sonra aslâ kurtuluş yoktur.
Bâtıla uyanlar her ne kadar Hakk’ın meydana çıkmasını engellemeye çalışıyorlarsa da, Allah-u Teâlâ onların bu çalışmalarını boşa çıkaracak, vebalini de başlarına geçirecektir.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Yoksa onlar bir işe kesin karar mı verdiler? Doğrusu biz de kararlıyız.” (Zuhruf: 79)

Son Durakları Cehennem:

Allah-u Teâlâ münafıkların durumlarını haber vermek üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Gizli fısıldaşmaları yasak edildikten sonra kendilerine yasaklanan şeye dönenleri ve aralarında günahı, düşmanlığı ve Peygamber’e isyanı gizlice fısıldaşanları görmedin mi?”(Mücadele: 8)
Çünkü bunlar bu halleri ile dine zarar vermektedirler. Durumları gerçekten hayret vericidir.
“Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah’ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlarlar.” (Mücadele: 8)
Onlar sözü değiştirirler ve selâm veriyorlarmış gibi intibâ verirlerdi.
“İçlerinden de: ‘Bu söylediğimiz şeyler yüzünden Allah’ın gazap etmesi gerekmez mi?’ derler.” (Mücadele: 8)
Allah-u Teâlâ onların bu sözlerine cevap olarak şöyle buyurdu:
“Cehennem onlara yeter! Oraya gireceklerdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!” (Mücadele: 8)
Bu ihtar-ı ilâhî, onların bu dünyada ceza görmeyeceği mânâsına değildir, lâkin ahiretteki cehennem azabı her azaptan da beter olup, hepsinin yerine yetecek derecededir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...