04 Nisan 2016

ALLAH ve RESUL'Ü BİZE YETER!



ALLAH ve RESUL'Ü BİZE YETER!

"Allah Düşmanlarınızı Sizden Çok Daha İyi Bilir. 
Gerçek Bir Dost Olarak da Allah Size Yeter, 
Hakiki Bir Yardımcı Olarak da Allah Size Yeter." 
(Nisâ: 45)

"Allah: 
'Ben ve Peygamberlerim Elbette Galip Geleceğiz!' Diye Yazmıştır." 
(Mücadele: 21)

"Galip Gelecek Olanlar Allah'tan Yana Olanlardır." 
(Mâide: 56)

"Ey Allah'ım! Ancak Sana Teslim Oldum, Sana İman Ettim, Sana Tevekkül Ettim, Sana Yöneldim, 
Ancak Seninle Düşmana Karşı Mücadele Ettim." 
(Hadis-i Şerif)

"Kâfir Azdı. 
Rabb'im! Bu Ateşi Bunların Üstüne Yağdır da Ümmet-i Muhammed'i Affet, Muhafaza Et, Muzaffer Et."
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

ALLAH ve RESUL'Ü BİZE YETER

İsmail Yavuz - Mart 2016
Başyazı - Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s.3-28

Küffar İslâm ülkelerini parçalamakla yetinmiyor, ordularını da dağıtmaya, parçalamaya çalışıyor. Suriye gibi, Irak gibi, Libya gibi bizim de devletimizi ve ordumuzu yok etmek, elinden gelirse bizi bu vatandan çıkartmak istiyor. Ancak Hazret-i Allah bugüne kadar onlara fırsat vermedi, ordumuza ve polisimize muzafferiyet verdi. İnşaallah bundan sonra da böyle olur. Bunun için birlik ve beraberlik içinde olmamız, azmetmemiz, Hazret-i Allah'a yönelmemiz lâzım.

"De ki: 'Allah bizim için ne yazmış, ne takdir etmiş ise, ancak bize o ulaşır. O bizim sahibimizdir. Müminler yalnız Allah'a güvenip bağlansınlar.'" (Tevbe: 51)

"Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter." (Nisâ: 45)

"Şüphesiz ki Allah iman edenleri müdafaa eder. Allah, hâin ve nankör hiç kimseyi sevmez." (Hacc: 38)

Terörün azdığı, harp tehlikesinin kapımıza dayandığı günlerden geçiyoruz.

Küfür ehli tek millet olmuş, elinden gelen düşmanlığı yapıyor. Şüphesiz kalplerinde bundan daha büyüğünü taşıyorlar.

Terör örgütü bütün küffarı, Amerika'yı Rusya'yı arkasına almış şehirleri ateşe vermeye, Türkiye'yi Suriye'ye çevirmeye çalışıyor. İsmi siyasetçi terör destekçileri ise "Rusya'nın yardımı geliyor, dayanın!" diye bunları teşvik etmeye çalışıyor. Bazı yerleşim yerlerinde şehir savaşları yaşanıyor. Bir plan çevirmek için, ortalığı ateşe vermek için büyük bir hazırlık yapmışlar. Ancak askerimiz-polisimiz tepelerine biniyor, pişman ediyor. Şehadet rütbesine ulaşmayı şeref addediyor, vatanın selâmeti için canını ortaya koyuyor.

Görüyorsunuz Rusya bize düşman kesildi, her türlü melâneti yapmaya çalışıyor. Amerika arkasını döndü, artık alenen terör örgütünü destekliyor, silah veriyor.

Dünya üzerinde hiç bu kadar içten ve dıştan kuşatılmış bir ülke yoktur. Çok uyanık olmalı, her türlü tedbiri almalıyız. Küffarın bizi kuşatmaya çalıştığı böyle bir zaman uzun zamandır yaşanmış değildi.

Bu küfür ehli bizden uzak dursun, bize Allah ve Resul'ü yeter. Yeter ki biz O'na dayanalım, O'na güvenelim, yardımı ancak O'ndan bekleyelim. Amerika'dan, şundan bundan değil.

Öz niyetimiz ve imanımız bu olsun. Aynı zamanda birlik ve beraberliğimizi pekiştirelim, fitnelere ve çekişmelere düşmeyelim. Küffarla işbirliği yapan fitne ve terör ehline fırsat vermeyelim.

Biz Allah için olursak, Allah-u Teâlâ'nın yardımı ve desteği de bizim için olur. Allah-u Teâlâ'yı kim mağlup edebilir?

"Allah: "Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz!" diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, yegâne galiptir." (Mücadele: 21)

"Şüphesiz ki bizim ordumuz galip gelecektir." (Sâffât: 173)

"Ey iman edenler! Eğer Allah'a (Allah'ın dinine) yadım ederseniz (sarılırsanız), Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sabit kılar.

Kâfirlere gelince onlar yüzüstü sürünsünler! Allah yaptıklarını boşa çıkarmıştır." (Muhammed: 7-8)

Küffar bize karşı bir olmuş.

Bizim tek dayanağımız ise Hazret-i Allah ve Resul'ü. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Daha büyük bir yardımcı, daha büyük bir kuvvet mi var?

Küfür Tek Millet:

Rusya büyük bir ihtiras ve kinle, kendisine zarar verme pahasına Türkiye aleyhine her hareketi desteliyor. Rusya'dan rahatsız olan Amerika iş Türkiye'ye gelince o da Rusya ile bir olup Türkiye'nin elini tutmaya çalışıyor, Ermenistan, Yunanistan ve Rumlar da düşmanlığını ortaya koyuyor. Yunanistan vurmak için fırsat kolluyor.

Dikkat ederseniz İran da tarihte Osmanlı'ya karşı yaptığı gibi bugün de küffarla işbirliği yapıyor. Rusya ile beraber Irak, Suriye, Lübnan, Yemen her yeri işgal etmeye, nüfuzu altına almaya çalışıyor. Terör örgütü de Türkiye'nin bütün düşmanlarıyla işbirliği yapıyor, onlarla beraber Türkiye'yi yıkmaya, Suriye gibi çökertmeye çalışıyor, kendisini her küffara kullandırtıyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Eğer onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene (Kur'an'a) inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmış fâsıklardır." (Mâide: 81)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde: "Küfrün tek millet olduğunu" haber vermişlerdir.

Nitekim Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdır." (Enfâl: 73)

"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." (Mâide: 51)

Onlar küfür ve sapıklık hususunda bir tek millettir.

Gerek ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanlar, gerek müşrikler ve gerekse müslüman gibi görünerek müslümanlar arasında fitne çıkaran içteki düşman münafıklar hep aynı tıynette ve vasıftadırlar. İslâm dininin ezelî ve ebedî düşmanıdırlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır." (Nisâ: 104)

Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler.

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde müminlerin düşmanının kendi düşmanı, kendi düşmanının da müminlerin düşmanı olduğunu beyan buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine: 1)

Allah-u Teâlâ bu düşmanın içyüzünü ve niyetini de Âyet-i kerime'sinde bize şöyle tanıtıyor:

"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)

Bu ilâhi buyruk, kâfirlerin müslümanlara düşmanlıkta ne kadar ileri gittiklerini, bâtıl inançlarında ne derece katı davrandıklarını, düşmanlıklarının sürekliliğini bildirmekte, müslümanları dinlerinden çeviremedikleri sürece bu savaşlara ara vermeyeceklerini beyan etmektedir. Güçleri yetse, bundan hiç de geri kalmazlar.

Türkiye'nin bugün yaşadığı birçok sıkıntının kaynağında bu küffarı dost bilmek vardır. Gerek Avrupa Birliği adı altında, gerek NATO adı altında küffardan dostluk ve destek ummanın, küffara taviz vermenin çok zararını gördük.

Oysa küffar hiçbir zaman bizim iyiliğimizi istemedi, ve bizi dost görmedi. Zira bu millet her türlü zaaf ve eksiğine ramen tarihten gelen İslâm'ın müdafii ve temsilcisi sıfatını üzerinde taşımaktadır. Küffarın kini de oradan gelir. Küffarın PYD, PKK gibi örgütleri desteklemesinin, bunlardan memnun olmasının sebebi de budur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Ey inananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?" (Nisâ: 144)

Binaenaleyh bu badireleri aşmak için Hazret-i Allah'a ve Resul'üne dayanmamız, Allah ve Resul'üne –sallallahu aleyhi ve sellem- sığınmamız, Allah ve Resul'üne –sallallahu aleyhi ve sellem- güvenmemiz lâzım. Allah ve Resul'ünün desteğini alabilmek için nasıl olmamız gerekiyorsa öyle olmamız lâzım.

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şu duâyı okuduğunu söylemiştir:

"Ey Allah'ım! Ancak sana teslim oldum, sana iman ettim, sana tevekkül ettim, sana yöneldim, ancak seninle düşmana karşı mücadele ettim.

Ey Allah'ım! Beni dalâlete düşürmenden senin izzetine sığınırım. Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Ölmeyen diri ancak sensin, cinler ve insanlar ölürler." (Müslim: 2717)

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Eğer sabreder Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır." (Âl-i imrân: 120)

Hazret-i Allah'ın kuşatması hiçbir kuşatmaya benzemez. Kâfir elbirliği olmuş bizi kuşatmaya çalışıyor, ancak biz Allah'tan korkar ve O'na sığınırsak O da kâfirleri kuşatacağını vâdediyor.

Küffarın Art Niyeti Daha Büyük. Küffar Azdı.

Hazret-i Allah Bunlara da Bırakmayacak, Bunları Yıkacak:

Bombalar patlıyor, masum insanlar ölüyor. Teröristler asker ve polisimizi şehit ediyor, memleketi karıştırmaya çalışıyor. Küffar bütün bunlardan çok memnun oluyor. Küffarın kalbindeki kini, İslâm'ın ve müslümanların aleyhindeki niyeti ve gayesi ise çok daha büyüktür.

"Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz." (Âl-i imran: 118)

Küffar İslâm ülkelerini parçalamakla yetinmiyor, ordularını da dağıtmaya, parçalamaya çalışıyor. Suriye gibi, Irak gibi, Libya gibi bizim de devletimizi ve ordumuzu yok etmek, elinden gelirse bizi bu vatandan çıkartmak istiyor. Ancak Hazret-i Allah bugüne kadar onlara fırsat vermedi, ordumuza ve polisimize muzafferiyet verdi. İnşaallah bundan sonra da böyle olur. Bunun için birlik ve beraberlik içinde olmamız, azmetmemiz, Hazret-i Allah'a yönelmemiz lâzım.

Dikkat ederseniz küffar cepheden yıkamadığı için içeriden karıştırmaya, bölmeye, azim ve kararlılığı yıkmaya çalışıyor. Bir taraftan terör organizasyonlarını, terör örgütlerini destekliyor, diğer taraftan kendi adamlarını kullanarak bu terörü destekleyen bir kamuoyu oluşturmaya, böylece halkımız üzerinde kararsızlık oluşturmaya çalışıyor.

Kalleşçe, haince yapılan bu saldırıları; âlem-i İslâm'ı ve bu güzel vatanı yıkmak, yok etmek için yaptıkları planları Hazret-i Allah bertaraf edecektir.

"Kâfir azdı. Rabb'im bu ateşi bunların üstüne yağdır da Ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et, muzaffer et." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Hani o inkâr edenler, bir zamanlar seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek ya da sürmek için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzaklarını bozuyordu. Allah tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır." (Enfal: 30)

Bu badireleri atlatmak için birlik ve beraberlik içinde olmak, çekişme ve ayrılıklardan sakınmak, ve hepsinden önemlisi Hazret-i Allah'a sığınmak ve dayanmak lâzımdır.

"De ki: "Allah bizim için ne yazmış, ne takdir etmiş ise, ancak bize o ulaşır. O bizim sahibimizdir. Müminler yalnız Allah'a güvenip bağlansınlar." (Tevbe: 51)

"Allah'ım zât'ından başka sahibimiz yok. İçte düşman, dışta düşman. Artık Zât'ına kalmış! Bize merhamet et, bize acı, bizi affet, muhafaza et, muzaffer et! Amin!" (Ömer Öngüt –kuddise sırruh-)

Türkiye'nin bir kuvvet bulmasını hiçbir küffar istemiyor. Amerika, Rusya hepsi bir oldu. Hepsi Türkiye'ye karşı bir ve beraber hareket ediyor. Türkiye'ye ve Türkiye'nin şahsında din-i İslâm'a ihanet eden din ve vatan bölücülerini kullanmak istiyor, kullanıyor.

"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i imrân: 120)

Terör olaylarında bomba patladığı, masum insanlar öldüğü zaman bunların hepsinin sevindiğini görürsünüz. Terör örgütlerine gizli destek verenlerin bugün alenen destek vermeleri bundandır. Dikkat ederseniz Suriye'de bunların yanında Amerikan, Sırp, Alman, Rus vs. birçok hıristiyan milis gelip savaşıyor. Bu kâfirler niye bunların safında savaşıyor? Çünkü bunlar dinsizliği şiar ediniyor ve Kürt milletini İslâm'dan uzaklaştırmak istiyor. Başta Ruslar ve Amerikalılar olmak üzere bütün küffar da kendi inancının icabatını yapıyor, bunlara destek veriyor.

Hal böyle iken kendisine müslüman diyen bir kimse bunlara destek verirse bilsin ki o da küffarın safındadır. Bir müslüman asla bunlara destek vermez.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)


Küffar çok azdı. Ancak bu azgınlık cezasız kalacak değil.

Şüphesiz Allah-u Teâlâ bu azgın kâfirlere çok daha büyüğünü verecek.

"Hazret-i Allah'a karşı, Resulullah –sallallahu aleyhi vesellem-e karşı azdılar. Bu kadar isyan cezasız kalmaz."

"Kâfir azdı ama Cenâb-ı Hakk İsrâ suresi 58. Âyet-i kerime'de yıkacağını buyuruyor. Yıkma zamanı geldi. İlâhî hüküm olmadıkça, hiçbir şey olmaz ama Allah-u alem vakit geldi."

"Bir felâketin-ateşin alâmeti o isterse yerde, isterse gökte, isterse harpte verir, verir. Nice kavimleri yok edi edi ediverdi. Fakat kâfir azdı. Yekvücut oldu. İslâm ayrı, küfür ayrıdır."... (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

Binaenaleyh Hazret-i Allah kâfirlere daha büyüklerini verecek, onu ona onu ona .... derken dünya dümdüz olacak.

Hazret-i Allah bu azgın kâfir ve münafıkların hepsini yıkacak.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri; İsrâ: 58 Âyet-i kerime'sini her vesile ile hatırlatırlar, her milletin başına bir musibet mutlaka isabet edeceğini bu Âyet-i kerime hükmünce duyurmaya çalışırlardı.

Kâfirler ve münafıklar İslâm ülkelerini yıkmaya çalışıyorlar. Hazret-i Allah ise hepsini yıkacağını ve suale çekeceğini beyan buyuruyor, "Ben yıkacağım." diyor:

"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, kitapta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)

Bu kâfirleri; bu münâfıkları; hepsini yıkacak. Bu dünyada yıktığı gibi ahirette de suale çekecek. Hesabını soracak.

"O gün insanlar, yaptıklarının kendilerine gösterilmesi için gruplar halinde (ilâhi divana) çıkarlar.

Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.

Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür." (Zilzâl: 6-8)

Mülk Allah-u Teâlâ'nındır. Dilediği gibi tasarruf eder, dilediğini yapar.

Kâfir ve münâfıklara ruhsat vermesi insanları imtihan etmek ve denemek içindir.

Ruhsat verir, verir. Ancak bir yere kadar. Dilediği an kâfirleri ve plânlarını kahr-u perişan etmekten aciz değildir. Tarih boyunca bu böyle olmuştur. Nice memleketler, nice devletler gelip geçmiştir. Kimisi harp ile kimisi çok şiddetli âfatlar ile yok olup gitmiştir.

"Yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmediler mi? Onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Yeryüzünü kazıp alt-üst etmişler ve onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Allah onlara zulmetmiyordu, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı." (Rûm: 9)

Bu kâfirler de azgınlıkta haddi aştılar.

Fakat bir yere kadar. Onlar İslâm'ı yıkmak istiyorlar. Müslümanların tek ümit kaynağı olan bu memleketi parçalamak, yok etmek istiyorlar.

Ancak Allah-u Teâlâ da onları yıkacak. Allah-u Teâlâ'nın yıkması gibi hiç kimse yıkamaz.

Bu kâfirlere ve münâfıklara kalacak değil.

Küffar bir plan çevriyor. "Bütün dünya bana kalsın!" diye uğraşıyor. Ancak Allah-u Teâlâ onlara bırakmayacak. Harpler ile âfatlar ile bütün dünya dümdüz olacak. Mülkünü müslümanlara bahşedecek. Ancak bu arada çok az insan kalacak. Çok geçmez 30 yıla kadar bunlar cereyan edecek.

Allah-u Teâlâ dünyayı da yıkacak, ahirette de hesaba çekecek. Şüphesiz ahiretteki âkıbet çok daha çetin ve çok daha korkunçtur.

Vay bu kâfirlerin haline! Vay bu münâfıkların haline!

"O gün suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün!

Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ateş kaplar.

Bu, Allah'ın herkese kendi kazandığının karşılığını vermesi içindir. Doğrusu Allah hesabı çabuk görendir." (İbrahim: 49-51)

Allah ve Resul'ü Bize Yeter:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Resulullah Aleyhisselâm'a ancak Zât-ı akdes'inden korkmayı, kâfirlere ve münafıklara itaat etmemeyi emretmiştir:

"Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münâfıklara itaat etme!" (Ahzâb: 1)

Rabb'inden başkasından korkma, O seni yalnız bırakmayacak, eziyetlerini bertaraf edecektir.

Nitekim Âyet-i kerime'sinde Hazret-i Allah kendisine tevekkülü emretmektedir:

"Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. Onların eziyetlerine aldırma!" (Ahzâb: 48)

Bütün işlerinde O'na güven, O'na yönel. O'nun koruduğuna başkası zarar veremez, O'nun vereceği zarardan da başkası koruyamaz.

"Rabb'in vekil olarak yeter." (İsrâ: 65)

Âyet-i kerime'de haber verildiği üzere Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Rabb'ine şöyle sığınmıştı:

"Allah bana yeter, O'ndan başka ilâh yoktur, O'na tevekkül ederim, O büyük arşın sahibidir." (Tevbe: 129)

Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Allah kuluna kâfi değil mi?" (Zümer: 36)

O dilediği kulunu, hususiyetle sevgili Peygamber'ini daima himaye eder, her türlü düşmanlıklardan korur.

Bu vaad-i sübhânî ümmetine de şamildir:

"Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter." (Nisâ: 45)


Allah-u Teâlâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i göz alıcı mucizelerle, kesin delillerle desteklemiş, halkettiği yüce sebepler ve azim hikmetlerle onu korumuştur.

Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Resul'üm! Şüphesiz ki sen bizim hıfz-u himâyemizde, gözetimimiz altındasın." (Tûr: 48)

Zül-celâl vel-kemâl Hazretleri her zaman onun üzerine titrediğini, onu daima koruyup gözettiğini ve takip ettiğini ifade buyuruyor. O'nun bütün sevgilileri böyledir. O ise sevgililer sevgilisidir.

Bir kimsenin bir malı ne kadar kıymetli olursa, onu o derece muhafaza etmeye çalıştığı gibi; Allah-u Teâlâ'nın yarattığı mahlûkatın içinde en kıymetlisi o olduğu için, onu bizzat hıfz-u himayesinde ve tasarruf-u ilâhîyesinde bulunduruyor.

"Allah seni insanlardan korur." (Mâide: 67)

Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'sinde Resul'ünün insanlara Hakk'ı tebliğ etmesine mukabil, onu anlayamadıklarını ve kendisine düşman kesildiklerini, fakat onu bizzat koruduğunu ferman buyuruyor.

"Ey Peygamber! Allah sana da sana tâbi olan müminlere de yeter." (Enfâl: 64)

Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin yüzüsuyu hürmetine, ona tâbi olanları, hem dünyanın tuzaklarından, hem cinlerden, hem de ahirette gelecek tehlikelerden, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini koruduğu gibi koruyacağını haber veriyor.

Yani ona tâbi olanları da Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inden ayırmıyor.


Allah-u Teâlâ Peygamber'ini yüceltmek, ona yapılan yardımın büyüklüğünü göstermek için Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:

"Hiç şüphesiz ki Allah bizzat Peygamber'in dostu ve yardımcısıdır. Cebrâil de, müminlerin sâlih olanları da. Bunların arkasından bütün melekler de ona yardımcıdır." (Tahrim: 4)

Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'ı bizzat kendisi koruduğu gibi, Cebrâil Aleyhisselâm ve mukarreb meleklerle koruyacağını, sâlih kullarının da canı ve malı ile yardımcı olacağını bize duyuruyor.

"Bütün melekler" ibaresinden, her meleğin ondan haberdar olduğu ve onun hakkında emir beklediği ifadesi çıkıyor.

Siz bu Âyet-i kerime'yi inkâr mı ediyorsunuz, iman mı ediyorsunuz? Eğer iman ediyorsanız Allah-u Teâlâ'nın dostuna uymanız gerekir, düşman olmak değil. İman etmiyorsanız küfürde olduğunuzu bilin.

"Onu sizin görmediğiniz askerlerle destekledi." (Tevbe: 40)

Allah-u Teâlâ onu hıfz-u himayesine almış, çepeçevre kuşatmıştır. Cebrâil ve diğer melekleri insanların görmediğini fakat mevcut olduğunu, Resul'ünü onlarla desteklediğini beyan ediyor. Nasıl bir askerle muhafaza ettiğini yalnız O bilir.

Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki Allah iman edenleri müdafaa eder. Allah, hâin ve nankör hiç kimseyi sevmez." (Hacc: 38)

Zafer Allah'ın, Resul'ünün ve inananlarındır.

Bu imanda, bu azimde, bu sabırda, bu kararlılıkta, bu ihlâsta olursak, hiçbir kâfirin hilesi ve düşmanlığı bize zarar veremez.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Resul'üm! Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik." (Fetih: 1)

Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a açık fetih ihsan etmiştir. O'nun verdiği haberler kesin olarak gerçekleşme hususunda, "Meydana gelmiş hadise" gibi sayılacağından, fetihlerin mutlaka gerçekleşeceğini önceden vâdetmiştir. Bu vaad Resulullah Aleyhisselâm'a ve müminlere büyük bir müjdedir.

Ve bu fetihler kıyamete kadar devam edecektir. Bu Âyet-i kerime'de fethin yüceliğini gösteren bir işaret vardır. Ayrıca ileride meydana gelecek birçok fetihler zincirinin başlangıcıdır.

Bu fetihler Resulullah Aleyhisselâm'a Allah-u Teâlâ'nın lütfudur, ihsanıdır, ümmet-i Muhammed'e de ikramıdır.

"Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar ve seni dosdoğru bir yola eriştirir." (Fetih: 2)

Bu ilâhî hitabı yalnız ve yalnız ona bahşetmiştir, başka hiç kimseye böyle bir hitap olmamıştır. Bu ise onun ne kadar sevildiğini, seçildiğini, fazilet ve meziyetini göstermektedir.

"Sana olan nimetini tamamlar ve seni dosdoğru bir yola eriştirir." (Fetih: 2)

Resulullah Aleyhisselâm her hususta hiç kimsenin ulaşmadığı itaat, iyilik ve doğruluk üzeredir. Dünya ve ahirette mutlak olarak insanların en mükemmeli ve efendisidir.

Geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı gibi, nimetini de tamamlıyor. O nimeti ancak Allah-u Teâlâ bilir. Bu şerefe de kimseyi nâil etmemiştir, yalnız Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine mahsus olan bir lütuftur.

"Ve sana kimsenin güç yetiremeyeceği bir şekilde şanlı bir zaferle yardım eder." (Fetih: 3)

Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ'nın ona yardımı anlatılmaktadır.

Böyle iken birçok kimseler bu hakikatten mahrumdurlar.

"Allah dilediğine yardım eder. O Azîz'dir, çok merhametlidir." (Rûm: 5)

O'nun yardımı sebeplere bağlı değil, sebepler O'nun iradesine bağlıdır. Her şey O'ndan gelmekte ve O'na gitmektedir.

Zafer insanların kendi zâtî güçlerinden doğan bir şey olsaydı, istenildiği zaman elde edilirdi. Aynı şekilde yenilgi de insanların zâtî bir zaaflarından dolayı husule gelen bir şey olsaydı, yine düşmanların istedikleri zamanda elde edilen bir şey olurdu. O kime dilerse ona yardım eder. O Azîz'dir, dostlarını da azîz kılar, güçlendirir, kuvvet ve kudretiyle onları takviye eder.

"Bu Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden aslâ caymaz. Amma insanların çoğu bilmezler." (Rûm: 6)

Cehâlet ve dalâletlerinden, tefekkürden mahrumiyetlerinden dolayı Allah-u Teâlâ'nın vaadinin kıymetini ve kesinliğini takdir edemezler. O'nun verdiği sağlam sözünün bozulması mümkün değildir.


İnsanların yoldan saptıkları, Allah'ın dinini bozup değiştirdikleri, küfür ve şirkin her tarafı kapladığı karanlık bir asırda Hazret-i Allah ahir son peygamberi Muhammed Aleyhisselâm'ı gönderdi.

"(Ey Peygamber! Biz seni) Allah'ın izniyle Allah'a çağıran ve nur saçan bir kandil olarak (gönderdik)." (Ahzâb: 46)

Dünya onun nuru ile aydınlandı. Küfür karanlığı iman nuru ile kayboldu. Dünya küfür ve şirk batağından iman hakikatine inkılap etti. İman ile küfür ayrıldı. Murdar ve pis olan küfür, iman ve İslâm ile temizlendi.

Hakikati bulan, iman ile aydınlanan Ashab-ı kiram ve onları takip eden hakiki müslümanlar iman nimetinin icabını yerine getirmek için üstün bir gayret sarfettiler, tekrar küfrün murdar çukuruna düşmekten nefret ettiler.

"Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır." (Tevbe: 95)

Küfrü ve kâfirleri hoş görmediler. Küfür ehliyle cihad ettiler. İslâm nurunu bütün dünyaya yaymak için mallarını canlarını feda ettiler.

"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları ahde sadakat gösterirler, onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu dâveti beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 23)

"İşte onlar Rabb'leri yolunda olanlardır." (Bakara: 5)

İlâhi lütfa mazhar olanlar emr-i ilâhiye riayet ederlerdi. Harbe çıkarken niyetleri hâlis idi. Gayeleri küffârı silip nuru yaymak idi. Allah-u Teâlâ'ya niyazla, Resulullah Aleyhisselâm'a salât-ü selâmla, zamanın velileri ile istişare yapmakla müminlerin duâlarını alırlardı.

Allah'ın Ordusu'nun Önünde Kimse Duramaz:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki bizim ordumuz galip gelecektir." (Sâffât: 173)

Allah-u Teâlâ'nın görünen ordularının yanında görünmeyen orduları vardır.

"Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır." (Fetih: 4 ve 7)

Gökleri ve yeri tutan, yukarıda ve aşağıda var olan bütün kuvvetler, âlemin bütün orduları O'nundur. Bu ordular sayılamayacak kadar çoktur. Dilediğine dilediği gibi yardım eder, dilediği şekilde işlerini idare eder.

Ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı tam bir teslimiyetle iman ettiler. Allah-u Teâlâ'nın desteği ile kısa zamanda çok büyük bir devlet, çok büyük bir medeniyet kurdular. Hiçbir ordu karşılarında duramadı.

Benzer bir şahlanış Osmanlı devrinde yaşandı. Tam bir teslimiyetle Allah'a ve Resul'üne iman eden, gayesi Allah yolunda cihad ve gazilik olan atalarımız büyük bir medeniyetin ve devletin kurucusu oldular. Haçlı ordularını tarumar ettiler, hiçbir ordu karşılarında duramadı.

Allah'ın Resul'ü Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Ashâb-ı kiram'ı -radiyallahu anhüm- öyle kimselerdi ki bir harp öncesi kendileri ile istişare ettiklerinde ona şöyle cevap vermişlerdi:

"Yâ Resulellah! Allah sana ne emrettiyse yerine getir. Bize denizi geçelim desen, seninle birlikte geçeriz. Dünyanın öbür ucuna gidelim desen, seninle beraber gideriz.

Kavminin Musa Aleyhisselâm'a dediği gibi 'Sen ve Rabb'in varın savaşın, biz burada oturacağız.' demeyiz. Fakat biz deriz ki 'Sen dilediğin yere git, seninle beraber olacağız.'"

Kıyamete kadar bu yolda, bu uğurda canını, malını verecek kimseler bulunacak ve bu dinin yükselmesi, yücelmesi, inkişafı için çalışacaklardır.

Binaenaleyh İslâm medeniyeti az zamanda süratle inkişaf etmiş ve tekâmül etmiştir. O mübarek peygamberin yolunu takip eden Ashâb-ı kiram, Tabiin ve daha sonraki devirlerde yaşayan müminler din-i İslâm'ı en güzel şekilde yaşamışlar, en mükemmel eserler vermişlerdir.

İslâm dini insanın mânevi huzurunu temin edip, sosyal adaleti tesis edip, cemiyetin temelini sağlamlaştırıp, fuhuş ve ahlâksızlığı kaldırıp, insanın inkişaf ve kemâliyetine önem verir ve böylece maddi ve mânevi yükselmiş insanlar cemiyeti kurar. Bunun ötesinde ahiret âleminde inanan bu insanları bekleyen mânevi lezzetler vardır.

Devletin başına gelen müslüman iyi âmirler ve onlara itaat eden müslümanlar beraberce birçok fethin fatihleri oldular. Bu ise sırf Allah rızâsı ve adaletin tesisi için idi. Asıl gaye İslâm'ın yayılması, küfrün ortadan kalkmasıdır.

Gerçekten iman sahibi olan bu iyi âmirler Allah-u Teâlâ'ya sığınmışlar, Allah-u Teâlâ'ya dayanarak ve O'na yönelerek iş ve icraatlarda bulunmuşlardır.

Allah-u Teâlâ'ya öyle bağlıydılar ki, öyle teslim olmuşlardı ki, şecaat ve adalet gibi bütün faziletlerin numunesi oldular.

Zira onlar:

"Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz.

Şüphesiz ki Allah ihsan erbâbı ile beraberdir." (Ankebut: 69)

Âyet-i kerime'sine gönülden iman etmişlerdi.

Allah-u Teâlâ'nın sözü Kelimetullah'ın daha yüce olması, küfür ve azgınlığın durdurulması, fitne ve fesadın önlenmesi, İslâmiyet'in dimdik ayakta durması için O'nun yolunda her türlü fedakârlığa katlanmışlar; bütün dünyayı karşılarına almak pahasına da olsa, gizli ve aleni olan din düşmanlarına karşı cihada atılmışlardı.

Azim ve gayretleri nispetinde Allah-u Teâlâ onların yollarını açtı. Karşılarına çıkan bütün engelleri kaldırdı. Fisebilillah yaptıkları cihad karşılığında hidayetlerini artırdı, imanlarını kemâlleştirdi. Onlara destek vererek önlerine çıkan düşmanlara karşı galip getirdi. Karşılarında hiç kimse duramıyordu.

Onları dünyada nusret, muvaffakiyet ve muzafferiyetlere nâil kıldığı gibi; âhiret âleminde de uhrevî nimetlere kavuşturacağını, mükâfatların en büyüğüne erdireceğini vaad buyurdu.

Allah yolunda mücahede edenleri öven, onların hidayet üzerinde bulunduğunu ve sebat ettiğini metheden bu Âyet-i kerime'de; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, onun Ashâb-ı kiram'ı ve kıyamet gününe kadar ona tâbi olan müminler kastedilmektedir.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"İslâmiyet daima âlî ve galiptir, mağlup olmaz." (Münâvî)

Bu galibiyet onlara Allah-u Teâlâ'ya dayandıklarından, O'na sığınıp O'na yöneldiklerinden ötürü bahşedilmiştir. Allah-u Teâlâ onları lütfuyla desteklemiştir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Müminlere yardım etmek üzerimize hak olmuştur." (Rûm: 47)

O'nun desteklediği herhangi bir kimse, herhangi bir devlet hiçbir zaman mağlup olmaz.

Nitekim Osmanlı hükümdarlarının hayatlarına dikkat edildiği zaman, Allah yolunda nasıl mücadele ettiklerini görmüş oluruz. Bu iman aşkı ile canlarını ve mallarını Allah uğrunda seve seve verdiler. Kendi hayatlarını hiçe saydılar, vatanın ve ordunun selâmetini düşündüler. Böylece şan ve şerefleri bütün dünyaya yayıldı. Gittikleri yerlere adalet götürdüler, huzur ve saâdeti, barışı yaydılar. Emri altındaki bir kâfire dahi, bir müslümana gösterdikleri ihtimamın aynısını gösterdiler.

Bu eşsiz adaleti ve apaçık hakikati gören nice gayr-i müslimler hidayete nâil oldular. Kâfir dahi olsa, beşeriyet hâlâ onları saygıyla, hayranlıkla anmaktadır.

Atalarımız Hazret-i Allah'ın Desteği İle Cihad Ettiler:

Şerefli tarihimize bakıldığında birçok güzide komutan ve idareci nasıl hareket etti, Hazret-i Allah'a nasıl sığındı? Bunları unutmamak lâzımdır.

Osmanlı padişahlarına, kumandanlarına dikkat edin; Allah-u Teâlâ'ya nasıl yalvardılar, nasıl secdelere kapandılar? Az bir kuvvetle çok büyük kuvvetleri nasıl yok ettiler?

Bunlar Allah-u Teâlâ'nın lütuf desteği ile oldu.

Hazret-i Allah Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları azaplandırsın, onları rüsvay etsin, size onlara karşı zafer versin, müminlerin gönüllerini ferahlandırsın." (Tevbe: 14)

İşte bu sebepledir ki cihadı farz kılmıştır. Canı ile malı ile düşmana karşı Allah yolunda savaşmak müminlerin vazifesidir. Onlara yardım edip muvaffak olmalarını sağlamayı, düşmanlarını defedip tesirsiz bir hâle getirmeyi üzerine almıştır. Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eder. Kâinattaki akıllara durgunluk veren muhteşem denge ve düzen O'nun adaletinin eseridir. Adaletli olan müminleri sever, mütecâvizleri durdurur ve cezalandırır.

Bütün bunlar O'nun değişmez kanunudur. İnsanlık âlemi için lütuf ve kereminden başka bir şey değildir. Tarihte görülen galibiyet ve mağlubiyetler de bunun açık bir delilidir.

Şüphesiz ki tâ Âdem Aleyhisselâm'dan beri hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, hayır ile şer... yeryüzünde devamlı var olmuş, inananlarla inanmayanlar arasındaki mücadele sürüp gitmiştir. Bu hususta Kur'an-ı kerim'de birçok Âyet-i kerime'ler mevcuttur.

Allah-u Teâlâ cihadı takdir buyurmasa idi, dalâlet ehli sapıklıklarını sürdürürler, kendi zamanlarındaki muhtelif milletler üzerine saldırırlar, yurtlarını istilâ ederler, mâbedlerini harap edip dururlardı.

Allah-u Teâlâ inanan kullarına savaşsız da yardım etmeye kâdirdir. Şu kadar var ki kulları ne derece kendisine itaat edecek diye denemek ister.

Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Eğer Allah dileseydi onlardan intikam alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek ister." (Muhammed: 4)

Kim Allah'ın dinine sarılıp yardım ederse, Allah da elbette dalâlet ehline karşı onlara yardım eder. Müminler her zaman için ilâhî desteğe mazhardırlar.

"Allah öyle bir Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." (Teğabün: 13)

Allah'tan Yana Olanlar Galiptir:

Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'lerinde Allah'tan yana olanların galip geleceğini haber veriyor:

"Gönderilen peygamber kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti:

Mutlaka kendilerine yardım edilecektir.

Şüphesiz ki bizim ordumuz galip gelecektir." (Sâffât: 171-173)

"Allah: "Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz!" diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, yegâne galiptir." (Mücadele: 21)

"Kim Allah'ı, onun Peygamber'ini ve müminleri dost edinirse, bilsin ki galip gelecek olanlar Allah'tan yana olanlardır." (Mâide: 56)

Bu Cenâb-ı Hakk'ın vaad-i Sübhanisi'dir. O'nun vaadi haktır ve gerçektir.

Tarih boyunca bu böyle olmuştur, ve böyle de olacaktır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tek başına tebliğe başlamış, türlü işkence ve eziyetlere maruz kalmıştı. Oysa sadece yirmi sene sonra bütün Arabistan İslâm sancağı altında toplanmıştı.

"Resul'üm! Allah'ın yardımı ve zafer günü geldiğinde,

Ve insanların akın akın dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde,

Hemen Rabb'ine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri daima kabul edendir." (Nasr: 1-3)

Allah-u Teâlâ'nın Nemrud'un Plânını Boşa Çıkartması;

İbrahim Aleyhisselâm'ın Teslimiyeti:

Allah-u Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm'ı ateşte yakmaya çalışan Nemrud'un planlarını boşa çıkartması, bu kibir abidesi kralı bir sivrisinekle helâk etmesi ne ibrete şayan bir hadesidir!

İbrahim Aleyhisselâm'ın Hazret-i Allah'a olan tevekkülü de asırlar boyu müslümanlar için müstesna bir numune olmuştur.

Devrin en büyük devletlerinden birisinin hükümdarı olan Nemrut ve avanesi bugün Urfa'da Balıklı Göl olarak bilinen yere büyük bir ateş yaktılar. Ateş o kadar büyüktü ki, yanına yaklaşmak mümkün olmadığı için İbrahim Aleyhisselâm'ı mancınıkla ateşin içine attılar. Ancak Allah-u Teâlâ kendisine sığınan ve tevekkül eden kulu İbrahim Aleyhisselâm'ın düştüğü ateşin ortasını gül bahçesine çevirdi. Selâmetle oraya indirdi.

Allah-u Teâlâ'nın Halil'ini ateşe doğru fırlattıklarında Cebrâil Aleyhisselâm gelerek: "Ey İbrahim bir ihtiyacın var mı?" diye sordu. "Hayır!.." diye cevap verdi. "Allah'tan bir dileğin varsa söyle bildireyim!.." dediğinde:

"O'nun benim hâlimi bilmesi bana yeter!" buyurdu.

Çünkü o Hakk ile beraberdi, kalbi Rabb'ine karşı iman ve güvenle dolu idi.

Her zamanki mütevekkil haliyle:

"Allah bana kâfi, O ne güzel Vekil'dir." virdine devam ediyordu. Ne iman, ne teslimiyet!..

Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himâyesinde tasarruf-u ilâhîsinde olduğu için, ateş sadece elini kolunu bağladıkları ipleri yaktı, onun dışında hiçbir zarar vermedi.

Çünkü o anda ateşe Allah-u Teâlâ'nın şu ilâhî emri gelmişti:

"Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve selâmet ol!" (Enbiyâ: 69)

Ateş hakkında ilâhî irade tecellî etti, yakıcı tesirini kaybedip zarar veremez hâle geldi. Ateşe "Yakıcı ol!" emrini veren Zât-ı Kibriyâ, şimdi de ona: "Serin ve selâmet ol!" emrini vermişti.

Nemrud da burnundan giren bir sineğin verdiği rahatsızlıkla kafasını duvarlara vura vura, başına tokmakla vurdura vurdura helâk olup gitti.

Allah-u Teâlâ dilerse bir sinek ile, dilerse büyük bir felâket ile bir anda hepsini yok etmeye kadirdir. O'nun her şeye gücü yeter.

İbrahim Aleyhisselâm'ın ve onunla beraber olanların Âyet-i kerime'de beyan olunan duâları kıyamete kadar darda kalacak müminlerin de duâsıdır:

"Ey Rabb'imiz! Sana dayandık, sana yöneldik, dönüş sanadır. Ey Rabb'imiz! Bizi inkâr edenler için bir imtihan yapma, bizi bağışla. Ey Rabb'imiz! Yegâne galip, hüküm ve hikmet sahibi ancak sensin!" (Mümtehine: 4-5)


Allah-u Teâlâ'nın Ordusu'nun Ebrehe'nin Ordusunu Yerle Bir Etmesi:

Yemen'e hakim olan Habeş valisi Ebrehe, Arapları Kâbe-i muazzama ziyaretinden vazgeçirmek için Sana'da büyük bir kilise yaptırmış ve orasını Araplar için hacc yeri olarak ilân etmişti. Fakat buna muvaffak olamadı. Çünkü Araplar bu kiliseye hiç iltifat etmedikleri gibi, hakaretler ettiler, gizlice adam salarak içini kirlettiler.

Ebrehe bunun üzerine Kâbe'yi ortadan kaldırmaya karar verdi. Hazırladığı bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü. Ordunun önünde Mahmud adlı büyük bir fil, bir kaç tane de eğitilmiş fil bulunuyordu. Haberi alan Araplar yer yer karşı durmak istedilerse de dayanamadılar.

Ebrehe Mekke yakınlarında karargâh kurup, Kureyşlilerin mallarını yağma ettirdi. Yağma edilen mallar arasında Resulullah Aleyhisselâm'ın dedesi Abdulmuttalib'in develeri de bulunuyordu. Mekke'nin lideri durumunda bulunan Abdulmuttalip, Ebrehe ile görüşerek gasbedilen malların geri verilmesini söyledi. Ebrehe'nin bu durum pek tuhafına gitti. "Ben Kâbe'yi yıkmaya gelmişken, sen develerinin derdindesin!" dedi. O ise şöyle cevap verdi "Ben ancak develerin sahibiyim, Kâbe'nin elbet bir sahibi var, onu O korur."

Bunun üzerine Ebrehe develeri iâde etti. Abdulmuttalip dönüşte halkın şehri terketmelerini söyledi.

Ebrehe Kâbe'yi yıkmak için ordusunu ve filini, gösterdiği yöne tevcih etti. Ancak önde yürüttüğü büyük fil olduğu yere çöküp hareket etmedi. Başka yöne çevrilince gidiyor, Mekke'ye doğru çevrilince çöküyordu. Ayağa kaldırmak için ne kadar zorladılarsa da başaramadılar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Kasvâ adlı devesi Mekke yakınlarında çökünce "Kasvâ'ya, file mâni olan mâni oldu" buyurmuşlardı.

Sonra Allah-u Teâlâ'nın ezeli iradesi tahakkuk etti, üzerlerine deniz tarafından kırlangıca benzer bölük bölük kuşlar sevketti. Ebâbil adındaki bu kuşlar biri gagasında ikisi ayakları arasında olmak üzere üçer taş taşıyordu. Sürüler halinde Ebrehe'nin ordusunu yukarıdan kuşatıp attıkları taşlarla ölüm yağmuruna tuttular. Çok geçmeden altmış bin kişilik ordu delik-deşik olup mahvoldu. Ebrehe canını zor kurtarıp Yemen'e döndü ise de, parça parça olan etleri çürüyerek ölmüştür. Mekke'den Yemen'e kadar bütün yollar, ilâhî azaptan kaçmaya çalışan Habeşliler'in cesetleriyle doldu.

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde Ebrehe ve ordusunun başına gelenleri şöyle haber vermektedir:

"Resul'üm! Görmedin mi Allah (Kâbe'yi yıkmaya gelen) fil sahiplerine ne yaptı? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?" (Fil suresi: 1-2)

Tabiatıyla bu bir ilâhî cezadır ki, tuğyan eden bir kavmi yok etmiş, düzenlerini boşa çıkarmış, insanların emniyet yeri olan Beyt'i muhafaza etmiştir.

"Üzerlerine sert taşlar atan sürü sürü Ebabil kuşları gönderdi. Sonunda onları yenilmiş ekin gibi paramparça yaptı." (Fil suresi: 3-4-5)

Bu kuşlar daha önce hiç görülmedikleri gibi, daha sonra da hiç görülmemişlerdir.

Allah-u Teâlâ onlara bu cezayı vermekle kalmamış, İran'lıları onlara musallat kılmıştır.

Bu kıssa ile önce Mekke'li müşrikler uyarılmakta, sonra da kıyamete kadar Hakk'a ve hakikata saldıranların âkibetlerinin de buna benzer olacağı haber verilmektedir.

Allah-u Teâlâ Bu Gemiyi Batırmayacak:

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hayat-ı saadetlerinde bu tehlikeli günleri; ahir-son zamanda yaşanacak harp ve harabiyat günlerinin çok yaklaştığını haber vermişler;, tedbirli olunmasını tavsiye etmişlerdi. Aynı zamanda Ümmet-i Muhammed'in ve bu vatanın selâmeti için her daim dualarını eksik etmemişler, manevî desteklerini izhar etmişlerdi.

Ocak ayında yayınlanan 268. sayımızda bu manevî destek ve tebşiratlarını; ümmet-i Muhammed'in affı, vatanın muhafazası, ordumuzun muzafferiyeti için yaptıkları dualarını duyurmaya, bu manevî destekten haberdar etmeye çalıştık.

Dikkat ederseniz gerek iç düşman, gerek dış düşman yıkmaya çalışıyor, ancak yıkamıyor. Bunun sebebi işte bu manevî destektir.

"Hazret-i Allah'ın Türkiye'ye bir nazarı bir lütfu var; onun hürmetine Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak. Her ne kadar batırmak istedilerse de Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak, yüzdürecek." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

Bu Zât-ı âli'nin ve maneviyat ehlinin vatanımızın muhafazası için yaptıkları duâlar; ecdadımızın aziz hatırası ve Allah yolundaki mücadele ve mücahede ederken bu vatanı Allah'a emanet etmelerinin bereketi hürmetine memleketimiz ayakta duruyor. Ancak Allah ve Resul'ünde ittifak tesis edilemediği için başımız badirelerden de kurtulmuyor.

Gaye; iman ve vatan olmalıdır. İnsan Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a dayanırsa Allah-u Teâlâ destekler, yol gösterir, muhafaza buyurur. Nefsine, putuna dayanırsa desteğini çeker, onu kendi başına bırakır.

Bize iman lâzım, vatan lâzım... Allah yolunda mücadele, mücâhede lâzım.

Bu arada elbet bize de ateş dokunacak. Nitekim görüyorsunuz her gün şehit haberleri geliyor. Küffar karşımıza çıkmaktan çekindiği, korktuğu için maşalarını kullanıyor, memleketimizde fitne ve karışıklık çıkartmaya, terör yapmaya çalışıyor. Kalleşçe, sinsice saldırıyor. Ankara'da, İstanbul'da her yerde bombalar patlatmaya masum insanları öldürmeye çalışıyor.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde şöyle buyuruyor:

"Ey müminler! Gevşemeyin, üzülmeyin. Gerçekten inanıyorsanız, mutlaka en üstünsünüzdür.

Eğer size (Uhud'da) bir yara dokundu ise o kâfirler topluluğuna da (Bedir'de) benzeri bir yara dokunmuştu.

Biz o sevinçli ve kederli günleri insanlar arasında bazen lehe bazen aleyhe döndürür dururuz.

Bu da Allah'ın ihlâslı ve azimli müminleri ayırd etmesi, içinizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp arıtması ve kâfirleri mahvetmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.

Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenlerle etmeyenleri, sebat edenlerle etmeyenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sanıyorsunuz?" (Âl-i imrân: 139-140-141-142)

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri:

"Devletin ittifaktan, devletsizliğin nifaktan olduğunu belirtiyoruz. Zira devletsiz olunca dinini yaşayamıyorsun. Dinimizde, devletimizde bir ve beraber olalım. Her tarafımızı düşman kaplamış, ittifaksızlık sebebiyle devleti kaybedersek, küffarın idaresinin altına girersek durum ne olur? Allah'ımız muhafaza buyursun." buyuruyorlar.

Binaenaleyh; kavmiyetçilik davası güden, İslâm'ı bu davasının önünde engel gördüğü için İslâm ahkâmını kaldırmaya çalışan, öldüren, silahlı tehditle ideolojisini yerleştirmeye çalışan bir fitnenin ayyuka çıkmasının en büyük sebebi milletin dinden uzaklaşmasıdır. Aksi halde hem dini imanı olmayan, hem masum insanları katleden canilerin peşinden gidilmezdi. Onlara da bunca taviz verilmezdi. Bu güzide emaneti, vatanı bölmek için uğraşan dağ eşkıyaları, çocuk katilleri, çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden insan hayatını söndürüyorlar. Cinayet işlemek, katliam yapmak haramdır, kıyamet alâmetlerindendir.


Zât-ı âlileri harp afatının ve sıkıntılarının memleketimize de sirayet edeceğini haber vermişler ancak memleketimiz için hem iç, hem dış tehlikelere karşı devletin birliği, dirliği ve bekası için niyaz etmişler;

"Yâ Rabb'i! Bu devlete zevâl verme!" buyurmuşlardı.

Aynı zamanda bu vatan gemisinin batmayacağını, Allah'ın izni ve lütfuyla bu badireleri atlatacağını haber vermişlerdi:

"Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak.

Bunun sebebi Resulullah Aleyhisselâm'ı iki defa Türk kıyafetiyle gördüm. Anladım ki Allah-u Teâlâ'nın Türkiye'ye bir nazarı, bir lütfu var.

Onun hürmetine Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak. Her ne kadar batırmak istedilerse de bu gemiyi batırmayacak, gene yüzdürecek. Denizaltı batıyor, ama dilediği zaman çıkarıyor.

Onun için biz bunlarla çok meşgul olmak zorundayız. Bir tabir var: Ordu kumandanı ordudan mesul, nefer ise bir kendinden mesul."

"O gün hep İslâm'a vermiş. Çünkü o gün O'na yalvaran, O'na sığınan İslâm vardı. Samimi bir İslâm. İslâm'dan sonra Cenâb-ı Hakk Resulullah Efendimiz'in yolunda gidenlerden sonra onlara verdiği için o yolda devam ettiler, muzafferiyet de devam etmiş. Ümidimizi kesmeyeceğiz. Çünkü Resulullah Aleyhisselâm'ı iki defa Türk kıyafetinde gördüm. Bu bana yeter."

"Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri o zaman İslâm'a ruhsat vermiş. Ve bakıyorum ki, hep Hazret-i Allah'ın sevgililerini yanlarına almışlar. Hazret-i Allah'a onların vasıtasıyla yalvarmışlar ve kazanılmayacak zaferleri kazanmışlar. Yani bu zaferin ilâhi bir lütuf olduğu belli. Birincisi ruhsatı onlara veriyor. Dilediğine veriyor, dilediğinden alıyor. O zaman yâ Rabb'i! Senin lütfun, ihsanın, ikramın vardı, bugün de olsun. Çünkü bugün İslâm âlemi dağınık. Bunun da müsebbibi dinden ayrılmalar oldu. Fakat O nasıl murat ederse öyle olur. O zaman İslâm'a hüküm vermiş, şimdi küffara hüküm veriyor. Fakat O'nun iradesi, gücü dilediğindedir. Onun için Allah'ım bizi mahrum etme. Bize yardım et, bizi muzaffer et.

Bunu okurken bu iki şey aklıma geldi. "Biz nöbetleşe, nöbetleşe veririz."

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"De ki: "Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin." (Âl-i imrân: 26)"

"Birçok Osmanlı Padişahı sırf Allah için cihada çıktı, vatanı ve milleti Allah'a emanet etti öylece yola çıktı. Allah-u Teâlâ o emaneti kabul etti. Bizler hâlâ o emanet sayesinde ayaktayız, ilâhî yardım ve destek altındayız. Bütün kabahatlerimize rağmen bu memleket bu sayede ayakta duruyor.

Böyle bir zamana geldik ama Rabb'imiz kimin yüzü suyu hürmetine koruyor ise koruyor. Rabb'im korusun."

"Hazret-i Allah veli kulları sayesinde bu milleti, bu devleti dilediği kadar muhafaza ediyor. İyi kötü, iyi kötü bu veliler sayesinde yürütüyor. Velilerin sonu kesildiği zaman ateş başlar. Öyle bir ateş ki, gide gide Mehdi Aleyhisselâm, İsa Aleyhisselâm'a kadar gider. Deccal çıkar, Çinliler (Ye'cüc, Me'cüc) çıkar. Bu ateşi velileri sayesinde kaldırıyor, çünkü onların yüzü suyu hürmetine indireceği azaptan vazgeçiyor."

"Çadırın direği dururken herkes rahat. Fakat çadırın direği yıkılırsa ne olur bilmiyorum, o zaman her şeyi bekleyin. Allah-u Teâlâ o direkle murad ettiğini tutar. Amma direği alırsa kimi tutar?"


Binaenaleyh onların bu ali himmet ve tasarrufları elan devam etmektedir. Zira:

"Kınından çıkmış kılıç gibi olacak." buyurulduğu için o ilâhî yardım Allah'ın izniyle devam edecektir.


Allah'ın Yardımı ve Peygamberî Müjde:

"Nice az bir topluluk Allah'ın izniyle pek çok topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir."(Bakara: 249)

Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-in rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelir ki, insanlardan bir topluluk savaşır. Onlara: 'İçinizde Peygamber Aleyhisselâm'ı gören kişi var mıdır?' diye sorulunca: 'Evet vardır!' diye cevap verilir. Nihayet ordu içindeki Sâhâbî'ye hürmeten zafer verilir.

Sonra bir zaman daha gelir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah Aleyhisselâm'ın Ashâb'ını gören kişi var mıdır?' diye sorulur. 'Evet vardır!' diye cevap verilir ve zafer müyesser olur.

Sonra bir zaman daha gelir, yine harp edilir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah'ın Ashâb'ını görenleri gören var mı?' diye sorulur. Bu defa da: 'Evet vardır!' denilir. Yine fetih müyesser olur." (Buharî. Tecrid-i sarih. 1223)

Bu Hadis-i şerif onun en açık mucizelerinden birisidir, buyurduğu gibi öylece tahakkuk etmiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bu ifşaatı bugün için de geçerlidir. Bu beyanın izahı şu Hadis-i şerif'tedir:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri'ne öğüt ve nasihatte bulunurken, kurtuluşa erişebilmesi için ona âhir zamanda gelecek olan bu topluluğa uymasını tavsiye etmiş ve onların kimler olduklarını açıkça ifşâ ederek şöyle buyurmuştu:

"Ey Ebu Hüreyre! Sen, insanlar çekindikleri zaman çekinmeyen, insanlar ateşten emin olmak istediklerinde korku duymayan topluluğun yolu üzerinde bulun!"

Ebu Hüreyre -radiyallâhu anh- dedi ki:

"Yâ Resulellah! Onların vasfını bana anlat ki onları tanıyayım!"

Buyurdu ki:

"Onlar benim ümmetimden, âhir zamanda gelecek bir topluluktur ki; kıyamet gününde, tıpkı peygamberlerin haşrolunduğu gibi haşrolunacaklardır. İnsanlar, durumları gösterilip de onları gördükleri zaman, onların peygamberler olduklarını sanacaklar. Tâ ki ben; 'Ümmetimdir, ümmetimdir!..' deyip de kendilerini tanıtıncaya kadar... Nihayet halk onların peygamber olmadıklarını anlayacak. Şimşek ve rüzgâr misâli geçip gidecekler, nurlarından mahşer ehlinin gözleri kamaşacak!"

Dedim ki; "Yâ Resulellah! O hâlde bana onların yaptıklarına dâir bir misal ver de, ben de onlara katılayım!"

Buyurdu ki:

"Ey Ebu Hüreyre! Bu topluluk, zor ve güç bir yola girerek peygamberlerin derecesine kavuşurlar. Allah kendilerini doyurduktan sonra açlığı, giydirdikten sonra çıplaklığı, içirdikten sonra susuzluğu tercih ederler; Allah'ın katındakine ümitlerini bağlayıp bunları terkederler. Hesabından korku duyarak helâli dahi bırakırlar. Dünyaya sadece bedenleri ile ilgi gösterirler, onun herhangi bir şeyiyle iştigâl de etmezler.

Onların Rabb'lerine olan itaatleri karşısında, melekler ve peygamberler dahi hayrete düşer. Ne mutlu onlara, ne mutlu onlara! Allah'ın, onlarla benim aramı birleştirmesini ne kadar çok isterdim!"

Sonra Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onlara duyduğu iştiyaktan dolayı ağladı ve daha sonra şöyle buyurdu:

"Allah yer ehline azap etmeyi murad ettiğinde onlara nazar eder de, azâbı derhâl onlardan geri çevirir. Onun için ey Ebu Hüreyre, sen onların yolu üzerinde bulun! Onların yoluna karşı gelen, vereceği hesâbın şiddetinden tir tir titreyecektir!" ("el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî"; Hâlet Ef. no.: 198/2 486a)

İslâm Dini, Birliği Emreder:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde müslümanlara şöyle hitap ediyor:

"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider. Sabredin! Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfâl: 46)

Bu Âyet-i kerime müslümanların kendi arasındaki çekişmenin doğuracağı zaaf ve zarara işaret ediyor.

Müslümanların kendi arasındaki çekişmenin zararı bu olursa dinde ve vatanda bölücülük yapanların zararı nasıl olur? Nitekim yakın zamanda gerek PKK'nın gerekse müslüman görünüp küffarla işbirliği yapan din bölücülerinin vatana verdiği zararlar ortadadır.

Bu kadar iç ve dış düşman varken bir de birbimizle çekişirsek halimiz ne olur?

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Müminler kardeştirler." (Hucurât: 10)

Ey müslüman kardeşler!

Müminler kardeştirler. Biri diğerini candan sever ve sayar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde;

"Bir mü'min, diğer mü'min kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir; birbirinden kuvvet alır." buyuruyorlar. (Münâvi)

Müslüman din kardeşi için her türlü iyiliğe koşar, aslâ onun için kötülük düşünmez, kötülüğüne çalışamaz.

İman sahipleri için şu Hadis-i şerif kâfidir.

"Bir kimse kendisi için arzu ettiği ecir ve sevabı din kardeşi için de arzu etmedikçe imanın kemâline ulaşamaz." (Buhari)

Yani bir mü'min kendisi için istediği iyiliği diğer mü'min kardeşi için istemezse kâmil imandan mahrumdur. Bu ne büyük bir şeydir.

Mü'min, din kardeşinin noksanlarını tamamlamaya, kusurlarını örtmeye, imanının kemâle ulaşmasına, amellerinin çoğalmasına rızâ-i İlâhi'yi kazanmasına yardımcı olmaya çalışmalıdır.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde;

"Ruhum kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla iman etmiş olamazsınız." buyuruyorlar. (Müslim)

Ve fakat Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lere iman ve ibretle dikkat edin.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün yere bir çizgi çizerek:

"Bu Allah yoludur." buyurdular.

Yine bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdikten sonra:

"Bunlar da yollardır, bu yolların her birisinde insanları o yola çağıran birer şeytan bulunur." buyurdular ve:

"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (En'am: 153)

Âyet-i kerime'sini okudular. (Dârimî-Sünen)

İbn-i Abbas -radiyallahu anh- buyurur ki:

"Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime ile müminlerin tek bir cemaat olmasını emrediyor, ayrılıkları, gruplaşmaları yasaklıyor ve geçmiş milletlerin bir çoğunun bölünüp parçalanma yüzünden yıkılıp yok olduklarını haber veriyor."

Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.

Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'sinde kendi yolunu tek olarak zikretmiştir. Zira hak birdir. Şeytanın davet ettiği yolların ise çok olduğunu beyan buyurmuştur.


Kur'an-ı kerim'de müslümanların birlik ve tesanüd içinde olmalarını, parçalanıp ayrılığa düşmemelerini emreden; ayrılığın ve ayrılık yapanların İslâm'a ve müslümanlara büyük zararlar verdiğini beyan eden birçok Âyet-i kerime'ler mevcuttur:

"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.

Hepiniz topluca sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.

Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.

Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı.

İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor." (Âl-i imrân: 102-103)

Bu Âyet-i kerime'ler Ashâb-ı kiram'ın câhiliye devrindeki durumları ile, iman şerefiyle müşerref olduktan sonra kazanmış oldukları saâdeti beyan buyurmaktadır. Bu büyük nimet kıyamete kadar, kendisini Allah'ın dinine teslim eden her müslüman için de aynıdır. Gerçekten de bu nimet, hatırlanması ve şükredilmesi gereken büyük bir nimettir.

İmanla, basiretle tetkik edildiği zaman görülecektir ki bu husus çok mühimdir ve her müslümanın imanını koruması için bu durumu daima göz önünde bulundurması gerekmektedir.

İslâm dini kardeşlik dinidir. Birlik, beraberlik, kardeşlik, huzur ve medeniyetin temelidir. Bugün yaşanan ayrılıklar, terör ve fitneler İslâm dininden uzaklaşmamızdan, dinde ve vatanda bölücülük yapılmasından kaynaklanmaktadır.

"Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm'ın sulh ve selâmetine girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır." (Bakara: 208)

İslâm dini gönüllere huzur, kalplere şifadır. Gönüllerdeki fitne ve fesadı yok eder, insanları kardeş yapar. Zira Allah-u Teâlâ fitne ve fesadı sevmez. Bunun en büyük delili Resulullah Aleyhisselâm'ın gönderildiği asır ve toplumda çok kısa zamanda yaşanan muazzam inkişaftır.

Bu inkılap Resulullah Aleyhisselâm'ın çok aşikâr bir mucizesi, İslâm'ın mükemmelliğinin büyük bir delilidir.

"Onların gönüllerini birleştiren Allah'tır. Eğer sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Aziz'dir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Enfâl: 63)

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir." (Tevbe: 23)

İşte bugünkü bu bölücülerin durumları da aynen böyledir. Kim ki onlarla herhangi bir dostluk kurarsa o onlardandır.

Allah-u Teâlâ İslâm dininde kimlerin kardeş olduklarını beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:

"Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse artık onlar dinde sizin kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme biz âyetlerimizi böyle uzun uzadıya açıklıyoruz." (Tevbe: 11)

Kupkuru bir zanla "Bunlar da dinde kardeşimizdir." diyen, Allah-u Teâlâ imanla küfrü kesinlikle ayırdettiği halde bu emirleri kaldırmaya kalkan, iman ile küfrü karıştırmaya gayret eden kimse, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü hükümsüz hale getirmeye çalıştığı için küfre kaymıştır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde, müminlerin kimleri sevip kimlerle dost olacaklarını beyan buyurmaktadır:

"Sizin yegâne dostunuz Allah'tır, O'nun Peygamber'idir ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan, zekât veren müminlerdir." (Mâide: 55)

Şu Âyet-i kerime'de ise iman dostluğunun mahiyeti ve hakikati beşeriyete ilân edilmektedir:

"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederler.

İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz'dir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe: 71)

İslâm kardeşliği ebedidir, ahirette de devam eder.

Âyet-i kerime'de:

"Dostlar o gün birbirine düşmandır, takvâ sahipleri müstesnâ." buyuruluyor. (Zuhruf: 67)

Cenâb-ı Hakk diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız." (Mâide: 2)

Bu emr-i ilâhî karşısında bütün müslümanların birleşmesi ve Hazret-i Allah'ın ipine sımsıkı sarılması gerekir.

Kim ki bunu yapmazsa Allah-u Teâlâ'nın apaçık emr-i şerif'ine itaat etmemiş olur. Din-i İslâm'ı parçaladığı için şeytan fırkasından olmuş ve kendisini cehenneme hazırlamıştır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman birbirine yardım ederler." (Şûrâ: 39)

Bunu ancak müslümanlar yapar, hiçbir bölücü bunu yapmaz. Neden? Çünkü o kendi dininin kuvvetlenmesini düşünür, İslâm'ı düşünmez.

Nitekim durumlar meydanda.

Paramparça etmişler ve küffara zemin hazırlamışlar.

Cenâb-ı Hakk diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruyor:

"Dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin." (Şûra: 13)

Bu, Allah-u Teâlâ'nın apaçık emridir. İşte bölücüler Allah-u Teâlâ'nın bu kadar açık emirlerini hiçe saydıkları için dinden atılmış oluyorlar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in mahrem-i esrârı olan Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri buyururlar ki:

"Münafıklık Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- devrinde vardı. Şimdi ise imandan sonra küfür vardır." (Buhârî. Fiten 21)

Bölücülerin bütün gayeleri ilâhi hükmü silmek, dinlerini ayakta tutmaktır. Biz de onlara deriz ki "Küfürde kalmayı hoş görmüyorsanız bölücülüğü terk edin. Hazret-i Allah ve Resul'üne teslim olup, emir ve nehiylerinde birleşelim. Yetmiş üç fırkadan çıkın, o bir fırkada toplanalım."

"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir."

– "Onlar kimlerdir yâ Resulellah!"

"Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır." (Ebu Dâvud)

Hadis-i şerif'ine ittiba edin ki, böylece müşrik olarak yaşamamış ve cehennemlik olmamış olursunuz.

Dikkat edilirse Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Benim ümmetim" buyuruyor, ben-i israil buyurmuyor.

Bu Âyet-i kerime'leri hatırlattığımızdan dolayı bize teşekkür etmeniz gerekmez mi?

Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Kendisine Rabb'inin Âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?

Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!" (Secde: 22)

Bu sözü Allah-u Teâlâ beyan buyuruyor. Çünkü müslümanların birleşmelerini emreden, tefrikayı, bölücülüğü şiddetle yasaklayan bunca Âyet-i kerime'ler yüzlerine karşı okunuyor da yüz çeviriyorlar.

Bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:

"Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar." (Nisâ: 78)

Halbuki Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever." (Sâff: 4)

Buradan anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ gerek iç düşman olan bölücülerle, gerek harp meydanında dış düşmanlarla, kâfirlerle cihad etmek için rızâsında birleşenleri, İ'lây-ı kelimetullah için çalışanları sever, onlardan hoşnut olur.

"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları ahde sadakat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını feda etti, kimi de bu şerefi beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 23)

Allah-u Teâlâ'nın bu has kulları her zaman için mevcuttur. Kimisi canını bu uğurda fedâ ederek ebedi saâdete nâil olmuş; kimisi de ebedî saâdetin şerefine nâil olmak için canını ve malını hiçe saymış, rızâ-i Bâri yolunda gayret sarfetmektedir.

Zira Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Hiç şüphesiz Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır.

Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat'ta da İncil'de de ve Kur'an'da da sabittir. Allah'tan ziyade ahdine vefa gösteren kimdir? O halde yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. İşte bu çok büyük bir saâdettir." (Tevbe: 111)

Hazret-i Allah Hâlik iken mahlûkunu alış-verişe dâvet ediyor. Hâlik ile alış-veriş yapabilmek şerefine nâil olmak ne büyük saâdettir.

Parçalamak Şeytanın İşi:

"Şeytanın işi parçalamak; aileyi parçalamak, cemiyeti parçalamak, devleti parçalamak. En büyük işi bu. Onun işi o.

Şeytan birçok nesilleri, devletleri yok etti. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?"

"Şeytan, Allah'ım şerrinden muhafaza buyursun, evvelâ aileden başlar, karı-koca arasını bozmaktan başlar, cemiyeti devleti derken, hayır... İşi bu zaten. Onun sözü var."

"Sonra elbette onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım." (A'raf: 17)

"Andolsun ki ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak içlerinden ihlâsa erdirilmiş kulların hariç." (Hicr: 39-40)

Allah-u Teâlâ cevaben şöyle buyuruyor:

"Benim hâlis kullarım üzerinde senin bir nüfuzun olamaz." (Hicr: 42)

Cenâb-ı Hakk onlara gücün yetmez diyor. Niçin? Onlar Hakk'a bağlı...

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd: 112)

"İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.

Ve de ki:

Allah'ın indirdiği kitaba inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum. Allah bizim de Rabb'imiz sizin de Rabb'inizdir.

Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O'nadır." (Şûrâ: 15) (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)


Meleklerin arasında olmakla beraber, melek olmayan İblis ile Allah-u Teâlâ arasında geçen konuşmalar Kur'an-ı kerim'de haber verilmektedir:

"Sana emrettiğim halde, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (A'raf: 12)

Allah-u Teâlâ'nın onu secde etmekten alıkoyan asıl sebebi bilmesine rağmen soru sorması; mânâsız kibir ve gururunu, küfür ve inadını, Âdem Aleyhisselâm'ın aslını hakir görmesini açıkça ortaya çıkarmak içindir.

İblis ise kendi cehaletini teşhir ederek şöyle cevap verdi:

"Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın!" (Sâd: 76 - A'raf: 12)

"Şu benden üstün kıldığına da bir bak!" (İsrâ: 62)

"Ben pişmemiş çamurdan, işlenebilen kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim!" (Hicr: 33)

İblis, toprağın da ateşin de yaratıcısının Allah olduğunu itiraf etmesine rağmen; Âdem Aleyhisselâm'ın yeryüzünde Allah'ın halifesi olması, Allah'tan bir ruh taşıması gibi asıl üstünlükleri bilmemezlikten gelmişti. Bu davranışı ile sadece Âdem Aleyhisselâm'a değil, Allah-u Teâlâ'ya karşı da benlik ve büyüklük duygusuna kapılmıştı.

Tabiatı ve fıtratı kendisine ihanet etti, Rabb'i ile tartışmaya girişti. Kendi zannına göre ateşin topraktan daha üstün olduğunu ileri sürdü.

Onun bu şekilde mağrur bir edâ ile, tutarsız bir kıyas yapması üzerine Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

"Defol oradan! Sen artık kovuldun. Ceza gününe kadar lânetim senin üzerinedir." (Sâd: 77-78) (Bakınız. Hicr: 34-35)

"İn oradan! Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Defol! Çünkü sen alçağın birisin!" (A'raf: 13)


Şeytan Âdem Aleyhisselâm'dan üstün olduğunu iddia ederken, melekler arasındaki yerini de kaybetmişti. Allah-u Teâlâ'nın bu gadabı karşısında korktu. Son çare olarak, kıyamete kadar kendisine mühlet verilmesini istedi.

"Rabb'im! Bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet ver!" (Sâd: 79 - Hicr: 36) (Bakınız. A'raf: 14)

"Eğer kıyamet gününe kadar beni ertelersen, yemin ederim ki pek azı dışında onun neslini kendime bağlayacağım." (İsrâ: 62)

Zâtına isyan edenlere cezâlarını hemen vermeyen, hiçbir yaratığın herhangi bir dilek ve duâsını toptan reddetmek şânından olmayan Allah-u Teâlâ da dilediği bir hikmete binaen; muhalefet edilemeyen, karşı gelinemeyen meşiyeti ile onun bu istediğini kabul etti.

Buyurdu ki:

"Sen mühlet verilenlerdensin." (A'raf: 15 - Hicr: 37 - Sâd: 80)

"O bilinen vaktin gününe kadar." (Hicr: 38 - Sâd: 81)

Şeytan dileğinin kabul edildiğini gördükten sonra, o uzun ömrü tevbe ve şükür ile kurtuluşa kullanacak yerde, insanları nasıl yoldan çıkaracağını itiraf ederek şöyle dedi:

"Öyle ise beni azdırdığın için andolsun ki, ben de onları saptırmak için, senin doğru yolun üzerinde tuzak kuracağım." (A'raf: 16)

"Andolsun ki ben de yeryüzünde onlara süsleyeceğim ve onların hepsini azdıracağım." (Hicr: 39)

"Sonra elbette onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım." (A'raf: 17)

"Önlerinden"; dünya hayatına rağbetlerini artırarak,

"Arkalarından"; ahiret hayatı hakkında şüpheye düşürerek,

"Sağlarından"; iyilikler tarafından,

"Sollarından"; kötülükler tarafından saldıracağım.

Yolundan çevirip sapıtmak, şaşırtıp imanlarını soymak için ne yapabilirsem yapacağım.

"Yemin ederim ki, kullarından belirli bir pay edineceğim. Onları mutlaka saptıracağım. Onları boş kuruntularla oyalayacağım. Onlara emredeceğim, benim emrimle hayvanların kulaklarını yaracaklar. Onlara emredeceğim, Allah'ın yaratışını değiştirecekler." (Nisâ: 118-119)

"Ve sen onların çoklarını şükredenler bulamayacaksın." (A'raf: 17)

Bu sözü zannına göre söylemiş ve isabet de etmiştir.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Andolsun ki İblis onların aleyhindeki zannını gerçekleştirdi.

Müminlerden bir fırka hariç olmak üzere hepsi ona uydular.

Oysa ki şeytanın insanlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktur.

Ancak ahirete imanı olan kimseyle, ahiretten şüphe edeni ayırdetmek için (ona bu ruhsatı verdik.)

Rabb'in her şeyi gözetlemektedir." (Sebe: 20-21)

Şeytan aldatıcıdır, yaratıcı değildir. Allah-u Teâlâ kimi korumak isterse onu şeytanın aldatmalarından korur, kimin de aldatılmasını isterse şeytanı ona musallat eder.

Nitekim şeytan bu gerçeği de itiraf etmiş ve şöyle demiştir:

"Senin izzetine yemin ederim ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım. Yalnız içlerinden ihlâsa erdirilmiş kulların hariç." (Sâd: 82-83)

Şeytan bu hususta aczini bildiği için böyle bir istisnâda bulunmuş, yalan yere iddiâda bulunmak istememiştir.


Gerek İblis'e uyanlar ve gerekse İblis ile onun askerleri tamamen cehenneme sevkedileceklerdir:

"Doğrusu, ki ben hep doğruyu söylerim, mutlaka sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım." (Sâd: 84-85)


Fakat Allah-u Teâlâ'nın gerçek kulları şeytanın hakimiyetine girmezler. Onlar ilâhî himayeye nail olan güzide kullardır.

Allah-u Teâlâ buyurdu ki:

"Şurası muhakkak ki benim kullarım üzerinde senin hiç bir hakimiyetin olamaz.

Rabb'in vekil olarak yeter." (İsrâ: 65)

Müminler O'na tevekkül ederler. O da onları korur.

"Benim hâlis kullarım üzerinde senin bir nüfuzun olamaz." (Hicr: 42)

Sen onlara musallat olamazsın. Ne onları susturacak bir delilin, ne de fiilî olarak kullanacak bir gücün yoktur.

"Ancak sana uyan azgınlar bunun dışındadır." (Hicr: 42)

Mülk, Allah-u Teâlâ'nındır:

Mülk Hazret-i Allah'ındır, dilediğine verir, dilediğinden alır.

Âyet-i kerime'sinde:

"Allah mülkünü dilediğine verir." buyuruyor. (Bakara: 247)

Mülkün sahibi O, asıl mülk O'nundur, Hükümranlık yapanlar, asaleten değil, ondan vekâleten yaparlar.

Samanoğulları hükümdarlarından olan Nasr bin Ahmed, Nişâbur'u fethettikten sonra meclisinin toplanmasını emretmiş, Kur'an-ı kerim okunarak toplantının açılmasını söylemişti.

Sülehadan bir zât Mümin Sûre-i şerif'inden okumaya başladı.

"Bugün mülk kimindir? Tek ve Kahhar olan Allah'ındır!" (Mümin: 16)

Âyet-i kerime'sine gelince Nasr birden titremeye başladı. Hemen tahtından indi, tacını başından çıkarıp "Allah'ım! Hükümranlık bana değil sana âittir!" diyerek secdeye kapandı.

O Mâlik-ül mülk'tür. Kulların elindeki de O'nun mülküdür, hatta kulun bizzat kendisi de O'nun mülküdür. Mülkünün hem sahibi hem hükümdarıdır.

İstediği olur, istemediği olmaz. Her dilediğini dilediği gibi yapar. Dilerse mülk verir hükümdar yapar, dilerse indirir atar. Dilediğini izzet sahibi yapar, dilediğini zillet sahibi yapar.

Galip O'dur, O hükmünde hikmet sahibidir.


Tarih boyunca bir iniş bir çıkış olmuş. Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş. Bir galebe, bir mağlubiyet, bir galebe bir mağlubiyet... Bu mülkün padişahı bir tane, başka yok. Ve yarın da göçüp gideceğiz. Nereye? Murad ettiği yere. Murad-ı ilâhî ne ise o olur. Mülk O'nun çünkü.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Biz o sevinçli ve kederli günleri insanlar arasında (bazen lehe bazen aleyhe) döndürür dururuz. Bu da Allah'ın, ihlâslı ve azimli müminleri ayırt etmesi, içinizden şehidler edinmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez." (Âl-i imrân: 140)


"Hakk kulundan intikamını yine kul ile alır,

İlm-i ledun bilmeyen onu kul etti sanır."

Cenâb-ı Hakk dengeliyor. Onu ona, onu ona, yok edecek. Hüküm Allah'ındır. O icraatı Cenâb-ı Hakk yaptırır. Birbirine vurdurur. Yok eder, dünyayı perişan eder.

Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Eğer Allah, insanların bir kısmı ile diğerlerini savmasaydı, yeryüzünün düzeni bozulurdu." (Bakara: 251)

Zira eğer savaş olmasaydı, yeryüzünde fesat çıkaran şer kuvvetler dünyaya hâkim olurlar, akla hayale gelmeyen zulümler işlerlerdi. Düzen bozulur, yeryüzünde insan nâmına bir şey kalmazdı.

"Fakat Allah bütün âlemler üzerine lütuf ve kerem sahibidir." (Bakara: 251)

Fakat Allah-u Teâlâ âlemler üzerindeki sonsuz lütuf ve keremi ile zaman zaman sâlih kullarına inayet ve nusret ihsan eder, onların vasıtası ile dünyayı fesat ehlinin şerrinden korur, birçok fesatların zuhurunu önler. Beşeriyete Hakk'ı bildirecek, hakikati duyuracak zâtlar yaratır.

"Allah Yolunda Öldürülenleri Sakın Ölüler Sanmayın, 
Bilâkis Onlar Diridirler." (Âl-i İmrân: 169)

Allah için, dinini, vatanını korumak için canını veriyorsun. Kime veriyorsun? Canan'a veriyorsun. Bundan büyük saadet mi olur?

"Şehit" cennetlik olduğuna şâhitlik edilen kişi demektir. Allah yolunda öldürülen müminlerin ruhunu Allah-u Teâlâ'ya yükseltmek için birçok melekler hazır olur ve onun Allah yolunda öldürüldüğüne şâhitlikte bulunurlar.

Şehitlik, Allah-u Teâlâ'nın mümin kullarına bahşettiği en yüksek mertebelerden birisidir. Kur'an-ı kerim'de on beş yerde şehitler övülmekte, Âyet-i kerime'lerde Allah yolunda hayatlarını fedâ etmekten çekinmeyen muhterem şehitlerin yüksek mertebeleri, ilâhî lütuflara mazhar kılındıkları, ruhânî bir haz içinde ebedî bir hayat ile berhayat oldukları haber verilmektedir:

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın." (Âl-i imrân: 169)

Bu hitâb-ı ilâhî her ne kadar Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e ise de, kıyamete kadar gelecek bütün müslümanlara şâmildir.

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise:

"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin." (Bakara: 154)

Buyurularak onlara "Ölü" denilmesi yasaklanmıştır. Çünkü onlar Allah yolunda hayatlarını cömertçe fedâ ettiler. Onların diğer ölüler gibi olmadıkları apaçık bir gerçektir.

"Bilâkis onlar diridirler, Rabb'leri katında rızıklanmaktadırlar." (Âl-i imrân: 169)

Bu Âyet-i kerime onların ölü zannedilmemesi hususunda kati bir delildir.

"Onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz." (Bakara: 154)

Onlar fâni hayatı terk ederek ebedi bir hayata ermişlerdir. Kendilerine tahsis edilen yüksek makamlarda merzuk olmaktadırlar. Yerler, içerler, gezerler, dünyadaki hayatın kat kat fevkinde gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akla hayale gelmedik bir hayat yaşarlar. Tasavvur buyurun ki Allah-u Teâlâ onlara nasıl bir hayat bahşetmiştir.


Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Uhud savaşında kardeşlerimiz şehit olunca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. Onlar cennet nehirlerinden içerler, meyvelerinden yerler ve Arş'ın gölgesi altında asılı bulunan altın kandillere konarlar.

Onlar yiyecek ve içeceklerinin tadını, eğlenip dinlendikleri yerin güzelliğini görünce de: 'Kardeşlerimizin cihaddan uzak durmamaları ve savaştan yüz çevirmemeleri için, bizim cennette rızıklandırıldığımızı onlara kim bildirecek?' dediler.

Allah-u Teâlâ: 'Sizin arzunuzu onlara ben duyururum.' buyurdu. Bunun üzerine bu âyetler indi." (Müslim-Ebu Dâvud)

Hadis-i şerif mucibince her sıfata bürünürler, istedikleri kılığa girip çıkarlar, her yeri gezerler, icabında makamdan makama uçarlar.

Buradaki insanlar onları göremezler, bilemezler. Çünkü onlar Âlem-i berzah'ta, Allah-u Teâlâ'nın lütuf desteğindedirler. Âlem-i berzah'ın yanında dünya bir avuç kadardır. Orada perdeleri açıldığı için her tarafı görerek, bilerek hareket ederler. Dünya ile ahireti bir görürler, perde yok çünkü onlarda. Allah-u Teâlâ'nın bildirdiği her şeyden haberdardırlar. Buradaki insanlar bakan kördürler, onlar ise görüyorlar.

Bu gizli bir hayattır, bu hayata "Hayat-ı hakiki" de denilir. Dünyadaki hayata ise "Hayat-ı hayâlî" denilir.

Gizli hayatta hakiki hayat vardır.

Size o gerçek hayatın zevkini duyurmaya, dünyanın değersizliğini göstermeye çalışıyoruz. Çünkü herkes dünyaya sarılmış gidiyor.


Allah-u Teâlâ yine haber veriyor ki, şehitler hayatın diğer bir hususiyetine de nâil olmuşlardır:

"Allah'ın kendilerine verdiği ihsanlardan dolayı sevinç içindedirler." (Âl-i imrân: 170)

Onlara bağışlanan böyle bir kurbiyetten, böyle bir hayatta olmaktan, Rabb'lerinin kendilerini şehitlik gibi bir mertebeye muvaffak kılmasından dolayı sevinirler. Allah-u Teâlâ'nın rızâ-ı Bâri'sinin bulunduğu bir nimet ve rızıktan daha çok hangi şey onları sevindirebilirdi?

"Arkalarından henüz kendilerine katılmayan kimselere de hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler." (Âl-i imrân: 170)

Onlar diri oldukları gibi, dirilerle de beraberdirler. Kardeşlerinden alâkalarını kesmemişler, onlarla olan bağlarını koparmamışlardır.

Cihadda henüz canlarını vermemiş olan mücahid kardeşlerinin, şehit oldukları takdirde, ölümden sonra mazhar olacakları nimetler sebebiyle, hem kendileri adına hem de arkada bıraktıkları kardeşleri adına sevinirler. Çünkü ahirette kardeşlerinin herhangi bir korkuları olmayacaktır ve dünyadan ayrılmalarına da üzülmeyeceklerdir.

"Onlar Allah'tan olan nimet ve keremin; Allah'ın müminlerin ecrini zâyi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler." (Âl-i imrân: 171)

Allah-u Teâlâ sevinçle ilgili olan nimet ve lütfu hatırlatmak için onların sevinçlerini ikinci defa zikretmiştir.

Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh- der ki:

"Bir defasında üzgün bir halde bulunurken Resulullah Aleyhisselâm'la karşılaştık.

Bana:

'Seni niye böyle üzgün görüyorum?' diye sordu.

'Babam Uhud'da şehit düştü. Geriye bakıma muhtaç bir ıyâl ve bir de borç bıraktı.' dedim.

Bunun üzerine:

'Allah'ın babana hazırladığı nimeti sana müjde edeyim mi?' buyurdu.

'Evet!' deyince devam etti:

'Allah hiç kimse ile yüz yüze konuşmuş değildir, daima perde gerisinden konuşur. Ancak babanı ihyâ etti ve perdesiz konuştu. 'Ey kulum! Ne dilersen benden iste vereyim!' dedi. Baban: 'Ey Rabb'im!' Beni dirilt, senin yolunda ikinci sefer bir daha öldürüleyim!' isteğinde bulundu. Allah-u Teâlâ: 'Fakat ben daha önce ölenlerin artık geri dönmeyeceklerine dair hüküm koymuştum.' buyurdu.

Bunun üzerine Âl-i imrân suresinin 169. Âyet-i kerime'si nâzil oldu." (Tirmizî: 3013)

Âyet-i kerime'ler Ashâb-ı kiram hakkında nâzil olmakla beraber, sebebin hususi oluşu hükmün umumi oluşuna mani olmadığı için; sözü edilen bütün bu ihsanlar, kıyamete kadar gelecek bütün şehitlere ve mücahidlere de şâmildir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Ashâb-ı kiram'ı şüphesiz ki bu hususta en büyük ve en canlı numunedirler.


Şehit kimdir? Müslüman olan, yalnız ve yalnız Allah için harbe giden, hiçbir gaye ve menfaat taşımayan, Kelimâtullah'ın yükselmesi ve din-i İslâm'ın yayılması için gayret eden; dinini, vatanını, namusunu korumak için, o niyetle ölenler şehittir. Başkalarına şehit denmez. Onlara şehit denilmesi insanların taktığı bir isimden ibarettir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Allah yolunda öldürülen şehittir." buyurmuşlardır. (Müslim)

İhlâs olmadan Allah-u Teâlâ'nın rızâsı gözetilmeden ne yapılırsa yapılsın ind-i ilâhide makbul olmuyor. İhlâs ise ancak niyetle olur. Bütün amellerin özü ve esası niyettir. Allah-u Teâlâ'nın amellere bakması niyet sebebi iledir.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Ümmetimin şehidlerinin çoğu, başı yastıkta ölenlerdir. Savaş meydanında nice öldürülenler vardır ki, onların niyetini ancak Allah bilir." (Ahmed bin Hanbel)


Şehitlerin Allah katında kazanmış oldukları mertebe, Resulullah Aleyhisselâm tarafından muhtelif Hadis-i şerif'lerde belirtilmiştir.

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Şehitten başka cennete giren hiçbir kimse yoktur ki, dünyaya dönmeyi ve yeryüzündeki her şeyin kendisinin olmasını dilesin. Şehit ise gördüğü ikramdan dolayı dönmeyi ve on kere öldürülmeyi temenni eder." (Müslim: 1877)

Bu Hadis-i şerif, şehitliğin faziletini gösteren delillerin en büyüğüdür.

Bazı rivayetlerde belirtildiği üzere Allah-u Teâlâ: "Bir arzun var mı?" diye sorar. Şehitler hiçbir arzularının olmadığını, sadece yeryüzüne dönerek Allah yolunda tekrar şehit olmayı temenni ettiklerini belirtirler.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir başka Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Müslümanın aldığı her yara Allah yolundadır. Sonra kıyamet gününde bu yara, vurulduğu günkü kılığında olacak, kan fışkıracaktır. Renk kan rengi, koku misk kokusudur." (Müslim: 1876)

Şehitin misk gibi güzel kokusu, onun fazilet ve şerefini mahşer halkına duyurmak için yayılacaktır. Kanının ve cenazesinin yıkanmaması da bundandır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu mertebeyi her vesile ile beyan etmiş ve ümmet-i muhteremesini daima teşvik etmiştir.

Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Muhammed'in nefsini kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra tekrar savaşıp öldürülmeyi, sonra tekrar savaşıp öldürülmeyi ne kadar isterdim." (Buhârî - Müslim: 1876)

Aslında savaşa ölmek için değil, düşman öldürmek, saldırı ve azgınlığı durdurmak için gidilir. Ölümden korkmaya gerek yoktur. Çünkü bu, Allah-u Teâlâ'nın değişmeyen kanunudur.


Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Şehite, dökülen ilk kanı esnasında altı haslet verilir: Günahları bağışlanır. Cennetteki makamını görür. Cennet hurisiyle evlendirilir. (Kıyametin) büyük korkusuna karşı teminat verilir. Kabir azabından emin kılınır. İman elbisesi ile ziynetlendirilir." (Buhârî)

Şehitlik öyle büyük bir lütuftur ki, cennetin bütün yollarını açar ve hurilerin istikbale çıkmasını sağlar. Rahmet meleklerinin refakatine sebep olur. Şehidin ruhunu yetmiş bin melek elleri üzerinde yükseltir.

Ruhları bedenleri ile devamlı irtibat halindedir. Bu bakımdan birçok şehitlerin bedenleri çürümez. Yalnız kendileriyle meşgul değil, aynı zamanda dünyadaki müminlerle de yakından ilgilidirler. Şehit düşecek olanları müjdelemekte ve hiçbir korku ve üzüntü görmeyeceklerini haber vermektedirler.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...