Marifetnâme 21.Bölüm
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Hava küresinin alt tabakasını, tabiat ve vasıflarını, hareket ve isimlerini ve sair durumlarını sekiz madde ile açıklar.
Birinci Madde
Hava unsurunun alt tabakasının bazı durumlarını bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar ve astronomlar sözbirliğiyle demişlerdir ki: Hava unsurunun alt tabakası, ateş tabakasına nispetle dördüncü tabakadır. Bu tabakanın havası, çeşitli hareketlerle hareket halindedir. Bunun kalınlığı ve derinliği, yaklaşık 16 fersahtan fazla mesafedir. Bu alt tabaka, kesif bir havadır ki, toprağa ve suya komşu olup, onlara düşen güneş şuaları ve yıldızların akislerinin sıcaklığıyla ılımlılık kazanıp, buna ârız olan kara ve denizlerin soğukluğuyla kalmamıştır. Gökkuşağı, hâle, duman, ırağı ve çiğ; tan vakitleri, gece, gündüz ve rüzgârlar bu tabakada oluşur. Eğer bu tabaka, güneşin ve yıldızların sıcaklığıyla ılımlı olmasaydı, toprak ve sudan kazandığı soğukluğu, üzerinde olan soğuk tabakanınkinden fazla ve şiddetli olurdu. Nitekim kutup altında, tepe noktasından güneş uzak olduğundan, hava öyle bir derecede soğuk olur ki, deniz donup, kardan boş hiç bir yer kalmaz.
Soğuğun şiddetiyle bitkiler ve hayvanlar helak olup, orada imaret mümkün olmaz. Bu durumda, hava küresi üç tabakaya bölünüp, üst tabakası ateşe komşu olduğundan oldukça sıcaktır. Orta tabakası, aşağıdan yükselen su buharıyla komşu olduğundan, ifrat derecede soğuktur. Alt tabakası, yere ve suya komşudur, lakin şuaların aksiyle tabiatı ılımlıdır. Onun için bu tabakaya: Küre-i nesîm derler. Buhar ve dumanla karışık olduğundan, buna: Buhar küresi ve duman küresi de derle. Bu tabakanın havası kesif olduğundan, güneşin ışığı ancak bunda zâhirdir. Yerin gölgesi ancak bunda yürüyüp, döner. Onun için buna: Gece küresi ve gündüz küresi denilmiştir. Bu kürenin rengidir ki, gök rengi görünmüştür. Zira ki, filozoflar nazarında, bu tabakanın üstünde gece ve gündüz olmaz. güneş ve yıldızların nurlu ışıkları, onda ay küresinin kesif cisminden gayri lâtif cisimlerde yansıma ile ortaya çıkmaz. Lakin feleklerin gündüzü pâk bir nurdur ki, ne şarkîdir, ne garbîdir. Orada sabah ve akşam yoktur. (Allah dilediğini nuruna hidayet eder.) Bu tabakanın yeryüzünden yüksekliği belirtilen kalınlığı miktarıdır ki, 16 fersahtan fazlacadır.
İkinci Madde
Hava küresinin alt tabakasında meydana gelen çeşitli rüzgârları ve cihanın yönlerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: çeşitli rüzgârların meydana gelmesi, deniz dibinde hava, unsurunun değişik yönlere hareketi ve dalgalanmasıyla olur. Nitekim denizin yüzündeki su unsurunun dalgalanması, bir cüzünün bir cüzünü değişik yönlere yitmesiyle vücut bulur. Hava unsuru ile su unsuru iki sâkin deniz iken, hava zerrelerinin hareketi hafif olmuştur. Su zerrelerinin hareketleri ağrılık bulmuştur. Rüzgarların meydana gelmesinin sebebi budur ki: Güneşin tesirinden ya başkasından hâsıl olan dumanlar yerden yükselip, soğu tabakaya ulaştığında, eğer onların sıcaklığı kırıldıysa, aşağıya inmek için hareket edip, bu yüzden hava denizi dahi dalgalanır. Böylece rüzgar olur. Eğer sıcaklıklarını yitirmedilerse, ateş küresine yükselirler. Ateş ise o duhanların yersel maddelerini yakıp, kalan havaî maddesini dönüsel hareketiyle aşağı tarafa iter. İşte bu hareketle hava dalgalanıp, rüzgâr olur. Rüzgârın bir sebebi de budur ki: soğuk tabakada bulutlar ağır olup, yukarıdan aşağıya yöneldiğinden, bunlar, iniş hareketiyle sühûnet bulup, havaya dönüşerek, bizzat kendileri hareketli rüzgâr olur. Bu geriye dönüşle hava dalgalanıp, rüzgâr olur. Bir ebedi dahi budur ki, bulutların birbirine yığılmasından ve izdihamından hava yine hareketlenip, dalgalanır.
Böylece rüzgâr eser. Veyahut bulutlar kıvamda uyuşamayıp kesifi hafifini ittiğinden, hafif bulutlar bir taraftan yürüyüp, havanın dalgalanmasından rüzgâr meydana gelir. Bir sebebi dahi budur ki, havanın ısınmasıyla bir taraftan yayılır, ona başka bir cisim karışmaksızın miktarı fazlalaştığından, komşusu olan havayı iter, itilen komşusunu iter, böyle böyle hava dalgalanarak gider. Bu itişme yavaş yavaş zayıflayan, merkezden uzaklaştıkça, giderek hava sakinleşir. Mesela bir durgun suyun ortasına bir taş atıldığında, ne şekilde dalgalanırsa, durgun hava dahi onun gibi dalgalanır. Bir sebebi dahi budur ki: Hava yoğunlaşmasıyla ir tarafta toplandığında, yine hava dalgalanası olur. Zira ki, havanın hacmi iyice yoğunlaşıp, boşluk nedeniyle çevredeki hava zorunlu olarak o tarafa hareket ederek,rüzgâr peyda olur. Bir sebebi de budur ki, yerden yükselen dumanların bazısı, soğuk tabakaya ulaşmazdan önce havaya dönüşüp, bir taraftan bir tarafa hareketle rüzgâr olur. Sam yelinin sebebi ise, şihab maddesinin kalıntıları olan göktaşlarıyla karışarak yakıcılaşan havanın hareketleridir. Yahut halis havanın, sıcak araziden geçmesinden, yakıcı niteliği ile nitelenip, sam yeli olur.
Böylece rüzgâr eser. Veyahut bulutlar kıvamda uyuşamayıp kesifi hafifini ittiğinden, hafif bulutlar bir taraftan yürüyüp, havanın dalgalanmasından rüzgâr meydana gelir. Bir sebebi dahi budur ki, havanın ısınmasıyla bir taraftan yayılır, ona başka bir cisim karışmaksızın miktarı fazlalaştığından, komşusu olan havayı iter, itilen komşusunu iter, böyle böyle hava dalgalanarak gider. Bu itişme yavaş yavaş zayıflayan, merkezden uzaklaştıkça, giderek hava sakinleşir. Mesela bir durgun suyun ortasına bir taş atıldığında, ne şekilde dalgalanırsa, durgun hava dahi onun gibi dalgalanır. Bir sebebi dahi budur ki: Hava yoğunlaşmasıyla ir tarafta toplandığında, yine hava dalgalanası olur. Zira ki, havanın hacmi iyice yoğunlaşıp, boşluk nedeniyle çevredeki hava zorunlu olarak o tarafa hareket ederek,rüzgâr peyda olur. Bir sebebi de budur ki, yerden yükselen dumanların bazısı, soğuk tabakaya ulaşmazdan önce havaya dönüşüp, bir taraftan bir tarafa hareketle rüzgâr olur. Sam yelinin sebebi ise, şihab maddesinin kalıntıları olan göktaşlarıyla karışarak yakıcılaşan havanın hareketleridir. Yahut halis havanın, sıcak araziden geçmesinden, yakıcı niteliği ile nitelenip, sam yeli olur.
Kasırganın sebebi: O ki, yeryüzünü süpürür, devran ile kendi kendine sarılıp ayağa kalkar gibi görünür, havaya yükselir. Bu yele: Ümm-ü Zevbâ (burgan) derler. Bunun çoğunlukla sebebi odur ki: Soğuk tabakadan inen rüzgâr, bulutlarla karşılaşıp, bulutlar da çeşitli rüzgârlarla deveran etmekteyken, o inen rüzgâr dahi dönmeye başlayıp, bu haliyle yere iner. O anda, çalı-çırpı ve toz-toprak ne bulursa döndürüp, endamıyla bir daire görünür ve kâh olur ki, çeşitli yönlerden esen rüzgârlar birbirine rastlayıp, itişerek, yerden kopardıklarıyla birbirlerine saldırırlar. O anda, rüzgârların arasında kalan şeyler sıkılıp, bükülüp, minare gibi yükselir. Güya ki, uzuvları var gibi, birbiriyle sarmaş dolaş görünürler Kâh olur ki, denizde geriye rastlayıp, döndürür. Kâh olur ki, bu burağan ortasına bir bulut düşüp, onu havada döndürürken, büyük bir hortum şeklinde görünür.
Şahıslara göre cihanda yönler altıdır ki: Şahsın altı, üstü, önü, arkası, sağı ve soludur. Lakin astronomlar, cihanın dört yönünden, güneşin doğduğu tarafa, doğu; battığı tarafa, batı adını vermişlerdir. Doğuya dönük olan kimsenin sağ tarafına güney, sol tarafına, kuzey demişlerdir. Bu sayılan dört yönün aralarında dört yön daha koyup, tertip etmişlerdir. Doğu ile kuzey arasına: Yaz doğusu (kuzeydoğu), doğu ile güney arasına: Kış doğusu (güneydoğu), güneyle batı arasına: Kış batısı (güneybatı), batı ile kuzey arasına: Yaz batısı (kuzeybatı), adlarını vermişlerdir. Şu halde cihanın bu altı yönüne, sekiz rüzgâr nispet ve tayin edip: Doğu, batı, güney, kuzey taraflarından hareket eden dört rüzgârı; temel rüzgârlar itibar etmişlerdir. Bunların aralarında esen rüzgârları, tâli rüzgârlar itibar ederler. Bu rüzgârlarla yelkenli gemiler denizlerde her yöne gitmişlerdir. İstenen sahillere yetmişlerdir.
İmdi, rüzgârlar gönderici olan Kâdîr ve Kayyum'un kudret ve azametini bir kere fikredip düşünsen ki, bize gönderdiği bu rüzgârların, ağır gemileri yürütüşü, bulutları yayışı gibi nice büyük faydaları vardır ki, binde biri ancak bilinmiştir. Zira ki, "Rüzgâr olmasaydı, her şey bozulurdu," denilmiştir. Çünkü havanın yönlere hareketi bu kaderlik açıklandı. Şimdi de fayda ve özelliklerini açıklayalım, ta ki her bi nefeste iki nimet olduğu, herkese ayan olup, herkes kendini nimete batmış bilip, nimet vericiye şükredici olalar.
Üçüncü Madde
Bizi kuşatan havanın, bedenlerimize ve ruhlarımıza olan tesirlerini ve menfaatlerini bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Hak'ın tesiriyle, bizi kuşatmış olan havanın bedenlerimize tesiri çok açıktır. Bu hava, bedenlerimizin ve ruhlarımızın unsuru olduğundan, ruhlarımıza ulaşan âdaletli bir fâil gibi sıhhat ve âfiyetimizin sebebi olmuştur. Bu durumda havadan ruhlarımızda hâsıl olan tadil, iki şekildedir. iri rahatlandırma, diğeri temizlemedir. Rahatlandırma: Ruhun hararetli mizacı hapsolunarak şiddetlendikçe, ona akciğerden ve can damarlarına bitişik olan nabız mesamelerinden hava vermektir.
Zira ki,bizi kuşatan hava, ruhumuzun aziz mizacına kıyasla, gayet soğuktur. Şu halde havanın sadmesi ruha ulaşıp, karıştığında, hayatımızın sebebi olan nefesin etkisinin kabulü yeteneğinden ruhu men eden kötü mizaca neden olan ateşe dönüşmesinden ruhu koruyup; buharsı rutubetinin cevheri yok olmadan onu en eder. Temizlenme ise: Bu bedenin en feyizli karışımı gibi olan ruhun, ayırıcı yeteneğiyle içimize aldığımız havanın dumansı buharını ayrıştırıp, nefes dışarı çıkarken teslim etmesidir. Demek ki, burunu çekilen havanın tadili, havanın ruh üzerine gelmesiyle olur. Temizlenme, havanın candan dışarı çıkmasıyla olur. Zira ki tadil için alınan hava, önce soğuktur. Ama içeride, uzun süre hapsedilip, ruhun niteliğiyle nitelenip ısınsa, faydası bâtıl olur. Bu tür havadan ruh, istiğna edip yeni havaya muhtaç olur ki, yeni hava akciğeri içine girip öncekinin yerini ala. Şu halde, zorunlu olarak alına havayı vermek gereklidir. Ta ki, hemen ardınca gelecek havaya boş yer kala ve o havanın çıkmasıyla birlik onun fazla cevherlerini (karbondioksit) ruh dışarı ite. Hava mutedil ve saf olup, ruhun mizacına uymayan garip cevherler ona karışmamıştır. Havanın işi, temizleme ve rahatlandırma suretiyle bedenlere ve ruhlara sıhhat ve âfiyet vermektir; korumak ve siyânet etmektir. Eğer hava bozuşuma uğradıysa, onun işi de, beden ve ruhlar zarar vermektir. Hakikatte zarar veren ve fayda veren yaratıcı olan Hüdâ iken, edenleri ve ruhları sebeplere ve havaya bağlamıştır.
Zira ki,bizi kuşatan hava, ruhumuzun aziz mizacına kıyasla, gayet soğuktur. Şu halde havanın sadmesi ruha ulaşıp, karıştığında, hayatımızın sebebi olan nefesin etkisinin kabulü yeteneğinden ruhu men eden kötü mizaca neden olan ateşe dönüşmesinden ruhu koruyup; buharsı rutubetinin cevheri yok olmadan onu en eder. Temizlenme ise: Bu bedenin en feyizli karışımı gibi olan ruhun, ayırıcı yeteneğiyle içimize aldığımız havanın dumansı buharını ayrıştırıp, nefes dışarı çıkarken teslim etmesidir. Demek ki, burunu çekilen havanın tadili, havanın ruh üzerine gelmesiyle olur. Temizlenme, havanın candan dışarı çıkmasıyla olur. Zira ki tadil için alınan hava, önce soğuktur. Ama içeride, uzun süre hapsedilip, ruhun niteliğiyle nitelenip ısınsa, faydası bâtıl olur. Bu tür havadan ruh, istiğna edip yeni havaya muhtaç olur ki, yeni hava akciğeri içine girip öncekinin yerini ala. Şu halde, zorunlu olarak alına havayı vermek gereklidir. Ta ki, hemen ardınca gelecek havaya boş yer kala ve o havanın çıkmasıyla birlik onun fazla cevherlerini (karbondioksit) ruh dışarı ite. Hava mutedil ve saf olup, ruhun mizacına uymayan garip cevherler ona karışmamıştır. Havanın işi, temizleme ve rahatlandırma suretiyle bedenlere ve ruhlara sıhhat ve âfiyet vermektir; korumak ve siyânet etmektir. Eğer hava bozuşuma uğradıysa, onun işi de, beden ve ruhlar zarar vermektir. Hakikatte zarar veren ve fayda veren yaratıcı olan Hüdâ iken, edenleri ve ruhları sebeplere ve havaya bağlamıştır.
Dördüncü Madde
Bizi kuşatan havaya ârız olan tabiî değişmeleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Bizi sara havaya tabii ve tabii olmayan değişiklikler, tabii akımın zıddı olan değişmelere ârız olur Tabii değişmeler, mevsimsel değişmelerdir. Zira ki, bu hava, her mevsimde başka bir mizaca bürünür. Bahar havası mutedildir. Yaz havası sıcaktır.
Sonbahar havası ılımlıya yakındır. Kış havası soğuktur. Gerçi tıp âlimlerine göre, bu dört mevsimin havası, iklimlere ve bölgelere göre değişiktir. Lakin müneccimler nazarında, değişmeler muteber değildir. Onlara göre, dört mevsim şöyledir: Güneşin, ilkbahar eşitlik noktasından başlayarak koç, boğa ve ikizlerde bulunduğu süre ilkbahardır. Yengeç, aslan ve başaktayken yazdır. Terazi, akrep ve yaydayken sonbahardır. Oğlak, kova ve balıktayken kıştır. Ama dört evsimin mizaçlarının birbirinden farklılığı, güneşin tepe noktamıza yakın ve uzak olması nedeniyledir. Şu halde yaz mevsiminin sıcak olması, güneşin tepe noktamıza yakın olup, şuası kuvvet bulduğundandır.
Zar ki, yaz mevsiminde, şuaların akisleri, bölgelere göre dar ve dik açılar üzere olmayıp, geniş açı üzere olur. Bu duruma şualar kesif olup, sıcaklığı iki kat olduğu için, bizi sara havayı çok ısıtır. Bunun esas sebebi budur ki: Güneşi şualarının bazısının kaynağı silindir ve konu biçiminde olur Güya ki, güneşin şuası, merkezden çıkıp, karşısında bulunan nesnenin içine işler. Şuaların kaynaklarının bazısı basit bir çevrim veya basite yakın çevrim biçimindedir. Halbuki şuanın etkisinin gücü okunun yanındadır. Şua okunun, düştüğü yere göre çevreye etkisi zayıf olur. Yaz mevsiminde, güneşin şuasının dik düştüğü veya dike yakın düştüğü yerde bulunuruz. Kışınsa ya şuanın düştüğü yerin çevresinde veya çevresinin yakınında bulunuruz. Bunun için, yazın güneş, doruğuna çıkıp, yerden uzak olsa bile, bölgemize ışığı fazla ve etkilidir.
Zar ki, yaz mevsiminde, şuaların akisleri, bölgelere göre dar ve dik açılar üzere olmayıp, geniş açı üzere olur. Bu duruma şualar kesif olup, sıcaklığı iki kat olduğu için, bizi sara havayı çok ısıtır. Bunun esas sebebi budur ki: Güneşi şualarının bazısının kaynağı silindir ve konu biçiminde olur Güya ki, güneşin şuası, merkezden çıkıp, karşısında bulunan nesnenin içine işler. Şuaların kaynaklarının bazısı basit bir çevrim veya basite yakın çevrim biçimindedir. Halbuki şuanın etkisinin gücü okunun yanındadır. Şua okunun, düştüğü yere göre çevreye etkisi zayıf olur. Yaz mevsiminde, güneşin şuasının dik düştüğü veya dike yakın düştüğü yerde bulunuruz. Kışınsa ya şuanın düştüğü yerin çevresinde veya çevresinin yakınında bulunuruz. Bunun için, yazın güneş, doruğuna çıkıp, yerden uzak olsa bile, bölgemize ışığı fazla ve etkilidir.
Kışınsa, güneş eteğine inip, yere yaklaştığı halde, bölgemize ışığı zayıf gelip, hava soğuk olur. Zira ki, yaz mevsiminde güneş bizim tepe noktamıza yakın olur, kış mevsiminde ise uzak olur. Fakat ilkbahar ve sonbaharda, şuaların düştüğü noktalar çevremizde bulunduğundan hava ılımlı olur.
Beşinci Madde
Bizi kuşatan havaya ârız olan, tabii olmayan göksel değişmeleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Bizi saran havaya ârız olan tabii olmayan değişmelerin bazısı göksel işlere, bazısı yersel işlere bağlıdır. Göksel işler nedeniyle olan hava değişimleri, yıldızların etkisiyle olan değmelerdir. Zira ki ışıklı yıldızlar bir yerde toplanıp, güneşle dahi bir araya gelmeleri sırasında, yerin başucu noktasına veya yakınına düşen gölgeleri kuşatan havayı, ifrat derecede güzelleştirirler. Bazen bu birleşme başucu noktasından uzakta olur ve havanın güzelliği eksilir.
Yersel değişmeler nedeniyle olan hava değişmelerinin bazısı, bölgeleri enleme sebebiyle, bazısı, bölgenin yerinin yüksekliği ve alçaklığı sebebiyle, bazısı, dağlar sebebiyle, bazısı rüzgârlar ve bazısı toprak sebebiyle hâsıl olur.
Bölgelerin enlem farkından olan hava değişmeleri açıktır. Zira ki her belde ki kuzey tarafta yengeç dönencesine ve güney tarafta oğlak dönencesine yakındır. O bölgenin yazı ekvator tarafında olan bölgelerin yazından ve kuzey tarafa yakın olan bölgelerin yazından daha sıcaktır. Şu halde gün eşitleyici dairesi altında bulunan yerlerin havasını mizacı itidale daha yakındır. Zira ki burada havanın sıcaklığının sebebi güneşi tepe noktasına gelmesidir. Halbuki ışınların tepeden ve dik gelmesi çok tesir etmez, belki bunun sürekliliği çok tesir eder. Bu sebepten gün yarısı vaktinde olan güneşin sıcaklığı, ikindiden önce çoğalır. Bunun içindir ki, güneş, yengeç burcunun doruğundan meyledip biraz güneye inse sıcaklığı şiddetli olur.
Güneş, mümessil feleğin eğiliminde bulunduğundan henüz yengeç burcunun doruğuna ulaşmıştır. Mesela güneş, ikizler burcunun tepesinde iken havaya yaptığı tesirden, aslan burcunun tepesine geldiğinde daha çok tesir eder.
Zira ki aslanın tepesinde iken ışınların dik gelmesi süreklidir. Halbuki ekvatora çakışık olan yerlerde güneş, birkaç gün tepede bulunup, hızla uzaklaşır. Zira ki eşitlik noktasının yakınında olan gün ışınlarının eğim fazlalığı, dönüm noktasının yanında bulunan eğim fazlalığından çok büyüktür. Belki dönüm noktasının yanında olan artışın hareketi, üç dört güne mahsus olmaz. Elbette güneş, orada bir müddet yakın bir yerde kalıp havanın ısınmasına sebep olur. Şu halde bundan malum oldu ki, o bölgede ki, genel meyil enlemlerine yakındır. Onlar en sıcak bölgelerdir. Onlardan sonra en sıcak yerler, onların kutuplarından yana olan taraflarında ve gün eşitleyiciden yana olan taraflarında 15'er dereceye değin enlemi bulunan beldelerdir. İki dönüm noktası arasındakiler de bunlar gibidir.
Altıncı Madde
Bizi kuşatan havaya harız olan tabii olmayan yerel değişmeleri yani yeryüzünün bölgelerinin yükseklik ve alçaklık sebebiyle, dağlar denizler, rüzgârlar ve toprak sebebiyle havaya ârız olan değişmeleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Bölgenin yüksek ve alçak yerde bulunması ile havanın değişmeleri muhakkaktır. Yüksek yerde bulunan bölgenin havası sürekli soğuk olur. Alçak yerde bulunan bölgenin havası sürekli sıcak olur. Zira ki güneş ışınlarının yerden aksetmesi ile kazandığı sıcaklığın şiddeti, yere yakın olan tarafı bulunduğundan, bizi kuşatan nesîmi kürenin en sıcak yeri, yere komşu olan semtidir. Yerden uzaklaştıkça soğuk tabakaya yaklaşıp ona komşu olunduğundan buralar soğuk olur. Eğer alçak yer, bir derin vâdi olursa sıcak şuaları hapsedip, havayı çok sıcak ve kesif olur.
Dağlar sebebiyle bulunan hava değişmeleri ortadadır. Zira ki, o dağ ki bölgenin oturduğu yerdir. O bölgenin havası ânifen açıklanan kısımdan sayılmıştır.O dağ ki, bölgenin komşusu bulunmuştur; o bölgeyi saran havada onun tesiri, iki yönde tecrübe olunmuştur.
Tesirin biri, güney ışınlarına o bölge üzerine akis ve hasretmek veya bölgeyi ışınlardan örtmek yönlerindendir. ikinci tesiri, rüzgârı, bölge üzerine esmekten men edip veya bölge üzerine sevk edip yardımcı olmak yönlerindendir. Birincisi, dağ bölgenin kuzeyi yakınında olmak gibidir. O zaman güneş, ışınlarını o dağ üzerine serpip, şuası o bölgeye aksederek, enlemi ne kadar farklı olursa olsun orayı kuşatan havayı ısıtır. Eğer dağ, bölgenin batı tarafında bulunup, doğusu açık olursa, güneşin tesiri orada yine tamamıyla havayı ısıtmaktır. Eğer dağ, bölgenin doğusunda bulunup, batısı açık olursa yarı ısıtır. Zira ki bu dağ üzerine güneş, zevalden sonra ışıklarını septiğinde saat saat gittikçe, bu dağın doğu tarafından uzaklaşıp, şuanın keyfiyeti azalıp havanın ısınması tamam olmaz. Lakin dağın batısından yana güneş geldiğinde, her saat yaklaşıp, bölgenin havasını tamamıyla ısıtır. Eğer dağ, bölgenin güneyi yakınında olsa bölgenin havasını hiç ısıtamaz.
Tesirin biri, güney ışınlarına o bölge üzerine akis ve hasretmek veya bölgeyi ışınlardan örtmek yönlerindendir. ikinci tesiri, rüzgârı, bölge üzerine esmekten men edip veya bölge üzerine sevk edip yardımcı olmak yönlerindendir. Birincisi, dağ bölgenin kuzeyi yakınında olmak gibidir. O zaman güneş, ışınlarını o dağ üzerine serpip, şuası o bölgeye aksederek, enlemi ne kadar farklı olursa olsun orayı kuşatan havayı ısıtır. Eğer dağ, bölgenin batı tarafında bulunup, doğusu açık olursa, güneşin tesiri orada yine tamamıyla havayı ısıtmaktır. Eğer dağ, bölgenin doğusunda bulunup, batısı açık olursa yarı ısıtır. Zira ki bu dağ üzerine güneş, zevalden sonra ışıklarını septiğinde saat saat gittikçe, bu dağın doğu tarafından uzaklaşıp, şuanın keyfiyeti azalıp havanın ısınması tamam olmaz. Lakin dağın batısından yana güneş geldiğinde, her saat yaklaşıp, bölgenin havasını tamamıyla ısıtır. Eğer dağ, bölgenin güneyi yakınında olsa bölgenin havasını hiç ısıtamaz.
Dağın ikinci yönden olan tesiri, bölge üzerinden soğuk kuzey rüzgârının esmesini dağın engellemesiyledir: Ya sıcak güney rüzgârının esmesini, bölge üzerinden kaldırmasıyladır veyahut bölge, iki büyük dağ arasında bulunup, rüzgâr tarafına açık olmasıyladır. O zaman orada rüzgârın esmesi, düzlükte bulunan belde üzerine esmesinden daha şiddetli ve fazladır. Çünkü rüzgârın şanındandır ki, bir dar yere çekilse, tıpkı bir akar su gibi burada rüzgârın akıntısı sükun bulmaz ve durmaz. Şu halde dağ bakımından beldelerin en ılımlısı o beldenin havasıdır ki, kuzey tarafı açık olup,
batı ve güney tarafları kapalı ola. Deniz sebebiyle çevrede olan bütün beldelerin havası rutubetli olur. Eğer deniz, beldenin kuzey tarafı yakınında olursa, su üzerinde kuzey rüzgârı esip, o beldenin havasına fazla soğukluk bahşeder. Zira iki suyun tabiatı, kuzey rüzgârı gibi soğuktur. Eğer belde, denizin güney tarafında olursa, o beldenin havasına fazla ağırlık verir. Özellikle kuzeyinde dağ bulunup, rüzgârın esmesine mâni olursa onun havası oldukça ağır ve kesif olur. Eğer deniz beldenin doğu tarafında olursa, onun havasına fazla rutubet verir. Zira ki güneş, bütün etkisiyle o beldenin üzerine ısrarla yaklaşır. Eğer deniz, beldenin batısında olursa, onun havasına rutubet vermesi az olur. Zira ki güneş, o beldeyi yalayarak uzaklaşır. Bu mânâya uygun rüzgârlar; kuzey, doğu ve batı rüzgârlarıdır ki, muzır olan güney rüzgârıdır.
Rüzgârlar sebebiyle olan hava değişmeleri tecrübe edilmiştir ki: Kuzey rüzgârları soğuk ve kurudur. Soğukluğu, soğuk dağlardan geçip bize geldiğindendir. Kuruluğu, güneş ışınları o tarafa zayıf olup, burada deniz buharlaşması az olduğundandır. Doğu rüzgarları, sıcaklık ve soğuklukta mutedildir. Lakin dağlardan ve karalardan geçtiğinden, bir miktar kurudur.
Batı rüzgârları dahi mutedildir. Lakin denizlerden geçip geldiğinden bir miktar rutubetlidir. Güney rüzgârları ekseri beldelerde sıcak ve rutubetlidir. Sıcaklığı, güneşin yakınlığı ile ısınmış olan yönden bizlere geldiğindendir. Rutubeti ondandır ki, güney denizleri güneşin sıcaklığıyla çözülüp, sıcaklığın kuvvetiyle denizlerden buharlar çıkıp, o rüzgarlara karışır. Onun için güney rüzgarları, insana rehavet verir. Ama sam yani helak yelleri yukarıda beyan olunduğu üzere, ya çok sıcak olan sahralardan geçip gelen rüzgârlardır veyahut duman tabakasında ateş benzeri dehşetli âlâmetler ortaya çıkaran duhanlasın artıkları aşağıya inip karıştığı rüzgârdır ki, her ne yönden hareket etseler, tesadüf ettikleri bedenleri saatinde yakıp, simsiyah edip, helak ederler. Bilinen bütün bu kuralları, sam yelleri altüst ederler. bütün şiddetli rüzgârların ilk başlangıcı gerçi zayıf rüzgârlar gibi aşağıdandır. Lakin hareketlerinin başlangıcı, esmesi ve esası yukarıdandır.
Toprak sebebiyle olan hava değişmeleri ki, her beldeye göre farklı olur. O farklılığın sebebi budur ki, beldelerin bazısının toprağı killidir, bazısının taşlık, bazısının kumluk, bazısının kara, bazısının madendir. Şu halde bunların hepsi suyu değiştirdikleri gibi, havayı dahi değiştirirler. Hak'ın tesiri ile tasarruf ederler. Zira ilk, kainatın bütün zerreleri vücuda gelip giderler. Her ne ederlerse Allah'ın iradesi ve kudretiyle ederler. Kadir ve Kayyum olan ancak Allah Teala'dır. Celle Celalih.
Yedinci Madde
Bizi kuşatan havaya ârız olan, tabii akıntının zıddı değişmeleri bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Tabii akıntılara zıt olan değişmeler, ya havanı dönüşmesinden veya havada bulunan istihaledendir, veya havanın keyfiyetinde bulunan istihale ve değişimdendir. Havanın cevherinde olan istihale, hava cevherinin bozulmasının mümkün olmasıdır. Yoksa havanın bir keyfiyeti şiddetli olduğunda veya eksik bulunduğunda değişim olmaz. Belki havanın cevheri bizzat çevirici olsa, o vebadır ki, havaya ârız olan kokuşmadır ve ona taun dahi derler. Bu kokuşma, renk ve kokuyu ve yemeği değiştirici olan suyun kokuşması gibidir. Bizim havadan muradımız, o basit ve mücerret olan hava değildir. Belki bizi çevreleyen buhar ve duman küresidir ki, basit ve mücerret değildir. Zira ki, mücerret basit cisimlerin hiç biri kokuşmaz, ancak keyfiyetinde ya cevherinde, başka bir basite dönüşür. Yukarıda açıklanan unsurların dönüşümü gibi. Fakat bizim havadan muradımız, havanın içinde olup, havanın hakiki cüzlerinden, su ve buhar zerreciklerinden; buhar ve duman ile yükselen topraksal ve ateşsel cüzlerden karışmış olan bir cisimdir ki, buna hava adını vermemiz; deniz suyuna, su adını vermemiz gibidir. Zira ki, deniz suyu dahi saf değildir. Belki topraktan ve sudan ve havadan ve ateşten bileşmiştir. Lakin onda su üstün olduğundan, su adı verilmiştir. Şu halde bu karışık hava, bazı kere kokuşup, cevheri kötüleşir
Nitekim çakıllı geniş derelerin suyu kokuşup, cevheri onlara dönüşüp, taş kesilir Bunun gibi hava da kokuşup veba kesilir. Havanın fazla kokuşması ve vebanın çoğalması genellikle yaz sonunda ve sonbaharda olur. Ama havanın keyfiyetinde bulunan değişmesi, sıcaklığında ya soğukluğunda tahammül olunmayan keyfiyete çıkıp, ziraatı ve nesli fesada verip, helak etmesidir. Bu durumda hava, sayılan bu değişimlerin biriyle değişime uğrasa, ondan Hak'ın izniyle bedenlerimize hastalıklar ârız olur. Zira ki, hava kokuştuğunda Hak'ın tesiriyle, bedenlerimizin içinde olan dört karışıma dahi tesir eder. Önce yürekte olan karışıma kokuşma eriştirir.
Sekizinci Madde
Bizi kuşatan havanın, bedenlerimize ve ruhlarımıza olan çeşitli tesirlerini ve faydalarını; sen rüzgârların değişmeleri ve faydalarını bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Eğer hava ifratla sıcak olsa, bedendeki mafsallara rehavet verip, rutubeti tahlil eder. Susuzluğu artırır ve kuvveti azaltır. Bir tabiat âleti ola bedenin hararetini tahlil edip, hazmı tebdil eder. Kan dokusunu tahlil ve safrayı diğer salgılar üzerine üstün ederek, rengi sarartır. Şu halde, sıcak hava, bedenin sıhhatine uygun değildir. Fakat soğuk algınlığı olanlara ve bazı felçlilere uygun ve faydalıdır. Ama soğuk hava bedenin hararetini hasredip, maddeleri akmaktan alıkoyar ve nezleyi tahrik eder. Sinirleri zayıflatıp, akciğere ve damarlara şiddetli zarar verir. Eğer havanın soğukluğu mutedil olursa, hazma ve bedenin bütün uzuvlarına kuvvet ve sağlamlık verip, sıhhatli bedenlere uygun gelir. Mesameleri kapatıp, kemik boşluklarını sıkıştırır. rutubetli hava, çoğu bedenleri mizacına uygun gelip cildi yumuşak, rengi güzel, görünüşü hoş edip, mesameleri temizler. Lakin kokuşmaya hazırlar. Kuru hava ise, açıklanan rutubetli havanın tesirlerinin tam zıddını yapar. Kuzey rüzgârlarıdır ki, bedene kuvvet verip, metanet bahşeder. Görünen akıntıları men eder ve bedenin mesamelerini kapatır. Hazma kuvvet verir.
Karnı ve mideyi çalıştırıp, idrarı kolaylaştırır. Batı havası kokuşmuş olsa, bu rüzgâr onu ıslah eder. Eğer güney rüzgârı, kuzey rüzgârı üzerine geçip, hemen kuzey rüzgârı esse; güney rüzgârı terletir, kuzey rüzgârı insanın içini pekleştirip, dışarı açılmaya sebep olur. Bu sebepten, o anda, baştan akan maddeler çoğalıp, göğüs, mesane ve rahim hastalıkları belirir; idrar zorluğu, öksürük, mafsal ağrıları ve titreme görülür. Güney rüzgârı, bedeni gevşetir. Mesameleri açar. Karışımları dışa hareket ettirip, duyu organlarına ağırlık verip, yaraları bozar. Hastalıkları artırır, baş ağrısını çoğaltır. Uykuyu getirip, sıtmayı sardırır. Doğu rüzgârları eğer, gecenin sonunda ve günün evvelinde eserlerse, güneşle ılımış olan hava latiftir ki, rutubeti az, kuruluğu mutedildir. Bu rüzgârların esmesi, o saatler çok olduğundan, unlara: Sabah rüzgârı, nesin-i seher derler. Şu halde, sabah rüzgârı bedenlere safa ve uykuya lezzet, hastalıklara şifa bahşeder. Eğer gün sonunda ve gece öncesinde eserse, bunun tesiri, ötekinin tersinedir.
Doğu bölgelerinin havası, batı bölgelerinin havasından latif ve safadır. Batı rüzgârı eğer, gün sonunda ve gece öncesinde eserse, hava kesiftir ki, deniz buharı yüklüdür. Eğer seher vakti eserse, güneşle ılımayan havadır ki, çok kesif ve çok ağırdır. Batı rüzgârı, her ne vakit eserse, bunun tesiri, sabah rüzgârının yararlarının aksinedir. Buna: Dübür rüzgârı derler. Hadis- i şerifte: "Sabah rüzgârı yardımcıdır. Ad kavmi dübür rüzgârıyla helak oldu," diye vârit olmuştur.
Burada havanın faydalarından bu kadar anlatmakla yetinilmiştir. Zira ki, basiret sahipleri, bundan ibret almışlardır. (Rüzgârın gönderen, ruhları cilalandıran ve vücutları ferahlandıran Allah münezzehtir. Her sebebi müsebbibi odur. Rablerin rabbidir. kendisinden başka ilah olmayan, celal sahibi Allah münezzehtir.