25 Şubat 2016

GÖNÜLDEN SÜZÜLENLER-İSMAİL SARIGENE....BİR



GÖNÜLDEN SÜZÜLENLER-İSMAİL SARIGENE

BİR
Saksılara ellerimizle ektiğimiz ve gözümüzün nuru baktığımız umutlar bak yeşermiş sevgili. Umutlanmış tahta beşikte uyuyan Elif. Bak beyaz badanalı evimizin önünde bize gülümsemekte. Ayakları çıplak yine. Haydi Elif’in ayaklarına yüreklerimizi giydirelim. Üzerindeki beyaz elbisesine mutluluklarımızı yazmaya gidelim. Bir ezan vakti koşalım sana. Senin ellerinde deniz kabukları, benim ellerimde cam bilyelerim..Kum saatine baktım da geldim şimdi; vakitlerden kavuşma, günlerden Elif.. 
Üç duvar bir pencerelik yüreğini darağacına mı yormaktasın ey yar. Bir yastık ve demir ranzanın içinde sakladığın ve hiç kimse ifşa etmediğin bu ağır suskunluğun kelimeleri nerede ? İçine demirlediğin tekil çığlıklarını kanatıp iyileşmesi için tekrar bir yaraya dilenmektesin ey yar. Umutsuzluğa bir avuç tuzu reva görmek neye cevap hangi bedelin ücreti. Sus ve artık kanatma yaralarını. Ceplerimdeki cam bilyelerin ömrünün uzaması gözlerinin kahverengi Cennetidir sevgili 
Bir mendil fiyatına gitti sandığın düşlerine gülümse küçük kız. Yüzünün utangaçlığına uzattığın çocukluğuna inat sen kocaman mutluluklarında gülümse hayata. Yeksenak bir acıya tek bir payda nefesini verme. Tek bir söz söylemesine izin verme hüzne. Dudaklarına umut, yüreğine mutluluk ve yüzüne gülüş yakışır senin.. 
Kanayan yaralarıma ben umutlar bastım. Deştim en derin yanını mutluluklar verdim köklerine ve gülümsedim bir miktar. Huzura kavuştu uykusuzlarım. Bir beden olmaktan vazgeçeli çok oldu. Büyüdüm kocaman bir sevda oldum. 
Çatık ve yitik bir yağmur bulutunu sağdım dün gece. İçindeki tüm sancıları emdi topraklarım. Sonra eteklerinde sakladığı bir avuç umuttan bahsetti bana. Acıya rehin verdiği tüm umut türkülerini fısılda kulağıma. Sonra avuçlarıma son nefesini verdi. Göç etti ateş açan çiçeklerin memleketine. Ve ben içimdeki kız çocuğunu alıp bir gül tohumu ektim boş yağ tenekelerine doldurulmuş toprağa. Bozkırdı, kısırdı o toprak ama ama bir Mayıs gecesi bir umut gülümsedi yüzüme. O gece acısını sağdığım bulutlardan tel tel yıldız yağdı. Sonra dualarım ıslandı, avuçlarıma bir sevda gülümsedi anne. Senin ellerin gibi bereketliydi yüzü. Ve senin boylarındaydı boyu..Tıpkı sendi anne. Onu gördükçe umutlandım, onda seni hatırladıkça gülümsedim babamın siyah beyaz fotoğraflarına..Şimdi saksı yerine koyduğun yağ tenekelerinde binlerce şiir hayata gülümsüyor anne. 
Gözlerinin esir düştüğü savaş meydanındayım ey oğul. Toz duman etraf yüreğin ise kan revan. Kanayan dudaklarını susturmaya mı yeltendin yoksa. Yoksa yüreğini lime lime edip düşlerini bir recm’e mi rehin verdin. Hadi kaldır işvebaz intiharları göğünden. Yeksenak bir acının ayak ucundan kaldır gövdeni. Bir miktar umudun gözlerindeki tarifsiz telaşı gör. Cesedinin bir hükmü olmasa da o koca yüreğinin " onuru " için ayaklan hadi. Susma sakın. Koca yüreğinin engin dehlizinde bir dirhem konuş..Bir dirhem.. 
Her unutulan yaranın içinde kanayan bir yüzdür aslında. Recm edilmiş ya da şekerlerin sarmalandığı bir gazetenin üçüncü sayfasında yer alan on puntoluk bir intihar haberine ithaf edilmiş yüreğin daha kaç kez gece debelenecek acının içinde. Gövdene olan itibarın zedelense de yüreğin için ayaklan. Kaldır cesedini gözyaşı sağnağında. Başını yerden topraktan çevirip gökyüzünden yağan binlerce yıldızlara aç saçlarını. Sadece sen kalsan da savaş. En iyi sen biliyorsun ki, savaşmayana ekmek yok bu ülkede. Ve ağlamayana sevda. Savaş ve ağla ama asla ayrılığa/ hazana boyun bükme. 
Eskiden çok eskidendi. Teneffüs aralarında zangır zangır bağıran simitçiye inat annemizin iki dilim ekmeğin üzerine sürdüğü yağ ile zeytini yan yana götürdüğümüz zamanlardı. Yalın, süssüz ve tertemiz. Metal dünyaya kafa tutan tahta arabaların mahalle aralarında cirit attığı,Anadolu’nun bir küçük kasabasında televizyonlarda gördüğümüz kayak yapanlara inat biz annemizin çamaşırlarını yıkadığı leğenleri gizli gizli kaçırıp karlı bir tepeden aşağıya leğenlerle inmek. Ve koca ve süslü vitrinli büyük mağazalardan satın alınmamış oyuncaklarımıza inat biz dizlerimi büküp bir yuvarlağa cam bilyeleri doldurmak. Ellerimize doldurmayan silahlara inat tahta sapanlarla taşlara yüklenmek. Iskalasak ta gülümseyebilmek her şeye inat. Yokluğun yoksulluğuna düşmeden varlığımızın şükrüne durmak..O şükrü gülümseyerek eda etmek..Bir Elif miktarı gülümsemek velhasıl. 
Suçsuzluğunu inkar edecek değilim. Suçlusun diyecek kadar ömründe ol(a)madım. Yığma ve tıknaz bir sevdanın ayak uçunda ezilen kaderine üzülürüm ben. Uykusuz gecelerin sabahçı kahvelerine denk gelen gözlerinin iç savaşına düşer gözlerim. Baş parmağı gözüken bir lastik ayakkabılı geçmişin yüzüne bir fiske daha ben vururum ve en ağrılı çocukluğuma en iyi çelmeyi ben takarım.. 
Ey gözlerine perdelenmiş karanlık, sus artık. Daha hangi aydınlık ülkemi işgal edeceksin. Hangi hangi tümcemin özgürlüğüne bir kurşun hediye eyleyeceksin. elbet ellerimde taşıdığım yürek parçacıklarım methiyesiz bir ışık süzmesine kavuşacaktır. Kuşandığım, alıntı içinde alındığım her nefese bir sen bıraktım. Ve altı çizilmiş adının yanına bir kır düğünü bıraktım. Gül sağnağında ölümler diledim kendime. Bir ezan vakti şafağa sırtımı verip umudun göğsünde gövdemi kaybedip yüreğimi yüreğine teslim etmek 
Ayak uçlarının açıkta kalan yanlarını kapatmayı yeğlemeyip yüreğini sevdalarıyla kapatmışlar. Dünyalık’ların dan vazgeçip iki beden tek yürek olmuşlar. Kar, boran, fırtınaya inat gözlerinin baharlarından nasiplenmiş ıslak duaları. Bir tahta kapı, bir beton eşik..Ve saman çamur karışımı sıvayla örülü sevdalarına binlerce tebessümden çatı kurmuşlar. Avuç içlerinde birikmiş binlerce gül, gözlerinin üstünde kanatlanmayı bekleyen kelebek..Ve hayat..Yokluğun yoksulluğunu değil; iki bedenli gövdelerindeki tek nefesten bir varlık çıkarabilmeyi başarabilmişler. Sevmişler, sevilmişler.. 
Uzaklardaydı gözlerim. Bir akşam üstüne demlenmiş yüreğimin ellerindeydi gövdemin közlenmiş hali. Sönmeye yeltenen bir sigaranın son tadına varmaya ramak kala içime çektiğim bir hayatın en derin isyanındayım.Yüreğimde binlerce devşirme yeni…çeri, dudağımda her bir harfi roman olan bir suskunluk. Debisi gittikçe büyüyen bir nehrin akışına uzattığım dudaklarımı yine acıya guslettim. Sustu hançer, derin bir ur’du içimde beni bana öldüren. Ceplerimde biriktirdiğim sesli harflerimi kirli sakallarımdan indirip dudaklarıma bir cümle daha bağışladım. Ey hayat, sana sövmüyorum çünkü senli hiçbir cümleye özne olamadım. Ama bir gün bir söze gebe kalacak yüreğim. Elbet bir gün.. 
Taksirli bir suçum ben damarlarında arsızca gezinen. Hadi yüzümün kömür isine bir zân daha bırak. Çocukluğumda üttüğüm mavi bilyelerin suçunu bugünkü ayrılığa yor beni. İçinin intihar bahçelerine döşediğin mayınların pimini bana ver. Korkmuyorum. Hangi insan ben kadar mutlu olabilir ki. Ölmeden seni yani kendi ellerimle tuttuğum kiralık katilimi gördüm ve sana bir dudak payı soluğumla son kez gülümsedim. Ve uzandım silahının son kurşuna. Beni hangi çocukluk düşümden vuracaksın. Sobelendim ey çocuk. Beni infaz et yaralarımdan.. 
*

Nefesinde birikmiş nefeslerine ölümler biçerken ben uzakta bir yerde bir ıslak iskelede kırlangıçlara yem vereceğim. Kırmızı sızarken avuçlarımdaki gül’den ben inat gülümseyeceğim sarı sonbahara. Eteklerini buruşturup utangaç yaralarını üşengeç uykularına yar mı edeceksin. Daha kaç kez gecenin katili olacaksın, daha kaç kez başını koyduğun yastıkları sadece gözyaşlarını kurutmak ve de çığlıklarını bastırmak için kullanacaksın. Bırak artık içindeki yavan sorguları ve bırak artık içindeki iç savaşların fitilini kendi ellerinle yakmayı.. 
Uzak bir şehir gibi gözlerin..Yol üstü molalar geçilen binlerce bağ bahçe. Uykusuz gözlerimin içinde binlerce şiir akıp giden yüreğinin nehir yataklarına. Dışı kalabalık içi yalnızlık kokan yüreğine kül basan nice hatıra varsa ateşe ver yak. Bit ama ölme. Öldürme. Yaşat içindeki savaşları sonucu ne olursa olsun bırakma eteklerinde sakladığın mavi umutları. 
Bir ulusal gazetenin üçüncü sayfasının on punto’luk manşetine düşmüş adın. Kayıp ilanlardan öteye geçmeyen yüreğine birkaç satırlık " gaiplik" hükmünü recm ettirdim. Gömleğime sinmiş bir katili gölgesi varken gökyüzüne fırlatacağım uçurtmalar kaç kez gülümseyebilir bana.Söylesene suskunluğunu bende bozan ses..Şimdi neyin varsa bende toplamaya gelme. Dudağımdaki tek adın kaldı..Gerisini çoktan gömdüm. İçimde sadece topuklu ayakkabılarının uykularımı bölen çığlığı. Onu da ne olur bana çok görme. Ölümümü müjdeleyen sabaha geç almasın diye o çığlığı saatime kuracağım.. 
Kendi ayaklarına çelmeyi en iyi takan halinden tanıdım yüzünün kirini. Kekeme çocukluğuna düşen siyah- beyaz fotoğrafının yakasına yapışıp seni sordum. Sonra topuklarının sesine vurdum stabilize düşlerimin tali yola çıkan hallerini. Bilirim cüretin bir jiletin en keskin yüzünedir. Ve avuçlarından sızan iki kan damlası. Topla hadi ar damarını da alnı ortasından vur acılarını. Ölen bir bedendir velhasıl, ruhunu gövdenden kopar hadi. 
Târıkı’nı kaybetmiş bir tesbihat gibi koynundaki gezinen yılan. Pusuya pusu atan bir soğuk bir mermi gibi ağıtların. Ağır yaralı ve bi o kadar umut vak’â. Ama sakın gusletme yaralarını yaralarınla. Besmele’siz başladığın bir roman içinde ür…yan gezindiğine say acılarını. Ve sur’u üfle kendini gözyaşınla guslettiğin ân’da. Ve saflarını sıklaştır.Sıklaştır ki, ıslak bir dua’ya ulaşacak sözlerin gökyüzünün tesbihatına ulaşsın. Ve tövbeye tok bir cümle Elif ile Vâv arasında kendini intihara meyletsin ve o intihar bir dua ile temizlenip sana bir sevda ile müjdelensin 
Senle ben " biz " olabildik ya; 
Acıyı en çok acıtan bu işte sevgili. 
Uzaklığımıza inat yakınlaşan mesafelere inat 
Bize çıkmayan tüm tali yollar uzadı birden. 
Yıldızları geceye sereli 
Karanlıklar zoraki göçe niyetlendi. 
Ve sevdanın yirmi dokuz harfiyle konuşurken 
Ayrılığa tek bir kelime bile mubah kılındı 
Sen ve ben. Koca iki çınarlık sevdanın ayak ucunda bir sobanın etrafına verdiği ısının ötesinde yaşadığımız düşlerin güzelliğinde ısınacak romatizmadan azan dizlerimiz. Anılarımızın sakladığı dolaptan istediğin ilaçlarını isteyeceksin benden sonra da ben gazete okumak için yakın gözlüğüm nerde diye soracağım senden. 
Ninemin elleriyle suladığı o bahçeye biz – ikimiz – hayat olacağız. Sesimize sakladığımız umut fidelerini ekeceğiz toprağa. Hasretliğimizde akıttığımız ve yüreğimizin sol yanına istiflediğimiz gözyaşlarını toprağa ab-ı hayat diye yedireceğiz. Kanacak kısır toprak ve doyacak duvaksız gelin olan kuru bahçe. Yüzümüzde açan her bi gülüşü güneş diye sereceğiz toprağın altına. Yeşerdikçe düşlerimiz, deniz kabuklarıyla mavi bilyeler dans edecekler nihavent bir şarkı eşliğinde. 
Annemin özenle hazırlayıp gülümseyerek poz verdiği o mısır koçanlarının arasında gezineceğiz seninle. O bahçenin tam karşısındaki çınar ağacının gölgesinde yatan babam bizi izleyecek sessizce. Ve çocukluğumdan şimdiki zamana kadar korkuyla baktığım o bahçedeki kuyudan su çekip kuruyan toprağa can olacağız. Bükülmüş beline bakmadan hala dimdik ayakta kısır toprağa bakir arıklara umutlar eken nineme gülümseyeceğiz elele. 
Hayatın hiçbir safhasında zorlukların belini bükmediği ve belinin sadece tek umudu ve onu tek bir şeyin gülümsettiği o bahçede nineme sormadan dut ağacına çıkacağız seninle. Daha ermeden çocuklar gibi dutlara saldıracağız. Sonra da ninemden izinsiz ayvaları toplayacağız. Hayatın zorluklarına inat rast gele gülümseyeceğiz velhasıl. 
Güçsüz değilsin. Dimdik ayakta yüreğin. Nefes aldıkça gülümseyeceksin. Tek bir damla akmayacak gözlerinden. Bulutlar ilişse de, tek bir zırnık yok kuru toprağa. Acıya reva görülecek tek bir günün yok sevgili..Ben varken yalnız değilsin sevgili. 
Bir tarafı umut bir tarafı mutluluk sirayet etmiş evlerin arasına unutulmaya asılmış acılarını astım. Kuruyan her yaraya bir gülüşü filiz verdim. Umutla besledim, mutlulukla sardım ve sabırla büyüttüm. Acından bir sevda doğurdum. Yüreğinin harfliğine soyundum yazdıklarım roman oldu, dudaklarda ise hayran kalınan onlarca şiir. Gönlünün eyvallahına kuşandım her nefes alışım sen oldu, gözlerde tükenmeyen bir gülüş.. 
Perde aralarından güneşi özleyen bir duvar gibi dudaklarımda birikmiş ve sana ithaf edilmiş sözler. Buram buram yanık, buram buram özlemle yıkanık. Daha selası verilmedi cesedimin, yatırılmadı musallaya başım ve de daha değmedi kör ve de soğuk bir bıçak göğsüme. Ölmedim daha; yaşayacak bir sen’im var. Yaşıyorum bak; ölmeye niyetlenmiş orucumu bozdum. Bir ömür boyu sana sevdalı olarak kefaretini ödeyeceğim. 
Tarihi taşıyan omuzlarına bir sevdayı uzattım çocukluğumun. Kerpiç suretine hasretinin güzelliğini resmettim sonra. Geniş camlı, tahta korunaklı pencerelerimi hep sana açtım, gülüşünle ısındım ve sesine yasladım nefesimi. Topuklu ayakkabı sesleriyle uyandırdım uykularımı. Sonra da gözlerinin Cennetine senli bir ben daha bağışladım. Helal olsun. Helal olsun. Helal olsun. 
Ayakları açıkta kalmış çocukluğuma bir sevdayı bağışlamışken hangi harfi yorup seni anlatabilirim ki. Acizim seni sana anlatmakta. Bir masal kahramanlığına soyunmuş addedilmiş iken ben sadece senin sevdalığına adadım. Adım şairlikle anılsa da ben aldığın nefesin, gülümseyen yüzün umuda denk gelen yanını tasnip eden bir yolcuyum; tüm yolları sana varılan.. 
Ellerini iki yanağına kapayıp hüzünlere gelin etme kendini. Dizlerini büküp, eteklerini buruşturma sevgili. Acıya yarenlik ettirmeyeceğim seni. Umuda bir filiz veren mutluluk fidesinde gülümseteceğim. Bu dünyalık ömrüm göremese de ahirim’sin. Sözüm söz sevgili. Cennetin gül bahçelerinde Elifimizle seni bekliyor olacağız.

Bir çocuğun oyuncağına bakmasındaki mutluluğun ötesinde sevdim seni. Kavgasız olmazdı özlem. Sensizlikte danışıklı kör bir dövüşe vurdum kendimi. Yine ve her defasında sağ kroşeden bir yumruk yese de ben sol yanıma işlediğim sevdanla ayaklandım. Bak hala dimdik hala senin özleminde sana nefes almaktayım. 
Bir ekin tarlasındayım. Uçsuz bucaksız sarı başakların arasında seni görüyorum beyaz gelinliğinle. Kucağında Elif, gözlerinde ben, nefesinde bir can, damarlarında bir umut ve ayaklarının altında yemyeşil mutluluk. Sonra rüya mı diye soruyorum kendime. Yok yok aldığım nefes kadar gerçek, soluduğum hava kadar hayat dolu. Gerçeğin ta kendisinde bana rüyalarımı gerçeğe dönüştüren kadına kocaman bir eyvallah. 
Kırık camlarıma bakıp bakıp utanmadan sıkılmadan giren ayaza bilediğim bıçağın yüzünü doğruldum özlemine. Biliyorum yarın Pazar. Yine seni dün gibi özleyeceğim. Demli bir çayın içine attığım şeker gibi saçlarını rüzgarın estiği yöne taramayı özeneceğim. Sonra da yakın gözlüğümü takıp özenle okuduğum gazetelerin pazar ekleri gibi senli zamanlarımın manşetleri hatırlayacağım. Kara bulutların ardından doğan güneşe sevinir gibi senin tarafından sevilmenin onuruna bir eyvallah daha bırakıp rastgele gülümseyeceğim mahallemizde soğul havaya top oynayan çocuklara. 
Bir dostun ninesinin cenazesindeydim bugün. Üzgün bakışların gözyaşına esir olduğu dört duvar arasındaydı nefesim. Bıçak gibi soğuk bir güne yataklık ediyordu musallaya yatırılan meftune. O sessiz bizler ise sesli bir şekilde vedalaştık. Sonra da omuzladık acılarını bu dünyadan göçüşünü. Sonra da toprağa bir beyaz gelin daha taşıdık ellerimizdeki küreğin hızlı akışıyla. Yemyeşil bir bahçenin içinde açan bir gelincik edasıyla süzüldü, kanatlandı ve toprağa gülümsedi. Sonra da bize el salladı. O ölmemişti. Sadece toprağı çok seviyordu ve beyazı da..Bir gelincikti o..Bir duanın içinde açan çicek gibi gülümsedi yüzümüzü bıçak gibi kesen soğuğa nispet yapar gibi 
Mavi pervazlı bir pencere, beyaz badanalı bir ev. Bir urba mutluluk bir mintan huzur ve sen. Umut bulduğum ve mutluluk duyduğum bir hayatta senden başka ne ister ki bu gönül.. 
Dar ve hüzün sinmiş bir ara odanın yalnızlığa yatırılmış hüviyetinden sıyrıl ey çocuk. Gözlerini mutluluklardan kaçırıp kaçırıp korkuya teslim etme içindeki devasa düşleri. Ayaklarının çıplaklığına, elbiselerine sinmiş fakirliğe, yüzünde yoksul kalmış umuda bakıp bakıp acının yataklığına soyundurma. Sen mutluluğunun çocukluk halisin. Umuda ve sevdaya büyüyeceksin çocuk. 
Utangaç bakışların arasında sakladığın umutlarını acıya satma sakın. Hüzün baz ve işvebaz sancılarına inat sen sakın vazgeçme kendinden. Aldırma zorluklara, boyun eğme karanlıklara. Bir filizsin sen. Bazen kar, boran yiyeceksin lakin toprağına sımsıkı sarıl. Rüzgar esiyor diye eğme başını sakın. Gün gelecek büyüyecek meyva verecek ve hayata gülümseyeceksin. 
Sırtına onca acıyı yüklenip hangi gözyaşına bir avuç toprak aramaktasın ey yar. Gözlerindeki ışığı kapatıp perdeleri hüzne perdelemekle gözlerinin hayat rengini değiştirebilir misin. Yok ey yâr, kurşuna metelik satsa da umutlarım seni acıya gelin vermeyeceğim. Yok ey hayat, yokluğa hasretini iliştirse de acılarım seni ölüme yendirmeyeceğim. İzin vermeyeceğim. Söz veriyorum sevgili. 
Dört duvar bir pencerelik ömründe acıya yarenlik ettirmeyeceğim seni. Kapıların ardına kadar kapalı olduğuna inandırma kendini. Bir anahtar deliğinden görebileceğin Cennetin ta kendisisin sen. Gülümsediğin, nefes aldığın sürece benimsin. 
Yüzlerine bir Cennet kaygısı düşmemiş, oyuncakların bedenlerinde duygusuz ve plastik algılanmadığı bir çocuğun yüzündeki düşlerin sıcaklığı gibi seviyorum seni sevgili.Üç beş kuruşun hala bir işe yarayıp yaşlı bir teyzenin kapanan elektriğinin açılması karşısında yüzünde açtığı baharların tazeliğinde seviyorum seni ey yar.. 
Sırtımızı hüzünbaz duvarlara verip arkamıza bir kapının anahtar deliğinden tezahür eden Cenneti alıp okuyoruz hayat mecmuasını. Bazen sen nihavent sesinle eşlik ediyorsun mutluluk solosuna bazen ben gözlerimi kapatıp bir şeyler dökülüyorum satır aralarına. Bilirsin ben metni bir şiiri okuyamam. Heyecan başlar, harfleri yutar, tonlamaları es geçerim. Hayatın acıdan alıntılanmış satırlarını hızlı okuyup mutlulukları ve umutları yavaş yavaş sindire sindire yaşamak sevgili. 
Bir dilim umuda tutun hayatın acıya yoğrulmuş yanında. Kendine kendinden bir emanet ayır. Boşa çekilir zannettiğin çabaların sessiz duvarlardan yüzüne vurmasına aldırma sen. Bir küçük çocuğun oyununun en güzel anında annesinin seslenmesini umursamadığı gibi sende acıya tek bir zırnık verme. Ergenlik çağına ulaşmış bir çocuğun akşam saatinde çıkarda gezmesi gibi gönlünün özgürlüğüne bir kanat takıver ve bir defa da kendin için gülümse doyasıya. 
Daha oyunum bitmedi. Çağırma beni anne. Zaman dolmadı daha. Şehrin serkeş sokaklarında başı boş gezmek istiyorum öylece sonra da sana telefon edip seninle aynı dönüş yolunda yürümek. Islanmanı gördükçe kollarımı kanatlarımı bir şemşiye niyetine kullanmak. 
Koca bir şehrin içinde bensiz sokakları aşındırır iken unuttuğun ve unuttuğunu hatırladığın ne varsa bırak. Bir çocuğun utangaç bakışların arasında yeşerttim yüreğini. Çilingir gerekmez umuda ve mutluluğa giden yollarda sana. Bir özgürlük dile kendine. Hiçbir şey ulaşılmaz değil sevgili. Bu çocukların gülüşlerini gibi gülümse bağışla ne olur. Dayan ve sabret..Elbette adlarımız mutluluğa erişecek. 
Yalın ayak çocukluğumun gökyüzüne bağladığım rengarenk balonlarımla görürsen beni, sakın koşma sevgili. Yorgun düşmesin yüreğin. Kahve telveli hüznünü kapatıp umut dolu nefesinle gel yanıma. Elifin canına bir can kat da yıldızlara konuk olsun mavi bilyeli düşlerimiz. 
Kıyıya vurmuş bir tekneden farksız mı görürsün kendini. Boşluğa zincirlemiş bi yürek mi düşünürsün ey sevgili. Kendinden yüreğini el çektirip siyaha teslim etme kendini. Kaldır gözlerini maviye. Uğrayacağın o kadar yer var ki..Her bir toprak parçasına yüreğinden bir bahçeyi hediye eyle sevgili. Her bir maviye uçsuz bucaksın bir Cennet köşesi gözlerinin kenarlıklarından. Hadi ey sevgili.Kalk artık siyahın çıkmazlarına. Gökyüzü kanatlarını açmış ve mavi deniz seni beklemekte. Yürek teknenin bir cebine umudu diğer ceplerine mutluluğu doldurup ta bir gün uğra bozkır tepelerime. 
Dar yollardan geçmekte hayatla olan sınavın. Yorgun nefesine bakıp bakıp kendini günaha boyama.Nerde yoruldun, orada çağır beni kendine. Sırtlanayım seni, geçmişini, geleceğini. Yol vermese de yollar, daraldıkça nefesin dayan omuzlarıma. Sancılansa da yüreğin kapat gözbebeklerini. Tazelensin yorgun bakışların gözbebeklerimde. 
Maviyedir benim sürgünlüğüm. Yeni yetme bir çocuğun donsuz mahalle ortalarında gezmesi gibi özgür yüreğimin tek arzusudur bir deniz kentinde ölmek..Kırsallığımı soyundum da maviliği giyindim velhasıl. Gayri deniz tutmaz beni.. 
Kıyaya vurmuş iki mavi tekneyiz işte. İki ömre yazılmış tek büyük sevdaya kazınmış adlarımız. Bulutlar öbek öbek dizilmiş üzerimize. Deniz ayak ucumuzda. Gel- git sırdaşımız olmuş yaşanmışlıkların. Yaşayamadıklarımızı ise bir iskelenin bekleme salonuna bırakmak. Aldığımız her bilette tekrar hatırlamak. Martı sesleriyle vapur seslerini iç cebime zulalayıp sesinin içine saklamak çocukluğumu. Mor bi tesbihle başlarken senli özlemin sabrına, bir kum saatinden bırakmalı zamanı ve de avuçlarımda saklı duran iki deniz kabuğu..Ve nefesimde SEN. 
Çatısız bir evimiz olmalı. Gökyüzüne yakın. Yıldızlardan olmalı pencerelerimizin pervazı. Gözlerinin sıcaklığıyla ısınmalı camların buğulu yanı. Kapımız hep mutluluğa aralanmalı. Pencerelerimizden hep umuda açılmalı sevgili. Kayalıklardan sonra mavi deniz gelmeli. Ve denize inerken yeşil ağaç gölgeleri bize eşlik etmeli. Kaya gibi sert durmalıyız acıya ve mutluluklarımız mavi deniz gibi derin olmalı.. 
Denize kıyısı bir köye uzanmalı yüreklerimiz. Çırılçıplak ayaklarımızla yürümek maviye. Islandıkça, gözlerimizin güneşinde kurutmak. Sonra da rüzgarlı bi tepeden izlemek yük gemilerini. Ve kutu kutu çikolataları dağıtmak sir yüzlü çocuklara. Ve onların sevinçlerinden mutluluklar kurmak hasretimizin duvarlarına. 
Bir gün doğumu daha. Karanlıkta üstü kalmış yüreğini güneşle örttüm. Sen kalkmadan tüm ceylanları emzirdim, tüm su yollarını arklara kavuşturdum.Uykularından uyandırıp tüm gülleri sana vardım sevgili. Kulağına " seni seviyorum " cümlesini fısıldayıp perdelerine bırakmak şehrinin gündüzünü. O mahrur gözlerine binlerce şiiri emanet edip seni senin şehrinde sevmeye devam etmek sevgili.
Tahtadan bir bank. Üzerimize serilmiş gökyüzü ve onlarca yıldız, ayaklarımızın altına dizilmiş mavi bir deniz. Bir de kuru bi ağaç sevdamıza tanık. Sustuklarımızdan binlerce harf bağışlıyoruz sevda lugatine. Konuştukça kuru bir ağacın köklerine sarılıyoruz. Geceye yıldız oluyor, yıldızlara yarenlik ediyoruz sevgili..Seninle ayaklarımızı uzatmak mavi denize. Geceyi sabaha devirmek öylece..Ve gözlerimizde doğurmak güneşi karanlıktan. 
Gök gürültüsünden mi korkarsın sevgili. Sesimi sakladım bulutların içinden. Özlemini giyinmişler. Avazı çıktığı kadar seni sana anlatıyorlar ey yar. Hem karanlığımı sesimle aydınlatıyorum sevgili. Katransı bir geceyi sana yoruyorum. Yürüyen gemilere yüklüyorum hasretinin devasa büyüklüğünü. Kavuşmamıza atfedilmiş binlerce şiir var gökyüzünün eteklerinde. Sakın korkma sevgili. Çığlık çığlığa ben düşüyorum gözlerine. 
Sana geldiğim yolları şahit tuttum sevdama. Bulut bulut özledim seni. Toz toprak çiçek dal ne varsa yüklendim sana gelirken sevgili. Uzadıkça mesafeler ben daha da yakınlaştım sana. Yanında olamamanın acısını/ boşluğunu, özleminin büyüklüğü ile kapattım. Çıkan her yol ve varış yeri yüreğin olan her bilet varlığına hediye edilmiş bir Cennet bahçesiydi sevgili. 
*

Çıplak bir kentin üzerine acıyı giydirmeye çalışma sevgili. Ellerinden geçmeyen göç yollarını bekleme. Kalabalıklara bakıp bakıp yorma gözlerini. Dudaklarının iki yakasında kurabildiğin en büyük bahçede bir kelime kök ver. Açsın harflerin alabildiğine. Islaklığına aldırma gözbebeklerinin. Tozlu ve kısır topraklarımın suyudur ıslak kirpiklerinden akan nehirlerin. 
Yalın ayak kalmış bir zaman devrilmiş bavullarının üstüne. Tozlu sandığın her bir köşeye kendimi siyah beyaz bir çerçevelemeye yeltendikçe sen yüzünü bana döndür sevgili. Tahta bir arabadan öte geçmeyen çocukluğumun yaşanmamışlıklarından say gönlümün senli tenhalığını. Yollarımız bir kavşakta buluşamasa da istikametimiz sevdadır sevgili. Aynı bardaktan su içmeyi nasiplendiremesek te aynı yola vurur ayaklarımız birbirinden habersiz. 
Gökyüzüne yüzüne karanlığı çalmak üzere. Sesimle refakat edeyim eve dönüş yollarına. Topuklu ayakkabılarının sesini bürünürüm iç cebime. Zulalanmış ne varsa içimde duvağına ilmeklerim kokumu. Tenimden bir teni koynuna bağışlayıp dil altı haplarına saklarım kendimi. İfşa etmem içine sakladığım beni. 
Alabildiğine hayat olurken gözlerin, hangi ufka çizsem gözlerinin hayat yanını. Boşluk ararken karanlık, ben yüzüne vurmuş aydınlıkta hangi bir kentin gölge çocukluğunu alnı ortasından öpeyim. Sen diye hangi ceylanın uykularını uyandırayım sesli şiirlerimden. El yazımla yazılmış ıslak mektuplarımı hangi buluta fısıldayayım da hangi susku çölüne sığlığım bir fincan katre olsun. Kana kana içilsin damarımda taşıdığım sevda yanığı. 
Kaya gibi sert acılarının kenarına gözyaşlarımı vurdum. Eğildim boylu boyunca / eğdirdim bulutları eteklerine. İki yanı dağlarla örülü yüreğinin ortasına bir şiir kurdum kafiyelerden ayıklanmış. Saçlarının gökyüzüne en yakın yerine bir salıncak kurdum serbest şiirlerimin senli sesinden. Hayatının senli tenhalığına adımın harflerinden bir kalabalık bıraktım. Acının en katıksız yerinde beni sancılarına bağışla diye.. 
Gözlerimin ufkuna vur gözlerini. Yüreğinin yeşil bahçelerinden esinlendiğim bir ayçiceği tarlasına döndür yüzünün aydınlığı. Parmak uçlarınından sarkıt gövdenin rengarenk balonlarını. Bir Cumartesi günü bir kargo paketine sığdırılmış mavi bilyelerimi eteklerinden sal yüreğimin ayçiceği tarlasına. Alabildiğine hayat, alabildiğine sevda olmuşken yüreğin, dudaklarımda adından başka hiçbir kelimeye nüfuz etmesin. 
Hangi sureti giyinirsen giyin ey hayat, beni sevdanın yollarından alı koyamazsın. Karları yığ yollarıma, fırtınalara gebe bırakan denizi. Geçilmez dağları yor ayaklarımın dibine. Beni sevgiliye götüren yollardan vazgeçiremezsin. Rüzgar olur sevdanın nefesine nefes olur bu garip ten. 
Hangi duvara astın da acılarını, bu kadar siyaha çalındı yüzün. Peçelediğin yüreğini, cesedini cesedine kefenlediğin ellerini hangi sözün temize çıkarır ki sevgili. Kendinden bile gizlediğin kiralık katillere teslim etme. Asma kendini kendi ipine. Ayak ucuna boş akıtıp zebil olan nehirlerin hakkını sorarım sana. Sen mutluluksun sevgili. Umuda açılmış ve sevdaya yakılmış en büyük duasın. Farkında mısın sevgili içinde sakladıklarının ? 
Sevdamıza tanık binlerce rengarenk balonlar getirdim. Hafiften yağmur düşerken uzaklığımıza, acılarımıza bir şemşiye ile değil sevdamızla göğüs gerdik değil mi sevgili.Birazdan dilimizden düşürmediğimiz şarkı çalınan radyoda. Hadi sesini aç yüreğinin de, dolayım nefesinin hayat gözeneklerine. Saçlarını da çöz de sevgili, yıldızları öreyim köklerine..Elif elinde rengarenk balonlarıyla beklerken, sevdanın uzaklığına aldırış etme.

Her gemi rotasından bir nebze kapmıştır. Bazen fırtınayı göğüslemiş bazen de istilaya karşı son damlasına kadar savaşmıştır ama asla umut yüklü yolculuğundan feragat etmemiştir. Her şeye inat umudunu, acıya inat mutluluğunu, zor ama çileli yazgına huzurunu ve öfkeye karşı us’unu kaybetme / yitirme. Bilirsin ki dikeni var diye gül’den vazgeçilmez. 
Şehirlerarasına giden tali bir yol gibiyim. Umuda niyetlenmiş bir mutluluk payının tümcesi. Ya da canında bir can taşıyan bir yüreğin taze bir nefesi. Acıları tasnif edilmiş bir ömrün çileye doymayan bedenine vurulmuş alın yazısı. Soluğuna binlerce ölüm peydahlanmış bir kadının en acıklı, en koyu hikayesine konu olan bir kitabın mutluluğa ithaf edilmiş sayfasında yer alan süssüz ve sade bir ayraç. 
Her gece sana ölüp her sabah sana dirilmek. Nefesinde saklı her bir duayı kurumadan bir yaraya şifa diye sürmek sonra. Daha izi kurumadan yüreğinin tebessümünü asmak yetimhanedeki çocukların yüzüne. Ve saçlarına değen ve bir telinden hayat bahşeden o rüzgardan kuru ve kısır toprakları nasiplendirmek. 
Yıldızlara yakın, acılara uzak bir ev düşlüyorum. Umudun ve mutluluğun hiç kapıdan çevrilmediği dört duvar. İki basamaklı bir kapıya uzanan her şarkıda gençleşecek iki yürek; sen ve ben. Hayalden öte yaşamaya değer. Uzak bir ihtimal zannedilen ama yaşanmaya yakın bir düş. 
Ahşap bir evin güneşe yataklık eden pencerelerine çıkmış şiir yüzlü çocuklar gibi avaz avaz bağırıyorum; seni seviyorum diye. Ve yüreğine dua dua bir sevdayı nakışlayıp nefesine bir hayatı bağışlıyorum sevgili. 
Ekmeğimden, terimden sakınıp bir uçurtmalar alamadım sana. Oysa baba yadigarıydı marangozluk. O tahtaya yüreğini katıp tahtaya işlerdi içini. Ve ben onun kocaman ellerin tersine küçük ellerimden bir mürekkebe yaslıyorum düşlerimi. Sana gelirken ki cam kenarı biletleri biriktirip kağıttan gemiler bıraktım avuçlarına. Sokağına bir söz bıraktım karanlıkta üşüme diye. Sabahı müjdeleyen vapurların içine ıslak mektuplar bıraktım. Ne zaman umutsuzluğun bir iskeleye vurursa o el yazması mektuplardan mutluluğu ayağa kaldırır diye. Ve bir yürek bıraktım. İhmal ettiğin öğle yemeği vaktinde iştahsızlığına ve yalnızlığına bir mutluluk besini olsun diye. 
Az kaldı sevgili. Annemin gökyüzüne açılmış bir duasının bereketiyle çıktım yola. Sağım solum hasret. Önüm arkam aşk. Düştüm bir düş’ün yolculuğuna. Sana gelirken ki cam kenarları biletimle susuzluğumun nükseden yanıyla gelmekteyim. Kavuşmalara bir kavuşma ayarlama sen. Şehrine indiğimde bir kalabalığın arasında buluşalım. Elimde rengarenk onlarca balon olacak. Ve o balonları görünce koşma bana. Kan ter içinde kalmayasın. Adım adım harf harf yaklaş bana ve sonra kemiklerimi hiç bırakmamacasına sarıl ve senin nefesinmiş gibi çek beni içine.. 
Bu kaçıncı ihbarım ey yar. Bu kaçıncı intihar adının baş harfine harcadığım. Gel etme. Kanma Azrail’in biletsiz düşlerine. Hayattın dar kaldırımlarında kendi ayağına çelme taka taka kanattığın dizlerini bükme. Kaldır başını gökyüzüne ey yedi renk mutluluğum. Sesinin nihavent halinde seslendirdiğim onlarca şarkı mahzunluğa bürünsün mü. Umut canından vaz mı geçsin ? Elif dimdikliğinden feragat edip boynuna yağlı bir ipi mi geçirsin ? Toparlan ve giyin hayatı. Biliyorum zor kendi yaralarını yine yeni bir yarayla kapamak. Ama senin adın bende umut. Ama senin nefesin bende mutluluk. Eğme ve eğdirme başını. Harflerini bükme ve dirilt içine ellerinle gömdüğün can’ları. Ve bir Elif gibi dimdik gülümse sana reva görülmüş kanamalarına.. 
Denize kıyısı olan bir baraka’ya kurulmalı huzurumuz. Çatısız olmalı sevdalık mahsenimiz; ki yıldızları her an saçlarına dizebileyim. Ne zaman kurudu dudaklarımız, birkaç dakika içinde varabilmeliyiz sonsuz mavilere. En sevdiğin çiçeklerini ekebileceğin küçük bir bahçeli olmalı küçük barakamızın yanında. Gözlerinin rengine boyanmalı mutluluk yuvasının duvarlarını. Pencerelerinde eski ve orta dalga yayını yapan bir radyo bulunmalı, kurak toprağın ortasında çalan bir nihavent şarkıda dans etmeliyiz. 
Yağmura şemsiye tutma ne olur. Bırak ıslansın düşlerin. Sen umutlarından biriktirip yetim kuşlara vermek üzere beklettin mutluluklarını savur öylece. Ardına sakın bakma. Yağmurun içinde ıslanan ayak izlerine aldırış etme. Yürü ve hiçbir zaman başını eğme. İçinde saklı düşleri sessiz harflerde yorma. Sesli ve nemli bir gözyaşında erit acılarını. Bil ki her mutluluk bir acının ardından gelir. Savaş ve kaybetsen de haykır içindekileri. 
Kasabama son kurulan bir lunaparktan sonra gözlerimin için bu kadar hayat dolu olduğuna tanıklık ediyor şiir yüzlü çocuklar..Kapı eşiğinde yarım bırakılmış ıslak mektuplarımı naftalin kokulu sandıklarıma yerleştirip bu gece yine masalına/ masalımıza koyuluyorum. Dağ tepe dinlemeden üzüm bahçelerine dalıyorum. Uslanmaz …çocuklar gibi sabaha kadar koşuştuyorum yüreğinin bahçelerinde. 
Bir luna parkın içinde kaybettiğim pamuk şekerlerimi gözlerinin kahverengi gözlerinde buldum. Bir kargo poşetinin içinde sakladığım mavi bilyelerime nefes oldun sen. Bir kum saatini elinden alan yüreğim küçük bir çakının şahitliğinde sana özlem yangınları büyütüyor. Bir iskelenin kenarında yüreğime dayadığım ahizenin arkasındaki yüreğimi yüreğimden yakala. Ve sesini ararken bir sahilde, sen soluk soluğa koş ve bir Elif miktarı sarıl bana. Ve hiç bırakma.. 
Tekil bir yalnızlığın içinden uzat ellerini. Utangaç yanaklarında bir tebessüm belirse üşengeç yaralarıma şifa diye sürüyorum gözlerini. Ellerini ellerimle yakalayıp avuçlarından kayıp giden bir terin akıbetine aldırış etmeden koca gövdeme umutlar serpiştiriyorum. Belirtisiz ya da yeknesak bir cümlenin içinden geçip sen’li bir varlığına nüfuz ediyorum. Soyunuyorum, üryanlığıma bir yangın bileyip azı dişlerimin sancısından bir sevda doğuruyorum. Doğan her düş’e bir kurban veriyorum. Azat ediyorum tüm gurbet kuşlarını. Ve sana gelirken tüm yollara en sevdiğin çiçeği ekiyorum sevgili. 
en uzaktan koşup terleyen sesini yüreğime doldurduğumda cebimde sakladığım binlerce şekerleri şiir yüzlü çocukların avuçlarına bağışlıyorum. Uykusuz uykularımın yüzünü gözlerinden akan sevda nehirlerinin buz gibi damlalarıyla yıkadım ve yüreğimin bozkırlığına bir şiir daha bıraktım. Ve ne zaman dudaklarında bir şarkı gökyüzüne yakılsa, ben uçurtmaları bulutlara kavuşturuyordum. Ve ne zaman bir iskeleye dayanır görsem kanamalı sancını, acıya tok halimi uyandırıp acıya bir dudak payı açıyordum. Ve özleminin orucunu senin sevdanla bozuyor ve yine senin sevdana niyetleniyorum sevgili.. 
Acılarını daha kez yüreğinde kaynatıp kaynatıp içine zehir diye akıtacaksın sevgili. Ayak uçlarına indirgediğin yüreğine bir ölüm çizme. Ayıkla kendini karanlıktan. Yüksek betonarme binalardan göremediğin yıldızların gözlerinde olduğunu ne çabuk unuttun. kapı ziline vurana inat yüreğinle nefes almaya devam et. Unutma savaştığın her an kazanmasan da verdiğin mücadelenin ödülünü mutluluk alacaksın. Sen umuttun ne çabuk unuttun bunu.. 
Sürgün edildiğin ne varsa içinde, tıknaz ve yeknesak bir cümleye bula. Ve kanat ulu orta sancılarını. Güpe gündüz kuşan karanlıklarını. İçini kemiren ayrılık sustası ölümcül şiirleri bağışla bize. Rast gele bir şarkıyı mırıldan demir soğuğu pencerelerinden. Sen güneşe merhaba de yarı aksak şivenle. Biz dünyadaki dudakları pamuk şekerleri sirayet etmiş çocuklara anlatırız sevda masallarını. Adını unuttuk sanma, seni yaşadığımız yerden başlıyoruz sözlere. 
Kanatlarında umut taşıyan gurbet kuşlarına döndür yüzünü. Biliyorum sağanak halinde karla karışık yağan acılara karşı açtığın şemsiyene ve giydiğin hakim rengin siyaha inat yolların bana hep umut hep mutluluk. Biraz sis olsa da gözlerimin kentlerinde, avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Ey mutluluğu umuda gelin eden kadın; acıya katık eyle nefesini. Yendirmeyeceğim seni, boyun bükmeyeceksin.. 
Tövbeleri gusle zorlanmış bir duanın içindeki ıslak gözyaşlarımın hesabını ver ey sevgili. Adını pelesenk diye dudaklarımı mıhlamışken yüreğimin en kutsal mabedine tecavüz hakkını kendine meşrulaştırıyorsun. Yığma ve bi o kadar eski binanın… ağırlığını tek benim omuzlarıma yükleyip bir intiharı bana reva göremezsin. Serseri bir kurşuna meyl edecek bir ceset torbası değil nefes aldıklarım. Benim ölmemi gıpta ile beklerken hangi musalla taşının soğukluğunda doğurdun içindeki kini ve öfkeyi. Ölüm senden önce bana uğramazsa bil ki iki elim yakandadır.Bilesin.. 
Yüreğinde birikmiş nehirlerin sesini duyamıyor musun Usta ? Damarlarında taşmayı bekleyen şiirlerin sustalı çığlıklarını duymamazlıktan mı geliyorsun Usta ? Dudaklarının iki yakasına gelip gelip doğmayı delip bir cümlenin tok yanında ölümü …kuşanan harfleri görmek istemiyorsun Usta..Sus/ma ayakları uzattığı bir sevdanın ucunda açıkta kalsa da sen özgürlük şarkıları söyle Usta. Kök saldığın bir kuraklığın elbet bir gün yeşereceğine olan umudunu mu kaybettin Usta ? Söylesene elindeki ateşte bir çiçeğe hayat biçerken o ateşte yaktığın sen misin yoksa Usta ? 
Ben seni özlerken kendimi kaç öldürdüm kendime. Ve kaç kez sancılandım sendeki beni bende doğurmak için. Kapısız bir evin bahçeye açılan bir salonun duvarlarına resmettim gülüşünü. Ve her nefesimde sana bir hayat bağışladım. Rengarenk balonların ipini çantalarımızda sakladığımız ve aynı tip çakılarla kesmek ve gökyüzünde özgürlüklerini kutlamak. Bana hediye eylediğin bir beyaz gömlek ile sana gülümsüyorum. Elimde bir kum saati ve deniz kabukları ile.. 
Bir deniz fenerinin aydınlığında dans edeceğiz. Gökyüzü perdelerini kaldırıp bir gül sağnağına tanık edecek. Üstümüz başımız umut, iliklerimize kadar mutluluklarla ıslanacağız. Nihavent sesinle bir şiirime ses olacaksın sonra. Sonra bir iskeleye vereceğiz sırtlarımızı ve masal kaldığı yerden uzanacak Cennetin üzüm bahçelerine.. 
Ayak uçlarımıza uzatılmış bir üşengeç şarkıyı koynumuza alıyoruz. Hayatla hayatlandırdık ıslak dualarımızı. Sen " her harfi kitap olan adam " demişken sustu cümleler, yüklemler ise öznesiz. Gözlerinin kahve rengine bağdaş kurdum, usul usul yağan yağmurları işliyorum saçlarının köklerine ve ilmek ilmek nefesine koca bir hayatı nakışlıyorum sevgili. 
Sustur gözyaşını selini. Yüzümün kirliliğini temize çekmek için kirpiklerinde binlerce sancı ile bir yağmuru doğurma sevgili. Sen sevgili, nefes al benim için. Giriştiğin ekmek kavgalarında sana gelen sağlı sollu her yumruğu bana reva gör. En acıklı bir romanın en hüznü sayfasını bana bağışla. Ve gece üşümeyeyim diye gülüşlerini ört üzerime. Kalabalıklara bakan tenhalığımın dalgın bakışlarına bir omuz genişliği ver. 
Üç büyük kentin sancıları saklı sesimden binlerce şiir bağışladım gözlerinin kahve Cennetine. Ayyuka çıkmamış umutlarımı yüreğine göçe zorlarken dizlerinde bir uykuya râm olmuş uykusuzluğum. Kaldıramadım bir daha çocukluğumu yüreğine kundaklanmış halinden. Denize komşu bir parkın yürüyüş sathına dizilmiş bir düş’ün mavi balonlarında uyuttum yara tutmaz yangınlarımı. Bir adım sonrası bir avuç deniz iken hiçbir zaman senli özlemlerimi sensiz söndürmeye yeltenmedim. Ne zaman üşüse üşengeç çocukluğum sesini örttüm üzerime.Gözlerimi sonsuza yarime kapadım, ey hazan sobelesene beni mutluluklarımdan..Yüreğimi gökkuşağının kahve tonuna boyadım, ey aşk yakalasana beni umutlu yarınlarımdan.. 
Gözlerinin esir düştüğü savaş meydanındayım ey oğul. Toz duman etraf yüreğin ise kan revan. Kanayan dudaklarını susturmaya mı yeltendin yoksa. Yoksa yüreğini lime lime edip düşlerini bir recm’e mi rehin verdin. Hadi kaldır işvebaz intiharları göğünden. Yeksenak bir acının ayak ucundan kaldır gövdeni. Bir miktar umudun gözlerindeki tarifsiz telaşı gör. Cesedinin bir hükmü olmasa da o koca yüreğinin " onuru " için ayaklan hadi. Susma sakın. Koca yüreğinin engin dehlizinde bir dirhem konuş..Bir dirhem 
Hayatın tüm acılarını yüklenip kendine çelme takmayı bırak. Kabuk bağlamış yaralarından soyunma zamanı. Siyahına bir kadife nakışlı bir gül motifi işle. En azından niyetlen. Yarın olmadı belki ondan sonraki gün kendi ayakları üzerinde acına da mutluluğuna da eyvallah deme zamanı. 
Susuzluk. Aç kalmış topraklar. Suya sırtını dönen bulutlar. Çatlamış ve sesi kısılmış topraklar. Bereketini, zenginliği yitiren ovalar. Yalnız kalmış ve ölümünü bekleyen zaman. Yüreği kurumuş, yüzü eskimiş ve ellerini doldurmayan ab-ı hayat yavaş yavaş tükeniyor. Aslında yiten, giden, biten ve sona eren bizim hayatımız. Farkında değiliz. Yavaş yavaş ölüyoruz. 
Dilini yitirmiş bir cümleyim. İçimde birikmiş nice söz var şimdi. Sıraya geçmiş bir kalabalık herşey, her söz. Avazım çıktığı kadar sarılmak istiyorum sana. Bağırmak delice. Duvarlara vurup vurup geri dönecek kuvvetli bir nefesin içinde peydalanmış bir söz dizimlerim var içimde. Yakılmış, yaralanmış ama içimde bir sus’ku. İçimde bir yanardağ var ama kusamıyorum. Dışımda közler birikmiş yanıyorum diyemiyorum. Susuyorum, gözyaşlarımı bile haykıramıyorum. Sessizlik ne zormuş Ya Rab. İçime, dilime dolanmış düğümleri çöz. Bir alfabeyi bağışla bana. Doya doya içeyim cümleleri sonra da dudaklarımdan bir hayata sürgün edeyim sözleri. Biliyorum ben harfleri ilkokul terkten bıraktım ama içimdeki sözleri şimdi haykıramıyorum. Şimdi konuşamadığım dudaklarımı sadece ısırıp ağlamak için kullanıyorum.Ne acı cümle cümle susmak içinde..Ya Rab kanatma dudaklarımı. Bu sessizlikle imtihan etme beni. Beni bir cümleye bağışla../ Konuşmayan Nineciğime ses oldum.. 
Kıyıya demirlemiş zaman. Ayaklarını sıvayıp çocukluklarına koşmakta akrep ve yelkovan. Hiç bilmediğimiz bir iskelenin kenarlıklarına bırakılmış bir sevdanın sahipliğine soyundum. Vazgeçmedim ve kendim gibi bildim.. 
Işık süzmelerine bakarken yakaladım seni. Çıplak ayaklarını denize yürütmüşken yine gözlerin beni arar gibi denize yarenlik etmekte. Hangi yolcu gemisine rezerve edilmiş sana geliş biletim ve hangi yük gemisine yüklenmiş senli özlemim ey yar. Susma ve öyle uzun daldırma gözlerini ufka. Işığın en sıcak halinde düşeceğim şiirlerine. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...