“Hıristiyanız” Diyenler:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Biz Hıristiyanız diyenlerden de söz almıştık.” buyuruyor. (Mâide: 14)
Bu ilâhi beyanda: “Hıristiyanlardan” ifadesi yerine: “Biz hıristiyanız diyenlerden.” ifadesinin kullanılmasının sebebi; bu ismi onların kendi kendilerine verdiklerine işaret etmek içindir.
Allah-u Teâlâ “Allah’ın yardımcıları” mânâsına gelen “Nasârâ” ismini vermemiş; onlar bu iddiada bulunarak kendilerine “Nasârâ” demişlerdir.
Kur’an-ı kerime’de hıristiyan için “Nasrânî”, hıristiyanlar için “Nasârâ” kelimesi kullanılmıştır.
Onlardan söz ve ahid alınmasından maksad; İncil’de Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in vasıflarından bahsedilmesi ve ona uyacaklarına dair kendilerinden söz alınmış olmasıdır.
Onlardan da Allah’ı birleyeceklerine ve O’nun son peygamberi Muhammed Aleyhisselâm’a iman edeceklerine dair söz almıştı.
“Onlar da uyarıldıkları şeylerin bir kısmını unuttular.” (Mâide: 14)
Terk ettiler, daha da ileri giderek muhalefet ettiler.
“Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık.” (Mâide: 14)
Birbirlerini yoldan çıkmakla itham edip, kin ve nefret saçtılar, birbirlerinin kanlarını döktüler, kıyamete kadar da dökecekler.
“Yakında Allah yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (Mâide: 14)
O zaman yaptıklarının cezasını görecekler, acısını tadacaklar, ne yaptıklarını anlayacaklardır.
Bu isimler onların kendi uydurmalarıdır. Günümüzdeki bölücülerin durumu da böyledir.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ümmetim benden sonra yetmişüç fırkaya ayrılacak. Bir fırka müstesnâ diğerleri hep ateştedir.
- Onlar kimlerdir yâ Resulellah?
Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.” (Ebu Dâvud)
Hıristiyanlık:
Hıristiyanların kendi aralarında dahi inançları ayrı ayrıdır. Türkiye’deki bölücüler gibi onlar da parçalara ayrılmışlar ve ilâhlar edinmişlerdir.
Hıristiyanlar; katolik, ortodoks ve protestan kiliseleri olmak üzere üç ana fırkaya bölünmüştür. Her biri ayrı ayrı birer din görünümündedir. Her birinin kiliseleri ayrıdır. Bunlar da kendi aralarında ayrıca gruplara ayrılmışlardır.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir.” (Ahmed bin Hanbel)
Hıristiyanlar İsa Aleyhisselâm’a indirilen İncil’i tahrif ve tahrip etmişlerdir.
Hıristiyanların ellerinde beyanları birbiriyle çelişen, tutarsızlıklar olan farklı farklı; Matta, Luka, Markos ve Yuhanna adı ile dört tane İncil vardır. Dört farklı kişinin yazdığı bu dört farklı inciller incelendiği zaman, birinde olan mevzuların diğerlerinde olmadığı, ya da tamamen farklı olduğu, bir mevzunun diğerinde tamamen tersinin bulunduğu görülür.
Bu durum son asırda artık kilise tarafından da büyük oranda itiraf edilmektedir. Hatta Paris Katolik Kilisesi uzmanlarından teşekkül eden bir heyet tarafından A. Robert ve A. Feuillet başkanlığında yazılmış olan “Introduction a la Bible” adlı eserde (1/111) inciller için yapılan metin tenkidi çalışmaları sonucunda toplam ikiyüzbin kadar farklılık görüldüğü bunların sekizde yedisinin önemsiz farklılıklar olduğu bildirilmiştir.
Görülmektedir ki, hıristiyan inceleme heyeti birçok tezat ve tenakuzla dolu ciddi metin farklarının yirmibeşbin gibi büyük bir rakama tekabül ettiğini itiraf etmektedir.
Bazı misaller:
Yuhanna inciline göre (13/26) İsâ Aleyhisselâm kendisini ele verecek kişiyi: “Lokmayı batırıp kendisine vereceğim kişi.” olarak vasıflandırırken;
Markos (14/20): “Benimle sahana banan onikilerden biri.” diyerek belirtir.
Aynı hadiseyi Luka (22/21): “Beni ele verenin eli benimle beraber sofradadır.” şeklinde ifade ederken:
Matta (22/23): “Beni ele verecek olan benimle elini sahana batırandır.” diyerek açıklar.
Bu dört incilin beyanları ayrı ayrı olduğuna göre, bunların hangisi asıl incildir? Durum böyle olunca hangisine iman edilecek?
Gerçek şu ki; bunların hiçbiri İsa Aleyhisselâm’a indirilen İncil’in aslı değildir.
Yine Matta’da (27/37) “Yahudilerin kralı İsâ Aleyhisselâm budur”, denilirken Markos’ta (15/26) “Yahudilerin kralı” denilmektedir. Luka ise (23/38) “Yahudilerin kralı budur” derken, Yuhanna ise (19/19) “Nasıralı İsâ Yahudilerin kralı” der.
Dört incilin aynı mevzuda dört ayrı ve tezat ifadeleri vardır. Bunlardan hangisi doğrudur?
İsâ Aleyhisselâm’ın çarmıha gerildiğini söyleyen hıristiyanlar saati konusunda tezata düşüyorlar.
Matta (27/45-46) ile Luka (23/44-45) saatin altıyı gösterdiğini belirtirken, Markos (15/25-33) saatin üçü gösterdiğini belirtir. Yuhanna incili ise böyle bir saatten bahsetmez.
Aynı incil kendi içinde de tezata düşmektedir.
Markos incilinin bir yerinde (1/1) “İsâ Mesih’in incili” denirken, bir başka yerinde (1/14) “Allah’ın incili” denilmektedir.
Luka incilinin bir yerinde (1/47) “Kurtarıcım Allah” denilirken, bir başka yerinde (2/11) “Kurtarıcı İsâ” denilmektedir.
Yine İsâ Aleyhisselâm’ın yanındakilerin Matta’ya göre (10/9) yanlarına âsa bile almaya müsade etmezken, Markos’a göre (6/8) “Yanlarında âsa taşımalarını” tavsiye etmiştir.
Binaenaleyh inciller kendi aralarında tezata düşmektedirler. Hangisi doğrudur, hangisi gerçektir?
Kendi incillerinde yirmibeşbin adet ciddi farklılık tesbit eden hıristiyanlar aynı metodlarla Kur’an-ı kerim’i incelemiş, Münih Üniversitesi’nde kurulan İnstitut fur Koranforschung (Kur’an Araştırma Enstitüsü)’nün altmış yıl süren ve kırkikibin Kur’an nüshasının fotoğrafını toplayarak yaptıkları inceleme sonucunda metin farkı tesbit edilememiş, ayetler arasında farklılık ve tenakuz bulunamamıştır.
Akıl sahibi bir kimse, aklını çalıştırıp düşündüğü zaman, gerçeği bulur. Amma sapıklıkta donup kalanlara sözümüz yok.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“(Ey müminler!) Şimdi siz onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir zümre vardır ki, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıkları halde onu bile bile tahrif eder (değiştirirler)di.” (Bakara: 75)
Rahipler, papazlar kendi arzularına, hevâ ve heveslerine göre yazmışlar, hıristiyanlar da onlara uymuş ve onları ilâh edinmişlerdir.
Türkiye’deki bölücüler gibi; onlar da zamanında Allah’ı bırakıp hahamları, rahipleri kendilerine ilâh edinip peşlerinden gittiler. Onların arzularına göre hareket ettiler. Bu ümmet yetmişüç fırkaya ayrıldığı gibi onlar da yetmişiki fırkaya ayrıldılar.
Onların Allah-u Teâlâ’yı bırakıp da ilâhlarına uyduklarına dair en büyük delili arzedeceğiz.
Yahudi ve hıristiyan ulemâsı bir delil isnad etmeksizin birçok mesele ihdas ederek; dinlerinde haram olan şeye helâl, helâl olan şeye haram demişler, avam tabakası da bunları kabul etmişlerdir. Buradaki bölücü gruplar gibi.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti.
Allah’tan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Tevbe: 31)
Bu Âyet-i kerime’nin mânâsını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz açıklamıştır.
Şöyle ki:
Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim, boynunda gümüşten bir haç olduğu halde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine’ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm’a bazı sorular sordu. “Bu âyet bizi âlimlerimizi, rahiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları kendimize rabler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?” dedi.
Resulullah Aleyhisselâm; “Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?” diye sorunca Adiy “Evet böyledir.” diye tasdik etti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İşte bu sizin onları rabler edinmenizdir.” buyurdu. (İbn-i Kesir)
Dolayısı ile bu Hadis-i şerif, Allah-u Teâlâ’nın Kitab’ını kenara iterek, haramı helâl, helâli haram yapanların nefislerini ilâh ve rab ittihaz ettiklerini, onlara uyup peşinden gidenlerin de onları rabler edindiklerini göstermiş olmaktadır. Allah’a inandık deseler bile, bu iddiâlarının inandırıcı olmadığı ortadadır.
Binaenaleyh gerek Âyet-i kerime’den gerekse Hadis-i şerif’ten anlaşılıyor ki, onlar papazlarını, hahamlarını ilâh edindiklerinden ötürü parçalanmışlardır. Şu anda ortada ne Tevrat’ın aslı var, ne de İncil’in aslı var.
Adiy bin Hâtim bu hakikatı görünce ve duyunca müslüman oldu, sahabi olmakla şereflendi. Fakat dikkat ederseniz, bunca hakikatları önlerine serdiğimiz halde, bu bölücülerden hangi birisi tevbe etti de müslüman oldu?
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Bu mucize bir Hadis-i şerif’tir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz 1400 sene sonra olacak hadiseleri mucize olarak haber vermiştir.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)
Diğer bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Ümmetimden bir kısım gruplar çıkacak, bunları bid’atlar istilâ edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiçbir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid’at da onların her hâllerine sirayet edecek.” (Ebu Dâvud)