EN KÖTÜ VASIFLAR MÜNAFIKLARINDIR
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde her fırsatta münafıkları lânetlemiş ve onların durumlarından müminleri haberdar etmiştir. Yüzden fazla Âyet-i kerime’de münafıkların şerlerinden ve alâmetlerinden bahsedilmiştir. Bunlarla cihad etmek hususunda Resulullah Aleyhisselâm’a dahi emir buyurmuş, hususiyetle Münafikûn sûre-i şerif’ini indirerek münafıkların sahtekârlıklarını ortaya sermiştir.
Bakara sûre-i şerif’inin hemen başında müminler hakkında iki Âyet-i kerime, kâfirler hakkında üç Âyet-i kerime, münafıklar hakkında ise onüç Âyet-i kerime ile bilgi verilmesi, bu hususun ne kadar mühim olduğunu göstermektedir.
Allah-u Teâlâ çeşitli Âyet-i kerime’lerinde münafıkların özelliklerini beyan buyurmaktadır:
• İman ile küfür arasında bocalarlar.
“Ne onlarla olurlar, ne bunlarla olurlar. İkisinin arasında bocalayıp dururlar.” (Nisâ: 143)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde onların dinleri hususunda şaşkın olduklarını, şeytanın onları tereddüte düşürdüğünü beyan buyurmaktadır.
Ne müminlere uyarak tam mümin olurlar, ne de kâfirlere uyarak müşrik olurlar. Ne müminlere katılırlar, ne de kâfirlere.
• Müslüman olduklarını iddiâ ettikleri halde, Hazret-i Kur’an’ın bir kısmını kabul bir kısmını inkâr ederler.
“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezâsı dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise en şiddetli azaba çarptırılacaklardır. Allah yaptıklarınızdan aslâ gafil değildir.” (Bakara: 85)
Kur’an-ı kerim’in bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak küfürdür.
• İmandan çekinirler.
“Onlara: ‘Allah’ın indirdiği Kur’an’a ve Peygamber’e gelin!’ denildiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisâ: 61)
Onlar Allah-u Teâlâ’nın ulvî hükümlerine uymak istemezler.
“Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.” (Yâsin: 46)
Onlar kelâmullah olan Kur’an-ı hakîm’in ulvî beyanlarını olduğu gibi kabul edip de İslâm’la müşerref, imanla münevver olmak istemezler.
“Onlardan yüz çevir. (Dâvetine uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin.” (Zâriyat: 54)
• Müslümanları kâfir yapmaya çalışırlar.
“Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, sizin de inkâr edip sapmanızı isterler ki, onlarla bir olasınız.” (Nisâ: 89)
Herkes aslını icrâ etmek istiyor. Kimisi hayırda, kimisi şerde. İyinin gayesi iyiliğe çekmek olduğu gibi, kötünün gayesi de kötülüğe çekmektir. Hayırda çalışan hayrını artırır, sermayesini çoğaltır. Şerde çalışan kötülüğünü artırır, âkıbetini hazırlar.
• Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin hükmüne râzı olmazlar:
“Hayır, öyle değil!.. Rabbin hakkı için, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı yüreklerinde hiçbir sıkıntı, bir burukluk duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ: 65)
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’ın emrine başvurmayı müminlere farz kıldığı gibi, onun verdiği hükümlerden dolayı müminlerin içlerinde herhangi bir sıkıntının yer etmesini de haram kılmıştır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygamber’ine çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece ‘İşittik, itaat ettik!’ demekten ibarettir. İşte saâdete erenler onlardır.”(Nûr: 51)
O itaatkâr müminler dünya saâdetine ahiret selâmetine ererler, umduklarına nâil olurlar, korkunç âkıbetlerden emin bulunurlar.
• Kalplerinde hastalık vardır.
“Andolsun ki münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve Medine’de yalan haber yayanlar vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz. Sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler.
Hepsi de lânetlenmiş olarak, nerede ele geçirilirlerse yakalanırlar ve öldürülürler.
Allah’ın daha önce geçmiş olanlara uyguladığı sünneti (âdeti) budur. Sen Allah’ın sünnetinde aslâ bir değişiklik bulamazsın.” (Ahzâb: 60-62)
Onlar hakkındaki ilâhî hüküm tecelli eder ve sonunda da ebedî cezalarına kavuşurlar.
“Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını arttırmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlara elem verici azap vardır.” (Bakara: 10)
Onlar Kitabullah’a itibar etmeyince, Allah-u Teâlâ da bu hastalığı taşıyanların hastalığını daha da artırmıştır. Bu yüzdendir ki Allah-u Teâlâ’nın kahrına müstehak olmuşlardır.
Kendilerinin nasıl bir cehalet ve dalâlet çukuruna düşmüş olduklarının hiç farkında değildirler.
• Kötü propaganda yaparlar.
“Onlara güven ve korkuya dâir bir haber gelse, hemen onu yayarlar. Halbuki onu Peygamber’e veya kendilerinden olan emir sahiplerine arzetselerdi, onlardan hüküm çıkarmaya gücü yetenler elbette onu bilirlerdi. Allah’ın üzerinizdeki lütfû ve nimeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyar giderdiniz.” (Nisâ: 83)
Bugün bütün insanların yanılmaları; ehline müracaat etmemeleri yüzündendir, buna lüzum görüp tenezzül etmeyişindendir, kendi zannını ve fikrini beğenmesinden ötürüdür. Bütün yanılmalar bundan doğmuş, bunun için sapmışlardır.
Eğer bunu ehline sorsaydı, ehli ona yol gösterecekti ve hakikatı öğrenecekti.
Hakikat az da olsa, kıyamete kadar mevcuttur. Sen de o azı bul da tanış. İmansız imamlarla tanışacağına, hakikat ehli ile tanış.
İşte bu Allah-u Teâlâ’nın lütfu da, lütfa mazhar olanlara müracaatla ve yaklaşmakla mümkündür. Onlara müracaat edip yaklaşmadıkça zaten şeytana çoktan uymuş olur.
• İş başına gelseler anarşi çıkarırlar.
“Demek ki sizler iş başına gelecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını keseceksiniz öyle mi?” (Muhammed: 22)
Münafıkların en belirgin özelliklerinden birisi de, bir mevkiye geçtikleri zaman yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp ortalığı karıştırmaktır.
• Allah’ın lânetlediği kimselerdir.
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.” (Muhammed: 23)
Onların kulaklarını sağır ettiği için ilâhi sözü duyup anlamazlar, gözlerini kör ettiği için gerçekleri göremezler. Onlar böyle aklı kıt kimselerdir.
• “Allah’tan kork!” denilince tersini yaparlar.
“Böylesine ‘Allah’tan kork!’ denilince, benlik ve gururu kendisini günaha sürükler.
Ona cehennem yeter. O ne kötü yataktır!” (Bakara: 206)
Ceza olarak, öfkesinden kükreyen cehennem onun için kâfidir.
Söz ve icraatlarıyla isyankâr olan bu kişilere “Allah’tan kork! Bozgunculuktan vazgeç, Hakk’a dön!” diye öğüt verilecek olursa hiç kulak asmaz. Onun bu gibi sözlere hiç tahammülü olmaz. Büsbütün inatlaşır, küfründe ısrar eder ve büyük günahlara kapı açmakta tereddüt göstermez. İsyan ve günahlar onu çepeçevre kuşatır.
• Kur’an-ı kerim’i yanlış tefsir ederler.
“Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak için onun benzer âyetlerinin üzerine düşerler.” (Âl-i imran: 7)
Akıllarına câzip gelen tevillerle Âyet-i kerime’lere mânâ verirler. Böylece Kur’an-ı kerim’i tahrip ve tahrif etmeye kalkışırlar.
• Dış görünüşleri aldatıcıdır.
“Sen o münafıkları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider.” (Münâfikun: 4)
Dıştan bakınca imreneceğin tutar.
“Söylerlerse dediklerine kulak verirsin.” (Münâfikun: 4)
Sözlerinin akıcılığı ve edebî konuşmalarından dolayı güzel lâflar ederler. Konuşmaya başladıkları zaman orada bulunanların dinleyesi gelir.
“Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidirler.” (Münâfikun: 4)
“Haşebe” kalın kereste demektir. İmandan ve iz’andan, ilim ve irfandan mahrum oldukları için duvara dayandırılmış kütüklere benzetilmişlerdir.
Öyle ruhsuzdurlar ki, istifade edilmesi gereken sözler kulaklarına girmez.
Öyle cansız ve yüreksizdirler ki;
“Her gürültüyü, korkularından kendi aleyhlerine sanırlar.” (Münâfikun: 4)
Lehlerinde söyleneni bile aleyhlerinde zannederek ürkerler. Sertçe bir öksürükten şüphelenirler. Çünkü içleri kurtlu haindirler. Hainler ise içyüzleri açığa çıkar endişesiyle korku ve kuşku içindedirler. Yalan söylemeye de alışkın oldukları için, lehlerinde söyleneni de yalan kabul ederek hep aleyhlerine mânâ çıkarırlar.
“Onlar düşmandırlar.” (Münâfikun: 4)
Onlar her ne kadar müslüman görünseler de, hem İslâm’a hem de müminlere düşmandırlar. O bakımdan düşmanların en tehlikelisidirler.
“Onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın!” (Münâfikun: 4)
Sizi aldatabilme ya da size zarar verebilme ihtimaline binaen her an dikkatli olun.
“Allah kahretsin onları!” (Münâfikun: 4)
Onlar böyle bir bedduâya müstehaktırlar. Onlar cezalandırılmaktan aslâ kurtulmayacaklardır.
Sen onları dost edinirsen, sen de bu kahra uğrarsın.
“Hakk’tan nasıl çevriliyorlar?” (Münâfikun: 4)
Delillerin açıklığına rağmen akılları nasıl sapıyor? Nurdan karanlığa nasıl da döndürülüyorlar?
Artık o kalplere ne hidayet ulaşır, ne de nur. Dolayısıyla ne yaptıklarını, kimin peşinde gittiklerini inceden inceye bilecek anlayış kabiliyetleri kalmamıştır.
• Kötülüğü emredip, iyilikten men ederler.
“Münafık olan erkeklerle, münafık olan kadınlar birbirlerine benzerler. Kötülüğü emreder ve iyilikten sakındırırlar ve Allah yolunda harcamaktan ellerini sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu.
Münafıklar fâsıkların tâ kendileridir.” (Tevbe: 67)
Münafık erkekler ve münafık kadınlar bir tek sınıftır. Onlar bir şeyin parçalarının birbirine benzediği gibi nifakta ve imandan uzak olmada birbirinin benzeridirler. Gayeleri kötülüğü yaymak, iyilikten vazgeçirmektir.
• Tanınmaktan şiddetle korkarlar:
“Münafıklar kalplerinde bulunanı onlara haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler. Resulüm! De ki: Siz alay edip durun. Şüphesiz ki Allah o çekinip durduğunuz şeyi açığa çıkaracaktır.” (Tevbe: 64)
Allah-u Teâlâ münafıkları “Bu alçaklığa devam ediniz, yakında göreceksiniz.” beyân-ı ilâhisi ile açık bir şekilde tehdit etmektedir.
• Korkaktırlar.
“Onlar korkak bir topluluktur.” (Tevbe: 56)
Bunun içindir ki, iki yüzlü davranmak suretiyle, müslüman olmadıkları halde müslüman olarak görünmektedirler.
• Müminlerin iyiliğe uğramalarına üzülürler, başlarına bir belâ geldiğine sevinirler.
“Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler.” (Âl-i imran: 120)
Müslümanlar Allah-u Teâlâ’nın yardımıyla güçlenirler, zaferler kazanırlarsa onlar bundan hoşlanmazlar. Bir bozgun ile karşılaşırlarsa, bundan dolayı da son derece sevinç duyarlar. Bu ise düşmanlığın en ileri derecesidir.
“Eğer sabreder Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i imran: 120)
Bütün bunlara karşı müslümanların vazifesi sabır ve takvâdır.
• Müminlere en ileri seviyede kin beslerler.
“Onlar sizinle karşılaştıkları zaman: ‘İnandık!’ derler. Kendi başlarına kaldıkları zaman da, size olan kinlerinden ötürü parmaklarının uçlarını ısırırlar.
De ki: ‘Kininizle geberin!’ Allah kalplerde olanı bilir.” (Âl-i imran: 119)
Eğer müslümanlar Allah-u Teâlâ’ya itaat etmede sabreder ve yasaklarından kaçınmakla iyice korunurlarsa, onların hile ve entrikalarının hiçbir zararını görmezler.
• Yalan yere yemin ederler.
“Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.” (Mücadele: 14)
Burada bile bile yalan yere yemin ettikleri şey, müslüman oldukları iddiâsıdır.
“Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!” (Mücadele: 15)
Son derece şiddetli ve elem verici azap, cehennemin en alt tabakasıdır.
Yaptıkları bu kötü şey; kâfirleri dost edinmeleri, buna karşılık müminleri aldatmaları, onları Allah yolundan çevirmeleridir.
İşte bundan dolayı Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Onlar yeminlerini kalkan edinip Allah’ın yolundan alıkoydular.” (Mücadele: 16)
“Biz de müslümanız!” diyerek bir taraftan kendilerini müslüman gibi göstermeye, diğer taraftan da çıkardıkları fitne ve nifak ile başkalarının İslâm’ı seçmesine engel olmaya çalışırlar. Onların gerçek yüzlerini bilmeyen pek çok kimse yaptıklarının ve söylediklerinin doğru olduğunu zanneder, onlara aldanır, böylelikle Allah yolundan alıkonmuş olurlar.
“Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (Mücadele: 16)
Allah’ın adını ve dinini küçük düşürmeleri karşılığında onlara böyle küçültücü bir azap verilecektir.
• Dinin yalnız bir tarafından tutarlar.
“İnsanlardan kimi de, Allah’a bir yar kenarındaymış gibi kulluk eder.” (Hacc: 11)
Dini samimiyetle kabul etmiş değildir. Dinin bizzat içinde yer almaz. İçten gelerek değil de, belli bir maksat için dindarlık eder. Bir tepenin bir kenarı üzerinde, düşmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmış bir vaziyette bulunuyormuş gibi bir halde, şüphe ve kararsızlık içinde ibadette bulunur.
“Eğer kendisine bir hayır dokunursa buna pek memnun olur.” (Hacc: 11)
Kendisine isabet eden bu iyilikler ile tatmin olur, dini üzerinde sebat eder.
“Başina bir belâ gelirse yüz üstü döner. “ (Hacc: 11)
İrtidat edip dinden çıkar ve eski kâfirlik haline döner. Çünkü onun dini ulvi bir maksada müstenid değildir. Maddi menfaatler uğrunda her türlü mukaddesatı feda edecek bir tıynettedir.
Müslümanlar arasında müslüman görünseler de, kendi emsalleri ve yandaşları yanında imandan eser görülmez.
Artık bu gibi kimseler, hiç şüphe yok ki:
“Dünyayı da ahireti de kaybeder.” (Hacc: 11)
Dünyadaki kaybı inananların kendisine düşmanlık etmeleri, kâfirlerin ona güvenmemeleri; ahiretteki kaybı ise ebedi olarak cehennemde kalması ile ortaya çıkacaktır. Onun için hiçbir sevap yoktur.
“İşte apaçık kayıp budur.” (Hacc: 11)
Bir benzeri daha bulunmayan apaçık bir ziyandır, tam bir sapıklık, çok büyük bir hüsrandır, zarar eden bir ticarettir.
“O, Allah’ı bırakıp da kendisine fayda ve zarar vermeyecek şeylere tapar.” (Hacc: 12)
Yani dininde karar etmeyen kimse bir takım taştan ve ağaçtan yapılmış putlara tapınır ki, tapınan kimseye o put bir fayda veremediği gibi, tapınmayı terk etse bile herhangi bir zarar vermeye gücü yoktur.
Bunun da tek sebebi; istikametten ayrılmak, dalâlete yönelmektir.
“İşte en uzak sapıklık budur.” (Hacc: 12)
Sapıklık içinde sapıklık, zulmet üstüne zulmettir. Artık ondan öteye bir iflas yoktur.
• Kâfirleri dost edinirler.
“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)
Allah-u Teâlâ’nın şeref vermediği kimseler hiçbir şekilde şeref sahibi olamazlar. Şu halde kâfirlerden ve kâfirlerin dostluğundan şeref beklemek ne büyük bir sapmışlıktır.
Allah-u Teâlâ müminlere kâfirleri dost edinmemelerini muhakkak emretmekte, bu emr-i şerif’e uymayanların ise Allah’ın dostluğunu kaybetmekle cezalandırılacağını bildirmektedir:
Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz.” (Âl-i imran: 28)
Allah-u Teâlâ ile hiçbir ilgileri kalmadığı gibi, Allah-u Teâlâ’nın dininde onların hiçbir yeri yoktur. Aradaki bütün bağlar tamamen kesilmiştir.
Gerçekten de onlar kâfirlerle birliktedirler. Hem onları severler, hem de sevgilerini gizlerler.
• Müslümanları aldatmaya çalışırlar.
“İnsanların bir takımları vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık.’ derler. Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir.” (Bakara: 8-9)
Allah-u Teâlâ onların iddiâlarını reddetmektedir. Her ne kadar müslümanları aldatmaya çalışıyorlarsa da, aslında aldanan bizzat kendileridir, en büyük zararı yine kendileri görürler, yaptıklarının vebali kendilerine döner.
Allah-u Teâlâ’nın en çok buğzettiği kimseler bunlardır. Onun içindir ki sapıklık ve kötülüklerini açıklamakta, cahilliklerini tescil etmektedir.
Onların kalpleri nifak ve şüphe ile doludur.
• Fesatçı ifsatçıdırlar.
“Kendilerine: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın!’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler.” (Bakara: 11)
Allah-u Teâlâ onların bu cevaplarını şiddetli bir şekilde reddederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“İyi bilin ki asıl ortalığı ifsat edenler kendileridir. Lâkin anlamazlar.” (Bakara: 12)
Kalplerinden iman nuru silindiği için bunun böyle olduğunu hissedip anlamazlar.
• Müslümanları küçümserler.
“Onlara: ‘Müslümanların inandığı gibi siz de inanın!’ denilince de: ‘Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?’ derler. İyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bunu bilmezler.”(Bakara: 13)
Bunlar kendilerini malumatlı, bilgili zannederler. Nasıl bir cehâlet ve gaflet çukuruna düştüklerinin farkında değildirler.
• Müslümanları alaya alırlar.
“Mü’minlerle karşılaştıkları zaman: ‘İnandık’ derler, elebaşları ile başbaşa kaldıklarında ise: ‘Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz!’ derler. Allah da kendileriyle alay eder, azgınlıklarında onlara mühlet verir, bu yüzden onlar bir müddet başı-boş dolaşırlar.” (Bakara: 14-15)
Bu, onların yaptıklarına karşı, Allah-u Teâlâ’nın verdiği hükümdür.
Diğer vasıflar:
Allah-u Teâlâ çeşitli Âyet-i kerime’lerinde münafıkların özelliklerini beyan buyurmaktadır:
“Onlar ne sizdendir, ne de onlardan.” (Mücadele: 14)
“Ne onlarla olurlar, ne bunlarla olurlar. İkisinin arasında bocalayıp dururlar.” (Nisâ: 143)
“Sizden olmadıkları halde sizinle beraber olduklarına yemin ederler.” (Tevbe: 56)
“Onların kalplerinde sizin korkunuz Allah’ın korkusundan fazladır. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” (Haşr: 13)
“Sen onları derli-toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır.” (Haşr: 14)
“Onlara: ‘Geliniz, Resulullah sizin için mağfiret dilesin!’ denildiği zaman, başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.” (Münâfikun: 5)
“Onlar ‘Allah’ın Peygamber’inin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler!’ diyenlerdir.
Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar bu gerçeği anlamazlar.” (Münâfikun: 7)
“Allah onların kalplerini imandan çevirmiştir.” (Tevbe: 127)
“İnsanlardan öyleleri de vardır ki dünya hayatı hakkında söyledikleri söz senin hoşuna gider. Hatta böyleleri, söylediklerinin kalpten geldiğine (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutarlar. Halbuki o hasımların en yamanıdır.” (Bakara: 204)
“Doğrusu münafıklar Allah’ı aldatmaya kalkışıyorlar. Oysa Allah onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir.” (Nisâ: 142)
“Onlar namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkarlar.” (Nisâ: 142)
“İnsanlara gösteriş yaparlar.” (Nisâ: 142)
“Allah’ı pek az zikrederler.” (Nisâ: 142)
“Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar.” (Bakara: 9)
“Onların kalplerinde hastalık vardır.” (Bakara: 10)
“Onlar korkak bir topluluktur.” (Tevbe: 56)
“Sen onları sözlerinin üslûbundan tanırsın.” (Muhammed: 30)
“Münafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele!” (Nisâ: 138)
•
Ayrıca;
Bakara sûre-i şerif’inin 15. Âyet-i kerime’sinde; Allah-u Teâlâ’nın onlara mühlet verdiği, bu yüzden bir müddet başıboş dolaşacakları,
16. Âyet-i kerime’sinde; hidayet karşısında sapıklığı satın aldıkları, bu alış-verişlerinin kendilerine kâr sağlamadığı, doğru yolu da bulamadıkları,
Tevbe sûre-i şerif’inin 127. Âyet-i kerime’sinde onların gerçeği anlamayan kimseler oldukları,
54. Âyet-i kerime’sinde; sadakaları istemeyerek verdikleri,
69. Âyet-i kerime’sinde; amellerinin dünyada da, âhirette de boşa gittiği, çok büyük ziyana uğradıkları,
84. Âyet-i kerime’sinde; münafıkların cenaze namazının kılınmayacağı,
Haşr sûre-i şerif’inin 16. Âyet-i kerime’sinde durumlarının şeytanın durumu gibi olduğu,
Münafikun sûre-i şerif’inin 1. Âyet-i kerime’sinde; yalancı oldukları,
2. Âyet-i kerime’sinde; yeminlerini kalkan yapıp insanları Allah yolundan saptırdıkları, yaptıklarının çok kötü olduğu,
3. Âyet-i kerime’sinde; önce iman edip sonra inkâr ettikleri, bu yüzden de kalplerinin mühürlendiği,
5. Âyet-i kerime’sinde; büyüklük tasladıkları,
6. Âyet-i kerime’sinde; yoldan çıktıkları, Allah-u Teâlâ’nın onları kesinlikle bağışlamayacağı,
Nisâ sûre-i şerif’inin 60 ve 61. Âyet-i kerime’si ile, Nur sûre-i şerif’inin 48. Âyet-i kerime’sinde; Allah-u Teâlâ’nın ve Resul’ünün hükmüne râzı olmadıkları,
139. Âyet-i kerime’sinde; müminleri bırakıp kâfirleri dost edindikleri,
Mücadele sûre-i şerif’inin 14. Âyet-i kerime’si ile Mâide sûre-i şerif’inin 52. Âyet-i kerime’sinde; “Başımıza bir felâket gelmesinden korkarız.” diyerek yahudilere ve hıristiyanlara yandaşlık ettikleri,
Mücadele sûre-i şerif’inin 19. Âyet-i kerime’sinde şeytanin adamları oldukları,
Muhammed sûre-i şerif’inin 16. Âyet-i kerime’sinde peygamberlerle alay ettikleri, kalplerinin mühürlü olduğu,
28. Âyet-i kerime’sinde; yaptıkları iyiliklerin boşa gideceği,
Âl-i imran sûre-i şerif’inin 161. Âyet-i kerime’sinde; peygamberlere iftira ettikleri,
Ahzab sûre-i şerif’inin 1. ve 48. Âyet-i kerime’lerinde; kâfirlere ve münafıklara uymamanın gerektiği,
Yine Nisâ sûre-i şerif’inin 140. Âyet-i kerime’sinde; Allah-u Teâlâ’nın kâfirleri ve münafıkları cehennemde bir araya getireceği,
145. Âyet-i kerime’sinde; cehennemin en alt tabakasında olacakları,
Tevbe sûre-i şerif’inin 68. Âyet-i kerime’sinde “cehennemde ebedi kalacakları” beyan buyurulmaktadır.