Habib-i Neccâr Kıssası:
İsa Aleyhisselâm’ı öldürmeye kalktıkları gibi, havarilerden üçü Antakya halkını İslâm’a dâvet için gittikleri zaman oranın halkı Habib-i Neccar’ı öldürdüler.
Yani küfürlerinde bu kadar azgın idiler, imana yanaşmadılar.
Bu hususta Yâsin sûre-i şerif’inde bilgi verilmektedir.
Antakya halkı dâvetçileri reddettikleri gibi, öldürmek için söz birliği ettiler. Bunun üzerine şehrin öte başından Habib-i Neccar adında inanmış bir kimse alelacele imanını açığa vurdu.
Hak ve hakikatı ortaya çıkarmak için çaba sarfetti.
“Şehrin en uzak semtinden bir adam koşarak geldi.” (Yâsin: 20)
İman edenlere numune olmak üzere bütün gayretiyle sahaya atıldı. Halkı bu gelen elçilere uymaya teşvik etti, onlara öğütlerde bulundu.
“Dedi ki: Ey kavmim! Gönderilmiş bulunan bu elçilere uyunuz.” (Yâsin: 20)
Tebliğleri muvacehesinde Allah’ın birliğini tasdik ederek, O’na ibadet ve taatta bulunun. Putlara tapmaktan vazgeçin.
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyunuz. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Böyle bir dâveti yapan kişiler elbette ki doğrudurlar, sözlerinde samimidirler. Din ve dünya hayrına ermişlerdir, onlara uyan hidayete erer.
•
Habib-i Neccar daha sonra iman edişinin sebeplerinden bahsetmeye başladı:
“Ben, beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim? Siz de O’na döndürüleceksiniz.” (Yâsin: 22)
“Ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim hiç.” (Yâsin: 23)
“Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek dilerse, o putların şefaatı bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.” (Yâsin: 23)
“O takdirde ben de gerçekten apaçık bir sapıklık içinde olurum.” (Yâsin: 24)
Yaratan’a ortak koşmak, hiç şüphe yok ki en büyük sapıklıktır.
•
Habib-i Neccar gerek kavmine gerekse geleceğin insanları da dahil olmak üzere duyuru kabiliyeti olan herkese hitap ederek şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki ben sizin de Rabbiniz olan Allah’a inandım. O halde beni dinleyin.” (Yâsin: 25)
Nitekim onun dünyadaki sözleri insanlar için bir öğüt ve ibret olmak üzere anlatılmıştır.
O, bu sözleri söyleyince halk üzerine hücum etti. Onu taşa tuttular, ayaklarının altına alıp çiğnediler. O ise: “Allah’ım! Kavmimi hidayete erdir.” diye duâ ede ede can verdi.
Bunun üzerine taraf-ı ilâhi’den kendisine:
“‘Cennete gir!’ denildi.” (Yâsin: 26)
Allah-u Teâlâ şehâdetinin hemen ardından onu cennetle müjdeledi. Melekler onu karşılamak için dizildiler ve: “Firdevs cenneti seni beklemektedir.” diye haber verdiler.
O ise oradaki fevkalâde mükâfatı görünce, kavminin de bu hâli bilmesini temenni etti ve şöyle söyledi:
“Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” (Yâsin: 26-27)
Kendisinin erdiği bahtiyarlığı bilseler de küfürlerine tevbe edip iman ve ibadet yolunu tutsalar.
O gerçekten kavminin hidayet bulmasını şiddetle arzu etmekteydi.
Allah-u Teâlâ elçileri yalanlayan, dostunu öldüren o kavme gazap etti. Cebrâil Aleyhisselâm’ın bir sayhası helâk olmalarına yetti.
Bu zulümleri yapanlar onlar değil miydi? İsa Aleyhisselâm’ı çarmıha gerdiklerini iddiâ ederek iftihar edenler onlar değil mi? Şimdi de İsa Aleyhisselâm’a sahip çıkıyorlar!