22 Nisan 2016

Hz. İBRÂHİM (a.s) BİRİNCİ BÖLÜM


Hz. İBRÂHİM (a.s)


Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın "Halil" dost diye nitelediği ulu'l-azm mertebesinde olan peygamber.
Nuh (a.s)'un çocukları ve torunları, önce Irak'a yerleşmiş ve Fırat nehrinin yakın bir yerinde Babil şehrini kurmuşlardı. Daha sonra, burada yerleşmiş olanlardan bir grup ayrılıp Dicle kıyısında -bugün Musul şehrinin civarında- Ninova şehrini inşâ etmişlerdi. 
Babil'deki halkın yerlileri olan Nabt kavmi, Süryânî dilini konuşmakta olup Babil şehrini de başkent yapmışlardı. 
Ninova'da ortaya çıkan Asur devletinde ise başkent Ninova olup, Babil'i hâkimiyetleri altına almıştı. 
Bir süre sonra Babil'de, Keldânîler, Asurluların hâkimiyetleri altında bulunan Nabt'ların ilim ve kültürüne sahip çıkmıştı.
Babilliler, tek Allah'a inanmayıp putlara ve yıldızlara taparlardı. Putları ve yıldızları, ruhların sembolü olarak kabul ederlerdi. Onların bu inancına "Sâbiîlik" denir. Sâbiîlik; ruhlara ve meleklere ibadet esasından başlar ve giderek yıldızlara, aya, güneşe ve sonunda bunlar adına yapılmış putlara tapmağa varırdı. Babil'de putların hem yapılıp hem de tapıldığı puthaneler vardı. 
Bundan dolayı devlet yönetiminde bir puthane bakanı bile bulunurdu. İşte Allah, böyle inançtan yoksun ve medeniyetten uzak bir toplum olan Babil halkına İbrahim (a.s)'ı göndermişti. 
"İbrahim" kelimesinin manası "cemaat babası" demektir. Nitekim kendisinden sonra gelen peygamberlerin babası Hz. İbrahim'dir.
Cemaatının "Allah'ın dostu" anlamına gelen "Halîlullah" ünvanına sahip İbrahim (a.s), "Ulü'l-azm" denilen büyük peygamberlerden biridir. "Ulü'l-azm" payesine erişen diğer peygamberler ise Nuh (a.s), Musa (a.s), İsa (a.s) ve Muhammed (a.s)'dir. Hz. İbrahim'in "halilullah" lakabını alması Allah'a olan sevgi ve bağlılığındandır. Bir rivayete göre Hz. İbrahim insanlara karşı çok cömert olduğu ve onlardan hiçbir şey istemediği için "halilullah" diye nitelendirilmiştir.
İbrahim (a.s)'ın nesebi hakkındaki rivâyetler muhteliftir. Ancak rivayetlerin hepsi Sâm b. Nûh'a vardığında ittifak etmiştir. 
Babasının ismi Tarih lakabı Âzerî'dir.
Hz. İbrahim'in ismi Kur'an-ı Kerim'de yirmi beş sûrede altmış dokuz defa geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim değişik isim ve sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. 
Kur'an'da da geçen sıfatlarının bazıları: Evvâh (çok ah eden), Halim, Munib (Allah'a sığınan), Hanîf, Kânit (Allah'a kulluk eden), Şâkir.
Hz. Peygamber (s.a.s)'de Hz. İbrahim (a.s)'ın faziletini anlatırken şöyle der: "Kıyâmet günü ilk elbise giydirilen kişi, İbrahim'dir."[1] 
"Bir gece bana rüyamda her zaman gelen iki melek (Cibril ile Mikâil) geldi. Bunlarla beraber gittik nihayet uzun boylu birinin yanına vardık, (Semaya doğru yücelen) boyunun uzunluğundan başını neredeyse göremeyecektim. 
O İbrahim (a.s) idi.”[2]
İbrahim (a.s) Babil halkına uzun süre hak dini, dünyayı, âhireti, hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlatmış, en yakını olan babasına ise bu meseleyi inceden inceye izah etmişti. Ancak başta babası Âzer olmak üzere halk, İbrahim (a.s)'a inanmayıp inkâr etmişti. İbrahim (a.s), babasının bu hareketine kızmamış, ona darılmamıştı. Hatta onun için Allah'tan rahmet dileyerek babasına karşı şöyle dedi: "Sana selâm olsun! Senin için rabbımdan mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkârdır" (Meryem: 19/47). Bundan sonra İbrahim (a.s), baba ocağını terkederek oradan ayrıldı.
Milletine, putların hiçbir fayda sağlayamayacağını pek çok kere söyleyen ve ancak Yüce Allah'ı üstün niteliklere sahip olduğunu bildiren İbrahim (a.s), milletinin kendisine inanmadığını görünce hemen Nemrud'a gitti. Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçmeyen ve o sıralar milletinin başında bulunan Nemrud, sahip olduğu servet ve saltanatıyla kendini ilâh sanmaktaydı.
İbrahim (a.s), Nemrud'a Allah inancından bahsetti. Fakat o reddetti ve İbrahim (a.s) ile Rabbi hakkında münakaşaya girişti. İbrahim (a.s) Allah Teâlâ'nın hem dirilttiğini hem de öldürdüğünü söyleyince Nemrud, kendisinin de bunu yapmağa gücü yettiğini ifade eder. Nemrud, bunu ispat için, iki adamı getirtmiş, birini öldürmüş, diğerini bırakmış; böylece öldürmeğe ve diriltmeğe kâdir olduğunu göstermişti. Bu defa İbrahim (a.s.): "Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene" (Bakara: 2/258) deyince Nemrud şaşırıp kalmıştı.
Bir ara, Allah inancını kabule yanaşmayan halk, bir bayram günü âdetleri üzere puthaneye yemek getirmiş, putlarının önüne koymuş, daha sonra da eğlenme yerlerine gitmişti. İbrahim (a.s)'ı de götürmek istemişler, ancak o, rahatsız olduğu gerekçesiyle gitmemişti. Onlar eğlence yerlerine gidince, puthaneye girip putların hepsini paramparça etmiş, içlerinden sadece en büyüğünü, ona baş vursunlar diye sağlam bırakmıştı.
Bayram eğlenceleri biten halk, yine âdetleri üzere yemeklerini almak için puthaneye gelmiş, ancak puthaneyi harabeye dönmüş bir durumda görünce, putları bu hale getirenin İbrahim (a.s.) olabileceğini düşünmüşler, İbrahim (a.s)'i çağırıp şu şekilde sorguya çekmişlerdir: "Ey İbrahim! Tanrılarımıza bu hareketi sen mi yaptın?" Hz. İbrahim bu soruya "Belki onu, şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorsa, onlara sorun!" şeklinde cevap verdi (Enbiyâ: 21/62-63). Halk, putların cansız ve konuşamaz olduklarını itiraf edince İbrahim (a.s) tevhid inancını haykırırcasına şöyle dedi: "O halde Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (Enbiyâ: 21/66-67).
İbrahim (a.s)'ın bu savunması, sapıklar tarafından onun suçlu duruma düşmesine yetmişti. Sapıkların lideri Nemrud, İbrahim (a.s)'ın öldürülerek veya yakılarak cezalandırılmasını teklif etmiş ve nihayet ateşte yakılmasına karar verilmişti. Hazırlanan ateşin alevi, en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde İbrahim (a.s)'ı mancınıkla fırlatıp ateşe attılar. Ancak ateşin ve her şeyin sahibi olan Allah, ateşe şöyle emir verdi: "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol!" (Enbiyâ: 21/69). Böylece İbrahim (a.s) ateşten kurtulmuş oldu. O sırada İbrahim (a.s)'a inanan tek bir kişi vardı; o da Lut (a.s) idi.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İbrahim aleyhi's-salâtü ve's Selâm yalnız üç defa (te'vil ile başka bir manaya çevirerek) yalan söylemiştir. Bunların ikisi Aziz ve Celil olan Allah'ın zâtı ve rızası için: Birisi (putperestlere) "ben hastayım" demesi öbürüsü de "Belki putların şu büyüğü bu işi işlemiştir" demesi. Rasulullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrahim günün birinde zevcesi Sâre ile birlikte azılı bir zalime uğramıştı"[3]
Hadisenin devamı şöyle anlatılmıştır. Hz. İbrahim amcasının kızı olan hanımı Hz. Sâre ile birlikte Mısır tarafına seyahat ederken "Erdün" kasabasına gelmişler; şehrin kralı ile aralarında ilginç bir hadise geçmiştir. Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.s)'den rivayet etmiştir. Hz. Peygamber şöyle anlatmıştır: "İbrahim (a.s) hanımı Sâre ile birlikte bir şehre gelmişlerdi. O şehirde bir kral veya zâlim bir idareci vardı. Bu zâlime "İbrahim, yanında çok güzel bir kadınla şehre girdi" diye haber gönderdiler. Kral "ey İbrahim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrahim (a.s) (din) kardeşimdir" dedi. Sonra Sâre'ye gelip "sakın beni yalancı çıkarma, ben bunlara senin için kız kardeşimdir dedim. Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde benden, senden başka iman eden hiç kimse yoktur" buyurdu. Sâre kralın yanına gelince kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs etti. Hz. Sâre kalktı abdest aldı, namaza durdu. Sonra şöyle dua etti: "Yâ Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse, ben kadınlığımı zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar böyleydim) benim üzerime şu kâfiri musallat etme". Kralın nefesi boğuldu; ayağıyla yere vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sâre "Allahım şayet bu adam ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir" diye dua etti. Bunun üzerine adam rahatladı". Bu hadise üç defa tekrarlandı. "Bunun üzerine melik etrafındakilere" siz bana şeytan göndermişsiniz Bu kadını İbrahim (a.s)'e gönderiniz. Hâcer'i de Sâre'ye veriniz" dedi. Bunun üzerine Sâre Hz. İbrahim'in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve "Anladın mı! Allah kâfiri zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi" dedi.”[4] 
İbrahim (a.s), o ülkeden ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi. Sonunda Şam'da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. İbrahim (a.s)'e inanların oluşturduğu kitleye "İbrahim milleti" adı verildi.
İbrahim (a.s) Babil'den ayrılacağı zaman, babası için Allahu Teâlâ'dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve babasının affı için Allah'a şöyle yalvarmıştı: "Babamı da bağışla! Çünkü o sapıklardandır" (Şuârâ: 26/86). Babası da olsa kâfirler için dua edilmeyeceğini bilen İbrahim (a.s) bunu, memleketinden ayrılırken verdiği sözden dolayı yapmıştı. İbrahim (a.s)'ın duası kabul edilmedi ve ayeti kerimede bu durum şöyle ortaya kondu: "Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar puta tapanlar için mağfiret dilemek peygamberlere ve mü'minlere yaraşmaz" (Tevbe: 9/113).
İbrahim (a.s)'in bundan sonraki yaşantısı Lut (a.s), İsmail (a.s) ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi" (Enbiyâ: 21/73).
Allah Teâla, İbrahim (a.s)'a on sayfalık bir kitap da vermiştir. Uzunca bir süre yaşadıktan sonra, ömrünün sonlarına doğru Mısır'a gitti. İbrahim (a.s) vefat ettiğinde -kuvvetli rivayetlere göre- Kudüs yakınlarında Halilü'r-rahman denilen yerde defnedildi.
Hanîflik: İbrahim (a.s)'in dinin temeli tevhide (Allah'ın birliğine) dayanıyordu. Ancak zamanla bu inanç unutulmuş ve putperestlik Araplar arasında tamamen yayılmıştı. Buna rağmen birkaç kişide tevhit akîdesinin izleri görülüyordu. Bunlara "Hanif" denirdi.
Hanîf, batıldan uzak, Hakk'a yönelen ve tevhit inancı üzere bir Allah'ı tasdik eden kişi demektir. Kur'an-ı Kerim de "hanîf" kelimesi birkaç yerde geçer. "Hanif" kelimesi daha çok, Hz. İbrahim için Allah'a saf ve temiz bir şekilde ibadet eden bir kul anlamında kullanılmıştır.
Haniflikle ilgili ayetlerde şu ifadeler bulunur: "Ve hanif olarak yüzünü dine doğrult ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma!" (Yunus: 10/105) "Sonra da biz, Hanîf olan, müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana vahyettik"(Nahl: 16/123).
İslâm'dan önce Arap toplumunda; Varaka b. Nevfel, Abdullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd b. Amr, Kuss b. Sâide gibi kişiler hanifler arasında bulunuyordu. Bunlar; cansız, dilsiz, hiçbir şeye güçleri yetmeyen putların önünde eğilmeyi, onlara yalvarmayı çirkin sayan kişilerdi.[5]

Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara imam/önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)' dedi. Allah: 'Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu." (Bakara: 2/124) 

[1] Buhâri, Enbiyâ: 8.

[2] Buhâri, Enbiyâ: 8.

[3] Buhâri, Enbiyâ: 8.

[4] Buhârî, Buyû: 100; Hibe: 36.

[5] Mefail Hızlı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/67-70.
İbrâhîm"; Kelime Anlamı Ve Hz. İbrâhim'in Kimliği:

"İbrâhîm" ismi, elimizdeki Tevrat'ın bazı bölümlerinde Avraham (Abraham) olarak geçmektedir. Tevrat'a göre İbrâhim'in adı, önce "ulu ata" mânâsında Abram iken, daha sonra "milletlerin babası" anlamında Abraham'a dönüşmüştür. Bununla birlikte Abraham kelimesi menşei ve anlamı tam tesbit edilmiş değildir. 
İbrâhim (a.s.) Keldânîler'in Ur şehrinde doğdu. Ur şehrinin, Aşağı Babilonya'da Fırat'ın batı yakasında, bugünkü Bağdat'ın 300 km. güneydoğusundaki Tel el-Mukayyer denilen bir yer olduğu belirtilmektedir. Bir başka yoruma göre ise, Hz. İbrâhim'in doğduğu yer, Kuzey Suriye'de Harran'a çok yakın olan Ufa'dır. Kitab-ı Mukaddes geleneği, İbrâhim (a.s.)'in memleketi olarak Kuzey Mezopotamya'yı, yani Güneydoğu Anadolu'ya tekabül eden bölgeyi gösterir. Bugün artık Hz. İbrâhim ve âilesinin anayurdunun, içinde Harran'ın da bulunduğu bu bölge olduğu kabul edilmektedir. 
Hz. İbrâhim'in yaşadığı dönem, tam olarak bilinmemektedir. Milâttan önce 22-20. yüzyıllarda yaşadığı anlaşılmaktadır.
"Allah'ın dostu" anlamına gelen "Halîlullah" ünvanına sahip İbrâhim (a.s.) "ulü'l-azm" denilen büyük peygamberlerden biridir. Ulü'l-azm pâyesine erişen diğer peygamberler ise Nûh (a.s.), Mûsâ (a.s.), İsa (a.s.) ve Muhammed (a.s.)'dır. Hz. İbrâhim'in Halîlullah lakabını alması, Allah'a olan sevgi ve bağlılığındandır. Bir rivâyete göre Hz. İbrâhim, insanlara karşı çok cömert olduğu ve onlardan hiçbir şey istemediği için "Halîlullah" diye nitelendirilmiştir.[1] 

[1] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları: 2434.
İbrâhim (a.s.)'in Hayatı ve Tevhid Mücâdelesi:

Hz. İbrâhim, Kur’an’da ismi geçen kendinden sonraki bütün peygamberlerin babasıdır. O, iki nûrânî silsilenin ilk halkasını teşkil eder. Küçük oğlu İshak’la başlayan silsile, torunu Ya’kub’la devam etmiş; Ya’kub’un neslinden ise, başta Yusuf olmak üzere, Mûsâ, Hârun, Yûşâ, Dâvud, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahyâ ve İsa’ya dek uzanan nebevî bir zincir devam etmiştir. Büyük oğlu İsmâil ile başlayan nuranî silsilenin ortasında ise nebîlerin sonuncusu ve en ekremi olan Muhammed Mustafa (s.a.s.) vardır. Ki, bu silsile, Rasûl-i Ekrem’in kızı Fâtıma ile damadı Ali’nin oğulları olan Hz. Hasan ve Hüseyin’le devam edip bugünlere ulaşmıştır. Böylesi iki nuranî ve mübârek silsilenin başında İbrâhim (a.s.) vardır. Dört semâvî/ilâhî kitabın elçisi olan dört rasûl de onun soyundandır. Mûsâ da onun zürriyetindendir; Dâvud, İsa ve Muhammed de... (Salevâtullahi aleyhim ecmaîn). 
Hz. İbrâhim, ülü'l-azm peygamberlerden biridir. Babasının adı, Kur'ân'da Âzer olarak geçmekte ve onun putperest olduğu bildirilmektedir (En'âm: 6/74). Müslüman tarihçilerin kaydettiğine göre kâhin ve müneccimlerin o sene bölgede doğacak İbrâhim adlı bir çocuğun halkın dinini değiştireceğini, Nemrut'un saltanatına son vereceğini söylemeleri, diğer bir rivâyete göre ise, kendisinin bu mâhiyette bir rüya görmesi üzerine Nemrut hamile kadınları bir yere toplamış ve doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini, ayrıca erkeklerin eşlerinden uzaklaştırılmasını emretmiştir. Bunun üzerine Âzer, İbrâhim'e hamile kalan karısını Kûfe ile Basra arasındaki Ur şehrine götürüp bir mağaraya saklamış, İbrâhim bu mağarada doğmuştur. İbrâhim, Kur'ân-ı Kerim'de ayrıntılı biçimde anlatılan (En'âm: 6/75-79) Allah'ın sonsuz varlığına ve birliğine dair istidlâllerini de bu mağaradan ayrılışını takip eden günlerde yürütmüştür. Buna göre bir akşam vakti mağaradan çıkarılan İbrâhim, babasına gördüğü şeylerin ne olduğunu ve bunların bir yaratıcısının bulunup bulunmadığını sormuş, onların bir rabbi olması gerektiğini düşünmüş; yıldızları, ayı ve güneşi görünce her biri için, "Rabbim budur"demiş, fakat gördükleri kısa süre sonra sönüp gidince, "Ben böyle sönüp batanları sevmem" diyerek bunların hiçbirinin ilâh olamayacağını ifade etmiş; "Hiç şüphesiz ben, bir tevhid ehli olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim, ben müşriklerden değilim" diyerek bir olan Allah'a dönmüştür. Rabbi İbrâhim'e "müslüman ol!" dediğinde, "Âlemlerin rabbine teslim oldum, müslüman oldum" (Bakara: 2/131) diyerek bu dâvete icâbet etmiştir. Bununla birlikte,"Andolsun İbrâhim'e daha önce rüşdünü vermiştik; Biz onu iyi tanırdık" (Enbiyâ: 21/51) meâlindeki âyetin de işaret ettiği gibi İbrâhim, peygamberlik öncesinde de doğru yolda idi. Hz. Nûh'a verilenler Hz. İbrâhim'e de tavsiye edilmiş (Şûrâ: 42/13), ona sahifeler (küçük kitap) verilmiştir (Necm: 53/36-37; A'lâ: 87/19). Müslüman tarihçiler Hz. İbrâhim'e on sahife indirildiğini, bunların mesellerden ibâret olduğunu bildirirler. (Elimizdeki muharref Kitab-ı Mukaddes'te 88 ve 89. Mezmurlar ile Yesirah bölümlerinin Hz. İbrâhim'e indirilen sahifeler olduğu, yahûdi ve hıristiyan kaynaklarca belirtilir.) Hz. İbrâhim, peygamber olarak seçilip kavmine gönderildiğinde önce babasına hak dini tebliği etmişse de, babası onu kovmakla tehdit etmiştir (Meryem: 19/42-46). İbrâhim daha sonra kavmini de dine dâvet etmiş, ancak olumlu sonuç alamamıştır (En'âm: 6/80-81; Enbiyâ: 21/51-73; Şuarâ: 26/70-89; Ankebût: 29/16-27). Kur'an'da Hz. İbrâhim'in babası için Allah'tan af dilediği, fakat bu dileğinin kabul edilmediği belirtilmektedir (Meryem: 19/41-50; Mümtehine: 60/4; Tevbe: 9/114). 
Kur'an'ın çeşitli sûrelerinde İbrâhim (a.s.)'in, babasının ve kavminin taptığı putlara karşı mücâdele ettiği ve bir tek Tanrı inancını savunduğu; gök cisimlerine ve bunların sembolleri olan putlara tapmanın mânâsız olduğunu, hiç kimseye fayda veya zarar vermesi mümkün olmayan bu cisimlere tapmaktan vazgeçmeleri gerektiğini söylediği ifade edilir. Hz. İbrâhim'in ay, güneş ve yıldızları görüp önce, "bunlar benim rabbimdir" demesi, daha sonra da batıp giden şeylerin rab olamayacağını belirtmesi, İslâmî kaynaklarda onun henüz küçük yaşta iken dinî bir endişe taşıdığı şeklinde yorumlanmaktadır. Ancak bu olaydan, İbrâhim'in kısa bir süre için bile olsa gök cisimlerini gerçekten tanrı zannettiği şeklinde bir sonuç çıkarılmamalı, bu husus, sadece kavminin dinî telâkkilerinin anlamsızlığını vurgulamak için başvurduğu bir tartışma yöntemi ve muhâkeme tarzı olarak kabul edilmelidir. Zira ay battığında söylediği "Rabbim bana doğru yolu göstermezse..." sözü, güneş batınca da, "Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım" demesi, hâdisenin kavmine tevhid inancını tebliği esnasında vuku bulduğunu göstermektedir. Aynı şekilde Kur'an'da, Hz. İbrâhim'in Allah'a ölüleri nasıl dirilttiğini sorması da aslında inandığı halde "kalbinin tatmin olması" şeklinde olumlu bir gerekçeyle açıklanmaktadır (Bakara: 2/260). 
Hz. İbrâhim'in putları kırması ve bu yüzden putperestlerce ateşe atılmasına rağmen ateşin kendisini yakmaması, onun tevhid mücâdelesinin güzel bir hâtırası olarak Kur'an'da ve bazı ayrıntılarla birlikte diğer kaynaklarda yer alır. Buna göre İbrâhim (a.s.), taptıkları putların ne kadar âciz ve işe yaramaz olduğunu kavmine göstermek üzere fırsat kollar. Nihayet bir bayram günü, halk şenlik için şehir dışına çıkınca (Sâffât: 37/88-90) put evine giderek en büyük put dışındaki bütün putları kırar. Kavmi döndüğünde durumu görüp İbrâhim'i sorguya çeker. İbrâhim (a.s.), "Belki de şu büyükleri yapmıştır, ona sorun" der (Enbiyâ: 21/57-67; Sâffât: 37/88-96). Nihayet putperest yönetim İbrâhim (a.s.)'i ateşe atmak sûretiyle cezalandırmaya kalkışır (Enbiyâ: 21/68; Ankebût: 29/24). Ancak Allah'ın, "Ey ateş, İbrâhim'e serinlik ve esenlik ol!" emri üzerine ateş İbrâhim'i yakmaz (Enbiyâ: 68-70). Tarih ve tefsir kaynaklarının çoğunda, Bakara sûresinde (2/258) Hz. İbrâhim'le tartışarak tanrılık iddiasında bulunduğu, fakat İbrâhim'in ortaya koyduğu deliller karşısında yenik düştüğü bildirilen kişinin, onu ateşe atan toplumun lideri Nemrut olduğu kabul edilir. 
Hz. İbrâhim eşi Sâre, yeğeni Lût ve diğer adamlarıyla birlikte Nemrut'un ülkesini terkederek önce Harran'da, ardından Ürdün'de bir süre kalmış, oradan Mısır'a gitmiş, daha sonra Filistin diyarına dönmüştür. Hz. İbrâhim ve Lût, putperest kavmi terkedip Allah'ın kendilerine vaad ettiği bereketli ülkeye ulaştıktan sonra Lût kavmine gitmekle görevlendirilir ve İbrâhim'den ayrılır (Ankebût: 29/28). İbrâhim (a.s.), kavminden ayrılıp hicret ettikten sonra (Enbiyâ: 21/71; Ankebût: 29/26) yaşı bir hayli ilerlemiş olduğu ve hiç çocuğu bulunmadığı için Allah'tan sâlih bir evlât ister; kendisine akıllı, uslu (halîm) bir çocuk müjdelenir (Sâffât: 37/99-101). Hz. İbrâhim'in bu ilk çocuğu İsmâil'dir.
Hz. İbrâhim'e Allah'ın elçileri (melekler) misafir olarak gelirler. İbrâhim onlara kızartılmış buzağı ikram eder; fakat misafirler yemezler; durumdan kaygılanan İbrâhim'e endişe etmemesini, Lût kavmi için geldiklerini söylerler; ayrıca ona bir oğlu olacağı müjdesini verirler. O esnâda ayakta olan hanımı bu müjdeyi duyunca gülerek bu iki yaşlı insandan çocuk doğmasının şaşılacak bir şey olduğunu söyler. Bunun üzerine melekler, Allah'ın emrine şaşmamaları gerektiğini hatırlatırlar (Hûd: 11/69-76; Hicr: 15/51-60; Ankebût: 29/31-32). 
İbrâhim (a.s.)'in eşi Sâre, câriyesi Hâcer'i, kendi rızâsı ile İbrâhim'e verdiği halde, İsmâil'in doğması üzerine kıskançlığa kapılıp onlarla bir arada yaşamak istemez. Allah, İbrâhim'den Hâcer ile İsmâil'i Mekke'nin bulunduğu yere götürmesini ister. Kur'an'ın ifadesiyle İbrâhim zürriyetinden bir kısmını Beytülharâm'ın yanına bırakır (İbrâhim: 14/37). İsmâil, Hz. İbrâhim'in ilk çocuğudur ve oraya bırakıldığında daha çok küçüktür (Sâffât: 37/100-102).
Hâcer ile İsmâil'i Mekke'nin bulunduğu yere bırakan ve kendisi Filistin'de yaşayan Hz. İbrâhim, ilk çocuğu koşar çağa gelince onu kurban etmekle imtihan edilir. Hz. İbrâhim, bu imtihanı başarır ve mükâfat olarak geriden gelecekler arasında ismi ebedîleşir (Sâffât: 37/101-112). Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İbrâhim'in nerede ve nasıl vefat ettiği bildirilmemektedir. Müslüman tarihçiler, vefat ettiğinde 200 veya 175 yaşında olduğunu söyleyerek, İbrâhim'in naaşının Hebron'da Sâre'nin yanına defnedildiğini belirtirler.
Hadislerde ve tarih kitaplarında Hz. İbrâhim'in uzun boylu, elâ gözlü, güzel ve güler yüzlü, açık alınlı, ayak izlerine varıncaya kadar Hz. Muhammed (s.a.s.)'e en çok benzeyen insan olduğu nakledilmektedir.[1] Ayrıca onun Kûsâ'da Süryânîce konuştuğu, Harran'dan yola çıkarak Fırat'ı geçtiğinde dilinin de İbrânice'ye dönüştüğü, tirit yemeğini ilk defa onun yaptığı, "ebu'l-edyâf" (misafirler babası) diye anıldığı, 120 yaşında kendi kendini sünnet ettiği, 300 kölesini serbest bıraktığı, onların da müslüman olduğu nakledilmektedir. 
Kur'an'da Hz. İbrâhim'in şahsiyet özellikleri, mânevî ve ahlâkî nitelikleri hakkında geniş bilgi verilmektedir. Buna göre İbrâhim, mü'minlerin babası, Allah'ın dostudur. Kendisine göklerin ve yerin melekûtu gösterilmiş, Rabbinin emrettiği yere hicret etmiştir. Onun soyuna da peygamberlik ve kitap verilmiştir. Hz. İbrâhim'in tevhid akîdesini çağında yeniden tesis etmesi yanında, oğlu İsmâil ile birlikte Kâbe'yi inşâ etmesi, Kur'an'da müslümanlardan biri olarak gösterilmesi ve kendisine itibarlı bir yer verilmesine vesile olmuştur. Allah tarafından Beytullah'ın yeri bildirildikten sonra İbrâhim, oğlu İsmâil ile beraber Kâbe'nin temellerini yükseltmiş ve bir olan Allah'a adanan ilk mâbed olarak Kâbe inşâ edilmiştir. İbrâhim'den insanlar arasında haccı ilân etmesi, Beytullah'ı temiz tutması istenmiş, böylece bu kutsal mekân bütün müslümanlar için hac yeri ve kıble yapılmıştır. 
Beytullah'ın bulunduğu Mekke için duâ eden İbrâhim (a.s.), Mekke'nin emîn bir şehir olmasını dilemiş (Bakara: 2/126; İbrâhim: 14/35), bölgeyi "harâm (kutsal) ilân ederek orada kan dökülmesini ve dışarıda câiz olan diğer bazı işlerin yapılmasını yasaklamıştır. Kendi zürriyetinden Allah'a itaat eden bir ümmet çıkarmasını, onlara peygamber göndermesini niyaz etmiştir (Bakara: 2/126-129; İbrâhim: 14/35, 40). İbrâhim ve oğlu İsmâil'in duâlarında yer alan bu peygamber, onların soyundan gelen Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. Nitekim İsmâil'in neslinden daha başka peygamber de gelmemiştir."Ben babam İbrâhim'in duâsı, kardeşim İsa'nın müjdesi ve annemin rüyasıyım."[2] hadisi de buna işaret etmektedir. Hz. İbrâhim'in bu duâsına şükran nişânesi olmak üzere müslümanlara namazlarda "salli bârik" duâlarını okumaları öğütlenmiştir.[3] 
Kur'an'da İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kub ve esbâtın (torunların) yahûdi veya hıristiyan oldukları şeklinde yahûdi ve hıristiyanlarca ileri sürülen iddia reddedilmekte (Bakara: 2/135, 140), buna delil olmak üzere Tevrat ve İncil'in ondan sonra indirildiği hatırlatılmakta (Âl-i İmrân: 3/65), "yahûdi yahut hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız" diyen yahûdi ve hıristiyanlara karşı müslümanlardan, "hayır, biz hanîf olan İbrâhim'in dinine uyarız; o müşriklerden değildi" (Bakara: 2/135) demeleri istenmektedir. Öte yandan Arap müşrikleri de İbrâhim (a.s.)'in soyundan gelmek ve onun binâ ettiği Kâbe'yi koruma işini üstlenmiş olmaktan onur duyarlardı. Ancak Kur'an onlara da Hz. İbrâhim'in asla müşriklerden olmadığını, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman olduğunu hatırlatır (Âl-i İmrân: 3/67). 
Kur'an'da, geçmiş peygamberler içinde özellikle İbrâhim (a.s.) 'in öğretisine kalıcı bir değer yüklendiği görülür. Nitekim Peygamberimiz'e de, "doğru yola yönelerek İbrâhim'in milletine/dinine uy" diye emredilmiş (Âl-i İmrân: 3/95, Nahl: 16/123), Allah'ın onu doğru yola, gerçek dine, hakka yönelen ve puta tapanlardan olmayan ibrâhim'in dinine ilettiği belirtilmiştir (En'âm: 6/161). Rasûl-i Ekrem de, "Ben müsâmahalı ve kolay olan Hanîflikle (İbrâhim'in tevhid dini ile) gönderildim."[4] şeklindeki açıklamasıyla aynı gerçeği dile getirmiştir. Ayrıca İslâm ümmetine de İbrâhim'in hanîf dinine uyması emredilmiş (Âl-i İmrân: 3/95), din bakımından en güzel yolun İbrâhim'in dinini benimsemek sûretiyle izlenen yol olduğu ifade edilmiştir (Nisâ: 4/125). Kâbe'nin haremindeki İbrâhim makamının namaz yeri kılınması (Bakara: 2/125), İbrâhim'in dinine uyulması emredilmiş (Al-i İmrân: 3/95), onun dininden ancak kendini bilmezlerin yüz çevireceği (Bakara: 2/130), gerçek iman sahiplerine "müslüman" ismini, çok önceden İbrâhim'in verdiği (Hacc: 22/78) bildirilmiştir. İbrâhim (a.s.), dünyada seçkin kılınmış olanlardan, kendisine güzellik verilenlerden, âhirette de sâlihlerdendir (Bakara: 2/130; Nahl: 16/122). O, Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önderdir (Nahl: 16/120-122). 
Hz. İbrâhim, son derece ağır başlı, yumuşak huyluydu, varlığını Allah'a adamıştı (Tevbe: 9/114; Hûd: 11/75). Kendisi ve eşi ileri yaşta olduğu halde duâsı kabul edilerek ona akıllı, iyi huylu ve bilgili iki oğlu olacağı müjdelenmiştir (Hicr: 15/53; Sâffât: 37/101, 112). Sadece kendisi değil; âilesi de Allah'ın rahmet ve bereketine mazhar olmuştur (Hûd: 11/73). İbrâhim (a.s.) çok misafirperverdir (Hicr: 15/51), sıdkı bütün bir peygamberdir (Meryem: 19/41). Bu sebeple İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda mü'minler için güzel örnekler bulunduğu bildirilmiştir (Mümtehine: 60/4).[5] 

[1] Buhârî, Libâs 68; Müslim, İman 270-272, 278.

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/127, 128; 5/262.

[3] Buhârî, Tefsir: 33/10, Deavât: 31, 32.

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/266; 6/116, 233.

[5] Ömer Faruk Harman, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 21, s. 266-272; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları: 2435-24
Kur'ân-ı Kerim'de İbrâhîm (a.s.)


Kur'ân-ı Kerim'de "İbrâhîm" ismi 69 yerde geçer. 25 ayrı sûrede Hz. İbrâhim'den değişik vesilelerle bahsedilir. Hz. Mûsâ’dan sonra, Kur’ân-ı Kerim’de isminden en çok bahsedilen ikinci peygamber İbrâhim (a.s.)’dir. Bunun yanında, 213 âyet, Hz. İbrâhim’le (hayatı, mücâdelesi, mesajı, duâları ile) ilgilidir. 
Kur'an'da Hz. İbrâhim, değişik sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. Kur'an'da geçen sıfatlarından bazıları; Evvâh: Başkalarına çok üzülüp âh eden, bağrı yanık (Tevbe: 9/114; Hûd: 11/75), Halîm: Çok yumuşak huylu (Tevbe: 9/114; Hûd: 11/75), Münîb: Allah'a sığınan (Hûd: 11/75), Hanîf: Allah'ı bir tanıyan, Hakka yönelmiş(Bakara: 2/135, Âl-i İmrân: 3/67, 95; Nisâ: 4/125 vd.), Halîl (Halîlullah): Dost, Allah dostu (Nisâ: 4/125), Kaanit: Allah'a kulluk eden (Nahl: 16/120), Şâkir (Allah'a çok şükreden (Nahl: 16/121). 
"Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara imam/önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)' dedi. Allah: 'Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu." (Bakara: 2/124)
"Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrâhim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve İsmâil'e: ''Tavaf edenler, ibâdete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun' diye emretmiştik." (Bakara: 2/125)
"İbrâhim de demişti ki: 'Ey Rabbim! Burayı emîn bir şehir yap, halkından Allah'a ve âhiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle.' Allah buyurdu ki: 'Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azâbına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!" (Bakara: 2/126)
"Bir zamanlar İbrâhim, İsmâil ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı: ) 'Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz Sen işitensin, bilensin." (Bakara: 2/127)
"Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin." (Bakara: 2/128)
"Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden Senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü azîz olan, üstün gelen; hakîm olan, her şeyi yerli yerince, hikmetle yapan yalnız Sensin." (Bakara: 2/129)
"İbrâhim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, Biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o âhirette de sâlihlerden/iyilerdendir." (Bakara: 2/130)
"Çünkü Rabbi ona: 'Müslüman ol, demiş, o da: Âlemlerin Rabbine teslim olup boyun eğdim, müslüman oldum' demişti."(Bakara: 2/131)
"Bunu İbrâhim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da: 'Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölün (dedi)." (Bakara: 2/132)
"Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: 'Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?' demişti. Onlar: 'Senin ve ataların İbrâhim, İsmâil ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuş, O'nun için müslüman olmuş kimseleriz' dediler." (Bakara: 2/133)
"Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız (yaptıklarınız) sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz." (Bakara: 2/134)
"(Yahûdiler ve hıristiyanlar müslümanlara: ) 'Yahûdi ya da hıristiyan olun ki, hidâyeti (doğru yolu) bulasınız' dediler. De ki: 'Hayır! Biz, hanîf olan İbrâhim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi." (Bakara: 2/135)
"Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kub ve esbâta (torunlara; Ya'kub'un on iki evlâdından torunlarına) indirilene, Mûsâ ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olup müslüman olduk' deyin." (Bakara: 2/136)
"Yoksa siz, İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya'kub ve esbâtın (torunların) yahûdi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: 'Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?' Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şâhitliği gizleyenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gâfil değildir." (Bakara: 2/140)
"Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi?! İşte o zaman İbrâhim: 'Rabbim, hayat veren ve öldürendir' demişti. O da: 'Ben (de) hayat verir ve öldürürüm' demişti. İbrâhim: 'Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir' dedi. Bunun üzerine kâfır apışıp kaldı. Allah zâlim kimseleri hidâyete erdirmez." (Bakara: 2/258)
"İbrâhim Rabbine: 'Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster' demişti. Rabbi ona: 'Yoksa inanmadın mı?' diye sordu. İbrâhim: 'Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim).' dedi. Bunun üzerine Allah: 'Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir; üstün gelen, her şeyi yerli yerince, hikmetle yapandır' buyurdu." (Bakara: 2/260)
"Allah, birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem'i, Nûh'u, İbrâhim âilesi ile İmrân âilesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah (her şeyi hakkıyla) işiten ve (her şeyi tümüyle) bilendir." (Âl-i İmrân: 3/33-34)
"Ey ehl-i kitap! İbrâhim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz?" (Âl-i İmrân: 3/65)
"İbrâhim, ne yahûdi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi."(Âl-i İmrân: 3/67)
"İnsanların İbrâhim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah mü'minlerin velîsi/dostudur." (Âl-i İmrân: 3/68)
"De ki: 'Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrâhim'in milletine/dinine uyun. O, müşriklerden değildi." (Âl-i İmrân: 3/95)
"Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke'deki (Kâbe)'dir. Orada apaçık âyetler/nişâneler, (ayrıca) İbrâhim'in makamı vardır..." (Âl-i İmrân: 3/96-97)
"...İbrâhim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik." (Nisâ: 4/54)
"Onlardan bir kısmı İbrâhim'e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; (onlara) kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter."(Nisâ: 4/55)
"Doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrâhim'in, hanif/Allah'ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır?! Allah İbrâhim'i halîl/dost edinmiştir." (Nisâ: 4/125)
"İbrâhim, babası Âzer'e: 'Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de, kavmini de apaçık bir dalâlet/sapıklık içinde görüyorum' demişti." (En'âm: 6/74)
"Böylece Biz, kesin iman edenlerden olması için İbrâhim'e göklerin ve yerin melekûtunu (izzet ve hükümranlığını) gösteriyorduk." (En'âm: 6/75)
"Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü; 'Rabbim budur' dedi. Yıldız batınca, batanları, yok olanları sevmem' dedi." (En'âm: 6/76)
"Ay'ı doğarken görünce, 'Rabbim budur' dedi. O da batınca, 'Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette dalâlette olan/yoldan sapan topluluklardan olurum' dedi." (En'âm: 6/77)
"Güneşi doğarken görünce de, 'Rabbim budur, zira bu daha büyük' dedi. O da batınca, dedi ki: 'Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) şirk/ortak koştuğunuz şeylerden uzağım." (En'âm: 6/78)
"Ben hanîf (Allah'ı bir bilen ve O'na yönelmiş) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim." (En'âm: 6/79)
"Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: 'Beni doğru yola hidâyet etmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na şirk/ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz?" (En'âm: 6/80)
"Siz, Allah'ın size, haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na şirk/ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım?! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan (Allah'ı tek ilâh kabul edenlerle O'na ortak koşanlardan) hangisi (Allah'ın azâbından) emniyette/güvende olmaya daha lâyıktır?" (En'âm: 6/81)
"İman edip de inançlarına herhangi bir zulüm (şirk) karıştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır." (En'âm: 6/82)
"İşte bu, kavmine karşı İbrâhim'e verdiğimiz huccetlerimiz/delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir." (En'âm: 6/83)
"De ki: 'Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, hanîf/Allah'ı birleyen İbrâhim'in milletine/dinine iletti. O, şirk/ortak koşanlardan değildi." (En'âm: 6/161)
"Onlara, kendilerinden evvelkilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mûcizeler getirmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu; fakat onlar kendilerine zulmetmekte idiler." (Tevbe: 9/70)
"(Kâfir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) şirk/ortak koşanlar için af dilemek, ne peygambere yaraşır, ne de iman edenlere. İbrâhim'in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrâhim evvâh (başkalarına çok üzülüp âh eden, bağrı yanık, sabırlı) ve halîm (çok yumuşak huylu) idi." (Tevbe: 9/113-114)
"Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrâhim'e müjde getirdiler ve 'selâm (sana)' dediler. O da: '(Size de) selâm' dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi." (Hûd: 11/69)
"Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: 'Korkma! (Biz melekleriz.) Lût kavmine gönderildik." (Hûd: 11/70)
"O esnâda hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik."(Hûd: 11/71)
"(İbrâhim'in karısı: )'Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu, gerçekten şaşılacak bir şey!' dedi." (Hûd: 11/72)
"(Melekler) dediler ki: 'Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur." (Hûd: 11/73)
"İbrâhim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (âdeta) Bizimle mücâdeleye (tartışmaya) başladı."(Hûd: 11/74)
"İbrâhim cidden halîm/yumuşak huylu, evvâh (başkalarına çok üzülüp âh eden, bağrı yanık, sabırlı), münîb (kendisini Allah'a vermiş) biri idi." (Hûd: 11/75)
"(Melekler dediler ki: ) 'Ey İbrâhim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!" (Hûd: 11/76)
"Hatırla ki İbrâhim şöyle demişti: 'Rabbim! Bu şehri (Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!" (İbrâhim: 14/35)
"Çünkü onlar (putlar), insanlardan birçoğunun dalâletine/sapmasına sebep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık Sen gerçekten çok bağışlayansın, çok merhametlisin." (İbrâhim: 14/36)
"Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını Senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler." (İbrâhim: 14/37)
"Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrâhim: 14/38)
"İhtiyar halimde bana İsmâil'i ve İshak'ı lutfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duâyı işiten, kabul edendir." (14/İbrâhim, 39)
"Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı ikame edenlerden (dosdoğru kılanlardan) eyle; ey Rabbimiz! Duâmı kabul et!" (14/İbrâhim, 40)
"Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve mü'minleri bağışla!" (14/İbrâhim, 41)
"Onlara (kullarıma) İbrâhim'in misâfirlerinden (meleklerden) de haber ver." (15/Hıcr, 51)
"Onun yanına girdikleri zaman, 'selâm' dediler. (İbrâhim: ) 'Biz sizden çekiniyoruz' dedi." (15/Hıcr, 52)
"Dediler ki: 'Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz." (15/Hıcr, 53)
"(İbrâhim: ) 'Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz?' dedi." (15/Hıcr, 54)
"Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma!' dediler." (15/Hıcr, 55)
"(İbrâhim) dedi ki: 'Rabbinin rahmetinden, dalâlettekilerden/sapıklardan başka kim ümit keser?" (15/Hıcr, 56)
"İbrâhim, gerçekten kaanit (kunut eden, Hakk'a yönelen), hanîf (Allah'ı birleyen ve O'na itaat eden) bir ümmet (önder) idi; Allah'a şirk/ortak koşanlardan değildi." (16/Nahl, 120)
"Allah'ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş ve sırât-ı müstakîme hidâyet etmiş, doğru yola iletmişti."(16/Nahl, 121)
"Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, âhirette de sâlihlerdendir." (16/Nahl, 122)
"Sonra da sana: 'Doğru yola yönelerek İbrâhim'in milletine/dinine uy! O müşriklerden değildi' diye vahyettik." (16/Nahl, 123)
"Kitap'ta İbrâhim'i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi." (19/Meryem, 41)
"Bir zaman o babasına dedi ki: 'Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?" (19/Meryem, 42)
"Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola hidâyet edip çıkarayım."(19/Meryem, 43)
"Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu." (19/Meryem, 44)
"Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum." (19/Meryem, 45)
"(Babası: ) 'Ey İbrâhim! dedi; sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni kovar, taşa tutarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!" (19/Meryem, 46)
"İbrâhim: 'Selâm sana (esen kal)' dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır."(19/Meryem, 47)
"Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime duâ etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam." (19/Meryem, 48)
"Nihayet İbrâhim onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği (hicret ettiği) zaman Biz ona İshak ve Ya'kub'u bağışladık/verdik ve her birini peygamber yaptık." (19/Meryem, 49)
"Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk; kendilerine haklı ve yüksek bir şöhret nasip ettik." (19/Meryem, 50)
“Andolsun Biz İbrâhim’e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık. O, babasına ve kavmine: ‘Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?’ demişti. Dediler ki: ‘Biz babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.’ ‘Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz’ dedi. Dediler ki: ‘Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?’ ‘Hayır’ dedi; ‘sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şâhitlik edenlerdenim. Allah’a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!’ Sonunda İbrâhim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye. ‘Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zâlimlerden biridir’ dediler. (Bir kısmı: ) ‘Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhim denilirmiş’ dediler. O halde, dediler, ‘onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şâhitlik ederler.’ ‘Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhim?’ dediler. ‘Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Haydi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!’ dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) ‘zâlimler sizlersiniz, sizler!’ dediler. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: ‘Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun’ dediler. İbrâhim: ‘Öyleyse’ dedi, ‘Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız? Yuh olsun size ve Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere! Siz akıllanmaz mısınız?’ (Bir kısmı: ) ‘Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!’ dediler. Biz de dedik ki: ‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!’ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. Biz, onu ve Lût’u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık.” (21/Enbiyâ, 51-71)
"Bir zamanlar İbrâhim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): 'Bana hiçbir şeyi şirk koşma/eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibâdet edenler, rükû ve secdeye varanlar için Evimi (Kâbe'yi) temiz tut." (22/Hacc, 26)
"İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait birtakım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri) için sana (Kâbe'ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakire yedirin." (22/Hacc, 27-28)
"Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler." (22/Hacc, 29)
"Allah uğrunda, hakkını vererek, gereği gibi cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrâhim'in milletinde/dininde (de böyleydi). Peygamberin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size 'müslümanlar' adını verdi. Öyle ise namazı ikame edin (dosdoğru kılın); zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır/dostunuzdur. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!" (22/Hacc, 78)
"(Rasûlüm!) Onlara İbrâhim'in haberini de oku/naklet. Hani o, babasına ve kavmine: 'Neye tapıyorsunuz?' demişti. 'Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz' diye cevap verdiler. İbrâhim: 'Peki, dedi; yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut, size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?' Şöyle cevap verdiler: 'Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.' İbrâhim dedi ki: 'İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye taptığını (biraz olsun) düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur). Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren, içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifâ veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni sâlihler/iyiler arasına kat. Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle! Beni naîm cennetinin vârislerinden kıl. Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o dalâlettekilerden/sapıklardandır. (İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme. O gün, ne mal fayda verir, ne de evlât. Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur)." (26/Şuarâ, 69-89)
"İbrâhim'i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: 'Allah'a kulluk edin. O'na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır." (29/Ankebût, 16)
"Siz Allah'ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler yaratıyor/uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz." (29/Ankebût, 17)
"Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok ümmetler/topluluklar da (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardır. Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir." (29/Ankebût, 18)
"Kavminin (İbrâhim'e) cevabı ise: 'Onu öldürün, yahut yakın!' demelerinden ibâret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır." (29/Ankebût, 24)
"(İbrâhim onlara) dedi ki: 'Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur." (29/Ankebût, 25)
"Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (İbrâhim): 'Doğrusu ben Rabbim'e (emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, azîzdir, hakîmdir; mutlak güç ve hikmet sahibidir' dedi." (29/Ankebût, 26)
"Ona İshak ve Ya'kub'u bağışladık/verdik. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Ona dünyada mükâfâtını verdik. Şüphesiz o, âhirette de sâlihlerdendir." (29/Ankebût, 27)
"Elçilerimiz İbrâhim'e (iki oğul ihsan edeceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: 'Biz bu memleket halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zâlim kimselerdir." (29/Ankebût, 31)
"(İbrâhim) dedi ki: 'Ama orada Lût var!' Şöyle cevap verdiler: 'Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve âilesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesnâ; o, (azapta) kalacaklar arasındadır." (29/Ankebût, 32)
“Şüphesiz İbrâhim de onun (Nuh’un) milletinden idi. Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi. Hani o, babasına ve kavmine: ‘Siz kime kulluk ediyorsunuz?’ demişti. ‘Allah’tan başka birtakım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz? O halde, âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?’ (Hz. İbrâhim’in kavmi, yıldızlara bakar, onlarla kâhinlik yaparlardı. Bir bayram günü İbrâhim’e kendileriyle beraber bayram yerine gelmesini söylediler.) Bunun üzerine İbrâhim yıldızlara şöyle bir baktı. ‘Ben hastayım’ dedi. Ona arkalarını dönüp gittiler. Yavaşça (kavmin) putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş çelenkleri, yemekleri görünce: ) ‘Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz?’ dedi. Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi). (Putperestler) koşarak İbrâhim’e geldiler. (Neden putları kırdığını sordular.) İbrâhim: ‘Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?! Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı’ dedi. ‘Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın!’ dediler. Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat Biz onları alçaklardan kıldık.” (37/Sâffât, 83-98)
"(Oradan kurtulan İbrâhim: ) 'Ben Rabbime gidiyorum. O, bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlât ver' dedi. O zaman Biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik. Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: 'Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?' dedi. O da cevaben: 'Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulursun' dedi. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: 'Ey İbrâhim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz muhsinleri/iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır' diye seslendik. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: 'İbrâhim'e selâm!' dedik. Biz ihsan sahiplerini/iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, Bizim mü'min kullarımızdandır. Sâlihlerden bir peygamber olarak ona (İbrâhim'e) İshak'ı mübârek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden ihsan sahibi iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa zulüm/kötülük edenler de olacak." (37/Sâffât, 99-113)
"Kuvvetli ve basîretli kullarımız İbrâhim, İshak ve Ya'kub'u da an. Biz onları özellikle âhiret yurdunu düşünen, ihlâslı kimseler kıldık. Doğrusu onlar Bizim yanımızda seçkin, hayırlı/iyi kimselerdendir." (38/Sâd, 45-47)
"Bir zaman İbrâhim, babasına ve kavmine demişti ki: 'Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk yaparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir.' Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun dinine) dönsünler." (43/Zuhruf, 26-28)
"İbrâhim'in ağırlanıp ikrâm olunan misâfirlerin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.) Onlar İbrâhim'in yanına girmişler, selâm vermişlerdi. İbrâhim de selâmı almış, içinden, 'bunlar, yabancılar' demişti. Hemen âilesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş, onların önüne koyup 'yemez misiniz?' demişti. Derken onlardan korkmaya başladı. 'Korkma' dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler. Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: 'Ben kısır bir kocakarıyım!' dedi. Onlar: 'Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, (her şeyi) bilendir' dediler. (İbrâhim: ) 'O halde işiniz nedir, ey elçiler?' dedi. 'Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik. Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik).' (Bu taşlar,) isrâf edenler (aşırı gidenler) için Rabbinin yanında işaretlenmiş (taşlar)dir. Bunun üzerine orada bulunan mü'minleri çıkardık. Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık. Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık." (51/Zâriyât, 24-37)
"Yoksa, Mûsâ'nın ve ahdine vefâ gösteren İbrâhim'in sahifelerinde yazılı olanlar kendisine haber verilmedi mi?"(53/Necm, 36-37)
"Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenemez." (53/Necm, 38)
"Ve insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (53/Necm, 39)
"Ve çalışması da ileride görülecektir." (53/Necm, 40)
"Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir." (53/Necm, 41)
"Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir." (53/Necm, 42)
"Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur." (53/Necm, 43)
"Öldüren de dirilten de O'dur." (53/Necm, 44)
"Şurası muhakkak ki (rahime) atıldığında nutfeden, erkek ve dişiden ibâret olan iki çifti O yarattı." (53/Necm, 45-46)
"Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir." (53/Necm, 47)
"Zengin eden de yoksul kılan da O'dur." (53/Necm, 48)
"Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabbi de O'dur." (53/Necm, 49)
"Andolsun ki Biz, Nûh'u ve İbrâhim'i (peygamber olarak) gönderdik; peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu da fâsıktır/yoldan çıkmışlardır." (57/Hadîd, 26)
"İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz/reddediyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.' Ancak, İbrâhim babasına: 'Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez' demişti. (O mü'minler şöyle dediler: ) 'Rabbimiz! Ancak Sana tevekkül edip dayandık, Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır." (60/Mümtehıne, 4)
"Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için fitne (deneme konusu) kılma; bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne azîz (güçlü ve gâlip), hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sensin." (60/Mümtehıne, 5)
"Andolsun, onlar sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah ğanîdir (zengindir), hamîddir, hamde lâyık olandır." (60/Mümtehıne, 6)
"Eğer hatırlatmak/öğüt fayda verirse hatırlatıp öğüt ver. (Allah'tan) huşû ile korkan, öğütten yararlanacak. En büyük ateşe girecek olan kötü kimse ise, öğütten kaçınır. Sonra o, ateşte ne ölür, ne de yaşar. (Maddî ve mânevi pisliklerden) Temizlenen, Rabbinin adını zikredip O'na kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir. Fakat siz (ey insanlar!) âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde, dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki suhufta (kitaplarda), İbrâhim ve Mûsâ'nın kitaplarında (onlara inen suhufda) da vardır." (87/A'lâ, 9-19)


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...