Bayındır Hoca'nın Yanlışları
Abdülaziz Bayındır, Doğru Bildiğimiz Yanlışlar:
Hristiyanların ve Mekkeli müşriklerin Allah’ı var ve bir kabul etmedikleri söylenebilir mi? Bunun doğurduğu zihin karışıklığı içinde Kur’ân tefsirleri de şirkle ilgili ayetleri anlaşılmaz hale getirmiş ve hurafelere zemin hazırlamışlardır.
Mesela Kur’ân’da hem ibadet, hem de dua kelimeleri geçer. İbadet, kulluk etmek; dua, çağrıda bulunmak ve yardım istemektir. Tefsir ve meallerin çoğu, duaya “İbadet” anlamı vererek asıl anlamın kaybolmasına yol açmıştır. İbadet, yapılan duanın kabulüne yönelik olacağı için bu iki kelime arasında sıkı bağ vardır.
Peygamberimiz;“Dua İbadetin iliğidir, özüdür [1]” buyurmuştur. Ama dua, İbadet diye tercüme edilince, birini olağan dışı yollarla yardıma çağırmanın İbadet olduğu anlamı kaybolmaktadır. Ahkaf Suresinin 4, 5 ve 6. ayetlerini örnek vererek, duaya İbadet anlamı vermenin, ayetleri nereye taşıdığını görelim:
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“De ki, baksanıza, Allah’ın yakınından neyi çağırıyorsunuz? Gösterin bana, onların yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Eğer doğru sözlü kimselerseniz. Allah’ın yakınından Kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseleri çağırandan daha sapık kimdir?
Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir. İnsanlar, ahirette bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak ve onların kulluğunu kabul etmeyeceklerdir.” (Ahkaf 46/4, 5,6) Duaya İbadet anlamı verilince yeni anlam kaymaları kaçınılmaz olmuştur. Hata, hatayı doğurmuş ve ayetlerin asıl anlamı kaybolmuştur[2]. Bu farkı, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan ve Türkiye’de en yaygın olan mealden görebiliriz:
“De ki: Söylesenize, Allah’ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar, göstersenize bana! Yoksa onların göklere ortaklıkları mı vardır? Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin. Allah’ı bırakıp da Kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler. İnsanlar bir araya toplandıkları zaman (müşrikler) onlara (tapındıklarına) düşman kesilirler ve onlara kulluk ettiklerini inkar ederler. (Ahkaf 46/4,5,6)” [3]
“Dua” yerine İbadet, “kimseler” yerine şeyler denmiş, “şeyler” de “putlar” diye açıklanmış ve ayetin anlamı tamamen değişmiştir. “Putlara tapan” nerde, “Kıyâmet gününe kadar kendine cevap veremeyecek kimseleri yardıma çağıran” nerde! Ayetlere bu anlamı verebilmek için beş ciddi hatayı yapmak kaçınılmaz olmuştur. Bu hatalar şunlardır:
a- Duaya İbadet anlamı verilmesi
b- “Men“ kelimesine “mâ” anlamı verilmesi
Arapça’da “men“ kimse veya kimseler anlamına gelir ve akıllı varlıklar için kullanılır[4]. “Mâ” ise şey veya şeyler demektir. Ahkâf 5. ayette üç kere “men” kelimesi geçer. Dua’ya İbadet anlamı verenler, onlardan ikisine “men” üçüncüsüne de “mâ” anlamı vermek zorunda kalmışlardır.
c- “Hum هم” zamirine “hiye هي” anlamı verilmesi
“Bunlar” diye tercüme edilen hum, Arapça’da akıllı erkek varlıkları gösterir. Kur’ân’da kadınları da kapsamına alır. Ama “Men”e “şeyler” anlamı verildiği için hum zamirine de ya “men“in lafzını gösteren “huve” ya da manasını gösteren “hiye” anlamını vermek kaçınılmaz olmuştur. Bu, önemli bir hatadır.
d- Cem’i müzekker salime yanlış anlam verilmesi
“Habersizdirler” diye tercüme edilen “gâfilûn kelimesi cem’i müzekker salimdir; akıllı erkekler için kullanılır. Kur’ân’da kadınları da kapsar. “Men”e “şeyler” anlamı verilmesi bu anlamı da yok etmiştir.
e- Putlar cansız varlıklardır. Ahirette yeniden dirilecek ve kendilerini yardıma çağıranlarla konuşacak olanlar ise insanlardır. Dolayısıyla “Kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeyler…” sözü yanlıştır. Sonuç olarak bu ayet, savunulması imkansız hatalarla dolu olarak tercüme edilmiştir. Bir çok Arapça tefsirde de durum aynıdır [5]. Onlar da bu ayetleri doğru anlamayı imkansız hale getirmişlerdir. Tefsir ve meallerdeki bu gibi hatalar, türbe ziyareti ile ilgili şu inanca yol açmıştır: “Allah bu sevgili kullarına bazı yetkiler, imkanlar, özellikler bahşetmiştir, bunlar şefaatçilerimizdir, bizler günahkar olduğumuz için doğrudan Allah’tan istemeye yüzümüz yok, belki bunlar sayesinde Allah dileklerimizi kabul eder.[6]” Bu gibi yanlışlar sebebiyle, ölmüş bir din büyüğünü Allah’ın yakın dostu sayma, ona hayali yetkiler verip Allah’a onun aracılığı ile ulaşma hastalığı müslümanlara da bulaşmıştır.
[1] Tirmizî, Dua,1, 3371 sayılı hadis.
[2] Daha geniş bilgi için bkz: Abdülaziz Bayındır, Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk, İstanbul 2001. s. 8-9. (Kitaba www.suleymaniyevakfi.orgadresinden ulaşılabilir.)
[3] Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kâfi Dönmez, Mustafa Çağırıcı, Sadrettin Gümüş, Ali Turgut, Kur’ânı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV yayınları, Ankara 2005. (Bu meal, yıllardır Suudi arabistan krallığı tarafından Türk hacılarına hediye edilmektedir. Suudi arabistan baskısında öze dokunmayan farklılıklar vardır.)
[4] Cümle içinde akıllı varlıklarla birlikte başka varlıklar da geçerse men kelimesi, akıllı olmayanlar için de kullanılabilir. Buna şu ayet örnek verilir: “Allah bütün canlıları sudan yarattı. Onlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yürür.” (Nur 24/45) Bu ayette “kimi” diye tercüme edilen “men” kelimesidir. İki ayak üstünde yürüyen insanlar, canlılar kapsamında olduğu için diğer canlılara da “men” denmesi uygun düşmüştür.
[5] Örnek olarak şu tefsirlere bakılabilir: Celaleddin el-Mahallî, Tefsîru’l-celâleyn; Abdullah b. Ahmed en-nesefî, Tefsîru’n-nesefî, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Cami’li-ahkâmi’l-Kur’ân; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîru’t-taberî, Fahru’d-Din er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebir.
[6] Hayrettin Karaman, “Ramazanda Türbe Ziyaretleri” 10. 12. 2000 tarihli Yeni Şafak Gazetesi, Fıkıh Köşesi. (1)
Yazının Eleştirisi
İDDİA:
“De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa güç yetirebilirler. Çağırıp durdukları bu şeyler de, Rablarına hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” [1]
CEVAP:
Bu ayetlerin mealinde, affedilemez birçok mühim yanlış veya tahrifler var. Bir kaçı şöyledir:
(Birincisi): Burada bilinçsizce bir yorum yapılmış olabileceği gibi, kasıtlı bir telbis (karıştırma) ve şaşırtma da bulunabilir. Allah-u a'lem. Ayette geçen yed'û’nun, yani da'vet’in manası, burada ibadet demektir. Çünkü ilim sahipleri bilirler ki, da’vet ve dua, kavi, söz, nida/seslenmek, yardım isteme, sual-istifham, sual-talep, tesmiye/isim verme, bir şeye çağırma ve teşvik ve ibadet manalarına gelir. Nitekim bu hususta geniş açıklama önceden geçti. [2]
(İkincisi): Mealde geçen hangisi daha yakın diye vesile ararlar ibaresinin ne mana ifade ettiğini bilen beri gelsin. İnanıyorum ki, bunu siz de bilmiyorsunuz. Allah aşkına, bu ne demek? Bu kadar da ciddiyetsizlik olmaz. Şu, diye tabiri, ya mefülün leh’dir, yani için manasındadır. O, takdirde mana, (hangisi daha yakın olduğu için) olur ki, sözün bütünü içinde hiçbir mana ifade etmeyen bir söz... Veya kavi yahut o manada bir lafzın mefülün bihi olarak mekûl-i kavli olur, (diye) şeklinde gibi; (gel diye bağırdı, gel diye söyledi) benzeri. O takdirde de meal bir mana ifade etmiyor. Yani şu meal bir şey anlatmayan, mühmel meal, manasız tercüme... Müfessirlerin cumhuruna göre ayetteki eyyühüm lafzı, yebteğûne deki (vav)dan, yani, failden bedeldir. Bu takdirde mana, Onların ibadet etmekte oldukları kimseler(den), hangileri (O’na/Rablerine) daha yakınsa, onlar, Rabblerine (varmaya) vesile ararlar,veya, İbadet etmekte oldukları(dan) hangileri (O’na/Rablerine) daha yakınsa, onlar Rablerine (varmaya) vesile ararlar şeklinde olur. Bazı tefsirciler de, vesile ararlar lafzında, şiddetli hırs ve istek duymak manasının bulunduğunu, bu takdirde mananın, hangilerinin daha yakın olacaklarına şiddetli hırs ve istek duyarlar şeklinde olduğunu, söylerler. [3] Bu takdirde ise, ortaya bilinen vesile ve tevessülün dışında (lehinde veya aleyhinde olmayan) bir mana çıkar.
(Üçüncüsü): (Çağırıp durdukları bu şeyler) dediğiniz, Hazreti İsa ve Uzeyr aleyhimesselâmdırlar. Onlar için, her hangi bir şey için, Türkçe’deki manasıyla kullanılan şey tabiri kullanılmaz. Aksine, kimseler veya zatlar gibi ifadeler kullanılır. [4] Yok, eğer, o, şeyler dediğinizin cansız putlar olduğunu iddia edecek olursanız, onlar, nasıl vesile ararlar? Bu ne laubalilik?
Dua Ne Demektir, Min Dûnillah’ın Manası Ne Demektir?
İDDİA:
Herhâlde şu ayet konuya nokta koyacaktır.
“Allah’ın berisinden Kıyamete kadar kendisine cevap veremeyecek olana dua edenden daha sapık kim olabilir? (Oysaki) onlar, bunların duasından habersizdirler.” [5] Bazı mealler, ayetlerde geçen dua kelimesini ibadet diye tercüme ederek çok garip bir tutum içine girmişlerdir. Mesela bu ayette dua manasına iki ifade vardır. Bunlar yed'u ve dua kelimeleridir. Bu kelimeleri “Ya’budu” ve “ibâdet” diye tercüme etmek doğru olmaz. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de, o iki kelime de geçer. Her şeyi bilen ve yerli yerine koyan Allah dileseydi, burada o kelimeleri kullanırdı. Örnek olarak, Hasan Basri Çantay’ın ayete nasıl meal verdiğine bakalım; Bu mealde, ayet metninde:
“Allah’ı bırakıp da kendisine kıyamete kadar cevap veremeyecek kişiye (nesneye) tapmakta olan kimseden daha sapık kimdir? Hâlbuki bunlar, onların tapmalarından da habersizdirler.”
Bu gibi mealleri okuyanlar, ayeti puta tapanlarla sınırlayacak ve yaşadığı hayatla ilgilendirmeyecektir.
“Allah’ı bırakıp ta...” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu tercüme de yanlış anlamalara yol açabilir. Bu gibi mealleri okuyanlar, ayeti puta tapanlarla sınırlayacak ve yaşadığı hayatla ilgilendirmeyecektir. Yani bu tercümede Allah’tan başkasına dua edenlerin, Allah’ı büsbütün devre dışı bıraktıkları anlaşılabilir. Hâlbuki Allah’tan başka velilere tutunanlar, onların hep Allah’a (Celle celâluhu) çok yakın olduklarına inanmışlardır. Hiç bir kâfir veya müşrik, hiçbir gayrimüslim, Allah’ın varlığını inkâr etmez. Ama Allah ile kendi arasında, yetkisi Allah tarafından verilmiş bir kısım aracıların olduğunu kabul ederek, Allah’a (Celle celâluhu) boyun eğer gibi, onlara da boyun eğerler.
Cevabımız:
Önce (Ahkaf: 5) ayetini, ayet ve hadisler doğrultusunda yaşayan kimselere yakıştırmak için, Allah Celle Celâluhû’ya iftira ve büyük bir yorum hatası. Bu yüzden her şeye rağmen bunu bir kalem sürçmesi olarak kabul etmek istiyoruz. Sözlerinizden terâdüfü/bazı lafızların eş manalı olmasını inkâra kalkıştığınız anlaşılıyor. Böylece farkında olmadan ve cahilce evvela, Kur’ânın kendi diliyle tefsirini, sonra da başka dillere tercümesini kabul etmediğinizi ilan etmiş oluyorsunuz. [6]
Terâdüf, müteradiflik, yani iki kelimenin bir nispette aynı manalı olması, dilde bir vakıadır. Azıcık dil tahsili olanlar, bunu kabul ederler. Evet, müteradif kelimelerin temel medlulü (değişik itibarlara göre, mana, mefhum ve maksadı) aynı olmakla beraber, ifade ettikleri zâid, değişik mana ve nükteler de olabilir. Bazen de bir mana, onu ve başka manaları içinde bulunduran lafızlarla ifade edildiği olur. Bir lafız başka lafızlarla müşterek manalı olabileceği gibi, onlarla arasında umum husus mutlak, umum husus min vechin ve musâvâtlık nispetleri de bulunabilir. [7] Bu şekil kullanmalarda birçok engin dil incelikleri vardır ki, bunlar erbabına malumdur. Ya’budü ile yed’û kelimelerinin ifade ettikleri ibadet manalarında değişik cihetler ve nükteler vardır. Mesela, denilebilir ki, ya’budü ile mutlak (yani, her her çeşit) ibadet, yed’û ile de, seslenip çağırma ile olan ibadet kastedilmiş olabilir. Aralarında umum husus min vechin nispeti bulunmuş olabilir.
Yani, ya’budü çağırma ile olan ve olmayan ibadetleri içine almakta, yed’û’den eam/daha genel, yed’û ise ondan daha hususi, yed’û da, ibadet olan çağırma ile, ibadet olmayan çağırmayı içine almakta, ya’budu’dan daha umumi (genel), ya’budu ise bu bakımdan ondan daha hususi/özel olmuş olabilir. Hasılı, yed’û kelimesine bu ayette ya’budu manası verenler, lafızlar arasındaki dört nispeti bilen ilim ehli, her yanıyla musâvât (denklik) nispeti iddia etmezler. Bir veya daha çok nükte ve hikmet icabı, burada, ya’budu yerine yed’û lafzının kullanıldığını bilirler. [8]
Hem, burada duanın ibadet olarak tercüme edilemeyeceğini iddia ederken, bir başka yerde duanın, ibadetin özü olduğuna ta kendisi olduğuna dair hadisler naklediyorsunuz. Rüzgâr gülü gibi hevâ ve hevesinizin estiği tarafa yelken açıyorsunuz. Biz ise, her duanın değil de, bazı duaların ibadet, bazı ibadetlerin de dua (şeklinde) olduğuna inanıyoruz.
Asıl meseleye dönecek olursak... Mesela, putun karşısında her nevi ibadet etme için ya’budü lafzı kullanılır, ama bunu seslenerek, çağrılarak yapılan bir ibadet olduğu yed’û ile ifade edilirse, ibadetin nevi/türü ve şekli de anlaşılmış olur. Yani temel manaya ilave manalar da anlatılmış olur ki, bunlar arasında tebâyun (zıtlık-çelişki) olmaz.
Dûn Kelimesinin Manası Nedir?
(Dûn) kelimesinde de kaş yapayım derken göz çıkarmayı bırakın, kafayı koparmışsınız... Evet, (Dûn) lafzının çok manaları vardır. Ancak, burada akreb/“en yakın” manası verişiniz, itikadınızı bozar. Çünkü putların, Allah Celle Celâluhû’ya akreb/en yakın şeyler olduğu, Müminlerin değil, müşriklerin inançlaştırılmış bir görüşüdür. Hâlbuki ayette geçen bu kelime, Allah Celle Celâluhû’nun mekûlü’dür/dediği sözdür. Yani müşriklerden hikâye edilen bir kelime değil, Allah Celle Celâluhû’nun kendi sözüdür. Allah ise, O’na en uzak olan putların kendine akreb/en yakın varlıklar olduğunu söylemez. Zira O, çelişkili veya yalan bir söz söylemez. Bu, meselenin itikat ve mana tarafı... Kelimenin tahliline gelince... Burada buna lüzum görmüyoruz.
Arabi tefsirlerde, her duaya ibadet manası verilmez; bazı dualara ibadet manası verilir. Dua ibadetin ta kendisidir, ibaresinden de her dua (çağırma) ibadettir, manası çıkmaz. Lafızların anlaşılması, delaletlerinin doğru ifade edilmesinde Arap ile Arap olmayanın farkı olmaz; yanlış yanlıştır. Sadece min dûnillâh/“Allah’ı bırakıp” ifadesi değil, hemen hemen tüm mealler yanlış anlaşılmaya sebep olabilir. Zîrâ mananın doğru anlaşılması için lüzumlu meânî ve beyan inceliklerinin tercümeye tamamen yansıtılabilmesi imkânsızdır. [9] O yüzden, bazı açıklayıcı bilgilere ihtiyaç vardır. Bunlar da, hiç olmazsa kavseyn/parantez arası izahlarla yapılmalıdır.
Dua İbadetin Ta Kendisidir Hadisini Tahlili
Bir: Hadisteki ; (hüve) zamiri, zamir-i fasl’dır ki bu, yalnızca müsnedi müsnedün ileyh üzerine kasretmeyi ifade eder. Yani, “ibâdettir” Müsned’i (isnâd edilen, dayandırılan hükmü) “duâ” müsnedün ileyhine (kendisine hüküm isnâd edilen, dayandırılana) kasredilir/onunla sınırlandırılır.
İki: Haberin ma’rife getirilmesi de aynı hükmü ifade eder. El-Miftah sahibi Sekkâkî böyle söylemiştir. Âlimlerin çoğunluğu da bu görüştedir. Yani bu takdirde ma'nâ, ibadet duadan ibarettir, başka bir şey değildir, demek olur. Mesela: "Allahu Hüve'r-Rezzaku" sözümüz, Rezzak olan Allah celle celâ lühû’dur, başkası değildir, demek olur. Buna göre ”ed-duâu hüve’l-ibâdetü” hadisi ibadetin duadan ibaret olduğunu gösteriyor (yani duanın bir türüdür.) Böylece hadisten kastedilen İbadet duadan başka bir şey olmadığı demek olur ki, bundan, ibadetin dua ile sınırlı olduğu anlaşılır; ama her duanın ibadet olduğu anlaşılmaz.
Daha açığı, her ibadet duadan başka bir şey değildir, ama, her dua da ibadet demek değildir. Bu nokta anlaşıldıysa,
Üç: Şefaati dua demektir diyenler için hadiste (Mü’minleri şirkle suçlamak için) hiçbir delil yoktur. Zira şefaatin bir çeşit dua/çağırma olması takdirinde ibadet olması gerekmez. Nitekim açık olan da budur. Çünkü dua/çağırma bazen ibadet olmayabilir.
Dört: Nitekim imam Süyûtî Mu’terekü’l-Akrânında,[10] duâ’nın, ibadet [Yunus 106], yardım istemek, [11] sual (istemek), [12] söz, [13] nida (seslenme) [14] ve isimlendirmek, ismiyle çağırma [15] ma'nâlarına geldiğini âyetlerle îzâh ediyor:
Bir: İbadet “Allahın dışında sana fayda ve zarar vermeyecek şeylere dua/ibadet etme.” [16]
İki: İstiâne/yardım İstemek. ud’û [17] “Şâhidlerinizi (yardıma) çağırın.”
Herhalde Allah Teâlâ şâhidlerinize ibadet edin demiyordur. Allah akıl versin.
Üç: Suâl/istek; Ud’unî “Benden isteyin, size icâbet edeyim.” [Gafir 60] Estecib lekü/Kabûl edeyim ifâdesinden anlaşılan tekabül karinesiyle anlaşılıyor ki, ud'ûnî lafzı benden isteyin demektir.
Dört: Kavl/söz. Da’vâhum/“Oradaki duâları/sözleri, ‘Allah’ım! Seni tesbîh ederiz’dir” [18]
Beş: Nidâ/seslenme. yed’ûküm/“(Allah’ın) size sesleneceği günde..” [19]
Her hâlde, -hâşâ- Allah’ın size ibadet edeceği günde., demiyordur.. Allah ilim ve idrâk versin...
Altı: Tesmiye/isimlendirme /ismiyle çağırmak. Düâe'r-Resûli/“Aranızda Resûl’e, duâyı/hitâbda bulunmayı/O’nu ismiyle çağırmayı, bibirinize yaptığınız hitâb gibi yapmayın.” [20]
Her hâlde, Allah, Resûl’e yaptığınız ibâdeti, kiminizin kiminize olan ibâdeti gibi yapmayın dememiştir. Allah îmân ve hidâyet versin...
Ebû’l-Bekâ da Külliyyât’ında [21] benzer şeyleri söylüyor: Râğıb El- İsfehâni, el-Müfredat’ında [22] duanın, nida(çağırma), isimlendirme, isteme, birşeye yönelmeye teşvik, rıf’at, tenvîh ve talep manâlarına geldiğini söylüyor.
Keşşaf sâhibi Zemahşerî’nin kanaatine göre, haberin ma'rife olması Müsned’in (burada ibadetin) Müsnedün ileyh'e (burada da duaya) kasrını ifade ettiği gibi bazen de Müsnedün ileyhin Müsned'e kasrını ifade eder. Buna göre, Eğer bu hadîste Müsnedün ileyhi (ibâdeti) Müsned'e (duaya) kasr edersek (onunla sınırlı tutarsak), bunların istiğase ibadettir zırva hükümlerine bu hadisi delil gösterebilmeleri için ; ed-duâu lafzındaki ; elif lâm’ın cins [23] veya istiğrak (bütün dulları içine alacak dua) ma'nâsında olması lâzım gelir. Hâlbuki buradaki elif lâm cins veya istiğrak manâsında değildir.
Bunun böyle olduğunun bürhânlarının birincisi de imamların getirdiği yukarıdaki âyetlerdir. Ayrıca, bir aklî burhan daha vardır ki, o da şudur: Şâyet buradaki elif lâmın cins veya istiğrak manâsı ifade ettiğini söylersek, yani her bir dua ibadettir dersek, Ey Falancı bana şunu ver sözü de bir dua/çağırma ihtiva ettiğinden ibadet, dolayısıyla da şirk olacaktı.
Eğer, 'ey falanca! Bana şunu ver’deki çağırmayı (duâyı) ibadetin dışında bırakıyorlarsa, bu elif lâm'ın cins veya istiğrak manâsında olmadığını söylüyorlar ki, bu takdirde, hadîste onlar için bir delil kalmıyor. Şu hâlde hadîsteki elif lâm ahd/bilinirlik, belirlilik ma’nâsı içindir. Yani bilinen belli bir dua/çağırma, ibadettir. Böylece, hadîste anlatılan dua, bilinen belli bir dua olmuş oluyorki, o da, Allah celle celâluhû’ya yapılan duâdır. Yani, Allah Celle Celâluhû’ya (veya ilâhlık pâyesi verilenlere) yapılan dua ibadetlerin en büyüklerindendir demek olur. Bu Hacc, Arafat(ta vakfe yapmak)dır hadisi gibidir. Yani, vakfe hacda en büyük rükündür demeye benzer. Hadîste geçen (ve ibadet olduğu söylenen) duâ’nın, her dua değil de Allah celle celâluhû’ya yapılan dua olduğunu birçok luğatçı da tahkik etmişlerdir.
İbnü Rüşd ve el-Karâfî Şerhu’t-Tenkîh’te açıkça şöyle söylemişlerdir: Suâl, talebin kısımlarındandır. Bu, aşağıdakinin yukarıdakinden istemesidir. Bu sual (istek), Allah celle celâluhû’dan olunca, dua diye isimlendirilir. Allah celle celâlühû’dan başkasından olan isteklere dua denmez. (Ama Allah Celle Celâluhû’dan başkasına yapılan bazı ibâdetlere, duâdır denilebilir.) [24]
[1] el-İsrâ 17/56-57.
[2] Râğıb, Müfredat: (169-170), Semîn, Umdetü’l-Huffâz: ( 175-176), Süyûtî, Mu’tereku’l-Akrân: (2/175) ve Mukâtil ibnü Süleymân’ın, el-Vucûh ve’n-Nezâir’i: (149- 150)
[3] Semin, ed-Durrü’l-Mesûn:7/ 372-373
[4] Kelâm kitablarında Allah celle celâlühû için kullanılabileceği söylenilen (şey) kelimesi ise, Arabçadaki ma’nâsı itibariyle (mevcûd) demektir ki, Türkçedeki manâsından farklıdır.
[5] Ahkaf: 46/5
[6] Âyetleri yalan yanlış bozuk bir şekilde tercüme edebilirken bunu nasıl dersiniz, böyle nasıl konuşabilirsiniz?. Sübhânallah... Yoksa ne dediğinizden haberiniz mi yok?
[7] Eğer bir lafzın ma’nâsı başka bir kelinin ma’nâsını da içine alıyor ama ikinci lafız birinci lafzın ma’nâsını tamamıyla kapsamıyorsa bu nisbete Umûm ve Husûs mut lak denir.
[8] Esma-i Hüsnâ’mn doksan sekizinin de medlulü/gösterdikleri ma’nâ Allah’dır. Lâkin her birisi, Allah celle celâlühû”nun ayrı bir vasfını ifade ediyor. Burada da öyle; ibadet ma’nâsında olan dua ibadetin bir vasfını ifade etmiş oluyor.
[9] Bunun için sırf meallerin okunmasının Allah celle celâlühû’nun murâdını anlamak için yeterli olmayacağını, ancak tefsîr bilgileri ile doğru anlaşılabileceğini, bu yüzden meallerin yer yer büyük zararlar vereceğini söylüyoruz. Va siz?..
[10] Süyûtî, Mu’terekü’l-Akrân, 2/175
[11] Bakara: 23
[12] Gâfir: 60
[13] Yûnus: 10
[14] İsrâ: 52
[15] Nur: 63
[16] Yûnus: 106
[17] Bakara: 23
[18] Yûnus: 10
[19] İsrâ: 52
[20] Nur: 63
[21] Ebû’l-Bekâ, Külliyat: 447
[22] Râğıb El-İsfehâni, el-Müfredât: 169-170
[23] Buna göre, dua cinsinden ne varsa, bütün nevi ve fertleriyle
[24] Allah celle celâlühû’dan başkasından yapılan isteklere mücerret (başlı başına sırf) dua denmezse bu talebe (isteğe) ibadet hiç denmez. (2)
***
(2) Seyyid Ali Hoçafçı, Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar, s. 148-157.