İSLAMİYETTE KÖTÜ AMİRLER
Yöneticilerin iyi ve kötü olmaları o kadar önemlidir ki, doğrudan doğruya halkın huzuru ve huzursuzluğunu ilgilendirmektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“O yanından ayrıldığında (iş başına geçip idareci olduğunda) yeryüzünde fesat (anarşi) çıkarmaya, ekini (ekonomiyi) ve nesli helâk etmeye çalışır.
Allah fesadı sevmez.” (Bakara: 205)
Ne fesadı sever, ne de fesat çıkaranları.
Bütün kötülükler kötü âmirlerin kötülüklerinden kaynaklanır, müsebbib onlardır. Her ne kadar iş yapıcı gibi görünseler de, gerçekte yıkıcıdırlar, çünkü başkasına hizmet etmektedirler.
Onlar idareyi ele aldıklarında fesat çıkmasının sebebi “Sen öl, ben yaşayayım!” felsefesi ile hareket etmelerinden dolayıdır.
Birçok adaletsizliklerin ve kötülüklerin neticesi olarak da anarşi ve terör husule gelir. İnsanlar arasında kan dökmeler yaygınlaşır. Katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilmez olur.
Devlet kasasını aralarında taksim ederler. Allah-u Teâlâ da bereketi kaldırır, ekonomi altüst olur, memlekette büyük sefalet husule gelir. Fakir inler, onlar ise sefa sürerler. Zevk ve sefaları bozulmasın diye, bu iniltiyi duymak bile istemezler. Bu ise doğrudan doğruya ihanettir.
Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki; Allah-u Teâlâ’nın ve Resul-i Ekrem’inin yolundan ayrıldıktan sonra, artık onun Din-i mübin ile işi kalmaz, vatanperverlik de ondan gider, vatanına ihanet etmekten çekinmez. Nefis putuna tapar, var gücüyle madde ve makama dalar. Bütün fenalıklara yol verir. Çeşitli vasıtalarla zehirini akıtmaya gayret eder. Yeryüzünde fesat çıkarmaktan başka bir çabası yoktur. Sözü yalan, inancı fasid, icraatları kötüdür.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Demek ki sizler iş başına gelecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını keseceksiniz öyle mi?” (Muhammed: 22)
İş başına geçer, kumandayı elinize alır da memleketinizi bozguna verir, halkı, hısım ve akrabalarınızı perişan mı edeceksiniz?
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.” (Muhammed: 23)
Artık bunlara kim hidayet edebilir?
•
Kötü âmirler hakkında pek büyük bir tehdit olmak üzere Ma’kıl bin Yesâr -radiyallahu anh-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
“Allah bir halk kitlesinin başına getirip de, öldüğü gün halkını aldatmış olarak ölen hiçbir kul yoktur ki, Allah ona cenneti kesinlikle haram etmesin.” (Müslim: 142)
Ve bütün yaratıklar ona lânet etmemiş olsun. Yani bu gibi kimseler Cennet-i âlâ’ya giremezler. Onlara destek verenlerin de onlarla beraber olacakları şüphesizdir.
Yaptıkları hıyanetlerin hesabı ahirette kendilerine bir bir sorulacak, bu kadar insanın vebali üzerlerine yüklenecektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah kime müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarına, isteklerine, darlıklarına perde olur giderirse; kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarına perde olur, giderir.” (Tirmizi)
Bu Hadis-i şerif, hangi mertebede olursa olsun halkın idaresinde bulunan kimselerin halka yakınlık göstermesi, işlerini kolaylaştırması gerektiğine işaret etmektedir.
Ebu Saîd -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü insanların Allah’a en sevgili ve mekân olarak en yakın olanı, adaletli âmirdir.
O gün insanların Allah’a en menfuru ve O’ndan mekân olarak en uzak olanı da zâlim âmirdir.” (Tirmizi: 1329)
Kötü âmir, dinine ve vatanına ihanet eder. Hem nefsine hem de halkına zulmeder.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Âiz bin Amr -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İdârecilerin en kötüsü insafsız ve katı kalpli olanlardır.” (Müslim)
Bu gibi kimseler yaptıkları haksızlıkların hesabını kolay kolay veremeyecekler, cennetin kokusunu duyamayacaklardır.
Kötü âmir haindir, devlete en büyük ihaneti eder. Her fırsatta devlet kalesinin taşlarını bir bir yuvarlar, yıkmak için çalışır. Çünkü o kime hizmet ediyorsa onun kuludur. Herkes sevdiği ile beraberdir ve sevdiği ile beraber haşrolunacaktır.
Âyet-i kerime’de:
“Onların kalpleri iman etmedi.” buyuruluyor. (Mâide: 41)
Sen ise onları müslüman zannediyorsun.
Allah-u Teâlâ’ya gönül veren kimse Hakk’ın kuludur. Kâlbini bâtıla çevirenler halkın kuludur. Bu gibi kimselerin cismine aldanman, senin aptallığına delâlet eder.
Şerefsiz bir âmir olmaktansa, şerefli bir vatandaş olmak ondan çok daha hayırlıdır. Zira şerefi ile yaşar.
Şerefsiz bir âmirin ruhu ölmüştür. Vicdanı ona rahat vermez ve kalbi daima huzursuzdur.
Bir âmir konuşurken sözüne dikkat et! Doğru mu konuşuyor, yalan mı konuşuyor? Eğer yalancı ise onun hiçbir sözüne ve icraatına itibar edilmez. Çünkü o haindir, hainliğini yürütür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Hâinlerin savunucusu olma!” buyuruyor. (Nisâ: 105)
Allah-u Teâlâ’nın halkettiği bütün mahlûkat bu hainlere lânet eder. Niçin? Çünkü müslüman gibi görünüyor, fakat Din-i İslâm’a ihanet ediyor. Bir taraftan dini, diğer taraftan devleti yıkmaya çalışıyor. Fakat onlar bunu bilmezler, gayeleri peşinde koşarlar.
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz birçok Hadis-i şerif’lerinde âhirzaman âlimlerinden haber verdiği gibi, kötü âmirlerden de haber vermiştir.
Kâ’b bin Ucre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Ey Kâ’b bin Ucre! Seni, benden sonra gelecek ümerâya karşı Allah’a sığındırırım. Kim onların kapılarına gider ve onları yalanlarında tasdik eder, zulümlerinde onlara yardımcı olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim.
Ahirette Kevser Havz’ının başında yanıma da gelemez.
Kim onların kapısına gitmeyip, yalanlarında onları tasdik etmez, zulümlerinde yardımcı olmazsa, o bendendir, ben de ondanım. O kimse Havz’ın başında yanıma gelecektir.
Ey Kâ’b bin Ucre! Namaz burhandır. Oruç sağlam bir kalkandır. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi.
Ey Kâ’b bin Ucre! Haramla biten bir ete mutlaka ateş gerekir.” (Tirmizi: 614)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Kâ’b bin Ucre -radiyallahu anh-i muhatap ederek müslümanlara yalancı, zâlim ve sefih âmirlere karşı nasıl davranılacağını ders vermektedir.
Namaz, oruç, zekât gibi farzları eda ederek, sefih ümerânın yalanlarına kapılmamalı, istikametten ayrılmamalıdır.
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Eğer ümerânız sizin hayırlı olanlarınızdan iseler, zenginleriniz sehavetli cömert kimselerse, işlerinizi aranızda istişare ile hallediyorsanız, bu durumda yerin üstü altından hayırlıdır.
Yok eğer ümerânız şerlilerinizden, zenginleriniz cimri ve işleriniz kadınların elinde ise, yerin altı üstünden (yani ölmek yaşamaktan) daha hayırlıdır.” (Tirmizi: 2267)
Görülüyor ki âmirlerin hayırlı veya şerli olmalarının yanında zenginlerin cömert ve cimri olmaları da toplumun huzuru ile yakından ilgilidir.
•
Mervan bin Hakem’in Medine valiliği yaptığı yıllar idi. Bir gün yüzünü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin Kabr-i şerif’lerinin taşına koymuş bir kişiyi gördü. Yakasından tutarak“Ne yaptığını sanıyorsun?” dedi. O kişi başını çevirince bir de ne görsün, meğer o zat Ebu Eyyûb Ensârî -radiyallahu anh- Hazretleri imiş.
Şöyle cevap verdi:
“Evet, ne yaptığımı biliyorum. Ben taşa değil, Resulullah Aleyhisselâm’a (şikâyete) geldim. Çünkü onu şöyle buyururken duymuştum:
“Din (işlerin)i ehil olanlar üzerlerine aldığı zaman din için kaygılanmayın. Fakat ehil olmayanlar din (işlerin)i tedvire başladıklarında, ne kadar endişelensen, ağlasan yeridir.”(Ahmed bin Hanbel. c. 5, sh. 422)
Hadis-i şerif, ehliyetsiz âmirlerin topluma vereceği büyük zararları gözler önüne sermektedir. Hususiyetle din-dünya ayrılığı kabul etmeyen, her hadisenin dini bir hükmünü ortaya koyan bir dinin mensuplarının idaresini üzerlerine alan âmirlerin durumu çok daha önemlidir.
Ebu Eyyûb Ensârî -radiyallahu anh- Hazretleri, Resulullah Aleyhisselâm’ın kabr-i şerif’lerine yüz sürerek vali Mervan’a en canlı bir şekilde ikazını yapmış, Hadis-i şerif’te haber verilen günlere gelindiğini duyurmaya çalışmıştır.