11 Nisan 2016

ASR-I SAÂDET’TE MÜNAFIKLIK VE MÜNAFIKLAR



ASR-I SAÂDET’TE MÜNAFIKLIK VE MÜNAFIKLAR

İç Düşmanlar:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin Mekke döneminde kâfirler müşrikler vardı, açıktan açığa inkâr ediyorlar, putlara tapıyorlardı. Medine’de ise münafıklar türemeye başladı. Bunlar özü sözüne, sözü özüne uymayan, iki yüzlü, dıştan mümin geçinip içinden inanmayan kâfirlerdi. Kimileri Medine’nin yerli halkından, kimileri de yahudilerdendi.
Münafıklar, tabiatları icabı müslümanların düşmanları kuvvetli olunca ortaya çıkmadıkları için; hicretten önce münafıkların varlığı bahis mevzuu değildi. Çünkü müslümanlar, müşriklerin korkup çekinmediği bir azınlık durumunda idiler. Dolayısıyla da İslâm düşmanları müslüman gibi görünmek ihtiyacında değildiler. Resulullah Aleyhisselâm Medine’ye yerleşip oradaki müslümanları siyasi bir teşkilâta kavuşturunca, bazı kimseler açıktan açığa onların karşısına çıkamadılar. 

Münafıklık yolunu seçerek müslüman gibi göründüler ve küfürlerini gizlediler.
Abdullah bin Ubeyy bin Selül hicretten önce Hazreç kabilesine reis olacaktı. Müslümanlığın Medine’de yayılması, Resulullah Aleyhisselâm’ın hicret etmesi, kendi kabilesinin onu bırakıp İslâm’a girmesi reisliğine mâni oldu. Bu sebeple kendisi de taraftarları da İslâm’a düşman oldular. Fakat bozgunculuklarını daha etkili yapabilmek için de, iman etmedikleri halde müslüman göründüler. Böylece bir de münafıklar zümresi türemiş oldu.
Yahudiler hiç boş durmuyorlar, Evs ve Hazreç kabileleri ile olan ittifak ve münasebetlerinden faydalanarak müslümanları kandırmaya çalışıyorlardı. Nicelerini şaşırttılar. Böylece daha birinci hicret yılında bu iki kabile arasında münafıklar türemeye başladı. Dıştan müslüman görünürler, el altından fesat çıkarmaya yeltenirlerdi.
Yahudilerden bir kısmı da görünüşte müslüman gibi davranarak, küfür ve inkârı kalplerinde gizlerlerdi.
İslâm’ın kudreti artmış olduğundan, bu gibi fitne ve fesatçılar, Mekke müşrikleri gibi açıktan fesat çıkarmaya cesaret edemezlerse de gizliden gizliye icraatlarını yapmaktan geri kalmazlardı. Yeri geldikçe, fırsat buldukça nifaklarını yayarlardı.
Râfi’ bin Hureymele öldüğünde Resulullah Aleyhisselâm:
“Bugün büyük bir münafık öldü.” buyurmuştur.
Bu münafıklar Mescid’e de gelirlerdi. Bazen de diğer yahudilere ve İslâm düşmanlarına nakletmek için müslümanları dinliyorlardı. Bir defasında Resulullah Aleyhisselâm onlardan bazılarını gizli gizli konuşurken görmüştü. Verdiği emir üzerine Mescid’den dışarı çıkarıldılar. Müslümanlar onları dışarı atarken “Yazıklar olsun size! Resulullah’ın mescidinden çıkarılan pis münafıklar!”dediler.
Münafıkların hepsinin durumu aynı değildi. Bunlardan bir kısmı Abdullah bin Ubeyy ve Hâris bin Süheyh gibi ileri gelenler idi. Büyük çoğunluk ise akrabalık ve müttefiklik gibi çeşitli sebeplerle körü körüne bunlara uyan kimselerdi.
Ayrıca bedevî, yani göçebe hayatı yaşayan çöl Arapları arasında da münafıklar vardı.
Kur’an-ı kerim onlardan şu şekilde söz etmektedir:
“Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine halkından münafıklar vardır. Bunlar münafıklıkta mahir olmuşlardır. Sen onları bilmezsin, biz onları iyi biliriz.
Biz onlara iki kez azap edeceğiz. Sonra da onlar daha büyük bir azaba itileceklerdir.” (Tevbe: 101)
Hangi gruptan olursa olsun, bütün münafıklar hemen hemen aynı vasıfları taşımaktadır.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlar.” (Âl-i imran: 167)
Münafıklar müslümanlar arasına nifak ve ayrılık sokucu fikirler atıyorlar, Resulullah Aleyhisselâm’ı müminler nazarında küçük düşürmeye çalışıyorlardı.
Bu yıkıcı faaliyetleri birçok defalar Resulullah Aleyhisselâm’a intikal etmiştir. Kendisine ulaşan her bir şikâyeti dinliyor, şikâyet edilenleri sorguya çekiyordu. Fakat bunlar suçlarini inkâr ediyorlar, kelime-i şehadet getirerek müslüman olduklarını tekrarlıyorlardı. Fakat sık sık gelen vahiyler, haklarındaki şikâyetleri inkârlarına rağmen teyid ediyordu.
Meşhur ifk hadisesi bunun bir numunesidir.
Resulullah Aleyhisselâm’ı küçük düşürmek için karşılarına çıkan her fırsatı değerlendirme yoluna giderlerdi.
Münafıklar müslüman olduklarını ilân etmeleri sebebiyle zâhirde müslüman kabul ediliyorlardı. Müslümanların sahip oldukları bütün haklardan istisna olmaksızın istifade ediyorlardı, cemaatle kılınan bütün namazlara, askeri seferlere katıldıkları gibi, ganimetlerden de eşit şekilde paylarını alıyorlardı.
Resulullah Aleyhisselâm onların yıkıcı faaliyetleriyle ilgili bir şikâyet olunca veya ters icraatlarına bizzat şahid olunca gereken tahkikatı yapıyor, sorguya çekiyordu. Suçlarını bazen itiraf ediyorlar, çoğu zaman ise inkâr ediyorlardı. Gerek şahsi tahkikatı, gerekse vahiy yoluyla haklarında verilen bilgi sonunda, sabit olan suçlarından dolayı onları cezalandırmaktan ziyade tevbe etmeye, af dilemeye dâvet ediyordu.
Haklarında uygulanan bu müsamaha karşısında münafıklar Resulullah Aleyhisselâm’ı saflıkla vasıflandırarak alaya almaya başladılar.
Bir defasında bir yerde toplanan münafıklar Resulullah Aleyhisselâm hakkında ileri geri konuşmuşlar, şânına lâyık olmayan şeylerle anmaya başlamışlardı. İçlerinden bazıları “Onun hakkında böyle dedikodu yapmayınız. Korkarım ki kulağına gider, o zaman da bizim için iyi olmaz!” dediler. Cülâs bin Süveyd “Biz istediğimizi söyleriz, sonra da onun yanında söylediğimizi inkâr ederiz. Üstüne bir de yemin bastırdık mı, bizim doğru söylediğimize hemen inanır. O her duyduğuna inanan bir kulaktır.” diye konuştu.
Bunun üzerine nâzil olan Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Onların içinde öyleleri vardır ki Peygamber’i incitirler.” (Tevbe: 61)
Onun mübarek kalb-i rahimini rencide etmekten geri durmazlar.
“O her söyleneni dinleyen bir kulaktır derler.” (Tevbe: 61)
Herkesi dinler, işittiği her haberi doğrular, herkesin sözüne inanır.
“Resulüm! De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır.” (Tevbe: 61)
Evet bir kulaktır, fakat sizin zannettiğiniz gibi değil. O başka bir şey dinlemez, işitilmesi ve kabul edilmesi gereken şeyleri işitir.
O öyle bir peygamberdir ki;
“Allah’a inanır, müminlere inanır.” (Tevbe: 61)
Allah-u Teâlâ’nın azametini, yüceliğini bildiği için iman eder, buyurduğu hususlarda tasdik eder. İhlâs ve samimiyetlerini bildiği için müminlerin söylediklerini dinler, haber verdikleri hususlarda onları tasdik eder. Çünkü onun nazarında müminler doğru sözlüdürler, yalan söylemezler.
Ve o şânı yüce Peygamber:
“O sizden iman edenler için bir rahmettir.” (Tevbe: 61)
Çünkü Allah-u Teâlâ onun vasıtasıyla küfürden kurtarıp imanı nasip etmiştir.
“Allah’ın Peygamber’ini incitip üzenlere acıklı bir azap vardır.” (Tevbe: 61)

Onlar dünyada da, âhirette de belâlarını bulacak, ebedî azaba düçar olacaklardır.


Tedbirler:

Bütün müsamahaya rağmen Resulullah Aleyhisselâm münafıklara karşı ihtiyatı elden bırakmamıştır.
Onun bu tedbiri sayesinde hile ve desiseleri ortaya çıkacak diye devamlı bir korku içinde idiler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Münafıklar kalplerinde bulunanı onlara haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler.” (Tevbe: 64)
Hem nifaka devam ediyorlar, hem de gizli plânlarını Kuran-ı kerim’de teşhir edecek bir sûrenin inmesinden endişe edip duruyorlardı.
“Resulüm! De ki: Siz alay edip durun. Şüphesiz ki Allah o çekinip durduğunuz şeyi açığa çıkaracaktır.” (Tevbe: 64)
Nitekim açığa çıkarmış, kalplerinde sakladıkları nifakı ve şikakı teşhir etmiştir.
Resulullah Aleyhisselâm münafıkların toplanarak bir araya gelmelerine fırsat vermezdi. Süleylim adındaki bir yahudinin evinde toplanarak Tebük seferine katılmak isteyenlere mâni olmaya çalışan bir grup münafığın üzerine Talha -radiyallahu anh- başkanlığında bir ekip göndererek evi yakmalarını emir buyurmuş, emir derhal yerine getirilmiştir.
Keza Resulullah Aleyhisselâm Tebük seferinde iken, münafıklar tarafından inşâ edilmiş olan Dırar mescidinin yıktırılmasını da emir buyurmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm neticede münafıklara karşı takip ettiği metot sayesinde vahdeti korudu, teşkilâtlanmalarına mâni oldu.

Abdullah bin Ubeyy bin Selül ölünce nifak kaynağı kurudu, etrafında toplandıkları bu baş münafığın ölümü ile münafıklar da dağıldılar.

İMANDAN SONRA KÜFÜR

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin mahrem-i esrârı olan Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri buyururlar ki:
“Münafıklık Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- devrinde vardı. Şimdi ise imandan sonra küfür vardır.” (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 2120)
Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretlerinin bildirdiği üzere münafıklar Asr-ı saâdet’te Abdullah bin Ubeyy bin Selül’ün başkanlığı altında teşekkül etmiş habis bir zümre idi. Bunlar iman ile küfür arasında bir nifak örtüsüne bürünerek hayatlarını korumuşlardır. Fakat Asr-iı saâdet geçtikten sonra iman ile küfür arasında bir nifak merhalesi kalmamıştır. Çünkü bir müslüman gönlünde küfrü gizlemekle “Mürted” olur.
Asr-ı saâdet’te münafıklar savaş, gazâ gibi birliği icap eden her işte yan çizerlerdi. Fakat görünüşte inandıklarını iddiâ ettikleri için Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Uhud ve Tebük seferlerindeki döneklikleri gibi birçok bozguncu hareketlerine rağmen cezâ uygulamazdı.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- gibi bir kısım Ashab tarafından bu habis zümrenin topluca yok edilmesi teklif olunduğu halde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Bırakınız! ‘Muhammed ashabını öldürüyor!’ diye ortaya ikinci bir fitne çıkarılır.” buyurdu.
Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretlerinin buyurduğu üzere daha sonra İslâm dini tamamiyle kuvvet bulunca artık iman ile küfür arasındaki nifak maskesi atılmıştır. Bütün bunlar artık gizli-kapaklı değildir. Öyleyse nifak, imandan sonra küfür gibidir.
Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretlerinin bir beyanları da şöyledir:
“Zamanımızın münafıkları Asr-ı saâdet’teki münafıklardan daha şerlidirler. Çünkü Asr-ı saâdet’teki münafıklar nifaklarını gizlerlerdi. Şimdikiler bütün bütün açığa vuruyorlar.”

İSLÂM’IN İÇ DÜŞMANLARI MÜNAFIKLAR

Küfür Dolu Kalpler:
Allah-u Teâlâ münafıkların bir kapıdan girip diğer kapıdan çıktıklarını ve hep bu hâl üzere olup, kalplerinde ise tam bir küfür taşıdıklarını Âyet-i kerime’sinde beyan buyurmaktadır:
“Size geldikleri zaman: ‘İnandık!’ derler. Halbuki yanınıza kâfir olarak girip kâfir olarak çıkmışlardır.
Allah onların gizlediklerini daha iyi bilir.” (Mâide: 61)
Durumlarında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Duydukları ve gördükleri şeylerden hiç etkilenmemişlerdir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“‘İtaat ettik!’ derler. Fakat senin yanından ayrıldıktan sonra, içlerinden bir kısmı, sana söylediklerinin tersine geceleyin plân kurarlar. Allah da onların geceleyin tasarladıklarını yazmaktadır. Onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter!” (Nisâ: 81)
“Sizden olmadıkları halde sizinle beraber olduklarına yemin ederler.” (Tevbe: 56)
Halbuki onların kalpleri, dillerinin söylediğini inkâr etmektedir. Kalpleri inkâr ettiği için onlar mümin değildirler.
“Allah onların kalplerini imandan çevirmiştir.” (Tevbe: 127)
Onun içindir ki imana yaklaşamamaktadırlar.
“Artık onlar Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?” (Câsiye: 6)
Elbette Kelâmullah’tan sonra iman edecek bir şey olamaz. Kelâmullah’ın uyarması ile uyanmayanları başka hiçbir ses uyaramaz. Hiçbir hakikat Allah-u Teâlâ’nın beyan buyurduğu hakikatlar kadar kesin olamaz.
“Her yalancı, günah yüklü kimseye veyl!” (Câsiye: 7)
En büyük azap ona müteveccih bulunmaktadır. Bu ise çok büyük bir tehdid-i ilâhîdir.
“Allah’ın âyetlerinin kendisine okunduğunu işitir de, sonra onları sanki hiç işitmemiş gibi büyüklük taslamada ısrar eder.
İşte onu acıklı bir azap ile müjdele!” (Câsiye: 8)
Bu azaba müjde denilmesi tahkir içindir.
Allah-u Teâlâ bu yalancıların ahirette karşılaşacakları azabı şöylece açıklamaktadır:
“Önlerinde de cehennem vardır. Kazandıkları şeyler ve Allah’ı bırakıp da edindikleri dostlar, onlara hiçbir fayda vermez. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Câsiye: 10)
Hak ve hakikatı apaçık ortaya koyan Âyet-i kerime’lere rağmen dinden çıkan bir münafık, azabın en acısına müstehak olmuş demektir.
“İşte bu Kur’an bir hidayettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere gelince, onlara tiksindiren, elem verici bir azap vardır.” (Câsiye: 11)

“Münafıkların Kur’an-ı kerim Üzerinde Cedelleşmeleri”:

Günümüzde ortalığı ifsat ateşine veren münafıklar, Hazret-i Allah’ın din-i mübin’i olan İslâm’ı; menfaatlerine, gaye ve maksatlarına âlet ederek, İslâm’ın ulvî hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda makamı, mevkisi, şöhreti için bozmaya, değiştirmeye, yozlaştırmaya çalışarak Hazret-i Allah’a alenen hasım kesilmektedirler.
“İnsanlar arasında öyleleri var ki, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için boş lâfı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır.” (Lokman: 6)
Cühelâ gürûhu nefislerini ilâh edinmişler, Allah-u Teâlâ’ya hasım kesilmişler, İslâm’mış gibi görünüyorlar ve fakat küfre hizmet ediyorlar. Din-i İslâm’ı tahrif ve tahrip etmek için bütün güçleriyle çalışıyorlar. Din-i İslâm’da olmayan şeyleri; hurafe, bidat, yalan-yanlış olarak bütün güçleriyle yaymaya çalışıyorlar. Öyle ki Hazret-i Kur’an’ın üzerine münakaşa yapıp çekişerek bu yolla tahrip ve tahrif etmeye çalışıyorlar. Müslümanların gönüllerini bulandırmak için, bir yerlere yaranmak için, dinini ve imanını dünyalığa satıyorlar. Böylece münafık durumuna düştüler. Din-i İslâm’ı tahrip etmek isteyen kim olursa olsun kâfirdir, zâlimdir, fâsıktır.
Hazret-i Kur’an’ı tahrip ve tahrif etmek isteyenlere karşı Allah-u Teâlâ’nın hitâb-ı ilâhî’si:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)
Reform adı altında İslâm dini’ni aslından çıkarmak ve hurafeler koymak ve din-i İslâm’ı bozmak isteyenlere ilâhî hitap:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar zâlimlerdir.” (Mâide: 45)
Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerini en iyi bilen ve tebliğ eden, âhir zaman peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’dır. Âyet-i kerime’lerle, Hadis-i kudsî’lerle ve Hadis-i şerif’lerle 1400 küsur seneden beri devam edegelen emr-i peygamberî’yi değiştirmek isteyenler hakkında Allah-u Teâlâ’nın hükmü budur:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar fâsıklardır.” (Mâide: 47)
Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur. Mahlûkun hiç hükmü yoktur. Bunu değiştirmek aleviye mi kalmış? Buna tevessül edenler müslüman değildir. Onlar müslümanmış gibi görünen münafıklardır.
Bunlar Allah-u Teâlâ’nın dinini bıraktıkları, şeytanın adımlarına uydukları için bu hale düşmüşlerdir.
Âlim olduklarını sandılar, ulemâ sıfatı altında cehaletlerini ve küfürlerini yaydılar. Bu gibi kimselerin ifsatları çok, tahribatları büyüktür.
Onlar Allah-u Teâlâ ile ilgilerini kesmişler, halk ile ilgilerini kurmuşlar. Onların alış-verişi halk iledir. Yalnız ve yalnız nam, şöhret, gösteriş, riyaset ve mevki düşünürler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar hem insanları Kur’an’dan men ederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar.
Böylece ancak kendilerini helâke atarlar da farkına varmazlar.” (En’am: 26)
Kendileri Hazret-i Kur’an’ın nur ışığından faydalanamadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına engel oluyorlar.
Onlar Allah-u Teâlâ’nın dinini tahrip etmeye çalışırken Allah-u Teâlâ da dünyayı tahrip ediyor ve edecek.
Şöyle ki:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde, kıyamet günü gelmeden önce helâk olmaktan yahut da şiddetli azabın gelip çatmasından kurtulabilecek hiçbir memleket halkının bulunmadığını beyan buyurmaktadır:
“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız.” (İsrâ: 58)
Bu helâk etme ya tamamen yok etmek veya halkına şiddetli azap etmek suretiyle olur. Nitekim küfür ve fâsıklık sebebiyle yeryüzünde zaman zaman nice felâketler baş göstermektedir.
“Bu, kitapta (Levh-i mahfuz’da) yazılıdır.” (İsrâ: 58)
Ne zaman olacağı, onu gerektiren sebepler ve nasıl olacağı gibi hususlar, hiçbir şey bırakmamak kaydıyla Levh-i mahfuz’da yazılmıştır. Bu hüküm kesin olarak yerine getirilecektir.

Allah-u Teâlâ’nın Dini ile Alay Eden Münafıklar:


Âyet-i kerime’lerde Kelâmullah’ı işitmekle beraber onlardan faydalanmaktan yüz çeviren, sağır kesilmiş gibi tavır takınan, din-i ilâhî ile alay etmek küstahlığında bulunan ve bu yüzden pek büyük bir felâkete kendisini atan münafıkların vasıfları ve âkıbetleri beyan buyurulmaktadır:
“İnsanlar arasında öyleleri var ki, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır.” (Lokman: 6)
Kendilerini müslüman gibi gösteren münafıklar saptırdığını hissettirmeden, yaptığı işin sonunu sezdirmeden dini bozmak, insanları Allah yolundan alıkoymak için böyle bir değişmeye girişirler.
Ellerinde hiçbir delil olmadığı halde kupkuru bir laf yığını ile insanları hidayet yolundan saptırmak, Allah-u Teâlâ’nın dosdoğru dininden uzaklaştırmak ve bu yüce Kitab’ın âyetleriyle alay etmek için böyle yaparlar. Hem kendilerini, hem de başkalarını bu boş sözlerle saptırarak ve sapıtarak hayatlarını tüketir giderler. Allah-u Teâlâ’nın dinini alaya almak, O’nun âyetlerini hafife almak ve inkâr etmek kadar büyük dalâlet olamaz.
Nasıl ki onlar Allah’ın âyetlerini ve yolunu hafife almış küçük görmüşlerse, aynı şekilde onlar da ahirette devamlı azaplarla alçaltılacaklardır.
“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman sanki kulaklarında ağırlık varmış da işitmiyormuş gibi büyüklük taslayarak sırt çevirir.” (Lokman: 7)
Onlara iltifat etmez, sağır olmadığı halde duymamış gibi davranır, bu âyetleri işitmekten rahatsız olur. Kendi vehim ve zannı ile karşı çıkar, hükmünü kaldırmaya çalışır.
“Artık sen ona acıklı bir azap ile müjde ver.” (Lokman: 7)
Âyet-i kerime’de en şiddetli azabı müjdelemek suretiyle onunla alay edilmektedir.
“O bizim âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onlarla alay eder, işte öyleleri için alçaltıcı bir azap vardır.” (Câsiye: 9)
Allah-u Teâlâ’nın âyetlerini küçümseyip kendi zannını hüküm yerine koyan kimselerin azabı hiç şüphesiz ki çok ağırdır. Kelâmullah’tan yüz çevirerek onlarla alay eden kimselerin iman etmeyen kimseler olduklarına delildir.
Asr-ı saâdet gibi ulvî bir asırda yaşadıkları halde iman kalplerine nüfuz etmeyen münafıklar Resulullah Aleyhisselâm’ın meclisine gelirler, sözlerini dinlerler, fakat iman ile itina ile dinlemedikleri için iyi bellemez, hafife alır, alay ederlerdi.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resulüm! Onlardan seni dinlemeye gelenler de var. Fakat senin yanından çıkınca, kendilerine ilim verilen kimselere (alay yoluyla) ‘O demin ne demişti?’ derler.” (Muhammed: 16)
Resulullah Aleyhisselâm’ın meclisine tesadüfen bile gelip kulaklarını mecburen ona çevirmiş bile olsalar gönülden ilgi duymuyorlardı, çünkü Resulullah Aleyhisselâm’ın tebliğ etmiş olduğu ilâhî emirler onların nefsanî arzularına uymuyordu.
“İşte böyle. Çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır. Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed: 9)
Bunun içindir ki hak sözleri ve uyarıları kabul etmezler, takip ettikleri bâtıl yoldan geri dönmezler.
Aradan asırlar geçmiş, durum hiç değişmemiştir. Her asırda olduğu gibi günümüzdeki münafıkların durumları da aynıdır. Kur’an-ı kerim’in mucizelerinden birisi de her asra hitap etmesidir.
Münafıkların işittikleri halde “O demin ne demişti?” diye sordukları o ulvî hakikatler, hidayete erenlerin hidayetini daha da artırır. Nasipsizlerin ikrahla terkettikleri o meclisten, nasipli olanlar ilim ve irfanlarını artırmış olarak ayrılırlar.
Mütebâki Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hidayeti kabul edenlere gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve onlara takvâ yollarını ilham etmiştir.” (Muhammed: 17)
O sayede onlar gereken hazırlığı yapmakta; Cenâb-ı Hakk’a kul, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ümmet olmak için çalışmaktadırlar.
Münafıklar kâfirlerin en murdarı, en habisi oldukları için ebedî ikametgâhları da cehennemin en dibidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadir:
“Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Artık onlar için hiçbir yardımcı bulamazsın.” (Nisâ: 145)
Çünkü onlar İslâmiyet’i karıştırmışlar, ihanet etmişler, nankör olmuşlardır.
Allah-u Teâlâ imansızların âkıbetini haber verirken münafıkları kâfirlerden önce anmış, âkıbetlerini haber vermiştir:
“Allah münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır.
Bu onlara yeter. Allah onlara lânet etmiş, rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar için sürekli bir azap vardır.” (Tevbe: 68)
Cehennemde her çeşit azap mevcut olduğu gibi, orada ebedî kalmaktan daha kötü bir azap tasavvur edilemez.
Bunlar din-i İslâm’ı eğlenceye alanlardır.
İşte Âyet-i kerime:
“Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak.” (En’am: 70)
Bu gibi kimseler, uymaları ve yoluna girmeleri gereken dinlerini oyun ve eğlence edindiler. Dini hükümleri kendi arzularına göre yalan-yanlış yorumlamaya kalkıştılar. Zan, nam, gaye, maksat ve menfaatleri için bu Din-i mübin’i vasıta olarak telakki ettiler.
İşte Allah-u Teâlâ “Onları bırak!” diye emir veriyor. Onlar büyük bir azaba uğrayacaklar, elim bir cezaya çarptırılacaklardır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...